17 Haziran 2016 Cuma

Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerinden 2023’ü Hayal Etmek



Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerinden 2023’ü Hayal Etmek

Yazar: Ümit Özdağ
18 MART  2014 SALI

14 Mart 2003 gecesi Habertürk’de katılmış olduğum Teke Tek programında o gün başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ile ilgili görüşümü soran Fatih Altaylı’ya Başbakan Erdoğan’ın “ulusal güvenlik risk faktörü” olduğunu söylemiştim. Erdoğan’ın düşüncelerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik, dirlik ve hatta mevcut sınırları içinde varlığı için tehdit oluşturduğunu düşünüyordum. Ulaştığımız noktada ne yazık ki endişelerimde haklı olduğumu görüyorum.  

2003 yılında yazdığım bir yazıda Türkiye’nin en uzun on yılına girdiğini kaydetmiştim. Bu tespitimi daha sonra ki yıllarda değişik vesileler ile “Cumhuriyet’in en uzun on yılından geçtiğini” ifade ederek söyledim ve yazdım. Cumhuriyetin en uzun on yılı tespitini, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. Yüzyılını anlatan “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” adlı kitabından esinlenerek yapmıştım. 2014 başı itibarı ile Türkiye Cumhuriyeti en uzun on yılını tamamladı. Bu on yıl içinde hayal bile etmesi zor şeyler oldu. On yıl hatta beş yıl olsa “şöyle olacak” diyeni Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk ettirtecek şeyler gerçekleşti. Bunlardan bazılarına bakalım.
Ege’de bazı adalarımız Yunanistan tarafından 2004 sonrasında işgal edildi. Önce kimse farkına varmadı. Sonra ortaya çıktı. İzmir’in Koyun Adası ile Venedik Kayalıkları. Aydın’ın Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç  Adaları. Muğla’nın Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık Adaları ile Girit Adası’nın etrafındaki 5 Türk Adası, 2004 yılından beri tam 10 yıldır Yunanlı işgali altında. Aydın ili valisi Sahil Güvenlik botu komutanına “beni adaya götür” dediği zaman adaların işgal edildiğini öğrendi. TBMM’de soru önergeleri verildi. Dış İşleri Bakanlığı “görüşmeler sürüyor, bunlar tartışmalı kayacıklar” diyerek, TBMM’ni dezenforme etti. Türk Dış İşlerinin TBMM’ne verdiği cevabı duyan Yunan Dış İşleri Bakanlığı “Görüşme yok. Adalar bizimdir” dedi. Yani vatan toprakları işgal edildi ve kimse ses çıkarmıyor.

2007’den buyana yürütülen operasyonlardan dolayı TSK’nın moral ve motivasyonu çok ağır darbeler almıştır. Orduda silah arkadaşlığı kavramı zayıflamıştır. Assubayların ve uzmanların haklı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından gündeme taşınan talepleri karşılanmayarak subay-astsubay geriliminin artırılması arzu edilmiştir. 
Yunan Ordusu Kardak’ta kaybettiği subayları için her yıl tören düzenliyor, biz Kardak’ı alan subaylarımızı sahte belgeler ile terörist diye hapse attık. En seçkin subaylarımız olan SAT, SAS ve Özel Kuvvet subaylarını katil diye damgaladık. Karargâhlarını bastık, devlet sırlarını sokağa döktük. Özel Harp subaylarını “bebek katili olmakla suçlarken” İmralı’daki bebek katilimi siyasi lider haline getirdik. PKK ile savaşan 200 karacı ve jandarma subayı gizli tanıklar ile yargılanıyor. Ve daha 1000 subay yargılanmayı bekliyor.
Yüzlerce general-amiral ve subay darbeci, casus, fuhuşçu suçlamaları ile yargılandı ve mahkûm oldu. Bazıları yargılanmaya devam ediyor. Deniz Kuvvetleri ile Hava Kuvvetleri ağır darbe almış durumda. 1992-1994 arasında Daha da kötüsü ordu içinde hizipler oluşmuş durumda. Silah arkadaşlığı büyük ölçüde ölmüş. Silah arkadaşı olması gerekenler internet üzerinden silah arkadaşlarının namuslarına dil uzatıp, dedikodu ile istifalar oluşturuyor, sahte belge düzenliyor, casuslukla suçlanması için tuzak kuruyorlar.
Deniz Kuvvetlerimize karşı sürdürülen operasyonlar neticesinde Doğu Akdeniz’in jeopolitik önemi büyük ölçüde artar, Suriye Akdeniz’deki Afganistan’a döndüğü için daha güçlü bir donanma acil ihtiyaç haline gelirken, artık gemileri olan ancak amiral sınıfı tasfiye edilmiş bir deniz kuvvetlerimiz vardır. Donanma amiralleri ile birlikte stratejik aklını da yitirmiş olacak ki, Ukrayna/Kırım krizinden dolayı, Karadeniz/Ege milli menfaatlerimiz ve güvenliğimiz olağanüstü büyük bir önem kazanmış iken Türk Donanması dört savaş gemisini Afrika’ya eğitim ve ziyaret seferine yollamaktadır. Bu sırada ABD, Almanya, Rusya gemilerini Akdeniz-Ege-Karadeniz’da toplamaya başlamaktadır.

 Pilotların zorunlu hizmet süresinin 15 yıldan 10 yıla düşürülmesinin ülke güvenliğine zarar vereceği bu satırların yazarı dahil bir çok kurum ve kişi tarafından dile getirilmesine rağmen burada yazılması gerekli olmayan bir neden ile AKP Hükümetinin ısrarı ile 10 yıla indirilmiştir. TSK’nın ağır baskı ve psikolojik operasyona maruz kalmasından dolayı pilotların 10 yılı doldurunca kitleler halinde istifa etmeleri üzerine ortaya milli güvenlik tehdidi çıkınca AKP Hükümeti zorunlu hizmet süresini 14,5 yıla çıkarma kararı almıştır.
Harbiye’ye dahi el atılmış durumda. Babası asker olan ve/veya Kuleli Askeri Lisesinden Harp Okulu’na gelen genç Harbiyelilerin bazıları Harbiye’de uyduruk gerekçeler ile tasfiye ediliyorlar. Özetle, Balkan Savaşından buyana Türk Ordusu’nun hiç bu kadar parçalanmamış ve morali bu kadar kötü olmamıştı.
  2003’de PKK Türkiye içinde zor hareket ediyordu. Kentlerde esamesi okunmuyordu. 2013’de Güneydoğu Anadolu’da bir KCK-PKK devleti var. Müzakere sürecinde meşrulaşan PKK gücünün zirvesine çıkmış. PKK, 2007’den bu yana oyunu arttırıyor. 2011 seçimlerinde Güneydoğu Anadolu’da % 51 olan BDP oylarını Öcalan 2014 Mart seçimlerinde % 80’e çıkarma hedefini koymuş. PKK seçim değil bu bir özerklik referandumu propagandası ile seçmen üzerinde büyük bir baskı oluşturmuş. Seçimlerden sonra PKK eğer AKP Hükümeti demokratik özerkliği kabul etmez ise kent isyanları başlatarak ikiz sözleşmeler üzerinden Birleşmiş Milletlere müdahale etmesi için zemin oluşturma çabası içinde.   Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın “Öcalan Kürtlerin lideridir” tespiti yapılırken, “devlet nasıl olsa PKK ile anlaşıyor ve bizi sattı” diyen devlet yanlıları, artık PKK’ya direnmekten vazgeçmiş durumdalar.  Hakkari ve Şırnak’ta PKK son aylarda 20 bin kaleşnikof dağıtarak kendi “korucu” sistemini oluşturdu. Bu iki şehirde 1984’den buyana devletin yanında yer alanlar şimdi ya PKK’ya eğilim gösterdiler ya da Barzani’ye.

 PKK “şehitleri” dedikleri mezarlıklar 24 saat silahlı PKK’lılar tarafından korunuyor. Kırsal alanda PKK kurtarılmış bölgelerine askere operasyon yaptırılmıyor. İkili iktidar yani devlet iktidarının dar alana sıkışmış olanı ve PKK-KCK iktidarı yan yana varlıklarını sürdürüyorlar. Polis karakollarına kilitlenmiş.  Asker kışlalarına çekilmiş durumda. Nadiren dışarıya çıkan bir askeri birliğin üzerine PKK flamaları sallayanlar hakaret ediyor. Şırnak’ta sınırda kaçakçılık hattında yol yapımı sırasında askerlere saldıran PKK sempatizanları “Nasıl olsa kısa bir süre sonra Kürdistan’ı terk edeceksiniz. Ne uğraşıyorsunuz” diyerek hakaret ediyorlar. 

Irak’ta Kerkük Barzani’ye terk edilmiş durumda. Türkmen politikası tamamen tasfiye edilmiş ve mezhepçi politikalara dönülmüş. Türkiye Barzani’ye Kuzey Irak’ta bir devlet kuruyor.        

Yargı ve polis ikiye ayrılmış durumda. Cemaat yanlısı olanlar ve olmayanlar. Olmayanların içinde herkes var. Gerçekten AKP Hükümeti Güneydoğu Anadolu’da nasıl PKK’ya paralel devlet kurma, ikili iktidar oluşturma imkanı sağladı ise Ankara’da da cemaate 17 Aralık 2013’e kadar bu imkanı tanıdı.  17 Aralık sonrasında başlayan yolsuzluk operasyonuna karşı AKP Hükümeti anayasanın 138. Maddesini askıya almış durumda. Adalet Bakanlığı savcıların TBMM’ne yolladığı fezlekeleri yollayan savcılar görevden alındıktan sonra savcılık makamlarına geri yollayarak TBMM’nin hakkını da gasp etmiş. Artık hukuk devleti yok. Erdoğan’ın ifadesi ile fetret devrini yaşıyor devlet         
Milli İstihbarat Teşkilatı Türkiye içinde örtülü operasyon yapma yeteneğini yitirmiş durumda. Dışarıya karşı güçlendirileceği yerde yeni yasa ile hukuk devleti denetiminden çıkarılıp, iktidarın muhalefet üzerindeki baskısının aracı haline getirilmeye çalışılıyor. Öte yandan MİT Adana’dan Suriye’ye kadar yakalanmadan tır götüremiyor. Yeni MİT yasası, olması gerektiği gibi MİT’i Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya uzanan alanda etkili istihbarat yapan bir örgüt haline getirmiyor. Aksine MİT yargı denetimi dışına çıkarılan, bir parti istihbaratı haline getiriliyor.

Ortadoğu bir konvansiyel savaş ile gerilla savaşı karışımı melez savaşa sürüklenirken, Türkiye’nin bu konuda elindeki en deneyimli gücü olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın geleceği belli değil. İç İşleri Bakanlığı’nda Jandarma Genel Komutanlığı’nı genel müdürlüğe dönüştürme çalışmaları Genelkurmay Başkanlığı’nın muhalefetine rağmen devam ediyor. Böylece AKP Hükümeti Türkiye’nin elindeki en önemli, NATO dışı, savaş deneyimli gücü bir belirsizliğe sürüklüyor.  

2003’den buyana devam eden ucuz dolar akımı sayesinde Türkiye Cumhuriyetinin 80 yılda yaptığı borcun üç katını son 10 senede yapan AKP iktidarının yönettiği ekonomi 2003’de de dünyanın 17. Büyük ekonomisi idi 2013’de de öyle. Ancak 2014’de dünyadaki en kırılgan beş ekonomiden birisi.
Milli güvenliğin en önemli unsurlarından birisi olan milli kimliğimiz her gün “Türk, Kürt, Laz, Çerkes” diye diye hırpalandıkça hırpalanmış durumda. AKP, 2007’den buyana Güneydoğu Anadolu’ya çok büyük sosyal yardım kaynakları akıtmasına, büyük alt yapı yatırımları yapmasına ve etnik milliyetçiliğe taviz vermesine rağmen sürekli oy kaybetmeye devam ediyor. Mart 2014 seçimlerinde de Türkçe-Kürtçe-Zazaca afişler AKP’ye oy kazandırmayacak aksine “devletin PKK’nın tezlerine teslim oluşu” olarak yorumlanıp oy kaybına neden olacak.
 Bütün bunlar olurken Türkiye’nin çevre coğrafyası ve özellikle Ortadoğu 2. Dünya Savaşı’ndan buyana içinde olduğu istikrarsızlık sürecinin en ağır aşamalarından birisine girmiştir. Ve bu istikrarsızlığın dalgaları artık Türkiye’nin Ortadoğu’daki sınırlarını aşarak Anadolu’nun içlerine vurmaktadır.
 Bütün bunlar olurken Türkiye Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile bir Fetret Döneminden geçmektedir. Fetret Dönemi kavramı Osmanlı tarihinden anılan bir kavramdır.1402’de Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’a yenilince Osmanlı Devletinin iktidarı Yıldırım Bayezid'in oğulları Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet arasında dağılmıştır. Her birisi ülkenin bir yanına hakim olan şehzadeler ülkenin diğer  bölgelerini de ele geçirmek için birbirleri ile savaşmışlardır. 1413’de I. Mehmet Han iktidarını sağlamlaştırmış ve Fetret Devri sona ermiştir. Başbakan Erdoğan, kendi iktidarını Fetret Devri olarak nitelendirmesinin nedeni ülkemizde de aynı anda çoklu iktidar yapısının oluşmasıdır. AKP devleti, Hizmet Cemaati devleti ve KCK devleti. Bütün bunların yanında köşeye itilmiş Türkiye Cumhuriyeti devleti.
Görünürde Gezi Olayları ancak aslında Suriye’de Selefi güçleri destekleme stratejisi ve genel Ortadoğu stratejisi konusunda yolları ayrıldığı için çatışma zeminine giren ABD-AKP ilişkileri 17 Aralık sonrasında daha da sertleşti. Başbakan Erdoğan, ABD Büyükelçisini nerede ise istenmeyen kişi olarak ilan etti ve 17 Aralık operasyonundan dolayı ABD’yi suçladı. AB ile ilişkiler de aynı zeminde büyük bir gerginlik içine girdi.
İşte bu ortamda AKP, ABD ve AB ile çatışarak, içerde cemaat ve büyük sermaye grupları ile çatışarak iktidarını sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünerek, iki konuda ABD-AB’yi memnun edecek, ABD-AB-AKP ilişkilerini yumuşatacak iki stratejik adım atmaya hazırlanıyor. Bunlardan birisi Kıbrıs’ta Annan Planını da aşan ölçüler içinde taviz vererek, KKTC’yi tasfiye etmek, Türklerin elindeki topraklarının önemli bir bölümünü Annan Planında da verilen tavizleri aşarak Rumlara devretmek üzerine kurulu. Bu süreç ABD’nin denetiminde hızla yürüyor. Washington, AKP Hükümetinin tutumundan çok memnun. Bu memnunluğunu ilişkilerdeki büyük gerilime rağmen AKP’ye teşekkür ederek ortaya koydu. 
KKTC’nin tasfiyesinin Türk halkına “pazarlanabilmesi” için ise Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyaya eklemlenmesi gerekçesinin hazırlandığı görünüyor. Davutoğlu nasıl Kerkük’ü sessiz sedasız Barzani’ye teslim etti ve Türkiye’nin itirazlarını Kerkük petrollerinin Türkiye üzerinden dünyaya aktarılması gerekçesi ile anlatıldı ise aynı oyun şimdi Kıbrıs’ta oynanıyor.
Ancak mesele sadece 2014’ü aşama değil, aynı zamanda 2015’i aşmak ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına taşınması. 2015 yaklaşırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni propaganda ve saldırılarına karşı mücadele etmek için hiçbir hazırlığı yok. (Bu bilgi resmi bilgidir.) Çünkü bu aşamada Ermeni tezleri ile mücadele etmek değil, Ermenistan ve Ermeni diasporasını tatmin edecek bir çözümün fikri alt yapısının hazırlanması ön plana çıkıyor. Davutoğlu’nun son Ermenistan ziyareti sırasında tehciri eleştirmesi 2015’de “soykırımı biz yapmadık, İttihatçılar yaptı” şeklinde ifade edilebilecek yeni tezin girişini oluşturuyor. Bu yaklaşımla, Batı’dan Nobel barış ödülü bile alabilecek olan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına çıkmasının önünde büyük bir engel kalmayacağı düşünülüyor olabilir.

Özetle önümüzdeki üç yıl, 2014-2016 bir çok boyutlu geri çekilme ve tükeniş süreci olarak görülüyor. Yeni Türkiye diye propagandası yapılan Türkiye’nin Atatürk’ün kurduğundan daha küçük, daha zayıf ve daha az Türk bir Türkiye olması planlanıyor. Sonuç olarak önümüzdeki üç yıl son 100 yılda Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sürecinde yaşadığımız ağırlıkta bir sürece benzer süreci yaşayacağız.
Türkiye’nin önünde 2023 perspektifi önümüzdeki üç yılın getirdiği tehditleri nasıl aşacağımıza diğer bir ifade ile aşma konusunda ne kadar başarılı olacağımıza bağlı olarak şekillenecek. Özetle, 2016’yı aşarak 2023’ü hayal etmenin oldukça zor olduğu bir süreçten geçiyoruz.   
http://www.21yyte.org/ sitesinden 17.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder