Erbakan ve Öğrencileri
SADİ SOMUNCUOĞLU,
05.03.2011
Türk siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran liderlerden Necmettin Erbakan da ebedi âleme göç etti. Misyon adamı Necmettin Erbakan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı dileriz.
Hocayı Odalar Birliğinde ve Türk siyasetinde renkli bir portre olarak gördük. 1969 seçimlerinde bağımsız Konya milletvekili seçildi. Ocak 1970’de, bazı asırlık tarikatlar üzerine MNP’yi kurdu. Parti bu özelliğiyle bir ilkti. Bilindiği gibi o tarihe kadar tarikatlar siyasetle ya hiç ilgilenmez, ya da ilgileneni olursa bu bilinmezdi. Gelenek böyleydi. Tarikatlar bütün Müslümanlara, hangi düşüncede, hangi partide, hangi konumda olurlarsa olsunlar, dini ve dini terbiyeyi öğretmeyi görev bilirlerdi. Bu gönüllülüğe dayalı samimi ve halisane gayretler, son asırlarda giderek zayıflasa da, boşluğu bir ölçüde dolduruyor, faydalı oluyordu.
Türk Milletinin, Hoca Ahmet Yesevilerden, Yunuslardan, Mevlânalardan, Hacı Bektaşlardan, Şahı Nakşibendilerden, Hacı Bayramlardan ve nicelerinden gelen din anlayışı böyleydi. Aynen itikat imamımız Maturidî’nin söylediği gibi; “Din başka, siyaset başka, şeriat başka” denilirdi. Din vahye dayandığı için değişmez. Allah’ın emirleri neyse odur. Dinde zorlama ve baskı yoktur. Ama değişken olan siyaset ve şeriat yoruma dayandığı için, Allah bu alanı insanın sorumluluğuna, onun akıl ve düşüncesine bırakmıştır.
İşte değiştirilen bu anlayıştır. Yani; din/tarikat-parti-siyaset aynı çerçeveye konmuş; siyaset dinin, din siyasetin içine tam olarak girmiştir. Böyle olunca da sevgi, saygı, barış, kurtuluş, hoşgörü, birlik ve güzel ahlâk dini; bu defa nereye gitmişse tam tersi olmuştur. Âdeta; baskı, zorlama, suçlama, aşağılama, tahammülsüzlük, dışlama, yabancılaşma, öfke, nefret, bölünme, ayrışma, düşmanlık, çatışma gibi haller ortaya çıkmıştır.
Kültürümüze ve din anlayışımıza uymayan bu değişikliğin kaynağı nedir? diye sorduğumuzda karşımıza şu tablo çıkıyor: Tarihte Müslüman ülkeler (Türkiye hariç) emperyalistlerin işgaline uğramış, buna karşılık köklü bir mücadele verilmiştir. Bu mücadelede yegane güç kaynağı olan İslam dini yorumlanarak, nefret etme ve düşmanla mücadele ideolojisi haline getirilmiş, yapılan mücadele sonunda bağımsızlık kazanılmıştır. İslam’ın siyasi ideoloji halinde yorumlanması ise kolay olmamış, pek çok ilim ve düşünce adamı ciddi çalışmalar yapmış, büyük boyutlu kitaplar yazılmıştır.
Bu ülkeler bağımsızlıklarını bir şekilde kazandı, ama geride İslam’ı siyasi bir ideoloji halinde yorumlayan kültür kaldı. Toplum bu kültürü, bir manada İslam’ın gerçek hali olarak kabul etti. Bu da mazur görülebilir.
Kabaca ifade edilen bu anlayışı besleyen ve Türkçeye tercüme edilen bu çok sayıdaki eser kampanyalarla topluma sunulmuş ve büyük itibar görmüştür. Bunların çoğu da, iç ve dış bazı kaynaklarca finanse edildiğinden, parasız dağıtılmıştır. Her biri 10, 15 cilt hacminde olan bu eserleri yayımlayan firmalara bakıldığında, bir çoğunun mali gücünün olmadığı görülüyor. Yani ticari veya hayri bir teşebbüsten bahsetmek mümkün değil. Belli ki, sürekli ve sistematik propagandaya dayalı bir amaca hizmet ediliyor. Tabii konu sadece ücretsiz kitap dağıtmaktan ibaret değil. Bunu tamamlayan, çoğu masum pek çok dernek, vakıf, cemaat, fikir ve kültür adamının canhıraş faaliyetlerini de görmek gerekir.
Yanlış anlaşılmaması için kaydedelim. İslam dünyasında telif edilen bu eserlerin, Türkiye’de yayımlanması gayet tabiidir. Hatta gereklidir. Bilinmesinde yarar vardır. Ama yukarıda anlatılanlar bu değil. Türk Milletinin din anlayışını kendilerine göre biçimlendirmek üzere, çatışma ideolojisi haline getirilen “İslam” yorumunun ithalini gerçekleştirmeyi amaçlayan niyetten bahsetmek istiyoruz.
Sonuç: Acaba bugün dini konuda ülkemizde yaşanan sıkıntıların temel sebeplerinden biri bu programlı “ithal İslam” anlayışı olamaz mı?
Yeniçağ, 05 Mart 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder