Menbiç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Menbiç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2019 Pazar

BÜYÜK İSRAİL PROJESİ (BİP) SURİYE DE TAM GAZ DEVAM EDİYOR,

BÜYÜK İSRAİL PROJESİ (BİP) SURİYE DE TAM GAZ DEVAM EDİYOR,




Kafanızı karıştırmayın
SONER YALÇIN
Önce bir tespit:
26 Ağustos, 2016 
Osmanlı kuruluşundan itibaren en ağır koşulları kabul eden Karlofça Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı.
Bu antlaşma; Batı'da büyük çapta toprak kaybettiği ilk antlaşmaydı. Orta Avrupa'daki egemenliği büyük ölçüde sona erdi.
Bu antlaşma; Avrupalıların Türkleri Avrupa'dan atma umutlarını artırdı.
Osmanlı askeri tarihi hakkında kitaplar yazanların ortak görüşü şudur:
“Hükümleri açısından tam bir felaket olan Karlofça
Antlaşması bile Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri sistemini yıkamamıştır. Önemli eyaletler, hudut
savunma hatları ve her şeyden önemlisi tecrübeli askeri kadroların kaybedilmesinerağmen, ordu kendini yeniden yapılandırarak iki asır daha imparatorluğun kalan topraklarını savunabilmiştir. Kendinden daha güçlü rakipleri değişen dünya koşullarına ayak uyduramayıp yıkılırken, Osmanlı Ordusu varlığını koruyabilmiştir.” (Osmanlı Askeri Tarihi, M.Uyar-E.J. Erickson)
Ve…
Türk Ordusu daha zorunu Milli Mücadele döneminde gösterdi. Rusya, Almanya, Avusturya orduları paramparça olup iç savaş yaşarken; askerlerinin terhis edilmesine ve silahlarına işgal otoritelerinin el koymasına rağmen Osmanlı Ordusu, Anadolu'da disiplinini ve kurumsal kimliğini bozmadan Mustafa Kemal önderliğindeemperyalizme karşı büyük mücadeleye başladı.
Yani…
Arkadaş, bu toprakların yiğit ordusuna güvenmeye devam et; emperyalizmin maşaları FETÖ, PKK, IŞİD onun bileğini bükemez.
Ne demişti büyük Atatürk:
“Sizin gibi kumandanları, subayları ve erleri olan bir millet için yâd elleri altında köle olmak mümkün değildir…”
Bu tespit ardından konumuza girebiliriz…

Kayıp ülke!
Sınırımızda ne oluyor?
Yok Cerablus… Yok Afrin… Yok Menbiç…
Yok Suriye Ordusu YPG ile ateşkes antlaşması yaptı.
Yok Türk Ordusu Cerablus'a girdi; askeri operasyona “Fırat Kalkanı” adı verildi.
Vs. Vs.
Gazetelerde-ekranlarda sürekli hangi bölge kimin kontrolünde renkli haritalar yayınlanıyor-gösteriliyor. Kafalar sürekli karıştırılıyor.
Ekranlarda bolca uzman var. Ellerindeki çubuklar harita üzerinde dolaşıp duruyor; bolca stratejilerden bahsediyorlar. Takip etmek imkansız hale geliyor; örgüt isimleri-yer adları birbirine karışıyor.
Sahi neler oluyor?
Meseleye, mikro-küçük değil, makro-büyük açıdan bakarsak ancak işin aslını kavrayabiliriz.
O halde, önce şu gerçeğin altını çizelim:
Suriye meselesinde ABD var, Rusya var, İran var, Türkiye var, Fransa var, İngiltere var, Katar var, Ürdün var, Lübnan var, Suudi Arabistan var, Irak var, var oğlu var.
Hizbullah var, Hamas var, Müslüman Kardeşler var, El Kaide var, IŞİD var, Nusra var, PKK var, Barzani bile var.
Kim yok?
Kimin adı, küresel medyada hiç geçmiyor/geçirilmiyor? (Dış haberler; bu yayın merkezlerinden tercüme edilenlere dayandırıldığı için bizim medyada da yok!)
Kim bu ülke?..
Suriye'nin komşusu!
Üstelik Suriye ile yıllardır arası bozuk; kimi dönem savaş bile yaptılar.
Bildiniz, İsrail!..
Yok Cerablus… Yok Afrin… Yok Menbiç… Kafanızı bunlarla karıştırmayınız!
İsrail'in adı Suriye iç savaşında niye hiç geçmiyor bunu düşününüz! Örneğin…
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer öncülüğünde Türkiye-Suriye ilişkileri geliştirilirken İsrail tedirgin olmuştu.
Demek ki Suriye meselesi İsrail için çok önemliydi.
Yani… Küresel medya merkezleri (örneğin, Suriye Ordusu'nun konumunu uydularıyla tespit edip muhaliflere vermesi gibi faaliyetlerde bulunan) İsrail'i; gözlerden-kulaklardan saklasa da savaşın merkezinde bu ülke var!
Peki… Gelelim can alıcı soruya:
İsrail, Suriye'de neyin peşinde?
İlk amaçları
Farkındasınız…
Suriye iç savaşını mezhep temelli göstermek istiyorlar; Alevi, Sünni, Dürzi…
Suriye iç savaşını dinsel temelli göstermek istiyorlar; Müslüman, Hıristiyan…
Suriye iç savaşını etnik temelli göstermek istiyorlar; Arap, Kürt, Türkmen…
Yahudi bu işin neresinde?
Yahudi yok mu? Yok! Oysa…
Tevrat/Tekvin'e göre; Yahudilere -vaat edilmiş topraklar- “Arz-ı Mev'ud” verildi.
Burası…
İsrail, Filistin, Lübnan toprakları ile Ürdün, Mısır ve Suriye'nin kıyı bölgeleridir! Keza… İsrailoğulları “Kenan Ülkesi” denen bu yerleri yaklaşık olarak 500 yıl (M.Ö. 1500-M.Ö. 1000 yılları arasında) yönetti.
Siyonist Yahudiler bu bölgeleri tekrar ele geçirme isteklerinden hiç vazgeçmedi.
İsrail'in Suriye ile bitmez tükenmez savaşının kaynağıdır bu bilgiler.
Şimdi şu soruları sorabiliriz:
Suriye iç savaşı neden ülkenin kuzeyine sıkıştı kaldı?
İç savaştan önce Suriye'de hiç gücü olmayan ve parçalı bulunan Kürt örgütlerini kimler, nasıl, neden bir araya getirdi?
PKK-YPG nasıl oldu da Irak ve Suriye ordularını yenen IŞİD'e karşı ardı ardına zafer kazanıp topraklarını sürekli genişletti?
Ve neden PKK-YPG Akdeniz'e ulaşmayı en büyük davası haline getirdi?
Tüm bunlara sesini çıkarmaması ve sınırında olanlara müdahalede bulunmaması için kimler Türkiye'de, sürekli terör eylemi düzenletti; darbe girişimi planladı?
Soru aslında yanıttır:
İlk hedefleri; “Kürt Yahudi Devleti”ni kurdurmaktır.
Sonraki aşama “Büyük İsrail”dir!
Yok Cerablus… Yok Afrin… Yok Menbiç…
Diye kafanızı hiç karıştırmayınız…
SONER YALÇIN


http://www.ozelburoistihbarat.com/ulkeler-kitalar-dosyasi/israil-dosyasi-buyuk-israil-projesi-bip-suriyede-tam-gaz-devam-ediyor-982

2 Eylül 2018 Pazar

Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Cahit Armağan Dilek
cahitdilek@yahoo.com

Duayen Gazetecimiz Arslan BULUT'un 06 Ağustos'taki köşe yazısındaki "Fırat'ın doğusu" tabiriyle ilgili tespitleri önemli.

Özet olarak; 100 yıl önce Sevr ile Metinlere giren tabirin aslında siyaset dilindeki yerinin çok daha eski olduğunu belirtiyor. 
Tahrif edilmiş Tevrat'ta Yahudilerin vatanı olarak gösterilen yerin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 2006'da yayımlanan haritada "Free Kürdistan"ın 
kuzey-batı sınırları olarak karşımıza çıktığını belirtiyor.

***
Biz de bazı bilgiler ilave edelim. Fırat'ın doğusuna tabirine Haziran 2015'te Türkiye, önemli ancak kendi "aleyhine" olacak bir anlam kazandırdı!

O tarihte TelAbyad'ın düşüp YPG'nin Fırat'ın doğusunun tamamını kontrol etmesi üzerine Türkiye Fırat'ın batısına geçilmesini kırmızı çizgi ilan etti. 
Böylece Fırat'ın doğusundaki YPG kontrolü zımnen kabullenildi.

Mayıs 2016'da ABD-YPG ortaklığındaki Menbic operasyonuna, sonrasında YPG'nin Fırat'ın doğusuna çekilme şartıyla(!) Türkiye razı oldu. 
YPG Menbic'ten çekilmedi, aksine varlığını artırdı. Fırat'ın doğusu tabiri artık YPG terör yapılanmasının kontrol ettiği bir bölgenin adı olmuştu.

Şimdi Menbic sınırında peşrev atar gibi devriye atıyoruz, sayı sayıyoruz. Ama güreş tutacak halimiz yok.

Menbic " Papaz krizi "yle sarsılan Türk-Amerikan ilişkilerinin kopmadığını gösterme adına her iki taraf Menbic'e sarıldı, askeri ilişkilerin sözde etkilenmediğini buradaki devriyeler üzerinden gösteriyor.

ABD-Türkiye krizleri uzun vadede bitmeyeceğine göre Menbic'te statüko değişmeyecek, peşreve devam edilecek, Fırat'ın doğusuna uzaktan bakılacak gibi.

ABD ve Rusya gevşek merkezi yönetimden yana

İsrail'in güvenliği önceliğiyle Suriye'de bulunan ABD, sözde IŞİD gerekçesiyle desteklediği PKK'nın Suriye'nin dörtte birini, önemli tarım-su-enerji 
kaynaklarını kontrol altına almasını sağladı.

ABD/İsrail'in Suriye'de federal yapı istediği aşikâr. 7 yıllık savaş çok şeyi değiştirdi. Şam'ın zayıfladığını gören İsrail yeniden Esad ile devam edilebileceğini 
söylüyor.

Rusya muhtemelen kendi yönetim sistemini, sahada değişen gerçekleri dikkate alarak daha Astana sürecinin ilk toplantılarında taraflara Suriye anayasa 
taslağı dağıtmıştı. ABD'nin katkı verdiği bilinen taslakta Suriye'de Kürtlere yönetimsel ve kültürel özerklik verilmesi öneriliyordu. Aslında iş çoktan bitmiş!

Bu PYD için büyük kazançtı. Henüz başlamamış müzakerelerde başlangıç noktası bu olursa daha neler kazanamazdı ki!

Rusya da Fırat'ın doğusunu kabullendi

Türkiye'nin düştüğü hataya Rusya da düştü. Haziran 2017'de ABD'nin bir Suriye uçağını düşürmesi üzerine Fırat'ın batısında ABD uçaklarını gerekirse 
düşürebileceğini açıkladı. Açıkça Rusya da Fırat'ı sınır olarak kabul etmişti.

Artık Fırat'ın batısındaki Menbic, Tabka, Rakka ve enerji kaynakları PYD'nin anayasal taleplerinin karşılanması için müzakere edilebilirdi. 
Türkiye'nin karşı durması nedeniyle Astana ve Cenevre süreçlerine dahil edilemiyordu. Putin-Trump mutabakatlarıyla Şam-PYD alt düzlemde 
görüşmelere başladı, Türkiye engeli aşıldı.

Fırat'ın doğusunun statüsü işte bu müzakerelerde belirleniyor. Suriye anayasa komitesine sadece buradaki mutabakatları yazmak düşecek.

Irak'ta öyle olmadı mı? Barzani'nin talepleri önce Geçici İdari Yasaya yazıldı, oluşan fiili durum Irak anayasasına aynen aktarıldı.

Irak'ın Revize edilmiş kopyası Suriye'ye.

Karşınızdakini olduğundan kuvvetli veya zayıf değerlendirmek size kaybettirir. PYD'nin Şam ile müzakeresini ABD zorda, kaybetti şeklinde nitelemek 
gerçekçi değil. ABD ve Rusya "Suriye'deki aktörleri zorlamıyoruz, kendileri çözüm üretiyor" algısı yaratıyor. İkisinin de büyük yatırımlar yaptığı Suriye'deki 
gelişmeleri oluruna bırakmaları mümkün değildir.

Irak ve kuzeyinden alınan derslerin Suriye'ye yansıtıldığını görüyoruz. Fırat'ın doğusunda Rusya onaylı ABD güdümünde PKKistan oluşturuluyor. 
Irak kuzeyindeki Peşmerge rolünde burada Kuzey Suriye Savunma Gücü kuruluyor.

Türkiye ise tehdidin önceliğini tespit etmekte büyük hata yaptı, bunda ısrar ediyor. Bunun son örneği Menbic yol haritası.  Menbic sınırında patinaja devam.

Bu yolla Menbic'te sınırın ötesine geçemeyecek Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna da geçemeyeceği kafalara kazınıyor.

Son günlerde Rusya'dan yansıyan "denetime tabi yerel yapılar" söylemleri bunu teyit eder niteliktedir. Fırat doğusunda özerk bir yapı oluşacak, işin özü bu. 
Seviyesi kapsamını tartışıyorlar, kimin eli kuvvetli göreceğiz, ama biz devre dışıyız.

Papaz, yaptırım, ekonomik krizlerle bunun üstünü örtmeyin, mazeret yapmayın. Daha İdlib var, İran var, var da var. Menbic kandırmacasına son verin, 
Fırat'ın doğusunda oluşan PKKistan'ı milletten saklamayın.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/firatin-dogusuna-turkiyenin-katkilari-48408yy.htm

***

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Rakka’ya Menbiç Modeli Operasyon


  Rakka’ya Menbiç Modeli Operasyon; 



Türkiye Dışarıda, ABD-PKK/YPG İşbirliği Zirvede! 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
28 Ekim 2016 Cuma
Cahit Armağan Dilek 
cadilek9011@gmail.com


Hoşgeldiniz; Bugün 15 Mayıs 2017 Pazartesi  


   ABD Savunma Bakanı Rakka operasyonunun birkaç hafta içinde başlayacağını 
açıkladı. İngiliz ve Fransız Savunma Bakanları da benzer açıklamalar yaptı. 
Açıklamaların hepsine birden bakılınca ABD Rakka operasyonunu Menbic formuluyle yapacak gibi yani ABD sözde Arap ağırlıklı SDG ile yani YPG ile yapmak üzere hazırlık yapıyor. Yani Rakka’ya Menbic tipi operasyon geliyor…. ABD’nin bunu seçmesinin ana nedeni bu modelin Menbic’te uygulayıp başarılı olmasındandır. 

Nitekim ABD liderliğindeki IŞİD operasyonlarının komutanı Korg. Townsend de 
Rakka operasyonunu YPG ağırlıklı bir yapı olan SDG ile yapacaklarını söyledi. 
Anılan general Türkiye’nin rolünün ne olabileceğinin ise Türkiye ile 
görüşüldüğünü söyledi. 

25 Ekim’de 13 ülkenin savunma bakanları Paris’te toplanmış ve Musul ile Rakka operasyonlarını görüşmüştü. Söz konusu görüşmenin yapıldığı masada daha önce çağrıldığı belirtilmesine rağmen Türkiye yoktu maalesef. 26 Ekim’de NATO Savunma Bakanları toplantısı öncesinde ABD ve Fransız Savunma Bakanları üçlü toplantıda MSB Fikri Işık’a muhtemelen önceki günkü toplantıda görüşüp karara bağladıkları konuları anlattılar. Görüşmeler sonrasında MSB Işık’ın açıklamalarına bakılırsa tatmin olmuş gibi konuşuyordu. 

Özellikle Musul operasyonunda Türk savaş uçaklarının Musul operasyonu hava görev emrine dahil edilecek derken, ki bu mutlaka fiilen operasyona katılacağı 
anlamına gelmiyor çünkü son kararı Bağdat verecek, Musul operasyonu bağlamında istenenin alındığı havasındaydı. Dolayısıyla Rakka operasyonu ABD liderliğinde YPG ağırlıklı SDG ile yapılacak. Böyle bir ortaklığa en üst seviyede daha önceleri yapılan açıklamaları (PYD/YPG varsa Türkiye olmaz) hatırlarsak 
Türkiye’nin fiilen katılmasını beklememeliyiz ama Türk üslerinin koalisyon 
ülkelerince kullanılması mümkün olacaktır. Ama buna rağmen Rakka operasyonunun bu şekilde gerçeklemesi çok da kolay değil. Çünkü YPG’nin Rakka operasyonuna katılmak için şartları var. Aslında çok istekli değiller ama muhtemelen ABD’den bekledikleri ödülü(!) alabilmek için ABD’ye bir iyilik daha yapacaklar, yapmak zorundalar. YPG’nin şartı kendisi Rakka operasyonuna katılmışken Türkiye’nin PYD/YPG’yi vurmaması, Menbic, Tel Abyad ve CB Edoğan’ın söylediği gibi belki Afrin gibi yerlerde TSK’nın operasyon yapmaması, yani geri bölgelerinin emniyette olmasını istiyorlar. Bu da doğrudan Fırat Kalkanı Harekatının nasıl gelişeceği ve El Bab’ı kimin kontrol edeceğiyle ilgili. Bu konuda yaklaşık bir ay önce yazdığım yazıda ABD’nin Rakka operasyonu için şartının TSK’nın YPG’yi vurmaması olduğunu söylemiştim. Çünkü Amerikalılar böyle bir çatışma ortamının Rakka operasyonunun güvenliğini ve başarısını tehlikeye atacağını düşünüyor. Bu şu demek; Rakka operasyonu yapılıncaya kadar taraflar mevcut pozisyonunu koruyacak ve bulundukları yerleri IŞİD’e karşı güçlendirecek! Mevcut pozisyondan kast edilen de Fırat’ın batısında Cerablus-Azez hattı genişliğinde ve Menbiç-El Bab’ı da alan 45 km derinliğindeki bölgedeki durum. ABD Savunma Bakanının geçen hafta Türkiye ziyareti sonrasında Pentagon’dan yapılan resmi açıklamaya, ABD’nin IŞİD özel temsilcisi Brett McGurk’ün koalisyon ülkelerine gönderdiği 21 Ekim tarihli mektuptaki ifadelere, ABD Dışişleri sözcüsü Kirby’nin son açıklamalarına ve özellikle Fırat Kalkanı harekatı ile El Bab bölgesindeki çatışmalara ilişkin twitlerine bakılırsa ABD’nin ne istediği çok net belli oluyor. O da tam olarak yukarıda belirttiğimiz “mevcut pozisyonların korunması ve sağlamlaştırılması”. 

Bütün bunlara göre ABD şunu demek istiyor. Tüm koalisyon üyeleri ve yerel güçler IŞİD’le mücadeleye odaklanmalı, bu bölgede elde edilen kazanımları konsolide etmeli, sağlamlaştırmalıdır, Suriye’deki yeni hedef Rakka’dır, oraya 
odaklanılmalıdır, yeni hedef Rakka’dır, El Bab’ı unutun. ABD, Rakka operasyonuna katılan YPG’yi şehrin kuşatılmasında (ve belki gerekirse kurtarılmasında) kullanılmasını ve aynı Musul’da olduğu gibi şehir kurtarıldıktan sonra Sünni  Arap grupların kontrolüne bırakılmasını vaad ediyor. 26 Ekim’de ABD ve Fransız Savunma Bakanlarıyla üçlü görüşme yapan MSB Işık “Musul ve Rakka kurtarıldıktan sonra yerel unsurların kontrolüne bırakılacak, bunda mutabıkız” dedi. Tabi bunlar şimdilik söz, yazılı bir doküman ortalıkta yok, dolayısıyla belki aylar sürecek operasyon sonunda ne olur kimse bilemez ve de geçiş debenyimler gösteriyor ki muhtemelen Türkiye’ye verilen sözler yerine gelmez. Bakınız, Menbic operasyonu! Verilen sözlerin ne olduğunu gördük… Ama mevcut planlamaya yani ABD’nin vaadlerine gelirsek, El Bab konusunda tarafların mevcut pozisyonu korunacak yani kimse oraya doğru hareketlenmeyecek. Ama birisi, özellikle TSK-ÖSO, aksi davranırsa çok ilginçtir muhtemelen Rusya/Suriye kuvvetleri devreye girecek ve bu hareketlenme önlenecek, bu da test edildi. 24 Ekim’de Suriye helikopterleri El Bab’a yönelen ÖSO’yu vurdu. Çünkü geçen hafta Suriye ordusundan Türk savaş uçaklarının düşürüleceği, Fırat Kalkanı harekatının işgal olarak görüldüğü engellemek için herşeyin yapılacağı açıklandı. Rusya’dan da bölgedeki çatışmalardan kaygı duydukları ve TSK’nın operasyonuyla vurulan PYD/YPG’lilerin siviller olduğunu ifade eden açıklamalar geld. 26 Ekim’de ise yeni bir açıklama vardı. Suriye ordusundan değil ama Suriye ordusunun yanında savaşan gruplar (muhtemelen İranlı milisler, Hizbullah vs) adına yapılan açıklamada “eğer TSK-ÖSO bulundukları yerden daha güneye inerlerse vuracağız” deniyordu. Diğer taraftan Suriye ordusunun Fırat Kalkanı birliklerinin mevcut konumlarından daha güneye inerse müdahale etmek üzere El Bab’ın güney batısında 8-12 km mesafede tertiplendikleri bilgileri de medyaya yansıyor. Peki Rusya/Suriye tarafı neden böyle davranıyor? Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde başlayan iyileşmenin Türkiye-Suriye ilişkilerine yansımamış olması belki de ilk sebep olarak söylenebilir. Fırat Kalkanı harekatı başladığından buyana Rusya Türkiye’nin Şam yönetimiyle ilişki kurarak bu işi yürütmesini telkin ediyor. Ancak bu konuda kamuoyuna yansıyan somut bir gelişme yok. Aksine, yukarıda bahsettiğimiz Suriye helikopterlerinin ÖSO’yu vurması ve Suriye ordusundan gelen sert ve tehdit içeren mesajlar var. Sınır ötesindeki bir operasyonu, özellikle bugünkü uluslararası askeri-politik konjonkürde sadece “ben tehdit görüyorum, 
yapacağım diyerek” tek taraflı yapmanız ve yapsanız da sürdürebilmeniz mümkün değildir. Bundan hayır yapamayız, yapmayalım bekleyelim demek istemiyoruz. 

Ama uluslararası ortamı hazırlamanız, belli başlı tarafların zımni de olsa desteğini almanız gerekecektir. Ayrıca diğer ülkeler arasındaki gizli özel pazarlıklar olabileceğini de dikkate almanız gerekir. Bu bağlamda Suriye üzerinde her ne kadar karşı taraflarmış gibi gözükseler de ABD ile Rusya arasında genel bir mutabakat olduğunu, Suriye-Irak topraklarının bazı nüfuz etki alanlarına bölünmüş olabileceğini unutmamalıyız. Suriye’nin karşı koyuşunu da bu bağlamda okumakta fayda var. Bu arada Rusya’nın son NATO kararları çerçevesinde Karadeniz bölgesinde kara, deniz hava kuvvetleri bağlamında daimi NATO güçlerinin konuşlanması kararları bağlamında Türkiye’yi güvenilir göremeyeceğinden Türkiye ile Suriye’de şu aşamada hemen bir askeri işbirliğine girmesini beklemek de hayal olacaktır. Bunun sonucu olarak o bölgede TSK-ÖSO ile PYD/YPG ABD tarafından pozisyonlarını korumaya zorlanırken ve Rakka operasyonuna odaklanmışken Suriye ordusu El Bab’a doğru hareketlenip Menbic-Afrin boşluğunu kapatabilir. Yukarıda belirttiğimiz Türkiye-Suriye anlamasının sağlanamadığı bir ortamda bu hamle Suriyeli Kürtleri kendi kontrolünde tutmak isteyecek Şam yönetimi için PYD/YPG’ye sunulacak bir havuç olacak, yani PKK koridorunun tamamlanmasını sağlayacaktır. Peki Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Dışişleri Bakanının son günlerdeki açıklamalarını (Bab’ı ve Menbic’i alacağız, Afrin’e de müdahale ederiz, Rakka’ya da yöneleceğiz) nereye koyacağız derseniz, onun cevabı da muhtemelen ABD’nin Türk karar vericileri ikna kabiliyetine bağlı. Eğer Türkiye ABD ile bir şekilde anlaştıysa kamuoyuna verecekleri cevap ABD’nin ifade ettikleriyle uyumlu olacaktır ve şöyle diyebileceklerdir: “Elde edilen istihbarat bilgilerine istinaden Rakka merkezli tehdit acil ve önceliklidir. Bu tehdit bağlamında öncelikle Rakka’daki IŞİD’in izole edilmesi konusunda anlaştık. Sahadaki gelişmeler nedeniyle öncelik Rakka’nın kuşatılması ve şuana kadar IŞİD’ten kurtardığımız bölgeyi sağlamlaştırmaktır.”. Bu mealde bir cevap verilebileceğinin emareleri de yine ABD Savunma Bakanının ve Korg. Townsend’in açıklamalarında var. Buna göre ABD Rakka’da yaptığı bir operasyonda Türkiye’de saldırı yapmayı planlayan bir IŞİD’liyi öldürmüş! Ayrıca IŞİD Rakka’da Batı ülkelerinde kısa süre içinde gerçekleştirmek üzere saldırı hazırlığındaymış! Yani ABD’ye göre Rakka’nın kuşatılması harekatı onun için acil ve öncelik kazandı. Müttefiklerini de ikna etmiş gözüküyor. CB Erdoğan’ın ABD Bşk. Obama ile yaptığı nispeten uzun görüşme de bu bağlamda önemli. Bu görüşme Kobani’de YPG’ye Ekim 2015’te havadan silah yardımı indirilmesi ile Peşmerge koridoru açılması öncesindeki görüşme, Temmuz 2015’te İncirlik Mutabakatına yol açan görüşme, Mayıs 2016’da Menbic operasyonunun önünü açan görüşme kadar önemli. 

Çünkü Rakka ve Fırat Kalkanı operasyonunun nasıl gelişeceğinin ana hatlarıyla 
Obama-Erdoğan telefon görüşmesinde karara bağlanmış olabileceğini 
söyleyebiliriz. Yani, IŞİD operasyonlarından sorumlu Amerikalı Korg. Townsend’in Rakka operasyonuna YPG’nin katılmasına karar verildiğini ve bu konuda Türkiye ile görüşmelerin devam ettiğini açıklaması, Savunma Bakanlarının görüşmesi ve açıklamalarından sonra yapılan bu görüşme Rakka Operasyonu/Fırat Kalkanı harekatı bağlamında ne yapılacağına ilişkin son kararın gözden geçirilerek son halinin verilmesi içindi muhtemelen. Zaten Beyaz Saray’dan Obama-Erdoğan telefon görüşmesi hakkında yapılan açıklamaya bakılırsa da bunları görmek mümkündür.

 Bütün bunlar şunu göstermektedir. ABD Suriye bağlamında bir kez daha tercihini yerel güç, sahadaki en iyisi dediği PKK/YPG lehinde kullanmıştır. Türkiye benzer hataları peşpeşe yaptığından en haklı olduğu durumlarda bile sonuç 
alamamaktadır. Ekim 2014’te Ayn el Arab (Kobani)’ta PYD’ye havadan askeri yardım indirilmesi ile peşmerge koridorunun açılmasıyla aslında ABD-PYD/YPG 
işbirliğinin önünün açıldığı öngörülememiştir. Türk üslerinin IŞİD karşıtı 
operasyonlarıyla açılmasıyla buralardan kalkan savaş uçaklarının IŞİD’le 
mücadele yaparken bir tarfatan PYD/YPG’ye hava desteği verilmiş olacağı 
önemsenmemiştir. Menbic operasyonuna bir şekilde PYD/YPG’nin katılmasına zımnen de onay verdikten sonra bunun devamının geleceği öngörülememiştir. Şimdi de Rakka’da yine PYD/YPG’nin karadaki esas güç olmasının önüne geçilememiştir. Bu bağlamda yapılması gereken ana hamle şu olmalıdır. Türkiye Suriye’de IŞİD karşıtı operasyonları Rusya ve Suriye ile birlikte ele almalıdır. Rakka operasyonu ABD liderliğinde değil Rusya destekli Suriye ordusunca yapılmalıdır. 

Aksi durum yani şimdi olduğu gibi ABD liderliğindeki operasyonla IŞİD Suriye’den temizlense bile ABD’nin kendi koalisyonunun kurtardığı bölgeleri Şam yönetimine bırakmasını beklemek hayaldir. Bu konuda Ocak 2016’dan buyana yazdığımız yazılarda ve TV programlarında açıklamalarımız vardır ve buralarda ifade ettiklerimiz kısaca “Suriye’nin bölünmesi” tehdidir. Bu bölünmenin Suriye ile sınırlı kalmayacağı ve Türkiye’ye taşınacağı da ortadadır. Yani ABD liderliğinde IŞİD tehdidin bertaraf edilmesi Türkiye’yi rahatlatmayacak bilakis daha büyük bir tehdit yaratacaktır. Ve Türkiye Şam yönetimiyle işbirliğini geciktirtikçe, karşılıklı güven ortamını yaratamadıkça Suriye de özellikle Fırat Kalkanı bağlamında karşı tedbirlerini alabilecek, bu durum Türkiye’yi bölgede yeni açmazlara sürükleyebilecektir. Not: Bu yazı sahadaki ve masadaki gelişmeler den elde edilen öyle veya böyle bir şekilde ABD’nin planlarının uygulanacağı izlenimi çerçevesinde yazılmıştır. 

Ama eğer ABD ile Türkiye anlaşamadıysa, Türkiye ABD’nin planlarına uymayacaksa, Türkiye’nin söylediklerini hayata geçirip geçiremeyeceği konusu ise ayrı bir yazı konusudur, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de uygulamasına yönelik bir alternatif politika önerisi ayrı bir yazıda ele alınacaktır. 

Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com

***