OPERASYON etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
OPERASYON etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

ÇARŞI GRUBUNA OPERASYON: DALGA/PAKET DEMOKRASİSİ (!/?)

ÇARŞI GRUBUNA OPERASYON: DALGA/PAKET DEMOKRASİSİ (!/?)



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
28.09.2013 


Yine bir “Şafak Operasyonu”…Binlerce polis eşliğinde önceden belirlenmiş adreslere baskınlar yapılıyor. Kameralar eşliğinde insanlar uykularından uyandırılıyor, kollarına kelepçeler takılıp polis araçlarına bindiriliyor. 
Bildik bir yöntem yeniden uygulanıyor. Yine dalgalar şeklinde geleceği haber veriliyor. 
Her zaman olduğu gibi en vurucu halka ilk halka oluyor. Bu dalgada da diğer dalgalarda olduğu gibi yargıyı göremiyoruz. İşin başında daha önceki zamanlarda İstanbul Baş Zaptiyesi olan şimdilik İç işleri Baş Zaptiyesi haline gelen Muammer Güler’i basının karşısına çıkarken görüyoruz. Devlet tarafından değişen bir şey yok… Değişen evi baskına uğrayanlar oluyor ve bunların başında da Beşiktaş taraftar grupları tabi ki “Çarşı Grubu”... Zamanlama da müthiş! Pazartesi günü “Demokratikleşme Paketi(?)” açıklanacak… “Dalga/Paket” dengesizliği belki de eş zamanlı yaşanacak….

AKP’nin önce Parti, sonra Parti-Devlet, şimdilik Devlet-Parti haline geldiğinin resmi burada ortaya çıkıyor. Yapılan bu operasyonunun gözden kaçırılmaması gereken en önemli yönü Organize Suçlar Şube Müdürlüğünün de siyasi şubeye dönüşmüş olmasıdır. Gezi olaylarında görüldüğü gibi Çevik kuvvetiyle, TOMA’sıyla siyasi polis haline gelen genel polis teşkilatının topluma yaşattığı bu durum, polis “Sıkı Yönetimi”dir. Çarşı grubuna yönelik şafak operasyonu ile bunun boyutu ortaya çıkmıştır. Toplum bütün olarak polis tehlikesi altındadır. Geçen hafta Beşiktaş-Galatasaray Derbisindeki “olaylarla” bunun fitili ateşlenmişti. Basın susturulmuş daha doğrusu ileriki günlerde yapılacak operasyonları meşru gösterecek yayınlar yapıyordu. Nitekim Cuma sabahı yapılan operasyonla basın bu tavrını devam ettirdi.
Türkiye genel bir hapishaneye dönüşmüş durumda; şafak operasyonlarıyla insanlar “koğuşlarından” alınıp “tek kişilik” hücrelere doldurulmaktadır. Tahliye olanlar da “tek kişilik” hücrelerinde “koğuşlarına” gönderilmektedir. Buna hükümetin kendi siyasi rakiplerini yok etmesi, sindirmesi gözüyle bakmak yeterli değildir. Otoriterleşme sıradan yaşam alanlarına yayılmış durumda. En tehlikelisi de polisin tamamen AKP’nin Polisi haline gelmiş olmasıdır.

Neden Beşiktaş Taraftar Grubu?

Her ne kadar basın/yayın organlarında “şafak operasyonunun” Fenerbahçe ve Galatasaray taraftar gruplarına yönelik olduğu yazılsa bile bu operasyonun asıl hedefi Beşiktaş Çarşı grubudur. Bunun en önemli nedeni Çarşı Grubunun “Gezi Direnişinde” oynadığı roldür. Hükümet bunun arkasındaki gerçeği örtbas etmek için diğer kulüplerin taraftar gruplarına operasyon yaparak “genel bir görüntü” vermek istemiştir. Kuşkusuz diğer taraftar gruplarını da kendi etkisine getirmediği sürece onlara da baskı uygulayacaktır, geçmişte onlara da uygulamıştır.  İktidarın, adeta bir siyasi rakibini tasfiye edecek tarzda Çarşı Grubu üzerine gitmesi üzerinde özellikle durmak gerekiyor. Baskı boyutunun ileriki süreçte yatay veya dikey olarak toplum üzerindeki boyutunu şimdiden görmemizi sağlıyor. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Çarşı Grubunun eski siyaset/muhalefet anlayışını aşan tarzdaki toplumsal tabanlı direnişinin toplumun geneline yayılacağı endişesi hükümeti bu grubu hedef haline getirmiştir. Bu açıdan bakıldığında Çarşı Grubuna salt “taraftar” gözlüğüyle bakmak yanlıştır. Böyle olmuş olsaydı hükümet bu grubun üstüne siyasi polisini göndermezdi. Bu olayda hedef AKP’ye karşı oluşan/oluşacak toplumsal muhalefettir. Bu nedenle Kürdüyle, demokratıyla, devrimcisiyle, liberaliyle ne olursa olsun çarşı grubuna sahip çıkılmalıdır.
Basın ve medyanın imkanları seferber edilmiş;herkesin dikkati 30 Eylül Pazartesi günü açıklanacak “Demokratikleşme Paketine” çevrilmiş durumda. 

Paketin açıklanma arifesindeki “şafak operasyonunda” gözaltına alınanlar aynı gün mahkemelere sevk edilecekken, paketten bir şey çıkmayacağı “Cuma Şafağı” ile “Çarşı Grubuna” takılan kelepçe ile yeterince açık değil mi?

Her yer hapishane, şafak operasyonlarıyla insanlar hücrelere dolduruluyor.

***

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Rakka’ya Menbiç Modeli Operasyon


  Rakka’ya Menbiç Modeli Operasyon; 



Türkiye Dışarıda, ABD-PKK/YPG İşbirliği Zirvede! 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
28 Ekim 2016 Cuma
Cahit Armağan Dilek 
cadilek9011@gmail.com


Hoşgeldiniz; Bugün 15 Mayıs 2017 Pazartesi  


   ABD Savunma Bakanı Rakka operasyonunun birkaç hafta içinde başlayacağını 
açıkladı. İngiliz ve Fransız Savunma Bakanları da benzer açıklamalar yaptı. 
Açıklamaların hepsine birden bakılınca ABD Rakka operasyonunu Menbic formuluyle yapacak gibi yani ABD sözde Arap ağırlıklı SDG ile yani YPG ile yapmak üzere hazırlık yapıyor. Yani Rakka’ya Menbic tipi operasyon geliyor…. ABD’nin bunu seçmesinin ana nedeni bu modelin Menbic’te uygulayıp başarılı olmasındandır. 

Nitekim ABD liderliğindeki IŞİD operasyonlarının komutanı Korg. Townsend de 
Rakka operasyonunu YPG ağırlıklı bir yapı olan SDG ile yapacaklarını söyledi. 
Anılan general Türkiye’nin rolünün ne olabileceğinin ise Türkiye ile 
görüşüldüğünü söyledi. 

25 Ekim’de 13 ülkenin savunma bakanları Paris’te toplanmış ve Musul ile Rakka operasyonlarını görüşmüştü. Söz konusu görüşmenin yapıldığı masada daha önce çağrıldığı belirtilmesine rağmen Türkiye yoktu maalesef. 26 Ekim’de NATO Savunma Bakanları toplantısı öncesinde ABD ve Fransız Savunma Bakanları üçlü toplantıda MSB Fikri Işık’a muhtemelen önceki günkü toplantıda görüşüp karara bağladıkları konuları anlattılar. Görüşmeler sonrasında MSB Işık’ın açıklamalarına bakılırsa tatmin olmuş gibi konuşuyordu. 

Özellikle Musul operasyonunda Türk savaş uçaklarının Musul operasyonu hava görev emrine dahil edilecek derken, ki bu mutlaka fiilen operasyona katılacağı 
anlamına gelmiyor çünkü son kararı Bağdat verecek, Musul operasyonu bağlamında istenenin alındığı havasındaydı. Dolayısıyla Rakka operasyonu ABD liderliğinde YPG ağırlıklı SDG ile yapılacak. Böyle bir ortaklığa en üst seviyede daha önceleri yapılan açıklamaları (PYD/YPG varsa Türkiye olmaz) hatırlarsak 
Türkiye’nin fiilen katılmasını beklememeliyiz ama Türk üslerinin koalisyon 
ülkelerince kullanılması mümkün olacaktır. Ama buna rağmen Rakka operasyonunun bu şekilde gerçeklemesi çok da kolay değil. Çünkü YPG’nin Rakka operasyonuna katılmak için şartları var. Aslında çok istekli değiller ama muhtemelen ABD’den bekledikleri ödülü(!) alabilmek için ABD’ye bir iyilik daha yapacaklar, yapmak zorundalar. YPG’nin şartı kendisi Rakka operasyonuna katılmışken Türkiye’nin PYD/YPG’yi vurmaması, Menbic, Tel Abyad ve CB Edoğan’ın söylediği gibi belki Afrin gibi yerlerde TSK’nın operasyon yapmaması, yani geri bölgelerinin emniyette olmasını istiyorlar. Bu da doğrudan Fırat Kalkanı Harekatının nasıl gelişeceği ve El Bab’ı kimin kontrol edeceğiyle ilgili. Bu konuda yaklaşık bir ay önce yazdığım yazıda ABD’nin Rakka operasyonu için şartının TSK’nın YPG’yi vurmaması olduğunu söylemiştim. Çünkü Amerikalılar böyle bir çatışma ortamının Rakka operasyonunun güvenliğini ve başarısını tehlikeye atacağını düşünüyor. Bu şu demek; Rakka operasyonu yapılıncaya kadar taraflar mevcut pozisyonunu koruyacak ve bulundukları yerleri IŞİD’e karşı güçlendirecek! Mevcut pozisyondan kast edilen de Fırat’ın batısında Cerablus-Azez hattı genişliğinde ve Menbiç-El Bab’ı da alan 45 km derinliğindeki bölgedeki durum. ABD Savunma Bakanının geçen hafta Türkiye ziyareti sonrasında Pentagon’dan yapılan resmi açıklamaya, ABD’nin IŞİD özel temsilcisi Brett McGurk’ün koalisyon ülkelerine gönderdiği 21 Ekim tarihli mektuptaki ifadelere, ABD Dışişleri sözcüsü Kirby’nin son açıklamalarına ve özellikle Fırat Kalkanı harekatı ile El Bab bölgesindeki çatışmalara ilişkin twitlerine bakılırsa ABD’nin ne istediği çok net belli oluyor. O da tam olarak yukarıda belirttiğimiz “mevcut pozisyonların korunması ve sağlamlaştırılması”. 

Bütün bunlara göre ABD şunu demek istiyor. Tüm koalisyon üyeleri ve yerel güçler IŞİD’le mücadeleye odaklanmalı, bu bölgede elde edilen kazanımları konsolide etmeli, sağlamlaştırmalıdır, Suriye’deki yeni hedef Rakka’dır, oraya 
odaklanılmalıdır, yeni hedef Rakka’dır, El Bab’ı unutun. ABD, Rakka operasyonuna katılan YPG’yi şehrin kuşatılmasında (ve belki gerekirse kurtarılmasında) kullanılmasını ve aynı Musul’da olduğu gibi şehir kurtarıldıktan sonra Sünni  Arap grupların kontrolüne bırakılmasını vaad ediyor. 26 Ekim’de ABD ve Fransız Savunma Bakanlarıyla üçlü görüşme yapan MSB Işık “Musul ve Rakka kurtarıldıktan sonra yerel unsurların kontrolüne bırakılacak, bunda mutabıkız” dedi. Tabi bunlar şimdilik söz, yazılı bir doküman ortalıkta yok, dolayısıyla belki aylar sürecek operasyon sonunda ne olur kimse bilemez ve de geçiş debenyimler gösteriyor ki muhtemelen Türkiye’ye verilen sözler yerine gelmez. Bakınız, Menbic operasyonu! Verilen sözlerin ne olduğunu gördük… Ama mevcut planlamaya yani ABD’nin vaadlerine gelirsek, El Bab konusunda tarafların mevcut pozisyonu korunacak yani kimse oraya doğru hareketlenmeyecek. Ama birisi, özellikle TSK-ÖSO, aksi davranırsa çok ilginçtir muhtemelen Rusya/Suriye kuvvetleri devreye girecek ve bu hareketlenme önlenecek, bu da test edildi. 24 Ekim’de Suriye helikopterleri El Bab’a yönelen ÖSO’yu vurdu. Çünkü geçen hafta Suriye ordusundan Türk savaş uçaklarının düşürüleceği, Fırat Kalkanı harekatının işgal olarak görüldüğü engellemek için herşeyin yapılacağı açıklandı. Rusya’dan da bölgedeki çatışmalardan kaygı duydukları ve TSK’nın operasyonuyla vurulan PYD/YPG’lilerin siviller olduğunu ifade eden açıklamalar geld. 26 Ekim’de ise yeni bir açıklama vardı. Suriye ordusundan değil ama Suriye ordusunun yanında savaşan gruplar (muhtemelen İranlı milisler, Hizbullah vs) adına yapılan açıklamada “eğer TSK-ÖSO bulundukları yerden daha güneye inerlerse vuracağız” deniyordu. Diğer taraftan Suriye ordusunun Fırat Kalkanı birliklerinin mevcut konumlarından daha güneye inerse müdahale etmek üzere El Bab’ın güney batısında 8-12 km mesafede tertiplendikleri bilgileri de medyaya yansıyor. Peki Rusya/Suriye tarafı neden böyle davranıyor? Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde başlayan iyileşmenin Türkiye-Suriye ilişkilerine yansımamış olması belki de ilk sebep olarak söylenebilir. Fırat Kalkanı harekatı başladığından buyana Rusya Türkiye’nin Şam yönetimiyle ilişki kurarak bu işi yürütmesini telkin ediyor. Ancak bu konuda kamuoyuna yansıyan somut bir gelişme yok. Aksine, yukarıda bahsettiğimiz Suriye helikopterlerinin ÖSO’yu vurması ve Suriye ordusundan gelen sert ve tehdit içeren mesajlar var. Sınır ötesindeki bir operasyonu, özellikle bugünkü uluslararası askeri-politik konjonkürde sadece “ben tehdit görüyorum, 
yapacağım diyerek” tek taraflı yapmanız ve yapsanız da sürdürebilmeniz mümkün değildir. Bundan hayır yapamayız, yapmayalım bekleyelim demek istemiyoruz. 

Ama uluslararası ortamı hazırlamanız, belli başlı tarafların zımni de olsa desteğini almanız gerekecektir. Ayrıca diğer ülkeler arasındaki gizli özel pazarlıklar olabileceğini de dikkate almanız gerekir. Bu bağlamda Suriye üzerinde her ne kadar karşı taraflarmış gibi gözükseler de ABD ile Rusya arasında genel bir mutabakat olduğunu, Suriye-Irak topraklarının bazı nüfuz etki alanlarına bölünmüş olabileceğini unutmamalıyız. Suriye’nin karşı koyuşunu da bu bağlamda okumakta fayda var. Bu arada Rusya’nın son NATO kararları çerçevesinde Karadeniz bölgesinde kara, deniz hava kuvvetleri bağlamında daimi NATO güçlerinin konuşlanması kararları bağlamında Türkiye’yi güvenilir göremeyeceğinden Türkiye ile Suriye’de şu aşamada hemen bir askeri işbirliğine girmesini beklemek de hayal olacaktır. Bunun sonucu olarak o bölgede TSK-ÖSO ile PYD/YPG ABD tarafından pozisyonlarını korumaya zorlanırken ve Rakka operasyonuna odaklanmışken Suriye ordusu El Bab’a doğru hareketlenip Menbic-Afrin boşluğunu kapatabilir. Yukarıda belirttiğimiz Türkiye-Suriye anlamasının sağlanamadığı bir ortamda bu hamle Suriyeli Kürtleri kendi kontrolünde tutmak isteyecek Şam yönetimi için PYD/YPG’ye sunulacak bir havuç olacak, yani PKK koridorunun tamamlanmasını sağlayacaktır. Peki Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Dışişleri Bakanının son günlerdeki açıklamalarını (Bab’ı ve Menbic’i alacağız, Afrin’e de müdahale ederiz, Rakka’ya da yöneleceğiz) nereye koyacağız derseniz, onun cevabı da muhtemelen ABD’nin Türk karar vericileri ikna kabiliyetine bağlı. Eğer Türkiye ABD ile bir şekilde anlaştıysa kamuoyuna verecekleri cevap ABD’nin ifade ettikleriyle uyumlu olacaktır ve şöyle diyebileceklerdir: “Elde edilen istihbarat bilgilerine istinaden Rakka merkezli tehdit acil ve önceliklidir. Bu tehdit bağlamında öncelikle Rakka’daki IŞİD’in izole edilmesi konusunda anlaştık. Sahadaki gelişmeler nedeniyle öncelik Rakka’nın kuşatılması ve şuana kadar IŞİD’ten kurtardığımız bölgeyi sağlamlaştırmaktır.”. Bu mealde bir cevap verilebileceğinin emareleri de yine ABD Savunma Bakanının ve Korg. Townsend’in açıklamalarında var. Buna göre ABD Rakka’da yaptığı bir operasyonda Türkiye’de saldırı yapmayı planlayan bir IŞİD’liyi öldürmüş! Ayrıca IŞİD Rakka’da Batı ülkelerinde kısa süre içinde gerçekleştirmek üzere saldırı hazırlığındaymış! Yani ABD’ye göre Rakka’nın kuşatılması harekatı onun için acil ve öncelik kazandı. Müttefiklerini de ikna etmiş gözüküyor. CB Erdoğan’ın ABD Bşk. Obama ile yaptığı nispeten uzun görüşme de bu bağlamda önemli. Bu görüşme Kobani’de YPG’ye Ekim 2015’te havadan silah yardımı indirilmesi ile Peşmerge koridoru açılması öncesindeki görüşme, Temmuz 2015’te İncirlik Mutabakatına yol açan görüşme, Mayıs 2016’da Menbic operasyonunun önünü açan görüşme kadar önemli. 

Çünkü Rakka ve Fırat Kalkanı operasyonunun nasıl gelişeceğinin ana hatlarıyla 
Obama-Erdoğan telefon görüşmesinde karara bağlanmış olabileceğini 
söyleyebiliriz. Yani, IŞİD operasyonlarından sorumlu Amerikalı Korg. Townsend’in Rakka operasyonuna YPG’nin katılmasına karar verildiğini ve bu konuda Türkiye ile görüşmelerin devam ettiğini açıklaması, Savunma Bakanlarının görüşmesi ve açıklamalarından sonra yapılan bu görüşme Rakka Operasyonu/Fırat Kalkanı harekatı bağlamında ne yapılacağına ilişkin son kararın gözden geçirilerek son halinin verilmesi içindi muhtemelen. Zaten Beyaz Saray’dan Obama-Erdoğan telefon görüşmesi hakkında yapılan açıklamaya bakılırsa da bunları görmek mümkündür.

 Bütün bunlar şunu göstermektedir. ABD Suriye bağlamında bir kez daha tercihini yerel güç, sahadaki en iyisi dediği PKK/YPG lehinde kullanmıştır. Türkiye benzer hataları peşpeşe yaptığından en haklı olduğu durumlarda bile sonuç 
alamamaktadır. Ekim 2014’te Ayn el Arab (Kobani)’ta PYD’ye havadan askeri yardım indirilmesi ile peşmerge koridorunun açılmasıyla aslında ABD-PYD/YPG 
işbirliğinin önünün açıldığı öngörülememiştir. Türk üslerinin IŞİD karşıtı 
operasyonlarıyla açılmasıyla buralardan kalkan savaş uçaklarının IŞİD’le 
mücadele yaparken bir tarfatan PYD/YPG’ye hava desteği verilmiş olacağı 
önemsenmemiştir. Menbic operasyonuna bir şekilde PYD/YPG’nin katılmasına zımnen de onay verdikten sonra bunun devamının geleceği öngörülememiştir. Şimdi de Rakka’da yine PYD/YPG’nin karadaki esas güç olmasının önüne geçilememiştir. Bu bağlamda yapılması gereken ana hamle şu olmalıdır. Türkiye Suriye’de IŞİD karşıtı operasyonları Rusya ve Suriye ile birlikte ele almalıdır. Rakka operasyonu ABD liderliğinde değil Rusya destekli Suriye ordusunca yapılmalıdır. 

Aksi durum yani şimdi olduğu gibi ABD liderliğindeki operasyonla IŞİD Suriye’den temizlense bile ABD’nin kendi koalisyonunun kurtardığı bölgeleri Şam yönetimine bırakmasını beklemek hayaldir. Bu konuda Ocak 2016’dan buyana yazdığımız yazılarda ve TV programlarında açıklamalarımız vardır ve buralarda ifade ettiklerimiz kısaca “Suriye’nin bölünmesi” tehdidir. Bu bölünmenin Suriye ile sınırlı kalmayacağı ve Türkiye’ye taşınacağı da ortadadır. Yani ABD liderliğinde IŞİD tehdidin bertaraf edilmesi Türkiye’yi rahatlatmayacak bilakis daha büyük bir tehdit yaratacaktır. Ve Türkiye Şam yönetimiyle işbirliğini geciktirtikçe, karşılıklı güven ortamını yaratamadıkça Suriye de özellikle Fırat Kalkanı bağlamında karşı tedbirlerini alabilecek, bu durum Türkiye’yi bölgede yeni açmazlara sürükleyebilecektir. Not: Bu yazı sahadaki ve masadaki gelişmeler den elde edilen öyle veya böyle bir şekilde ABD’nin planlarının uygulanacağı izlenimi çerçevesinde yazılmıştır. 

Ama eğer ABD ile Türkiye anlaşamadıysa, Türkiye ABD’nin planlarına uymayacaksa, Türkiye’nin söylediklerini hayata geçirip geçiremeyeceği konusu ise ayrı bir yazı konusudur, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de uygulamasına yönelik bir alternatif politika önerisi ayrı bir yazıda ele alınacaktır. 

Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com

***

23 Ekim 2016 Pazar

ŞAH - FIRAT

ŞAH - FIRAT



ONUR DİKMECİ
24 Şubat 2015 Salı


Başarı ve başarısızlık kavramlarının subjektif olgular olduğu açıktır. Şahıs veya bir grup için üstün başarı örneği kabul edilen çaba ve neticeler, başkası veyahut başka gruplar için kadim başarısızlık olarak vurgulanabilir. " Başarı ve Zafer " siyaset terminolojisinde yer bulduğunda, üzerlerinden söylem ve politik hamleler üretilerek seçmen saflarının sıkılaştırılması iktidar gücü için meşruiyet pekiştirme si sağlarken muhalefet açısından iktidara ortak olabilecek fırsatlardan biri olarak belirir. 

İki gündür yoğun gündemin ilk maddesi Şah-Fırat operasyonunun başarı çerçevesinde yeri neresidir? Başarı planlananın netice ile örtüşmesi olan hesaplanabilirliğin, minumum kayıp ile alaşımı ise Şah-Fırat bir başarıdır.  
Her başarı galibiyet içerebilir mi ? sorusuna aranacak yanıt başka tartışmaların konusunu oluşturabilir. 

Şah Fırat başarılı operasyonu askeri bir galibiyet ise bu zafer hangi gruplara karşı elde edilmiştir? Mağlup kabul edilen gruplar yenilgi veya yılgınlık belirtilerini kamuoyu ile paylaşmış mıdır?  Hulasa Şah Fırat başarılı bir operasyondur fakat bir fetih emaresi olarak belirtmek evrensel doğruyla en azından siyasi terminolojiyle çelişir. 

Ankara Anlaşması ile belirlenmiş statüsüyle Suriye'de bulunan on dönümlük alan Türkiye'nin öz parçası kabul edilir. Kimliği konusunda tarihçiler arasında ihtilaf bulunan Süleyman Şah ya Orhan Gazi'nin oğlu Rumeli Fatihi olarak bilinen Süleyman Paşa'nın büyük dedesi Osmanlı Hanedanlığının ecdadı Süleyman Şah'tır. Ya da Selçuklu hükümdarı Kutalmışoğlu Süleyman Şah olduğu belirtilir. Her iki husustan bir tanesi veya başka durumda geçerli kabul edilse türbe ve toprağın Türk kültürü için önemi büyüktür. 30 Kasım 1925'de Tekke ve Zavıyelerin ilgası ile alakalı kanun yürürlüğe girse de Süleyman Şah Türbesi kapatılmamıştır. Mezar ve çevre düzenlenmesi ile karakol inşaatı için 1938 yılında Nafia Vekaletine 8000 lira tahsisat çıkartılan Türbe, El Tabka barajının inşaatıyla su altında kalacağı için 1975'de Karakozak köyüne taşınmıştır. Bu denli bir mazisi bulunan Süleyman Şah türbesinin Türkiye sınırlarına yakın bir mevkiye intikali belli ki kuvvetli istihbarat neticesinde Şah Fırat operasyonu adı ile gerçekleştirildi. "Şah", Süleyman Şah'ı vurgularken, "Fırat" , mevkiinin Fırat havzası dahilinde bulunmasından mütevellit harekat adıydı. Operasyondan 48 saat evvel Silahlı Kuvvetler- Özel Kuvvetlere bağlı askerler yerel kıyafetlerle operasyon bölgesine girerek keşif ve gözlemde bulunarak gerekli tedbirleri aldı. Burada bir parantezle Özel Kuvvetler Komutanlığının yapısına değinmekte fayda var. 1993 senesinde 93 stratejisi adıyla Soğuk Savaş döneminin Kitlesel harp düzenine göre oluşturulmuş Özel Harp Dairesi, Sovyetlerin dağılmasıyla soğuk savaş koşullarının ortadan kalktığı ortamda lağvedildi ve düşük yoğunlu 
çatışmalara yönelik Özel Kuvvetler Komutanlığı oluşturuldu. Halk arasında yaygın bilinen adıyla Bordo Bereliler, A ve B timi olarak iki gruba ayrılır. 

Gönüllülük esasıyla kondisyon sınavlarını başarıyla geçebilmiş muvazzaf askerlerden Yarbay rütbesine kadar olanlar A timini, Astsubaylar ise başlarında Subay bir komutanla B timini oluştururlar. Bu ek bilgiden sonra operasyon detaylarına dönebiliriz. Bölgede güvenliğin sağlanmasıyla 500'den fazla askeri personel ile 9 saat 43 dakika süren operasyonla sandukalar ve kutsal emanetler yurda getirilerek türbe imha edildi. Türbenin Türk askeri tarafından imhasının gerçekleştirilmesi stratejik bir vakaadır. Selefi fraksiyonlarıda taşıyan  Işid (Deaş) , türbe ve mezar taşlarına karşı olup İslâm dışı olarak yorumladığından askerin çekilmesi akabinde, DEAŞ'ın türbeyi imhası ve sosyal medyayı başarılı kullanan örgütün bu görüntüleri Dünya ile paylaşması Türkiye hanesine eksiler olarak yazılabilirdi. 

Türbenin mevkiinin korunması hususunda diretilse sıcak çatışma esnasında istenmeyen sonuçlar doğabilirdi. O mevkiide ki çatışmanın Türkiye içerisindeki bir takım uyuyan radikal unsurları tetiklemesi olasıydı. Tabii bu durum istihbarat zaafiyetini de ortaya koymaktadır. Kurumsal ihtilafların yol açtığı/açabileceği Yurt içi istihbari eksiklikler keskin bir gerçektir. Mit'in bütün personeliyle yalnızca dış istihbarata programlanması ile Emniyet ve Jandarma'nın sadece yurt içi istihbari faaliyetlere yönelik konumlandırılmasıyla net bir istihbarat düzeni oluşturulabilir. 

Şah-Fırat'ın toprak kaybı olduğu hususunda farklı görüşler olmak ile beraber Suriye içerisinde on dönümlük arazi yeni türbe için askeri tanklar tarafından çevrilerek koruma altına alınmıştır. Dolayısıyla bunu salt kayıp olarak tanımlamak doğru olmayabilir. Ağrı İsyanı neticesinde Kemal Atatürk'ün Van'ın bir bölümünün stratejik gerekçelerle İran'a verilmesi direktifi nasıl ki bir kayıp değilse para ile bugünkü 12 kilometre kadarlık Nahcıvan sınırının İran'dan yine Atatürk'ün direktifiyle satın alınması İran'ın topaklarını peşkeş çekmesi olarak tanımlanamaz. Uluslararası İlişkilerde bu tür küçük değişikliklere yer vardır. Bu genel çerçeve neticesinde Şah Fırat'ın doğurduğu mühim hususları şu maddeler halinde belirtebiliriz; 

1) Türkiye'nin operasyonu İran tarafından şiddetle kınanmıştır. Rejim ihracı Velayeti Fakih'e resmi Anayasasında yer veren İran'ın Ortadoğu'daki temel siyasi motifi Şii retoriğidir. Bu sebeple Suriye, Lübnan, Güney Yemen ve artık Irak'ın hamisi olarak konumlanan İran özellikle bu bölgelerdeki müdahaleleri kendi meşru otoritesine yönelik tehdid olarak tanımlayabilir. Bu coğrafyada Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü ile Şii milisleri eğiten ve örgütleyen İran, Suriye'nin toprak bütünlüğünü en şiddetli savunan Ülke olarak kısa ve Orta vade de Türkiye ile karşı karşıya gelebilir. İran'ın Ortadoğu'nun lideri iddiasını kabul etmek aynı zamanda Türkiye açısından siyasi bir yenilgidir. 

2) Bu operasyon vesilesiyle Lozan görüşmeleri ve Musul'un kaybı meselesinden Tek parti iktidarını sorumlu tutmak realite yerine siyasi bir demeçtir. Uluslararası İlişkilerin Oyun Modellerinden " Geyik Avı " na göre belirlenen Lozan hezimet değildir. Musul'ün kaybedilmesi ise İngiliz İstihbaratının başarılı ürünüdür. 

3) Militarist eylem ve söylemin yeniden değerlendirildiği dünya ve özellikle Türkiye'de , Başbakan'ın operasyon sırasında Genelkurmay karargahında bulunması liberalleri hayal kırıklığına uğratabilir. Geçmiş yıllarda Batı Çalışma Grubunun odası olarak kullanılan bölümde, Şah Fırat operasyonu esnasında Sivil başbakanın bulunduğu ve bilgi aldığı yer olması hem tarihin cilvesi hem Asker Sivil ilişkilerinin Türkiye'de evrilmesi açısından önemlidir. Fakat Ordu İle Siyaset kesin çizgiler ile ayrılamaz ve Silahlı Kuvvetler siyasetin en önemli parçasıdır. Bu sebeple Liberal teorinin arzu ettiği tam sivilleşme sağlanamamıştır sağlanıcağı da olası değildir. 
Askersiz Militarizasyon şeklindeki bir tanım ve algının en azından uzun süre daha devam edeceği açıktır. 

4) Radikal bütün unsurlar, içlerinde değişik fraksiyonlar taşıdığından, hiçbir gücün istediği gibi istediği şekilde yönetebileceği mekanizmalar değildir. 
Bu sebeple radikal unsurların azılı biçimde reddi mühimdir. 

5) Cumhurbaşkanlığı ve Askeri kaynaklar tarafından her daim resmi muhteviyatlı açıklamalarla terör örgütü olarak tanımlanan PYD ile Türk istihbarat yetkililerinin teması operasyon esnasında olmuştur ve olağandır. Bu tür operasyonlarda bölgeyi iyi tanıyan yerel güçlerden faydalanılması rasyoneldir. Bu durumu Pyd'nin kendi lehine yorumlaması algı yönetiminden ibarettir. Nakşi Barzanilerin hakimiyetini Suriye-Kamışlı'da kısa süre evvel kıran Pyd, Barzani yapılanmasının ara elemanı değil muhatap alınacak asli politik figürlerden biri olma çabaları devam edecektir. 

6) Türkiye'de Mit'in tamamen dış istihbaratta ve operasyonel olarak kullanılabilmesi için yeniden tanımlanması gerekir. 

7) Operasyon evveli Suriye elçiliğine bilgilendirme notası verilerek meşruiyet sağlanabilmesinin alt yapısı oluşturulmak istenmiştir. Örneğin Abd gibi süper güç olarak tanımlanabilen devlet bile dış operasyonlarda Birleşmiş Milletler, onay çıkartılamaması durumunda ise Nato'yu devreye sokarak hukuki zemin yaratabilme çabası içerisine girmektedir. Suriye'nin iç buhranları oldukça yüksekken Türkiye'ye kitlesel karşılıkta bulunabilme ihtimali oldukça zayıftır. Öte yandan Esad Suriye'de gittikçe güçlenmektedir. Şiilerin iktidara geldiği Yemen, Hizbullah hakimiyetinin kırılamadığı Lübnan, Laik El Nida Partisinin iktidara geldiği Tunus, Laik Abdulfettah Sisi'nin iktidara geldiği Mısır, Irak'ta oldukça güçlenen İran ile yakın ilişkili Cumhurbaşkanı yardımcısı Maliki'nin yer aldığı ortadoğu denkleminde uluslararası sermaye ve lobiler, Türkiye'de sosyal demokrasi, laiklik veya Ortadoğu Şiiliğine daha yakın bir iktidar ile çalışma arzusuna girebilir. 

8) Sınır dışı bu operasyonda siyasi bölünmüşlük düşündürücüdür. Nato'ya giriş, Kore'ye asker gönderme, Kıbrıs harekatı sırasında bile topyekün olan siyasi partilerin bu denli kutuplaştırıcı tavırları siyasi bölünmüşlüğün siyasi bir anarşiye varabileceğinin göstergesidir. 

9) Şah Fırat oldukça başarılı bir operasyondur. Askeri taktik ve diplomatik temas üst düzeydedir. 

10) Şah Fırat bir Fetih veya Zafer değildir. 

* Şehit Astsubay ışıklar içinde uyusun. Gönderen Onur Dikmeci zaman: 06:33 

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2015/02/sah-firat.html


..