SADİ SOMUNCUOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SADİ SOMUNCUOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2017 Çarşamba

Erbakan ve Öğrencileri


Erbakan ve Öğrencileri

 SADİ SOMUNCUOĞLU, 
05.03.2011  
 
Türk siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran liderlerden Necmettin Erbakan da ebedi âleme göç etti. Misyon adamı Necmettin Erbakan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı dileriz.

Hocayı Odalar Birliğinde ve  Türk siyasetinde renkli bir portre olarak gördük. 1969  seçimlerinde bağımsız Konya milletvekili seçildi. Ocak 1970’de, bazı asırlık tarikatlar üzerine MNP’yi kurdu. Parti bu özelliğiyle bir ilkti. Bilindiği gibi o tarihe kadar tarikatlar siyasetle ya hiç ilgilenmez, ya da ilgileneni olursa bu bilinmezdi. Gelenek böyleydi. Tarikatlar bütün Müslümanlara, hangi düşüncede,  hangi partide, hangi konumda olurlarsa olsunlar, dini ve dini terbiyeyi öğretmeyi görev bilirlerdi. Bu gönüllülüğe dayalı samimi ve halisane gayretler, son asırlarda giderek zayıflasa da, boşluğu bir ölçüde dolduruyor, faydalı oluyordu.
Türk Milletinin, Hoca Ahmet Yesevilerden, Yunuslardan, Mevlânalardan, Hacı Bektaşlardan, Şahı Nakşibendilerden, Hacı Bayramlardan ve nicelerinden gelen din anlayışı böyleydi. Aynen itikat imamımız Maturidî’nin söylediği gibi; “Din başka, siyaset başka, şeriat başka” denilirdi. Din vahye dayandığı  için değişmez. Allah’ın emirleri neyse odur. Dinde zorlama ve baskı yoktur. Ama değişken olan siyaset ve şeriat yoruma dayandığı için, Allah bu alanı insanın sorumluluğuna, onun akıl ve düşüncesine bırakmıştır.
İşte değiştirilen bu anlayıştır. Yani; din/tarikat-parti-siyaset aynı çerçeveye konmuş; siyaset dinin, din siyasetin içine tam olarak girmiştir. Böyle olunca da sevgi, saygı, barış, kurtuluş, hoşgörü, birlik ve güzel ahlâk dini; bu defa nereye gitmişse tam tersi olmuştur. Âdeta; baskı, zorlama, suçlama, aşağılama, tahammülsüzlük, dışlama, yabancılaşma, öfke, nefret, bölünme, ayrışma, düşmanlık, çatışma gibi haller ortaya çıkmıştır.
Kültürümüze ve din anlayışımıza uymayan bu değişikliğin kaynağı nedir? diye sorduğumuzda karşımıza şu tablo çıkıyor: Tarihte Müslüman ülkeler (Türkiye hariç) emperyalistlerin işgaline uğramış, buna karşılık köklü bir mücadele verilmiştir. Bu mücadelede yegane güç kaynağı olan İslam dini yorumlanarak, nefret etme ve düşmanla mücadele ideolojisi haline getirilmiş, yapılan mücadele sonunda bağımsızlık kazanılmıştır. İslam’ın siyasi ideoloji halinde yorumlanması ise kolay olmamış, pek çok ilim ve düşünce adamı  ciddi çalışmalar yapmış, büyük boyutlu kitaplar yazılmıştır.
Bu ülkeler bağımsızlıklarını bir şekilde kazandı, ama geride İslam’ı siyasi bir ideoloji halinde yorumlayan kültür kaldı. Toplum bu kültürü, bir manada İslam’ın gerçek hali olarak kabul etti. Bu da mazur görülebilir.
Kabaca ifade edilen bu anlayışı besleyen ve Türkçeye tercüme edilen bu çok sayıdaki eser kampanyalarla topluma sunulmuş ve büyük itibar görmüştür. Bunların çoğu da, iç ve dış bazı kaynaklarca finanse edildiğinden, parasız dağıtılmıştır. Her biri  10, 15 cilt hacminde olan bu eserleri yayımlayan firmalara bakıldığında, bir çoğunun mali gücünün olmadığı görülüyor. Yani ticari veya hayri bir teşebbüsten bahsetmek mümkün değil. Belli ki, sürekli ve sistematik propagandaya dayalı bir amaca hizmet ediliyor. Tabii konu sadece ücretsiz kitap dağıtmaktan ibaret değil. Bunu tamamlayan, çoğu masum pek çok dernek, vakıf, cemaat, fikir ve kültür adamının canhıraş faaliyetlerini de görmek gerekir.
Yanlış anlaşılmaması için kaydedelim. İslam dünyasında telif edilen bu eserlerin, Türkiye’de yayımlanması gayet tabiidir. Hatta gereklidir. Bilinmesinde yarar vardır. Ama yukarıda anlatılanlar bu değil. Türk Milletinin din anlayışını kendilerine göre biçimlendirmek üzere, çatışma ideolojisi haline getirilen  “İslam” yorumunun ithalini gerçekleştirmeyi amaçlayan niyetten bahsetmek istiyoruz.
Sonuç: Acaba bugün dini konuda ülkemizde yaşanan sıkıntıların temel sebeplerinden biri bu programlı “ithal İslam” anlayışı olamaz mı?
Yeniçağ, 05 Mart 2011

Amaçlar, Bilinenler ve Bilinmeyenler


Amaçlar, Bilinenler ve Bilinmeyenler


Gayrimeşru referandum “bombası” patladı, ortalık karıştı. Gayrimeşru, çünkü;  ne Irak anayasasında, ne de  IKBY anayasasında böyle bir yetki var. Referandum kararı ise, IKBY meclisinde değil, üç parti tarafından alınmış. Üstelik, Kerkük gibi tartışmalı bölgeleri de kapsıyor. Kısaca, tek dayanağı var; o da “orman kanunu.”  İsrail’in dışında destekleyen tek ülke yok. Bu da, bağımsızlığın gerçek sahibini ifşa etmeye yetiyor. Ortada, destekçisi gibi silahlı zorbalıkla bölgedeki parti ve dini grupları sindiren eşkıyaya yakışan bir hadsizlik, sorumsuzluk… Nelere mal olacağını ileride göreceğiz.
Ayrıntıya girmeden önce, buraya neden ve nasıl gelindiğinin fotoğrafına bakalım. Mesele, Millî Mücadele ile çöpe atılan 1920 Sevr Antlaşmasıyla ortaya çıkıyor. Birinci Körfez Savaşında (1991-92) Turgut Özal’ın desteğiyle Irak’ın kuzeyinde “güvenli bölge” oluşturulması için Silopi’de mevzilenen ABD  Çekiç Güç’ü ve 2003’de Irak’ın işgaliyle oluşan kırılmayla devam edildi. İşgalci ABD-İngiltere ikilisinin 2005’de, ilk iş olarak adı “Irak Arap Cumhuriyeti” olan milli-üniter devleti yıkıp, yerine bölünmeyi sağlayacak olan, Arap-Kürt (Türkmen yok) ortaklığına dayanan “Irak Federal Cumhuriyeti”nin kurulmasıyla hedefin ilk safhası tamamlanmış oldu. Bu “dönüşümü”  Türkiye, hemen tanıdı.
Atlantik ötesinden geldiler; dünyanın en eski medeniyet merkezlerinden Bağdat’ı mahvettiler, bir milyondan fazla insanı hunharca katledip, korkunç tecavüzlerle ağır insanlık suçu işlediler. Ne için? Hemen söyleyelim: 1) Köprübaşı olan ve yıpranan İsrail’in güvenliğinin sağlanması, 2) Enerji kaynakları ve yollarının denetim altına alınması, 3) Jeopolitik önemi yüksek olan bölgede nüfuz hakimiyeti sağlayarak, Orta Asya’dan Çin’in çevrelenmesi için.
Bu maksatla: 
1) İsrail’e en büyük tehdidi oluşturan Irak rejimi yok edildi; yerine “ikinci İsrail” adı verilen oluşumun ilk ayağı Barzanistan kuruldu; şimdi bağımsızlık peşinde koşuyor. Aynı oluşumun, ağır silahlarla donatılan PKK/PYD ayağının Suriye’de “devletleşmesi” ve İskenderun üzerinden Akdeniz’e bir koridorla ulaşması mücadelesi veriliyor. Net olmasa da; Suriye, İran, Irak, Rusya ve Türkiye aynı safta. 
2) İsrail için ikinci büyük tehdit kaynağı İran ve Lübnan’daki Hizbullah örgütü, tasfiye edilemedi. Aksine İran, yeni dönemde Irak’la işbirliğini güçlendirdi; Suriye’nin bütünlüğü mücadelesinde etkili konumda.  Ancak, referandum emrivakisi karşısında Bağdat, Tahran ve Ankara arasında ortak hareketin adımları atılıyor; ama Suriye’deki mücadelenin ağırlığının da  Irak’a kayacağı görülüyor. Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu açıklayan Rusya’nın da bu işbirliğinde yerini alması ihtimali vardır.
Bu bilançoya göre, 2003 işgalinin üç hedefinden biri, İsrail’in rahatlatılması gerçekleşmiştir.
2’inci İsrail’i kimler kuruyor?
ABD, İngiltere, Almanya ve İsrail malum; ama yine de soralım: 
1) PKK bölücü terör örgütünün Kandil, Haftanin, Metine, Zap, Gare, Avaşin, Hakurk ve Basyan üsleri Kuzey Irak’ta değil mi? Bu üslerden gelen teröristler sınırdan  geçip binlerce vatandaşımızı, asker, polis ve köy korucumuzu katletmiyor mu? Türkiye, “bu üsleri kapat” dediğinde Barzani, hayasızca, “gücüm yetmiyor?” demiyor mu? Bunun üzerine “o halde izin ver biz gelip kapatalım” deyince “egemenliğime aykırı, olmaz” cevabını vermiyor mu? 
2) PKK,  Barzani’nin izni ile Erbil’de parti kurmadı mı; seçimler katılmıyor mu?  
3) Peşmergelerin eğitimini, 3 gün önceye kadar Türk Silahlı kuvvetleri yapmadı mı? 
4) Peşmegelerin maaşını Türkiye vermiyor mu? 
5) Barzaniye Temmuz 2017’de 200 milyon dolar yardım yapılmadı mı? 
6) Cumhurbaşkanı 23 Eylül 2017’de; “Memurlarına maaş ödeyemez hale geldiklerinde onlara biz yardımcı olduk. Başbakanlığım dönemiydi, 2 milyar dolar kredi verdik…Ne ABD ne Rusya bizim gibi yardım etmedi.” demedi mi? 
7) İran’dan aldığımız elektriği yarı fiyatına, yıllarca Barzani’ye vermedik mi? 
8) Peşmergelerin himayesinde, yıllardır PKK teröristleri Kerkük’te Türk katliamı yapmıyor mu? 
9) Madem kendi nüfusları çoktu da,   peşmergeler niçin Kerkük’ün nüfus ve tapu  daireleri ile mezarlıkları talan ettiler? Bu zorbalığa karşı  “kayıtların asılları bizde”  diyerek övündük de; Kerkük’te nüfus tartışmaları ayyuka çıktığında neden bu kayıtları ortaya koymadık? 
10) Peşmergeler 450-500 bin kişiyi Kerkük’e taşıyarak demografik yapıyı bozarken, “bu haksızlıktır” diyerek neden karşı çıkıp engellemedik? 
11) İlkokul alfabe kitaplarında çocuklara nefret duygusunu aşılayacak şekilde, vatanımız “büyük Kürdistan” olarak Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin bazı bölgelerini, (Diyarbakir” ve “Urfa“gibi)  göstermiyor mu? 
12) Barzani’yi, bağımsız devlet başkanı gibi karşılayan, bayrağını gönderlere çeken kimdi?
Uzatmayalım, Allah rızası için bir yetkili çıksın da 2’inci İsral’i kimler kuruyor; vatanımız nasıl kuşatılıyor açıklasın. Eski Başbakan Yrd. Abdüllatif Şener şöyle diyor: “Bugün Erdoğan, Suriye konusunda Mossad ve İsrail ile aynı safta mücadele ediyor. İlk günden itibaren eli silahlı çeteler, hükümetin desteğiyle silahlanıyor. İsrail ve batılı merkezlerin ileri karakolu sayın Erdoğan bir, Katar iki, El Cezire televizyonu üç.  Bu senaryonun anlaşılmaz yönü yok.”
Bu iddialar mutlaka cevaplandırılmalı ki, Türk Milleti gerçekleri anlasın!