ONUR DİKMECİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ONUR DİKMECİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2017 Salı

HOLLANDA BİLDERBERG PKK VE FETÖ KUŞATMASINDA TÜRKİYE: BATI İLE ÇATIŞMA MI? YENİLENMİŞ İTTFAK MI?

HOLLANDA BİLDERBERG PKK VE FETÖ KUŞATMASINDA TÜRKİYE: BATI İLE ÇATIŞMA MI? YENİLENMİŞ İTTFAK MI?


ONUR DİKMECİ 
14 Mar 2017 

Abd Başkanlık seçimleri ve neticesiyle beraber siyasi literatürün üzerinde durulması gereken konusu ulus devletler ve ulusçu tutumların yeniden yükseldiğidir. Küresel zihniyetin gümrüksüz ve sınırsız bir dünya tahayyülü Donald Trump'ın Meksika'ya ek gümrük tarifesi fikri ve küresel anlaşmaları rafa kaldırmasıyla bir parça sarsılmıştı. Siyasi vaziyetlerin domino etkisi gösterdiği yerkürede bu tavır Avrupa kıtasında da taraftar buldu. Aşırı sağ, ulusçuluk ve ırkçı tonlarda milliyetçilik giderek yayılmaya başladı. Abd başkanlık seçimlerinden kısa süre evvel İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı alması, Fransa'nın Afrika merkezli müstakil bağımsız politika izleme kararlılığı irili ufaklı diğer devletlerde göçmen karşıtlığı, farklı dinlere ve inançlara muhaliflik şeklinde ortaya çıktı ve seçim kampanyalarına rastladı. Bütün bunların toplamı ulus devletler yeniden keşfediliyor olarak algılanmaktadır. Hollanda Türkiye gerginliği ve hemen akabinde Fransa ile Almanya'nın Hollanda'yı destekleyen açıklamaları Türkiye kamuoyunda haklı olarak tepki gördü ve hilal haç savaşı olarak nitelendirildi. Türkiye'nin tepkisi ve kendince belirleyeceği yaptırım kararları ne denli isabetliyse hilal haç savaşı gibi bir yaklaşım ise oldukça yanlış bir bakış açısı olacaktır. Çünkü haçı yani hristiyanlığıda var eden bu toprakların bizatihi kendisidir. Devleti Aliyye, Doğu Roma yani Hristiyan Bizans'ın komşusu, akrabası hatta devamıdır. İnciller bu topraklarda kabul edilmiş, havarilerin en önemlileri bu topraklarda yaşamış hatta haç simgesel olarak ilk kez ön Türklerce kullanılmıştır.  Malazgirt meydan muharebesi bile Selçuklulara destek veren hristiyan peçenek ittifakının ürünüdür. Yani hilal ve haçın doğduğu kaynak aynı beslendiği pınar yine bizzat aynıdır. Dolayısıyla teşhisi doğru koymakta fayda vardır. Teolojik ve kültürel inançların hamisinin bu topraklar olduğu sabit olduğuna göre meselenin halklar kültürler veya inançlar ile değil bir avuç elitist karar alıcılar ile alakalı olduğu açıktır.  Hollanda ve benzeri ülkelerin durumu kimlere ne kazandırmaktadır? Tabiki bu yaklaşımlar Türkiye'yi daha da çok ortadoğu'ya itmektedir ve bu 1996/99 Bilderberg grubunun tasarılarıyla örtüşmektedir. O yıllarda Bilderberg cenahında ençok tartışılan husus bir Ortadoğu Komutanlığı kurulması ve komutasının kontrollü olarak Türkiye'ye bırakılmasıydı. Bu konuları daha derinlemesine analiz ettikçe Hollanda Almanya, Bilderberg ve Fetö arasındaki şaşırtıcı bağlantılarda ortaya çıkmaktadır.
Arent Jen Wensinc, Hollandalı bir şarkiyatçıydı. İslam ve islam ülkeleri üzerine araştırmalarda bulundu öyle ki doktora tezinin adı bile ''Muhammed ve Medine Yahudileri''idi.  Ona göre İslamiyet'in fetihletle Arabistan dışına hızla yayılması Medine çevresi ile sınırlı sayıda düzenlemeler getiren Kur'an dışında başka kaynağa ihtiyaç duyulduğunu bunun da Roma ve Yahudi hukuku Hristiyan ahlakı, Hellenizm'den alınan unsurlarla telafi edildiğini iddia ederek söz konusu alıntıların hadis literatüründe mündemiç olduğunu iddia etmiştir.  Yani Wensinc'e göre hadis literatürü başka kültürlerden ödünçtür ve vaz geçilemez. Bu denli şaşırtıcı satırları işleyen Wensinc 1908'lerde Medine Sözleşmesi ile ilgilenmiş ve yeniden uygulanmasını şiddetle tavsiye etmiştir. Oryantalist ve şovalye ünvanlı bir Hollandalının Devleti Aliyye'ye neden ısrarla Medine Sözleşmesini önerdiği ve bu sözleşmenin daha sonra kimler tarafından önerileceği şaşırtıcı bir kurguyu ortaya çıkartacaktır.  Muhammed Peygamber'in Medine'de yaşayan gruplara yönelik uygulamaya koyulan bu sözleşmenin bazı maddeleri şu şekildedir:
1. Yahudiler kendi dininde serbest olacaklar.
2. Müslümanlarla Yahudiler, barış içinde yaşayacaklar.
3. şehir dışından bir saldırı olursa Medine birlikte savunulacak.
4. İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla savaşırsa diğer taraf yardımcı olacak.
Dönemsel koşulları itibarıyla gereklilik olan bir anlaşmayı daha sonra Hollandalı şarkiyatçı hatırlattı ve ondan sonra Türk kamuoyunda pekçok kez paylaşıldı ancak en ilginç olanı Demokratik İslam Kongresi'nin bu mutabakata vurgu yapmasıydı.  Kürt sorununa çözümde referans olarak işlenen kongreyi toplayan pkk olmuştu. Ne garip ki marksist felsefeyle kurulduğunu iddia eden bir terör örgütü şarkiyatçıların Türk Toplumuna yeniden hatırlattığı mutabakatı gündeme getirerek çözüm bileşeni olarak sunuyordu. Aslında anlaşma maddeleri bir yerlere çekilmeye çok müsaitti, serbestlik, beraber savunma ve ortak savaş kararı parçalı eyalet sisteminin unsurlarıydı. Hollanda ve pkkdan sonra dini referanslara atıfla siyasi bir yön tayini vazifesine soyunanlardan biri de Fetö lideri Gülendi. 8 Ocak 2013'de gerçekleştirdiği Sulhta Hayır vardır isimli konuşmasıyla hep Yurtta Sulh Konseyi'nin işaretini veriyor hem de Hudeybiye Anlaşmasını gündeme taşıyordu : ''Keşke şu görüºme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek' denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu'ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. ''
Peki Hudeybiye ne idi ve hangi maddeleri içermekteydi?
Medineli Müslümanlar ve Mekkeli Müşrikler arasında yapıaln bir barış anlaşması olan Hudeybiye İslam Devletinin yani yeni devletin karşı cephe tarafından resmen tanındığının delili olarak gösterilir. Buna göre;
.Esirler karşılıklı serbest bırakılacak
.İki taraf arasında on yıl savaş olmayacak
.Müslümanlar bu yıl Kabe'yi ziyaret etmeyecek, gelecek yıl üç günden fazla ziyaret edilmeyecek ve canları ile malları güvence altında olacaktır.
Yani bu maddeleri kürt siyasi meselesine uyarlayacak olursak;
.Genel af çıkartılsın
.Operasyonlar durdurulsun ve
.Bölgede yerel kolluk gücü oluşturulsun şeklinde yorumlanabilir. 
Görüldüğü gibi  pkk Fetö ve daha öncesinde oryantalistlerin Türk kürt federatif modeli için referans dayanakları tarihteki İslami Anlaşmalar olmuştur. 
Batılı karar alıcıların ve bazı lobilerin uygulamaları kırılgan, batıdan kopmuş ve tam manasıyla Ortadoğu'ya yönelmiş Türkiye'yi var edecek böylelikle bu anlaşmalar daha çok gündeme getirilebilecektir. Bilderberg ve Abd Türk Ordusu karargahının Konya'ya taşınması gerektiğini 1990'lı yıllarda belirtmiştir. Bu düşünce ise 15 Temmuz kalkışmasından sonra yeniden düşünülmeye başlandı. Aslında ısmarlama tez Medeniyetler Çatışması'nı sanki gerçek bir ideoloji gibi ortaya koyarak körfez ülkeleri Türkiye işbirliğini İran'a karşı kurgularlarken İran'ın da cephesini genişletmektedirler. Bu da küreselci Fabian Derneğinin bir uzantısı olan Frankfurt Mektebi'nin, Tez ve Anti Tez teorisidir. Onlara göre rakip düşünceler olmalıdır ve bunlar birbirlerini beslemektedir. Bu lobi, bu düşünceye göre Ortadoğu'da asla yalnızca şiilerine ya da sünnilerin önünü açmaz. İki grupta kendilerince elini güçlendirir, daha fazla silah alır, daha çok petrol satar ve neticesinde istenilen sentez ortaya çıkar. 
Bugün eşcinselliğin özendirildiği, uyuşturucu kafelerin bulunduğu ve katolik kiliselerinin satışa çıkartıldığı Hollanda küresel sistemin pilot bölgesidir. Hollanda, Avusturya hatta İngiltere Kraliyet ailesinin soyuna ve tarihi kültürüne kaynaklık eden Almanya ise Davos ve Bilderberg'i kurarak dünya siyasetine yön tayin edebilme gayretine girmiştir. Yani Türkiye Hollanda gerginliği, Türkiye Avrupa ilişkileri tahmin edilemeyecek kadar sistemli ve asırlara dayanan oryantalist küresel merkezin yönlendirilmesinde seyretmektedir. Türkiye'nin bu oyunları bozabilmesi ancak Avrupa'da yani en başta balkanlarda etkinliğini arttırmasıyla mümkündür. Bu bölgeler tampon kuşak olarak görülmelerinin yanında aynı zamanda kara para aklama merkezleri olarak kullanılmaktadır. Türkiye'nin oryantalist planları ve Bilderberg siyasetini deforme edebilmesi kızmadan ve küsmeden coğrafyalarla dengeli ilişkiler geliştirebilmesine bağlıdır.
Haçlı seferleri izlenimi veren veya bilmeden doğu batı savaşı olarak adlandırılan yeni düzen Türk Ortadoğu kaynaşması (fakat bu bütüncül manada bir ortadoğu değil) buna mukabil, fetö pkk söylem benzerliği ve tarihsel islami kaynakları günümüze uygulama zorlaması eşliğinde parçalı bir Türkiye manzarasını doğurur. Oyunların bozulabilmesi ancak önceliklerin dayatılmasıyla mümkündür. Farkında olan bir Türkiye önceliklerini keşfetme ve gündeme getirme kararlılığına erişebilecektir.


***

CEVDET PAŞA KİMDİR? ENCÜMENİ DANIŞ VE GİZLİ TÜRK TEŞKİLATI GERÇEĞİ


CEVDET PAŞA KİMDİR? ENCÜMENİ DANIŞ VE GİZLİ TÜRK TEŞKİLATI GERÇEĞİ


ONUR DİKMECİ
İstihbarat ve Strateji Uzmanı
15 Mart 2017 

Ahmet Cevdet Paşa, 1822 yılında Bulgaristan’ın Lofça kentinde doğmuştur. Devrinin en mühim entelektüel şahsiyetlerinin başında gelen Cevdet Paşa, özellikle hukuk ve tarih alanında mühim çalışmalar vermiştir. Darûl-Muallim Müdürlüğü, Adliye Nazırlığı gibi üst bürokratik görevlerde bulunmuş, Fransız Akademisine benzer biçimde bilimsel çalışmalar düzenlemek için oluşturulan Türk İlimler Akademisi’nin 40 kişilik Encümen heyetinde yer almıştır. Makalemizin ana temasını oluşturan Cevdet Paşa Tarihi/ Tarih-i Cevdet, bu encümen heyetinin direktifleri doğrultusunda Cevdet Paşa tarafından yazılmıştır. Paşa, eserinde 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan, 1826 Vaka-i Hayriye olayına kadarki dönemi, dönemin şartlarını, Devlet-i Aliyye’nin siyasal ve sosyal durumlarını ve Dünya’da ki mühim hadiseleri aktarmıştır. Tarih-i Cevdet’te yer alan çarpıcı mevzuları başlıklar halinde kategorize edip irdelemek eserin ne anlattığı hususunda daha aydınlatıcı olacaktır. Tarih-i Cevdet’te birinci sınıf Devlet adamlarının kusurları ortaya koyulmuştur. Bu husus kuru bir eleştiriden çok sebep sonuç bağlamında bütünsel bir olgu olarak yer almıştır. Örneğin, Emevi Halifesi II. Velid İslâm’ı tahrik eden, Şeyhülislam Feyzullah Efendi, Köprülü Amcazede Hüseyin Paşa’nın şöhretine haset gösteren ikbal düşkünü, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, talim yaptırmadığı için nizam bozan, gereksiz harcamaları sebebiyle israfkâr olarak nitelendirilmiş Padişahlar ise doğrudan eleştirilmek yerine dönemsel eleştiriler yapmak tercih edilmiştir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın idamı, Kanuni Dönemindeki fetih politikasının eleştiriye tabi tutulması bu hususa verilebilecek örnek mahiyetindedir. Fütuhatın Avrupa kıtasına yayılmasını açıkça tenkit etmektedir. Yavuz’un saltanatı boyunca amacının İran ve Hindistan’ı hilafete bağlayarak, Kazan, Tataristan, Kırım’ın Osmanlı vilayeti olarak Türk ve İslâm unsurlarının Devlet-i Aliyye uhdesinde bulunmasını böylece Kafkaslarda hakimiyet sağlanacağını vurgulamıştır. Cevdet Paşa, bu düşüncesiyle isabetli bir noktaya değinmiştir. Hakikaten Kafkas hakimiyeti tam manasıyla sağlanabilse, Rusların güçlenmesi engellenebilecek II. Viyana kuşatması gibi hadiselerde Kuzey’den gelen desteklerin önüne geçilmiş olacaktı. Ayrıca kültüren ve dinen birbirine yakın bölgeleri egemenlik altına alıp ileriki zamanlarda baş gösterecek mezhepi taassupların önüne geçilerek Hilafet otoritesi sağlamlaştırılmış Doğu’da bütünlük sağlanarak akabinde kademeli Batı fütuhatı düşünülmüş olabilir. Tarih-i Cevdet’te dikkat çeken diğer husus Türk kavramına yapılan vurgudur.Tarih-i Cevdet’in yazılmaya başladığı XIX. Yüzyıl ortaları daha ziyade Osmanlılık kavramına dikkat çektiğinden kavram olarak dâhi Türk kelimesinden genel manada itinayla kaçınılmaktaydı. Fakat Tarih-i Cevdet’te, Osmanlı Hanedanı’nın atalarının Türkistan’da hüküm sürmüş asil kişiler olduğunun yazılıp Orta Asya’ya vurgu yapılması, Kafkasya’dan bahsedilirken Hun, Kalmuk, Hazar gibi Türk boylarının yer alması, Cengiz’in fetih hareketi anlatılırken köken olarak Farsçada olsa Türklerin yurdu manasında olan Turan ifadesinin kullanılması ve Osmanlı hanedanının Türklüğe ait güzellikleri ve yiğitliği taşıdığının açıkça yazılması Türklük ile ilgili dikkat çekici noktalardır. Tarih-i Cevdet’te Yalnızca Devlet-i Aliyye ile sınırlı kalınmayıp dönemin Dünyada cereyan eden mühim hadiselerine de değinilmiştir.Özellikle İkinci ciltte Amerikan Bağımsızlık savaşı bu savaşta Fransız-İngiliz çekişmeleri, Rusya’nın sıcak denizler emeli ile Prusya Kralı II. Frederik’in ölümü ayrıntılı olarak yer almıştır. Üçüncü ciltte ağırlıklı olarak Kafkasya ve Kafkas halkları hususunda bilgi verilmiş antropolojik birde tasnif yapılmıştır. Altıncı ciltte ise büyük biçimde Fransız İhtilali anlatılmıştır.Türk Rus ilişkileri detaylı olarak işlenir.Buna göre Ruslar, sinsi ve içten pazarlıklıdır. Türk-Rus ilişkileri kapsamında Kırım ve dolaylarının sosyal yapısıda aktarılarak bölgenin adeta kuşbakışı röntgeni çekilmiştir. Tarih-i Cevdet’te bir diğer husus Fransız İhtilalidir. İhtilal sonrasında çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu büyük yara alacağından Devlet-i Aliyye döneminde yaşamış bir ‘Osmanlı’ aydınının ne düşündüğü oldukça önemlidir. Fransa’nın sosyal yapısı ve iktisadi manadaki çöküntüsü detaylı anlatılır. Cevdet Paşa, Fransa’da ki sınıfsal ayrıcalığın Halk’ı nasıl bezdirdiğini açıkça anlatır ve ihtilale giden süreci bir bakıma haklı bulur. Fakat özellikle Napolyon’un Mısır seferine tepki gösteren Cevdet Paşa bunu ihtilalin ahlaksızlığı olarak nitelendirerek Fransa’da yaşanan kanlı sürecin pekçok haksızlık barındırdığını düşünür. Cevdet Paşa’nın Fransız ihtilali ile ilgili aktardıkları aslında bugün bile hemen hepimizin kabul edebileceği mahiyettedir. O ihtilali kuru bir gereksizlik olarak görmemiş, aksine Halk’ın çektiği acılara değinerek ayaklanmanın kayırmacı sistemden kaynaklandığını belirterek başlangıç olarak haklılığını savunmuştur. Netice itibariyle ihtilal yanlış sonuçlar doğurmuştur. Zaten bu da bugün hepimizin bu şekilde kabul ettiği durumdur. Tarih-i Cevdet’te az değinilen konulardan birisi iktisadi mevzulardır. Kalkınmaya ihtiyaç olduğunu vurgulayan Cevdet Paşa, vergilerin sağlıklı kullanılmasını istemektedir. Tarih-i Cevdet’te Devlet-i Aliyye’de ki yenileşme hareketleri yerinde ve olumlu bulunup bu minvalde aktarılmıştır. Bu devirde bile eleştirilen ve kendi devrinin en hararetli eleştirilerine maruz kalan III. Selim ve II. Mahmut’un uygulamalarının XIX. Yüzyılda yaşamış bir Osmanlı Aydın’ı tarafından ne şekilde idrak edilip anıldığı mühimdir. II. Mahmut’tan birkaç yerde bahsedilirken ‘’Devlet ağacına musallat olan haşereler temizlenmiş, kuru dallar kesilmiştir.’’ gibi ifadelerle olumlu benzetmelere gidilmiştir. III. Selim döneminde Devlet ileri gelenlerinden, Koca Yusuf Paşa, Tatarcık Abdullah Efendi, Halil Hamid Paşa gibi yöneticilerden lâyihalar alındığı vurgulanır. Buna göre III. Selim devrinin en büyük sorunu modern teçhizat ve eğitimden yoksun disiplinsiz Osmanlı Yeniçerileridir. Tophanelerin kurulması, Ordu’nun periyodik aralıklarla teftişi, ateşli silahların eğitimi gibi hususların yanında talimin önemi vurgulanmıştır. O devirde Talimli Asker nezareti kurulduğu da belirtilmiştir.Tarih-i Cevdet’te bürokratik görevlerden alınma ve atanma gibi meselelerde sıkça yer almaktadır. Yaklaşık iki asır evvelindeki bir Şeyhülislam’ın görevden alınması veya Vezir-i Azam’ın azledilmesi ilk bakışta bugün gereksiz bir ayrıntı gibi gözükebilir. Fakat anlatılan hemen bütün azil işlerinde varılacak sonuç Mevcut kadroların misli katı yönetici istihdamı, bu sebeple kabiliyetsiz kişilerin üst mevkilerde bulunması, yöneticiler, kadılar gibi ileri gelenlerin keyfi vergilendirme ve rüşvet gibi uygulamalarla Devlet mekanizmasının nasıl zarar gördüğüdür…





Tarih-i Cevdet’in belirgin noktalarını kategorize ederek vermeye çalışırken Devlet-i Aliyye’nin o zamanki genel durumu konusunda sonuca vardık. Buna göre Devlet-i Aliyye, Rusya ile her daim mücadelede, Kafkasya fütuhatını zamanında gerçekleşirememenin bedelini ödeyen, gerekli ekonmik, teknik özellikle askeri açıdan geri kalmış, yeni düzenlemeler almak zorunda kalan iyi niyetli kimi Yönetici ve Hanedanlığın kontrolündedir. Devlet-i Aliyye’nin genel durumu anlatılırken Dünya’da vuku bulan olaylara da değinilmesi bütünsel bir tarih aktarımını sağlamış ve oldukça doyurucu bir eser karşımıza çıkarmıştır.


Tarih-i Cevdet Türk siyasi tarihinin stratejik noktalarını anlamak bakımından önemlidir. Ancak bir önemde Cevdet Paşa'nın üyesi olduğu Türk İlimler Akademisini tanımak konusudur. Günümüz Türkçesindeki bu kavramın o zamanda ki karşılığı Encümeni Danış idi. Yani görüldüğü gibi Encümeni Danış gizli bir devlet yapılanması, istihbarat teşkilatı ya da kendi içerisinde gizemli ritüelleri barındıran masonik bir birim değil legal resmi, kültürel çalışmalarda bulunan ve günümüz Talim Terbiye Kurulu benzeri bir oluşumdu. Gerçi Encümeni Danış'ın James Redhouse gibi şarkiyatçı ve misyonerlik çalışmalarına önem veren bir şahısı barındırması soru işaretlerine sebebiyet verebilir ancak bu bile bu kurumu kapalı, gizli, vurucu gücü olan bir istihbarat yapılanmasına dönüştüremez. Encümeni Danış'ın yakın siyasi tarihte gündeme getirilmesi ise Hatay Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen'in oğlu Murat Sökmenoğlu'nun röportajıyla eş zamanlıdır. Buna göre Sökmenoğlu kendisi gibi itibarlı ve kariyerli bürokrat ve devlet adamlarıyla toplantılar düzenleyip siyasi mevzularda tartışmaları Fahri KoruTürk tarafından ''Sizler Encümeni Danışsınız sizlere ihtiyacımız var'' şeklinde karşılık buluyormuş. Tabi bu cümle bir teşvik ve onore etmenin yanında istihbari bir oluşuma vurgu yapmayan hafif nüktedan bir üslubun eseridir. 2000'li yıllarda ki bir furya Encümeni Danışı daha da gizemli hale getirdi ve Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'ndan üst düzey askeri ve sivil isimlere kadar elit bir zümrenin bu oluşumla ilişkilendirilmesine yol açtı. O tarihlerde Türkiye bir dönüşüm yaşıyor ve sivilleşmenin tepeden inme uygulamalarına tanık oluyordu. Bu durum militarist veya ulusalcı, saf ve milli duygulara haiz ancak devlet üstü gruplarda kurtuluşu arayan bir grubun umutlarını hayali organizasyonlara bağlamasına sebebiyet verdi. Encümeni Danış'ın kendisi hayal ürünü değildi ancak yapısı ve içeriği ile alakalı söylentiler gerçeğin çok dışındaydı.
Türkiye'nin de diğer devletler gibi gizli istihbari birimlerinin bulunması muhtemeldir. Bu oluşumlar ordu içerisinde bulunduğu gibi asker sivil organizasyonunu da içerebilir. Soğuk Savaş dönemindeki Özel Harp Daireleri bir anlamda, MGK Genel Sekreterliğine bağlı eskinin Toplumla İlişkiler Başkanlığı ve bağlı kuruluşları toplumun kafasındaki Encümeni Danışın karşılığı olabilir. Ancak gizli teşkilat veya teşkilatlardaki geçmişin bir süreklilik arz ettiği söylenemez çünkü en eski sistemli ve milli bir istihbarat birimi olan Teşkilatı Mahsusa'nın zihniyet, yöntem ve kadrolaşma bakımından devam ettiğini öne sürmek mümkün değildir.
Sadece işgal değil, kitlesel biyolojik nükleer siber ekonomik ve nanoteknolojik saldırıları ve doğal afetleride kapsayan hazırlık çalışma ve uygulamaları içeren birimlerin oluşturulması hayatidir. Encümeni Danış, Göktürklerden itibaren sürdüğü iddia edilen Börü Budun ve Mustafa Kemal Atatürk'ü yetiştiren teşkilat olarak gösterilen Asakiri Milliye gibi tanımlar güzel, ilgi ve heyacan uyandırıcı hikayelerdir. Ancak devlet hikayeler ile yönetilemez. Kimyasal ve Biyolojik Silahlar birimi bulunmayan bir Silahlı Kuvvetler ile Uzay Masasını var edememiş Savunma Bakanlığına sahip Türkiye kısa süre evvel işgal yaşamayacağı gerekçesiyle Seferberlik Tetkik Kurullarınıda kapatmıştı. Psikolojik Harekat ise askerler veya siviller tarafından çok büyük oranda iç kamuoyuna uygulandı. Dış istihbaratla ilişkilendirilen Mit personelinin yalnızca yüzde üçü dış görevlerde değerlendirilirken, çoğu Türk diplomat görev yaptıkları ülkelerin dilini ve kültürünü bile bilmiyordu. Zengin tarihi ve potansiyeline rağmen bu gibi zaaflarıda bulunan Türkiye için ciddi manada hükümetler ve partiler üstü bir strateji ile bu stratejilere uygun çok yönlü birimlerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bir asır daha Encümeni Danış Masalları dinlemeye dillendirilmeye imkan olmayabilir.


***

24 Ekim 2017 Salı

MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI NEDEN HEDEF ALINDI?




ONUR DİKMECİ.
Posted: 
22 Oct 2017 11:21 AM PDT


     Ülkelerin güvenlik yapılanmaları iki kurum nezdinde oluşturulmuştur. Bunlardan biri Silahlı Kuvvetler iken, diğeri istihbarat birimleridir. 

Ordular artık siber savunma, biyolojik silah, uydu ve uzay çalışmaları gibi alanlarda muharip sınıflar oluşturarak askeri gücü geniş sahaya yaymalarının yanında istihbarat birimleride ekonomik, teknolojik, algı idaresi ve empozesi ve kişiye özel istihbarat gibi kulvarlarda birimler oluşturarak klasik istihbarat kavramanın dönüşmesine yol açmıştır. İstihbarat birimleri için artık bilgiye erişim zorlu bir süreç olmaktan çıkmış bunun yanında analiz ve çözümleme istihbaratın temel kavramları olarak oluşturulmuştur. Klasik istihbaratın takım elbiseli ve silahlı Bond tipi ajan modeli yerini daha çok sosyal medya uzmanları, algı yönetimicleri, kuram oluşturucuları, ekonomik manüplasyon uzmanları ile sivil toplum kuruluşları yönlendiricilerine bırakmıştır. 

Bunun nedenlerinden biri de devlet kavramında yaşanan dönüşmeler neticesinde devlet alanının ekonomik teknoloji ve sivil toplum ile çevrilmesinden kaynaklanmıştır. İstihbarat birimleri ise genelde operasyonel yetkilere haiz olmalarıyla birlikte bu yetkileri bünyelerinde mevcut olan profesyonel ekipler yürütmektedir.

Türk siyasi tarihinde Teşkilatı Mahsusa ile milli ve kurumsal manada oluşturulmuş ilk istihbarat teşkilatı Cumhuriyet döneminde de isim değiştirerek devam etti. Ancak soğuk savaş döneminde Türkiye'de her alana sirayet eden Abd etkisi istihbaratında bundan pay almasına sebep oldu. Uzun müddet Türk istihbarat çalışanlarının ödenekleri Abd tarafından ödendi bu da yetmedi Hamza Görgüç döneminde istihbarat Abd'nin arka bahçesi durumuna getirildi. Bahattin Özülker'in istihbaratın başına getirilmesiyle toparlanma yaşanacağı umulmuş fakat bir otel odasında şüpheli ölümü üzerinde bu dönem sekteye uğramıştır.

Sönmez Köksal, Mit veya Tsk dışından atanan ilk müsteşar olması istihbaratın siyasallaştığı tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Bunun dışında Türkiye'de kurumlar arasında mevcut olan çekişme ve çatışmalardan istihbaratta nasibini almıştı. İstihbarata yöneltilen en sert eleştirilerden biri meydana gelen darbelerin hazırlık evrelerinde hiçbir hükümete bildirilmemesiydi.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde genç kadrosu ve dinamik politika söylemi kitleleri heyecanlandırmıştır. Dış politikada yapılan eksik veya yanlış uygulamalar ve sorunlu asker sivil ilişkilerinin mevcut olduğu bir ortamda iktidar Hakan Fidan'ı Mit'in başına getirerek yalnızca en genç müsteşarı yetkilendirmiş olmakla kalmamış istihbaratta Türkiye'den yönetim anlayışının planlandığının ipucunu vermiş olmuştur.

Fidan Tsk içerisinde Astsubay olarak 15 sene görev yaptıktan sonra TİKA başkanlığına ve sonrasında Başbakanlık müsteşar yardımcılığına getirilmişti. Fidan'ın Tika geçmişinden sonra Mit'in başına getirilmesi Tika'nın da isabetli bir kararla istihbarat ile uyumlu çalışacağının göstergesidir. Çünkü bu kurum Türkiye dışında ve özellikle Türk veya müslüman coğrafyalarda genelde kültürel, eğitsel faaliyetleri üstlenmiştir. Türkiye'in büyüme iddiası dikkate alındığında sınırları dışında ve hinterlandı içinde bir coğrafyada etkin olması bu iddiasını destekleyen en önemli argüman olacaktı.

Fidan, 2010 yılında Mit müsteşarlığına atandığında ilk tepki İsrail savunma bakanı Ehud Barak'tan gelmiş ve Barak, Fidan'ı İran'a İsrail ile ilgili askeri ve gizli bilgileri vereceğini iddia etmişti.

Fidan, İran'a karşı agresif bir istihbarat yapılanması yerine İran orta sınıflarının güçlendirilmesi ve diyalogsal bir tutumu savunuyordu bu durum akademisyen kimliğinede uygundu. Ortadoğu'da bulunan iki önemli üke Türkiye ve İran'ın çatışmaları bu iki ülkeyede hiçbirşey kazandırmazdı. Körfez Savaşı'nda Irak'a uygulanan ambargolara mecburen katılan Türkiye'ye bu durumun faturası milyarlarca dolar zarar olarak dönmüştü. İran'ın nükleer programı sebebiyle ise İran'a karşı uygulanan yaptırımlara Türkiye'nin tam dahiliyeti yine Türkiye açısından milyarlarca dolarlık kayıp olabilirdi ve Türkiye istihabartının örgütlemesiyle bir takım aracıları da kullanarak bu ambargoları delerek İran'ın önemli bir ticari partneri haline gelmişti.2011 yılında Uludere olayı üzerinden Mit'e çıkartılan faturanın amacı kurumu ve müsteşarı yıpratmak böylece bir değişime yol açabilmekti. Çünkü 1 Ocak 2012'de Genelkurmay Elektronik Sistemlerde Mit'e devredilecek ve Mit daha da güçlenmiş hala gelecekti. Uludere olayının atlatılmasından sonra 17/25 Aralık operasyonlarında Türkiye'nin İran ilişkisi gündeme getirildi ve iktidar ile istihbarat yıpratılmak istendi. Esas operasyon ise 2014 Mart yerel seçimlerinden önce Selam Tevhid dinlemelerinin servisiyle yapılacaktı. Böylece iktidar partisi yıpratılacak istihabarat İran'a hizmet etmekle suçlanacak yerel seçimlerde iktidar önemli illeri kaybedecek, güç kaybetmesi iktidar üzerinde yeni açılımcı anayasanın dayatılmasıyla küçülmüş ve zedelenmiş Türkiye'ye yol açacaktı.

1 Ocak 2014'de Hatay'da Mit tırlarının durdurulması olayını 19 Ocak'ta Adana'da Mit tırlarının durdurulması olayı izledi ve Mit bir terör örgütü ilan edilmek istendi. Fetullah Gülen'in önem atfettiği Utah kürtçü çalışmaların merkezi haline getirildi ve Emre Uslu gibi eski polisler buralarda akademik Unvan aldılar. Uslu ve Önder Aytaç, Gültekin Avcı gibiler Mit tırları ve Selam Tevhid kumpasıyla devreye girerek '' İstihbarat Acem Muta '', '' Mit El Kaide İlişkisi '' gibi yazılar yazarak Mit'i hedef gösterdiler ve şahsi sosyal medya hesapları üzerinden Mit'i Acem Teşkilatı, Fidan'ı ise Acem Sever olarak hedef gösterdiler.

O dönem iktidar bürokrasi ve milletin kararlı duruşuyla bu kumpasların hepsi engellendi. Bu sefer ise Gülenistler, Türkiye'nin duygusal ve hassas yönünü kaşıyacaklar ve KCK üzerinden Mit'i hedef göstereceklerdi. Bu teorilere göre KCK'yı Mit kurdurmuştu, ayrıca Kck operasyonlarını yürüten teğedeki isim dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin görevden alınınca bunu Mit'in kumpası olarak nitelemişlerdi. Halbuki, KCK Kürt siyaseti üzerinden iktidar ve Mit'i zor durumda bırakma çabalarından başka Bir şey değildi.

15 Temmuz 2016'da ise Mit'in hedef alınması bu kurumun milli minvalde dönüşmesinin engellenme teşebbüslerinden başka Bir şey değildi.Mit'in tam bir operasyonel yetkisi ya da vurucu gücü olmayabilirdi fakat bünyesinde muazzam teçhizatlar ve bilgi bankası mevcuttu. Üstelik Mit kanununda ki düzenlemeler yakın gelecekte Mit'e silahlı operasyon yetkisi verecekti.

Hakan Fidan'ın Mit müsteşarlığına atanmasından sonra, onun askerlik vazifesini yerine getirirken Astsubaylık rütbesi ve bunun müsteşarlığa yeterli olmayacağı söylenceleri, Mit'in İran ilişkili haberlerin pompalanması, müsteşaraın ifadeye çağırılması, haberler yönüyle Mit'in yıpratılması, Mit tırlarına silahlı operasyon ve askeri kalkışma gecesi Mit'in kurşunlanması yalnızca birkaç sene içerisinde bu kurumun tanık olduğu feci olaylar arasında yer almaktadır.

Mit'e verilen ek yetkiler dünya ölçeğinde her istihbarat kurumunun sahip olduğu görevler arasında bulunmaktadır. Mit müsteşarının Cumhurbaşkanı'na bağlanması tek başına değerlendirilmemelidir. Çünkü genelkurmay Başkanı da Cumhurbaşkanı'na bağlanmıştır ve Başkan Ordu İstihbarat üçlemesi güvenlik konseptini belirleyecek mesajı verilmiştir ve bu doğrudur.

Her kurumun eksikleri bulunabilir ancak Milli İstihbarat Teşkilatı adı gibi en Milli dönemlerinden birine tanıklık etmektedir.

İç siyasette muhaliflerin kaygılarıda değerli olmakla birlikte ordu ve Mit'in dış güvenlik endeksli olmalarıyla birlikte bu kayı zamanla yerini Güçlü Türkiye isteğine bırakacaktır.


***

21 Ekim 2017 Cumartesi

TÜRKİYE'DE KURGULANAN İÇ SAVAŞ SENARYOLARI


Posted: 18 Mar 2017 02:52
Stratejik İstihbari bakımdan 15 Temmuz darbe girişiminin gerçekleşmesinden aylar evvel kuvvetli emareler özellikle Cıa ve Pentagon'da çalışmış üst düzey emekli görevliler tarafından verilmişti. Bu durum iki açıdan önemlidir birincisi Cıa ve Pentagon bütün dünyada örtülü operasyonlar yürüten lider organizasyonlardır ikincisi bu kurumların kültürlerinde bulunan emeklilik Türkiye'deki tanımdan farklıdır. Zira Abd güvenlik bürokrasisinde emekli olanlar belkide emekli olduklarında daha çok üreten ve istifade edilen kimselerdir. Onlar artık tam manasıyla profesyonel ve çok ileri birer analist olmuşlardır. Dolayısıyla Micheal Rubin'i hatırlamak yerinde olacaktır. Rubin 2016'nın Mart ayında kaleme aldığı yazısıyla Türkiye'de bir askeri darbe ihtimalini en kuvvetli tonda ilk kez dile getirenlerdendi. Bu vesileyle analizleri yakinen takip edilmeye istihbari bakımdan muhtacıyet bulunmaktadır. Rubin kısa süre evvel kaleme aldığı başka bir yazısında ise Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in tutuklatılacağını belirtti. Bunun belirtilmesi illa bu yönde bir uygulamanın gerçekleşeceğini ispatlamayabilir fakat analiz bakımından Ulusalcılarla Muhafazakâr hatta İslamcıların karşı karşıya getirilmek istendiği senaryosunun tasarlanabileceğini belirtmek isabetli olacaktır. 15 Temmuz akabinde oluşan toplumsal mutabakatı sabote etmeye yönelik aktif girişimler zaten birbirini izlemiştir.
1) 15 Temmuz akabinde kamuoyu önündeki bazı kişiler halkın silahlandırılmasını dile getirerek guya demokrasi koruyuculuğu görevini ifa ettiler. Oysa ki serbest silahlanma paramiliter gruplar oluşturacağından daha kuvvetli bir darbeye çağrıda bulunmak manasına gelmekteydi. 2) 29 Ekim günü bazı basın yayın kuruluşları provoke edici mesajlara imza atmışlardı. 3) 10 Kasım günü yine bazı kuruluş ve gazetecilerin mesajları toplumsal hizipleşmeyi yine arttırdı. 4) Normal kıyafetli kadınlara saldırılar laiklik hassasiyeti bulunan gruplara servis edildi. 5) Adana'da bir öğrenci yurdunda çıkan yangın neticesinde bazı ulusal gruplara islamofobia'ya varan derecelerde yorumlarda bulunduruldu. 6) Toplumun büyük kesimi tarafından hain ilan edilen Şeyh Said'in kimi muhafazakâr gruplarca anılması ulusal cephede büyük kaygı yarattı ve bu anılma iktidar partisi üzerinden eleştirildi. 7) Rize meydanındaki Atatürk heykelinin taşınma görüntüleri bu görüntülerdeki özensizliği göstermiş oldu. Ulusalcı cepheye göre bu bir meydan okumaydı ve toplumsal mutabakat ilk kez ciddi manada sorgulanmaya başlamış oldu. Aynı şehirde kısa süre evvel düzenlenen İskilipli Atıf sempozyumuda tepki çekmişti. 8) Anayasa tartışmalarından bir hareketlenme çıkarılmak istendiği bazı şahısların açıklamalarıyla delillenmiş oldu.
Görüldüğü gibi askeri isyan sonrası dönemde daha ziyade ulusalcı cephe etki ajanları vasıtasıyla provoke edilerek iktidar partisiyle topyekün karşı karşıya getirilmek istendi. Özellikle bu camia üzerine kurguda bulunulmasının sebepleri şunlardı:
1) Ulusalcı Laik Kemalist Seküler Milliyetçi kesimler yıllardan beri iktidara gelememişti bu bağlamda biriktirdikleri öfke çok daha kolay patlayabilirdi. 2) Bu camialarda tek bir otorite ve lider yoktur. Bunun için parçalı yapısı istifade edilmeye daha müsaittir. 3) 2013 Gezi tecrübesi üzerinden çok daha kolay motive edilebilirler. 4) Ulusalcı cephenin hareketliliği dış parametreler bakımından Rusya'nın da tepkisini çekmez. Çünkü islami akımları Orta Asya bölgesi için tehdit olarak algılayan Rusya Türkiye'nin laik çizgide bulunmasını kendi ulusal güvenlik tutumuyla bağdaştırmaktadır. Önümüzdeki günler toplumsal hareketlilik bakımından şu senaryoların sergileneceği manzaralara sebebiyet verecektir; A) İktidar içindeki bazı odaklara yeni anayasadan sonra eyalet tartışmaları beyanatları husule getirilmek suretiyle Anayasa düzenlemesine karşı olanların provoke edilmeleri B) Muhafazakâr duruşlu veya kıyafetli kişilere saldırı veya özellikle devlet dairelerinin bazılarında kıyafetten ötürü üst amirlerce uyarılma gibi mevzuların medyaya servis edilmesi C) Bazı cephelerce ordu rahatsız kavramlarının yeniden gündeme getirilmesi; bu hususun üzerinde biraz daha durmak gerekiyor. Ulusal gazete Hürriyet'te yayımlanan Karargah Rahatsız başlıklı haber büyük bir tartışmayıda beraberinde getirdi. Neticede birkaçgün sonra Genelkurmay bir açıklamada bulunarak rahatsızlık şeklinde bir ibarede bulunmadıklarını belirtti. İlginç bir ayrıntıda Harp Okulu açılış töreninde yaşandı. Açılış konuşmasında okul komutanı Tuğgeneral ''Türkiye Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa edecek olanlar kalplerinde heyecanla şu anda buradalar, Hisar Dağı'ndalar, Kaletepe'deler, Gabar Dağı'ndalar, El Bab'dalar.''demişti. Yani açıkça cumhuriyeti ordu koruyacak mesajı vermişti. Oysa bütün sivilleşme çabaları dış tehdide odaklı bir ordu içindi. Bu modelde Cumhuriyet tehlikeye girerse onun koruyucusu seçilmişler veya halk olarak tasarlanmıştı. Dolayısıyla sivilleşme çabalarının tabanda yer bulmadığı ve buna direnç gösterildiği konuşmayla sabittir. Silahlı Kuvvetler üzerinden her daim tartışma konuları açılacaktır D) Sosyal medyada üretilecek ve gerçekliği yansıtmayan haberlerle kitlelerin provoke edilmesi Bu gibi durumlar neticesinde partilerdeki etki ajanları vasıtasıyla tabanımız rahatsız algısı oluşturulmak ve partilerin kilit noktalarındaki isimler bu algı üzerinden yanlış yönlendirilmek isteneceklerdir.
Türk siyasi tarihi tahlil edildiğinde kutuplaşma denilen kavramın her daim kendini gösterdiği anlaşılır. Yeniçeri yönetim ulema hizipleşmesi, yeniçeri sipahi çatışması, ayanlar merkezi yönetim sürtüşmesi meşrutiyet döneminde alaylı mektepli subay gruplaşması olarak görülür. İttihatçılar ile İtilafçıların kavgası cumhuriyet döneminde Chp ve Dp daha sonrasında Chp Ap şeklinde belirecektir. Öyle ki oy tercihi sebebiyle yıllarca kardeş, baba, anne, oğul küslükleri yaşanmıştır. 1960'lardan itibaren şiddetli bir sağ sol çatışmasına şahid olunmuştur. Bu dönemin hayattaki aktörleri yıllar sonra aynı masalarda oturmuş, sohbet etmiş, bazı siyasi yorumlarda örtüştüklerini gördüklerinde bunun neden geçmişte sağlanamadığı sorusunuda kendilerine sormayı ihmal etmemişlerdir. Subay savaşı olarak adlandırılan Sakarya Muharebesinden sonra en fazla okumuş kayıbın yaşandığı dönem sağ sol olaylarında vuku bulmuştur. Alevi sünni, Türk kürt, kutuplaşmalarının yanında yakın geçmişte devletçi milletçi bloklaşması yaşanmıştır. Yani karşıt gruplar siyaseti Türkiye'nin yabancı olduğu bir durum değil aksine adeta genetik kodudur. Bugünde yaşanacağı gibi gelecektede görülecektir. Bu çatışma laik muhafazakar olarak adlandırılabileceği gibi, muhafazakar muhafazakar olarakta görülebilir. Türkiye'ye özgü bir muhafazakar baasçı ayaklanma yaşanabilir. Baas Suriye'de laik milliyetçi akım olarak doğmuştu ama temeli istihdam sorunlarıydı. Halka göre elitlerin çocukları iş buluyor, ihale alıyor ya da rahat bir yaşama erebiliyordu. Öğrenciler, işçiler, subayların çoğu kenara itilmişti ve bunun bir patlaması yaşandı. Türkiye örneği incelendiğinde bunun değişik versiyonu görülmektedir. İrili ufaklı bazı dini gruplar, cemaatler dışlandıklarını, fetö tasfiyelerinin kendilerine sirayet ettiklerini belirtmişler ve protesto gösterileri düzenlemişlerdir. Çok haklı bir şekilde tasfiye edilmeleri doğru olan fetö mensubu ve sempatizanları ise sosyal haklardan mahrum kaldıkları gerekçesiyle yer altı yapılanmalarına giderek tehlikeli bir süreci başlatmışlardır. Dünya'nın hiçbir yerinde onbinlerce bin sanıklı dava olmaz. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun somut bir durum ortaya koyamadan görevini tamamlaması, 15 Temmuz'un tepe isimlerinin deşifre edilememesi sıkıntılı bir süreci işaret etmektedir.
Devrimler karakteristik olarak jakobenist yaptırımları içerirler. Bu sebeple Cumhuriyet'in ilanından sonra ekseriyeti asker bürokratik oligarkın uygulamaları halk nezdinde kimi zaman karşılık bulamamış ya da tepkiyle karşılanmış olabilir. Bu sebeple bazı cemaatlerin yer altı örgütlenmeleri doğmuştur. 1946'dan itibaren devlet bulunmak istediği cepheyi Batı olarak seçtiğinden ve soğuk savaş gereği dini tutumların devlet politikası olarak uygulanmalarını gerektirdiğinden bazı adımlar atılmıştır. Fakat yer altı örgütlenmeleride şaşırtıcı biçimde devam etmiştir. Bunun sebebi Türk Devlet geleneğinin her akım ve grubu kontrol etmesinden kaynaklanmaktadır. Muhafazakar Demokrat Parti zamanında bile İrtica gerekçesiyle partiler kapatılmış, Saidi Nursi ve Necip Fazıl Kısakürek gibi bazı muhafazakar kitlelerce sevilen şahsiyetler tutuklanmıştır. Yani dinin kendisi bir siyasettir ancak devlet gözetimindedir. Bu sebeple bazı tarikat ve cemaatler için değişen bir durum olmamıştır. Bu yer altı örgütlenmelerinden en çok istifade eden Fetullah Gülen olmuştur. Özellikle 1990'larda merkez medya tarafından entelektüel bir kanaat önderi ilan edilmesiyle, her tarikat ve cemaatten kişiler çocuklarını bu grubun okul ve yurtlarına göndermeye başlamışlardır. Çünkü Gülen o dönem için bırakın bir tehdidi dini kisveside olan eğitimci bir önder hüviyetindeydi. Ayrıca göründüğü kadarıyla dili duali, medreseli, imanını bilen bir kişiydi. Yer altında örgütlenmeler sebebiyle pekçok genç devşirildi belki onların bulamayacağı imkanı Gülen etiketiyle bulma ihtimali belirdi ve bu yapı devlet kadrolarını istila etti. En sonunda ise 15 Temmuz gibi feci bir kalkışma yaşandı. Yani dünün sinen, korkan veya çekinen unsurları sebebiyle Fetö grubunun önü açılmış oldu. Bugün yer altına çekilen fetö mensupları, kripto unsurlar ve başka gruplarında, farklı etiketlerle başka grupların önünün açılmasına veya muhafazakar baas gibi bir kurgu yapılmasına katkıda bulunmaları muhtemeldir. (Muhafazakar baas ile vurgulanmak istenen muhafazakar sınıfın kendi içerisinde yaşayabileceği güç, otorite, iktidar, kadro çelişmesi ve çekişmesi neticesinde pasif kanadın aktif tepkiler göstermesi ve yükselişi hedeflemesidir.) 2013 Gezi eylemleri güvenlik bürokrasisi tarafından doğru okunamadı. Bu hadiseleri bütünüyle dış mihraklı ya da iç tepkisel koşullardan doğan patlamanın eseri olarak yorumlamak yanlıştı. Kanımızca basit bir tepkiden doğan doğal eylemler bir müddet sonra provoke edilen, kökü dışarıda bir provaya dönmüştü. O dönem amaç hükümeti devirmek değil yabancı gizli servislerin etkinliklerini test etmeleriydi. Ağır silahlı ve zırhlı araçlı Jandarma İstanbul'a konuşlandı ancak müdahale etmedi. pkk kitlesel olarak sokağa indirilmedi. Ancak daha sonradan 15 Temmuz'da Jandarma darbe karargahı olarak kullanılacak ve İstanbul'a sokulacak pkk ise kalkışmayı destekleyecekti. Yani 2013 hadiselerinin iyi analiz edilememesi, 15 Temmuz'u doğurdu. Gördüğümüz kadarıyla 15 Temmuz'da iyi analiz edilemedi. İşte bu durum ilerisi için sancılı başka bir sürecin doğmasına sebebiyet verebilir. Laik muhafazakar gruplaşması ve çatışması düşünenler, muhafazakar muhafazakar çatışması ihtimalini oldukça yavana atmaktadırlar. Bunun emareleri şu şekilde sıralanabilir; -Daha evvelde belirtildiği gibi bir kısım cemaatler siyasi otoriteye bayrak açtılar -Anayasa propaganda sürecinde iktidar partisinin teşkilatları üst düzey bir performans göstermedi buna gerekçe olarak tabana etki edebilen eski siyasi aktörler gösterildi -Muhafazakar medya 15 Temmuz'dan beri başarısız bir sınav verdi bu medyaya mensup gazeteciler kendi aralarında gruplaşmak suretiyle birbirlerini hedef göstermeye başladılar
-Eski ve yeni muhafazakar siyasetçiler sert polemiklerini devam ettirdiler -İktidar partisi Ergenekon işbirliği adıyla yeni bir tez işlenmek suretiyle muhafazakar camianın kaygıya kapılmasını kurguladılar -Kamu kurum ve kuruluşlarındaki tasfiyelerde bazı unsurlar bilerek yanlış telkinlerde bulundular. Bu vesileyle darbelerle ilgileri bulunmayan muhafazakar çalışanları tasfiye ettirerek gerginlik yaratmayı umdular Laik Muhafazakar çatışması aslında en göz önünde bulunan ihtimal ve buna yazının başında değinildi. Ancak muhafazakar muhafazakar çatışma ihtimalini kimse görmek istemedi. Abdülhamid tahtından indirilirken bu girişimi Mehmed Akif, Saidi Nursi, Refet Bele, Kazım Karabekir gibi ona yakın olanlar ve saltanatçı hilafetçi yani kendi cenahına mensup kişiler destekledi. Geçmişte Chp içinde büyük bir çekişme yaşandı ve Kurtuluş Savaşına katılmış bir komutan olmasına rağmen İsmet İnönü ve ekibi partisinin içindeki ekolün temsilcisi Bülent Ecevit karşısında tasfiye edildi. Süleyman Demirel'e kendi partisinin güvendiği vekillerinden oluşan 41 kişilik ekİp muhtıra verdi. Ve o tarihten sonra kimse gelen darbeyi engelleyemedi. Adnan Menderes, darbe hazırlığından haberleri olan çok yakınındaki iki bakan Şemi Ergin ve Ethem Menderes'i dikkatli tahlil edemedi. Mhp içeriden bölündü ve 90'lı yıllar neredeyse Ülkücü Alperenci kavgasıyla geçti. Yani siyasi yapılanmaların kendi iç cepheleri veya ideolojik tarafgirleri aralarında da çatışmalar görülmesi Türk siyasi tarihinin özelliklerindendir.
Politika bir strateji sanatıdır. Etkileyici retorikler, siyasi transferler, yeni projeler, baskı grupları şeklinde propagandist faaliyetler bu sanatın unsurlarındandır. Ancak ayak oyunları denilebilecek dış ve iç ittifaklı teşebbüsler politika dışı teşebbüslerdir ve bu girişimler Türkiye'ye kaybettirecektir. Önümüzdeki birkaç yılıda laik muhafazakar ya da muhafazakar muhafazakar kavgasına ayırmak ülkenin geleceğine ciddi zararlar verir. Bir kere her yetkili kendi alanı ile ilgili beyanat vermeli o alan ile alakalı çalışmalıdır. Grup sözcüleri, danışmanlar siyasi tartışmaların özneliğini yerine getirmelidir. Bir diğer husus güçlü devlet mekanizması ile toplumsal özgürlükler harmanlanmalı belirli bir denge ile sürdürülmelidir. Abd ve İngiltere'de bütün vatandaşlarını dinler, sert tedbirleri vardır ancak sokaktaki insanın bundan haberi yoktur onlar kendi mevzularıyla iştigal etmektedirler. Asker sivil ilişkileri sağlıklı yürütülememektedir, bunun sakıncaları olduğu gibi güvenlik konseptinin eksik tasarlanması yarınlarda ciddi bir sorun olarak belirir. İllegal örgüt mensuplarını tespit etmek oldukça uzamıştır ve süreç uzadıkça ya mağduriyetlere yol açacak ya da halkta tepkilere sebebiyet verecektir.
Bu yazı özetle Türkiye'nin yakın dönem çatışma ihtimali bulunan grupların tanımlanması ve bu hususlarda örnekler verilmesi üzerinde durdu. Çünkü bu oldukça önemli bir konuydu. Birinci sanayi devrimi telgraf kömürdü Türk siyasi sistemi yerinde takip edemedi. İkinci sanayi devrimi telefon petrol, üçüncü sanayi devrimi günümüz bilgisayarları ile elektronik teknolojisiydi bu devrimlerde geriden takip edildi. Yaklaşan dördüncü sanayi devrimi nanoteknoloji, siber bilim, uzay ve uzay ötesi ile robotik canlılar üzerine kurgulanacaktır. Fosil kaynaklı yakıtlar misyonunu tamamlayacak, drone park alanı bulunan evler tasarlanacak, robot ve uzay hukuku insanlığın karşısında yepyeni bir disiplin olarak belirecektir. Bu sanayi devrimininde yakinen takip edilememesi ve katkı yapılmaması durumunda Türkiye bu yüzyıla damga vurabilmenin gerisinde kalır. Kutuplaşmanın eksik olmayacağı ve belkide gerekli olduğu siyasi ortamda, kutuplaşmalar; çatışma, darbe teşebbüsleri, casusluk faaliyetleri, sert dışlamalar şekline getirilmemeli bu hususta acil planlar oluşturulmalı, Milli Askeri Stratejik Stratejik Konsept, İç İstihbarat Birimleri, Dışişleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı gibi birimler bu doğrultuda güncellenmelidir.

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2017/03/turkiyede-kurgulanan-ic-savas.html


9 Şubat 2017 Perşembe

ABD DE ASKERİ DARBEYE DOĞRU, ABD'DE ASKERİ DARBEYE DOĞRU: KURUMLARARASI ÇATIŞMA, SİLAHLANMA VE ULUSAL SİYASET,






ABD'DE ASKERİ DARBEYE DOĞRU: KURUMLARARASI ÇATIŞMA, SİLAHLANMA VE ULUSAL SİYASET,


8 Şubat 2017 Çarşamba

Uluslararası gündemin en revaçtaki konusu Trump'ın 7 müslüman ülkeye  uygulayacağı vize yasağıydı. Yalnız burada bir detay vardı. 

Savunma eski Bakanı Wesley Clark birkaç sene önceki röportajında  Pentagon'un 7 ülkede düzensizlik yaratmak için çalışma başlattığını belirtmişti. İşte o gün belirttiği 7 ülke ile Trump'ın gündeme getirdiği ülkeler tamamen aynı. Irak, İran, Suriye, Libya, Sudan, Yemen, Somali. Bu ülkelerin belirgin ortak özellikleri bulunmaktadır. Öncelikle ülkeler zengin maden yer altı kaynaklarına sahiptirler. Sonrasında ülkelerin hepsi Vaad Edilmiş topraklar dahilinde veya bitişiğindedir. Bir sonraki özellikleri Büyük Ortadoğu projesi kapsamında olmaları ve daha sonraki özellikleri ise  hepsinin etnik ve mezhebi çatışmaları barındırmalarıdır. Yani ülkelerin afaki seçilmedikleri açıktır. Burada Pentagon'un stratejisiyle Trump'ın kararının örtüştüğü görülmektedir. 

Bir diğer önemli konu ise Trump tarafından Adalet Bakanlığının düzenlenmesinden sonra Bakanlığında vize yasağını savunan açıklama yapmasıdır. Bu durum geçici midir bilinmez fakat polis ve istihbarat desteğininde şu an için sağlanabildiği görülüyor. Çünkü ulusal polis teşkilatı Fbı Adalet Bakanlığına bağlı bir adli kolluk tur. Trump'ın dış politik tutumu enteresan biçimde küresel lobilerle uyumluyken iç siyasi cephe için tavrı lobilerle çelişmektedir. Kendi yazdığı ve Türkçe'ye de çevrilen kitabında İran'ı teröristlere destek vermekle niteleyen Trump şu ifadeleri kullanmaktadır: 

"Bu ülkeye ulaşabilecek füzeler yaparlarsa çok daha büyük bir tehdit haline gelecekler. Dünyanın her yerindeki terör örgütlerini destekliyor lar... İran'ın bu canileri desteklemesini engellemeliyiz...İranlılar Birleşik Devletler'in tesislerini denetlemesini engellemeye karar verirse askeri harekattan başka yapabileceğimiz çok fazla birşey yok. " 

ve bu satırlarını doğrular nitelikte bugünlerde İran'ın terörist devlet olduğunu belirten Trump, Kudüs'ü ise İsrail'in başkenti olarak görmek istediğini belirtti. Yani bu Alman kökenli Trump'ın Alman tezler yerine Anglosakson politikaya eğimli olduğunu göstermiş oldu. Suriye kürtleri ne hayranlığını dile getirirken şu an için dinler arası dialog ile alakalı bir adım atmadı. İç cephede küreselcilerle çeliştiğini belirtmiştik. Gerçekten de küreselcilerin en büyük projeleri olan Transatlantik ve Transpasifik anlaşmalarını rafa kaldırması bunun en büyük göstergesi. Ayrıca kaleme aldığı kitabında Meksika sınırına duvar örmekten bahsederken bunun maliyet karşılama seçeneklerinden biri olarak gümrük vergileri koyulması çözümünü öneriyor. 

Gümrüksüz ve sermayenin serbest dolaşımda olduğu düzen yine küreselcilerin projeleri kapsamındaydı. " Orta doğu'da 6 trilyon dolar harcadık bu parayla Amerika iki kez yeniden kurulurdu" beyanatı yanlış olarak Abd, Ortadoğu'dan çekiliyor olarak yorumlanmıştı. Oysa Abd güvenlik bürokrasisinin akıl hocası Brezenski Abd'nin Orta doğu politikaları için " Amerika çekilirse İran İsrail, Arabistan İran savaşları çıkabilir. Amerika'nın dengeleyici rolüne güven azalır. Rusya ve Çin jeopolitik olarak kriz bölgelerinde başat rol oynamaya başlar" diyerek bir realiteyi vurguluyordu. Kanımızca Trump Ortadoğu'da bir vekalet savaşından taraf. Bunun için ise kürtler ile temasını halen sürdürürken Türkiye'yi de gücendirmemeye çalışıyor. Gerçekten de Brezenski'nin dediği gibi Abd hakimiyetinde olmayan Ortadoğu; Abd'nin uluslararası etkinliğini sarsar ve Trump'un son derece önem verdiği İsrail'i tehlikeye sokar. Bu bakımdan Ortadoğu politikası küreselcilerin Ortadoğu politikasıyla benzerlik göstermektedir. 

Batı'da vurgulanmak istenen konuların kimi zaman bir film, kimi zaman klip, kurgusal politik tiyatrolar, kıyafet hatta duruşlarla mesaj olarak verilmesi yaygındır. Bu aslında masonik gruplarında iletişim biçimleridir. Trump masasına Winston Churchill heykelciğini koyarak bu alışkanlığı tekrarladı. Küreselcilerin temsilcisi Churchill ile ancak benim elimin altında bir aksesuar olabilirsiniz imasında bulundu. Bundan sonra tabiki Amerika'da kurumlar ve bürokratlar savaşını göreceğiz. Lakin Abd siyaseti bu denli gerginliği kaldırabilir mi? Bu ayrı bir tartışmanın konusudur. Önceki yazılarımızda Trump'a karşı tasfiye seçeneklerinden birinin askeri darbe olabileceğini belirtmiştik. Bunu yine tekrarlamakla birlikte güncelleme gereği duyuyoruz. Pentagon Trump Fbı birlikteliği devam ettirilebilirse bir darbe küresel sermaye gruplarına karşı gerçekleştirilebilir. Yani bir gün Amerikan Merkez Bankası Fed'in tanklarla kuşatıldığını görürsek çok şaşırmamak gerekiyor. Bu durum Avrupa kökenli 13 ailenin tasfiyelerine yönelik bir girişim olacaktır. Trump yine seçim sürecinde silahlanma hakkından taraf olduğunu belirtmişti. 

" Silah bulundurma ve taşıma hakkının neden yasalara uyan yurttaşlar için çok önemli olduğunu anlamalı ve bunun farkına varmalıyız. Bu hakkı kısıtlamak için önerilen bürokrasinin israf ve hepimiz için olası bir tehlike olduğunu kabul etmeliyiz. Oğullarım ve ben Ulusal Silah Derneği üyesiyiz ve bundan gurur duyuyorum." 

Silah taşıma ve siviller hakkındaki görüşlerini askerler için uyarlayan Trump: 

" Silahlı Kuvvetler üyelerinin üslerde ve askerlik şubelerinde silah taşımalarına izin vermemiz gerekiyor" 

Şeklinde bir önermeyle tam manasıyla silahlanmış bir ordu teklif etmişti. Bu durum kimin işine yarar bilinmez fakat  Georgia Güvenlik Güçleri adı altında toplanan silahlı bir grup milis Trump'ı desteklediklerini ilan ettiler bile. Halkın silahlanıp Trumpperver zincirler oluşturması paralel ordu olarak tanımlanabilir mi? Bunu zaman gösterecektir. 

Kuruluşundan, yasalarına, sembol binalarından, kurucu babalarına kadar İlluminant düzenin başarılı bir ürünü olan Abd'de küreselcilere açılan savaşın neticesi merakla bekleniyor. Amerikan halkı tarihinde olmadığı karar darbeye yakın durumda.  


7 Şubat 2017 Salı

TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİK GELECEĞİ: BÖLGESEL FEDERATİF YAPI İLE BÜYÜME SEÇENEĞİ,



TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİK GELECEĞİ: BÖLGESEL FEDERATİF YAPI İLE BÜYÜME SEÇENEĞİ,



Abd Başkanlık seçimleri, Suriye meselesi ve Astana, Avrupa Birliği'nin geleceği, küresel sermaye ulusal devlet çekişmeleri gibi çok önemli gelişmelerin yaşandığı hassas ve farklı bir sürecin Türkiye'ye yansımaları ne olabilir? Türkiye yeni anayasa taslağı ile en önemli gündemlerinden birini yaşıyor. Türkiye'nin üniter yapısı federatif bir sisteme yönelebilir mi? Bunun cevabını kesin olarak vermek mümkün değil fakat tabiiki bir takım saptamalarda yapılabilir. Türkiye'nin yüz ölçümü federasyona müsait değildir argümanıda doğru değil örneğin Almanya Türkiye'den daha küçük bir yüz ölçümüne sahiptir fakat eyalet sistemiyle yönetilmektedir. Siyasi tarih analizi sosyal bilimler için bir laboratuvar olduğundan başvurabileceğimiz önemli kaynak Osmanlı İmparatorluğu olacaktır. Çünkü Türkiye, bu İmparatorluğun bakiyesi bir Cumhuriyet'tir . Osmanlı'da eyalet modeli ile yönetilir eyaletlerin başında Valiler vardır. Bu sistem devlet güçlü dönemindeyken iyi işlerken devletin hassas dönemlerinde oldukça büyük problemlere yol açmıştır. Vali Kavalılı Osmanlı'yı üç kez mağlup etti hatta Kütahya önlerine kadar geldi. Paris Barış Konferansında özerklik verilen Eflak Boğdan ve Sırbistan, diğer çoğu özerk eyalet gibi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Yani Türk siyasi tarihi eyalet sisteminin sancılarını derinden çekmiştir. Fakat bir gerçekte vardırki eyalet sistemi günümüzde yerel katılımın verimliliğini arttıran bürokratik yükü hafifleten pekçok ülkeninde uyguladığı modeldir. Örneğin bir vilayette yaşayan kişilerin o vilayet ile kararları kendilerinin vermesi kadar doğal birşey olamaz. Kısacası sancılı bir eyalet geçmişi ile postmodern dönemin büyük başarılarda sağlamış federatif devletler modeli arasında sıkışan bir Türkiye'yi görüyoruz. Yeni Dünya'ya baktığımız zaman Ortadoğu'da dengelerin değişeceği çok açık. Evet ülkelerin şehir devletleri olarak tasnif edileceği bir evreye giriliyor bu sebeple Suriye'nin kuzeyinde de defacto bir kürt yönetimi oluşturulması kanımızca mümkün olacaktır. 

Çünkü bunu Rusya'da desteklemektedir. 1800'lerden beri Ruslar ve kürt siyaseti iç içedir. 1806-1812 Rus Türk muharebesinde ayaklanan Babanzadelerden başka, Kırım harbinde Bitlis ayaklanması, 1877-1878 yani meşhur 93 harbinde Ubeydullah ve Bedirhan ayaklanması ile Cihan Harbinde Ruslar ile yapılan çarpışmalarda Bitlis ve Irak kürt ayaklanmaları göstermiştirki kürt siyaseti Rus diplomasisinin ürünü olarak doğmuştur.  Kürt kültür ve edebiyatı hakkında önemli ve ilk çalışmaları yapan Ruslardır. Bugünde Rusya'nın bölgede faaliyetleri üsleri olduğu gibi ülkesinde de Pyd'nin irtibat ofisleri bulunmaktadır. Öte yandan Abd'de eskiden beri pkk'yı desteklemekte halen Suriye'de Pyd'ye zırhlı araçlar teslim etmektedir. Özellikle Körfez Savaşından itibaren Oetadoğu'da varlık sebeplerinden yeni bir gelişme kürt siyaseti ve bu siyaseti yönetebilme isteğidir. Suriye'de Pyd halen Abd ve Rusya tarafından terör örgütü olarak ilan edilmemiştir.  Yani Suriye'nin kuzeyi hususunda Abd ve Rusya'nın anlaştığı / anlaşacağı açıktır. Zaten bu durum daha öncede Çeçen meselesi ve Afganistan olaylarında görülmüştü. 

Irak'ın kuzeyinde ise ayrı bir kürt yapılanması artık kabul ediliyor. Biz buna Kafkasya'da ki Acaristan'ı da ekleyebiliriz. Yani kürt vilayetlerinin ve Acaristan'ın da yer aldığı bir ittifakın Türkiye ile entegresi Türkiye'de eyalet sisteminin önünü açacaktır. Çünkü artık "yüz ölçümü müsait deği" mottosuda delinmiş olacaktır. Tarihe baktığımız zaman 1915 Bunsen raporu ve 1965 CIA MİT projesi büyüyerek federatif bir sistemi önermekteydi. 1986 Pentagon'u temsilen William Taft ve 1990'ların hemen başında bizatihi Turgut Özal tarafından da gündeme taşınan proje hayata geçirilemedi fakat ilerisi için bir referans noktası oldu. 
Ortadoğu'da dengelerin değişmeye başladığını belirtmiştik. İsrail'in kuruluş onayının Anglosakson siyasetinin iktisadi iradesiyle alındığı gerçeği vardır. Pekiyi fosil kaynaklı yakıtlar misyonunu tamamladıklarında İsrail'e ihtiyaç kalacak mı? Dış çevre ve teolojik mezheplere mensup insanların motivasyon kaynaklarının büyük payı dini inançlarıdır bu da Ortadoğu merkezli bir dünya savaşını belirttiğinden önemli ülke ve lobilerin Ortadoğu olmadan bir strateji geliştirme leri mümkün değildir. 

Petrol misyonunu tamamladığında bu durum temel gelir kaynağı petrol olan arap ülkelerinin içten parçalanmasından başka bir işe yaramaz. Bu da şehir devletleri modeline uygundur. 

İşte bu parçalı Ortadoğu'ya önce İsrail hamilik edecek ardından ise Türkiye ile ittifak geliştirme eğiliminde olabilecektir. Zaten bunun mesajı çok öncelerde Cia uzmanlarınca servis edilen ısmarlama kitaplarla verildi. 

A) David Passing; İsrail'in Ortadoğu'da büyüme eğilimi göstereceğini Türkiye'nin ise bunu destekleyeceğini yazmıştı. 
B) Yeşil Kuşak projesinin mucidi Brezenski Türkiye'nin büyüme eğilimi göstereceğini bu sebeple Rusya ile karşı karşıya geleceğini kitaplarında defalarca yazmıştı. 
C) Samuel Hantingon yani dünyaca ünlü proje kitap Medeniyetler Çatışması'nın teorisyeni; Türkiye'nin büyüyeceğini hatta İslam dünyasına önderlik edeceğini vurgulamıştı.
D) Cia'dan meşhur Henry Berker Türkiye'nin kürt federasyonu ile büyüyeceğini çok kez yazmıştı. 
E) Cia'dan meşhur Graham Fuller kaleme aldığı Türkiye'nin Kürt Meselesi adlı kitapta Türkiye'ye bölgesel bir federasyon önermişti. 

Irak ve Suriye'nin federatif yönetime dahiliyetinin ardından Ürdün ve Lübnan'da entegre olabilir. 1958 Irak Ürdün Federe Cumhuriyeti gibi bir uygulama geçmişine sahip orta doğu tarihi olduğuna göre Ürdün ve kozmopolit yapısıyla dikkat çeken Lübnan'da yeni sistemin birer parçalarıdır. Bu modelin Balkanlar ayağı unutulmamalıdır. Bir süredir Selanik'in Makedonya'ya bağlanma ve Makedonya'yı Balkanların İkinci İsrail'i yapma programı mevcuttur. Geçmişte de İttihatçılar Yahudilere Arzı Mevud olarak Makedonya bölgesini önermişlerdi. 
Abd yeni başkanı Donald Trump her ne kadar fosil kaynaklı yakıtları desteklediğini belirtip Suudi Arabistan'ın desteğinide alsa ileride bu kaynak tamamiyle rafa kaldırılacaktır. Çünkü ultra küreselcilerin insan fıtratına müdahale projeleri için bir takım teknolojik projelerin hayata geçmesi şart fakat tabiki bu seçkinler Trump Kraliçe işbirliği ile tamamiyle tasfiye olmazlarsa. ( Bu çok düşük ihtimal olmakla birlikte bir süre evvel İngiliz Kraliyet Mekanizması da seçkin ailelerle çekişmeye girdi hatta bu sebeple Kraliçe koruması tarafından "yanlışlıkla" vuruldu) 

Şu unutulmamalıdır sınırların fiziksel büyümesi kof veya etkisiz bir büyüme olabilir bunun önüne geçebilmek için Türkiye'nin bu düzende kendi önceliklerini belirlemesi ve uygulamaya koyması önemlidir. Öyle ya da böyle Dünya'da bazı değişiklikler yaşanacak. Fransız İhtilalinin önüne kimse geçemedi. Özel olarak tasarlanan Birinci ve İkinci Dünya ile Soğuk Savaş engellenemedi. Yugoslavya parçalandı kimse engel olamadı. Irak, Libya, Afganistan düştü kurtarılamadı. 
Sınırlar değişecek, yeni yönetimler kurulacak bunu önceden okumak ve hazırlıklı olmak kaçınılmazdır. Türkiye bu değişimleri tek başına durduramayabilir fakat bu değişimde menfaati ölçeğinde söz ve pay sahibi olabilir. Bu model; Türkiye'nin piyon olması veya vahşi sömürgeci dünyaya adım atmasından ziyade varlığını olumlu seyirde devam ettirebilme isteği olarak tanımlanırsa rasyonel politik bir tavır sergilenmiş olunacaktır. Pekiyi ulus devlet modelini yaşatma gayreti içine giren Abd ve İngiltere ile ittifak halinde hiçin birtakım tasarılara meydan okunmasın? Gibi makul bir soru da sorulabilir. Abd ve İngiltere'nin yeni tavırları Dünya'da ulusal yapıları yaşatmaktan çok ülkeleri ve coğrafyalarındaki sermaye sistemini kendi ülkeleriyle sınırlı olarak daha etkin devlet gözetimine almaktır. Yoksa Abd ve İngiltere'nin bu yeni ulusal tutumları ile ultra kürselcilerin kozmik projeleri dışında bariz fark yok bunu Trump'ın Pyd'ye hayranlığını dile getirmesi ve İngiltere'nin Türkiye ve Irak'ta yeniden hakimiyet kurmak istemelerinden anlayabiliriz.

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2017/02/turkiyenin-jeopolitik-gelecegi-bolgesel.html


***

24 Ekim 2016 Pazartesi

ALMANYA PARLAMENTOSUNUN ERMENİ İDDİALARINI DESTEKLEYEN KARARINDAN SONRA



ALMANYA PARLAMENTOSUNUN ERMENİ İDDİALARINI DESTEKLEYEN KARARINDAN SONRA


ALMANYA PARLAMENTOSUNUN ERMENİ İDDİALARINI DESTEKLEYEN KARARINDAN SONRA AVRUPA'NIN GENEL VAZİYETİ NEDİR? VE TÜRKİYE'NİN STRATEJİK SEÇENEKLERİ NE OLMALIDIR?

ONUR DİKMECİ 
3 Haziran 2016 Cuma


Almanya Parlamentosunda Ermeni iddiaları ile alakalı tasarını 1 çekimser, 1 red oyuna karşılık diğer bütün parlamenterlerin onayıyla kabulü Türkiye'de büyük bir şok yarattı. Bu karardan sonra Berlin Büyükelçisi geri çekildi, karşı atak olarak Ayasofya'nın ibadete açılmasını talep eden sosyal medya kampanyaları oluşturuldu. Yüksek perdeden beyanatlar haklı bir kırgınlık ve kızgınlığı vurgulasada Almanya bağlamında Türkiye'nin uygulaması olumlu sonuçlar doğurabilecek stratejik hesaplarını incelemek yerinde olacaktır. 
Evvela Avrupa Birliği denilen mekanizmasının iktisadi bir teşekkülle filizlendiği ve bunun daha sonrasında çok boyutlu siyasi ve sosyal yapıya evrilmesi suretiyle hayata geçtiği unutulmamalıdır. Yani kuruluşunda ve hali hazırda güç dengesi olarak müstakil bir birliği yaşatmak isteyen yöneticiler bulunsada Avrupa Birliğinin tamamen otonom ve bağımsız olduğunu savunmak güçtür. Küresel para savaşları ve küresel hegemonya savaşları gibi kavramlar süper güç Abd ve karşıtlarını tanımlamaktadır. Buna göre küresel para savaşları ibaresinde doların karşısına bir birim, küresel hegemonik savaşta ise Abd'nin karşısına bir güç konulmak ve bu yönde bir tanımlama yapmak gereklidir. Buna göre doların alternatifi Euro, Abd'nin rakibi ise Ab olabilmiş midir? Avrupa Birliğinin lokomotifi Almanya'da yabancı üslerde 40 bin Birleşik Devletler askeri personeli bulunmaktadır. Bu bile Almanya'nın aslında ne denli bir kuşatma altında olduğunun göstergesidir. Yalta'da Stalin'e ''Amca'' diye hitap eden Roosvelt'ten itibaren sistem deşifre edilirse Soğuk Savaşın bir senaryo olması muhtemeldir. Buna göre bu senaryonun bir ayağıda Avrupa Birliği olabilir. Sistemi kuranlar ve kurgulayanlar bugün ortadan kaldırmaya ya da yeniden tasarlamaya niyetliyseler bunu bilmeli ve bu yönde hareket edilmelidir. Rusya'ya yaptırımları eleştiren Fransız şirket Total Ceo'sunun Rusya'da garip bir uçak kazasında öldürülmesinden beri Avrupa Birliği tam manasıyla krizi yaşamaya başladı. Caharlie Hebdo saldırısı ile saldırıyı izleyen günlerde İsviçre kronunun Euro karşısında yüzde 40 değer kazanması ve Euro bölgesinde 2 milyon insanın işsiz kalması yaklaşan felaketin habercisiydi. İktisadi bir birlikle doğan yapı, artık iktisadi savaşla vuruluyor ve dağılma süreci başlamış oluyordu. Yeni Papa seçilmeden evvel Papalık için adı geçen Ganalı siyahi Peter Turkson'un mülteciler meselesinde Avrupa'yı kınaması aslında Abd tezleriyle örtüşen bir programdı. Avrupa'nın en önemli ülkesi Fransa üzerinden oynanan oyunlar bunlarla elbette bitmedi. Fransa'ya Avrupa'nın hasta adamı lakabını takan spekülatör George Soros'un talimatıyla Franasız CGT sendikasını harekete geçiren Phillippe Martinez, aynı zamanda Avrupa'yı sarstı. Öyle ki gösteriler ve olaylar sırasındaki müdahaleler Avrupa Basınında ağır sansüre uğradı. Önümüzdeki günlerde Fransa'nın Afrika sömürgelerini ve bu sömürgelerden kazandığı yıllık 300 milyar Euro'yu kaybetme sorunu gündeme gelecek. Tabi bütün bunlar yaşanırken, Fiat'ı alarak dünya otomotiv devi olmak isterken Wolswagen üzerinden kulağı çekilen Almanya'da karışmaya devam edecektir. Öyle ki İngiltere'nin, Türkiye ancak 3000 yılında Ab üyesi olur beyanatı ve Alman parlamentosu oylaması ancak dağılmakta olan bir yapının Türkiye üzerinden birtakım odaklara açılmak istenmesinden başka bir şey değildir. Bu kısa kompozisyondan sonra Türkiye hangi stratejileri izleyebilir? ve hangi hususlarda zayıf yanları mevcuttur gibi önerilere değinelim;

1) Avrupa Birliği'nin zayıflaması ve dağılma süreci, Türkiye Avrupa ile ilişkilerini kesmelidir olarak yorumlanamaz. Türkiye Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu ülkesi olduğu kadar aynı zamanda Avrupa'nın bir parçasıdır ve böylede kalacaktır.

2) Avrupa Birliği hususunda şu anda Abd tezlerine yakın duran bir Türkiye vardır. Vize serbestisi söz konusu olsa bile bu mekanizmasının etkisizleşen etkinliği karşısında güvenlik politikalarından vaz geçmemiş ve mülteciler hususunda Abd tezlerine yakın olmuştur.

3)Türkiye'deki terör faaliyetleri ve bir takım tutuklamalara Avrupalı yöneticilerin müdahili son etki kalelerini kaybetmeme isteğini göstermektedir. Pyd logolu üniformalı Abd askerini dünyaya servis eden Fransa iken, Can Dündar'a yabancı Büyükelçi desteğinin fotoğrafını dünya kamuoyu ile paylaşan İngiliz Büyükelçisi idi. Avrupalı güçler, birtakım lobilere karşı ısrarla Türkiye ve Ortadoğu'da varlığını sürdürmek istemektedirler.

4) Alman parlamentosunun aniden bir tasarıyı oylaması ve kabulü yukarıdaki maddeleri desteklemektedir. 

5) Bu tasarıya karşı Ayasofya'nın ibadete açılması gibi bir önerme stratejik açıdan fevkalade yanlıştır. Bunun  nedenleri;
a) Avrupa'da ateizm yükseliyorsa bu karar Avrupa gençliğini ne oranda etkileyebilir?
b) Bu kararın manevi bir etkisinden başka ne gibi bir somut müeyyidesi mevcut olacaktır?
c) Doğu Roma İmparatorluğu Ortodokstur. İstanbul'un fethinden evvel kendi ritüllerine göre gerçekleştirdikleri ayin Vatikan'dan temel kopuş noktası olmuştur. Hal böyleyken bu karar Protestan Almanya ve Abd'den evvel Ortodoks Rusya ile gerilen ilişkileri daha da beter bir mahiyete sevk etmez mi?
d) Bir anda başlayan bu sosyal medya kampanyası asla bir devlet stratejisi olamaz, olmamalıdır.

6) Türkiye'nin yumuşak güç unsurlarının ne denli zayıf olduğu, Dünya'nın her yerinde bir Türk var ifadesinin aslında karşılıksızlığını, sayısal bir değerden ziyade niteliğe ve lobiye olan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır. Avrupa'daki Küçük Türkiye Almanya'da bile ezici bir çoğunlukla alınan karar Türklerin lobi çalışmalarında başarısızlığını birkez daha göstermiştir.

7) İttifaklığı savunduğumuz ve yararlı gördüğümüz İsrail Lobileri ile ilişkiler devam ettirilmelidir fakat bu asli çözüm değildir. Türkiye ülkelerde kendi lobilerini var etmelidir. Bunun  için ise şirketlerinin değeri yükselmeli, Ar Ge faaliyetleri artmalı yani geliri artan bir ülke hüviyetine kavuşmalıdır. Böylelikle Lobilerine ayıracağı pay artacaktır. Lobinin en önemli kaynaklarından biri finans olanaklarıdır.

8) Almanya'da ki oylama parlamento binası üzerinde Pyd ve Ermenistan Bayraklı kişileri bir arada ittifak halinde görmemize yeniden olanak vermiştir. Türkiye aleyhtarlığında bütün lobiler, örgütler ittifak halinde olduğundan Türkiye İleri/İleriden Savunma stratejisine ağırlık vermeli, sınır güvenliğini sınırlarının çok ötesinden başlatma prensibini devlet aklı olarak benimsemelidir.

9) Alman kararına karşı aynı oranda karşılık vermek Karşılıklılık ilkesi gereğidir. Fakat burada Ülkenin konumu önemlidir. Yani Türkiye, Yahudi soykırımını gündeme getirse bu isabetli bir strateji olur ancak işlevselliği meçhuldür. Kendi çalıp kendi söyleyen deyimindeki gibi, Türkiye'nin alacağı kararın yankıları cılız olursa bu konuda istenen gerçekleşmemiş olur. Ayrıca tarihi olaylar parlamentolardan ziyade tarihçilerin ve resmi arşivlerin konusudur. Ambargo seçeneği ise yine etkinlikten uzaktır. Sembolik olarak sembolik bir mahkemeden Alman yöneticiler hakkında bir karar çıkartılabilir. Uygulama sembolik olduğu için etkisi zayıf olsa bile prestij sarsılmayacaktır.

10) Türkiye'nin dış poltitkasında yeni dönem açıklamasını yapmasından hemen sonra Avrupa'nın art niyetli adımları yalnız bir Türkiye tasavvuruna yöneliktir. Bu suretle Türkiye mutlaka Nükleer enerji çalışmalarını başlatmalıdır. Caydırma stratejisi bakımından önemlidir.

11) Yumuşak Güç, Lobi, İstihbarat, hususları yeniden tasarlanmalı mutlak surette Din Ekonomi, Din Siyaset ve Din Sosyoloji çalışmalarına başlanmalıdır. 

Önümüzdeki günler daha pekçok tartışmaya sebebiyet verecektir. Küresel dünyanın seçkinleri ve Avrupalı seçkinler arasındaki çekişmede Türkiye yem olamamlıdır. Armageddon'a uygun olarak Rusya'nın artık Ortadoğu'nun bir parçası olduğu unutulmamalıdır. İttifaklar önemlidir fakat Ulusal Çıkarlar onunda ötesindedir. Bu bağlamda Hariciyecilerimiz, Devlet Adamlarımız, küresel figürlerimiz ve Ülkemizi zorlu bir süreç bekleyecektir.

Not1: Avrupa Şampiyonası Fransa'da yapılacak. Bu sürede Fransa'da terör olayları ve iç çatışmalar MUTLAKA yaşanacaktır.

Not2: Avrupa'da hem Müslüman hem Türk kökenli olduğu iddia edilen teröristler yem olarak kullanılacaktır.

Not3: Akdeniz Birliği gibi bir kavram sıkça işitilebilir.

Not4: Bugünki 200 devletli Dünya sisteminin bu yüzyıl sonunda 2000'e çıkması planlanmaktadır. Ortadoğu bölünürken bütün bir Avrupa hatta bütün bir Abd tahayyülü fazla ütopik olmaz mı?


http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2016/06/almanya-parlamentosunun-ermeni.html

..