17 Haziran 2016 Cuma

2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 1


2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 1 



Yazar: Ümit Özdağ
22 NİSAN 2014 SALI

             KÜRESEL JEOPOLİTİK

              Küresel jeopolitik ile ilgili iki temel gelişme; tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine ve Avrupa-Atlantik merkezli dünyadan Asya-Pasifik merkezli dünya sistemine geçişin devam etmesidir.  Dünya siyasetinin ve ekonomisinin ekseni 2014’de Asya-Pasifik bölgesine kaymaya devam edecektir. Yaşanan dönemin en belirgin karakteri, Avrupa’nın tedrici olarak önemini yitirmesi, Asya-Pasifik bölgesinin ise öneminin ekonomik, politik ve askeri olarak artmasıdır.
               Bu süreç devam ederken, küresel siyasetin çok kutuplu doğası güçlenmektedir. Ancak çok kutupluluğa geçiş diğer bir ifade ile Amerikan hegemonyasının sona ermesi sancısız olmamaktadır. Soros, “Dünya’da aşılamayan siyasi krizlerin sayısı gittikçe artıyor. Bu küresel yönetişimin bozulduğunu gösteriyor. Böylece bir iktidar boşluğu doğuyor” derken, aslında kastettiği tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişin sarsıntılarıdır. Çok kutuplu dünya düzenine geçilirken, tek kutuplu dönemden kalmış tepkiler ile çok kutupluluğun gerekleri arasında çıkan çatışmalar, bölgesel hatta Ukrayna krizinde olduğu gibi küresel sarsıntılar yaratmaktadır. ABD, bölgesel gelişmelerde 10 sene önce fikrini dahi sormadığı Rusya ile ortak hareket etmekte, pazarlığa girmektedir. 2008’de Gürcistan’da olduğu gibi 2014’de de Ukrayna’da Rusya’yı durdurmadığı gibi Avrupa Birliği ülkelerini Rusya’ya karşı ortak hareket etmeye ikna edememektedir.
             ABD
             Asya’daki yükselişe uyum sağlayarak, politik olmasa dahi ekonomik ve askeri eksenini Asya-Pasifik bölgesine döndüren ABD, Asya-Pasifik merkezli ve çok kutuplu dünyaya uyum sağlamaya çalışmaktadır. ABD, ekonomisinin güçlülüğünü Çin, Japon ve Hint ekonomileri başta olmak üzere, Asya ekonomisi ile sürekli ve sistemli bir bağ içinde olmasına bağlamaktadır.  Soğuk Savaş sonrasında Amerikan tek kutupluluğuna dayanan bir dünya düzenini sürdürme çabasına giren, 11 Eylül sonrasında böyle bir dünyayı inşa için savaşan ABD bu projenin başarısızlığını ve mevcut güçler dengesini kabul etmiş görünmektedir. Afganistan ve Irak savaşlarının yorgunluğu Amerikan ordusu dâhil bütün Amerikan toplumu üzerinde devam etmektedir.
          ABD’nin mevcut politikası, Çin’in ABD’nin süper güç konumunu sarsacak bir atılım içerisine girmesini iki güç arasında bir askeri çatışma olmaksızın engellemeye yöneliktir. Bundan dolayı, Obama Yönetimi Ortadoğu’da sorunlarına müdahaleden uzak, diğer bölgesel güçler ile uzlaşma arayışı içinde, ekonomik krizin etkilerini aşmayı hedefleyen düşük profilli bir politika sürdürmektedir ve 2014’e de bu politika damgasını vuracaktır.                     
            ÇİN
             Asya-Pasifik bölgesinin itici gücü olan Çin’in 1978’de başlayan ekonomik kalkınması devam etmektedir. Pekin ekonomik kalkınmada yavaşlama sinyalleri vermiş ise de 2014 yılında da Çin’in kalkınma hızı % 7-8 olacaktır. Son 10 yılda Pekin, Afrika ve Latin Amerika’da yaptığı yatırımlar ile mütevazı küresel bir ekonomik güç olma yoluna girmiştir. Pekin artık düşük jeopolitik profil ve ekonomik kalkınma odaklı politikayı terk ederek daha iddialı politik hedefleri temsil eden bir sürece girmektedir.  Bunun bir sonucu da Çin ile Japonya arasındaki küçük bir adadan dolayı ortaya çıkan gerilimdir. Çin ordusunun kara, hava ve denizde sürdürdüğü modernizasyonun 2020 yılında Pekin’in bir Amerikan müdahalesini engelleyerek, Tayvan’ı işgal edebilecek boyuta çıktığı ileri sürülmektedir.  Ancak 2014 yılı Pekin’in ekonomik kalkınmayı ön plana çıkaracak, Çin Denizi’nde komşu ülkeler ve Japonya ile olan sorunlarını düşük profil de tutmaya çalışacaktır.
           Bununla beraber Çin’in askeri gücünün artması sonucu, Japonya ve Güney Kore’nin nükleer silah üretmek istemesine ABD’nin karşı çıkmayacağı tartışmalarını başlatmıştır.Özellikle, Japonya’da siyasal elit içinde artan milliyetçilik göz önünde tutulduğunda Japonya’nın Çin ile sürtüşmesi ve daha saldırgan bir askeri strateji benimsemesi mümkün görünmektedir. Tokyo bu amaçla 1947 tarihli Japonya’nın büyük bir asker güç olmasını yasaklayan anayasa maddesini değiştirme çalışmalarını başlatmıştır. Çin-Japonya-Güney Kore arasındaki gerilim 2014’ün gündemini işgal etmese de parçası olacaktır.
           AVRUPA BİRLİĞİ   
             Avrupa Birliği’nde AB Anayasasının reddedilmesi ile başlayan ve finansal kriz ile artan gerileme ve dağınıklık dönemi, 2014’de Almanya’nın liderliğinde en azından AB’nin çekirdek ülkelerini kapsayan bir  toparlanma çabasına dönüşebilir. Aksi takdirde gelecek için ortak bir hedefi yitiren AB üyesi ülkeler içinde özellikle etnikçi politikaların önünün açılmasının sonucu olarak, Katalonya, Bask, Valon, Flaman, Kuzey İtalya, İskoçya sorunları yoğunlaşarak AB’nin gündemini belirlemeye başlayacaktır.
          AB içinde önemli bir diğer gelişme, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında benimsediği savunma doktrinini değiştirerek savunmaya yönelik bir stratejik anlayıştan daha müdahaleci bir anlayışa geçeceğini açıklamasıdır. Bundestag Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Röttgen “Almanya’dan liderlik görevi beklendiğini” vurgularken Berlin’deki yeni çizgiyi vurgulamaktadır. Özetle, 2. Dünya Savaşı’nın iki mağlup gücü olan Almanya ve Japonya, çok kutuplu dünya düzenine geçilirken, tekrar güçlü ordular inşa etme ve askeri doktrinlerini değiştirme çalışmalarına başlamışlardır.
           RUSYA            
           Suriye krizi Rusya’ya dış politikada “artık daha fazla gerileyemeyiz, öyle ise ilerlemeliyiz” noktasına getirmiştir. Putin, 2008 Gürcistan savaşı sonrasında hem Avrasya’da hem Ortadoğu’da önemli bir atağa kalkmıştır. Moskova’nın Avrasya’da amacı “Avrasya Birliği” projesi ile eski Sovyet cumhuriyetlerini Moskova eksenine sokmaktır. Putin, bu amaçla, Moldova’dan Kırgızistan’a kadar uzanan coğrafyada eski SSCB Cumhuriyetleri üzerinde baskı oluşturmaktadır.
         Ortadoğu’da ise Suriye-İran ekseni üzerinden Rusya’nın bölgesel güçten daha fazlası olduğunu ABD ve AB’ye hatırlatmak olmuştur. 2013 Rusya’nın bu iki hedef doğrultusunda önemli adımlar attığı yıl olmuştur. Rusya ilk kez SSCB’nin askeri harcamaları seviyesine ulaşmıştır. Bütün iddialarına rağmen halen enerji merkezli ekonomiye sahip olan ve modern bir ekonomi oluşturamayan Rusya, ekonomik ve sosyal alandaki büyük zaaflarını yenebilmiş değildir. Rusya’da federal hükümetin gelirlerinin % 70’i ihracattan gelmektedir. Bununda % 50’si doğalgaz ve petrol ihracından gelen gelirdir. Rusya’ya nükleer Suudi Arabistan demek haksızlık olsa bile durumun vahametini göstermesi açısından haklı bir benzetmedir.   
         Avrasya ve Ortadoğu’da Suriye krizi üzerinde büyük bir atak içinde Eski SSCB’yi kısmen de olsa oluşturmak arzusu içinde olan Putin’e, 2014’de en ağır darbe Ukrayna’nın ebediyen Rusya’dan kopması ile gelebilir. Böyle bir ihtimalin doğması durumunda Moskova, Ukrayna’nın Doğu ve Batı olmak üzere ikiye parçalanmasını tercih edebilir.Moskova’dan Ukrayna’nın etnik merkezli federal bir devlete dönüşmesi talepleri gelmeye başlamıştır.2014’de ABD-AB ve Rusya’nın karşı karşıya geleceği daha fazla merkezin olacağı görülmektedir. Ukrayna ve Moldova örnekleri de karşılaşmaların Rusya’nın vazgeçemeyeceği bölgelere kaydığını göstermektedir.
            İRAN İLE NÜKLEER MÜZAKERELER
            Küresel gelişmeleri etkileyecek önemli bir diğer süreç ise İran ile ABD ve müttefikleri arasında başlayan nükleer enerji/silah konusundaki görüşmelerdir. 2013 sonunda başlayan yeni süreç taraflarda büyük bir iyimserlik uyandırmıştır. Sürecin bu şekilde devam etmesi ve 2014 içinde anlaşma ile sonuçlanması durumunda küresel politikanın en önemli sorunlarından birisi çözülmüş olacaktır. Rusya, İsrail ve Suudi Arabistan ABD-İran görüşmelerinden rahatsızlık duysalar da durdurabilecek güce sahip değildirler. ABD-İran görüşmelerinin başarı ile sonuçlanma ihtimali daha yüksektir.
              Görüşmelerin başarısızlık ile sonuçlanmasının çok boyutlu etkileri olacaktır. İsrail’in İran’a operasyon yapılmasını arzu eden politikası, Washington’da daha fazla destek bulacaktır. ABD, Suriye politikasında Suriye’ye askeri müdahaleyi daha önemli bir seçenek olarak gündeme alacaktır. Irak-ABD ilişkilerinde gerilim yaşanacaktır. Ve İran’a yönelik Amerikan destekli bir İsrail saldırısı daha büyük bir ihtimal haline gelecektir.
           KÜRESEL EKONOMİ
Dünya ekonomisi 2014’e önceki iki yıla göre pozitif beklentilerle girmiştir. 2012’de %3,1 ve 2013’de %3 büyüyen dünya ekonomisinin 2014’de %3,7 büyüyeceği öngörülmektedir. Bundan önceki yıllarda büyümeye en büyük etki gelişmekte olan ülkelerden gelirken 2014’de büyümeye katkı gelişmiş ülke ekonomilerinden gelecektir.
Gelişmekte olan ülkelerin 2014’de büyüme sebebi güçlü dış talep olacaktır. Bu da ihracatta artışa neden olacak dış ticaret açıkları konusunda pozitif gelişme sağlayacaktır. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde dış talebe karşın iç talebin zayıf kalması ekonomik kırılganlık açısından dramatik bir tablo çizmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin bu grafiğinden ayrışan tek ülke ise Çin’dir. Çin’de hem iç talep hem de dış talep artmaktadır. Nitekim 2014 beklentisi ve geçmiş iki yıl dâhil Çin’in büyümesi %7’nin altına düşmemiştir.
Avro bölgesi durgunluktan kurtulmaya çalışmaktadır. 2013’de 0,4 daralan Avro bölgesinin 2014’de  %1,0 ve 2015’de %1,4 büyümesi beklenmektedir. Burada yine en önemli ivme Almanya’nın 1,6 ve Fransa’nın 0,9 büyüme beklentisinden kaynaklanmaktadır.
Gelişmekte olan ekonomilere ilişkin büyüme beklentisi %5,1’dir. Bu rakama en büyük katkı gelişen Asya’nın % 6,7 olarak beklenen büyüme rakamıyla olacaktır. Gelişen Asya’ya en önemli katkı ise % 7,5 büyümesi beklenen Çin ile olacaktır.
            2014’de dünya ticaretinde beklenen büyüme özellikle gelişmiş ülkelerin hızla büyümesine neden olacaktır. 2013’de %1 artan dünya ticaretinin 2014’de %4 artması beklenmektedir.
            ABD’nin parasal genişleme politikasını 2014’de sürdürmeyeceği 2014’de küresel ekonominin yönü açısından en belirgin faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.  Nitekim 2014’de gelişmekte olan ülkelerden çıkmaya başlayan fonlar kendi ülkelerine geri dönmektedir. Yani para akışı kriz döneminin aksine bu sefer gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru gerçekleşmektedir. Bu sebeple güçlenen Dolar tüm dünyada değer kazanmaktadır.  Güçlenen Dolar ile birlikte 2014’de varlık fiyatlarında düşüş yaşanacaktır.  Ancak varlık fiyatlarında yaşanacak olan düşüş gelişmekte olan ülkelerde yaşanması beklenen enflasyonu düşürmeyecektir. Enflasyon için sıralama yapmak gerekirse gelişmekte olan ülkelerde ortalama %5, dünya ekonomisinde %3, gelişmiş ekonomilerde ise %2 seviyesinde olduğu beklenmektedir.
               BÖLGESEL DURUM:Ortadoğu, Kafkasya-Orta Asya, Doğu Akdeniz ve Balkanlar
             Türkiye’yi çevreleyen üç jeopolitik alt sistem Ortadoğu, Kafkasya-Orta Asya ve Doğu Akdeniz ve Balkanlardır. Bu üç alanda Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana başlayan yoğun istikrarsızlık farklı dinamikler üreterek devam etmektedir ve gelecek yıllarda da dinamizm kazanarak devam etme eğilimi içindedir. 1991’den bu yana anılan üç alt sistemde SSCB’nin yıkılışı, Yugoslavya iç savaşı, ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgali ve Arap Baharı dinamikleri ile jeopolitik istikrarsızlıklar süre gelmiştir. 2014’de de Orta Asya ve Ortadoğu’da Amerikan işgal rejimlerinin arkasında bıraktığı sorunlar ve Arap Baharının gündeme taşıdığı istikrarsızlıklar çerçevesinde devam edecektir. Aşağıda anılan bölgelerdeki istikrarsızlıklar ve Türkiye’ye olası etkileri değerlendirilecektir.
           ORTADOĞU 
            Gelecek 20 yılda Ortadoğu dünyanın en radikal jeopolitik kayma ve kopmalarının olacağı bölgelerinden birisidir. Bu coğrafyada büyük bir ihtimal ile yeni devletler kurulurken birçok devlet parçalanacak veya yok olacaktır. Yemen, Suudi Arabistan, Libya, Suriye ve Irak’ın parçalanmasından 14 yeni devlet kurulacağı ileri sürülmektedir. Esasen Ortadoğu’da bölünme süreçleri başlamıştır. Bu süreçte Ortadoğu’da melez savaşlar denilen konvansiyonel savaşlar ile gerilla savaşlarının karışımı savaşlar gerçekleşecektir. Halen Suriye’de yaşanan iç savaş yukarıda kastedilen anlamda bir melez savaşın prototiplerinden birisidir. Ortadoğu’nun Balkanlaşması olarak adlandırılabilecek bu sürecin Türkiye üzerinde büyük bir basınç oluşturacağı ortadadır.
            Ortadoğu 2014’de de büyük çatışmaların yaşanması muhtemel bir bölgedir.2013’ün en önemli özelliği Sünni-Şii çatışmasının yaygınlaşması ve bu yaygınlaşmanın da beslediği El Kaide’nin veya benzeri/akraba örgütlerin Ortadoğu genelinde yükselişe geçmesidir. El Kaide sadece Ortadoğu’da değil, Afrika’da Somali’den başlayıp, Mali, Libya, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan/Pakistan eksenine kadar uzanan bir bölgede yükseliştedir. Ortadoğu’da başlıca istikrarsızlık merkezleri Türkiye açısından önem sırasına göre Suriye ve Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır, Libya, Yemen’dir.Akdeniz’deki Afganistan’a dönüşen Suriye’de, iç savaş her iki tarafında gerçekleştirdiği bölgesel mezhep/etnik temizlikler yapılarak Cenevre-2 görüşmelerine rağmen,  Sünni-Şii mezhep karakteri ile devam etmektedir.
            Ocak 2014’de Esad rejimi Ocak 2013’e göre askeri ve politik anlamda çok daha güçlüdür. Suriye iç savaşı Batılı güçlerin askeri müdahalesi olmaması durumunda dağınık muhalefetin gerilediği ancak Şam rejiminin bütün ülkeyi kontrol altına alamadığı bir süreçte devam edecektir. Parçalanmış Suriye muhalefeti içinde Suriyeli olmayan El Kaidecilerin etkisi giderek artmaktadır. Bazı yerel kaynaklar sayıyı 7.000 civarında verirken, İsrail kaynakları Suriye’de 30.000 bin El Kaide militanı olduğunu ileri sürmekte ve İsrail’in bir El Kaide kuşatması ile karşılaştığını iddia etmektedirler.  Suriye iç savaşının Türkiye için oluşturduğu en büyük risk 900 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının 500 kilometresinin PKK-PYD devletçiği tarafından, geriye kalan 400 kilometresinin de El Kaide-Irak-Şam İslam Devlet(çiği) tarafından denetlenmesidir.
            2014 için küçük bir ihtimal olmakla beraber, Mart 2014’de başlayan ABD-Suudi Arabistan görüşmelerinin güçlü bir Suriye muhalefeti inşa etmesi ve Beşar rejiminin Şam’da devrilmesi durumunda Esad Beşar Akdeniz kıyısında Nusayrilerin yoğunluklu yaşadığı bölgeye çekilerek Nusayristan’ı kurmayı hedeflemektedir. Bu ise Suriye’yi kalıcı bir parçalanmaya itebilir. 2014’de Suriye iç savaşının etkilerini daha radikal bir şekilde hissetmemiz mümkündür. Suriye’deki istikrarsızlık ve Türkiye’nin Suriye iç savaşına angaje oluş şekli, Hatay-Kilis eksenini Peşaverleştirmekte, Türkiye’yi Pakistanlaştırmaktadır.  Özellikle, Suriye’nin kuzeyinde 500 kilometrelik bir hatta Türkiye ile komşu olan ve geriye kalan bölgeleri ele geçirmek için saldırgan bir politika izleyen PKK/PYD’nin Türkiye için önemli bir tehdit oluşturacağı açık bir keyfiyettir.
             Suriye iç savaşı, Irak’ta Amerikan çekilmesinden sonra yükselen Sünni-Şii iç savaşını kısa zaman içerisinde daha da tırmandırmıştır. Şii Bağdat yönetiminin, Sünni halka yönelik özellikle Anbar vilayetinde uygulanan sert politikaları, ekonomik çöküş, büyük yolsuzluklar, Irak’ta da El Kaide-Irak-Şam İslam Devleti örgütünün güçlenmesine neden olmuştur. Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da El Kaide belirli kentleri işgal ederek, El Kaide devletçikleri kurmuştur. Maliki’nin El Kaide ve Sünni direnişi ile başa çıkamama durumunda Şii Irak’ı ülkenin geri kalanından ayırmakla tehdit ettiği unutulmamalıdır. Bu olasılık halen küçük olmakla birlikte, olması durumunda Türkiye üzerindeki etkisi büyük olacaktır.
           Suriye ve Irak iç savaşlarından Ortadoğu’da etkilenen ülkelerin başında Lübnan  gelmektedir. Lübnan halen kısmen Suriye iç savaşının etkisi altında kalan bir ülkedir. Hizbullah’ın Suriye iç savaşına müdahalesi Lübnan’da iç çatışmaların başlamasına yol açmıştır.
           Irak ve Suriye’de iç savaşın yayılmasının etkileyeceği bir diğer ülke de Ürdün’dür. Ürdün, ABD ve İngiliz askeri üssü niteliği taşıdığı için verilen dış destek ile 2013’de olayların dışında tutulmuştur. Ancak 2014’te Ürdün’de istikrarsızlık yayılabilir.
           Yemen’de El Kaide güçlenirken, ülke tekrar parçalanmaya sürüklenmektedir. İlan edilen federasyon, parçalanmanın ön aşamasıdır.
      Mısır’da askeri yönetimin baskısı ile nispi bir sükûnet olsa da bu durum sürdürülebilir değildir. Halen Sina Yarımadası’nda büyük ölçüde selefi güçler hâkimdir. Nil deltasında güvenlik güçleri gece etkinliklerini tamamen kaybetmektedirler. Mısır’da 2014 içinde Müslüman Kardeşler’in yeni bir atağı yaşanabilir.
           Libya ise bir hükümetin olduğu ancak fiilen devletsiz bir ortamın hâkim olduğu, üçe bölünme ile bölünmeme arasında gidip gelen bir konumdadır.   Özetle, 2014’de Ortadoğu büyük bir kaosun içinde bölgesel bir iç savaşın baskısı altında olacaktır. 
           Ortadoğu bölgesinden 2014’de (ve ötesinde) Türkiye’ye yönelik kaynaklanacak tehditleri özetler isek;
          a)Irak’ın parçalanması durumunda Kuzey Irak’ta kurulacak bağımsız Kürdistan, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bağımsızlık arzularını daha da güçlendirecektir.
         b)Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında kurulmuş olan PKK denetimindeki bölge PKK’nın Türkiye’ye karşı elini güçlendirecek ve baskı yapma imkânını artıracaktır. Aynı zamanda PKK yanlısı halkın moralini yükselterek, merkez kaç duygulara güç verecektir.
      c) Ortadoğu bölgesinde güçlenen El Kaide Türkiye’ye dayatmalarda bulunacak, kabul edilmemesi durumunda Türkiye’de yıkıcı terör eylemlerinde bulunacaktır.
        d)Hatay-Kilis-Gaziantep ekseninde devlet otoritesi erirken, istikrarsızlaşma güçlenecektir. 
        KAFKASYA-ORTA ASYA  
       Orta Asya’da 2014’ün en önemli gelişmesi Amerikan tarihinin en uzun savaşı olan Afganistan Savaşı’nın sona ermesinin yaratacağı sorunlar olacaktır. ABD’nin çekilmesinden sonra Taliban’ın Afganistan’daki etkisi hızla artacaktır. Afganistan’da Taliban’ın etkisinin artmasının Pakistan ve başta Özbekistan olmak üzere Orta Asya Türk Cumhuriyetleri üzerinde istikrarsızlaştırıcı etkisi olacaktır. Afganistan’da Taliban’ın etkisinin artmasının sadece bölgesel etkileri olmakla kalmayacaktır. Taliban’ın Afganistan’da yükselmesi, El Kaide’nin Ortadoğu’da yükselmesi sürecine dinamizm katacaktır.
             Kafkasya’yı ise Güney ve Kuzey Kafkasya olarak incelemek gerekmektedir. Her iki bölgede de yapısal istikrarsızlık unsurları varlıklarını sürdürmektedir. Kuzey Kafkasya’da SSCB’nin dağılmasından sonra Çeçenistan merkezli olarak başlayan merkez-kaç süreç ancak güç kullanımı ile bastırılmış ancak ortadan kaldırılamamıştır. Rusya Federasyonu yönetiminin herhangi bir zaaf anında Kuzey Kafkasya büyük bir karışıklık içerisine girecektir. 2014’de sosyo-ekonomik sorunların yanında eğitim düzeyinin düşük olduğu Kuzey Kafkasya’da radikal dini örgütlerin terör eylemleri Kafkas bölgesinde olduğu gibi Rusya’nın çeşitli şehirlerinde de kendini gösterebilecektir.
          AZERBAYCAN
          Güney Kafkasya’da ise Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında mevcut sorunlar 2014’e transfer olmuşlardır. Azerbaycan, Kuzey Kafkasya’nın parlayan yıldızıdır. Devletleşme yolunda olumlu bir mesafe kaydeden Azerbaycan’ın enerji kaynakları sayesinde bölgesel etkinliğini artıracağı bir yıl beklenmektedir. Türkiye ile ilişkilerde, ilişkilere yön verecek temel faktör, Türkiye’nin Karabağ Meselesi karşısındaki tutumu olacaktır. 2014, demiryolları ve enerji hatları ile Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye ittifakının gelişeceği bir yıl olacaktır. Öte yandan Karabağ Meselesi ve işgal altındaki Azerbaycan toprakları Güney Kafkasya’daki en önemli jeopolitik sorundur. Çözümsüzlüğe mahkûm edilen sorunun çözümü için Azerbaycan’ın askeri seçeneğe başvurma ihtimali güçlenmektedir. Bölgedeki sınır çatışmaları zaman zaman artacaktır. Diplomatik girişimler de savaş riskine paralel olarak artacaktır.
         GÜRCİSTAN
         Gürcistan’da Ekim-2012’de hükümet, Ekim-2013’te ise Cumhurbaşkanı değişmiştir. Yeni yönetim dış politikasını “Rusya’yla dost, Batı’yla entegre” olarak açıklamıştır. Gürcü yönetimi Rusya ile ilişkileri normalleştirmek için yoğun bir çaba harcamaktadır, bu çabalar 2014’te de devam edecektir. Ancak Rusya-Gürcistan ilişkilerinde kilit rol oynayan Güney Osetya ve Abhazya meselelerinde herhangi bir değişim beklenmemektedir. Rusya bu bölgelerin tekrar Gürcistan yönetimine girmesine müsaade etmeyecektir. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ekonomik ilişkiler bakımından mümkün gözükürken, siyasi anlamda bu sorunun çözümüne bağlıdır. Gürcistan’ın Batı’yla ilişkilerinde AB Doğu Ortaklığı Projesi bağlamında yakın ilişkilerin artarak devam edeceği ifade edilebilir.
           ERMENİSTAN
           Ermenistan, AB’nin Doğu Ortaklığı Projesini reddederek Rusya’nın önderliğinde oluşturulan Avrasya İttifakı Gümrük Birliğine gireceğini ilan etmiştir.  Gelecek yıllarda Ermenistan’ın Rusya’yla daha yakın ilişkiler içerisinde olacağı ortadadır. Bu durum Azerbaycan’ın askeri müdahale seçeneği önünde bir engel olarak görülmektedir.
            Sözde soykırım iddialarının 100. Yılı yaklaşırken Ermenilerin bu yöndeki çalışmaları hız kazanacaktır. Brüksel’de Nisan 2015 için kiralık salonun kalmaması, tamamının şimdiden kiralanmış olması da çalışmalara verilen önemi göstermektedir.Başta Fransa olmak üzere –Batı dünyası Ermenileri tatmin edecek adımlar atmak isteyecektir.
           2015 öncesinde AİHM’nin 17 Aralık’ta açıkladığı “Perinçek Kararı” son derece önemlidir ve bilhassa Avrupa devletlerinin “soykırım inkârını” yasaklayan girişimleri bakımından Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Öte yandan Türkiye’nin Ermeni psikolojik savaşı ile mücadele konusunda strateji yoksunluğu ve hazırlıksızlığı ciddi dış politik sorunları da beraberinde getirebilir. Ankara’nın hazırlıksızlığının da bir politika olduğunu düşündürecek gelişmeler vardır. AKP Hükümetinin 2013’de Tehciri kınayan açıklamaları, derinden gelişen “Biz değil, İttihatçılar yaptı” söylemi 2015’de genel seçimlerden sonra Ankara’nın Ermeni soykırımı iddialarını “yumuşak geçiş” ile kabul etme ihtimalinin olduğunu göstermektedir.      
           BALKANLAR VE DOĞU AKDENİZ 
        Türkiye açısından Doğu Akdeniz coğrafyasında en riskli konular KKTC’nin devlet olarak varlığının devamı, Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarındaki egemenlik ve Ege adalarının aidiyeti meselesidir.Kıbrıs’taki müzakere sürecini de Türkiye’yi yoracak, geri adım atmaya zorlayacak noktaları nedeniyle risk yaratacak konular arasında saymak gerekir. Kıbrıs adası çevresindeki doğalgaz rezervlerinin çıkarılması ve arzı Kıbrıs sorunun çözümü için taraflar ve özellikle Türk tarafı üzerinde baskının artmasına neden olmuştur.
        Sonuç olarak görülen odur ki, AKP Hükümeti, Ortadoğu politikalarında Washington’dan kopuş ile başlayıp, Gezi olayları ve 17 Aralık soruşturmaları sonrasında gerilen ABD/AB ile AKP arasındaki ilişkilerini düzeltmek adına Kıbrıs konusunda KKTC’yi tasfiye etmek, Türkiye’nin garantörlük haklarından ve Türkleri ayrı egemen bir halk olarak görmekten vazgeçmek dahil önemli geri adımlar atmaya hazır görünmektedir. 
        Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Akdeniz’e kıyıdaş diğer ülkelerle sınır anlaşması yapmayı sürdürmesi, Türkiye’yi uluslararası hukuk açısından haklı olsa da yalnız kalmaya mahkûm etmektedir. Meselenin en doğrudan sonucu Türkiye’nin kendi karasularına hapsolmasıdır. Ege adalarının Yunanistan tarafından yerleşime açılması da hem yine deniz yetki alanları bakımından hem Türkiye’nin adalar üzerindeki hakları bakımından hem de toprağına, egemenliğine sahip çıkamayan ülke görünümüne sebep olmasından ötürü önemlidir ve yüksek risk barındırmaktadır.
        Adalar konusunda Türkiye yetkililerinin itirazda bulunmaması, Yunanistan’ın gerçekten de adaları sahiplenmesini sağlamaktadır. Bu durum Casus Belli sayılan 12 mil ilanına göre daha önemlidir, ancak Casus Belli’nin kaldırılmasına da 12 mil ilanına da gerek kalmaksızın Yunan hedeflerini hayata geçirmektedir.  Adalara da kıta sahanlığı tanıyan bir tek taraflı deklarasyonun Yunanistan tarafından yayınlaması da Türkiye-Yunanistan arasındaki uzlaşmazlık konularından birinin daha bir oldu-bitti şeklinde çözüme ulaşması anlamına gelmektedir. Türkiye sadece muhtemel petrol gelirini değil aynı zamanda ve daha önemlisi deniz üzerindeki hareket kabiliyetini de kaybetmektedir.
            Balkanlar da ise Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Balkan Açılımı ile hedeflenen noktadan her geçen gün biraz daha uzaklaşıldığı değerlendirilmektedir. Balkan politikasının yeniden ele alınarak dönem koşullarına uyumlu hale getirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu aşamada kimlerin Türkiye’nin yanında kalacağı henüz belli değildir. Bir tarafta Türkiye’ye artık ihtiyacı kalmadığını düşünenler, bir tarafta bu süreçte ortaya çıkan küskünler, bir tarafta aslında çok hoşlanmayarak işbirliği yürütenler bulunmaktadır ve yeni koşullar her bir kesimi daha da uzaklaştıracak gibi görünmektedir. “One Minute” Erdoğan’ının yarattığı lider odaklı sempatinin de 17 Aralık krizinden sonra zedelendiği ve bu coğrafyada telafi adımlarının henüz atılmadığı gözlemlenmektedir. Eskinin samimi dostu olup da bugün Türkiye’de olup biteni tereddütle izleyen kesime AKP Hükümeti’ni savunmak adına yöneltilen “hain” gibi suçlamalar da durumu kolaylaştırmamakta aksine zorlaştırmaktadır. Öte yandan AKP-Cemaat geriliminin Müslüman Balkan toplumlarına ihracı söz konusudur. Bugüne dek her iki tarafı da Türkiye olarak gören kesim sadece şaşkınlığa değil, aynı zamanda güven yitimine de uğramaktadır.
         Balkan Türkleri açısından da Türkiye’nin kendilerinin sorunlarını çözmede ve haklarını savunmada yetersiz kaldığı algısından bahsedilebilir. Bulgaristan’da halihazırda Türkleri temsil eden bir siyasi parti varken AKP Hükümeti’nin gizleme gereği dahi duymadan, yeni bir Türk partisi kurdurması, böylece oyların bölünmesi riskini yaratması bu tür hisleri besleyen gelişmelerdendir.Bu da esasen yine güven kaybı ve Balkan Türklerinin yaşadığı yerlerdeki etkinliğin yitirilmesi anlamına gelmektedir. Bu gelişmeler Türkiye’nin itibar kaybına da uğramasına neden olmaktadır. AKP’nin kurdurduğu siyasi partinin Bulgaristan’daki seçimlerde baraj altında kalması, sadece Balkan Türkleri açısından değil dünyanın geri kalanı açısından da Türkiye’nin itibarını tartışılır kılmıştır.
          ABD İLE İLİŞKİLER
          ABD ile ilişkiler 2013’de Türkiye’nin Suriye politikası, Gezi olayları ve nihayet 17 Aralık soruşturması çerçevesinde gerilimli geçmiştir. Türkiye’nin Suriye’de izlediği bazı radikal gruplara yardım politikası ABD tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Mayıs 2013’de gerçekleşen Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında Amerikan tarafı Ankara’dan destek politikasını terk etmesini vurgulayarak istemiştir. AKP Hükümetinin Mısır’da askeri darbeye karşı aldığı tavır, Irak’ta Maliki Hükümeti ile sürtüşmesi de Washington’da gerginlik yaratan hususlar olmuştur. 13 Eylül 2013’de ABD’nin Libya Büyükelçisi Chris Stevens’ın öldürülmesinin Amerikan’da yarattığı ikinci 11 Eylül travması Washington’un AKP’nin selefi örgütleri destekleme politikasına tepkisinin artmasına neden olmuştur.
         Gezi olayları ve 17 Aralık soruşturması konularında AKP Hükümetinin açık bir şekilde ABD’yi suçlar bir tavır içerisine girmesi tansiyonu artırmıştır. Ancak her iki taraf da gerilimin kontrol altına alınması için çaba sarf etmişlerdir. Özetle, Türk-Amerikan ilişkilerinde 2013 senesinin en iyi ifadesi karşılıklı güvensizlik ve kızgınlığın kontrollü tansiyon ile dengelenmesi  şeklinde olabilir.
        Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli noktalar Türkiye’nin ABD’nin Ortadoğu-Kafkasya-Orta Asya-Balkanlar-Doğu Akdeniz politikalarına sağlayacağı destektir. Bu çerçevede a)Türkiye-İsrail İlişkileri, b)Türkiye-ABD yanlısı Arap ülkeleri ilişkileri, c)Türkiye’nin Rusya-Çin bloğu ile ilişkileri, bu çerçevede Ukrayna meselesinde alacağı tavır, d)Ortadoğu’da Kürt politikası ilişkilerdeki önemli parametrelerdir. AKP Hükümetinin Ortadoğu politikalarında izlediği çatışmacı çizgi Mısır-Suriye-Irak-İsrail ile aynı zamanda çatışması, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile (Katar hariç) ters düşmesi, ABD-AKP Hükümeti ilişkilerini zorlamaktadır.     
        2014’de Türk-Amerikan ilişkileri 2013’de olduğundan daha iyi olmayacaktır. AKP Hükümeti,  17 Aralık soruşturmalarının Gülen Cemaati tarafından yürütüldüğünü bunun ise ABD’nin isteği olmadan gerçekleşmeyeceğine inanmaktadır. Bu inanç ve Erdoğan’ın açık tepkilerinin ABD’de bıraktığı “burukluk” 2014’de ilişkiler üzerinde yük olmaya devam edecektir.
         AKP Hükümeti ABD’ye rağmen uzun süreli bir iktidar sürecinin mümkün olmayacağına inanmaktadır. Bundan dolayıTürkiye’nin 2014’de Kıbrıs ve 2015’de sözde Ermeni soykırımı konusunda vereceği/verebileceği tavizler ile ilişkilerdeki mevcut yarılmayı hafifletme politikası 2014’e ve 2015’e damgasını vurabilir.  AKP’nin ABD’nin Afrika politikalarına vereceği destekte önemli sayılabilir.
          Bu tavizler ile30 Mart seçimlerinde AKP’nin yüksek oy alması durumunda, başka siyasal seçenek göremeyen ABD’yi tansiyonu düşürmeye itebilir. Esasen, ABD’nin AKP Hükümetini Kıbrıs, Ermeni sözde soykırımı ve PKK’ya özerklik konularında baskı altına almak için baskı ve gerilim politikası izlediğini söylemek de mümkündür.




http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/04/22/7560/2014-turkiye-kuresel-bolgesel-ve-ulusal-jeopolitik-degerlendirme




..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder