MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 3,
MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI, Mehmet Eymür, CASUS, casusuluk hikayeleri,
HOOVER KENDİNİ TANRI MI SANIYORDU?
Ama herkes HOOVER’ın kendisini Tanrı sandığını biliyordu. Bu adamların bundan kendi aralarında bile söz etmemeleri acayipti. İki adamla ‘TISLER Olayı’ndan söz ettik. Sonra HOOVER’in odasına gittik. FBl’ın Direktörü masasının arkasında duruyordu. Parlak lacivert bir elbise giymişti. Resimlerinde durduğundan daha uzun boylu ve inceydi- Ama yüzü kırışıktı ve etleri sarkmıştı. Kesin, fakat neşesiz bir tavırla elimi sıktı.
BELMONT ziyaret nedenimi anlatmaya başladı ama HOOVER sert bir tavırla onun sözünü kesti. ‘Raporu okudum, Al. Olayı Mr. Wright’tan dinlemek istiyorum’. Kömür gibi kapkara gözlerini bana dikti. RAFTER’in (Not-Türkçe ‘KİRİŞ’–Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı) bulunmasını anlatmaya başladım ama HOOVER lafı hemen ağzıma tıktı. ‘Sizin Servis’in bizim Çek kaynağın açıklamalarından artık memnun olduğu anlaşılıyor’… Cevap verecektim ama beni susturdu. ‘Güvenlik organizasyonlarınıza burada, Washington’da çok yardım ediliyor’. Sesi tehdit doluydu. ‘Bu durum milli güvenliğimizi etkilediği zaman Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı’na önerilerde bulunmam gerekiyor. Onun için böyle olaylarla yakından ilgilenmek zorunda kalıyorum. Özellikle İngiltere’nin bu alanda son zamanlarda karşılaştığı problemler açısından. Ayağımı bastığım yerin sağlam olduğunu bilmeliyim. Anlatabiliyor muyum’? ‘Tabii, efendim. Anlıyorum’.
Harry STONE gözlerini ayakkabılarının bağlarına dikmişti. Al BELMONT’la Bill SULLIVAN, HOOVER’ın masasının bir yanında, gölgelerin arasında oturuyorlardı. Yani iş bana düşüyordu. ‘Verdiğim raporda’. ‘Adamlarım raporunuzu hazmettiler bile, Mr. Wright. Beni aldığınız dersler ilgilendiriyor’. Ben cevap veremeden HOOVER öfkeli, küçültücü bir eleştiriye başladı. Batı, Komünizm saldırısı karşısında yetersiz kalıyordu. HOOVER’ın düşüncelerinin çoğunu paylaşıyordum- Ama konuşma tarzı çok çirkindi. Tabii sonunda BURGESS ve MACLEAN konusunu açtı. Bu iki casusun adlarının her hecesini yakıcı bir kinle söylüyordu. ‘Mr. Wright, burada, bu Büro’da böyle bir şey olamaz! Ajanlarımın hepsi hakkında araştırma yapılır! Bu olaydan alınması gereken dersler var. Anlatabiliyor muyum’? Başımı salladım. Harry STONE atıldı. ‘Tabii, Mr. HOOVER’. ‘Daima tetikte olmalı, Mr. Wright. Tetikte olmalı. Burada, Büro’nun merkezinde ışıklar her zaman yanar’.
CIA KARŞI CASUSLUK ŞEFİ ANGLETON
HOOVER’la yaptığım bu sıkıcı konuşmanın ertesi günü CIA’nın Karşı Casusluk Bölümü Şefi James ANGLETON’la yemek yedim. Müthiş zeki bir adamdı. Soğuk Savaş’ın keyfini çıkarmayı değil, mücadeleyi kazanmayı istiyordu. 1950’lerin sonunda ANGLETON’un yıldızı Washington’da iyice parlamaya başlamıştı. Özellikle İsrail’deki bir ajanından Kruschev’in Stalin’i suçlayan konuşmasının gizli kopyasını almayı başardıktan sonra. ANGLETON, eski MI6 bürosunda eğitilmişti. Hem de Kim PHILBY tarafından. ANGLETON’dan hoşlanıyordum. Ve o daha önce birlikte iş yapabileceğimizi de ima etmişti. Lokantadan içeri girdiğim zaman ANGLETON masada oturuyordu. Zayıf, veremli bir adamdı. Gri bir elbise giymişti. Ona katılırken boğuk sesiyle, ‘HOOVER nasıldı?’ diye sordu.
‘Her şeyi çok çabuk haber alıyorsun, Jim’, dedim. Bir ölününkini andıran yüzünde bir tebessüm belirdi. Onun ağzımdan laf almaya çalıştığını biliyordum. CIA’nın ‘TISLER Olayı’ndan da, adamın iddialarından da haberi yoktu. ‘Bu sıradan bir ziyaretti. Büroyla dost olmaya çalışıyoruz. Şu ara Londra’da moda bu’.
ANGLETON, ‘Boşuna zaman kaybediyorsun’, dedi. ‘Ben bildim bileli o adamla dost olmaya çalışıyorsunuz. O bize her zaman İngilizlere hiç dayanamadığını söylüyor’. Biraz öfkelendim. Oysa damarıma mahsus bastığını da biliyordum. ‘CIA’nın bize daha dostça davrandığı söylenemez’. ANGLETON bardağına tekrar içki doldurdu. ‘Şu son on yıl Washington’a çok şey borçlandınız… HOOVER gibilere gelince… Onlar BURGESS’le MACLEAN’e bakıyorlar. Sonra da MI5’e. Ve ‘Ne uğraşalım?’ diyorlar’. ‘Yanılıyorsun, Jim’ dedim. ‘Her şey değişiyor. On yıl önce beni bir bilim adamı olarak işe almazlardı. Ama şimdi Büro’dayım. Ve durmadan yeni ajanlar tutuluyor’.
İNGİLİZ OKULUNDA OKUDUM, SİZİ İYİ TANIRIM
ANGLETON alay etti. ‘Ben bir özel İngiliz okulunda okudum. Sizi iyi tanırım’. ‘Durmadan BURGESS’le MACLEAN’den yakınmanın bir yararı yok. O olay geçmişte kaldı. Dünya çok küçüldü. Tekrar birlikte çalışmaya başlamalıyız’. ANGLETON sigarasının dumanlarını havaya üfledi. ‘HOOVER size yardım etmez!’ Ama kendisinin yardım edeceğini de söylemedi. Yemek bir hayli uzun sürdü. ANGLETON ağzından bir şey kaçırmıyor, durmadan beni konuşturmaya çalışıyordu. Bir ara, ‘Ya PHILBY?’ diye sordu. Açık açık, ‘Onun bir casus olduğunu sanıyorum’, dedim. ‘Bana MI5’in Armond HAMMER’le ilgili dosyasını verebilir misin?’ HAMMER, ‘Occidental Petroleum’un başıydı ve Sovyetler Birliği’yle iş yapıyordu. ‘Seninle dostuz, Jim. Ama o kadar da samimi değiliz’. Ayrılırken, ‘Beni dinle, Jim’, dedim. ‘Çok ciddiyim. Sen Washington’da bana yardım etmezsen ben de başkasını bulurum’. ‘Bakalım, elimden geleni yaparım’, diye mırıldanarak uzaklaştı.”
Evet, bu günlük burada keselim. Görüyorsunuz, ‘Süper Güç’ ABD, milli menfaatlerine dokununca, en yakın akrabası İngiliz Kraliyetini bile tanımamış ve aşağılamış! Koskoca İngiliz güvenlik teşkilatının ikinci adamı, FBI Başkanı HOOVER’in karşısında bir laf dahi edememiş, ezilip büzülmüş.
Ama HOOVER deyip geçmeyelim. O ABD Başkanlarının açıklarını bilen ve bu sebeple 48 yıl makamında kalan enteresan bir şahsiyet. Başkan Kennedy suikastı dahil, birçok siyasi cinayette parmağı olduğu iddia ediliyor.
Gerçi bizde de HOOVER benzerleri, çok sır bilen, kimsenin dokunamadığı önemli makam sahipleri çıktı ama, 48 senelik rekoru kırabilen yok!
Polonya Entelijans Servisi’nde yüksek kademede, bir kaynak olan ve CIA’ya Polonya ve Sovyet entelijans operasyonları hakkındaönemli bilgiler veren Michael GOLENIEWSKI (1922-1993)CIA tarafından SNIPER, MI5 tarafından da LAVINIA kod adıyla anılıyordu. Onun CIA’ya ilettiği ve CIA’nın da MI5’e aktardığı bilgiler neticesinde İngiltere Portland’da ‘Portland Casusluk Şebekesi’ olarak adlandırılan ve İngiliz nükleer denizaltı filosu hakkında bilgi toplayan bir Sovyet Operasyonu çökertildi. Bu faaliyette suçüstü yakalananlardan biri Deniz Kuvvetleri Entelijans Servisi’nde görevli Harry HOUGHTON diğeri ise Gordon LONSDALE isimli bir Kanadalıydı. Esasında LONSDALE, ölü bir kişinin hüviyetine girmiş ve yıllardan beri faaliyet gösteren bir illegal Sovyet istihbaratçısıydı ve esas adı ‘Konon Trofimovich MOLODY’di.
Casusluk Hikâyelerine MI5’in ikinci adamı Peter WRIGHT’ın bir diğer ABD seyahati anlatımı ile devam edelim:
“Amerikan entelijans çevreleri Lonsdale Olayını olağanüstü bir zafer saydılar. Washington, Yayın Operasyon Komitesi’nin çalışmalarına karşı büyük bir ilgi duymaya başladı. Yeni teknikleri koordine eden bu komiteydi. Ben Amerikalılarla yapacağımız görüşmelerin İngiliz Gizli Servislerinin yeniden göze girmelerini sağlamak bakımından şahane bir fırsat olduğunu biliyordum. 1961 Ekim’inde Hugh Alexander, Hugh Denham, Ray Fravvley ve ben Washington’a gittik. Bize orada MI6 Bürosu’nun şefi Christopher Phillpotts da katıldı. Tabii aslında bizimkinin bir kumar olduğunu biliyordum. Hugh Alexander da benimle aynı fikirdeydi.
NSA’DA TOPLANTI
Toplantıda yapacağımız açıklamalara karşılık Amerikalıların bize bir şeyler anlatacakları kesin değildi. Hatta hiçbir açıklamada bulunmayacakları hemen hemen kesindi. Güvenlik meselesini de düşünmemiz gerekiyordu. Ama bütün bunlara karşılık büyük yararlar sağlayabilirdik.
Toplantı NSA’nın Maryland’de Fort Meade’deki merkezinde yapıldı. NSA Başkan Yardımcısı Louis TORDELLA açık açık fikir alış verişi yapılmasını istiyordu. Tabii açıklamalarımız Amerikalıları çok etkiledi. Tordella’nın açık açık konuşmasına karşılık CIA teknik gelişmeler konusunda hiçbir şey söylemedi. Sanki bize güvenemedikleri için sırlarını açmak istemiyorlarmış gibi bir tavır takınmışlardı, ama biz başka bir neden olduğundan şüpheleniyorduk. Ne olursa olsun toplantı, İngiliz-Amerikan Entelijans Servislerinin ilişkileri bakımından yine de bir dönüm noktası sayılabilirdi. On yıldan beri ilk defa altı entelijans bürosu oturmuş nasıl iş birliği sağlayabileceklerinden söz ediyorlardı. Müşterek araştırma programları başlatıldı,özellikle kompüter alanında. Böylece aradaki güvensizlik duvarını yıkmak için ilk adımı atmış olduk. Londra’dan ayrılmadan önce Arthur Martin, ‘Lonsdale Olayı’nın teknik yanı ve özellikle KİRİŞ’in geliştirilmesi konusunda Amerikalılara bir brifing vermemi ayarlamıştı. İki yüz CIA ajanının oturduğu salonda podyuma çıktığım zaman bir hayli sıkıldım. Ağır ağır konuşarak kekemeliğimle savaşmaya çalıştım- Brifingim bir saat sürdü. Ancak KİRİŞ’le ilgili açıklamalarım hiç de iyi karşılanmadı. CIA’nın D Bölümünü yöneten Bil HARVEY’in ANGLETON’a doğru eğilmiş, öfkeli öfkeli bir şeyler söylediğini fark ettim.
İŞBİRLİĞİ BUNA DENİR
Sonra geriden biri, ‘Bu KİRİŞ [Not: İngilizce RAFTER –Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı]ne zaman geliştirildi?’ diye bağırdı. ‘1958 baharında.’ ‘Peki, bu günün tarihi nedir?’ Şaşalayarak kekeledim. Adam yine haykırdı. ‘Ben söyleyeyim. 1961’deyiz’ Başka biri ekledi. ‘İşbirliği buna denir!’
Yerime oturdum. Ajanlar salondan çıkmaya başladılar. Daha sonra HARVEY’le ANGLETON yanıma geldiler. Bir boğaya benzeyen Bill HARVEY’in çok kızgın olduğu belliydi. Jim ANGLETON, kibar bir tavır takınmaya çalışarak, ‘Dinle Peter,’ dedi. ‘Bu konunun iyice konuşulması gerekiyor. Ama böyle bir konferans salonu bu işe uygun değil. Bu akşam Bill ve benimle yemek yemeni istiyoruz. Rahatça konuşabileceğimiz güvenli bir yer buluruz.’ HARVEY bir şey söyleyemeden koluma girip beni podyumdan uzaklaştırdı.
O akşam ANGLETON’un teknik uzmanı Joe Burk, beni otelimden aldı. Bir saatlik bir yolculuktan sonra kırlar arasındaki bir eve gittik.
‘BURAYA BAK İNGİLİZ PİÇİ’
ANGLETON verandaya çıkmıştı. Sakin bir tavırla beni karşıladı. ‘Bu gün olanlardan üzgünüm,’ dedi, ama bir açıklama da yapmadı. Beni içeri soktu. Bir masanın başına geçtik. CIA’nın Batı Avrupa Bölümü Şefi de bize katıldı. Kibar bir adamdı ama işte o kadar- Daha sonra Bill HARVEY de geldi. Elinde bir şişe viski vardı. İyice içmiş olduğu da anlaşılıyordu. Şişeyi masaya vurarak, ‘Buraya bak İngiliz piçi’ diye kükredi. ‘Artık gerçeği öğrenmeliyiz’. Bu oyunu önceden planlamış olduklarını hemen anladım. MI5’le ilgili ciddi konular görüşüleceği zaman Harry Stone de benimle birlikte gelirdi. Ama o kalp krizi geçirmişti ve şimdi hastanedeydi. ANGLETON’a döndüm. ‘Bu haksızlık, Jim. Beni yemeğe çağırdığını sanıyordum.’ ANGLETON benim için bir bardağa viski doldurdu. ‘Tabii yemeğe çağırdım, Peter.’ Kesin bir tavırla, ‘Beni ezmenize izin verecek değilim, ‘ dedim. ANGLETON usulca, ‘Öyle bir niyetimiz yok,’ diye cevap verdi. ‘Sadece anlattıklarını tekrar dinlemek istiyoruz… Başından itibaren…’ Lonsdale hikâyesini tekrar anlattım.
Hikâye sona erdiği sırada HARVEY de kendisini tutamadı. Tükürür gibi, ‘Güvenilemeyecek köpekler olduğunuzu biliyordum!’ diye bağırdı. ‘Buraya geliyor, araştırma yapmanız için para vermemizi istiyorsunuz. Ama o sırada KİRİŞ gibi bir şeyi de bizden gizliyorsunuz.’ ‘Meseleyi anlayamadım…’ ‘Sen hiçbir şeyi anlayamıyorsun zaten!’ HARVEY ikinci viski şişesini açtı. ANGLETON, ‘Mesele bizim operasyonlarımız, Peter,’ diye açıkladı. ‘Ajanlarımızdan çoğu yüksek frekanslı alıcılar kullanıyorlar. Ruslar KİRİŞ’i ele geçirdilerse, çoğu yakayı ele vermiş demektir… Peter, KİRİŞ Sovyetlerin eline geçti mi?’ ‘Önce geçmemişti. Ama şimdi KİRİŞ’ten yararlandıklarından eminim. UB’nin içindeki bir kaynak MI6’ya, Polonya’yla Sovyetlerin birlikte yürüttükleri bir operasyondan söz etti. Ajan olduğundan kuşkulandıkları birini yakalamak için… Anlatılanlardan Sovyetlerin KİRİŞ’i elde ettikleri anlaşılıyor. ‘ HARVEY ıslık çalar gibi, ‘Kahretsin,’ diye fısıldadı. ‘Polonya’daki bütün kaynaklarımızı kaybettik demektir’ ‘Ama bütün bu raporları sizin Polonya Bölümü’ne yolladık, ‘ diye cevap verdim. ‘Ajan bizimkilerden biri değildi. Bu yüzden sizin adamlarınızdan biri olduğunu düşündük. Bu rapor hiç olmazsa size Polonya’yla yapılan telsiz haberleşmelerinin tehlikede olduğunu açıklamalıydı.’ Batı Avrupa Bölümü’nün Şefi kızardı. ‘Bu işi yarın sabah araştırırız.’ HARVEY, ‘KİRİŞ’i başka kimler biliyor?’ diye sordu. Ona FBI’ya ve Kanada Gizli Servisi’ne bilgi verdiğimizi açıkladım.
‘AŞAĞILIK BİR DİLENCİDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLSİNİZ’
HARVEY öfkeyle masaya vurdu. ‘Kanadalılar! Papau’lulara da söz etseydiniz.’ ‘Korkarım biz olaya bu açıdan bakmıyoruz. Kanadalılar, İngiliz Milletler Topluluğu’nun güvenilen üyeleridir-’ HARVEY homurdandı. ‘Onlara başka bir şifre makinesi almalarını söyleyin!’ Onun D Bölümü’nün sırlarını açıklamasından korkan ANGLETON masanın altından adama müthiş bir tekme attı. Tartışma uzadıkça uzadı. Beni sindirmeyi önceden planladıkları öyle belliydi ki. Kendimi suçlu hissetmemi, sonradan pişman olacağım sözler söylememi istiyorlardı. Hep aynı şeyleri tekrarlıyorlardı. ‘Biz size Sniper’ı verdik,bakın karşılığında ne yaptınız. Araştırmalarınız için milyonlarca dolar vermeye razı olduk. Bu borcunuzu nasıl ödediniz? Savaştan beri dikkatsizce davrandınız. PHILBY, MACLEAN, BURGESS…’ HARVEY sonunda, ‘Şunu unutmayın,’ diye haykırdı. ‘Siz bu kentte aşağılık bir dilenciden başka bir şey değilsiniz.’
‘SİZ GERİDE BIRAKTIĞIMIZ İÇİN ÖFKELENİYORSUNUZ’
Darbelere karşı koymaya çalıştım. ‘Evet, karşı casusluk konusunda başarılı olamadık Ama Arthur MARTIN artık geri döndü. Lonsdale Olayı ise bizim için sadece bir başlangıç. Size başlangıçta KİRİŞ’i haber vermek zorunda değildik. Bu bizim sırrımızdı. Ben buraya geldim ve uğrunda hayatımı harcadığım projeleri açıkladım. KİRİŞ, ŞARAMPOL, SARMA, Her şeyi. Ama siz NSA’da tam beş gün karşımda oturdunuz ve bana hiçbir şey söylemediniz. Dostça alışveriş böyle mi oluyor? Aslında siz geride bıraktığımız için öfkeleniyorsunuz…’
HARVEY mosmor kesilmişti. Saat dörde geliyordu. Oradan ayrıldım. ANGLETON’a ertesi günkü programa uymayacağımı da söyledim. Olanlar hoşuma gitmemişti. Barışı sağlamak artık onlara düşüyordu. Ertesi gün ANGLETON birdenbire kalkıp otelime geldi. Pek sevimli tavırlar takınmıştı, özür dileyip duruyordu. Bütün suçu HARVEY’e yüklüyordu. ‘Çok içiyor o. Siz İngilizler’ in gerçeği zorlukla açıkladığınıza inanıyor. Ama artık o sana inanıyor Peter. Sadece sizi bir tehdit gibi görüyor, işte o kadar.’ Beni zorla alıp yemeğe götürdü. Ertesi gün de NSA’ya gidebilmem için arabasını yolladı. Bu sayede Amerikalıların desteğini sağlamayı da başardım. HARVEY’le yaptığımız tartışmayı unutmuştum. ANGLETON bana gelerek, ‘HARVEY seninle konuşmak istiyor,’ diye haber verdi. Çok şaşırdım. ‘Olamaz!’ ‘Yanlış anlama. O senin fikrini almak istiyor. Küba’da bir problemle karşılaştı da. HARVEY’e senin ona yardım edebileceğini söyledim.’ ‘Ya geçen gece olanlar?’ diye sordum. ‘Onun için endişelenme. HARVEY sadece sana güvenip güvenemeyeceğini anlamaya çalışıyordu. Sınavı geçtin.’ ANGLETON başka bir açıklama yapmaya yanaşmadı. Sadece HARVEY’le iki gün sonra yemek yiyeceğimizi söyledi. 1961 yılında CIA’nın aklı fikri Küba’daydı. Domuz Körfezi çıkarması yeni başarısızlığa uğramıştı.
KIBRIS’TA EOKA LİDERİ GRIVAS’A OPERASYON
İki gün sonra ANGLETON’la birlikte lokantaya girdiğim zaman HARVEY ayağa kalkıp karşıladı, elimi hararetle sıktı. Her zamankinden daha sağlıklı duruyordu. İki gece önceki olaya hiç değinmedi. Bana Küba problemini incelediğini ve MI5’in 1950’lerde Gerilla lideri GRİVAS’a karşı giriştiği operasyon konusunda bilgi istediğini söyledi. Kıbrıs işine MI5’e girdikten kısa bir süre sonra karışmıştım. E Şubesi yani Sömürge İşleri Bölümü Şefi Bill MAGAN bana ilgili dosyayı yollamıştı. Makarios bağımsızlık için bir kampanyaya girişmişti. Yunan Hükümeti, AKEL Komünist Partisi ve Albay GRİVAS’ın yönettiği EOKA gerillaları onu destekliyorlardı. Kıbrıs’ın askeri bir üs olarak kalmasını isteyen İngiltere, Makarios’a karşı koymaya çalışıyordu. İngiliz siyaseti Kıbrıs’ta bir felaket halini almıştı. GRİVAS’ın bulunması ve etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu. Siyasi görüşmelerden ancak ondan sonra bir sonuç alınabilirdi. Ordu bütün gücüyle GRİVAS’ı arıyor ama bulamıyordu. Dosyayı inceledikten sonra MI5’in bu işi daha iyi başaracağına karar verdim.
MAGAN’a, ‘GRİVAS’ın yerini haberleşmeleri izleyerek bulabiliriz,’ dedim. ‘Ruslarınkini dinlediğimiz gibi.’ MAGANGRİVAS’ın bulunduğu yerle ilgili bilginin oradaki Özel Şube’nin dosyalarında bulunduğundan emindi. Sadece uzmanlar bu bilgiyi doğru biçimde yorumlayamamışlardı. Şimdi mesele o dosyaları incelemekteydi. EOKA yerel Özel Şube’nin bürosuna iyice sızmıştır. MI5’in ajanının kimliği anlaşıldığı takdirde dosyaları incelemesi onun için tehlikeli olabilirdi. Ajanlarımızdan biri Lefkoşe’de ana caddede vurulmuştu bile. MAGAN olağanüstü bir insandı. Terörün tehlikelerini çok iyi biliyordu. Tehlikeli görevi adamlarından birine vermek istemedi. Kıbrıs’a gitmekte ısrar etti. Onu Kıbrıs’taki irtibat subayı Albay Philip Kirby GREEN destekleyecekti. Kirby son derecede cesur ve azimli bir insandı. Ben de operasyonun teknik yanını planlayıp uygulamak için kısa bir süre sonra MAGAN’ı izleyecektim. Operasyona ‘GÜNEŞ IŞIĞI’ kot adı verilmişti. ‘GÜNEŞ IŞIĞI’nın bir suikast operasyonu olduğunu söylemek kabalık sayılır. Ama bu yine de aynı kapıya çıkıyordu plan basitti. GRİVAS’ın yerini bulacak ve oraya çok sayıda asker yollayacaktık.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder