13 Haziran 2016 Pazartesi

Meşruiyetçi İhtilalci




Meşruiyetçi İhtilalci



Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA

Bu makale Adnan Öksüz tarafından Aksiyon Dergisi'nin 384. Sayısı için kalame alınmıştır. 
27 Mayıs İhtilali’nin görkemli albaylarından Muzaffer Özdağ’ın hayatındaki ince çizgiler öldükten sonra ortaya çıkmaya başladı. Azerbaycanlı askeri öğrencilerin Türkiye’de eğitilmesine ilk Özdağ’ın önayak olması gibi birçok noktalar yeni yeni ortaya çıkıyor. Ünlü yazar Ergun Göze ise Özdağ’la ilgili ilginç bir nitelemede bulunuyor:  Meşruiyetçi ihtilalci 
“ 1992 yılıydı. Dönemin Azerbaycan Milli Savunma Bakanı Rahim Gazi’nin makamına çıktım. Azerbaycanlı askeri öğrencilerin Türkiye’de eğitilmesi için bakandan istekte bulundum. Etraflıca oturup konuştuk. Sonunda bakan bunun çok iyi bir fikir olacağını ancak Ruslar’ın buna izin vermeyeceğini söyledi bana. Ben bu noktada pes etmedim, mücadelemi sürdürdüm, bu konuda Türkiye’den bir saygın insan bana yardımcı oldu ve o dönem Haydar Aliyev’in de destekleriyle ilk etapta 75 öğrenci askeri eğitim almaları için Türkiye’ye getirildi. . ”



Henüz askerken köyleri dolaşırdı

Bu sözler Azerbaycanlı akademisyen Doç. Dr. Eflatun Neimetzade’ye ait. Neimatzade’nin ‘Türkiye’de saygın bir kişi’ diye ifade ettiği kişi ise geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden ve sessiz sedasız toprağa verilen, 27 Mayıs’ın kudretli albaylarından Muzaffer Özdağ’dan başkası değildi. 1933 Nisan’ında Kayseri Pınarbaşı’nda Abdülkerim-Nuriye hanım çiftinin yedi çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya gelen Muzaffer Özdağ’ın hayat serüveni başarılarla doludur esasen. Okula başlamadan okuma yazmasını öğrenir, altı yaşında okula yazılır, küçük Muzaffer. 1947’li yıllara gelinip 14 yaşına bastığında kararını vermiştir; askeri okula gidecektir. 1950’de Kuleli Askeri Lisesini, 1952’de Kara Harp Okulunu, 1953–54 yıllarında Meslek Hazırlama sınıfını ve Piyade Okulunu birincilikle bitirir. 1956 yılında Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olur. Askeri okul serüveninde bir ilki de gerçekleştirir Özdağ; kıta hizmetinde yoğun bir savaş eğitimi sürdürürken ordu kurumu ve silahlı kuvvetlerin modernizasyonu üzerinde de çalışan Muzaffer Özdağ Kara Harp Akademisinden 1960 yılı Mayıs’ında Cumhuriyet döneminin en genç kurmay subayı olarak mezun olur. Bu arada yöneticilik vasfı da dikkat çeker. İşte bu yüzdendir ki, 1950’de Harp Okulu 1. Tabur 1. Bölüğü’ne kaydolduğunda, bölük komutanı Osman Fazıl Polat kendisini bölük başçavuşluğuyla görevlendirir. Bu görev, önemli bir görevdir ve Özdağ bunu başarıyla yürütür. Çünkü bölükte bulunanların bitmek tükenmek bilmeyen istekleri bir yanda, komutan Polat’ın talepleri öbür taraftadır. İşte bu mekik diplomasisini kimseyi kırmadan, incitmeden sürdürür Muzaffer Özdağ. Bu özelliğinin sonucunu da alır; sınıfta sık sık yapılan ‘anket’ sonuçlarından ‘en çok sevilen kişi’ olarak çıkar. Özdağ’ın bir başka özelliği de yine bu yıllarda ortaya çıkar. Bekar subaylar normal olarak kurmaylık yolunda ders kitaplarına sarılırken Özdağ, ders kitaplarının dışında genel kültür kitapları da okuyarak kendisini başka açılardan da geliştirir. Bu yıllar Özdağ’ın asker kimliğinin/kişiliğinin dışında arayışlarda olduğu yıllardır. Piyade okulunda iken çevre köylerdeki gezintileri ve temasları, köylülerle konuşmalar, dertleşmeler işte bu özelliğinin bir sonucu olarak kendisini gösterir.

Karşı darbe

Ve 27 Mayıs İhtilali’nin içinde bulur kendisini. 1960 müdahalesinin planlama ve icrasında ön safta yer alır. Geçici olarak TBMM görevini yüklenen MBK (Milli Birlik Komitesi) için geçici anayasa ve iç tüzüğü hazırlar. MBK Başkanlık divanı üyesi ve basın sözcüsü olarak görevlendirilir. Fakat işler istediği gibi gitmez. Bir zamanlar ‘ak devrim’ olarak nitelediği 27 Mayıs İhtilalini yapanların büyük kısmı arzuladığı çizgiden çıkmışlardır, kendisine göre. ‘Milli Birlik Komitesinin partiler üstü tarafsız ve inkılapçı bir çizgiden ayrılmaması görüşünü savunduğu için’ 13 Kasım 1960’ta gerçekleşen bir karşı darbeden sonra Japonya’da Türkiye Büyükelçiliği nezdine hükümet müşaviri unvanı ile yurtdışına gönderilir.




Türkeş’le birlikte..

Yurtdışına gönderilenler arasında 27 Mayıs’ın güçlü albayı Alparslan Türkeş de vardır. Fakat Özdağ, hayal kırıklıklarıyla gittiği Japonya’da da boş durmaz. 1961–62 yıllarında Japon modernizasyonunu inceler. Türkiye için modern milliyetçi/inkılapçı bir siyasi parti programı hazırlar. 1963 yılında Türkiye’ye döndüğünde ise Özdağ ve arkadaşları –daha sonra fikir ayrılığına düştükleri– Türkeş’in yanındadır artık. Merhum Osman Bölükbaşı’nın lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde siyaset yapmaya başlar ve 1965 yılında yapılan seçimde Afyon Milletvekili olarak parlamentoya girer. Muzaffer Özdağ, TBMM’nde yaptığı konuşmalarla bütün partilere gençliğin sürüklendiği ideolojik buhran, örtülü saldırı ve bölücü ihanet tehdidi konusunda uyarılar yapar. Partiler arası iktidar mücadelesinin hizmet yarışı olmaktan çıkarak cepheleşmeye yöneldiğini görünce de bir sonraki seçimlere katılmaz, politikadan çekilmeye karar verir. Serbest avukat olarak çalışmaya başlar. Türkiye ve Türk dünyası jeopolitiği ile ve Türk kültürü ile ilgili ilmi çalışmalara yönelir. Bu çerçevede 1990’lı yıllarda bağımsızlıklarını kazanan Türk cumhuriyetleriyle ağırlıklı olarak ilgilenir. Türk–Azerbaycan Dostluk Derneği’nde görev üstlenir.

Think–thank gibi çalıştı

Muzaffer Özdağ aktif politikadan çekildikten ölümüne kadar adeta bir think–thank kuruluşu gibi çalıştı. Özellikle mesaisinin büyük bölümünü sarfettiği Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle son derece ilgiliydi. Bu ülkelere yönelik bir hizmetin aksaması halinde Özdağ bulunur ve o da hemen duruma ‘el’ koyardı. Bu ülkelerde okutulmak üzere Türk Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan kitaplar bir süre ortada görünmeyince Özdağ’ın müdahalesi sonucu kitapların bakanlık bodrumlarında çürümeye terkedildiği anlaşılmış ve bu kitaplar hemen yerlerine gönderilmişlerdi. Ancak Özdağ, Türk işadamlarının, Türk cumhuriyetlerine yönelik gerekli hassasiyeti göstermediğine inananlardandı. “Keşke bu ülkeler bağımsızlıklarını kazandıktan sonra hazırlıksız, plansız, programsız olarak işadamlarımız bu ülkelere turist gibi gitmeselerdi. Çünkü orada yaşayan insanlar için biz büyük bir hülya idik. Bizim bu durumumuzu gördüler ve o hülyaları, rüyaları yıkıldı, sona erdi” değerlendirmeleri kendisine aitti.





Yakın arkadaşları

Bugün Muzaffer Özdağ’ın oğlu ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı olan Prof. Ümit Özdağ, babasının anılarını yaşatmak için büyük çaba harcıyor. Yakın arkadaşları da.. “Cephe arkadaşımdı benim, hukuk cephesinden. İstanbul Barosu’nu Tercüman’da eleştirdiğim için Baro beni mahkemeye vermişti. Kendimi savunmak için Tercüman’ın avukatlarını istemedim. Aklıma Özdağ geldi. Kemal Ilıcak’a ‘Ben Göze’nin avukatlığını alırım, Tercüman’ın değil’ dediğini çok iyi hatırlıyorum. Özdağ mahkemede beni savunmaya başlayınca karşı tarafın avukatlarını görecektiniz, perişan oldular” cümleleri yazar Ergun Göze’ye ait. Göze’nin, Özdağ’la ilgili bir tesbiti çok ilginç; ‘meşruiyetçi ihtilalci’. Ve bir şairin sözlerini, yakın ahbabının ölümünün ardından şöyle kullanıyordu; ‘Evvel giden ahbaba, selam olsun erenler’...

Özdağ, son zamanlarda yazdığı şiirlerini küçük kitapçıklar halinde bastırıp dağıtırdı. İşte bu kitapçıklardan birinde yeralan bir şiiri;

Genel durum

Acuna hükmeden güç çoktan beri Batıdır,
Mağlubuna tutumu Roma’dan da katıdır.
Batının galebesi zulmün saltanatıdır.
Yunus meşrep Türk için Ademoğlu kutludur.
Batının nizamında evrensellik arama!
Onda insanlık hissi özüyle hudutludur
Kan içmeye doymayan çılgın Ermeni gibi,
Bulgar, Yunan, Sırp, Hırvat kanımıza susuzdur.
Dökülen Türk kanıysa Avrupa kaygusuzdur.
Dünya halen pek elim bir durum içindedir.
Uygarlıklar özünde kokuşmuş biçimdedir.
Sistem kamikazeyi bünyesinde taşıyor.
Her tarafta kıyamet virüsü kaynaşıyor.
Uygarlık uygarlığın mezarını eşiyor

13.04.2002
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder