DARBELERİN EKONOMİK ETKİSİNİN ANALİZİ, BÖLÜM 5
2.6. Finansal Sektörde Deformasyon
Bir ekonomide finansal kurum ve enstrümanların uygunluklarındaki artışlar işlem ve bilgi maliyetlerini azaltmaktadır. Tüm kurumlarıyla etkin bir şekilde işleyen finansal sistem, tasarrufların daha rasyonel kullanımı ve tasarrufları özendirme yönünde önemli katkılar sağlamaktadır. Özellikle piyasa ekonomisinin işlerlik kazandığı ekonomilerde finansal piyasaların ekonomik anlamda ülke
ekonomisine katkısını artırmak için politik, ekonomik ve psikolojik ortamların elverişli olması gerekmektedir. Bu bakımdan devleti yönetenlerin uyguladıkları politikalarda finansal piyasa koşullarını da dikkate almaları makro ekonomik performansın arzu edilen seviyede gerçekleşmesi bakımından önem arz etmektedir 385.
Teorik olarak finansal sektör ekonomik büyüme üzerinde işlem ve bilgi maliyetlerini iyileştirme noktasında yardımcı olmaktadır. Bu şekilde kaynakların, bölgeler ve zamanlar arası dağılımı belirsizlik ortamlarında ayarlanmaktadır. Şekil:1 üzerinden de görüleceği üzere finansal kesim tasarrufların mobilitesi, kaynak tahsisi, yöneticilerin izlenmesi ve kurumsal kontrol, risklere
karşı koruma ve risklerin çeşitlendirilmesi ile malların ve hizmetlerin ticaretini kolaylaştırma fonksiyonlarıyla sermaye birikimi ve teknolojik yeniliklerin yapılmasına yardımcı olmaktadır.
Sermaye birikimi ve teknolojik yenilikler ise büyümeyi artırmaktadır.
Finansal kesim iktisaden verimlilik artışı yanında daha çok mal ve hizmet üretmede katkı sağladığı sürece reel kesime faydası bulunmaktadır. Parasallaşmış mübadele, insanların takas vasıtasıyla bulamayacakları koşullarda karşılıklı olarak faydalı iş keşfetmelerine imkân tanıyorsa, reel ekonominin verimliliği artmaktadır. Daha üretken çalışmayı sağlayacak bir makineyi satın alabilmek için finansal sistemden borç para bulabiliyorsak, kredi piyasası verimlilik artışı sağlamış olmaktadır 386.
Türkiye’de finansal sektörün serbest piyasa koşullarında faaliyetlerini yürütmesine yönelik yasal düzenlemeler 1980 yılından sonra etkinlik kazanmıştır.
Buna yönelik olarak 02.05.1985 tarihli ve 18742 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3182 sayılı Bankalar Kanunu serbest piyasa ekonomisinin uygulanmaya başlandığı dönemde yürürlüğe girmiştir. Serbest piyasa ekonomisine geçilmesi ekonomik ihtiyaçları ve şartları değiştirmiş, yeni bankaların kurulması ve özellikle yabancı bankaların Türkiye’de şube açmaları için verilen izinlerin sayısında önemli bir artış görülmüş, 3182 sayılı Kanun ile banka kuruluşu izni Bakanlar Kurulu’na verilmiştir387. Bununla birlikte bazı dönemlerde politik önceliklerin öne çıkması finansal sistemde rasyonellikten uzaklaşılan kararlarlar alınmasına ve sağlıksız yapının oluşmasına neden olmuştur. Örneğin Mesut YILMAZ’ın başbakanlığı döneminde, 10 Ekim 1991 tarih ve 21017 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 91/2316 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 20 Ekim 1991 genel seçimlerine 10 gün kala Park Yatırım Bankası, Toprakbank, Alternatifbank, Konut Endüstri ve Ticaret Bankası ve Bank Ekspres adlı bankalara her hangi bir koşul aranmaksızın banka kurma izni verilmiştir 388. Söz konusu Kanun’da kuruluş izni Bakanlar Kurulu’na verilirken, 5. madde ile bir kişinin banka sermayesinin yüzde 5’i ve daha fazlasını temsil eden payları edinmesi veya bir ortağa ait payların banka sermayesinin yüzde 5 yüzde 20, yüzde 33 veya yüzde 50 sini aşması sonucunu veren hisse edinimleri ile bir ortağa ait payların yukarıdaki oranların altına düşmesi sonucunu veren hisse devirleri Müsteşarlığın iznine tabi kılınmıştır. Oysa ki gerek mülga 4389 sayılı Kanunda gerekse de mer’i 5411 sayılı Kanunda kuruluş ve faaliyet izni de hisse devirlerine ilişkin izinler de aynı organ tarafından yani Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunca verilmektedir.
Öte yandan bankaların sağlıksız ya da finansal piyasaların istikrarsız veyahut her ikisinin birlikte istikrarsız olduğu durumda, finansal sistem kırılgan vaziyet
almaktadır. Bir kriz tarafından tetiklenen bankacılık sektörü sorunları, kredi veya para arzı kanalıyla ekonomik faaliyetler üzerinde ters etkilere sahip olmaktadır.
Finansal piyasalarda ortaya çıkan bir krizin meydana getireceği makroekonomik etkiler; kredi hacminde daralma, faizlerde yükselme, emisyonda artma, harcama ve talepte düşme, üretim ve istihdamda azalma, tasarruf ve yatırımlarda azalma şeklinde ifade etmek mümkündür 389.
Bankacılık sektörü, Türkiye ekonomisinin 1980’lerden itibaren geçirdiği değişimlerden etkilenen sektörlerin başında gelmektedir. Mali piyasalar, teknolojik yeniliklerin ve uluslararası ticaretin gelişmesi ile çok kısa süre içinde çok hızlı bir gelişme kaydetmiş ve fakat 1980–1990 arasında kalan on yılda ekonomi piyasalarında yaşanan dönüşüme, ekonomiyi düzenleyen siyasi ve
hukuki çerçevenin gereken reformlar zamanında yapılarak ayak uyduramadığı görülmüştür390. Bu nedenle, yüksek enflasyon baskısı ve bütüne sirayet etmiş bozuk ekonomik yapı içinde Türkiye’de kamu kesimi borçlanma ihtiyacının yüksekliği, özel bankaların reel ekonomiye kaynak sağlamaktan uzaklaşarak kamu açıklarını finanse etmeye yönelmelerine neden olmuştur. Devlet iç borçlanma senetlerinin mevduat bankalarının toplam aktifleri içindeki payı 1990 yılında % 10’dan, 1999 yılında %23’e yükselmiştir. İlgili dönemde özel sektöre açılan kredilerin toplam aktifler içindeki payı ise % 36’dan % 24’e gerilemiştir. Bu bakımdan bankaların üreticiyi ve reel ekonomiyi yeterli ölçüde desteklediğini söylemek gerçekçi değildir391.
Türkiye’de 1995-1999 periyodu için 1994 krizine yol açan ekonomik ve siyasi faktörlerde iyileşme yaşanmamış, dengesizlikler yapay tedbirlerle bastırılarak olabilecek krizler geçiştirilmeye çalışılmıştır.
Bu süreçte yaşanan Asya, Rusya ve Brezilya krizleri ile Ağustos 1999’da yaşanan Marmara depreminin getirdiği ekonomik daralma etkisi, 1999 yılı sonunda Enflasyonu Düşürme (Dezenflasyon) Programı’nın yürürlüğe konulmasına yol açmıştır.
1990’lı yılların sonlarına doğru Türk bankacılık sektörü; ölçek olarak muadil ekonomilere göre küçük, reel sektörden ziyade kamu finansmanının destekleyen, mevduatın krediye dönüşümünün zayıf olduğu, yeni girişlerin etkisiyle yoğunlaşmanın az olduğu, risk yönetimi kültürünün tam olarak yerleşmediği ve küresel sermayenin az ilgi gösterdiği bir sektör olarak öne çıkmıştır 392.
Türkiye ekonomisi, 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli tarihlerde ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmış, uygulamaya konulan istikrar programlarının çeşitli nedenlerle sonuçlandırılamaması nedeniyle ekonomideki sıkıntılar, uluslararası sermaye hareketlerinin hız kazandığı 2000’li yıllarda daha da artmıştır. Bankacılık sektörünün serbest öz kaynakları negatif olmuş ve bankacılıkta faaliyet kârının düşük olması nedeniyle kâr hacmi öz kaynak artışını destekleyememiştir. Bu dönemde bankacılık sektöründe makroekonomik istikrarsızlık, kamu bankalarının sistemdeki bozucu etkisi, sektördeki
küçük ve parçalı yapı, risk yönetimi konusundaki eksiklikler gibi temel yapısal sorunlar, 2001 yılı Şubat ayında yaşanan finansal krizin derinleşmesine ve sistemik bankacılık krizine dönüşmesine neden olmuştur. Krizle birlikte yükselen faiz oranlarının döviz kurundaki artış hedefinin çok üzerinde seyretmeye başlaması ve krizin başta kamu bankaları ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
kapsamındaki bankalar olmak üzere bankacılık sisteminin malî yapısında hasar oluşturması finansal sistemin kırılganlığının artmasına neden olmuştur.
2001 yılının Şubat ayında, makroekonomik ortamın istikrarsız olması, öz kaynakların yetersizliği, bankacılık yapısının küçük ölçekli olması, kamu bankalarının payının bankacılık sistemi içindeki payının yüksekliği, aktif kalitesinin zayıf olması, yetersiz iç kontrol, risk yönetimi ve kurumsal yönetim, bankacılık sektöründe yeni bir kriz yaşanmasında önemli rol oynamıştır.
Bankaların hâkim ortaklarının bankacılık dışı faaliyetlerinin finansmanı için doğrudan veya dolaylı olarak kullandıkları ve sürekli yenilenen krediler aktif kalitesinde bozulmaya yol açmış, yönetim kurulunda yer almak ve karar alma sürecine katılmak suretiyle banka sahiplerinin banka yönetimi üzerindeki yönlendirici etkisi ise etkin kurumsal yönetimin uygulanmasını ve iç kontrol
mekanizmasının etkinliğini sınırlandırmıştır.
2000-2002 yıllarına ilişkin “Enflasyonla Mücadele Programı” çerçevesinde uygulanan kur çıpası dövizle borçlanmayı cazip hale getirmiş ve bankaların yurtdışından aldıkları sendikasyon kredileri artmış, kur çıpası politikasına güvenerek yabancı para cinsinden elde edilen kaynakların lira cinsinden krediye dönüştürülmesi ve hazine bonosu satın alarak açık pozisyonların ve kur risklerinin artması, açık pozisyonu olan birçok bankanın, Kasım 2000 krizinde yüksek faizle borçlanmak (faiz riski), Şubat 2001 krizinde de dalgalı kura geçildiği için yüksek kurdan döviz satın almak (döviz riski) zorunda bırakmış ve bu durum ise bankalarca yüksek maliyetler yüklenilmesine neden olmuştur 393.
Öte yandan 1990’lı yıllarda, makro ekonomik dengelerin giderek bozulduğu ortamda kamu kesimi açıklarının dışlayıcı etkisiyle Türkiye ekonomisinde bankacılık sektörü asli fonksiyonu olan aracılık işlevinden uzaklaşmıştır. Nitekim kredilerin bankacılık sektörünün toplam aktifleri içindeki payı 1990 yılında %47 iken 2000 yılında %33’e gerilemiştir. Benzer şekilde kredi/mevduat oranı 1990
yılında %84 iken, 2000 yılında %51’e gerilemiştir. Türkiye’de kredilerin GSMH’ya oranı benzer kategorideki ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça düşük düzeyde kalmıştır. Yatırımcı güvenindeki azalma, para ikamesi gibi hususlara ek olarak kamunun yüksek reel faizle özel yatırımları dışladığı görülmektedir 394.
Aracılık maliyetlerindeki yükseklik, bankacılık sektörünün finansal aracılık fonksiyonunun etkinliğini bozmuştur. Ayrıca, kamu bankaları asli fonksiyonların
dışında verilen görevler ve bunlardan kaynaklanan zararlar, ekonomik etkinliğe ters düşen müdahaleler ile yönetimdeki zayıflıklar sonucunda bu bankaların
mali bünyeleri önemli ölçüde bozulmuştur. Kamu bankalarının finansman ihtiyaçlarını kısa vade ve yüksek maliyetle piyasadan karşılamaları zararlarının
gittikçe artmasına ve finansal sektörde istikrarsızlığa yol açmıştır. Ayrıca 1990’lı yıllarda bankacılıkta, risk ve kurumsal yönetim uygulamaları yetersiz kalmış,
sonuçta bankacılık sistemi likidite, faiz ve kur risklerine karşı aşırı duyarlı hale gelmiştir395.
Öte yandan finans sektöründeki denetim ve gözetim mekanizmalarının yetersizliği, uluslararası standartların uyarlanması ve uygulanmasında karşılaşılan eksiklikler ve gecikmeler yanında bu önemde banka murakıplarının olumsuz rapor verdikleri bankalar hakkında gerekli takibatlar ve yaptırımlar uygulanmaması sektördeki sorunları daha da kangren boyutuna getirmiştir.
Bunun yanında Hazine Müsteşarlığı, SPK, Başbakanlık, Sayıştay, TCMB gibi kurumların denetim sürecinde yer alması uygulamada çok başlılık meydana
getirmesi yaptırımlarda etkinsizliğe neden olmuştur. Küresel ölçekte de düzenleyici çerçevede yeni arayışlar bir zorunluluk olarak 1990’lı yılların
sonlarına doğru ortaya çıkmıştır396.
Refah-Yol hükümetinin istifasını sunduğu dönemde 3182 Sayılı Bankalar Kanunu'nun 64. maddesinin askıya alınmasının sonrasında bankalara el koyma yetkisi uygulamaya geçirilememiştir.
Fakat Anayasa Mahkemesi'nce 9 Ekim 1997 tarihinde askıya alma kararı iptal edilmiştir. Ancak Yüksek Mahkeme, iptal kararının Resmi Gazete'de
yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girmesini hükme bağlamıştır. Yine tuhaf biçimde gerekçeli karar 14 ay sonra 11 Aralık 1998'de ancak yayımlanabilmiştir.
Geçen bu süreçte vesayetçi sistem, mali bataklığın büyümesine göz yummuştur. Bu arada Egebank, Türkbank 397, İnterbank problemlerinin üstü örtülmüştür.
Çünkü Bankalar Kanunu ancak 23 Haziran 1999 tarihinde yenilenebilmiştir. Esbank, Egebank, Yurtbank, Yaşarbank ve Sümerbank'a Aralık 1999'da el konulurken, sıkıntıda olan başka bankalar haksız biçimde kayrılmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Haziran 1999'daki kanundan 14 ay sonra,
yani Ağustos 2000'de faaliyete geçtiğinde banka soygunları artık gizlenemez seviyeye ulaşmıştır398.
Türkiye’de finansal sistemin deformasyona uğradığının göstergelerinden birisi de finansal sektörün asli fonksiyonu olan aracılık işlevinden uzaklaşmasıdır. Siyasal ve iktisadi belirsizliklerin arttığı bu dönemde, kamu kesimi açıklarının yurtiçi piyasalardaki dışlayıcı etkisinin belirginleşmesi bankacılık sektörünün kamu menkul kıymetlerine yönelmesine neden olmuştur.
Sektörün asli işlevlerinden uzaklaşmış olmasının bir diğer yansıması, gelir-gider yapısında kendisini göstermektedir. 1990-2000 döneminde en dikkat çeken husus, kredilerden alınan faiz gelirlerinin toplam faiz gelirleri içerisindeki payının %69’dan %38’e kadar sürekli bir biçimde gerilemiş olmasıdır. Bu, bankacılığın ana faaliyetlerinden gelir yaratamadığına, temel işlevini yerine getiremediğine yönelik çarpıcı bir göstergedir. Kredilendirme faaliyetinin sonucu olan kredi faiz gelirinin toplam gelir içerisindeki payı da benzer bir eğilim göstermektedir. Sektörün gelir yaratma bakımından asli faaliyetlerinin uzağında olması, sürdürülemez bir süreçte bulunduğunu göstermektedir 399.
Türk bankacılık sektöründeki yapısal sorunlara yönelik Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri öncesi bazı çalışmalar yapılmış, Haziran 1999’da yürürlüğe giren 4389 sayılı Bankalar Kanunu önemli bir dönüm noktası olmuştur400. Banka denetimlerinin her türlü etkiden uzak ve etkin bir şekilde sağlanması ve bankaların faaliyetleri ile ilgili düzenlemelerin yapılması ve bu düzenlemelerin
uygulanıp uygulanmadığının gözlenmesi amacıyla 18/06/1999 kabul tarihli ve 23/06/1999 tarihli ve 23734 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile idari ve mali özerkliğe sahip, kamu tüzel kişiliğini haiz Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu kurulmuş ve 31/08/2000 tarihinde faaliyete geçmiştir. Diğer taraftan, gerek bankacılık ve finans sektöründeki gelişmeler gerekse 4389 sayılı Kanunun sisteminin kanun yapma tekniğine uygun olmadığına ilişkin eleştiriler sonucunda 5411 sayılı Bankacılık Kanunu hazırlanmış ve 01/11/2005 tarihli ve 25983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, önceki kanundan devraldığı konuların yanı sıra yeni bir çok konuda düzenlemeler yapmış ve fakat 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile getirilmiş olan yeni kurumlar (BDDK ve TMSF) aynen korunmuştur.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (Kurum) kuruluncaya kadar, Türkiye’de bankaların denetimi o dönemde Maliye Bankası bünyesinde yer alan Bankalar Yeminli Murakıpları tarafından yerine getirilmiş, hazırlanan raporlar Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanlık tarafından değerlendirilerek gerekli önlemler alınmıştır. 4389 sayılı Kanun ile uluslararası uygulamalara paralel olarak bankacılık sektörünün düzenleme, gözetim ve denetimi, idarî ve malî özerkliğe sahip Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na devredilmiştir. Bankacılık sektörünün gözetim ve denetiminden sorumlu kamu birimleri BDDK bünyesinde birleştirilerek Kurum 31 Ağustos 2000 tarihinden itibaren, Kasım 2000 krizinin hemen öncesinde fiilen çalışmaya başlamıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, 5411 sayılı Kanunun 1. maddesinde belirtilen amacına uygun olarak, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasının sağlanmasına ve tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunmasına yönelik usul ve esasları belirlemek, Bankacılık Kanununun, Teşkilat Yönetmeliğinin401, ve diğer ilgili mevzuatın vermiş olduğu görev ve yetkileri yerine getirmek, gerekli düzenlemeleri yapmak, uygulanılırlığı gözetim altında tutmak, gerekli denetimleri yaparak gerektiğinde yaptırımlar uygulamakla yükümlüdür.
Diğer taraftan, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin etkisiyle mali bünyeleri ve karlılık performansları kötüleşen bankaların daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilmesi amacıyla, 2001 yılı Mayıs ayında Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı da uygulamaya konulmuştur. Program ile kamu bankalarının yeniden yapılandırılması, TMSF’ye devredilen bankaların
çözümlenmesi, özel bankacılık sisteminin rehabilitasyonu, gözetim ve denetim çerçevesinin güçlendirilmesi ve sektörde etkinliğin artırılması amaçlanmıştır. Program kapsamında kamu sermayeli bankaların sermaye yapıları güçlendirilmiş, görev zararı alacakları ödenmiş ve yeni görev zararlarının doğmasına imkân veren düzenlemeler kaldırılmış, kısa vadeli yükümlülükleri tasfiye edilmiştir. Bu bankalar operasyonel olarak yeniden yapılandırılmış, yönetimlerinde profesyonel bir kadro oluşturulmuş, şube ve personel sayısı rasyonel seviyelere düşürülmüştür.
Kalkınma Bakanlığı tarafından Komisyona 23.08.2012 tarih ve 4960 sayılı yazı ekinde gönderilen “1991-2006 Döneminde Yaşanan Krizler ve Etkileri” adlı Raporda da belirtildiği üzere 2001 krizi sonrasında Basel uygulamalarının BDDK tarafından uygulanmasıyla birlikte bankaların öz kaynaklarında ciddi artışlar meydana gelmiştir. 2001 kriziyle konsolide olarak daha az sayıda banka
sayısına sahip olan sektör, yeniden yapılandırmayla birlikte daha güçlü ve istikrarlı bir yapıya kavuşmuştur. Bu gelişimde BDDK’nın almış olduğu makro ve mikro ihtiyati tedbirlerin önemi büyüktür. Nitekim, 2001 yılında yaşanan büyük ekonomik kriz sonrasında uygulamaya konulan ekonomik program ve 2002 Kasım ayında yapılan genel seçim sonrasında şekillenen tek partili hükümet yapısı ile birlikte makro ekonomik istikrarın sağlanması yönünde alınan önlemler ekonomide istikrarsızlıkların azalmasını sağlamış, bankacılık sektöründe 2003 yılında yaşanan İmar Bankası olayı dışında her hangi bir olumsuzluk görülmemiştir. Kalkınma Bakanlığı tarafından Komisyona gönderilen ve yukarıda bahsi geçen Raporda da belirtildiği üzere, 2001 kriziyle en üst seviyeye çıkan
ve finans sektörünü önemli boyutta sarsan bankalarda yaşanan denetim ve düzenleme sorunları karşısından 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile Haziran 1999’da kurulan ve Ağustos 1999’da faaliyetine başlayan BDDK, gerek bankacılık sektörünü gözetim altında tutan gerekse uluslar arası uygulamaları Türk bankacılık sektörüne uyarlayan düzenlemeleriyle son 10 yılda bankacılık sektöründe meydana gelen gelişmelerde önemli rol oynamıştır. Bankacılık sektörünün daha etkin ve rekabetçi bir yapıda çalışmasını sağlayan reformlardan birisi de 2004 Temmuz ayından itibaren mevduata verilen garantinin 50.000 TL ile sınırlandırılması ve tasarruf mevduatı sigorta priminin mevduatın sigortalı kısmı üzerinden ve risk bazlı olarak ele alınması uygulamasının başlatılması olmuştur. İstikrarlı ekonomi politikalarının sürdürülerek kamu borçlanma ihtiyacının düşürülmesi, faiz oranları ve enflasyonun aşağı çekilmesi, bankacılık sektörünün, kredi işlemlerinin ve lisans işlemlerinin her türlü etkiden uzak tutularak, uzman ve bağımsız kurumlarca verilecek kararlar çerçevesinde yürümesini teminen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun bağımsızlıklarının en üst düzeyde korunması, piyasadaki güven duygusunun korumasına yönelik olarak siyasi istikrarın iktidar ve muhalefet olarak sürdürülebilir olması gibi etkenler bankacılık krizlerinin önlenmesine ve kamu zararının oluşmasına engel olabilecek niteliktedir. Nitekim bankacılık sektörüne ilişkin bir takım düzenlemeler yapılmış, AB mevzuatıyla uyumlu olarak hazırlanan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 2005 yılında yürürlüğe girmiştir 402.
Bu yasayla, düzenleme ve denetim çerçevesinin daha da etkinleştirilmesi, finansal sektörde ortaya çıkan konsolidasyon eğilimine paralel olarak düzenleme ve denetleme aşamalarının konsolide bazda yürütülmesi, finansal şirketler ile düzenleme denetleme otoritesinde kurumsal yönetişimin iyileştirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca, banka dışı kredi kuruluşlarının düzenleme ve denetimi Hazine Müsteşarlığından BDDK’ya devredilmiştir.
15.05.2001 tarihli “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı”na403 göre; “Bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması programının temel amacı; kamu bankalarını mali sistem içinde bir istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkarmak, mali sistemin istikrarı ve kamu maliyesine getirdikleri yükün azaltılması bakımından TMSF bünyesindeki bankaların sorunlarını en kısa sürede
çözüme kavuşturmak ve yaşanan krizlerden olumsuz yönde etkilenen bazı özel bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşmalarını sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmektir. Yeniden yapılandırma programı, bankacılık sisteminin mali ve operasyonel yapısının güçlendirilmesine yönelik uygulamalar ile bankacılık sektöründe gözetim ve denetimin etkinliğini artıracak, sektörü daha etkin ve rekabetçi bir yapıya kavuşturacak yasal ve kurumsal düzenlemeleri içermektedir”. Anılan Raporda, Kasım krizi sonrasında likidite ve faiz riski nedeniyle ciddi sorunlar yaşayan bankacılık sektörünün, Şubat krizi
sonrasında ise ilave olarak kur riskinden kaynaklanan kayıplarla karşı karşıya kaldığı, kriz döneminde faiz oranlarındaki hızlı artışın bir yandan fonlama maliyetlerini yükseltmek, diğer yandan menkul değerler cüzdanının piyasa değerini azaltmak suretiyle banka bilançolarını olumsuz yönde etkilediği vurgulanmıştır. Yine Rapora göre, faizlerdeki yükselme, kısa vadeli fon talebi önemli boyutlarda olan kamu ve fon bankalarının ciddi zararlarla karşılaşmasına yol açmış, likit olan özel ve yabancı bankaların faizlerdeki yükselme nedeniyle karşılaştığı fonlama zararları ise sınırlı kalmıştır. Söz konusu yeniden yapılandırma programı, aracılık fonksiyonuna odaklanmış, iç ve dış şoklara dayanıklı ve uluslararası ölçekte rekabet edebilir bir bankacılık sektörüne geçişi amaçlamış olup, önceliği, yaşanan krizlerin bankacılık sektöründe yaratmış olduğu tahribatın giderilmesi ve sistemin zayıf bankalardan temizlenerek sağlam bir temel inşası olarak belirlemiştir.
Öte yandan TMSF tarafından Komisyona gönderilen 07/09/2012 tarih ve 2036 sayılı cevabi yazıda 2000 yılının sonlarında ve 2001 yılının Şubat aylarında yaşanan krizler sonucunda, 1994-2003 yılları arasında 20’si temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi, 5’i ise faaliyet izni doğrudan kaldırılarak iflasına karar verilen olmak üzere toplam 25 bankanın Fon’a devredildiği ve
bu bankalara ilişkin tasfiye, çözümleme ve geri kazanım çalışmalarının yürütüldüğü ifade edilmiştir 404.
FONA DEVREDİLEN BANKA LİSTESİ,
6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***