17 Haziran 2016 Cuma

2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 2


2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 2 



Yazar: Ümit Özdağ
22 NİSAN 2014 SALI



         AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER

         2013 başında nispeten canlanan Türkiye-AB ilişkileri sene içinde önce Gezi olayları sonra 17 Aralık soruşturmalarına AKP Hükümetinin verdiği hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığını askıya alıcı yaklaşımdan ötürü kontrollü ancak ağır bir gerilim içine girmiştir. Başbakan Erdoğan’ın AB’nin tepkisini minimize etmek için önce Brüksel sonra Berlin’e yapmış olduğu ziyaretlerin tepkiyi ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir. 2014’e Türkiye-AB ilişkileri 2013’ün yükü ile girmektedir. 2014’te ikili ilişkilerde köklü bir gelişim beklenmemelidir. Ancak ABD ile ilişkilerde Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı konusunda verilmesi muhtemel tavizler ilişkilere geçici bir bahar yaşatabilir.

         TÜRKİYE: SİYASAL DURUM

          AKP Hükümeti 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden % 44’lük bir oy alarak beklenenin altında oy kaybına uğramasına ve galip çıkmasına rağmen Türkiye halen Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile bir Fetret Döneminden geçmektedir.1402’de Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’a yenilince Osmanlı Devletinde iktidar Yıldırım Bayezid'in oğulları  arasında bölündüğü dönem için bu kavram kullanılmıştır. Her birisi ülkenin bir yanına hakim olan şehzadeler ülkenin diğer  bölgelerini de ele geçirmek için birbirleri ile savaşmışlardır. 1413’de I. Mehmet Han iktidarını sağlamlaştırmış ve Fetret Devri sona ermiştir.
         Erdoğan, kendi iktidarını Fetret Devri olarak nitelendirmesinin nedeni ülkemizde de aynı anda çoklu iktidar yapısının oluşmasıdır. AKP devleti, Hizmet Cemaati devleti, KCK devletive Türkiye Cumhuriyeti devleti. Bu dörde parçalanmış yapılar arasındaki çatışma ve müzakere süreçleri, 2014’ün iç politik gündemini belirleyecektir.Ancak önce mevcut durum tespit edilmelidir.

         Türkiye Anayasal Durum: Anayasa Askıda

          17 Aralık 2013 sonrasında ise ülkemizde AKP Hükümet tarafından gerçekleştirilen bir anayasal darbe ile anayasa askıya alınmıştır. Türkiye halen anayasası kısmen ve Hükümetin uygun bulduğu maddeleri uygulanan bir ülke durumundadır.  Hükümet, yargının aldığı kararları uygulamayarak, mevcut anayasal rejime son vermiştir. Anayasanın  yargı bağımsızlığını güvence altına alan 138. maddesi AKP Hükümeti tarafında fiili güç kullanımı ile askıya almıştır. Artık Türkiye'de bir hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir.
        Öte yandan ülkenin Güneydoğu Anadolu bölgesinde yürürlükteki kanunlar dahi uygulanmamaktadır. Yürürlükteki yasaların uygulanmasını engelleyen siyasi iktidar ve mülki amirlerdir.
        AKP Hükümeti 17 Aralık 2013’den bu yana yürütmeye bağlı güçlere ve özellikle polise kaynağını anayasa ve yasalardan almadığı gibi anayasa ve yasalara aykırı olan emirler vermektedir. Bu yasa dışı emirler vali, polis ve jandarma tarafından uygulanmaktadır.  İktidardaki bir partinin anayasal rejime darbe yapması çok sık rastlanmayan bir husus olmakla beraber olmaktadır.İktidarın anayasaya karşı darbe yaparak anayasa ve yasaları askıya alması fiilen Türkiye'de anayasasız bir rejimin başladığını göstermektedir.

          Türkiye: YargıKendisine Karşı Darbe Yapılan Yargı Bağımsız mı?

          AKP Hükümeti’nin kendisine karşı darbe yaptığı ve Anayasa’nın 138. Maddesi ile güvence altına alınmış olan yargı erkinin bağımsız olduğunu söylemek mümkün müdür? Yargının bağımsız olabilmesi tarafsız olmasına bağlıdır.Tarafsız olmayan bir yargı bağımsız bir yargı da olamaz.AKP iktidarı "CHP’li olmayan" bir yargı oluşturacağım" iddiası ile anayasa referandumu sonrasında yargıyı büyük ölçüde ve en etkin noktalarında Hizmet hareketine sempati duyan bir yapıya teslim etmiştir.
          Eğer bir hakim veya savcı, adli hiyerarşi dışında bir hiyerarşi ve kendi vicdanı dışında bir vicdanın kararlarında belirleyiciliğine izin veriyor ise orada "tarafsız" bir yargıdan bahsetmek mümkün değildir. Yargı tarafsız olmadığı noktada da bağımsız değildir. Yargının bu durumu AKP Hükümetini hiç rahatsız etmemiştir. Aksine zaman zaman gelen göstermelik ve sözde/cılız itirazlar dışında her eylem ve karar iktidar tarafından onaylanmış ve savunulmuştur. Ancak AKP’nin inşasına destek verdiği, onayladığı, desteklediği yapı hangi saik ile olur ise olsun yolsuzluk soruşturmalarına başlayınca,  AKP Hükümeti özü itibarı ile şunu söylemiştir: “Subayları yargılayabilirsiniz ancak çocuklarımızı yargılayamazsınız.”

          Yargının Bağımsız Olmaması Anayasal Darbeyi Haklı Kılmaz

          Yargının kısmen dahi olsa bağımsız/tarafsız olmaması AKP Hükümeti'nin anayasal darbe gerçekleştirerek anayasayı askıya almasını haklı çıkarmaz. Hükümetler anayasaya sadık kalmak ve sorunları anayasanın sağladığı imkanlar çerçevesinde, hukuk devletinin ilkeleri içinde çözmek zorundadırlar. Çünkü, arkasında hangi politik saik olur ise olsun, ki kişisel kanaatim vardır,  yargının 17 Aralık’tan bu yana sürdürdüğü yolsuzluk soruşturmalarının tamamı hukuki eylemlerdir. AKP Hükümeti, bu soruşturmaların arkasında bulunduğunu ileri sürdüğü kişi, grup ve hatta motifler ile politik, ekonomik, kültürel her türlü mücadeleyi verebilir. Ancak yargının kararlarına karşı anayasa dışı müdahaleler AKP Hükümetini anayasal darbe çerçevesinde anayasa suçu işler duruma düşürmektedir.

        AKP DEVLETİ-CEMAAT DEVLETİ ARASINDAKİ ÇATIŞMA

        AKP ile Gülen Cemaati arasında koalisyon yıkılmış ve yerini çok sert bir çatışma süreci almıştır.  30 Mart yerel seçimlerinden istediği seçmen desteğini alarak çıkan Erdoğan, Gülen Cemaatine karşı kapsamlı bir operasyon başlatacaktır. Gülen Cemaati, bu operasyona küçümsenmeyecek kaynakları ile cevap verecektir. AKP ile Cemaat arasındaki çatışma, iktidar ile muhalefet arasındaki mücadeleyi de tırmandıran bir etki yapacaktır. Bu sürecin Türkiye’nin iç politik istikrarsızlığını artıracağı muhakkaktır.30 Mart 2014 seçimleri tarafların köşelerine çekilmeleri ve dinlenmeleri için bir ara olmayacak, aksine daha sert bir şekilde birbirlerine saldırmalarına için bir nefes arası olacaktır.
      Bir dış dinamiğin etkili müdahalesi olmadığı veya öngörülmesi mümkün olmayan derecede etkili bir bilgi sızdırması Başbakan Erdoğan’ı istifaya zorlamadığı takdirde genel seçimlere kadar sürecek olan bu “iç savaştan” AKP Hükümeti galip çıkacaktır. Çünkü bir cemaatin devlet ile savaşını cemaatin kazandığı tarih boyunca görülmemiştir.  Öte yandan bu “iç savaştan” ve politik istikrarsızlıktan en fazla karlı çıkan PKK/BDP olacaktır.  

           PKK TERÖR ÖRGÜTÜ ve DEMOKRATİK ÖZERKLİK

            PKK tarihinin politik ve askeri olarak en güçlü seviyesine ulaşmıştır. PKK, müzakere sürecini çok doğru adımlar ile değerlendirmiştir. Meşrulaşma sürecinde önemli adımlar atmıştır. Güneydoğu Anadolu’da devlet mekanizmasına paralel KCK “devlet” mekanizmasını kurmuştur. PKK’lı çeteler kırsal alanda kurtarılmış bölgeler oluşturmuşlardır. Başbakan yardımcısı“ Öcalan Kürtlerin lideridir tespiti yaparken, “devlet nasıl olsa PKK ile anlaşıyor ve bizi sattı” diyen devlet yanlıları, artık PKK’ya direnmekten vazgeçmiştir.  Hakkari ve Şırnak’ta PKK son aylarda 20 bin kaleşnikof dağıtarak kendi “korucu” sistemini oluşturmuştur. Örgüt, Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak’ta kent merkezlerinde beton sığınaklar oluşturmuştur.  Amaç, kırsala dayalı kent gerilla savaşı için hazır olmaktır.

           PKK “şehitleri” dedikleri mezarlıklar 24 saat silahlı PKK’lılar tarafından korunmaktadır. Kırsal alanda PKK kurtarılmış bölgelerine mülki idare tarafından askere operasyon yaptırılmamaktadır. Polis karakollarına kilitlenmiştir.  Asker kışlalarına çekilmiştir. Dışarıya çıkan askeri birliklere PKK flamaları sallayan terör örgütü yandaşları tarafından hakaret edilmektedir. Şırnak’ta sınırda kaçakçılık hattında yol yapımı sırasında askerlere saldıran PKK sempatizanlarının “ Nasıl olsa kısa bir süre sonra Kürdistan’ı terk edeceksiniz. Ne uğraşıyorsunuz? diyerek hakaret etmesi bölgeye hakim olan ruh halini göstermektedir.

         2006’da Oslo’da gizli olarak başlayan ve 2009’da açıklanan müzakere sürecinde PKK’nın şimdiye değin elde ettiği tavizleri şu şekilde sıralanabilir.


1)      Devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayına başlanması,
2)      Kürtçenin devlet okullarında seçmeli ders olması,
3)      Üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açılması,
4)      Kuzey Irak ile işbirliği ile Kürtçe öğretmeni yetiştirilmesi,
5)      Bölücü propagandanın serbest bırakılması,
6)      KCK tutuklularının direnişi üzerine Kürtçe savunma hakkı tanınması,

7)      Kürtçe bilme şartı ile kamu görevlisi istihdamı,
8)      İdari federasyonun altyapısını kuran Büyükşehir Belediyeler yasasının kabulü,
9)      Yerleşim yerlerinin isimlerinin Kürtçeye dönmesinin önünün açılması,
10)  Seçim çalışmalarında Kürtçe propagandanın serbest bırakılması,
11)  Terör örgütü suçlarından yargılanan ve mahkum olanlarının parti üyeliğinin önünün açılması,
12)  W, q, x harflerinin kullanımın serbest bırakılması,
13)  Özel okullarda Kürtçe eğitim serbest bırakılması,
14)  Siyasi parti faaliyetlerinin Kürtçe yapılmasının önü açılması,
15)  Devlet hizmetlerine Kürtçe erişim hakkı.
16)  Diyanet İşler Başkanlığı’nın Kürtçe hutbe okutmaya başlatması

        Bütün bunlar birlikte okunduğu zaman Türkiye’nin milli devlet ve üniter devlet yapısının aşındığı görünmektedir.Bundan sonraki süreçte PKK, politik ruhu ve hukuki çerçevesi olgunlaşan federalleşme sürecini yaşama geçirmeyi hedeflemektedir. Güneydoğu illerinde 2011 seçimlerinde % 51.4 olan oy ortalaması Mart 2014 seçimlerinde % 51.6’da kalmıştır. BDP Öcalan’ın koyduğu  % 80 hedefinin çok altında kalmıştır.

        Seçimlerden sonra PKK’nın atması ihtimali olan adımlar üç senaryoda özetlenebilir.

        En Yüksek Olasılıklı Senaryo: PKK/BDP seçimlerden sonra demokratik özerkliği yaşama geçireceğini ilan edecektir. Sembolik bir adım atılarak, BDP belediyelerinin önüne Türk bayrağı yanına PKK flaması asılacaktır. BDP/PKK hem AKP Hükümetinin seçimlerde oyunun azalmasından hem Gülen Cemaati ile olan kavgasının yarattığı zaaf ve karışıklıktan azami ölçüde istifade etmek isteyecektir.  Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde böyle bir adımı kabul etmesinin siyasal intihar olduğunu düşünen AKP Hükümeti, özerklik ilanını reddedecektir. PKK/BDP ise demokratik özerkliği, yeni büyükşehir yasasının sağladığı imkanların sınırlarını zorlayarak fiilen hayata geçirmeye başlayacaktır. Bu süreçte, PKK, PKK/BDP’nin fiili demokratik özerklik alanını genişletmek ve Hükümetten gelebilecek muhtemel engellemeleri durdurmak amacı ile terör eylemleri tehditlerini artıracaktır. PKK’ya katılımlarda patlama yaşanacaktır. KCK tutukluları serbest bırakılmaya başlanacaktır.  
  
      AKP Hükümeti, mülki yönetim aracılığı ile güvenlik güçlerinin demokratik özerklik adımlarına karşı alması gereken önlemleri ve yargının başlatması gereken hukuki süreçleri engelleyecektir. AKP Hükümeti PKK/BDP’nin ilan ettiği demokratik özerkliğe karşı izlediği teslimiyetçi politikaları protesto eden toplumsal muhalefete karşı bir baskı politikası başlatmak durumunda kalacaktır. PKK/BDP’den Öcalan’ın serbest bırakılması da dahil kapsamlı çözüm önerileri için Haziran 2015 genel seçimlerine kadar beklemesi istenecektir.Bu süreçte Öcalan ve PKK/BDP’nin bazı talepleri 6. Demokratikleşme Paketi ile karşılanacaktır. PKK/BDP, bu süreci Suriye’nin kuzeyindeki PKK devletçik yapılanmasına zaman kazandırmak ve anılan devletçiği konsolide etmek için kullanmayı tercih edecektir. PKK, bütün Kürt örgütlerini toplayacak Ulusal Kongre adlı pankürdist kurultayı toplayacaktır.

       İkinci Yüksek Olasılıklı Senaryo:  PKK/BDP seçimlerden sonra demokratik özerkliği yaşama geçireceğini ilan edecektir. BDP/PKK hem AKP Hükümetinin seçimlerde oyunun azalmasından hem Gülen Cemaati ile olan kavgasının yarattığı zaaf ve karışıklıktan azami ölçüde istifade etmek isteyecektir.  AKP Hükümeti, zor durumda olmasına rağmen 2015 genel seçimlerinden önce böyle bir adımı kabul etmesinin siyasal intihar olduğu noktasından hareket ederek, özerklik ilanını reddedecek ve hem muhalefetin hem TSK’nın baskısı ile sert tepki gösterecektir. PKK,Güneydoğu Anadolu’da yaratacağı kısıtlı silah kullanımın gerçekleştiği şehir terörü ile Hükümeti baskı altına almaya ve geri adım atmaya çalışacaktır. Çatışmaların başlamasının kendisinin serbest bırakılmasını da kapsayacak bir süreci engelleyeceğini düşünen Öcalan PKK/BDP gösterilerinin kontrol dışına çıkıp silahlı çatışmaya dönüşmesini engelleyecektir. AKP ise bunun karşılığında geri adım atacak, seçimler yaklaşırken, 6. Demokratikleşme Paketi yayınlanacaktır.  PKK/BDP ise eylemlere son verecektir.

       Üçüncü Yüksek Olasılıklı Senaryo: PKK/BDP seçimlerden sonra demokratik özerkliği yaşama geçireceğini ilan edecektir. İktidarı partisi içinden sert tepkilerin gelmesi sonucunda AKP Hükümeti, PKK/BDP’ye karşı söylemini sertleştirecek ve güvenlik önlemlerine yönelecektir.  Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bünyesinde özerklik ilan edilmesi planlanan bölgelerden geniş bir kitlenin katılımının amaçlanacağı bir halk kongresinin organize edecektir. Kürtçe eğitim veren okulların kurulması ve bu okullarda eğitime başlanması çalışmaları hızlandırılacaktır. Bu çerçevede eğitim çağındaki çocukların mevcut okullarına gönderilmemesi, Kürtçe okullarda eğitime yönlendirilmeleri yapılacaktır. Devlet okullarında öğretmenlere Kürtçe eğitim için baskı yapılacaktır.

          Terörist unsurlar, şehirlerde ‘güvenlik görevlisi’ adı altında silahlı yapılanmaya gideceklerdir.  Demokratik özerk bölge (Özerk Kürdistan) olarak ilan edilen bölgenin sınırlarında “sınır çizgisini” temsil etmesi anlamında diğer şehirlerden karayolu ile ulaşım yapılan noktalarına, teröristler tarafından kontrol noktaları kurulacak ve kimlik kontrolü yapılacak, tespit edilen devlet görevlilerinin rehin alınacak, bu durumun devlete karşı pazarlık malzemesi haline getirilecektir.

         Boşaltılan köylere geri dönüşlerin yapılmasının sağlanarak söz konusu alanlarda terör örgütünün alan hâkimiyetinin güçlendirilmesi ve kızıl kurtarılmış bölgelerin ilan edilmesi gerçekleşecektir. Emniyet birimlerinin PKK eylemlerine müdahale etmesi üzerine ‘serhildan’ olarak adlandırılan şehir ayaklanması çıkartılacak, bu çerçevede hâkimiyet kurabildikleri bölgelerdeki devlet dairelerinin işgal edilecek, devlet dairelerine PKK bayraklarının asılacaktır.

         PKK başlatacağı ve ağır silahlarda kullanacağı serdilhan ile  TSK’yı “meskun mahal çatışmasına” zorlayacaktır. PKK’nın asıl amacı, bu çatışmalar üzerinden aşılması zor olan bir toplumsal yarılma üretmek, Birleşmiş Milletleri müdahaleye çağırarak sonuç almasa bile meseleyi uluslararasılaştırmaya çalışmak olacaktır.     

        Bütün bu senaryolarda sorunun aşılması için Türkiye’nin elindeki en önemli güç TSK-Jandarma-polis ve MİT’ten oluşan güvenlik sistematiğidir. Bu güç sistematiğinin aşağı da izah edilecektir.

EKONOMİK DURUM

             2014 Türkiye için sadece dış ve iç politik açıdan değil, ekonomik açısından da zor bir yıl olacaktır. Türkiye’nin finansal sistemin en kırılgan beş ülkesinden birincisi ilan edilmesi de bunu göstermektedir. Türkiye ekonomisinin 2014’de öncelikle küresel etki ile artan kırılganlığı bertaraf edecek sermaye birikiminin olmaması ülkemizi çok zor durumda bırakacaktır. Bunun nedeni son 10 yıldır gelişimin; dışardan gelen sıcak paraya, özelleştirmeye ve yabancı yatırımlara bağlanmış olmasıdır. ABD ekonomisinin toparlanması ile Dolar’ın kendi ülkesine dönmesi Türkiye’nin yaslandığı duvarın yıkılmasına sebep olmuştur. Nitekim Ocak-Kasım 2012 döneminde 38.132 milyar Dolar tutarında sıcak para girişi gerçekleşmişken,  2013’de 21,090 milyar Dolar tutarına düşmüştür. 2012 yılında cari açık 43,6 milyar Dolar iken, 2013’de 65.4 milyar Dolar’a yükselmiştir.

Bu durumda açık olarak ortaya çıkmaktadır ki Türkiye’de sıcak para çıkışı başlamasına karşın cari açıkta muazzam bir artış yaşanmıştır. Cari açığın finansmanına baktığımız zaman Bankaların 2013’de 28,6 milyar Dolar’a ulaşan yurtdışı borçları en önemli paya sahiptir. Bu rakam geçen yıl aynı döneme göre 14 milyar Dolar artarak iki katına çıkmıştır. Bu rakamlardan hareket ile 2014’de de aylık 5 milyar Dolar cari açık verileceği öngörülebilir.

 Öte yandan 2003’den bu yana 129 milyar Dolardan 372 milyar Dolara (GSYH’nın % 40’ı) çıkarak dış borçlanmaya dayalı gerçekleştirilen büyüme süreci, 2014’e ağır bir miras bırakmıştır. 2014 senesi içinde Türkiye’nin ödeyeceği kısa vadeli dış borç miktarı, 143 milyar Doları özel sektöre ait olmak üzere 170 milyar Dolardır. Diğer bir ifade ile Türkiye her ay 14.2 milyar dolar borç ödemek zorundadır. Türkiye bu borcu ödeyebilmek için yüksek miktarda borçlanacaktır. 2014’de borçlanmanın bankalar yerine devlet tarafından dış piyasalardan daha yüksek maliyet ile alınacağı görülmektedir.  

İşsizlikte yükseliş eğilimindedir. Firmaların birçoğu şuanda işçi çıkarımına başlamış ve durağan konuma geçmiş ve yatırımlarını durdurmuştur. Ekim 2012 yılında Türkiye’de 9,1 iken 2013 aynı dönemde 9,7’e yükselmiştir. Ekim 2013’te kentteki işsizlik oranı ise 11,5’tir. Bu rakamlar 2014’de ekonomideki küçülmeye paralel olarak yükselecektir. Çünkü Türkiye’de ekonomik sancılara eklenen siyasi sorunlar ortaya atılan iddialar ile belirsizlikler artmış hem hane halkı hem yatırımcılar çekingen davranmaya başlamıştır. Bu da yatırımları ve harcamaları ve etkileyecektir.   Ayrıca taksit sayısının sınırlandırılması, mecburen yapılan faiz artırımı da yine borçlu Türkiye’nin borç maliyetlerini artıracaktır.

 Gelişmekte olan ülkelerin ihracat artışı yaşayacağı gerçeği ise Türkiye açısından dış ticaret açığı anlamında bir azalmaya sebep olmayacaktır. Bunun nedeni ülkemizin montaj sanayisi ekonomisine sahip olmasıdır. Türkiye dışarıdan aldığı hammadde ve yarı mamülleri montajlayarak ya da işleyerek ihraç etmektedir. Nitekim dış ticaret rakamlarımıza baktığımızda ihracatın ithalatı karşılama oranı %60’lar seviyesinden yukarıya çıkamamaktadır.(2012 yılında %64, 2013 yılında %60)2013 yılı ihracatı bir önceki yıla göre %0,4 düşerek 151 milyar Dolar buna karşın ithalat ise %6,4 artarak 251 milyar Dolar’a ulaşmıştır. Dolayısıyla bu yapısıyla Türkiye gelişmekte olan ülkelerin ihracatının artma beklentisine ayak uyduramayacaktır.

Sonuç olarak 2014’de ekonomik büyüme devlet harcamaları ve inşaat sektörü merkezli büyüme ile % 2-3’ler seviyesinde kalacaktır. İşsizlik çift haneli rakamlara ulaşacaktır. Enflasyon % 8’i aşacak iki haneli enflasyon şaşırtıcı olmayacaktır.

         TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ

          Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili burada söylenebilecek ve gerçeği özetleyen cümle, Türk Ordusu’nun Cumhuriyet tarihi boyunca olmadığı kadar politize olduğudur. Subay kadrosu içinde sayıca küçük ancak ordunun moral ve disiplini üzerinde büyük olumsuz etkileri olan hizipler oluşmuştur. Bu hiziplerin zehirleyici varlığı silah arkadaşlığı inancını tahrip etmiştir. TSK’nın mevcut moral yapısı ancak Birinci Balkan Savaşı öncesinde olduğu durum ile kıyaslanabilir. Bu arada GES yani elektronik sistemler komutanlığının TSK bünyesinden MİT bünyesine alınması, TSK’yı elektronik kör bir ordu haline getirmiştir. Bu modern bir savaşta bir ordu için savaşmadan yenilgi anlamına gelir.  

        JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

         Jandarma Genel Komutanlığı’nın da genel müdürlüğe dönüştürülmesi çalışması AKP Hükümetinin milli güvenlik konusundaki yanlış politikalarından birisidir. AKP Hükümetinin TSK’ya karşı derinden duyduğu korku o derecede seyretmiştir ki yıllarca kurulan kumpaslara ortaklık etmek konusunda en ufak bir tereddüdü olmamıştır. Bu kumpasların Türkiye’nin ve Türk Milletinin güvenliğini ağır bir tehdit altına atması dahi AKP Hükümetini harekete geçirmemiş, bütün otoriter parti yönetimlerinde olduğu gibi AKP iktidarının güvenliği Türkiye’nin güvenliğinin önüne konulmuştur.
          Bölgesel ve ulusal nitelikli bu şartlar karşısında Jandarma Genel Komutanlığı gerilla savaşı ve melez savaş konusunda Türkiye’nin elindeki yetişmiş en iyi, deneyimli ve mobil birliklere sahip olan gücüdür. Türkiye bu güce en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçmektedir. Jandarma Genel Komutanlığı’nda sivil otoritenin üstünlüğü için yapılacak iki şey, Genel Komutanın Jandarma içinden çıkmasını sağlamak ve 1980 öncesinde olduğu gibi sicil açısından valilere bağlamak ile sınırlı olmalıdır.

         EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

          Polis halen istihbarat ve terörle mücadele gibi kadroları tamamen dağıtılmış ve bir kısmı bu konularda deneyimsiz kadroların yerleştirilmesi ile kritik bir döneme girmiştir. İstanbul kenti gibi 14 milyonluk dev bir şehrin güvenliğinin başında hayatında bir gün polislik yapmamış bir vali bulunmaktadır. Bu dönemin Ocak-Mart 2014 sürecinde yeni kadroların görevlerine uyum sağlaması ile aşılması beklenmelidir. İç İşleri Bakanlığı bu kaosu büyük bir ihtimal ile uygulamayarak aşmaya çalışacaktır. Öte yandan Mart 2014 sonrasında PKK terörünün kentlerde tırmanışa geçmesi durumunda EGM ağır bir baskı altında kalacaktır. 

         MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI

         MİT, son yıllarda müsteşarı aracılığı ile demokratik bir ülkede bir istihbarat örgütünün olmaması gerektiği kadar göz önündedir. Bu durumun ne Hükümete ne de MİT’e yarar sağladığını söylemek mümkün değildir. MİT, partileşen bir teşkilat olarak algılanmaktadır. 2010’an bu yana MİT, diğer kurumlardan yapılan çoğu siyasal nitelikli ahbap-çavuş ilişkileri çerçevesinde profesyonel olmayan kadroların aktarımı ve belirli dini/siyasi görüşlerin temsilcileri aracılığı ile ağır bir yıpranma süreci içine girmiştir. Profesyonel ve tarafsız kadrolar ise tepki olarak MİT’ten istifa etmektedirler. Yeni MİT yasası ise demokratik bir ülkede olamayacak kadar anti-demokratik bir yasadır. 2014’de MİT daha ağır bir süreçten geçebilir.    

           SONUÇ

2014 yılına ulusal, bölgesel ve küresel bir düzlemden bakıldığı zaman mikro seviyeden makro düzeye doğru, siyasi, ekonomik ve sosyolojik gelişmelerin çatışmalı ve sancılı bir ortamda şekilleneceği görülmektedir. Makro düzeyde çok kutupluluk güçlenirken, ekonomik gelişmeye koşut olarak artmaya başlamasıyla küresel siyaset ekseninin Asya-Pasifik Bölgesi’nde kaymaya başladığı görülmektedir.
Bu bağlamda Avrupa’nın eski önemini kaybetmesinin de Asya-Pasifik Bölgesi’nin ekonomik, politik ve askeri olarak öneminin artmasına neden olduğu söylenebilecektir. AB’nin ekonomik anlamda yaşadığı sıkıntılarının, Almanya ve Fransa’nın lokomotif güç olabilmeleri halinde bir miktar aşılabileceği değerlendirilmekle birlikte, AB’nin ekonomik güç kaybının Çin’i artan iç ve dış talepleri bağlamında daha da ön plana çıkardığı görülmektedir.
Ayrıca Çin’de görülen ekonomik kalkınma ve ilerlemeye bağlı yükselişin, ABD’nin uluslararası siyasetini etkilediği anlaşılmaktadır. ABD’nin Ortadoğu’ya aktif müdahaleden kaçınan bir politikayla bölge üzerinde etkin olmaya çalışması ve Çin’in ekonomik yükselişine karşı tedbirler geliştirmesi bu durumu ortaya çıkarmaktadır. 

Rusya’nın Avrasya ekseninde güçlenme süreci içinde olduğu, mevcut konjonktürel gelişmeleri göz önünde bulundurmak suretiyle komşu ve çevre ülkeleri üzerinde ilk aşamada ekonomik daha sonra da güvenlik alanında bir ittifak arayışıyla gerçekleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Bazı ülkelere karşı söz konusu ittifak arayışında Rusya’nın kendisine bağımlı ekonomik bir bağ kurma, en temelinde ise çevre ülkeler üzerinde en azından dış politikası lehine müttefik kazanma özelliği taşıyan bir siyaset yürüttüğü değerlendirilmektedir.
2014 yılının uluslararası siyasetini etkileyecek diğer önemli hususlardan birisi de İran ile sürdürülmekte olan nükleer müzakerelerin nasıl şekilleneceğidir. Görüşmelerin olumlu olması durumunda ılımlı bir atmosfer altında uluslar arası bir siyaset yürütüleceği beklenirken, karşılıklı taleplerin karşılanması noktasında yetersiz kalınması halinde ise hâlihazırdaki çatışmalı Ortadoğu coğrafyası açısından gelişmelerin çatışmacı düzeyinin artabileceği düşünülmektedir. 
Bu bağlamda Ortadoğu’daki siyasi istikrarsızlıklar ve iç çatışmalar neticesinde ortaya çıkan melez savaşların söz konusu coğrafyada bölünmelere de neden olabilecektir. Bölünme olasılığının yanı sıra bahse konu hususların terör örgütlerinin güçlenmesine ve yeni örgütlerin türemesine de neden olacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede özellikle radikal dini örgütlerin faaliyet alanlarının ve etki güçlerinin genişleyeceği kaçınılmaz bir son olarak algılanmaktadır. Türkiye ise bu tarz bir olayın, Türkiye’yi ciddi anlamda güvenlik açısından sıkıntıya sokacağı düşünülmektedir. Öte yandan ABD ile İran arasındaki bir uzlaşmanın ilk aşama Ortadoğu’daki mevcut çatışma alanlarına kısmen yatıştırıcı bir etki yapması mümkündür. Ancak bu etki Ortadoğu’daki büyük istikrarsızlığın kontrol altına alınması sonucunu doğurmayacaktır.
Diğer sorunlu bölgelerden birisi olan Afganistan konusunda da ABD’nin söz konusu bölgeden çekilmesinin, başta Pakistan olmak üzere Orta Asya ülkeleri üzerinde istikrarsızlaştırıcı bir etkisinin olacağı değerlendirilmektedir.
Balkanlar ve Doğu Akdeniz coğrafyasında ise Türkiye için Kıbrıs sorunu ile Ege adalarının aidiyeti mevzularının, Türkiye’nin AB ilişkilerini belirleyici nitelikte olacağı söylenebilecektir. Ayrıca Türkiye’nin mevcut iç siyasi gerilim ve sansasyonel gelişmelerinin de Balkan ülkeleri başta olmak üzere uluslar arası anlamda Türkiye’ye karşı bir güven kaybının yaşanmasına neden olduğu ve olmaya devam edeceği değerlendirilmektedir.

2014 yılına Türkiye-ABD ilişkileri ise AKP Hükümeti’nin genelde Ortadoğu, özelde ise Suriye bağlamında izlediği inişli çıkışlı politikanın ve AKP Hükümeti’nin selefi örgütlere yönelik ılımlı yaklaşımının da Türkiye-ABD ilişkileri açısından sıkıntı yaratacağı düşünülmektedir.  

Türkiye açısından 2014 yılı genel anlamda değerlendirildiği zaman ise başta hâlihazırda devam etmekte olan politik, sosyal ve ekonomik iç siyasi istikrarsızlık artarak devam edecektir. Toplumsal kutuplaşma tehlikeli ölçülerde artmaktadır. 2014 içinde toplumsal kutuplaşma ve gerilimin daha da artacağı görülmektedir. Bunun nedeni toplum içerisinde ötekileştirme yaratılarak sağlanmaya çalışılan siyasi destek oluşturma politikasıdır.   

Yolsuzluklar, sözde hukuka dayandırılan ancak hukuki boşluklar kullanılmak suretiyle gerçekleştirilen haksız tutuklamalar, toplumsal ayrışma üzerinden sürdürülmeye çalışılarak siyasi çıkarların beslenmesi çerçevesinde yapılan siyaset nedeniyle Türkiye’nin yaşadığı çalkantılı dönemin bir süre daha devam edeceği düşünülmektedir. 

Siyasi boyutun ekonomiye yansımalarının da iç açıcı olmayacağı aşikârdır. Bu bağlamda yaklaşık 12 senelik iktidarı boyunca AKP Hükümeti’nin, bütçe açıklarının kapatılması için kamu mallarını özelleştirmesi, yerel endüstrinin geliştirilmesi yerine dışa bağımlı hale getirilen bir ekonominin de 2014 yılı süresince çok da olumlu bir yönde seyretmeyeceği değerlendirilmektedir.
Tüm bu iç siyasi dinamiklerin neticesinde PKK’nın da gerek Ortadoğu coğrafyasındaki iç çatışmalar gerekse de Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki istikrarsız seyri nedeniyle daha da güçleneceği düşünülmektedir.

  
http://www.21yyte.org/ sitesinden 17.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/04/22/7560/2014-turkiye-kuresel-bolgesel-ve-ulusal-jeopolitik-degerlendirme


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder