Murat YÜMLÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat YÜMLÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2019 Çarşamba

Yüzellilikler Meselesi, BÖLÜM 2

Yüzellilikler Meselesi, BÖLÜM 2



“Batı Trakya nın merkezi Gümülcine.de konsolos bulunduğum sırada Gümülcine âdeta bir Yüzellilikler yuvası halinde idi. 
Burada Yüzelliliklerin yarısı demek olan yetmişbeşten fazlası bulunduğu gibi, bir sürü de politika firarisi ve Türkiye den göçmüş Rumlar vardı...”13 

Dinamo, 1938 yılında Londra Büyükelçisi olarak görev yapan, eski Paris Büyükelçisi, münfesih SCF Genel Başkanı Ali Fethi Okyar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Başbakan Celâl Bayar.ın hazır bulunduğu bir görüşme sırasında Cumhurreisi.nin konuya ilişkin değerlendirmelerine değinmiştir: 

Ulusal Kurtuluş Savaşı.nın başlangıçlarından başlayarak, kendisine, Kuvayı Milliye ye karşı, Cumhuriyet e karşı direnenlerden, bunu sindiremeyip dönerek 
sabotajlara girişenlerden, uzun boylu söz etti. Vaktiyle bu adamlar yeni doğmuş rejim için tehlikeli olabilirlerdi. Ancak, bugün Cumhuriyet, on beş yaşındaydı. 
Cumhuriyet adlı delikanlı, çocukluk çağını arkada bırakmış, düşünmek, acımak, sevecenlik boyutlarına ulaşmıştı. 

Bağışlayabilecek yaşa gelmişti. 

Şundan ki artık, vaktiyle kendisini bir leş gibi yere sermek isteyen zavallılardan çok daha güçlüydü. Artık, onlardan korkmuyordu. Onlar da bunca gurbet yıllarından sonra, düşünmeye fırsat bulmuş, uslanmış olabilirlerdi. 

Yurdun bu yanılmış çocuklarını bağışlamak zamanı gelmiş, geçmekteydi.14 

Yine Dinamo nun eserinde geçen, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ın, Başbakan Celâl Bayar a söylediği şu sözler de rejim yönetiminde, en azından 
Cumhuriyet in onuncu yılından başlayarak Cumhurreisi nin zihninde algı değişikliğinin meydana geldiğini göstermektedir: 

Bu Af isteği Atatürkün Üçüncü isteğidir. 

Birincisi, Cumhuriyetin Onuncu Yıl dönümündeydi. 

O zaman benimsenen Genel Afın kapsamına Yüz elliliklerin de alınmasının uygun olup olmayacağının sondajını yaptı. 
Ne var ki, Başbakanla İçişleri Bakanı, bu düşüncede değillerdi. Bir süre sonra da Hatay Davası utku ile sonuçlandığında yine özdeş isteği gösterdi. 
Sanıyorum, bunda, Refik Halid in15, kendisine verilen içli, güzel bir özlem yazısının büyük etkisi olmuştu. 

Ancak, bu kez de Hükümette bir kımıldama olmadı. Bu, Üçüncüdür.16 

Dinamo, listede yer alanlardan hayatta kalanların yararlanabileceği söz konusu af kanunu kapsamında Cumhurreisi Atatürk.ün görüşlerine “insancıllık” atfıyla 
yüksek bürokratik yapı içerisine de sirayet eden ve eski Başbakan İsmet İnönü, eski Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya gibi siyasi elitlere kullandığı “Yeni düzenci”lik mevhumunun muhalifine göre söylersek– “eski düzen”ciler atfıyla yaklaşmaktadır.17 

Dinamonun söz konusu yaklaşımı yine şu sözlerinden izlenebilmektedir: Oysa, hızlı bir tarih değişimi sırasında çok hızlı kararlar verildiğinden, duygular, antipatiler de çok rol oynadığından büyük haksızlıklar olmaktaydı. Olumlu değişimlerin başlangıcında büyük olumlu roller oynamış, sonra talihsizlikler in etkisiyle okkanın altına girmiş pek çok değerli kişi, bugün yaşlanmış, gurbet ellerde inleyip durmakta, tarihin bir ayak önce gelerek kendileri üstüne verilmiş 
korkunç yargılardan kendilerini kurtarmasını bekliyorlardı... 

Recep Peker kayası, af yolunun üzerinden epeyce önce itilip uzaklaştırıldıysa da partinin içinde onun izinde yürüyen bağnazlardan demetler kalmıştı. 
Dışarıdan affa uğrayarak geleceklerin büyük çapta kişiler olması, partide kökleşmiş küçük bürokratları kaygılandırmaktaydı. Hiçbiri, yerleştiği yeri onlardan birine kaptırmak istemiyordu. Kocaman kayalar gibi üstlerine üstlerine, yuvarlanıp gelecek olan bu eski günahkârları gönül rahatlığıyla benimsemek, 
olacak iş miydi?18 

Bu şekliyle kurumsallaşmış Cumhuriyet resmine yönelik değerlendirmelerde tek bir nedene indirgenmeksizin Atatürk.ün hastalığı döneminde takındığı kişisel tutum, bürokratik yapıdaki yaklaşım farklılıklarının yarattığı görece nötral görünümlü denge, Hatay Meselesi.ne yönelik Türk dış politikası19 ve iç politik yapıdaki tartışmaların20 yaslandığı konjonktürün olanakları ve listede yer alan kişilerin ailelerinin beklentileri şeklinde sayılabilecek pek çok nedenin bir arada bulunmasıyla, yurtdışına sürgün edilmiş, ardından da yurttaşlık haklarına son 
verilmiş kişilerin affedilmesini de kapsayan bir kanun çıkarılmıştır. Kanunun gerekçesinde yer alan şu sözler algılamanın yüksek siyasal elit tabakanın iktidar mevkiinde olanları açısından ağırlığı karşılamakta, af konjonktürüne ilişkin etkin bir tespiti ortaya koymaktadır: 

Düşmanın amaçlarına yardım edenlerin başında gelen Vahdettin.in siyaset ve 
yayın yardımcısı, daha birtakım bilmezler, mutsuzlar da vardı. Bunlardan içeride 
kalanlar, suçlarına göre cezalarını görmüşler, ulusal sınır dışında çıkarılanlardan yüz elli kişi de Lozan Antlaşmasından sonra ilan edilen Genel Aftan 
yararlandırılamamış Bunlar, yurt dışında yâd ellerde, suçlarının, yanılgılarının  suçlamalarını vicdanlarında taşıyarak, Türk Ulusu nun utkusunu, her alandaki 
ilerleyişiyle gelişmesini özlemce, utançla görerek acılı bir yaşam sürdürmektedir ler. Oysa bunların çocukları, akrabaları aramızda yaşamakta, yurtla, ulusla birlikte, ayrımsız olarak yurdun nimetlerinden yararlanmakta, külfetlerine katlanmaktadırlar. Ancak şu ayrımlardır ki bunlar(ın) sürekli olarak vicdanlarında şu ya da bu yakınlığı olmak lekesini taşımakta, utancını duymaktadırlar. 

Bu durumda bulunan yurttaşlarımız(ın), bunca ağır manevi acıdan kurtulması Cumhuriyet.in sevecenliğinden bekledikleri gibi, Kemalist rejimin on beş yıldan beri Genel Af dışında olarak yurtdışında kalan Yüz ellilikler üstüne acımasını esirgemesi için hiçbir engel ve sakınca kalmamıştır. Affolunup da içeriye girdikten sonra, Kemalist rejimin, Türk yasalarının her yurttaşa sağladığı özgürlükle rahat yaşamdan yararlanmaya, yalnız kendi direnciyle davranışları engel olacaktır...21 

Yüzelliliklerden bahsettikten sonra Mesud Fâni nin siyasal kariyerine yönelik 
araştırmalar sırasında adı geçen diğer iki yüzellilik portreye bakılabilir. İki isim de Milli Mücadele ye muhalefet ettikleri gerekçesiyle yurt dışına sürgün edilen ve sürgünden üç yıl sonra vatandaşlıktan çıkarılan isimler arasında yer almışlardır. Ali İlmi Fanî hakkında yukarıda anılan eserin dışında bağımsız her hangi bir esere rastlanmadığı belirtilebilir. Buna karşılık hakkında bilgi edinilebilecek akademik çalışmaların mevcudiyetinden bahsetmek anlamlı 
olacaktır. Milli Mücadele döneminde İtilaf Devletleri ya da İstanbul Hükümeti taraftarlığı çerçevesindeki gazetelere yönelik pek çok çalışmada da Ali İlmi Fanî.nin adına rastlamak mümkündür. Ali İlmi Fanî, bu dönemde Adana.da yayımlanan Ferdâ gazetesini çıkarmış ve gazetenin başyazarlığını yapmıştır22. Ali İlmi Fanî.nin Türkiye.de siyasî ve edebî yazındaki yeri açısından değinilen bir dönem de sürgün yıllarında bulunduğu Antakya.da, bölgenin en önemli eğitim ve kültür kurumlarından birisi olarak anılan Antakya Lisesi.ndeki öğretmenlik 
dönemidir. Ali İlmî bu dönemde Antakya Lisesi.nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. 23 

Buna karşılık Rıza Tevfik.in eserleri dışında, hakkında yazılmış eserler de mevcuttur.24 

Burada sadece Rıza Tevfikin yüzellilikler listesinde yer almasına odaklanarak siyasi kariyerine atfen kaleme alınmış bir tez çalışmasına ve Tevfik hakkındaki bir makaleye değinilmemesiyle yetinilecektir. “Milli Mücadele.de Yüzellilik Olayı ve Rıza Tevfik Bölükbaşı”25 
başlığını taşıyan yüksek lisans tez çalışması yüzellilik bir siyasal portre olarak Rıza Tevfik Bölükbaşı.nın kariyerine dair notlar düşülmesi açısından önem taşıyan bir çalışma niteliğindedir. Çalışma, her ne kadar bir “iç düşman” kategorizasyonuna dair göndermeler içerse de, Bölükbaşı.nın sürgün ve vatandaşlıktan çıkarıldığı dönemlerdeki siyasal ve sosyal hayatına yönelik ayrıntılar içermesiyle dikkat çekmektedir. Yine bu konuda Syed Tanwir 
Wasti.nin makalesi de Rıza Tevfik in, eski kullanıma istinaden makale adında da yer verildiği şekilde Feylesof Rıza.nın entelektüel ve siyasal kimliği dolayımında seyreden serüvenine dair notlar içermektedir.26 

3. Mesud Fâni ve Risalesini Hatırlamak 

Yüzellilikler meselesi kapsamında sunulan bilgilerden sonra yüz ellilik portreler içerisinde yer alan Mesud Fani.nin bir risalesine bakılabilir. 
Risale, Atatürk’ün Hayat Felsefesi adıyla 1938 yılında yayımlanmıştır.27  
Aşağıda kapsamlı şekilde yer verildiği için burada detaylandırılmayan, tarih yazımı açısından önem taşıyan nokta tarih çalışmalarında geçerli olduğu üzere eserin tarihsel bağlamının belirleyiciliğine göre düşünülmesi gerekliliği 
yönündedir. Söz konusu noktanın atlanmaması tarihyazımının ve eserin kritiği açısından anlamlı olacaktır. Bu yönüyle risale esasında bir samimiyet ve rüşd ispatı görüntüsüyle dolayısıyla tek parti iktidarı yönetici odakları nezdinde geçerliliğini koruyan şüphelilik kimliğinden arınabilmek için hazırlanmış olduğu görüntüsü yaratan yönüyle salt bir biyografik analiz açısından değil, aynı zamanda yakın siyasi tarih literatüründe 150 likler şeklinde anılan muhalif siyasi mültecilerin içinde yer aldıkları geniş çerçevenin bir kısmıyla  değerlendirile bilecek bir siyasi sadakat söylem ve pratiğinin somutlaşması açısından da önem 
taşımaktadır. 

Burada Mesud Fâni.nin kim olduğunu hatırlamak anlamlı olacaktır. Fakat öncelikle, şüphelilik kısmına dair bir not düşülebilir. Mesud Fâni, yukarıda anılan ve Fransa.da Sorbonne Üniversitesi nde hazırladığı Kürtlerin kökeni, tarihi, sosyolojisi alanlarına yönelik çalışması için Türkiye nin arşivlerinden kaynaklar kullanmak gayesiyle 1932 yılında Paris Büyükelçiliği ne başvurmuş ve elçilik aracılığıyla Dahiliye Vekaleti.ne kaynak sorulmuştur. 

Bu şüphelilik durumunu somutlayacak şekilde Dahiliye Vekaleti.nce yüzellilikler listesinde yer alan bir sürgünün “şayet istiyorsa kendi teşebbüsleriyle memleket hainlerine karşılık verebileceği”28 şeklinde yanıt verilmiş ve kurumlar arasındaki yazışmada da Kürtçülük cereyanının mevcut olmadığına ancak uyandırılmaya çalışıldığına dair satırlar yer almıştır: 

Türkiye Cumhuriyeti hâkimiyeti altında bulunan topraklarda bir Kürtçülük sorunu ve Kürtçülük davası olmadığını, Türk ulusal sınırı dışında Türk vatandaşı ile 
ilgisi olmayan bazı serserilerin düşmanlardan sağladıkları para karşılığında onlara hizmet ettiğini ve bu amaçla Kürtçülük cereyanı uyandırmak istediklerini, 
Bedirhanilerin Ermeni Taşnaksutyun Komitelerinin düzenlemesi ile ortaya çıkardıkları Hoybun Cemiyeti.nin de bu kabilden olduğunu...29 

Olaydan bir yıl sonra, Fâni.nin “memleket lehine çalışmak” üzere Antakya.ya giderek yayıncılık yapmak yönündeki talebini de karşılanmamıştır. 
Bu konuda Fâninin Türkiyenin Paris Büyükelçisi.ne yazdığı mektup da Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi.nde yer almaktadır. 
Fâni, mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır: 
“Ben milletimin aza kabul etmez bir kuluyum ve onun şan ve şerefi için değil sade kalemimle, fakat bütün varlığımla çalışmayı canıma minnet bilirim ve bugünki rejim ki bence Türkiye.yi kurtaran ve Türk milletini layik olduğu mevkia çıkaracak olan yegâne bir çaredir, onu müdafa etmekle derin bir zevk duymuş olacağım. 

Bu arzumu bir gün mevkiifale koyabilirsem ne mutlu. 
Şimdilik Allaha ısmarladık muhterem Beyefendimiz. 
Mesut Fâni (İmza)”30 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Yüzellilikler Meselesi, BÖLÜM 1

Yüzellilikler Meselesi, BÖLÜM 1




Mesud Fani ve Risalesi Üzerine Bir İnceleme 
Murat YÜMLÜ.1 


Özet., 

Bu Makalede TBMM kararı doğrultusunda ülke dışına sürgün edilen ve birkaç yıl sonra vatandaşlıktan çıkarılan Milli Mücadele karşıtı ve/veya İtilaf Devletleri yanlısı kişilerin odağında yer aldığı Yüzellilikler Meselesi, yine bu kategoride yer alan Mesud Fâni’nin (Bilgili) hayatı ve kaleme aldığı bir broşürün incelenmesi 
amaçlanmıştır. 
Yüzellilikler konusu Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş yılları açısından önem taşıyan konular arasındadır. Lozan’da, af kanunu kapsamı dışında bırakılacak kişiler için belirlenen yüz elli kişilik kontenjana göre 1924 yılında bir kanun çıkarılmıştır. Mesud Fani de çıkarılan bu listede yer almıştır. Çıkarılan kanunla bu kişilerin önemli bir bölümü yurtdışına sürgün edilmişlerdir. Söz konusu sürgün yılları boyunca yüksek tahsil gören, doktora çalışmaları yürüten ve Antakya’da öğretmen olarak çalışan Fani’nin hayatı bahsedilen öykülerden ilginç bir tanesi olarak yansımaktadır. 

1. Giriş 

Aradan bir iki yıl kadar geçti sanırım. Öncelikle risaleyi okumuş, daha sonra risale yazarı hakkında birkaç kütüphanede araştırma yapmış, sonuçta yazarın, aynı zamanda doktora tezi olarak hazırladığı ve sonradan yayımlanan, okurunda belirgin bir gariplik ve manipülasyon2 izlenimi bırakan bir eseriyle kardeşi Ali İlmi Beyin mektuplarından oluşan bir başka eseri bulabilmiş, okuyabilmiştim. 

Bu eserler, yazarın, makaleye konu olan risalesinin giriş kısmında “muharririn 
basılmış eseri” şeklinde anılan “La Nation Kurde Et Son Evolution Sociale” başlıklı, daha sonra genişçe bir bölümü “Paris Üniversitesi Hukuk Doktoru, Osmaniye (Cebel-i Bereket) Eski Mutasarrıfı Mesud Fâni (Bilgili)'ye göre Kürtler ve Sosyal Gelişimleri” adıyla Türkçe.ye de çevrilmiş bulunan eseriyle, Abdullah Uçman ve Handan İncinin yayına hazırladıkları “Bir 150.liğin Mektupları: Ali İlmi Fanî Rıza Tevfik e Mektuplar”3 başlıklı eserlerdi. Eserlerin ikincisi, Ali İlmi Fanî nin Rıza Tevfik e (Bölükbaşı) yazılmış mektupları yanı sıra birkaç tane Mesud Fâni mektubunu da ihtiva etmesi, Hatay Meselesinin gelişim sürecine ilişkin ayrıntıları yakalayabilmek açısından önem taşıyordu. 

Burada ana eksen akışına bağlı olarak yüz ellilikler meselesinden bahsedilip, yüz 
ellilikler arasında yer alan yukarıda anılmış iki isme kısa bir bölümde yer verilecektir. Bu bölümün ardından Mesud Fâni nin, sürgün ve yurttaşlık haklarından mahrumiyet dönemi ve makale konuları arasında yer alan broşürün tarihsel bağlamdaki olgusal anlamı araştırılacaktır. 

2. Yüzellilikler Meselesini Hatırlamak 

Yüzellilikler meselesi Türkiyenin yakın dönem tarihine, araştırmalar sırasında sıklıkla karşılaşılan fakat üzerinde çok çalışılmamış bir konu olarak yansır. Milli Mücadele döneminde İtilaf Devletleri ve İstanbul Hükümeti yanlısı, çok farklı meslek gruplarından geniş bir zümrede, Lozan Barış Konferansı sırasında müzakere edilen ve Barış Antlaşması sonucunda genel bir Af Kanunu kapsamı dışında tutularak tespit edilmesi kararlaştırılan 150 kişilik liste içerisinde yer alanlar “Yüzellilikler” olarak adlandırılmışlardır. Bu konuda asgari ölçekte de 
olsa geçerlilik taşıyabileceği düşünülebilecek tanımlardan bir tanesine bu sırada yer verilebilir. 

Yerleşik tanımlama düzeyine içkin olduğu üzere söz konusu tanımda da teleolojik bir bakışın izlerine rastlamak mümkündür: 

Bağımsızlık Savaşı sırasında hareketi destekleyecekleri yerde baltalayanların sayısı pek fazla olmuştur. 
Ancak bunlardan bir kısmı gezici İstiklal Mahkemelerinde yargılanmış ve cezaları hemen uygulanmıştır. Bir kısmı ise hareketlerini Cumhuriyet ilan edildikten sonra da sürdürmüşlerdir. Büyük Millet Meclisinin 1.6.1924 tarihinde aldığı bir kararla sayıları 150 yi bulan bu kişilerin yurt dışına çıkarılmaları kabul edilmiştir. Bunlar Padişahın yakınları, Kuvayi İnzibatiye ye dâhil olanlar, Sevr Antlaşmasını imzalayanlar, Çerkez Ethemin isyanına katılanlar, Kurtuluş Savaşının aleyhinde yazı yazan gazeteciler, polisler, mülki ve askeri 
liderler ve çeşitli meslek gruplarından meydana gelmiştir. Ancak daha sonra çıkarılan bir kanunla bunların suçları bağışlanmış, Padişah ve ailesi dışındakilerin yurda dönmeleri sağlanmıştır.4 

 Yukarıdaki tanım örneği ardından bu konudaki çeşitli eserlerin sayılması yararlı 
olacaktır. Cemal Kutay, Kamil Erdeha ve İlhami Soysal ın eserleriyle 5 Sedat Bingöl, Şaduman Halıcı ve Mehmet Noyan.ın lisansüstü tez çalışmaları 6 bu alandaki başlıca eserler arasındadır. 

Yüzellilikler konusu literatürde çoğunlukla “ İhanet” 7 karakterizasyonu ve tasvirine göre anlatılan bir konu olduğu için tarihsel anlatının öznellik damarının daha ağır şekilde hissedildiği bir konu olarak değerlendirilebilir. Nitekim çalışmaya sinme dereceleri değişkenlik göstermekle birlikte pek çok çalışmada, bu tarz göndermelerin dikkat çektiği görülmektedir. Buna karşılık bütün çalışmalarda meselenin tarihsel gelişimine ışık tutacak bir perspektif az çok işlerlik göstermektedir, ki bu sayede Yüzellilikler meselesinin doğuşu, gelişimi ve afla birlikte çözümlenişine dair notlar düşülebilmektedir. 

Belirtildiği üzere yüzelli kişilik kontenjan Lozan Barış Konferansında kararlaştırılan ve savaş dönemlerini müteakiben hazırlanan af kanununun bagajında yer almak üzere kararlaştırılmış ve kanunun dışında kalacak kişiler için liste hazırlanması öngörülmüştür. 
Erdeha nın belirttiği şekliyle söyleyecek olursak suçun maddi olguları “iç ayaklanmalar çıkartılması, Kuvay-ı İnzibatiyenin kurulması, Sevr Antlaşmasının kabul ve imzalanması, Çerkez Ethem ayaklanması, İzmir.de Çerkez Kongresi.nin toplanması” şeklinde belirmiş ve suça dair söz konusu maddi olguların ortak paydasını “Büyük Millet Meclisi.nin otoritesini tanımamak, bu otoriye karşı gelmek”8 oluşturmuştur. Sonuçta Milli Mücadele dönemini müteakiben Hicrî 16.4.1340 (1924) tarihinde yapılan gizli Meclis oturumlarında ele alınan 
konu çerçevesinde yüzelli kişilik sürgün listesine karar verilmiştir. Sürgün listesinin belirlenmesi konusundaki tartışmalar başta gelmek üzere, listenin gittikçe daraltılması ve subjektif suç unsurları arasında hangi suç unsurlarının ve faillerin seçileceğine yönelik tartışmaların seyri konuyla ilgili eserlerde geniş bir kapsamda işlenmiştir. Sürgün kararından üç yıl sonra 1927 yılında yapılan kanun düzenlemesiyle esas olarak “yurttaşlık” hakkından mahrumiyetin muğlaklığına dayalı hak taleplerinin ve tartışmaların önüne geçilmesi gerekçesiyle yüzelli kişilik listede yer alanlar vatandaşlıktan çıkarılmışlardır.9 

Sürgün ve vatandaşlıktan çıkarılma dönemi sonrasında listede yer alan yüzelli kişinin öykülerinin ayrı ayrı değerlendirilmesine gerek bulunduğu açıktır. 

Pek çok çalışmaya da içkin olduğu şekliyle bu konu geri planda bırakılan bir konudur. 

Her ne kadar yüzellilik kategorisini baskılı bir ihanet tasviri çerçevesinde sunan ifadelerle yüklü görünse de, Noyan ın lisansüstü tez çalışmasında belirttiği şekliyle “yüzellilikler listesine alınmış her kişinin birey olarak kendine göre bu süreç içerisinde yaşamış olduğu”10 olaylardan bahsetmek olanağı da 
bulunmakta dır. 
Bu bakımdan meselenin salt TBMM otoritesinin bakış açısına göre,   ihanet  kategorizasyonu çerçevesinde ele alınmayacağı bir anlatının zenginleştirilmesi ihtiyacı doğmaktadır. 

Nitekim, aynı anlatım tarzının belirli içsel tartışmalar ekseninde yürümekle birlikte yüzelli kişilik listede yer alanlardan hayatta kalanların yararlanabileceği nin düşünüldüğü ikinci bir af kanunuyla dolayısıyla Lozan Barış Antlaşması çerçevesinde düşünülen af kanunu kapsamı dışında bırakılan, yurtdışına sürgün edilen ve sürgün sürecini müteakiben ortaya çıkan yurttaşlık hakkından yararlanma konusundaki belirsizlikleri aşmak gerekçesine dayandırılan 
metindeki listede yer alan sürgün edilmiş ilgili kişilerin vatandaşlığa geri dönebilmelerine imkan sağlaması düşünülen af kanunu sırasında da konuşulduğu görülmektedir. 

Bu af kanunu Cumhuriyein ilanınından yaklaşık on beş sene sonra, “Heyet–i Mahsusa ve İstiklâl Mahkemeleri tarafından verilen kararları” da kapsayacak şekilde 29 Haziran 1938 tarihinde yasalaşmıştır.11 Bu kanunun yasalaşma sürecinde bürokratik yapı içerisinde af mevzusuna olumlu, ılımlı yaklaşanlarla olumsuz yaklaşanlar arasındaki tarz farklılıkları Hasan İzzettin Dinamo.nun eserinde kapsamlı şekilde işlenmiştir.12 Dinamo.nun eserinde de görüleceği üzere yüzellilikler konusundaki algının salt bir ihanet kategorizasyonu içerisinde görülmeyebileceği, değerlendirmenin konjonktüre göre anlam yükleneceği tarihsel olgunun bağlamla beraber anlam kazanması açısından açıklık kazanmaktadır. 

1930 lu yılların sonlarında kurumsallaşmış bir Cumhuriyet resmine, dış politikada önem kazanan Hatay Meselesi.nin çözümüne ilişkin bir kamuoyu desteği yaratmak üzere alt yapı sağlayabilecek ve beklenti içerisinde oldukları anlaşılan, Fransız manda rejimi içerisinde yer alan özerk Sancak.ta yoğunlaşmış Yüzellilik portrelere yönelik bir okuma algıda, belirli ölçüde de olsa, bir değişikliğin meydana geldiğini göstermektedir. Fakat bu noktada Antakya da yoğunlaşmanın yüzelliliklere yönelik af tartışmalarının gündeme gelmesiyle Hatay meselesi arasında açıklayıcılığı yüksek bir determinizm kurulması açısından yeterli gelemeyebileceği eklenebilir. Bu bakımdan sebepleri açıklamak yararlı olabilir. Bu konuda Erdeha.nın kitabında geçen küçük bir örnek hatırlanabilir. Cumhuriyet.in erken döneminde Gümülcine de konsolos ve sonra Dışişleri Bakanlığı.nda İstihbarat Genel Müdürü ve IX. Dönem Samsun milletvekili olarak görev yapan Firuz Kesim.den alıntılanan şu sözler dikkate 
değerdir: 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***