Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

Atatürk ve Türk Milliyetçiliği




Atatürk ve Türk Milliyetçiliği

Yazar: Muzaffer Özdağ

Atatürk ve Türk Milliyetçiliği adlı bu derlemede yer alan yazılara akademik yönüyle baktığımızda Atatürk ve Türk milliyetçiliği, jeopolitik ve kültür tarihinin kesişme alanı olarak Muzaffer Özdağ'ın kaleminden anlam buluyor. Özdağ'da Türk milliyetçiliğinin tarih ve coğrafya temellerine yapılan vurgu 1923 ile başlayan tarihi önemli bir atılım olarak kabul etmekle beraber Osmanlı / Türk tarihini bir devamlılık olarak görmektedir. Özdağ, Türk milliyetçiliğinin bütün mirasına sahip çıkmaktadır.



http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



..

Türk Aleviliğinin Yükselişi




Türk Aleviliğinin Yükselişi

Yazar: Muzaffer Özdağ


Sayın Özdağ'ın, " Türk Aleviliği " olarak belirlediği kbu incelemesinde, Sünni kültür kodu ile Alevi kültür kodunun harikulade bir açılımına tanık olmaktayız. Türk insanına, İslama ve islami olan her şeye kalbi bağlılığı, hatta tutkusu olan Sayın Özdağ'ın bu araştırması, tarihi çatışma yoğunluk alanlarına yorumcu bir felsefeyle aydınlatarak bizleri güvenilir sonuçlara alıştırmakta dır. 

http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



..

Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği




Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği

Yazar: Muzaffer Özdağ


Jeopolitik bir bilim midir yoksa bir ideoloji mi? Jeopolitiğe dayanmayan strateji üretibilir mi? Jeopolitik, devletlerin kararlarını ne ölçüde şekillendirir? Tarih-jeopolitik bağlantısı nasıl şekillenir?

Bu ve bunun gibi birçok soruya Sayın Muzaffer Özdağ’ın bu kitabında cevap buluyorsunuz. İki kutupla dünya düzenini çöküşünden bugüne gerçekleşen jeopolitik gelişmelerin Avrasya ekseni ve bu eksenin önemli bir parçası olan Türk dünyasının yansımalarına bir asker-devletadamı ve jepolitisyen tarafından yorumlanması Türk yazınında ne yazık ki pek karşımıza çıkmıyor.
Bu çalışma bu önemli boşluğu doldurmak doğrultusunda atılmış büyük bir adım.
(Arka Kapak)







http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2013/06/26/7083/turkiye-ve-turk-dunyasi-jeopolitigi

..

Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş





Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş


Yazar: Muzaffer Özdağ

Muzaffer Özdoğan'ın ''Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş'' adlı makale derlemesi, sorunu teknik boyutuyla algılamaya çalışan yazılardan oluşuyor. Özdağ'ın Türkiye'de psikolojik savaşın ''dış düşmanlar'' odaklı yorumunun dışında strateji ilminin gereklerine öncelik vermesi stratejist kimliğinden kaynaklanmaktadır.
Uluslararası ilişkilerin ulus devletlerin rekabet alanı olduğu düşünüldüğünde ulus devletlerin informel olarak birbirlerini istikrarsızlaştırma yollarına yöneldikleri olgusunun uluslararası ilişkilerin değişmez gerçeği olduğu ileri sürülebilir. Ancak burada belirleyici olan adı geçen ulus devletin hem kendisinin hem komşularının iç yapılarının demokratik düzeyi, ekonomik gelişmişlik derecesi, tarihsel husumetler, sınır sorunları, Türkiye örneğinde olduğu gibi coğrafi konumu önem arz etmektedir.
Özdağ, Türkiye'nin örtülü istila ve psikolojik savaşla karşı karşıya olduğunu ileri sürmekte, bu durumun nedeni Türkiye'nin özgünlüğü ile açıklanmaktadır.



http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


....

Türklük ve İslamiyet




Türklük ve İslamiyet

Yazar: Muzaffer Özdağ




http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır





Meşruiyetçi İhtilalci




Meşruiyetçi İhtilalci



Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA

Bu makale Adnan Öksüz tarafından Aksiyon Dergisi'nin 384. Sayısı için kalame alınmıştır. 
27 Mayıs İhtilali’nin görkemli albaylarından Muzaffer Özdağ’ın hayatındaki ince çizgiler öldükten sonra ortaya çıkmaya başladı. Azerbaycanlı askeri öğrencilerin Türkiye’de eğitilmesine ilk Özdağ’ın önayak olması gibi birçok noktalar yeni yeni ortaya çıkıyor. Ünlü yazar Ergun Göze ise Özdağ’la ilgili ilginç bir nitelemede bulunuyor:  Meşruiyetçi ihtilalci 
“ 1992 yılıydı. Dönemin Azerbaycan Milli Savunma Bakanı Rahim Gazi’nin makamına çıktım. Azerbaycanlı askeri öğrencilerin Türkiye’de eğitilmesi için bakandan istekte bulundum. Etraflıca oturup konuştuk. Sonunda bakan bunun çok iyi bir fikir olacağını ancak Ruslar’ın buna izin vermeyeceğini söyledi bana. Ben bu noktada pes etmedim, mücadelemi sürdürdüm, bu konuda Türkiye’den bir saygın insan bana yardımcı oldu ve o dönem Haydar Aliyev’in de destekleriyle ilk etapta 75 öğrenci askeri eğitim almaları için Türkiye’ye getirildi. . ”



Henüz askerken köyleri dolaşırdı

Bu sözler Azerbaycanlı akademisyen Doç. Dr. Eflatun Neimetzade’ye ait. Neimatzade’nin ‘Türkiye’de saygın bir kişi’ diye ifade ettiği kişi ise geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden ve sessiz sedasız toprağa verilen, 27 Mayıs’ın kudretli albaylarından Muzaffer Özdağ’dan başkası değildi. 1933 Nisan’ında Kayseri Pınarbaşı’nda Abdülkerim-Nuriye hanım çiftinin yedi çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya gelen Muzaffer Özdağ’ın hayat serüveni başarılarla doludur esasen. Okula başlamadan okuma yazmasını öğrenir, altı yaşında okula yazılır, küçük Muzaffer. 1947’li yıllara gelinip 14 yaşına bastığında kararını vermiştir; askeri okula gidecektir. 1950’de Kuleli Askeri Lisesini, 1952’de Kara Harp Okulunu, 1953–54 yıllarında Meslek Hazırlama sınıfını ve Piyade Okulunu birincilikle bitirir. 1956 yılında Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olur. Askeri okul serüveninde bir ilki de gerçekleştirir Özdağ; kıta hizmetinde yoğun bir savaş eğitimi sürdürürken ordu kurumu ve silahlı kuvvetlerin modernizasyonu üzerinde de çalışan Muzaffer Özdağ Kara Harp Akademisinden 1960 yılı Mayıs’ında Cumhuriyet döneminin en genç kurmay subayı olarak mezun olur. Bu arada yöneticilik vasfı da dikkat çeker. İşte bu yüzdendir ki, 1950’de Harp Okulu 1. Tabur 1. Bölüğü’ne kaydolduğunda, bölük komutanı Osman Fazıl Polat kendisini bölük başçavuşluğuyla görevlendirir. Bu görev, önemli bir görevdir ve Özdağ bunu başarıyla yürütür. Çünkü bölükte bulunanların bitmek tükenmek bilmeyen istekleri bir yanda, komutan Polat’ın talepleri öbür taraftadır. İşte bu mekik diplomasisini kimseyi kırmadan, incitmeden sürdürür Muzaffer Özdağ. Bu özelliğinin sonucunu da alır; sınıfta sık sık yapılan ‘anket’ sonuçlarından ‘en çok sevilen kişi’ olarak çıkar. Özdağ’ın bir başka özelliği de yine bu yıllarda ortaya çıkar. Bekar subaylar normal olarak kurmaylık yolunda ders kitaplarına sarılırken Özdağ, ders kitaplarının dışında genel kültür kitapları da okuyarak kendisini başka açılardan da geliştirir. Bu yıllar Özdağ’ın asker kimliğinin/kişiliğinin dışında arayışlarda olduğu yıllardır. Piyade okulunda iken çevre köylerdeki gezintileri ve temasları, köylülerle konuşmalar, dertleşmeler işte bu özelliğinin bir sonucu olarak kendisini gösterir.

Karşı darbe

Ve 27 Mayıs İhtilali’nin içinde bulur kendisini. 1960 müdahalesinin planlama ve icrasında ön safta yer alır. Geçici olarak TBMM görevini yüklenen MBK (Milli Birlik Komitesi) için geçici anayasa ve iç tüzüğü hazırlar. MBK Başkanlık divanı üyesi ve basın sözcüsü olarak görevlendirilir. Fakat işler istediği gibi gitmez. Bir zamanlar ‘ak devrim’ olarak nitelediği 27 Mayıs İhtilalini yapanların büyük kısmı arzuladığı çizgiden çıkmışlardır, kendisine göre. ‘Milli Birlik Komitesinin partiler üstü tarafsız ve inkılapçı bir çizgiden ayrılmaması görüşünü savunduğu için’ 13 Kasım 1960’ta gerçekleşen bir karşı darbeden sonra Japonya’da Türkiye Büyükelçiliği nezdine hükümet müşaviri unvanı ile yurtdışına gönderilir.




Türkeş’le birlikte..

Yurtdışına gönderilenler arasında 27 Mayıs’ın güçlü albayı Alparslan Türkeş de vardır. Fakat Özdağ, hayal kırıklıklarıyla gittiği Japonya’da da boş durmaz. 1961–62 yıllarında Japon modernizasyonunu inceler. Türkiye için modern milliyetçi/inkılapçı bir siyasi parti programı hazırlar. 1963 yılında Türkiye’ye döndüğünde ise Özdağ ve arkadaşları –daha sonra fikir ayrılığına düştükleri– Türkeş’in yanındadır artık. Merhum Osman Bölükbaşı’nın lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde siyaset yapmaya başlar ve 1965 yılında yapılan seçimde Afyon Milletvekili olarak parlamentoya girer. Muzaffer Özdağ, TBMM’nde yaptığı konuşmalarla bütün partilere gençliğin sürüklendiği ideolojik buhran, örtülü saldırı ve bölücü ihanet tehdidi konusunda uyarılar yapar. Partiler arası iktidar mücadelesinin hizmet yarışı olmaktan çıkarak cepheleşmeye yöneldiğini görünce de bir sonraki seçimlere katılmaz, politikadan çekilmeye karar verir. Serbest avukat olarak çalışmaya başlar. Türkiye ve Türk dünyası jeopolitiği ile ve Türk kültürü ile ilgili ilmi çalışmalara yönelir. Bu çerçevede 1990’lı yıllarda bağımsızlıklarını kazanan Türk cumhuriyetleriyle ağırlıklı olarak ilgilenir. Türk–Azerbaycan Dostluk Derneği’nde görev üstlenir.

Think–thank gibi çalıştı

Muzaffer Özdağ aktif politikadan çekildikten ölümüne kadar adeta bir think–thank kuruluşu gibi çalıştı. Özellikle mesaisinin büyük bölümünü sarfettiği Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle son derece ilgiliydi. Bu ülkelere yönelik bir hizmetin aksaması halinde Özdağ bulunur ve o da hemen duruma ‘el’ koyardı. Bu ülkelerde okutulmak üzere Türk Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan kitaplar bir süre ortada görünmeyince Özdağ’ın müdahalesi sonucu kitapların bakanlık bodrumlarında çürümeye terkedildiği anlaşılmış ve bu kitaplar hemen yerlerine gönderilmişlerdi. Ancak Özdağ, Türk işadamlarının, Türk cumhuriyetlerine yönelik gerekli hassasiyeti göstermediğine inananlardandı. “Keşke bu ülkeler bağımsızlıklarını kazandıktan sonra hazırlıksız, plansız, programsız olarak işadamlarımız bu ülkelere turist gibi gitmeselerdi. Çünkü orada yaşayan insanlar için biz büyük bir hülya idik. Bizim bu durumumuzu gördüler ve o hülyaları, rüyaları yıkıldı, sona erdi” değerlendirmeleri kendisine aitti.





Yakın arkadaşları

Bugün Muzaffer Özdağ’ın oğlu ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı olan Prof. Ümit Özdağ, babasının anılarını yaşatmak için büyük çaba harcıyor. Yakın arkadaşları da.. “Cephe arkadaşımdı benim, hukuk cephesinden. İstanbul Barosu’nu Tercüman’da eleştirdiğim için Baro beni mahkemeye vermişti. Kendimi savunmak için Tercüman’ın avukatlarını istemedim. Aklıma Özdağ geldi. Kemal Ilıcak’a ‘Ben Göze’nin avukatlığını alırım, Tercüman’ın değil’ dediğini çok iyi hatırlıyorum. Özdağ mahkemede beni savunmaya başlayınca karşı tarafın avukatlarını görecektiniz, perişan oldular” cümleleri yazar Ergun Göze’ye ait. Göze’nin, Özdağ’la ilgili bir tesbiti çok ilginç; ‘meşruiyetçi ihtilalci’. Ve bir şairin sözlerini, yakın ahbabının ölümünün ardından şöyle kullanıyordu; ‘Evvel giden ahbaba, selam olsun erenler’...

Özdağ, son zamanlarda yazdığı şiirlerini küçük kitapçıklar halinde bastırıp dağıtırdı. İşte bu kitapçıklardan birinde yeralan bir şiiri;

Genel durum

Acuna hükmeden güç çoktan beri Batıdır,
Mağlubuna tutumu Roma’dan da katıdır.
Batının galebesi zulmün saltanatıdır.
Yunus meşrep Türk için Ademoğlu kutludur.
Batının nizamında evrensellik arama!
Onda insanlık hissi özüyle hudutludur
Kan içmeye doymayan çılgın Ermeni gibi,
Bulgar, Yunan, Sırp, Hırvat kanımıza susuzdur.
Dökülen Türk kanıysa Avrupa kaygusuzdur.
Dünya halen pek elim bir durum içindedir.
Uygarlıklar özünde kokuşmuş biçimdedir.
Sistem kamikazeyi bünyesinde taşıyor.
Her tarafta kıyamet virüsü kaynaşıyor.
Uygarlık uygarlığın mezarını eşiyor

13.04.2002
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..

Rahmetli Muzaffer Özdağla İlgili İki Hatıra




Rahmetli Muzaffer Özdağla İlgili İki Hatıra



Yazar: Muzaffer Özdağ


Bu makale Yrd. Do. Dr. Nazım Muradov tarafından kaleme alınmıştır.
Yanlış hatırlamıyorsam 1992 yılı idi. O zamanlarda Mehmet Emin Resulzade’nin adını taşıyan Bakü Devlet Üniversitesi’nin öğrencisiydik. 1980’lerin ikinci yarısında başlayan Azerbaycan Halk Harekâtı’nı yakından takip ediyorduk.

Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesinde yer alan teşkilatların lokomotifliğini Azerbaycan Halk Cebhesi üstlenmiş, 1990 yılının parlamento seçimlerinde sayıca az bile olsa (yanlış hatırlamıyorsam 25 kişilik bir milletvekili heyeti) etkili bir grupla temsil edilmişti. ‘Demblok’ olarak bilinen bu grubun üyeleri, Milli Meclis’in toplantı salonundaki dördüncü (4 sayılı) mikrofonu kullandıkları için, meclis toplantılarını televizyondan takip eden halk hep Dördüncü Mikrofon’un konuşmalarını bekliyordu.




Artık SSCB çökmüş, Azerbaycan, bağımsızlık yolunda ilerleyen genç bir devlet olmuştu…
Bu çöküşe kadar ise Varşova Paktı’nın başını çeken SSCB’de bütün NATO devletleri gibi Türkiye Cumhuriyeti de ‘düşman ülke’ saflarında yer alıyordu. İşte bu ‘düşman ülke’, Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke olmuş, dost hatta kardeş ülke olduğunu kanıtlamıştı. Azerbaycan da Komünist Parti mensubu olmayan (veya KP üyesi olmasına rağmen ruhen komünist olmayan) aydınları sayesinde Türkiye’nin kardeş ülke, dost devlet olduğunu kabul etmişti. Artık bu devletten bilim adamları, devlet büyükleri, Türk ordusunun mensupları Azerbaycan’a gelir, konferanslar verir, toplumu aydınlatır, Türkiye hakkındaki kuşkuları, sui-zanları ortadan kaldırıyorlardı…

Ebülfez Elçibey’in başkanlık ettiği Azerbaycan Halk Cebhesi’nin davetiyle bu ülkeye gelen Türk büyüklerinden biri de bugün artık Hak dünyasında olan rahmetli Albay Muzaffer Özdağ’dı.

Sayın Muzaffer Özdağ, üniversitemize AHC’nin ideoloji işlerden sorumlusu ve AHC Başkan Yardımcısı, Doç. Dr. Arif Rehimov (Rehimoğlu) ile gelmişti. Bakü Devlet Üniversitesi Rektörlük binasındaki konferans salonu bu önemli konuğun gelişi münasebetiyle ağzına kadar dolmuştu. Salonda yer olmadığı için biz öğrenciler konferansı ayakta dinleyecektik… Üniversitenin Filoloji Fakültesi Türkoloji Kürsüsü Başkanı, ünlü Türkolog, Prof. Dr. Tevfik Hacıyev beni ayakta görüp yanına çağırdı ve yanındaki boş yere oturttu. Muzaffer Özdağ Bey’in Türk ordusunun üst düzey askeri kadrosunda yer aldığını, emekli bir paşa olduğunu Arif Rehimoğlu’nun takdim konuşmasından öğrenmiş olduk. Bu takdimden sonra bizlere, olsa olsa savaşları anlatacak bir konuşmacı beklerken Türklerin tarihini, bu tarihin milli, manevi ve kültürel temellerini, onun mantığını ve işleyişini, tarih-coğrafya ilişkisini, Türkiye ile Azerbaycan’ın yakın tarihini, onun karanlık ve hiç bilinmeyen noktalarını, Azerbaycan tarihinde Anadolu Türklüğünün, Türkiye tarihinde ise Azerbaycanlıların inkâr edilemez rollerini… tatlı bir dille (Sn. Özdağ ‘r’ sesini biraz ‘ğ’ gibi telaffuz ediyordu), kendine özgü üslûbu ve alanına hakimiyetiyle çok güzel anlattı… İlk defa tarihî konuları en küçük ayrıntılarına kadar bilen bir askerle karşılaştığımızın farkına vardık, kendilerini büyük bir zevkle dinledik. Demek ki milli tarihini bu kadar güzel bilen ve ondan yeri geldiğinde güç, icabında da ibret dersi alan ordu mensupları olabilirmiş… Ya da iyi bir asker olabilmek için milli tarihi iyi bilmek, ondan güç ve ibret dersi almak için karşımızda konuşan bu ihtiyar askeri kendimize örnek alabiliriz…




Sn. Muzaffer Özdağ’ın, tarihî hadiseleri analizindeki yaklaşımı henüz “Sovyet insanı” olmaktan kurtulamayan bizlere oldukça “yad” olsa da, samimi ve ikna edici idi. Karşımızda savaşla nefes alan bir ordu mensubu değil, barış için kaygılanan bilge bir aksakal, nefsine hâkim bir kanaat önderi konuşuyordu. Sesi ve üslubundaki mülâyimlik, tarihî facialarımızdan söz ederken onları abartısız hissediş, yüz hatlarının gerilmesi, gözlerindeki keder bize o kadar doğmaydı ki…
Muzaffer Özdağ bu güzel konuşmasıyla bütün salonu etkiledi. Değerli hocam Prof. Tevfik Hacıyev bana dönerek “Nazim, oğlum, men soruşsam yaxşı çıxmaz, sen soruş görek Paşa’nın Çaldıran müharibesine münasibeti necedi?” diye yavaşça seslendi. Ben de elimi kaldırıp söz istedim, Tevfik Muallim’in sorusunu Muzaffer Bey’e yönelttim. İşte bu sorunun ardından Muzaffer Bey, salondaki herkesi hayretlere düşüren ve bize de bu hatırayı yazdıran cevabı verdi: “Evladım, bu sualin en doğru cevabını büyük şairimiz Mirza Aliakber Sâbir vermiştir.” deyip Sâbir’in meşhur ve bin yıllık Türk tarihinin aynası olan 1907 tarihli Fahriye şiirini ezberden söylemeğe başladı…


Herçend esirân-ı guyûdât-ı zamanız
Herçend düçarân-ı beliyyat-ı cihanız
Zannetme ki bu asırda avare-yi nânız
Evvel ne idikse yine biz şimdi hemanız…
Turanlılarız, adi-i şüğl-i selefiz biz!
Öz kavmimizin başına engel-kelefiz biz!

Zülmetsever insanlarız üç beş yaşımızdan
Fitne göyerir toprağımızdan, taşımızdan
Tarac ederek bâc alırız kardaşımızdan
Çıkmaz çıka bilmez de bu âdet başımızdan…
Eslafımıza çünkü hakiki helefiz biz!
Öz kavmimizin başına engel-kelefiz biz!

Ol gün ki Melikşah-ı Büzürg eyledi rihlet
Etdik iki nâmerd vezire tabiiyet
Kırdık o kadar bir-birimizden ki nihayet
Düşman katıp el tahtımızı eyledi garet…
Öz hakkımızı gözlemeğe bîterefiz biz!
Turanlılarız, adi-i şüğl-i selefiz biz!

Bir vakt olup leşker-i Cengize taraftar
Harezmlileri mahv eledik katl ile yekbâr
Harezmlilerin şahı firar eyledi nâçar
Mescitleri, mektepleri yıktık yere tekrar…
Hakka ki sezâvâr-i nişan ü şerefiz biz!
Öz dinimizin başına engel-kelefiz biz!

Bir vakt da dâva-yi Selib oldu müheyya
Dâvada Firengileri galib gelip amma
Dincelmeyip ettik yine bir facia berpâ
Öz tiğimiz öz rişemizi kesti serapa…
Gûya ki biyabanda biten bir elefiz biz!
Öz kavmimizin başına engel-kelefiz biz!

Bir vakt dahi Karakoyun, Akkoyun olduk
Azerbaycan’a hem de Anadolu’ya dolduk
Ol kadr kırıp bir-birimizden ki yorulduk
Kırdıkça yorulduk ve yoruldukça kırıldık…
Turanlılarız, adi-i şüğl-i selefiz biz!
Öz kavmimizin başına engel-kelefiz biz!

Bir vakt salıp tefrika olduk iki kısmet
Timur Şaha bir paramız etti himayet
Han Yıldırım’a bir paramız kıldı itaat
Kanlar saçılıp Ankara’da koptu kıyamet…
Ahsen bize! Hem tirzeniz hem hedefiz biz!
Turanlılarız, adi-i şüğl-i selefiz biz!
Öz kavmimizin başına engel-kelefiz biz!

Timur şah-i lenge olup tâbe-yi ferman
Han Toktamış’ı eyledik al kanına geltan
Tâ oldu Kızıl Ordaların devleti talan
Moskov şahına faide-bahş oldu bu meydan…
Elyevm uruslaşmak ile zi-şerefiz biz!
Öz dinimizin başına engel-kelefiz biz!

Bir vakt Şah İsmail ü Sultan Selim’e
Meftun olarak eyledik İslamı dü nime
Koyduk iki taze adı bir din-i kadime
Saldı bu Teşeyyü, bu Tesennün bizi bime…
Kaldıkça bu haletle seza-yi esefiz biz!
Öz dinimizin başına engel-kelefiz biz!

Nadir bu iki hastalığı tuttu nezerde
İsterdi ilaç eyleye bu korkulu derde
Bu maksad ile azm ederek girdi neberde
Maktulen onun naşını koyduk kuru yerde…
Bir şey-i ecibiz ne bilim bir tühefiz biz!
Öz dinimizin başına engel-kelefiz biz!

İndi yene var taze haber, yahşı temaşa
İranlılık, Osmanlılık ismi olup ihya
Bir kıt’a yer üstünde kopup bir yeke dâva
Meydan ki kızıştı oluruz mehv serapa…
Onsuz da egerçend ki yekser telefiz biz!
Öz kavmimizin başına engel-kelefiz biz!

(Bkz. Sâbir, Hophopnâme, Bakü, Yazıçı, 1980, s. 92-93)

Rahmetli Özdağ, Sâbir’in şiirini söylemeğe başlar başlamaz Tofiq Müellim’in (ünlü Türkoloğumuzun Azerbaycan’da bilinen adı ‘Tofiq Müellim’dir-NM) duygulandığını hatta ağladığını, cebindeki mendilini çıkarıp sık sık “Ehsen! Ehsen!” diyerek gözlerinin yaşını sildiğini gördüm. Türk ordusunun emekli bir paşasının, bu soruyu Azerbaycan’da her kesin sevdiği milli şair Sâbir’in sözleriyle yanıtlaması, Bakü Devlet Üniversitesi’nin edebiyat profesörlerini, öğretim üyelerini ve salondaki her kesi hayretler içinde bırakmıştı ve Tevfik Muallim ayağa kalkıp Paşa’yı alkışlamaya başlayınca salondaki her kes Sn. Muzaffer Özdağ’ı ayakta alkışladı… Aslında Muzaffer Özdağ bu cevabıyla bize, bilgece bir uzak görenlilikle “Kendinize güvenin; sorularınızın cevabını da kendi büyüklerinizi okuyarak bulun; sorunlarınızın çözümünü dışarıdan değil, kendi gücünüzle yapın…” diyordu…
Bizim, emekli albay yani bir asker zannettiğimiz Muzaffer Hoca’nın, sosyal bilimler alanında eserler ortaya koyan din, mezhep, edebiyat, tarih ve kültür araştırmacısı da olduğunu, bu konulara bilimsel vukufunu, kendisinin, Bakü’deki bu görüşmemizden birkaç yıl sonra elime geçen Türk Aleviliğinin Yükselişi (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1998) kitabını okuyunca tekrar görmüş oldum. Sayın Özdağ, kitabının “Osmanlı Devletinin Düştüğü Hatalar” bölümünde de Sâbir’in bu ezbere söylediği şiirinden iki parçayı örnek vermekte ve yorumlamaktadır (kitabın 52. sayfasına bakınız)…

Değerli büyüğümüz Muzaffer Özdağ’la ikinci görüşümüz 1990’lı yılların sonunda, İzmir’de oldu. Yanlış hatırlamıyorsam 1997-98 ders yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı (o zamanki Belediye Başkanı Dr. Burhan Özfatura idi) Türk Dünyası Akademisi adlı bir eğitim kurumu tesis edilmişti. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin o zamanki Türk Dünyası sorumluları, aslen Kıbrıslı olan Ayşe Hanım (Yücesoy) ve kocası Ziya Yücesoy idi. Özellikle Ziya Bey’in Türklük meselelerindeki bilgisi çok derindi, sürekli olarak teorik kitaplar okur, bu kitapları bize de okutturur, Türk dünyasından gelen öğrencilere mümkün olduğu kadar ve her konuda yardımcı olmaya çalışırdı. Yücesoyların girişimleriyle açılan Türk Dünyası Akademisi ise Türk dünyasından gelip İzmir üniversitelerinin, özellikle sosyal bilimler alanında yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilerine yönelikti. Haftanın belli günleri akşam derslerinin yanında ayda bir defa olmak üzere dışarıdan da bilim adamları, araştırmacılar İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tüm halka açık olan bu derslerini vermeğe davet ediliyordu. Bir defasında da derslerden (konferanslardan) birini vermek üzere Sn. Muzaffer Özdağ davet edilmişti.



Muzaffer Hoca, asker ve akademisyen bir kimliğinin yanında Türkiye-Azerbaycan Dostluk Derneği’nin de başkanıydı. O derste, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Türk Dünyası Akademisi müdavimleri olan bizlere, şimdi kartpostal olarak hatırladığım broşürler de dağıtılmıştı. Kartpostalın üzerinde Türkiye ve Azerbaycan bayraklarının resimleri vardı. Fakat üç renkli Azerbaycan bayrağında renklerin sıralaması mavi-kırmızı-yeşil değil, yeşil-kırmızı-mavi şeklinde idi. Muzaffer Hoca konuşmasını bitirince, konferansın soru-cevap bölümünde izin isteyip kendisine önce yukarda söz ettiğim şiir olayını hatırlattım. Gülümseyip çok mutlu olduğunu ve o olayı iyi hatırladığını söyledi, bana da teşekkür etti. Kendisine yaklaşık olarak “Sayın Hocam, bildiğiniz üzere Azerbaycan bayrağının renklerinin sırası yeşil-kırmızı-mavi şeklinde değil, mavi-kırmızı-yeşil şeklindedir. Fakat elimizdeki kartpostallarda bayrağımızın renk sıralaması farklıdır. Bunun sebebi nedir?” cümlelerinden oluşan bir soru yönelttim. Büyük bir nezaketle tekrar teşekkür edip, Ermenistan-Azerbaycan savaşında şeriat rejiminin hâkim olduğu Şii İran’ın, ahalisinin büyük bir çoğunluğu Müslüman Şii olan Azerbaycan’a yardım etmesi, en azından Ermenistan’ı desteklememesi için Azerbaycan bayrağının renklerini kasıtlı olarak yeşil-kırmızı-mavi şeklinde tasvir ettiklerini söyledi ve bu renklerin sembolik anlamlarını izah ettikten sonra onların, bir bütünün parçaları olduğunu sözlerine ekledi…
… Değerli büyüğümüz Muzaffer Özdağ’ı rahmet ve minnetle anıyor, ömrü boyunca hizmet ettiği büyük Türk milletinin hayır dualarıyla nurlar içinde yatmasını temenni ediyorum…

15 Ocak 2013

http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



..

Lider, Fikirdir



Lider, Fikirdir


Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA

Bu makale Sakin ÖNER tarafından kaleme alınmıştır.

-Genç ve kıdemli dâvâ insanlarının dikkatine “Önemle”-
Yirmili yaşların başındaydım. Yıl 1967 veya 1968…Bir gün rahmetli büyüğümüzMuzafferÖzdağ, biz gençlerle sohbet ederken “Lider, fikirdir” diye bir laf etti. O zaman bu söz bize çok ters gelmişti. Ne anlama geldiğini çözememiştik. Soyut bir kavram nasıl lider olurdu? Lider dediğin müşahhas bir varlık, bir insan değil miydi? Özdağ bu sözüyle ne demek istemişti? Türk milliyetçiliği fikrinin liderini mi eleştirmişti veya yok mu saymıştı? Sizin anlayacağınız o zaman rahmetli Muzaffer Özdağ’a biraz kızmıştık.

Aradan yıllar geçti, liderin de bir insan ve fâni olduğu gerçeğini kavradım.Lider; peygamber,evliya, melek, mucize adam filan değildir, bizim gibi insandır.İnsan olması gereği liderin de zaafları, eksikleri, duygusal tarafları vardır. Onun da düşüncelerinin, kişiliğinin ve eylemlerinin  bize ters gelen taraflarıbulunabilir.Zaaf gördüğümüz bazı davranışlarına şahit olabiliriz.O zaman ne yapacağız? Lidere kızıp, uğruna ömrümüzü adadığımıza inandığımız  fikirleri, ülküleri, ilkeleri, kısacası dâvâyıterk mi edeceğiz? Lider bir gün fâni dünyadan ayrıldığında her şey bitmiş mi olacak, dâvâyı bırakıp kaçacak mıyız? O zaman bizim dâvâ adamlığımız nerede kalacak?  Neticede Lider de, bizim gibi, inandığımızdâvânın emrinde olan, onun başarısı için çalışan ve dâvâsını milletin bütününe benimsetmeye uğraşan bir kişidir.




Lider gibi, Parti, Sendika, Dernek ve Ocak gibi kuruluşlar da geçicidir. 

Yarın bu kuruluşlar kapatıldığı veya kendi kendine kapandığı zaman her şey bitecek mi? Asıl ve kalıcı olan, fikir ve dâvâdır. Bu gerçeği otuzlu yaşlarda kavradım. O güne kadar Liderin bazı davranışlarına takılıyor, kızıyor, öfkeleniyor ve kırılıyordum. Ama onun da insan olduğunu düşününce, takıldığım davranışları daha hoşgörü ile karşılamaya başladım. Buhrandan çıkışıdâvâya  dört elle sarılmakta gördüm. Ayrıca, yıllar sonra, liderin vaktiyle bana ters gelen davranışlarının, aslında doğru olduklarını görüyordum. Liderlerin de bazen inanmadıkları halde, temsil ettikleri dâvâ zarar görmesin diye siyasi olarak, istemedikleri bazı davranışları yaptıklarını, bazı sözleri sarfettiklerini anladım. Liderin, taraftar kadar özgürlüğü yoktur. Çünkü taraftarın bir sorumluluğu yoktur. O kızdımı bağırmayı, kırmayı, dökmeyi düşünür. Lider ise kırıp dökmeden ve dâvâsına zarar vermeden bu işin içinden nasıl çıkacağının hesaplarını yapar. O, önce temsil ettiği fikre, dâvâya, sonra teşkilâtına ve sonra bütün millete karşı sorumludur. Tabii liderin de temsil ettiği dâvâya layık olmak için çaba göstermesi, insani zaaflarını ve nefsinin ihtiraslarını aşması gerekir. Dâvâ arkadaşlarına her yönden örnek bir şahsiyetin sahibi olmalıdır. Câmiasının umudunu ve heyecanını devamlı canlı tutmalıdır.
Liderlerin hiç mi hatası, kusuru, günahı yoktur? İnsan olması gereği mutlaka vardır. Böyle durumlarda nasıl davranılmalıdır? Kızıp, eleştirip, hakaret edip çekip gidilmeli midir? Yoksa kalıp bu hataların, kusurların ve günahların düzelmesi için meşru zeminlerde mücadele mi edilmelidir? Eğer geçekten bir dâvâya benliğini adamışsan, yapılması gereken ikinci yoldur. Bu mücadeleyi yaparken de, önce dâvâna zarar vermemeyi düşüneceksin. Lideri yıpratıyorum diye dâvânı da yıpratmayacaksın.Mücadelende medeni ve seviyeli olacaksın. Kavganı ayağa düşürmeyeceksin. Her şeyi sokağa dökmeyeceksin. Dâvânın düşmanlarına koz vermeyeceksin.Bu mücadelenin sonunda netice alamayacağını anladığında, yine meşru zeminlerde yeni arayışlara girebilirsin. Ama buna rağmen camianın çoğunluğu tercihini onun yönünde yaparsa, demokrasi gereği bu sonuca da boyun eğeceksin. Değişikliği bir başka baharda arayacaksın. Ayrıca liderini yok etmek için uğraşacağına, rakip liderlerin hareketleri ve sözlerindeki yanlışlarla mücadele edersen, dâvâna daha büyük hizmet etmiş olursun.Çünkü, lider fikirdir.




Bilinen bir fizik kanunudur: Zincirin mukavemeti, en zayıf halkası kadardır. Bu zayıf halkalar, maddi menfaatleri zedelendiğinde, maddi imkânlar bulduklarında, can korkusuna düştüklerinde veya siyasi ikbal kokusu aldıklarında kıvranmaya ve kendilerine bir kaçış yolu bulmaya çalışırlar. Böyle anlarda zayıf halkalarınkullandıkları en yaygın bahane, liderin kendilerine göre yanlış gördükleridavranışları ve söylemleridir.Zaten dönmek iseyenler için bahane çoktur. Bu zayıf halkalar giderken de efendice çekip gitmezler, mümkün olduğu kadar teşkilatlarına ve çevrelerine zarar vererek giderler. Bazen gittikleri yer ve yanına sığındıkları lider, yıllarca  savunduklarını öne sürdükleri fikirlerle, dâvâlarıyla mücadele eden, can düşmanı olan mahfiller ve liderlerdir. O zaman bu kişilerin ne kadar samimiyetsiz ve kişiliksiz oldukları ortaya çıkar. Gittikleri yerde de hep üçüncü sınıf insan muamelesi görürler. Bunların gittikleri yere  yapabilecekleri yarara göre önlerine birer kemik atılır. Artık o, bundan sonra o kemikle oyalanır durur. Kuyruğunu bacakları arasına saklayarak kenardan kenardan dolaşır, ama bir daha eski mahallesine gelemez. Bunların içinde zaman zaman eski mahallesine dönenler vardır. Artık bundan sonra orada da eski ilgiyi görmezler, tekrar meçhul sokaklara yeni kemikler bulmak için yönelirler.Bunlar, şairin dediği gibi ya yufka yüreklilerdir, ya da yoldaşını yarı yolda terkeden döneklerdir. Bunlarla çetin yollar aşılmaz, yüce dileğe varılmaz.

İtilmesine, kakılmasına, maddi ve manevi ıstıraplar yaşamasına ve liderde aradıklarınıbulamamasına rağmen, yıllardır bulundukları yeri terketmeyenler, eskilerin tabiriyle “sabitkadem” olanlar, gerçek dâvâ ve fikir adamlarıdır. 

Bunların hiçbir menfaat ve ikbal hesapları yoktur. Bunlar alınıp satılmazlar. Varsa dâvâları için her şeylerini verirler, dâvâlarındanhiçbir şey almazlar. Bunun için kolay kolay yıkılmazlar. Bunlar inandıkları değerlerin, fikirlerin, dâvânın karasevdalılarıdır. Onlar lider dahil, şahıslarla uğraşmazlar, ilkelerle fikirlerle meşguldurlar. Biz ömr-i hayatımızda dâvasından çok dönen gördük. Kimi hırsına yenildi, kimi menfaate satıldı, kimi siyasi ikbale kul oldu. Bunların içinde lidere bizden daha yakın olanlar vardı. O çileli, ölümlü, fakr u zaruret içinde geçirilen günlerde ihanet etmesin diye nemalandırılanlar vardı. Ama bunlar ya zoru gördükleri için, ya da yeni oluşan mahfillerden çeşitli imkanlar sunulduğu için birer birer gemiyi terkettiler. Gerçekten bazıları makam sahibi oldu, bazıları da zengin oldu. Fakat hepsi de itibar fukarası oldular, onurları kalmadı. Hırsına mağlup olup yeni mahfiller oluşturan oldu. Ama hiçbir zaman tek başlarına muvaffak olamadılar. Bazen birilerinin eteklerine tutunarak zirvenin eteklerine çıkmaya çalıştılar. Fiziki olarak yükseldiler, fakat manevi olarak alçaldılar. Allah’a şükür bugün buna rağmen hâlâ, 40-45 yıl önce çıktığı yolda sapmadan yürüyen, inandıklarının arkasında dimdik duran adam gibi dâvâ adamlarımız var.İnanmış azınlıklar, her zaman dönek çoğunluğundan daha güçlüdür.

Sizin anlayacağınız, rahmetli Osman Bölükbaşı ’nın dediği gibi, içimiz, bu dönekler yüzünden Karaca Ahmet Mezarlığına döndü. Ama tesellimiz, zayıf halkalardan geriye kalan sağlam halkaların elinde Türk Milliyetçiliği dâvâsının daha güçlü, daha güvenli olduğu gerçeğidir. Çünkü bunlar, liderin sadece fikirler ve dâvâ olduğu gerçeğini kavramış,ateşle imtihan olmuş, sabırla iğne ile kuyu kazmayı sürdürmüş insanlardır. Unutmayınız, bu tip insanlar için söylenmiş bir sözdür: “ Bir, bindir ve dünyadainanmış  ve ülküsü olan dâvâ adamının yüreğinden daha büyük silah yoktur ”.

Ne mutlu,“Lider fikirdir” sırrını keşfetmiş, kişiler ve olaylarla uğraşmayla vakit öldürmeden, inandığı kutlu dâvânın zaferi için yıllardır yorulmadan ve ardına bakmadanyürüyen gerçek dâvâ adamlarına.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..