13 Haziran 2016 Pazartesi

Türk Milletinin Hayatında, Türk Kültüründe Din ve İnanç BÖLÜM 1





Türk Milletinin Hayatında, Türk Kültüründe Din ve İnanç  
BÖLÜM 1

           Yazar: Muzaffer Özdağ
            31 MAYIS 2013 CUMA


Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının oluşturduğu mekana Eski Dünya denir. XVI.ncı yüzyıl başlarına kadar insanoğlu Dünyayı bu üç kıta ile onu çevreleyen denizlerden ibaret sanmış; XVII nci yüzyılın sonlarına kadar, Dünya tarihi bu üç kıtanın, genellikle iskan ve ümrana müsait bölümlerinde yaşanmıştır.

Eski Dünyanın; Asya, Avrupa, Afrika karalarının toplam yüzölçümleri 85 milyon Km2 dir. Türk dil ve kültürüne, Türk soyuna mensup kavimler, Türk Milletinin binlerce yıla erişen ve kesintisiz bir bütünlük, süreklilik ifade eden tarihi içinde bu 85 milyon km2. lik eski dünya yüzeyinin yaklaşık 55 milyon km12. lik bölümünde kısa veya uzun sürelerle (yüzyıllar veya çağlar boyu) hükümetleri, medeni varlıkları, dil ve kültürleri, siyasi ve askeri kudretleri ile egemen olmuşlardır. Daha derli bir anlatımla Asya kıtasının hemen tümü, Avrupanın ortalarına kadar uzanan vüsatte doğu yarısı, ve Kuzey Afrika (Afrikanın medeniyete açık bölümü Sudan, Mısır, Libya, Tunus, Fas) Türk hayat, egemenlik ve faaliyet alanı olmuştur.

Türk Milleti tarihle yaşıt denebilecek kıdemdedir. Kadim milletlerin büyük bir bölümü munkariz olmuş; isimleri dahi unutulmuştur. Modern milletlerin büyük bölümü kültürel kimlikleri yaşadıkları ülkenin tarihiyle bütünleştirilemeyecek ölçüde muhtelit ve nevzuhur kuruluşlardır. Tarihle.yaşıt Türk milleti günümüzde de yüksek hayatiyeti, özlü orijinal kültürü ile önemli bir varlık ve kudreti temsil etmektedir.

Türklerin İslam medeniyet dairesine giriş öncesi devrede vatan olarak sahiplendikleri, kültürlerinin damgasını vurdukları, kesintisiz denebilecek bir süreklilikle ellerinde tuttukları, milli şahsiyet ve şuurlarını kazandıkları alanın Karadeniz'den Çin Seddi kuzeyine, Pasifik sahillerine kadar uzanan kıtavi genişlik içinde övrazya ekseni ve Orta Asya olduğu belirgindir.  Türk kudreti zaman zaman bu eksenin doğu veya batı uçlarında yoğunlaşmakla birlikte Asyanın merkezine sahip ve hakim  olmayı sürdürmüş, özellikle, Çin'le mücadele durumunda bulunmuştur.

 Millet hayatımızın Saka imparatorluğu devresi tarihin himmetine  muhtaç destâni bir dönemdir. Türk tarihinin İslâm öncesi dönemde yaşanan binlerce yılını, yüzlerce hükümetle ilgili binlerce ayrıntıdan süzüp ayıklayarak, tarif ettiğimiz alanda ve 15 övrazya ekseni üzerinde siyasi, kültürel birliği kurup sürdüren BÜYÜK HUN ve GÖKT'ÜRK İMPARATORLUKLARI çerçevesinde kavrayabiliriz, Büyük Hun ve Göktürk İmparatorluklarının milli varlığımız yönünden müstesna önemleri kıtavi genişlikteki övrazya ekseni üzerinde bütün Türk boylarının birliğini ve vatan coğrafyasının bütünlüğünü kurup koruyarak kendi devrelerinde Doğudan ve Batıdan yayılma istidadı taşıyan müstevli güç ve kültürleri durdurmuş olmaları, müteakip safhalar için de, geçici siyasi ayrılıkların, bölünmelerin yıkıp silemeyeceği Ölçüde köklü, güçlü yüksek bir ortak milli kültür ve milli birlik şuuru yaratmış olmalarıdır.

Alp Ertuğ, Oğuzhan, Teoman, Mete, Çiçi, Attila, İlteriş han, İlbilge hatun, Kürşat, Bilge han, Bilge Tonyukuk, gönlümüze, ruhumuza, vicdanımıza Kurtuluş Savaşımızın kahramanları, Kuvaî Milliye gazisi büyüklerimiz kadar yakın. Damarlarımızda onların kanının dolaştığını, onların seciyesini taşıdığımızı, onların ölümsüz güzellikle esaslarını kurdukları dille konuştuğumuzu biliyoruz.

Türk dil ve edebiyatının ölümsüz şaheseri Göktürk - Orhun abidelerinde 1250 yıl ,önce Bilge amızın çağlar aşan uyarılarında aziz Atatürk'ün gençliğe hitap ve vasiyetinin esin kaynağı olan milli şuur ve imanı buluyoruz .

Kültür bir toplumun maddi ve manevi hayatının toplam ürünleriyle belirlenen yaşama biçimi ve özel kimliği olarak tarif edilebilir. Milleti yaratan, özgünlük, üstünlük kazanan kültürüdür. Kişinin ve toplumun seviye ve seciyesi yaşama biçimi genel hatlarıyla inanç ve idrakine uygun ölçülerle oluş . Böylece din ve iman kültürün en önemli unsurunu oluşturur. Din: çağlar boyunca bütün medeniyetlerde, bütün kültürlerde, milletlerin hayatında, beşeri münasebet ve faaliyetlerin bütün şubelerini etkileyen bir müessese teşkil ettiği müşahede edilmektedir.

İnsanoğlunun dimağ ve kalbini dolduran en güçlü en sürekli bir istiyak doyurucu çözüm, cevap isteyen en müşkil sual  çağlar boyunca hiç şüphe yok ki ne olduğunu, nasıl ve niçin yaratıldığını, yaratılış gayesini, yaratanı, yaratana karşı ödevinin ne olduğunu bilmek olmuştur. İnsanı yaratıkların en şereflisi yapan da halikini bilmesi, bulması ve buna karşı ödevlerini ifaya yönelmesidir. Din budur. Kişinin kendine, topluma ve yaratana karşı ödevleri inandığı din çerçevesinde belirlenir.

Bilindiği gibi İslam «Allah idraki ve tevhid şuuru olarak gerçek insanlık kadar kıdemlidir.Hazreti Ademle yaşıttır. Bir inanç ve yasama sistemi, bir medeniyet ve semavi kaynaklı ebedî son çağrı olarak 1400 yılını ikmal etmiştir.

Türklerin tarihlerinin son bin yılını teşkil eden ve günümüze erişen bölümü İslam din ve imanı,İslâm tarih ve coğrafya kadrosu içinde yaşanmıştır. Bu sebeple;         

Türk İslam olduğu andan itibaren bu alemin tarihini yapan ve sürdüren coğrafyasını koruyan ve genişleten, bu dinin sancağını taşıyan ve yücelten yegane güç, temel güç olmuştur.

Bu sebeple İslam tarihini Türksüz düşünmek mümkün olmadığı gibi Türk tarihinin özellikle son bin yılını, Türk milletinin cihanşumul faaliyet ve mücadelelerini Türk milletinin hayat ve hareketlerine yön veren, hedef gösteren mefküreyi, İslâmı anlamadan, dikkate almadan kavramak mümkün değildir.

«Türklerin İslâm öncesi devrede dini hayatları, İslâmiyete girişleri Türklerin İslâmiyete girişlerinin Türklüğün kadari, İslam alemi ve Dünya Tarihi yönünden ifade ettiği mana ve yarattığı sonuçlar.»

Türklerin tarihlerinin İslam öncesi döneminde tevhit fikrine ulaştıkları, islama çok yakın bir ahlakî, manevî dinî hayat yaşadıkları, bütün semavî dinlerin ittifakla nehyettiği, günah saydığı kötülükleri ağır cürüm sayan yüksek bir ahlaki disipline sahip oldukları, Türk toplumunda zinaya, fuhşa, kumara, ayyaşlığa, yalancılığa, yurt savunmasına ve kamu hizmetlerinden ilişik görevlerden kaçınmağa, korkaklığa nadiren rastlandığı, bu kusurları işleyenlerin Türk toplumu içinde yaşamasına, barınmasına imkan bulunmadığı tarihi şahit ve belgelerle bilinmektedir.

Millî bir hususiyet taşıyan İslam öncesi Türk dini tanrının birliği fikriyle birlikte ruhun ölmezliğine, ahirete, hesap gününe, cennet ve cehennem bilgisine, meleklere, T'anrıya karşı sorumluluk ve ödev duygusuna, inancına da erişmiştir. Türklerin Tanrı hakkındaki tasavvurları da Fatiha'nın, İhlas'ın, Ayetel Kürsinin ilham ettiği Cenabı Hakka bir yöneliş ve arayış merhalesi gibidir. Bir manada atalarımızın Hazreti Peygamber efendimizi bekleyen, onun teşrifini hisseden ve müjdeleyen

“Haniflerin” mânevî ve fikri ortamında ve kıvamında bulunduklarını, kendilerini Allaha adanmış bir millet ve Allahın Ordusu olarak gördüklerini belirlemek hata olmayacaktır.

Türklük,arzettiğim mânevî hayat seviyesi sebebiyle, İslâmiyeti hiçbir milletin hayatında görülmeyen samimiyet, ihlas, şuur ve coşku ile, iliğine işleyen,benliği ile kaynaşan bir imanla benimseyecektir.

Sevgili Peygamberimiz bilindiği gibi sadece semavi dinlerin en mükemmeli ve sonuncusu İslamın, Allahın son elçisi olarak tebliğcisi değil ayni zamanda İslam devletinin kurucusu ve ilk devlet  reisidir.

Sevgili Peygamberimiz ilahi vahyin ikmali ile tebliğ ve irşat ödevini tamamlayarak ebediyete, Hakka göçünce İslam Devletine riyaset görevini Hülafai Raşidin, Ciharı yarı güzin olarak tanımlanan dört büyük Sahabe sıra ile sürdürürler. Hazreti Resulü kaybetmiş olmanın yarattığı mânevî, siyasi, kriz, iman ve dirayetle giderilir. İslâm bu dönemde Arabistan hudutları dışına, Araplığa yabancı ülke ve toplumlara islâmi fetihlerle yayılır. İslam Tarihinde Dört Halife; Hülefa-i Raşidin sonrası dönem mâînevi ve islâmi manada hilafet devleti değil Emevi-Arap saltanatı olarak şekillenir. İslamiyet Emevi yönetimindeki Arap İslam orduları ile doğu ve batı istikametinde yayılır. Hazreti Ömer'in hilafet döneminde (634 - 644) Mısır, Suriye, Elcezire, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Azerbaycan İran ve Horasan İslam Devletine katılarak Kafkaslarda Hazar, Horasan'da Göktürk yurtlarıyla temasa gelinmiştir. Emevi yönetimi doğuda ve batıda yeni fetihler yapacaktır. Ancak, İslâmi evrensellik ruhu ile bağdaşmayan, dünyevi, maddî hakimiyet ve saltanat, kavmi tahakküm gayesi önde gelen Emevî yönetimi içte ve dışta ciddi  mukavemetler görür. Nihayet, dahili ayaklanma ve iç savaşlarla son bulur.  İslam Tarihinde Abbasi dönemi genel hatları ile genişleme değil, erişilen hudutları koruma dönemi olarak görülür. Arap din kardeşlerimizin İslâma islâmi evrensellik çizgisinde yani Allahın emir ve rızasına, Hazreti Peygamberin irşadına uygun şekilde halisane hizmetleri Hazreti Peygamberin riyaset dönemi ile Hülefa-i Raşidinin idare dönemleri ile hudutlu kalır.

Yarım yüzyıllık bu dönemi takip eden 90 yıllık Emevi saltanat döneminde Araplık kavmi plandaki hamle güç ve iradesini son hudutlarına kadar kullanır.

İslâmın Abbasi çağı: Abbasi çağı Abbasi Halifelerinin hükümeti İranlı unsurlarla takviye ederek, Orduyu hizmetlerine aldıkları Türk asıllı gençlerle yeniden kurarak iktidarlarını ve devlet hudutlarını muhafazaya çalıştıkları dönemdir. Ancak çok geçmeden Abbasiler İslam yurdunun siyasi birliğini, bütünlüğünü korumakta olduğu kadar, islamın iman ve itikad safiyetini korumakta da ciddi zorluklarla karşılaşırlar. Kabile rekabetleri, İslama yenik düşen zümrelerin batıl itiyat ve itikadlarıyla renklenen, şekillenen mezhep muhalefetleri birliği sarsar. İslamın iç ve dış düşmanları onu yıkmak için sistemli faaliyete koyulurlar.

Halife İslam hukuk nazariyesinde bütün yeryüzü islamlarının, ortağı, vekili, naibi olmayan tek devlet reisidir. Darül islâmın korunması için asker toplamak vergi koymak onun hakkı ve görevidir. Kanun koyucusu odur. Bir süre sonra Abbasi halifeleri,değil doğudan batıya, bütün İslam Ülkelerinin tek hakim, sahip ve koruyucusu bulunmak, Emir ve nüfuzları hilafet başkenti seçtikleri Bağdat'ta hatta kendi saraylarının bahçe duvarları içinde dahi geçmeyen,arkaik semboller durumuna düşerler.

Hicretin 4 ncü. yüzyılı, Milâdın X. ncu yüzyılı başlarken İslam maddi ve manevi planda müthiş tehlikelere maruz bulunmaktadır.

Basra körfezi bölgesini ellerine geçiren, bütün Elcezire ve Arabistan bölgesini etkisine alan Karmatilik islamı tamamen reddeden mal ve kadında iştiraki esas alan ilkel ve vahşi bir komünizm hareketini devletleştirmiş, Basrayı, Kufeyi, Şam kapılarına kadar bütün Suriye'yi istilâ ve tahrip etmiştir. Karmatiler Miladi 930 yılında Mekke'yi de işgal ve yağma ederler. Kâbeyi soyup tahrip ederler. 50.000 müslüman ve hacıyı şehrin sokaklarında ve Kabe'nin hareminde katledip naaşlarını (cesetlerini) Zemzem kuyusuna atarlar. Kisveyi Beyti Şerifi paylaşıp Haceri Esvedi gasbedip  çekilirler. Karnati komünist diktası yüzyıl boyunca bölge için korku ve  endişe kaynağı olur. Ayni dönemde İran'da zerdüşti maziye dönüş ifade eden Büveyhi saltanat ve tegallübü şekillenir. Büveyhiler Bağdat halifesini de denetimlerine alırlar. Geniş ve tarihi İslam Ülkesi Mısır Fâtimi Şia dalaleti (sapıklığı) ile İslamdan kopmuş Mısır halkı islam cilası altında şuur altında yaşattığı Firavunlar çağının itikat ve itiyatlarına yönelmiştir. 6 ncı Fâtimi halifesi El Makim bi Emrillah Fâtimi devlet reisi sıfatıyla halkının bu ruh hâletinden yararlanarak kendini Tanrı ilan etmek cüretini gösterecektir (1017) ..

Endülüste Fransa istikametindeki islâm hamlesi bilindiği gibi Emevî çağında Puvatye'de durmuş, İslam hududu Preneler olarak istikrar bulmus idi.     

Emevî hanedanının kanlı bir tasfiyeye tabi tutuluşu esnasında kurulmak imkânını bulan bu hanedana mensup Muaviye bin Hişam oğlu Abdelrahman Şimâli Afrika tariki ile Endülüse iltica etmek önce müstakil Kurtuba Emirliğini tesis etmekle bu kıtayı Bağdat hilâfetinden ayırmış bulunuyordu. 912 yılında III. Abdurrahman devrinde bu imâret Endülüs Emevî hilafetine dönüşmekle İslami devletin nazari birliği de darbelenmiş oldu.

Doğu Roma İmparatorluğu İslam dünyasının maddi, manevi, siyasi plandaki derin sarsıntısından yararlanarak İslama karşı güçlü bir taarruza geçmiş 'Kilikyayı' Suriye'nin Önemli bir bölümünü, Antakya'yı istila ve işgal etmiş Lübnan'a girmiş, İslam’ın 400 yılda tesis ettiği hudutları aşarak ve Avasım ve Sugurdaki islâm halkı topyekûn katl ve esir ederek Doğu Romayı eski hudutları ile ihya etmek çabasına girmiş bulunuyordu. Bizans İmparatoru bununla da yetinmeyip Kudusü almak, İsa mesih dinini yüceltmek Arapları Hicaza, Yemene kadar kovalayıp çöle hapsetmek, Mekke'yi işgal ve tahriple orada İsa Mesih için bir taht kurma programını benimsiyordu.

Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (Aleyhi's-selâm) Miraçta Cebrail (Aleyhi's-selâm) refakatinde semâvati, mânevî mertebe ve irtifaları aşarken selefi olan Enbiyayı Kiramı görür, tanır, selamlaşır. Bir mübarek zatı tanıyamaz. Cebrail (Aleyhi's-selâm)a O'nun hangi peygamber olduğunu sorar. Cebrail (Aleyhi’s-selâm) O peygamber değil, Sizden üç yüz yıl sonda dünyaya inerek sizin dininizi, İslamı Türk İllerine yayacak olan ruhu mübarektir deyince çok sevinen Peygamberimiz avdetinde her gün bu mübarek zat için dua eder. Müjde verdiği sahabeler Peygamberimize bu zatı göstermesi için ricada bulunurlar. Efendimiz Cenabı Hakka yakarır. Anında meclislerinde pür silah, börklü kırk atlı belirir. Selam ve sena ile yaklaşan bu yiğitlerin Türk Hakanı Said Buğra Han ile gaza arkadaşlarının ruhları olduğu anlaşılır. Sahabeler sevinirler, hamdü senada bulunurlar.

Üç yüz yıl geçer. Büyük Türk Yurdunda Kaşgarda Karahanlı Türk Hakanının bir oğlu dünyaya gelir. Ona Satuk Buğra adı verilir. Doğumu anında dağlar tepeler zikirle sarsılmış, güzel . kaynaklar fışkırmış, bayırlar ormanlar çiçeklerle donanmıştır. Kahinler bu fevkaladeli halden Buğranın büyüyünce Müslüman olacağını sezerler. Hakandan onun Öldürülmesini isterler. Annesi bir çocuktan ne çekiniyorsunuz, büyüsün, dediğiniz gibi Müslüman olursa o zaman öldürürsünüz diyerek suikastı Önler. Satuk Buğra 12 yaşında kırk arkadaş edinmiştir. Atlanır, ava çık~r. Peşine düştüğü bir tavşan onu doruklara çeker yalnız bırakınca heybetli bir ihtiyar belirir. Bu Buğra'yı İslam’a davet ve ona rehberlik etmek Cenabı Hak tarafından görevlendirilen Hızır Aleyhi’s-selâmdır. Buğra Müslüman olur.

Hakan babası vefat etmiş, tahta amcası çıkmıştır. Buğra amcasını  islama davet eder. Hak yoluna girmeyi red eden amcasını depremle yarılan yer yutar.

Halk,Buğranın islama çağrısına koşar, onu ve kırk yiğit arkadaşını izler.

Buğra bütün milletini islam bayrağı altında topladıktan sonra putperestliği kaldırmak islamı yaymak için Çin'e karşı savaş açar. Turfana ulaşır. 96 Yaşında gazi, bir pir olarak Kaşgarda vefat eder. Artuç'ta Meşhede defnedilir (956), Mümin mücahide dört kız evladından ikincisinin adı Alanur'dur. Alanur Cebrailin gökten getirdiği bir damla ilahi ışıkla hamile kalır. Doğan çocuk Ebu Talip bin Ali gibi arslan kudret ve seciyesi taşıdığından O'na Seyit Ali Arslan adı verilir. O'da dedesi gibi Türklüğe, İslamiyete hizmet eder.

İslami Türk Edebiyatının en güzel eserlerinden biri olan Satuk Buğra Han Destanı Türk Ellerinde İslam güneşinin doğuşunu, T'ürklerin İslamiyet’e girişlerini, İslam sancağı altında toplanışlarını böyle anlatmakta, böyle şiirleştirmektedir. Atalarımızın inancı budur. Türk destan motifleriyle İslam dinine bağlılığı belirleyen bu edebi eserin tarihi gerçeklik taşıyan yönü Satuk Buğra Hanın Türk Tarihinin en önemli merhalelerinden birini teşkil eden Karahanlılar Devletinin islamı kabul edip halkına da benimseten ve Türkistan’a yayan ilk büyük hükümdarı olduğudur. Abdülkerim Satuk Buğra Hanın Kaşgar kuzeyinde Artuç mevkiinde bulunan kabri hala ziyaretgahtır. 956 da vefat eden Buğra Hanın X ncı yüzyılın ilk yıllarında Müslüman olduğu anlaşılmaktadır.

Karahanlıların milli tarihimizdeki şerefli, imtiyazlı yeri ilk Müslüman Türk devletini oluşturmakla birlikte, Türk kültürünü ve milli benliğini İslam iman ve medeniyeti çerçevesinde ebediyyen yaşayacak bir zenginlik, kudret ve berekete eriştirmiş olmalarıdır.

Daha kesin bir ifade ile belirleyelim. Bugünkü milliyetimiz, Müslüman Türk kimliği Karahanlılarla oluşmuştur.

Karahanlılar islamı kucaklamada ilk olmakla birlikte tek değildirler.

Hemen hemen ayni tarihlerde yani X ncu yüzyılın ilk çeyreğinde İdil-Ural boyunda ahiren Kazan Hanlığını oluşturacak, anılan tarihlerde Bulgar adını taşıyan Türk boyları da kitlevi olarak islamı ihlas ve coşku ile benimserler.

Samanoğulları hakimiyet sahasında islama giren Türkler kısa bir süre sonra çok uluslu Gazneli Türk İslam devletini oluştururlar.

Yukarda belirlediğimiz gibi Karahanlılar Devleti ilk islami Türk devlet ve cemiyetinin teşekkül himmeti, Müslüman Türk milliyetinin tekevünü olayıdır.

Gazneliler Devleti ise Müslüman Türklerin diğer Müslüman milletlerle bir bayrak altında, tek devlet çatısı altında yaşama stajıdır. Gaznelilerin İslam tarihi çerçevesinde diğer misyonları C\a Hint kıtasında İslamlığı yaymaları ve islam hakimiyetini başlatmalarıdır. Karahanlı ve Gazneli merhaleleri daha sonraki çağ için bir staj, İslam aleminde Türk Devresi için bir hazırlık ve müjdedir.

Dünyanın çehresini değiştirecek gelişmelere başlangıç teşkil eden bu oluşum İslam için mucizevi bir yeniden doğuştur.

Zira, Türklüğün İslamiyeti kabulle Allahın kelâmını  yaymak ve yükseltmek için ordulaştıkları tarihte, yukarda özetlediğimiz gibi, İslam Dünyası akıl almaz bir maddî, manevî anarşi ve perişanlık içindedir. Yorulan ve fıtratına uygun şekilde asabiyet ve aşiret nifakına düşen Arap âlemi, merkezi bir otorite ve iradeden mahrum bin parça halindedir. İslam Dairesine giren Iran halkı islamın birlik ve kudretinden çok Sasani İran mazisine ve anılan devletin kalıp, gelenek ve siyasetine bağlılık meylindedir.

Tarihin bu kesitinde olaylar arasında olağanüstü bir eşzamanlılık, mucizevi bir senkronizasyon vardır. Bizans haçını taşıyan zülüm orduları doğu ve güneydoğu Anadolu’yu, Suriye'yi istila ile bölgenin İslam halkını binbir hakaretle katı ye esir ederken, Karmatiler Kâbe'yi yıkıp ve kirletirken Türklerin İslam oluşu tesadüfi değildir. Cenabı Hak  Ordularını sahneye sürmektedir.

Türkler, Allahın Ordusu olarak göreve çağrıldıklarını hissetmişlerdir.

Talim ve eğitimlerini Karahanlı, Gazneli Ordugahlarında ikmâl eden Türk Milleti, Selçuklu Oğuzları ile İslamı yüceltmek, İslam Dünyasının birliğini, maddi ve manevi birliğini kurmak, İslam iman ve itikadının saffetini korumak görevini yükleneceklerdir.

Bilindiği gibi Tuğrul ve çağrı Beylerin komutasında hareket eden Oğuzlar Horasan'da kurdukları devleti genişletip Hicri 431 (Miladi 1040) Dandanakan muharebesinde Gazneli engelini de aştıktan sonra İslam Aleminin fiilen ve hukuken hakimi ve nazımı (düzenleyicisi) olma mevkiine yükseleceklerdir.

Tarihin seci, halim, kerim, mümin ve taat sahibi olarak tanıttığı, hiçbir Cuma namazını geçirmeyen, beş vakit namazını ihmal etmeyen, haftanın iki günü oruçlu bulunur olarak gösterdiği Tuğrul Bey İslam Ülkelerinin perişan durumuna, Halifenin çaresizliğine, Fâtimi ve Büveyhi dalaletine, bunun yarattığı buhran ve ,teessüre vakıf bulunmaktadır. Arap aşiretlerinin de İslam’a hizmet yerine hac yollarında, Mekke çevresinde şekavet ve hacıları katl ve soymakla geçindikleri malûmdur. Tuğrul Bey Abbası halife ve yönetiminin kifayetsizliğini bilmesine rağmen, hilafetin Hazreti Peygamberin Devlet Reisliği görevine vekâlet mevkii kabul edilmesi şeklindeki inanç ve geleneğe saygı ile ihlâs ve samimiyetle Halifeye O’nun emrinde olduğunu, hükmüne aldığı bütün ülkelerde hutbeleri Abbasi Halifesi adına okuttuğunu, İslam dünyasındaki anarşiye, Mekke yolunda ki şekâvete, Suriye ve Mısır'a hâkim dalâlete son vermek istediğini bildirir.         

Abbasi Halifesi El Kasım bi Emrillah Tuğrul  beyi Bağdata davet eder.      

1055 yılı Ramazan ayında Bağdada giren ve-bu çevredeki  Buveyhi müdahalesine son veren Tuğrul Beye, müteakip safhada tafsili uzun sürecek anarşik karışıklıkları ve isyanları bastırdıktan sonra (449 yılı zilkadesinde) 1958 yılı 24 Ocak'ında,Türk Ordusunun ve Bağdat çevresi Arap ve İslam., ahalisinin, mülki erkân ve ümeranın huzurunda yapılan muhteşem bir törenle, halife tarafından şarkın ve garbın, yedi iklimi ile bütün İslam âleminin dünyevî hakimiyet ve yönetimi, ibadullahın muhafaza ve siyaneti resmen devredilir. Beline iki kılıç, başına sarık ve taç, sırtına yedi iklime işaret eden tek yakalı yedi kaftan konur. Bu andan itibaren İslam dünyasının riyaseti fiilen olduğu kadar hukukende Türk soyuna, Türk Milletine ve Hükümetlerine geçmiş olur.

Böylece Kuranı Kerimin V nci süresinin 54 ncü ayetinde tebsir edilen gerçek belirir.

“Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, Onların da kendisini seveceği bir kavim getirir; ki, Onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından (dedikodusundan) çekinmezler. Bu Allahın lütfu inayetidir ki onu kimi dilerse ona verir. Allah ihsanı bol olan ve en çok bilendir.”

Büyük Selçuklular Karmati artıklarını, hac yollarındaki şekâveti, Fâtimi tasallutunu, Büveyhilerin islami birlik ve kardeşliğe uymıyan zerdûşi, kavmiyetci saltanat nifaklarını tasfiye ettiler.

Selçuk Sultanı Tuğrula Doğunun ve Batının hükümdarı, Sultani İslam, Rükniddin ve'd, din denişinin kişisel bir iktidar olayı olmadığı,  Türklüğün İslamiyet için yüklendiği misyon, o çağda bütün Türk aydınlarınca ve milletçe bilinmekte, şevkle, övünçle benimsenmektedir.

Karahanlı hükümdar soyundan Prens Kaşgarlı Mahmut 25 Ocak 1072 de yazmağa başlayıp 1O şubat 1074’te ikmal ettiği, 1077’de Bağdatta İslam Halifesi Muhtedi'ye takdim ettiği Divanı Lügat-i Türk adlı büyük Türk lügatinde şöyle demektedir:

“Allahın Devlet güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve Türklerin üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve yeryüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk soyundan çıktı. Dünya milletlerinin dizgini Türklerin eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler Cenabı Hak tarafından hak üzerinde kuvvetlendirildi. Türkler ile beraber olan kavimler bile aziz oldu. Böyle kavimler Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler himayelerine aldıkları milletleri kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türklere herkes muhtaçtır.

Onlara derdini dinletebilmek ve bu suretle her arzuya nail olabilmek için de Türkçe Öğrenmek lazımdır.”

Kaşgarlı Mahmut Abbasi Halifesine, çevresine, Arap aydınlarına Türkçe öğrenmelerini teşvik için hazırladığı bu kitapta Hazreti Peygamber Efendimizden şöyle bir hadiste naklediyor: “Türk dilini öğreniniz. Çünkü onlar için uzun sürecek bir hakimiyet vardır. “Bu Hadisle ilgili olarak şu görüşünü de kaydediyor:

“Bu hadis eğer sahihse Türkçe Öğrenmek vaciptir. Değilse dahi akıl bunu gerektirmektedir.”

Türk dilinin emsalsiz bir hazinesi olan bu eserde Prens Mahmut mütefekkir bir dilci olduğu kadar, çağın şartlarına vakıf, geniş kültür sahibi bir devlet adamı olduğunu gösteriyor. Kaşgarlı eserinde o tarihteki geniş Türk yurdunun sınırlarını, şehirlerini, göllerini ırmaklarını bu genişlik içinde yaşamakta olan Türk boylarını etraflı şekilde anlatıyor ve tanıtıyor. Bu eserde de, Orhun abidelerinde olduğu gibi, boyları, aşiretleri aşan seviye ve şuur da milli birlik duygusu, Türkçe konuşan bütün toplumların, Türk kültürüne mensup bütün halkların, tek ve bölünmez Türk milletini oluşturduğu vurgulanmıştır.

Anadolu’nun Türklüğe yurt olarak açıldığı yıllarla yaşıt olan bu eser Türk Milletinin hayat ve varlığını İslam aleminin birlik ve saadetine ne ölçüde bağladığına da bir. işarettir.

Selçuklu Oğuzlarının Maveraünehir'den büyük kütleler halinde Ortadoğu'ya inişleri, Çin seddinden Akdeniz sahillerine kadar bütün İslam toplumlarının saadet ve selametini sağlamayı, korumayı Ödev edinişleri ile İslâm tarihinde Asrı Saadet muhtevasında bir ihlâsla yani İslâm evrenselliği duygusu ile yaşanan yeni bir İmparatorluk dönemi başlar.

Selçukluların Türk ve İslâm tarihi, Dünya tarihi için kalıcı mahiyette ve değişmez önemde, Türklük için ebedi şükran sebebi diğer bir hizmetleri Anadolu’yu Türklüğe ebedi yurt olarak açmaları, Türkiye Devletinin kurucusu olmalarıdır. Bu muhteşem misyon Büyük Selçukluların ikinci hükümdarı Alp Arslan'ın Malazgirt zaferi ile gerçekleştirilecektir.

Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı kanatlarına bölünmesinden, Patı Roma İmparatorluğunun çöküp dağılmasından sonra Bizansın uzun süre Roma dünyasına tümüyle sahip ve varis olma, Hıristiyanlığı Doğuya, Hıristiyanlık dışı aleme karşı hakimiyet iddialarını temsil eden ve bu yönde savaş veren temel güç olduğu malûmdur. Doğu Roma İkinci Halife Hazreti Ömer önünde ağır yenilgiye uğrayarak Filistin'i, Suriye'yi, Mısır'ı terkle Ortadoğu’dan çekilmekle birlikte Hazreti Peygamberin ümmetine hedef olarak gösterdiği başkentini Arap - İslam ordu ve donanmalarının beş defa tekrarlanan fetih ve istila teşebbüslerine karşı savunmayı başardığı gibi, Anadolu’yu defaatle kat eden gaza seferlerini Doğu ve Güneydoğu Anadolu dağ silsilesinde durdurduktan sonra, IX uncu asrın ortasından itibaren karşı taarruza geçerek bu çevrede ikiyüzyıl içinde köklenen İslam varlığını radikal şekilde tahribe yönelmiştir. X uncu ve XI inci yüzyıllar Doğu Romanın, Şark Hıristiyanlığının İslam’a karşı üstünlük kurduğu, sürekli saldırıda bulunduğu bir devir olmuştur. Selçukluların sahneye girişi ile bu durum kökten değişecektir.

Selçuklular Ortadoğu İslam milletlerinin dörtyüzyıl boyunca erişemedikleri neticeyi bir darbede temin edecektir. Doğu Romanın gövdesini oluşturan Anadolu, Malazgirt zaferiyle Darül İslam haline gelecek, Türk mührü ile mühürlenerek Türklüğe tapulanacak, Türkiye olacaktır.

Malazgirt'teki karşılaşmanın Müslüman Türklüğün Anadolu’ya ilk girişi olmadığı hatırlanmalıdır. Alp Arslanın babası çağrı Bey, daha Selçuklu devleti kurulmadan, Mısır Fatimi halifesinin Tanrılığını ilan ettiği yıllarda 1015 - 16, Gazneli hudut muhafızlarını atlatarak, bütün İran'ı kat edip yıldırım gibi Doğu Anadolu’ya dalmış, 1021 yılına kadar akın ve fütühâtına devam ederek, pek kıymetli malûmat ve ganimetle yine bütün İran ve Horasanı geçerek Maveraünnehire, Tuğrul Beye ulaşmağa muvaffak olmuştu.

1040 yılında Gaznelilere karşı kazanılan zaferden sonra Oğuz boyları Anadolu’ya yöneltilmiş, Allah yolunda cihadın, Anadolu Gazasının müreccah olduğu ( öncelik taşıdığı ) öğüdü ile uğurlanmışlardır. Türk Prensi Asan bugün adını taşıyan kal(Hasankale)  şehit olmuştur.

1048 yılında İbrahim Yenal kumandasındaki daki Selçuklu ordusu Pasin obasında birleşik Bizans, Ermeni, Gürcü kuvvetlerini bozguna uğratmış, Gürcü kralı Liparit ve maiyet kumandanlarını esir ettikten sonra 6 günlük bir savaşı müteakip Erzurum'u almıştır. Böylece 100 yıl evvel Bizansın İslam’dan kopardığı bu kent tekrar İslam yurduna katılmıştır. Bu zafer'den sonra Bizansa dikte ettirilen barış şartları içinde İstanbul'da Emevi Halifesi Velid zamanında kardeşi Maslama B. Abd. Al Malik kumandası altında yapılan dördüncü Arap-İslam muhasarası döneminden (716 - 718) kalma harap cami ve minaresinin masrafları Bizans hükümetince karşılanmak kaydıyla onarılması, İmam ve müezzin tayini ile beş vakit ibadete açık tutulması, kendilerinin yakılması hutbenin Abbasi halifesi ve Tuğrul Bey adını okunması maddelerinin yer almış bulunması dikkat çekicidir.           

Tuğrul Beyin vefatıyla, rakiplerini bertaraf ederek Büyük Selçuklu tahtına oturan Alp Arslan'nın Türklüğe ilk hediyeleri Ani ve Kars şehir1eTidir. 16 Ağustos 1064. Kars bugün de doğu serhaddimizdir. Müteakip yıllarda ki Türkmen akınları Anadolu kalesini her yanından Türklüğe açmayı, Bizans gücünü dağıtmayı yıpratmayı hedef alacaktır. Türkmen boyları, akıncı grupları büyük Bizans orduları ile kati neticeli bir karşılaşmağa girmeden bütün ülkeyi boydan boya kat etmediği imparatorluk idare ve ikmal mekanizmasını mefluç hale getirmeği başaracaklardır. Bu durum karşısında Türkler kesin olarak Anadolu’dan çıkarmak, savaşı Selçuklu merkez topraklarına intikal ettirerek kesin netice almak kararı ile büyük kuvvetler seferber ederek harekete geçen Bizans İmparatoru ordularını Doğu Anadolu’ya Selçuk baskenti istikametinde yürüyüşe geçirecektir.

İmparator gücünden ve zaferinden emin olduğu için Alparslanın barış teklifini kabul etmeyecektir.

Sultan Alparslan Romen D1yojenle mukadder karşılaşmasını Cuma gününe tesadüf ettirir. Alparslan'ın, alim, fakih, tarihçi imamı Ebu Muhammed bin Abdül Melik'il Buhari Sultana “Sen Allah'ın (C.C.) üstün edeceğim diye vaad ettiği dini için cihat yapıyorsun. Düşmanla Cuma günü zevalden sonra, Müslümanların senin için minberde, mescitte dua ettikleri vakit harbe tutuş' öğüdünde bulunur. Sultan yönetimindeki İslam dünyasını bu büyük karşılaşma için uyarmış, Halife El Kaim tarafından hazırlatılan güzel bir hutbe ve dua metni hilafet makamınca bütün camilere dağıtılmıştır.

Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü Bizans ordusunu planlamış olduğu şekilde karşılamayı çatışmayı Cuma vaktine kadar geciktirmeyi başarır.

Bütün hamilerle 'Allahın İslamın sancaklarını yükseltmek için hayatlarını esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma. Alparslan'ı muzaffer kıl v askerlerini meleklerinle teyit eyle' şeklinde yakarılırken, Alparslan a askerlerinin önünde atından inmiş ve secdeye varmıştır. Üzerinde kendisine kelen olmasını dilediği beyaz bir elbise vardır. Şehâdete hazırlanmıştır. Ok ve yayını atmış ön saf ta vuruşmak için kılıç ve topuz kuşanmıştır. Birlikte kılınan namazda Alparslan'ın duası şudur. Ya Rabbi, Seni kendime vekil yapıyorum. Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Senin uğrunda savaşıyorum, Ey Tanrım, niyetim niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret.'

Ve askerlerine hitap eder burada Allahtan başka sultan yoktur; emir ve kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya benden ayrılmakta serbestsiniz' der. Şehadet şerbeti içmeğe hazırlanan muharipler kucaklaşıp vedalaşırlar. Savaşın ayrıntılarına girmeyeceğim. Ebedi Türkiye'nin temelleri böyle atılır. Cihan Sultanı, Ebu'l Feth (Fetihler babası, “Sultanül Âdil” Sultanül azam. Adud'ad devle lakaplarını Burhan'u Emiril müminin unvanını taşıyan Alparslan 25 Kasım 1072'de vefat eder: Mezarı Merv’rdedir. (Ebedi Türkiye’nin kurucusunun, ebedi istirahatgahının yüzyılı aşkın bir süreden beri yabancı bayrak gölgesinde kalışı hüzün vericidir.)   

Alparslan'dan sonra Büyük Selçuk tahtına oğlu veliaht Melikşah geçecektir. Devlet hudutlarını Kaşgar’dan Boğaziçine, Akdenize, Kafkaslar kuzeyinden Aral gölünden, Hint Denizi ve Yemen’e kadar genişletmeyi başaran dünyanın en büyük imparatorluklarından biri haline getirdiği Selçuk Devletine Mısır ve Kuzey Afrika'yı da katarak İslam birliğini ve Türk Dünya hakimiyetini gerçekleştirmediği emel edinen Melikşah, Türklerin hakanı, Arapların Meliki, Farsların Şahı ve Cihan padişahı mevkiindedir. 18 yaşında iktidar mevkiine gelen Melikşahın Selçuklu Ordularının Antakya'da Denize eriştiği noktada atını dalgaların içine sürmesi, Türk hakimiyetini karaların sonuna kadar eriştirme mutluluğuna eriştirdiği için şükran secdesine kapanması, bu sahilden aldığı kumları Merv'de babası Gazi ve şehit Sultan Alparslan'ın mezarına serperek onun muazzez ruhuna hitap etmesi dikkate değer bir olaydır.

Anadolunun fethi Sultan Melikşahın zamanında tamamlanacaktır.  1074'te Alaşehiri alan Türkmen boyları Adalar Denizi (Ege sahillerinde Milete erişirler 6 Nisan 1078'de İzmit ve Kocaeli bölgesi Türk hakimiyetine geçer. Anadolu hükümdarlığına getirilen Süleyman Şah emrindeki askeri kuvvetlerin başında İzrike girerek (1078) merkez edindiği bu şehirden Üsküdar'a kadar ilerler ve Boğaziçini kontrol etmeğe başlar. Telaşa kapılan Bizans Türklüğe karşı Çin'le ittifak etmek için Çin'e sefaret heyeti gönderir. 1082 yılında Bizans - Selçuk hududu, Kartal - Mali tepe mevkiindeki Dragos çayı olarak belirlenir. Bizans Anadolu’ya veda etmiştir. Türklük denizden ve karadan, doğudan ve batıdan hareketle Bizansı tasfiye için son adımı atmağa hazırlanırken Birleşik Avrupa, Batı Hıristiyanlığı Doğu Hıristiyanlığını kutsal toprakları kurtarmak  bahanesi ile taarruza geçecek, tarihin en kanlı ve sürekli boğuşmasını Haçlı seferlerini başlatacaktır.

I. inci Haçlı seferinin disiplin, kumanda ve eğitimden yoksun milyonluk maceracı çapulcu gürûhundan oluşan ilk dalgasının Başkent İzmit önünde karşılanıp kırılmasına rağmen Haçlı savleti durmayacak Godfroy de Bouillion komutasındaki zırhlı şövalye ve nizami birliklerden oluşan 600.000 kişilik ikinci dalga bire karşı on seviyesindeki sayısal üstünlük ve zırhlı kitlelere karşı hafif silahlarla netice alınamaması sebebiyle I. nci Kılıçarslan'ı İzniki Bizanslılara bırakarak oyalama ve gerilla muharebeleri verilerek Anadolu içlerine çekilmeğe mecbur bıraktı. Batı Anadolu’nun muharip unsurlarımızca tahliye edilmesi, Bizansın bu bölgeye tekrar yerleşmesine çekilmeği başaramayan kitleler halinde en vahşi yöntemlerle imhasına yol açtı. Kadınlar çocuklar boğazlanarak, kaynar sulara atılarak katledildiler. Batı Anadolu gazilere mezar olmuştu.

Kılıçarslan kanlı ardçı ve gerilla savaşları ile Haçlı istila ordusunun zırhlı kollarını Anadolu derinliğinde beşte dördünü imha etmek suretiyle iyice hırpalamış olmakla beraber, bu ordu Torosları aşarak Küdüs istikametinde yürüyüşle Antakya önüne erişmeyi 7 ay süren kanlı bir muhasaradan sonra Firuz adlı bir Ermeni dönmesinin ihanetle kale kapılarını açması ile bu kente girmeği başarmışlardır. Haçlılar bir yıl sonrada Kudüs'ü alarak şehirde sakin 70.000 Müslüman’ı ve museviyi son ferdine kadar boğazlayacaktır. I. nci Haçlı seferinin sonucu olarak Bizans Batı Anadolu’ya yerleşirken Katolik Lâtinler'de iki asır ellerinde tutacakları Antakya, Prensliği (l098 - 1268), Kudüs Krallığı (1099 - 1187, Akka da 1192 - 1291), Trabulus Kontluğu (1102 - 1288), Urfa Kontluğu (l098 - 1146) devletçikleriyle Ortadoğu’da mevzilendiler. (III ncü Haçlı seferi Kıbrıs Krallığını, IV ncu Haçlı seferi İstanbul Latin İmparatorluğunu, (l205 - 1261), Mora Prensliğini (1205 - 1428), Atina Dükalığını (1205 - 1458), Naksos Dükalığını (120
7 - 1566) yaratacaktır. İyonya adaları üzerindeki Kefalonyo kontluğu (1184 - 1483) III ncü Haçlı seferinin ürünüdür. Sen Jean Şövalyelerinin Rodos Devleti de Akka'dan çıkarılan Haçlı artıklarının kuruluşudur. 1521'de Kanuni'nin Rodosu fethi ile Sen Jean Şövalyeleri Anadolu sahillerini Rodos'ta 217 yıl tacizden sonra Maltaya'ya taşınmışlardır.

Haçlı seferleri Selçukluları Anadolu’dan atmayı, İslamı çöle sürmeyi başaramamıştır. Ancak Türkleri başkentlerini, taht şehirlerini Konya'ya taşımaya, Bizansın ömrünü uzatmağı, İstanbul'un fethini 3,5 asır geciktirmeği başarmıştır.

I. nci Haçlı seferi sonunda doğan geçici durumun genel hatları ile I.nci Cihan Harbi yenilgisinden sonra batılı güçler tarafından hazırlanan siyasi formüllere büyük benzerlik gösterdiği hatırlanmalıdır.

Türk aydınlarının, dikkatine sunmak istediğim bir noktada şudur. Haçlı savletinin ve Bizansın Anadolu’yu geri almayı amaçlayan saldırılarının nasıl karşılanıp kırılabildiğinin şüpheye yer bırakmayan bir netlikle açıklanması aydınlanması gerekir.

İzan ve irfan sahipleri - Türklüğe karşı husumet ve kompleksi olmayanlar herhalde Birleşik Avrupa’nın Haçlı savletinin ve Bizansın istirdat hamlesinin Selçuklular öncesinde Anadolu’da yaşadığı zan ve iddia olunan eski Anadolu halklarınca Hititler, Frikler, Lidyalılar, İyonyalılar, Rumlar, Ermeniler tarafından karşılanıp kırılmadığını, normal olarak Hıristiyan olması gereken bu halkların, ülkenin yeni fatihlerinden kendilerini kurtarmağa gelen dindaşlarına karşı savaşmayacaklarını kabul ederler. Anadolu kesif bir yerli Hıristiyan nüfusa sahip olsa,


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder