Süleymaniye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleymaniye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2020 Perşembe

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 9

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 9






Üçüncü Bölüm 



ABD’NİN BÜYÜK ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYE 

I. 11 EYLÜL SONRASI ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELER BAĞLAMINDA TÜRK-ABD İLİŞKİLERİ 


Zaman zaman meydana gelen gerilimlere rağmen, Soğuk Savaş sürecinde Türk-Amerikan ilişkileri oldukça açık ve uyumlu olarak nitelendirilebilir. Bu dönemde, ABD ile Türkiye’nin güvenlik çıkarları büyük oranda örtüşüyordu ve ortak bir tehdide yönelikti. 

Bir başka deyişle, Türkiye’nin coğrafi konumu ve Silahlı Kuvvetleri, Sovyetleri ve Komünizm’i çevreleme politikasında ABD çıkarlarına katkıda bulunuyor; Türkiye de ABD desteğiyle Sovyetler Birliği’ne karşı bir NATO üyesi olarak kendini daha güvenli hissediyordu. Doğu Bloku’nun dağılması ile Soğuk Savaş döneminde var olan bir çok durum da değişmiştir.1 

   Dolayısı ile Türk-Amerikan ilişkileri de bu süreçten nasibini almıştır. 

Soğuk Savaş sonrasındaki süreçte, Türk-Amerikan ilişkileri üzerine yorumlar yapılırken; müttefik, stratejik müttefik, stratejik ortak, küçük ortak, taşeron, bölgesel rakip gibi kavram ve tanımlamalar kullanılmıştır. Gerçekte ise Türk Amerikan ilişkilerini bu tanımlamalardan herhangi birinin ifade edebildiğini söyleyebilmek çok güçtür. Bu ilişkileri açıklamada sorulması gereken en 
önemli soru, Amerika’nın Türkiye’yi nasıl gördüğüdür. Yani,o gün için ABD’den Türkiye’ye bakıldığında nasıl bir algılama söz konusudur? Bunun ortaya konması gerekmektedir. 

Amerikan dış politikasının belirlenmesinde lobilerin büyük etkisi vardır. Dış politika, hemen her zaman, değişik dünya görüşü, fikir, model, çıkar, kurumsal ve kişisel bakış açılarının çatışmasının sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu durum bir ölçüde Türkiye politikası için de geçerlidir. Tek bir Amerika ve Washington olmadığı gibi, tek bir Türkiye politikası da yoktur. Değişik devlet kurumları, etnik ve ekonomik çıkar grupları Türkiye’ye yönelik politikaları kendi çıkar ve tercihleri doğrultusunda yönlendirmek istemektedirler. Bunlarla birlikte genel olarak Amerika’nın Türkiye’ye bakışı şu şekilde özetlenebilir; Türkiye Amerika için 
her şeyden önce Ortadoğu Kafkaslar ve Balkanlar politikası için vazgeçilmez bir ülkedir. Ortadoğu için; Müslüman ülkelerin de örnek almasını isteyebileceği demokrat Müslüman bir modeldir. 

Ayrıca, Ortadoğu operasyonları için önemli işlevler gören İncirlik Üssü’ne sahiptir. Kafkaslardaki ve Balkanlardaki çıkarlarını korumak için hem coğrafi konumu hem de tarihsel bağları Amerika açısından önem arz etmektedir. Türkiye, ekonomik olarak Önemli sayılabilecek ve gelişme potansiyeli olan bir pazara ve finans piyasasına sahiptir. Askeri olarak Amerikan silahlarına ilgili 
ve önemli ölçüde bağımlı bir ordusu vardır ve stratejik ortaktır. İsrail’le olan sıkı askerî işbirliği nedeniyle de Yahudi lobisi açısından özen gösterilmesi gereken ve kaybedilmesine tahammül edilemeyecek bir ülkedir.2 

11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika’nın Küresel terörle mücadeleye endekslenen dış politika anlayışı, terörden çok çekmiş olan Türkiye tarafından da anlayışla karşılanmıştır. Jeo ekonomik, Jeopolitik bir parçalanmışlık ve dünya’daki jeo kültürel yüzleşmenin merkezinde olan Türkiye3, 11 Eylül 2001 ABD’deki Dünya Ticaret Merkezine gerçekleşen saldırılarla başlayan yeni süreçten önemli ölçüde etkilenmiştir. ABD ile diyalog ve işbirliği, Türkiye’de 2001 yılına damgasını vuran ekonomik krizle birlikte artmış, Irak müdahalesi öncesi tezkere bunalımına kadar artarak devam etmiştir. 

11 Eylül saldırıları sonrasında Türkiye, üslerini ve hava sahasını ABD’nin Küresel Terörizmle Mücadelesine tam destek vermesinin 4 bir göstergesi olarak açmıştır. 11 Eylül 2001 saldırılarını İngiltere, İsrail ve Türkiye’ye yapılan saldırılar izlemiştir.5 Bu gelişmeler, bu ülkeleri uluslararası terörizme karşı ortak hareket etmeye sevk eden en önemli etken olmuştur. Türkiye’de Uluslararası Terörizme karşı aktif rol almak için, Afganistan müdahalesi sonrası ISAF’ ta yer almış ve ABD ile ilişkilerini bu bağlamda geliştirmenin yollarını aramıştır.“Türkiye’nin ABD’ye olan ihtiyacının, ABD’nin Türkiye’ye olan ihtiyacından daha fazla olduğu”6 yönündeki konseptin etkisiyle, Türkiye’nin ABD’ye yakınlaşması artmıştır. Bu yakınlaşmada, Türkiye’nin bulunduğu bölgede siyasal çekişmelerin yaşanması ve dünyanın yeni konjonktüründe Türkiye’nin yerinde politikalar üretememesi, dolayısı ile kendini ABD’ye muhtaç hissetmesi 7 temel etkenler olmuştur. 

İlişkiler Irak harekâtı öncesi yaşanan sert pazarlıklarla bir gerilim dönemine girmiştir. Sonrasında yaşanan 1 Mart tezkeresinin reddi, Türkmenler konusu, Süleymaniye krizi, Washington’un PKK konusundaki tavrı, Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi tahribata neden olmuştur.8 Ankara Washington ile çok yakın bir elli yıl geçirdikten sonra, bazı önemli konularda farklı çıkar ve tercihlere 
sahip olduğunu fark etmiştir.9 Geçmiş dönemlere nazaran iki ülke arasında çıkar farklılıklarının ortaya çıktığı alanlarda artış meydana gelmiştir. 11 Eylül sonrası ABD ile ilişkilerde İncirlik Üssünün Kullanımı Sorunu, Anti Amerikanizm ve Türkiye’nin ABD’ye II. Körfez harekatında olumsuz tavrı, tezkere bunalımı, Çuval meselesi ve Türkiye’nin İran ve Suriye ile yakınlaşması, Kuzey Irak ve Musul-Kerkük, sorunları ön plana çımıştır. 

A. Türkiye’nin II. Körfez Harekatına Olumsuz Yaklaşımı 

Birinci Irak müdahalesinin vermiş olduğu tecrübe ile, Türk kamuoyunda Amerikanın II. Irak müdahalesine Büyük bir tepki olmuştur. Bu dönem de özellikle, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki durumun kontrol edilmesi gerektiği yönündeki hassasiyetlerini bildiren açıklamalara, ABD yönetimince kayda değer bir cevap verilmemiştir. Senelerdir devam eden terörist saldırılarda şehit edilen 
askerlerin etkisi ile ABD’ye büyük bir tepki oluşmuştur.10 

Anti Amerikanizmin giderek artmış ve yüzde 80 dolaylarına  çıkmıştır. 11
Bu durum Türk kamuoyunun her kesiminde geniş bir koalisyon oluşturmuş ve Türkiye’nin Irak’ta ABD’ye karşı olumsuz tavır takınması gerektiği yaklaşımını güçlendirmiştir.12 

ABD’nin Ortadoğu’ya müdahale konusunda dünya devletleri arasında farklı yaklaşımlar olmuştur. Özellikle bu bölgeyi Dünya liderliği için kilit bir bölge sayan Almanya, Amerikan politikalarına karşı şüpheciliği ile tanınan Fransa13, krizin savaşsız çözülmesi için aktif rol oynamaya çalışan Rusya14 ve ABD’nin petrol akışını kendi aleyhine kullanabileceğini sezen Çin, ABD’nin önderliğinde 
ırak’a karşı başlatılacak askeri harekata ve körfezdeki büyük askeri yığınağa karşı olduklarını belirtmişlerdir. 

Diğer taraftan ABD’nin, güvenlik kaygıları ve hegemonik düşünceler içinde dünyayı kontrol etme politikası çerçevesinde, sahip olduğu gücün de etkisi ile ortaya koyduğu ve uyguladığı koruyucu, önleyici, ön alıcı, tehdidi ortaya çıkmadan bertaraf etmeyi içeren güvenlik stratejilerinin15 uluslararası hukuk ile ne dereceye kadar uyum sağladığı hep tartışma konusu olmuştur. 

Türkiye, ABD’nin Irak müdahalesi öncesi, anahtar ülke16 konumuna gelmiştir. 
Hükümet bir taraftan bölgesel barışın sağlanması için bölgede aktif görüşmeler de bulunmuş, bir taraftan da çok sayıda Amerikan askerinin Türkiye sınırları içinde konuşlanmasını engellemeye çalışmıştır. Türkiye, hegemonyasını dünyanın her tarafındaki zenginliklerden istifade etmek üzere planlayan ABD 17 ile birlikte hukuksuz bir çatışmaya ortak olmak istememiştir. Krizin BM kararı doğrultusunda çözülmesini istemiştir. BM nezdinde ve uluslararası hukuk çerçevesinde bir çözümde buluşulması için büyük çaba harcamıştır. Bu amaçla dönemin Başbakanı Abdullah Gül 4-11 Ocak tarihleri arasında Irak’a komşu; Suriye, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve İran’dan oluşan beş devletin liderleri ile görüşerek önemli bir girişim başlatmıştır. Ayrıca Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, savaş seslerinin daha da arttığı bu dönemde 150 kişiden oluşan işadamı kafilesiyle 10 Ocak’ta Bağdat’a önemli bir ziyaret gerçekleştirmiştir.18  

Türkiye ayrıca İstanbul zirvesi düzenlenmesini sağlamıştır. 23 Ocak Tarihinde İstanbul’da gerçekleşen “Irak Konusunda Bölgesel Girişim Dışişleri Bakanlığı Toplantısı”, Irak sorununun barışçı yollardan çözülmesi için önemli bir aşama olarak belirginleşmiştir.19 Daha sonrasında ise savaşın başlaması ile bu çabalar boşa çıkmıştır.20 

B. Tezkere Bunalımı (1 Mart Tezkeresi) 

Tam adı: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkeresi”dir. 

25 Şubat 2003’de TBMM’ye sunulmuştur. Amerika Birleşik Devletleri 1 Mart Tezkeresi öncesi ikili ilişkilerde, tarihten gelen özgüvenle hareket ederek, Türkiye’nin ABD tarafında olmadığı takdirde bazı fırsatlardan mahrum kalacağını21 ve muhtemel bir Irak operasyonunda Türk ekonomisinin zarar göreceğini vurgulamıştır. 

Böyle bir telkinle Türk tarafına altı milyar dolarlık hibe öncesi, 8.5 milyar dolarlık köprü kredi teklif edilmiş ve ABD, üstü örtülü bir şekilde “Türk sularında demir atan gemilerde bekleyen askerlerin konuşlandırılması” için Türk tarafının harekete geçmesini istemiştir. Teklif edilen altı milyar dolarlık hibe teklifinin ekonomide yapacağı iyileştirmelere dikkat çeken açıklamalar, bunun yanında Colin Powell’ın ekonomik yardımların IMF ile yapılan ekonomik istikrara bağlanacağı yönündeki vaatleri 22 ile Meclis ve Türk Kamu oyu yönlendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca ABD Ankara büyük elçiliği, oylama öncesinde AKP’li milletvekillerini gruplar halinde davet ederek, tezkerenin geçmesi konusunda ikna etmeye çalışmıştır. 23 Barzani’nin de Meclis’teki Kürt kökenli milletvekillerini olumsuz oy vermek konusunda ikna etmeye çalıştığı iddiası ortaya atılmıştır. 
Barzani, Türkiye’nin Amerikan askerlerinin geçişine izin vermesi durumunda kuzey Irak’ta Türk askerinin konuşlanmasını engellemek istemiştir.24 

Tezkere ile TBMM’den, “Gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Anayasanın 117’inci maddesine göre milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Yüce Meclise karşı sorumlu bulunan hükümet tarafından belirlenecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a gönderilmesine; etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla Kuzey Irak’ta bulunacak bu kuvvetlerin gerektiğinde belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına ve muhtemel bir askeri harekat çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılmasına, Anayasanın 92’inci maddesi 
uyarınca 6 ay süreyle izin verilmesi”25 istenmiştir. Tezkerede, en fazla 62 bin yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye’de bulunması öngörülmüştür. Yabancı kuvvetlerin hava unsurları 255 uçak ve 65 helikopteri aşamayacaktır. 

Yapılan oylamaya 533 milletvekili katılmış, 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oy kullanılmıştır. Ancak, Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen salt çoğunluğa ulaşılamadığı için, tezkere kabul edilmemiş sayılmıştır.26 

Tezkerenin reddedilmesinde beş temel faktörün, rol oynadığı söylenebilir: 

Bunların başında; AKP idarecilerinin neredeyse tamamının, uluslararası hukuka açıkça aykırı olan ve Güvenlik Konseyinde de herhangi bir onay alamayan bir müdahaleye imza atmak istememiş ve bu süreç için kayda değer bir çaba sergilememiş olmaları gelmektedir. 

İkinci olarak, Ana Muhalefet partisi CHP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın ağır eleştirileri gelmektedir. 

Üçüncü önemli faktör olarak AKP tabanının yüzde 90’ının savaşa karşı olması gösterilebilir. Ayrıca, Türkiye’nin desteğinin ekonomik yardımlara bağlandığı yönündeki ağır ithamlar karşısında satılık bir ülkelerinin olmadığı tepkisinin ancak tezkerenin reddedilmesi ile ortaya konulabilineceğine olan inançta etkili olmuştur. Son olarak da Almanya, Fransa, Belçika’nın savaşa karşı çıkması 
ve Çin ile Rusya’yı yanına alan Fransa’nın konuyu güvenlik konseyine taşıyacağı yönündeki kararlı açıklamalarından da milletvekillerinin cesaret kazanması 27 etkili olmuş denebilir. 

Bu dönemde özellikle, 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesinin ikili ilişkilerde dönüm noktası olduğu, bir çok kez dile getirilmiştir. 

Türk-ABD ilişkileri 1 Mart’ta TBMM’ye gelen ve reddedilen tezkere ile iyice soğumaya başlamıştır. Tezkere sonrası dönemi tanımlamak için;“hayır diyebilen Türkiye”,28 “Türkiye-ABD ilişkilerinde kriz dönemi”,29 “Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir rol ihtiyacı”,30 “Tam işbirliği döneminin bittiği”31 gibi, ikili ilişkilerde yeni bir dönemin başladığı sinyalleri ile dolu tanımlamalar kullanılmıştır.. 
Tezkerenin reddinden sonra, ABD, Türkiye’nin alışılagelindiği üzere “sadık bir müttefik” olmaktan çıkıp “aktif ve bağımsız” politikalar izlemesinden rahatsız olmuş ve Amerikan basını ve düşünce kuruluşlarının Türkiye aleyhtarı hareket etmesine 32 göz yummuştur. Tezkere’nin geçmemesinin oluşturacağı olumsuz etkilerden çekinen Türk hükümeti ve Başbakan Erdoğan, değişik platformlarda yaptıkları konuşmalarla gerilimi gidermeye çalışmışlardır.33 

Türkiye’de savaş öncesinde, çok sayıda stratejistin ‘Türkiye’nin yardımı olmadan işgalin gerçekleşemeyeceği’ şeklindeki öngörülerinin aksine, 1 Mart Tezkeresi reddedilmesine rağmen, ABD, Türkiye cephesini kullanmadan da Irak’a girebilmiş ve çok kısa sürede Bağdat’ı ele geçirmiştir. 

Bu gelişme Türkiye’nin stratejik önemini kaybettiği yorumlarına neden olmuştur. 

Eski Ankara büyük elçisi Mark Parris ve Türkiye uzmanı Ian Lesser de Irak’ın işgalinden sonra Türkiye’nin eski stratejik önemini kaybettiğini iddia etmişler dir.34 


C. Çuval Meselesi 

Çuval olayı veya çuval hadisesi, (The Hood Event) 4 Temmuz 2004 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde bir binbaşı komutasında karargah kurmuş bulunan 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun, Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval (kukuleta) geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleri olayını tanımlamak için kullanılan terimdir. AKP’nin ABD ile ilişkileri onarmaya çalıştığı sıralarda, ABD için bayram olan 4 Temmuz 2004’te Amerikan askerlerinin Süleymaniye ’deki Özel Kuvvetlerin binasını basması Türkiye’de doğal olarak bir şok etkisi yaratmıştır.. Resmi tatil olduğu için özellikle seçildiği anlaşılan bu gün nedeniyle Türkiye, Washington’da görüşecek bir muhatap bulamamıştır. Gözaltına alınan 11 Türk subayı, ABD tarafından, terörist ve direnişçilere uygulanan standartla başlarına çuval geçirilmiş şekilde Bağdat’a götürülerek gözaltında tutulmuştur.    35 

Türk tarafının tepkisi sert olmuştur. Süleymaniye olaylarının hemen ardından Başbakan Tayyip Erdoğan “tamamen çirkin bir olay, müttefikine böyle bir davranışta bulunması hiçbir siyasi üslûpla ifade edilemez” sözleriyle ağır eleştiriler getirirken, Türk basını ve Genel Kurmay Başkanı da aynı şekilde ağır bir kriz ortamı havasını yansıtmışlardır.36 

Ama ABD ile iplerin koparılmamasına da özen gösterildiği söylenebilir. Nitekim,Genelkurmay Başkanı olaydan üç gün sonra Türkiye’deki görev süresi sona eren ABD büyükelçisiyle görüşmekte bir sakınca görmemiştir. 37 Tampa’daki CENTCOM karargahında görevli Türk subayı geri çağrılmış ama sonra tekrar görevinin başına dönmüştür. 

Uzgel’e göre; 50 yıl boyunca NATO içinde müttefik olan, kuzey Irak’ta 1990’ların başından beri ortak hareket eden Türkiye’ye yönelik bu muamele Türkiye’nin onurunu kırmayı hedeflemiştir. ABD bir müttefikinin kendisini günlerce oyalayıp, gemilerini İskenderun limanında bekletmesine ve sonunda reddedmesine yönelik tepkisini bir şekilde göstermiştir. Tezkere’nin ardından iki gazeteciyle yaptığı görüşmede dönemin Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz kendisinden beklenen liderliği göstermediği için Silahlı Kuvvetleri suçlamıştır. Daha öncesinde Türkiye’nin kuzey Irak politikası 1996 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu tarafından Genelkurmay Başkanlığına devredilmiş, Genelkurmay da Özel Kuvvetleri görevlendirmişti.38 

Dolayısıyla, ABD 50 yıldır Türkiye’deki en önemli bağlantı noktası olan askerleri bir şekilde cezalandırmıştır. 

D. ABD Kuzey Irak ve PKK Kuzey Irak’taki, doksanlı yılların başındaki körfez savaşından bu yana oluşan boşluk, bu boşlukta konuşlanan PKK örgütü ve bu örgütün faaliyetleri, Türk –Amerikan ilişkilerinde hep sancılı bir konu olmuştur. 

Türkiye’nin daima mücadele içerisinde olduğu PKK sorunu, bir açıdan Irak’la bağlantılı olması nedeniyle ikili ilişkilerde önemli bir sorun olarak yerini korumuştur. Özellikle Kuzey Irak’ta konuşlanıp Türkiye’nin güvenliğini hedef alan saldırılar yapan bu terör örgütüne yönelik ABD tarafının gerekli tedbirleri almaktaki pasifliği, 39 siyasi ve askeri kanatta ikili ilişkilerin PKK sorunu halledilmeden iyi bir seviyeye yükselemeyeceği görüntüsünü hakim kılmıştır. 

ABD I.Körfez savaşını, Saddam Hüseyin’in Kuveyt müdahalesi sonrasında, BM desteğinde koalisyon güçlerini de yanına alarak gerçekleştirmişti. Ama bu müdahaleyi yarıda bırakmıştı. Orta Doğu politikasının ilk aşaması olarak kabul edebileceğimiz Birinci Irak Müdahalesinden sonra ABD kuzey Irak üzerinde temel belirleyici aktör haline gelmiştir. Kuzey Irak ve Kürt sorununa müdahil olmaya çalışan Almanya ve Fransa gibi Avrupalı aktörler büyük oranda devreden çıkmıştır.40 Barzani ve Talabani  ABD’nin bölgede dayandığı müttefikleri olurken kuzey Irak taki Kürt oluşumu giderek merkezden kopmuş ve fiili bir devlete dönüşmeye başlamıştır. Türkiye ise 1991-2003 arasında iktidara gelen bütün siyasal partilerin desteklediği Çekiç Güç aracılığıyla bölgenin askeri olarak korunmasını sağlarken, işgal sonrasında ticaret, yatırım, elektrik verme, 
petrolü işleme gibi yollarla 41 ekonomik olarak ayakta kalmasını sağlamıştır. 

Türkiye ikinci körfez harekatında PKK ve Kuzey Irak konusunu ABD ile pazarlık konusu etmiştir. Bunun üzerine, Özellikle Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonlarına dikkat çeken ABD’li yetkililer, Türkiye’nin ancak kendi sınırları içinde PKK militanlarına karşı bir operasyon yürütebileceği, Irak sınırında bir operasyon yapamayacağı”42 şeklinde açıklamalar yapmışlardır. 

Bu açıklamalar Amerika’nın Kuzey Irak ve PKK konusunda Türkiye’nin taleplerine kayıtsız kalabileceği konusunda ipuçları vermiştir. Nitekim, Mart 2003’te Irak’ın işgalinden sonra, Irak’ın kuzeyinde oluşan otorite boşluğunu, ne Bağdat yönetimi, ne ABD ne de bölgedeki silahlı Peşmerge grupları yeterince doldurabilmişler dir. Bu boşluk PKK terör örgütünün güçlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. 43 ABD’nin PKK bağlamındaki uygulamaları tamamen yetersiz hale gelmiştir. PKK, Irak’taki varlığını ve faaliyetlerini oradaki Kürt gruplarının da yardımlarıyla güçlendirmiş ve çeşitlendirmiştir. 

2003 Irak’ın işgalinden itibaren Türkiye tekrar ABD yönetimine, Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK terör örgütünün varlık ve faaliyetlerine son vermesi için sorumlu işgal kuvveti olarak çağrıda bulunmuştur. Terörle mücadelenin genel gerekleri, NATO müttefikliğinin gereği, PKK’nın terör örgütleri listesinde bulunması, PKK saldırılarının Türkiye’nin ulusal güvenliği için bir tehdit oluşturması, PKK’nın Irak’ın toprak bütünlüğü ve istikrarı açısından da bir tehlike olduğu gerekçelerini de ileri sürerek ABD’nin yardımını istemiştir.44 Türkiye Bütün ikili görüşmelerde PKK sorununu gündeme getirmiştir. Erdoğan’ın 2005’in Haziran ayında ABD Başkanı Bush ile yaptığı görüşmede de; artık Kuzey Irak’tan PKK militanlarının sızmasının önlenmesi isteğine karşılık, somut bir gelişme sinyali kamuoyuna yansımamıştır. ABD, Türkiye tarafını desteklediğini ifade etmekle beraber, bu yönde elle tutulur bir politikası söz konusu olmamıştır.45 Türkiye’nin PKK konusunda Amerika’dan o dönemdeki talepleri şu şekilde özetlenebilir: 
Irak’ta bulunduğu bilinen ve Interpol kırmızı bültenleriyle aranan teröristler Türkiye’ye teslim edilmelidir; PKK kampları kapatılmalıdır; PKK’ya Irak içinden ve dışından verilen her türlü destek kesilmelidir; Mahmur Kampı tasfiye edilmelidir; Bağdat Hükümeti ile Kuzey Irak’taki Kürt grupları PKK karşısında net bir tavır almalıdır. 46 

Sorun ABD dışişleri bakanı Rice’ın 26-27 Nisan 2006’da Ankara Ziyaretinde de ele alınmıştır. Son dönem Türkiye-ABD ilişkilerindeki kırılmalara yeni açılımlar getireceği beklenilen Rice’ın ziyaretinin büyük bölümünü, Irak ve PKK konusundaki görüşmeler teşkil etmiş ve ABD’nin Irak hükümetine atıfta bulunan ve sınır ötesi operasyona sıcak bakmayan tutumuna karşı Erdoğan; 

“Artık Ankara aksiyon istiyor.” sözleri ile konuşmanın artık pek bir anlam kalmadığını vurgulamıştır. Bu sert tepki üzerine Rice da PKK konusunda; “Bizim de artık sözden öteye geçmemiz gerektiğini biliyoruz…” 47 ifadelerini kullanarak ortamı yunuşatmak veya biraz daha zaman kazanmak amacını gütmüştür. Daha sonrasında da ABD söylem planında Türkiye’ye hak vermiş, PKK’ya karşı 
harekete geçeceğine dair çeşitli resmî açıklamalar yapmış ve vaatlerde bulunmuştur. Ancak bunların gereğini yapmamıştır. 

Üstelik ABD’nin önerisi üzerine kurulan, önce Türkiye-ABD-Irak arasındaki üçlü mekanizma ve daha sonra PKK’yla mücadele için atanan Özel Temsilciler (Başer-Rallston) mekanizması da bir sonuç vermemiştir.48 

ABD’nin K. Irak’taki PKK varlığı konusundaki sorumluluğunun şu nedenlerden kaynaklandığı söylenebilir; Türkiye’nin Nato müttefiki olması, ABD’nin global olarak teröre savaş açtığını iddia etmesi ve bu konuda Türkiye’nin başta Afganistan’da olmak üzere önemli ölçüde desteğini almış olması, K. Irak’ta işgalci güç olarak sorumluluk sahibi olması, Kuzey Iraklı Kürtler üzerinde etki sahibi olması, Türkiye’ye bu konuda somut adım atılacağını vaad etmiş olması, Türkiye’yi K. Irak’ta PKK’ya karşı askeri müdahaleden vazgeçirmeye yönelik ifadelerde bulunması, Öcalan’ın idam edilmemesi, eve dönüş yasası gibi adımlarda Washington’un telkinlerinin de rol oynamış olması.49 ABD, PKK konusunda hem yapabileceğinden hem de işgalci olarak sorumluluğu gereği yapması gerekenden çok daha geride bir görüntü vermiştir. Türkiye’nin tüm bu girişimlerine ve kararlaştırılan uluslararası terörizmde işbirliğine rağmen ABD, Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı hiçbir önlem almamıştır. PKK’ya karşı cılız, seyrek, muğlak ve örgütün çok ciddiye almadığı tehditlerle yetinmiştir. Teröristlerin, Kuzey Irak şehirlerinde bulunanlarını yakalayarak Türkiye’ye teslim etmemiştir. Türkiye’ye, Irak’ta PKK’ya karşı zamanı ve coğrafi sınırları çizilmiş bir operasyon yapma izni vermemiş, ciddi anlamda istihbarat paylaşmamış, örgütün lojistik, finansman, propaganda, eleman kazanma gibi faaliyetlerini engellemeye çalışmamıştır. 50 Kısaca ABD, Türkiye’nin dostluk ve güvenini istismar etmeyi en kolay seçenek olarak görmüştür. 

Bütün bu gelişmeler Amerika’nın PKK’ yı kullandığı izleniminin doğmasına neden olmuştur. ABD yetkililerinin PKK’yla Irak’ta temas halinde oldukları, hatta PKK’ya silah ve teçhizat verdiği şeklinde Türkiye’de yaygın bir kanaat oluşmuştur.. ABD’nin Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen Orta Doğu Projesi çerçevesinde Irak’ı parçalamak ve bağımsız bir Kürt devleti kurmak istediği ileri sürülmüştür. 51 ABD’nin PKK konusunda kabul edilemeyecek kadar gevşek tutumu 52 bu teorilerinin önemli derecede inandırıcı olmasını sağlamıştır. 

ABD’nin Türk tarafına bu bağlamda yaptığı açıklamalar ve gerekçeler de yeterli ve inandırıcı olmamıştır. ABD’li yetkililer yaptıkları savunmalarda; Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı bir operasyon yapacak askerî güce sahip olmadıkları, Kuzey Irak’taki istikrar ve güvenlik ortamının bozulmasını istemedikleri, PKK terörü meselesinin askerî olmayan yöntemlerle de çözümlenebileceği 53 gibi savlar ileri sürmüşlerdir. Bunların dışında ABD’nin PKK’ya kayıtsız kalmasının nedenleri de çok tartışılmıştır. Bir çok iddia ortaya atılmıştır. Bunlar şu şekilde özetlenebilir; 

a) ABD’nin aslında Irak’ta yeterince askeri yoktur. 
b) 1 Mart Tezkeresinin geçmemesi nedeniyle nedeniyle Türkiye’yi Cezalandırmak istemiştir. 
c) Kuzey Iraklı Kürt gruplarla arasını bozmaktan kaçınmaktadır. ABD, Kürtleri hep kendisine bağımlı olmaya mahkûm etmekte ve gerektiğinde bölgede kendisine karşı olan ülkeleri baskı altında tutmasına yardım edebilecek, İsrail üzerindeki baskıyı azaltabilecek bir araç olarak görmektedir. PKK’yı bölgede önemli bir araç olarak görmektedir. 54 PKK’yı Türkiye İran ve Suriye’ye karşı 
bir koz olarak kullanmak istemektedir. Ayrıca İran uzantısı olan PEJAK adlı terör örgütünü de Tahran’a karşı55 fiili olarak kullanmak istemektedir. 
d) PKK’ya karşı hareketi Türkiye’den gerçekten önemli bir şey (örneğin; İran?) isteyeceği zamana kadar bekletmeyi tercih etmektedir. 56 
e) ABD, Türkiye ve hatta Orta Doğu’daki Kürt sorununun kendi istediği şekilde evrilmesi için PKK’nın varlığını ve gücünü koruması gerektiğini düşünmektedir. ABD, bu kadar rahat hareket ederken, Türkiye’nin Irak’a müdahale etmeyi de göze alamayacağını hesaplamış 57 olabilir. Tüm bu teoriler Türk kamuoyunda yoğun olarak tartışılan konular olmuştur. 

ABD’nin PKK Politikasındaki Değişimin Başlaması 21 Ekim 2007 de Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nin Irak sınırındaki köyü yakınlarında gece, Kuzey Irak’tan gelen kalabalık PKK’lı gurubun, Komando Taburu’na saldırması sonucu 12 askerin şehit olduğu 16 askerin yaralandığı Dağlıca Baskını58 Türk kamuoyunu adeta ayaklandırmıştır. Bu saldırı, Türkiye’de zaten yüksek olan Amerikan karşıtlığını daha da artırmıştır. Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Dışişleri Bakanları Toplantısı öncesinde Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a Dışişleri Bakanı Babacan, ‘’Sözün bittiği yerdeyiz. Artık aksiyon zamanıdır ’’.59  diyerek artık Türkiye’nin ABD’den herhangi bir mazeret duymak istemediğini açıkça ifade etmiştir. Terör eylemlerinin tırmanması ve kamuoyu tepkisinin artması ile hükümet, TSK’nın sınır ötesi operasyon yapabilmesi hususunda TBMM’den yetki almak için girişimlere başlamıştır. Irak’taki teröristleri bertaraf etmek amacıyla, Hükümete sınır ötesi operasyon için 1 yıl süreyle yetki verilmesini öngören tezkere, 526 milletvekilinin katıldığı oylamada 
19 red oyuna karşılık, 507 oyla kabul edilmiştir.60 

Başbakan Tayyip Erdoğan ile Başkan George Bush arasındaki 5 Kasım 2007 Beyaz Saray görüşmesi bu koşullarda gerçekleşmiştir. 

5 Kasım görüşmesinde Başkan Bush’un PKK’yı, Türkiye’nin, ABD’nin ve Irak’ın düşmanı ilan etmesi, ABD’nin tercihini Türkiye ve Irak’ın bütünlüğünden yana koyduğunun ve PKK nedeniyle Türkiye ile ilişkilerinin daha da sıkıntıya düşeceğini artık anladığının bir işareti olarak algılanmıştır.61 

5 Kasım 2007 tarihinde yapılan görüşmeden sonra sınır ötesi operasyon yetkisi hükümet tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine verilmiştir. 

TSK tarafından da sınır ötesi operasyon yetkisi, 16 Aralık 2007 tarihinden itibaren hava operasyonları ile kullanılmaya başlanmıştır. 

Operasyonlar, ABD ile sağlanan mutabakat çerçevesinde Türkiye, ABD ve Irak Genelkurmay ikinci Başkanlarının oluşturduğu üçlü mekanizmanın koordinatör lüğünde ve ABD ile yapılan istihbarat paylaşımının da desteği ile gerçekleştirilmiş tir. 

Bu ortamda yürütülmekte olan sınır ötesi operasyonların bir noktada, ABD’nin verdiği istihbarata bağlı olarak ve istihbaratın verildiği yere yapılabileceği seklinde bir algılama içine girilmiştir. Ancak daha sonra Türkiye’nin, ABD’ye bağımlı olmadan; ancak ABD’yi bilgilendirerek kendi inisiyatifi ile de hareket ettiği görülmüştür.62 

ABD’nin, PKK ile mücadele konusunda Türkiye’ye karşı takındığı tavır ve duruşta neden değişikliğe gittiği tartışılmıştır. 

Bunun birinci nedeni olarak, Türkiye’deki kamuoyu tepkisinin çok yükselmesi, hükümetin tedbir alma ve sonucunda da sınır ötesi operasyon yapma mecburiyetinde olduğunu ABD’ye net ve kararlı bir şekilde anlatması olduğu söylenebilir. ABD’nin de Türkiye’nin kendi inisiyatifi ile vereceği kararla operasyon yapmasının, kendisini de zor durumda bırakacağını düşünmesi63 ihtimal dahilindedir. İkinci olarak, Türkiye’ye karşı tavır almaya devam etmenin, artık ABD menfaatleri açısından katlanamayacağı ölçüde sonuçları olabileceğini görmüş olması olduğu söylenebilir. 

Ayrıca, ABD, Irak’ta arzu ettiği sonuca ulaşmakta sorunlarla karşılaşmaya devam etmekte, Irak’ta güç bulundurmakla Suriye ve özellikle İran üzerinde kurmayı düşündüğü baskıyı arzu ettiği şekilde gerçekleştirememiş ve bu konuda gittikçe 
sıkıntıya düşmüştür. Kendi iç kamuoyundaki olumsuzlukları da artmıştır. Dolayısı ile yeni muhafazakarların stratejilerinde kırılmalar meydana gelmeye başlamıştır. 

ABD’nin bu strateji değişikliği karşısında Türkiye’den bazı tavizler istediği de kulislerde tartışılmıştır. Bunlardan ilki, kendisi için stratejik öneme sahip olan kuzeydeki Kürt yönetimin, Türkiye tarafından kabullenilmesidir. Türkiye’nin Kuzey Irak Yönetimi ile iletişim içine girmesini ve bu yönetimi kabullenmesini istediğidir. İkinci olarak, bu mücadelenin ardından Türkiye’nin PKK ile siyasi alanda bir çözüme gitmesi gerektiği konusunda telkinlerde bulunduğu iddia edilmiştir. 

  Bu iddiada, her ne kadar Beyaz Saray Sözcüsü Dana Perino64 tarafından düzeltme yoluna gidilmişse de, Irak’taki Çok Uluslu Kuvvetler Komutan Yardımcısı ve Merkezi Kuvvetler Komutanının, PKK ile diyalog ve uzlaşma gerektiği yönündeki açıklamaları etkili olmuştur. Ayrıca, ABD’nin tutum değişikliği karşılığında; Türkiye’den NATO çerçevesinde Afganistan’a daha 
fazla asker göndermesi ve/veya Afganistan’daki birliğinin görev sahasını güneye ve güneydoğuya doğru genişleterek operasyonel olarak kullanılmasını istediği, ABD’nin oluşturmak istediği Füze Savunma Sistemi’nde Türkiye’de tesis kurulması talebini dile getirdiği ve ABD-İran gerginliğinde Türkiye’den daha fazla destek istediği65 iddialar arasında yer almıştır. 

PKK’ya karşı Ankara-Washington arasındaki istihbarat işbirliğinin ve PKK’nın tasfiyesine yönelik koordineli adımların somut olumlu sonuçlarının görülmeye başlaması ile, Türk ABD ilişkilerinin 2008 basından itibaren bir yumuşama dönemine girdiği söylenebilir. 66

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Ramazan Gözen, “Uluslararası İlişkiler Sonrası Çoğulculuk, Küreselleşme Ve 11 Eylül, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004, s.2., 
Kemal Girgin ve Işık Biren, 21.Yüzyıl Perspektifinde Dünya Siyaseti, Okumuş Adam Yayınları, İstanbul, 2002, s.113. 
2 Şanlı Bahadır Koç, “11 Eylül Sonras Türk Dış Politikas 11 Eylül’den Sonra Türk-Amerikan İlişkileri: Eski Dostlar Mı Eskimeyen Dostlar Mı? 
Avrasya Dosyası, ilkbahar 2004, Cilt: 10, Say: 1, s.10 
3 Ahmet Davutoğlu, Küresel Bunalım: 11 Eylül Konuşmaları, Küre Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2005, s.142. 
4 Z.Tuba Kor, “Türk-Amerikan İlişkileri”, Fatma Sel Turhan (haz.) Küresel Güçler, Küre Yayınları, 2005, s.73. 
5 İdris Bal, 21.yy.’da Türk Dış Politikası, 2. Basım, Alfa yayınevi, İstanbul, 2004, s.154. 
6 Şanlı Bahadır Koç “11 Eylül’den Sonra…, s.11 
7 Gülten Kazgan, Natalya Ulçenka, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya: Politik, Ekonomik ve Kültürel İlişkiler, İstanbul Bilgi Üniversitesi 
   Yayınları, İstanbul, 2003, s.173. 
8 Koç, “11 Eylül Sonrası…..,” s.13 
9 Koç, “11 Eylül Sonrası…..,” s.14 
10 Cemalettin Taşkıran ve Haydar Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD Politikaları ve PKK Faktörü”, Avrasya Dosyası: 
    ASAM Yayınları, Ankara, Yaz 2005, s.73. 
11 Mustafa Özel, “AK Parti ve Türk Siyasetinin Paradoksları”, Anlayış, Sayı:31, Aralık 2005, ss.22-25. 
12 Sedat Laçiner, Irak Küresel…., 2004.ss.155-156. 
13 Sedat Laçiner, “IrakKrizi: Ortadoğu’nunYenidenYapılandırılmasınınİlk Aşaması Mı?”, Stratejik Analiz, Cilt:3, Sayı:35, Mart 2003, ss.31–33 
14 Nazim Cafersoy, “Rusya Irak Krizinde Çıkarlarını Maksimize Etme Çabasında”, Stratejik Analiz, Cilt:3, Sayı:35, Mart 2003, ss.6-7. 
15 The National Security Strategy Of The UnitedStates Of America, September 2002. 
    http:/www.whitehouse.gov/nsc/nss.pdf,erişim;23.10.200, Ayrıca güvenlik stratejisi ilgili olarak bknz.The National Military Strategy 
    Of The United States Of America, 2004. 
    http://www.av.af.mil/av/awcgate/nms/nms2004.pdf, The National Defence Strategy Of The United States Of America, March 2005
    http://www.globalsecurity.org/military/library/policy/dod/nds-usa_mar2005.htm 
16 Thomas Seibert, “Ankara, Ülkede Daha Büyük Bir Amerikan Gücü İstemiyor” Nürnberger Nachrıchten Gazetesi, 21/01/2003, 
     Dış Basında Türkiye, BYEGM. 
17 Mehmet Zahir Sarıtaş, Yeni Dünyada Siyaset: Küreselleşmenin Siyasal Boyutu, Bilgi Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2005, s.170 
18 M. İbrahim Turhan, “Amerikan İmparatorluğunun İkinci İstasyonu Irak”, Anlayış, Sayı:1, Haziran 2003, s.42. 
19 Turhan, “Amerikan….., s.43. 
20 Gamze Güngörmüş Kona, ABD’nin Irak Operasyonu’nun Türk Basınında İki Yazar Tarafından Algılanış Biçimi, Okumuş Adam 
    yayınları, İstanbul ekim 2005, s.289. 
21 Çetin Güney, “AKP Dış Politika Anlayışı Bağlamında Türkiye ABD ilişkileri”, Avrasya Dosyası, Asam Yayınları, Ankara, s.48. 
22 Leyla Boulton, “ABD, Ekonomiyi Canlandırmak İçin 8.5 Milyar Dolar Kredi Teklif Etti”, Fınancıal Tımes, 27.02.2003, Dış Basında Türkiye, BYEGM. 
23 Ilhan Uzgel, Dış Politikada AKP: Stratejik Konumdan Stratejik Modele, Mülkiye Cilt: 30, Sayı:252, s.77 
24 Uzgel, “Dış Politikada….”, s.77 
25 1 Mart Tezkeresi Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin Bknz: Douglas Feith, War and Decision: Inside the Pentagon 
     at the Dawn of the War on Terrorism, USA: Harper Collins Publishers, 2008 S.285, 339 
26 1 Mart Tezkeresi Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin Bknz: Douglas Feith, War and Decision: Inside the Pentagon 
     at the Dawn of the War on Terrorism, USA: Harper Collins Publishers, 2008 S.285, 339 
27 İnat, Duran, “AKP Dış Politikası….” s.27. 
28 Şanlı Bahadır Koç, “Türkiye, ABD ve Irak Harekatı:Hayır Diyebilen Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt:3, Sayı:34, Şubat 2003, Ankara,ss.44 
29 E.Fuat Keyman, Değişen Dünya Dönüşen Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005.s.69. 
30 Laçiner, Irak Küresel Meydan…., s.69. 
31 Murat Yetkin “ABD Irak Savaşına Nevruz’da Başlamayı Planlamıştı”, Radikal Gazetesi, 21.03.2003. 
32 Z.Tuba Kor, “ABD Türkiye’den Niçin Rahatsız?” Anlayış, Sayı:25, Mayıs 2005,ss.30-31. 
33 Recep Tayyip Erdoğan, “My Country is Your Faithful Ally and Friend,” The Wall Street Journal, march 31, 2003. 
34 Ian Lesser, “Turkey, the United States and the Delusion of Geopolitics,” Survival, Bahar 2006, Aktaran; Uzgel, “Dış Politikada….,” s.78 
35 Uzgel, “Dış Politikada…...”, s.80 
36 Güney, “AK Parti’nin.......”, s.50. 
37 Murat Yetkin, Tezkere, Istanbul, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004, s. 193 
38 Fikret Bila, “ÖzelSiyaset Belgesi ve Rumsfeld,” Milliyet, 20 Temmuz 2003. 
39 İnat ve Duran, “AKP Dış Politikası…..”, s.28. 
40 Uzgel, “Dış Politikada…..”, s.77. 
41 Uzgel, “Dış Politikada……”, s.77. 
42 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD…..”, s.73. 
43 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD…..”, s.79 
44 O. Faruk Loğoğlu, “ABD ve PKK Terör Örgütü”, Stratejik Analiz, Aralık 2007, s:32 
45 Güney, “AK Parti’nin…..”, s.54. 
46 Loğoğlu, “ABD ve PKK…..”, s:32 
47 Yeni Şafak “Saldırırsanız İki Katı Yanıt Veririz”, 27.04.2006. 
48 Loğoğlu, “ABD ve PKK…..”, s:31 
49 Şanlı Bahadır Koç, “ABD ve PKK İlişkisi Üzerine Notlar” 23.11.2007, 
    http://turcopundit.blogspot.com/2007/11/abd-ve-pkk-ilikisi-zerinenotlar_23.html,erişim:03.01.2008 
50 Koç, “ABD ve PKK … . .”, s.4 
51 Loğoğlu, “ABD ve PKK….”, s.31 
52 Şanlı Bahadır Koç, Türk-Amerikan İlişkileri : İkinci Bahar Mı? Sonun Başlangıcı Mı? Stratejik Analiz, Haziran 2006, s.19-20-21 
53 Loğoğlu, “ABD ve PKK…....”, s.33 
54 Koç, Türk-Amerikan İlişkileri…...”, s.19 
55 Loğoğlu, “ABD ve PKK…...”, s.33 
56 Koç, Türk-Amerikan İlişkileri…...”, s.19 
57 Loğoğlu, “ABD ve PKK…...”, s.34 
58 Radikal Gazetesi “12 Askeri Şehit Eden PKK’lıların 32’si Öldürüldü, Irak’ta Sıcak Takip”, 22 Ekim 2007,
    http://Www.Radikal.Com.Tr/Haber.Php?Haberno=236460, erişim:21.03.2008 
59 Sabah Gazetesi, “Babacan: Artık Sözün Bittiği Yerdeyiz”, 2 Kasım 2007, Cuma 
60 CNN, Tezkereye Meclis Onayı,, 17 Ekim 2007
     http://www.cnnturk.com/turkıye/haber_detay.asp?pıd=318&haberıd=398189,erişim;02.17.2008 
61 Loğoğlu, “ABD ve PKK…...”, s.34 
62 Armagan Kuloglu, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ninn İcra Ettigi Sınır Ötesi Operasyonlar Ve Sonrasındaki Gelişmeler”, 18 Mart 2008, Global 
    Strateji Enstitüsü,Ankara, s.2 
    http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1401,erişim;25.03.2008 
63 Kuloglu, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin……”, s.3 
64 Milliyet, “Dana Perino; PKK İle Pazarlık Beklentimiz Yok”,07 Mart 2008. 
     http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=502709 
65 Kuloglu, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin…..”, s.4 
66 Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), 2008 – Bakış, Ocak 2008, Ankara S.18 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

10 Ocak 2016 Pazar

KAFESTEKİ CUMHURİYET VE KEMALİZM



KAFESTEKİ CUMHURİYET VE KEMALİZM


EROL MANİSALI
Haziran 2004
MÜDAFAA - I HUKUK


Atatürkçü düşüncenin (veya Kemalizm) içini doldurmaz boş bırakırsak, işte o zaman Kemalizm ve Cumhuriyete ihanet etmiş oluruz.

Biz laikiz, biz Cumhuriyetçiyiz, biz halkçıyız, biz ulusalcıyız demek yetmez. 21. yüz yılın başındaki Türkiye için bu ifadelerin içini işlemek, somuta indirgemek, boş çuval gibi bırakmamak gerekir.

Boş çuval gibi bıraktığımız zaman birileri alır o boş çuvalı bizim kafamıza Süleymaniye’de olduğu gibi geçiriverir.

Bugün Kemalizmin anlamı, bir taraftan Türkiye’nin Batı? kapitalizminin postmodern sömürgesi haline getirilmesini önlemek için çaba göstermek, öte yandan, 
" İçimizdeki İşbirlikçileri " Tasfiye edecek politikalar üretmek ve uygulamaya sokmaktır.

Bu iki " Temel hedef " ortaya konmadan ve anlaşılmadan Laikiz, Çağdaşız, Cumhuriyetçiyiz, Halkçıyız, Atatürkçüyüz söylevleri, " Gardrop Atatürkçülüğü " olmaktan öteye gitmez. Kemalizmi " Esas mesele " ile birlikte, " Esas sorun " ile birlikte algılamak ve çağdaşlık, laiklik, özgürlük gibi hedefleri " Esas mesele " ile birlikte çözmek gerekir. 

Çünkü, " Esas mesele" halledilemez ise ne laiklik, ne özgürlük, ne de demokrasi hedefine ulaşılır. .

Batı kapitalizminin Türkiye üzerindeki sömürgeci dayatmaları engellenmeden ve uzantıları tasfiye edilmeden hiçbir şey yapılamaz. .
Bu iki sorun ilerlerken, biz laikiz, biz halkçıyız, biz Cumhuriyetçiyiz, biz özgürlüklerden yanayız demenin anlamı yoktur. Sadece bu ifadelerde kalmak, bir kafesin içindeki kuşun " Uçma özgürlüğü " ile eşanlama gelir. Kuşu kafese koyduktan sonra, " Sen kafesin içinde istediğin kadar uçabilirsin, Uçmakta özgürsün " diye alay ederler.


’' Esas Meseleyi ’' anlamak...


Bugün Batıdaki odaklar, kısaca Batı kapitalizmi soğuk savaş sonrasında Türkiye’yi parçalayıp denetimi altına almak istiyor. Yavaş yavaş, sindirte sindirte. 

"Kuşun etrafına kafes örülürken", tabii, uçmakta.özgürsün istediğin kadar uç deniyor Türkiye’ye.

Avrupa Birliği, yarın da içine alamayacağı Türkiye’yi " Himayesi altına " alıp sömürgeleştiriyor. Onun için önce Kıbrıs’ ver, Ege’yi ver, Patrikhane’yi
devletleştir, Ermenilere soykırım yaptım de, KADEK’le masaya otur diyor. Ve alay edercesine, " Önce Kıbrıs ’' , Ege’yi ver ki masaya oturalım" diyebiliyor. Bu gayri ciddi  tutumu, içimizde kimileri bile bile ciddiye alıyorlar.

Ve işin daha da vahim yanı, AB’nin ve ABD’nin içimizdeki uzantııları olan bazı büyük sermaye çevreleri ve bazı siyasi parti liderleri Batı kapitalizminin bu emperyalist oyununu onlarla birlikte oynuyorlar. Bu oyunu ulusalcı ve anti - emperyalist siyasi partilerin, işçi sendikalarının, üniversitelerin, memurun, köylünün, esnafın, meslek örgütlerinin ve tabii Ordunun engellemesi gerekir.

Yani 70 milyon insanın ortak ses vermesi gerekir.

Çünkü bu hareket, Batı kapitalizminin Türkiye’yi yeniden sömürgeleştirmek için giriştiği bir harekettir. Bu harekete karşı çıkmadan ben laikim, ben Cumhuriyetçi yim, ben Atatürkçüyüm demek, " Kafesin içinde uçma talimi yapmaktan başka bir şey değildir ".

" Kimileri " bunu özellikle yapıyorlar. 70 milyon insanı kafesin içine sokulurken, kendilerinin kafesin içine sokulurken, kendilerinin kafesin dışında kalacaklarını? 
düşünüyorlar:

 " Efendilerinin icazeti ile" tabii...

- 1995’te bazı büyük sermaye çevreleri ve bazı " Liberal " Politikacılar, Batı kapitalizmi adıına Gümrük Birliği ile, " Türkiye’yi kafesleme " operasyonu’nun ilk adımını attılar.  Bu soğuk savaş sonras?nda Türkiye üzerindeki Batı, operasyonu nun ilk önemli kurumsal hamlesi idi.

- 2000’ li yıllarıda kimi büyük sermaye çevrelerine köktenci siyasiler de " Aynı Misyon " doğrultusunda katıldılar. Irak’a asker gönderilmesi 1995’ ten sonraki ikinci önemli gelişmedir. Başlattıkları işi tamamlamak, istiyorlar.

Türkiye Irak’a Asker göndermiyor; Irak’ işgal eden ABD’nin emrine kuvvet tahsis etmiş oluyor. Eğer asker gönderilirse " Askerlerimiz, işgalci ülke ABD komutasında, Irak ( ve Arap ) halk ile çatışmaya itilecektir ". Türkiye Batı’nın bizim için hazırladığı kafesin içine tamamen sokulmuş olacaktır.

Türkiye’nin Batı kapitalizmine tek yanlı bağlanmasına karşı çıkmadan ve içimizdeki işbirlikçileri tasfiye etmenin önceliğini anlamadan, " Ben laiklikten yanayım, ben demokrasiden yanayım, ben Cumhuriyetten ve çağdaş uygarlıktan yanayım " Söylevlerinin hiçbir anlamı? yoktur.
Kendi kendini aldatmaktan ve işbirlikçilerin ekmeğine yağ sürmekten başka...


http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/haziran04_04.pdf



..