YAHUDİ GÖÇÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAHUDİ GÖÇÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2017 Cumartesi

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 3


 İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 3


Kıbrıs’ta Yahudi Kampları Hazırlıkları ve İlk Gelenler 

1946 yılında İngiliz hükûmeti Avrupa’da Nazi zulmünden kaçmak ve Filistin’e gitmek isteyen Yahudilere müdahale etmeye başlar ve Yahudi göçmenlerin Kıbrıs’a yönlendirilmesi ve geçici bir süre de olsa burada tutulmaları kararlaş tırılır. Adaya mültecilerin getirileceğinin duyulması 

Kıbrıs’ta geniş bir yankı yapar ve konu gazete manşetlerine taşınır.89 Yahudi göçünün temelinde 2 Kasım 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu yatmaktadır.90 
Bunun ardından Yahudiler arasında İngiltere’ye karşı bir yumuşama ve esneklik ortaya çıkar ve tıpkı Enosis hayaliyle Megali İdea fikrini gerçekleştirmek isteyen bazı Kıbrıslı Rumların gönüllü olarak İngiliz ordusuna asker yazılmaları gibi yaklaşık 18.000 Filistinli Yahudi91 de İngiliz dünyasına bir mesaj vermeyi hesaplar. Ancak ortaya çıkan durum Yahudilerin biraz daha cesaretlerinin kırılmasına ve moral bozukluğuna dönüştüğü şeklindedir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı ise Yahudilere ne kadar yardımcı olduğunu açıklayarak tepkileri de azaltma gayreti içine girer. 97, 98, 

Filistin’e Yönelen İlk Yahudi Göçmen Grupları 

Esasında özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bu göç hareketi farklı zamanlarda münferit gruplar tarafından da gerçekleştirilmiştir. Eylül 1940 döneminde Danzig, Prag ve Viyana’dan 3000 kişilik bir Yahudi grubu Romanya’nın Tulcea limanından Panama bandıralı Atlantic, Milos ve Pasific isimli üç kargo gemisine biner. 99 Gemilerin içinde en kötü şartlarda yolculuk yapılanı ise 1875 kişinin bulunduğu Pasific isimli gemidir.100 16 Ekim 1940’ta İstanbul’da yakıt ve yiyecek ikmali yapan gemi 12 Kasım 1940 günü İngiliz savaş gemileri tarafından durdurulur ve geminin rotası Kıbrıs’a çevrilir.101 İngiliz yetkililer ise İngiltere’nin Orta Doğu’daki menfaatlerine uygun davranışın bu mültecilerin Mauritius’a gönderilmeleri olduğunu açıklar.102 Bu gemilerdeki Yahudiler 25 Kasım 1940 günü Mauritius’a gitmek üzere Patria isimli gemiye aktarılırken bir patlama olur ve 267 Yahudi hayatını kaybeder.103 Daha sonra bu sabotajın geminin Mauritius’a gitmesini engellemeye çalışan Haganah tarafından yapıldığı ortaya çıkar.104 İngiltere’nin bu Yahudilerin Filistin’de kalacaklarını açıklaması bazı İngiliz yetkililerde bu durumun geride kalan Yahudileri de cesaretlendireceği endişesini yaratır ve bu “istisnai merhamet duygusunun”105 diğer mültecilere uygulanmaması istenir.106 Bu arada 
Filistin’de kasabaların kuşatılması, bazı Filistinlilerin tutuklanması üzerine Alman radyoları Filistinli Araplar üzerindeki İngiliz baskılarını ve zulmünü ön 
plana çıkarmaya başlarlar.107 

 < Bu gemidekilerle ilgili bir başka plan ise mülteci gemilerinin İngilizler tarafından seçilecek bir limana çağrılmaları, bu limana giden güzergâh boyunca gemilerin İngiliz donanması tarafından yakın takibe alınması ve eskortlanması, söz konusu limana yaklaşılırken yeterli yakıt ve yiyecekle orada bırakılmasıdır. 
Planın en can alıcı noktası ise verilen yakıtın mültecileri Filistin’e götürmeye yetmeyecek olmasıdır. J. C. Hurewitz; s. 140.> 

Gemilerin Genel Görüntüsü 

Yahudi göçü sırasında kullanılan bütün gemilerde elverişsiz şartlar, kapasitenin üzerinde alınan yolcular, sağlık ve temizlik konusunda çok ilkel şartlar, gemi mürettebatlarının aşağılayıcı tavırları, yiyeceklerin berbatlığı, içecek temiz su olmaması, lavabo ve tuvalet gibi yerlerin son derece sağlıksız olması, salgın hastalıklar ortak özellik hâlini almıştır. Gemilerle yaklaşık 14 günlük bir yolculuk sonrasında Hayfa limanına ayak basmayı ve Filistin’e girmeyi bekleyen mülteci lerin gemilerde yaşadıkları da tam bir trajedidir. Herkese ancak kendisi nin sığabileceği kadar bir yer verilmektedir. 

Ranza şeklinde çakılmış bu düz tahtaların üzerinde oturmanın ise imkânı yoktur. 14 gün boyunca sadece yatmak ve hemen üzerindeki tahtadan başka bir şey görememek insanların sinir sistemlerini alt üst eder. Gemilerin son derece eski, güvensiz ve kapasitesinin üzerinde yolcu alması nedeniyle pek çok gemi batar veya batma tehlikesi geçirir. Ayrıca yiyecek ve su neredeyse hiç yoktur. Temizlik şartları son derece olumsuz bir durumdadır. Denizin ortasında içecek su bulamayan insanlar en doğal temizlik ihtiyaçlarını bile karşılayamayınca bulaşıcı hastalıklar da kaçınılmaz olur. Güvenlik açısından güverteye bile çıkamayan mültecilerin sağlık sorunlarına yardım edecek kimse de yoktur. Bütün bunlar insanlarda fiziki rahatsızlıklar yanında sinirsel yıpranmalara da neden olur ve bütün yolculuk boyunca umutsuz bir şekilde birbirlerine “daha ne kadar yolumuz kaldı? Daha ne kadar gideceğiz? diye sorarlar; ancak hiç kimse bu soruların cevabını veremez. Bir İngiliz görevlinin deyimiyle “Belki de Yahudiler buraya 
getirileceklerini bilseler Filistin’e gidebilmek için bu cehennem gemilerine tıkış tıkış binebilmek için bu kadar acele etmezlerdi.”108 

Kıbrıs’ta Mülteci Kamplarının Kurulması 

İngiltere’nin adada Yahudiler için planladığı ilk kamp Mağusa yakınlarında, Karakol bölgesinde109 14 Ağustos 1946 günü faaliyete geçer. 

Bu dönemde adanın bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarını çok iyi bilen İngilizler, Mağusa’da gözlerden uzak ve denize kıyısı olan, yerleşim merkezinin olmadığı ve köylüler tarafından tarım arazisi olarak kullanılan, yer altı su kaynakları açısından son derece verimli, Kıbrıslı Rumlar tarafından Caraolos, İngilizler tarafından Kraolos ve Karaolos adı verilen bölgede Çanakkale cephesinde esir aldıkları Türk askerlerini muhafaza etmek amacıyla bir esir kampı açarlar. Bu bölge daha sonraki dönemlerde Türkler tarafından Karaoğlu olarak da adlandırılır. Bu bölgeye farklı zamanlarda Karaoğlu, Karaoğlan ve Karakol gibi isimler de verilmiştir. Özellikle o dönemim Kıbrıs Türk basınında bu farklı isimlere rastlamak mümkündür. 

< İngiltere’nin Kıbrıs adasını seçmesinin sebepleri arasında bu adanın Akdeniz’deki stratejik konumu yanında Lübnan, Suriye ve Filistin’e yakınlığı 
da bulunmaktadır. Ayrıca adanın savaşa girmemiş ve tarafsızlığını koruyan Türkiye’ye de çok yakın olması İngiltere için bir tercih sebebidir. Mağusa’ya 
yakınlarındaki Karaolos kampında kullanılmak üzere öncelikle çadırlar hazırlanmaya başlanır ve kamp alanının etrafı dikenli tellerle çevrilir ve bir 
iddiaya göre elektrik de verilmiştir.110 İngilizlerin en çok endişelendikleri husus ise kamplara Yahudi tedhişçileri destekleyebilecek olanların da sızması ihtimalidir.111 Kampların etrafında iki sıra hâlinde çekilmiş olan dikenli tellerin arasında yaklaşık 2-3 metre genişliğinde bir boşluk bulunmaktadır ve her 100 metreye bir tane olmak üzere büyük projektörler ve nöbetçi kulübeleri de inşa edilmiştir. İngiliz askerleri ise klasik Tommy Gun silahlarıyla gerektiğinde ateş etmeye hazır nöbet tutmaktadırlar. İngiliz idaresi her ne kadar kampta kalanların burada hapis hayatı yaşamadıklarını ve gözetim altında tutulmadıklarını belirtse de “illegal” göçmen olarak kabul edilen Yahudilerin kampı sıkı koruma altına alınır. Her kamptan bir Binbaşı, bütün kamplardan ise bir Albay sorumludur. Kamplarla ilgili asıl sorumlu Filistin’deki İngiliz yönetimidir. Bu kamplarla ilgili her türlü harcama ve masraflar doğrudan Filistin’den sağlanmaktadır. Bu noktada Filistin’deki İngiliz yetkililer Yahudi Ajansı ve Müşterek Yardım Komitesi aracılığıyla yardım talebinde bulunur. Kamplar toplam 2500 kişilik bir askerî birliğin sorumluluğundadır. Kamplarda uygulanan sistem ise bir esir kampına yönelik olarak düzenlenmiştir. Bu arada açılacak olan Yahudi kamplarının geçici mi yoksa kalıcı mı olacağı konusunda endişeye kapılan Kıbrıs’taki Rum başpiskoposluğu da konuyu görüşmek üzere 16 Ağustos 1946’da acilen bir toplantı yapar.112 Daha kampların ilk açıldığı günlerde Esperini gazetesine bir açıklamada bulunan kamp yetkilileri Kıbrıs’a getirilen Yahudilere kesinlikle oturma izni verilmeyeceğini ve bu insanların adada temelli iskân edilmesinin söz konusu olmadığını belirtirler.113 
Esperini gazetesi ise adada üretim kısıtlı olduğundan Yahudilerin adaya getirilmemelerini ve çok daha verimli ve zengin bir Afrika ülkesine götürülmeleri ni ister.114 >

Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk ve diğer bütün ülkelerdeki komünistler de aynı şekilde davranıyorlar. 

Buna karşılık Yunanistan ve Kıbrıs’taki komünistler tek istisnayı mı oluşturuyorlar?” diye sorar. Aneksartitos gazetesi de “Yahudiler” başlıklı bir başka haberinde “Yahudilerin Kıbrıs’a gelmesi aleyhinde bulunmamızda hiçbir anti-semitik duygu yoktur. Aleyhinde olmamıza sebep Yahudi meselesinin Yahudileri yığın yığın Kıbrıs’a getirmekle hâlledilemeyeceğidir. Yahudi meselesi ancak onların emniyetle yaşayabilecekleri bir Yahudi ve Arap devleti kurulmasıyla mümkün olabilecektir.” der. FO.PIO Communique Confidential Pres Comments. nu. 5, 14 Ağustos 1946. 

Yaz ve Kış Kamplarının Kurulması ve Gösterilen Tepkiler 

Karaolos bölgesinde Yahudi göçmenler için 55, 60, 61, 62 ve 63 numaralı beş kamp açılır ve bunlar “yaz kampları” olarak bilinir. Bu kamplar “kış kampları” olarak bilinenlere nazaran hayatın nispeten daha kolay olduğu yerlerdir. Kamplarda Yahudi nüfusun artmasıyla Larnaka’nın Dikelya bölgesinde ve Xylotymbou’da yeni kamplar inşa edilmeye başlanır. Dikelya’daki yedi kamp ise Karaolos’takilerden farklı olarak çadır değil tamamıyla Amerikan tarzı barakalardır. Kamplarda altyapı son derece yetersiz, hatta yok denecek kadar azdır ve içecek su yoktur. Susuzluk ve pislik nedeniyle bulaşıcı hastalıklar ve deri hastalıkları ortaya çıkar. Ayrıca çadırlarda özel hayat gibi bir kavram söz konusu değildir ve kamplar “özel hayatın bilinmediği bir cehennem”115 olarak tarif edilir. Böylece “seyahat kitaplarının ‘Romantik Kıbrıs’, Yunanların ‘Aşk Adası’ olarak isimlendirdikleri, Afrodit’in doğum yeri Kıbrıs adası Filistin’e gitmeye çalışan Yahudilerin elektrik, su olmadan yazın sıcaktan kavruldukları, kışın soğuktan titredikleri bir “açık hava hapishanesi”116 hâline gelir. Yahudilere su konusunda yardım edenler arasında Kıbrıslı Türkler de bulunmaktadır.117 Kıbrıs Rum basını ise kamplardaki mülteci sayısının 10.000’i aşmayacağının belirtildiğini; ancak Yahudi sayısının belki de 100.000’i bile geçeceğini belirtir ve kampların açılmasını komedi olarak tarif eder.118 Özellikle Kıbrıslı Rum gazetelerinin tepkileri savaş ekonomisinden harap olmuş, sosyal hayatı göçmüş Kıbrıs adasına bu kampların ekstra bir yük olacağı şeklindedir.119 Kamplara geldiklerinde kendilerine bir çift ayakkabı, iç çamaşırı, biraz kumaş ve dikiş 
malzemeleri verilen göçmenler daha ilk günden yazlık çadırların eteklerini keserek çadır bezlerinden pantolon ve gömlek yaparlar. Kamplarda çadır ve 
barakalarda sadece bir yatak, bir yastık ve gaz lambası bulunmaktadır. Radyo bulundurulması yasak olmasına rağmen kamplardaki hemen herkesin 
Rivka Kehana isimli bir Yahudi tarafından sağlanan bir portatif radyosu bulunmaktadır. Yaz çadırları genellikle üç ailenin bir arada yaşadığı ve üç 
odalı çadırlardır. Fırın olarak kullanılan yerler ise ilkel usullerle çadırın toprak zemininde yapılan bir yerdir. Amerikalı gazeteci I. F. Stone, gazetesi PM için 
bölgeye geldiğinde kampları “insanoğlu tarafından inşa edilmiş en çirkin mimari” olarak tanımlar. 

Kamplarda Kalan Alman Esirleri 

Dikelya bölgesinde Yahudi kampı dışında Alman esirleri için de bir esir kampı açılır. Kampa 1-4 Eylül 1946 döneminde 1603 Alman esiri getirilir.120 Esirlerden üçü ise daha adaya ayak basar basmaz kaçmayı başarırlar ve izlerini kaybettirirler.121 Albert Rekow isimli esir de kaçmasına rağmen daha sonra Karava köyünde bir köylünün ihbarıyla yakalanır. İngilizler Alman esirlerini Yahudi toplama kamplarının inşaatı dışında liman inşaatında da amele olarak kullanırlar.122 Ancak adanın kıt yiyecek imkânları nedeniyle Yahudilerin ve Alman esirlerin adaya getirilmesi sosyal hayat ve ekonomiye bağlı bir “hoşnutsuzluk” yaratır.123 Rum İşçi Federasyonu da valilikten “Kıbrıs’taki amelenin menfaatlerini haleldar edeceği” düşüncesiyle esirlerin Kıbrıs’a getirilmeleri ve Kıbrıs’ta ne kadar kalacakları konusunda bilgi talebinde bulunur.124 Limasol Belediye Başkanı Plutis Servas da valiliğe göçmenler ve esirlerle ilgili sert bir protesto mektubu gönderir,125 sıkıntılarla yaşamaya çalışan Kıbrıs halkının yiyeceğinden kısmak suretiyle göçmenlerin ve esirlerin istihkaklarının karşılandığını belirterek bu duruma son verilmesini de talep eder.126 Alman esirlerin bulunduğu esir kampında elektrik olması ve 
esirlerin rahat bir hayat sürmesi ve esirlere günlük 4 ½ kuruş yevmiye verilmesi127 de ayrı bir rahatsızlık kaynağı olur.128 Mayıs 1947 tarihi itibarıyla 
Dikelya’daki esir kampında 1900 Alman bulunmaktadır.129 Mart 1948 döneminde Kıbrıs’taki Alman esirlerinin sayısının 1000 olduğu ve tamamının 
Ekim 1948 tarihine kadar memleketlerine gönderilecekleri belirtilir.130 

Yahudi Gemilerinin Adaya Gelmeye Başlaması 

Kıbrıs’a giderken ilk felaketle karşılaşan Yahudi gemisi Rafiah’tır. Filistin’e doğru yola çıkan gemi, Yunanistan açıklarında kayalıklara çarpar ve parçalanır. Kazada 8 yolcu boğulurken 785 yolcu ise bir İngiliz savaş gemisi tarafından Kıbrıs’a getirilir.131 Böylece Kıbrıs’taki Yahudi kamplarının ilk “kanun dışı”132 misafirleri de Akdeniz’de gemileri İngilizler tarafından sıkıştırılıp araya alınan ve “sandviç” yapılan gemilerdeki mültecilerdir.133 

13 Mart 1947’de yüzlerce Yahudi göçmen taşıyan Shabtai Lozinsky gemisi Kıbrıs’a gitmek yerine doğrudan Hayfa limanına yönelir; ancak bu gemi de 
kayalara bindirir. Alarma geçen İngilizler gemide bulunan herkesi askerî gemilerle Kıbrıs’a sevk ederler. Ancak gemideki Yahudilerle onlara yardım 
etmek için kıyıdan yüzerek gemiye binen Filistinli Yahudiler de bir anda kendilerini Kıbrıs’taki kampta bulurlar. Yahudi göçmenlerle Filistinli Yahudileri 
birbirinden ayıramayan İngilizler kampa Yüzbaşı Marner isimli bir polis müfettişi gönderirler. Yahudi göçmenler ve Filistinli Yahudiler kendilerine sorulan “Hangi gazeteleri okuyorsunuz? Tel Aviv’den Ben Yehuda caddesine nasıl gidilir? En son hangi filmi gördün? Nerelerden alışveriş yapıyorsun? Bir şişe süt kaç lira?” gibi sorulara beraber çalışırlar ve cevap bulurlar. Sonuçta İngiliz askerleri tarafından silah zoruyla Hayfa’dan Kıbrıs’a getirilen 140 Filistinli Yahudi yerine Hayfa’ya Kıbrıs’tan toplam 325 kişi gider.134 Aynı dönemde Kıbrıs’tan Filistin’e gitmek isteyen Yahudi göçmenler için açılan ve 100.000 sterlin toplanması hedeflenen yardım kampanyasına Ermeniler de katılırlar ve kampanyada 700 sterlin toplanır.135 

Pan Crescent isimli gemiyle Pan York136 gemileri ise Mağusa limanına 1 Ocak 1948’de gelirler. Söz konusu iki gemi her biri 4500 ton ağırlığıyla o güne kadar Yahudi göçmenleri taşıyan gemiler arasında en büyük olanlarıdır ve adaya toplam 15.169 Yahudi göçmen getirirler.137 İki gemi kaptanının tek şartı ise yolcuların aranmaması, eşyalarının yoklanması ve doğan kargaşada eşyalarının İngiliz askerleri tarafından çalınmaması olur.138 Yahudi göçmenlerin gemiden ayrılması ve kamplara gönderilmeleri ise o kadar kolay olmayacaktır ve yetkililerin neredeyse 4 günü aşan bir zamanını alır ve kayıt işlemleri sırasında İngilizlere tepkili bazı göçmenler isimlerini George Washington, Abraham Lincoln, Charles DeGaulle olarak bildirirler. Pan York gemisinin de yolcularını tahliye etmesinden sonra kamplardaki Yahudi nüfusu Ocak 1948’de 32.000’e çıkar.139 Bu arada kamptaki ihtiyaçlar da artmaya başlar ve öğretmen, doktor, hemşire konusunda ihtiyaç listeleri belirlenir. Bu arada Amerikan Dışişleri Bakanlığı bu iki gemiyle Kıbrıs’a gelen yaklaşık 15.000 kişinin Romanya’dan geldikleri için komünist ajanlar olduklarını ileri sürer. Ancak yaklaşık 400 Bulgar dışında hiç kimse komünist olduklarını belirtmez.140 İlginç olan nokta ise özellikle Romenler arasındaki bir grubun kampta hiç de güven telkin etmeyen kanunsuz işler içine girmesi ve kampın huzurunu bozmalarıdır. 

İngiliz idaresi bu duruma derhâl müdahale ederek bunlara öncülük eden kadınları tutuklayarak hepsini sıfır numara tıraş ettirir.141 

Kamp Yönetimi 

Kampların genel güvenliği binbaşı sorumluluğunda yapılırken, bu kamplarla ilgili sorumluluk Kıbrıs’taki hükûmet, Sömürgeler Bakanlığı ve İngiliz manda hükûmeti arasında paylaşılmaktadır. İngiliz askerî yetkilileri ile söz konusu bu üç kuruluş ve kamplardaki Yahudi göçmenler arasındaki irtibatı sağlamak, ayrıca göçmenlerin ihtiyaçlarını, tepkilerini, istediklerini, yapılması gereken ve önceliği olan her türlü durumu yetkililere iletmek üzere Tony Aldridge, Sir Godfrey Collins gibi uzmanları göreve getirir.142 Sağlık işlerinden ise C.R.C. Donald isimli bir İngiliz sorumludur. Yahudilerle idare arasındaki irtibat ise 6 kişilik bir Yahudi heyeti ve C.R.C.Donald vasıtasıyla yapılır.143 İngiliz yetkililer ise muhaceret kanununda bazı değişiklikler yapmak suretiyle gelecek olan göçmenlere yönelik tedbirler almaya da çalışırlar.144 

Filistin’deki İngiliz manda yönetimi ise 14 Kasım 1946-14 Ocak 1947 döneminde ve iki ayrı seferde toplam 3000 kişinin Filistin’e girmelerine müsaade edileceğini bildirir.145 Bu kontenjana Kıbrıs Valisi tarafından Karaolos kampından da ilk etapta 300 kişi eklenir. İlk grupta küçük çocuklarla bebekler ve hamile kadınlar ile hastalar bulunmaktadır. Bu sayıya Filistin’deki toplama kamplarındaki 843 Yahudi de dâhildir. Ancak Filistin’e gideceklerin sayısı konusundaki bu kısıtlama Yahudiler tarafından Karaolos kampında protesto edilir.146 Bu arada 30 Kasım 1946 günü 3 ayrı gemide toplam 3800 Yahudi göçmen daha gelir.147 Filistin Yüksek Komiseri Sir Alan Cunningham ise Kıbrıs’taki 6009 Yahudi göçmenin derhâl Filistin’e nakledileceklerini belirtir; ancak bu hiçbir şekilde gerçekleşmeyecektir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 2


 İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 2


Suçunuzu itiraf edin, protokolü imzalayın, hemen serbest bırakılacaksınız. 

Ceza hafiftir, sadece Pasaport Kanununa aykırı davranmakla suçlanacaksınız.”38 der. Bu bağlamda “Türkiye’nin tutumu devlet ve millet olarak övgüye layıktır.”39 Esasında daha savaş başlamadan önce özellikle “Almanya’da nasyonal-sosyalist rejimin kurulmasından sonra haklarında tatbik edilmeye başlanılan cezri muameleler dolayısıyla orada barınamayacaklarını anlayan Yahudilerin bir kısmının memleketimize gelerek yerleşmek niyetinde oldukları”40 görülmüş ve böylece Türkiye’ye Yahudi akını başlamıştır. Bu noktada denebilir ki eğer Hitler ve Yahudi soykırımı söz konusu olmasaydı belki de bugün İsrail devleti diye bir devlet asla söz konusu olmayacaktı. İlginç olan bir nokta ise özellikle Avrupa’da 
Hitler’in Yahudiler üzerindeki baskıları artıp bir soykırım ortaya çıkarken İngiltere’nin de buna paralel olarak Yahudi göçmenlere yönelik kısıtlama larını artırmasıdır. Bu arada Türkiye’de Yahudi ‘kesafetini önlemek üzere’ bu Alman Yahudileri ülkeden çıkarılmaya başlanırlar. Bu kişiler kendilerine verilen makul bir sürenin sonunda ülkeyi terk edeceklerdir; ancak yine de pek çok Yahudi, İsrail devleti kuruluncaya kadar sınır dışı edilmezler veya Türkiye’den ayrılmazlar.41 Öte yandan Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya vasıtasıyla 25 Ocak 1938’de alınan ve Hariciye Vekili Şükrü Saraçoğlu’na iletilen talimata göre Romen tebaası olanlar Türkiye’de “mukabele bilmisil” olarak iki aydan fazla oturamazlar. Bu kural saklı kalmak şartıyla Türkiye’ye geçici bir süre için gelecek olan Yahudiler veya bunların aileleri Türkiye’den sonra gideceği yerin vizesini de almış olacaktır. Türkiye’ye gelecek olan Yahudilere ancak bir aylık geçici ikamet müsaadesi verilecektir. Bu şekilde Türkiye’ye gelmiş olan Yahudilerin İstanbul’da kaldıkları süre içinde geçineceği ve Türkiye’den ayrılırken de bineceği geminin navlun ücretine yetecek kadar parası bulunduğunu polise nakit olarak göstermesi gerekmektedir. Söz konusu bu para tek bir kişi için 300 lira karşılığı döviz ve her nüfus için de 150 lira karşılığı döviz olarak hesaplanacaktır. 
Türkiye’den Boğazlar vasıtasıyla geçecek olan Yahudileri taşıyan gemilerin İstanbul’da limana uğraması ve Yahudi göçmenlerin karaya çıkıp çıkamayacak ları konusundaki kararı ise yetkili polis görevlileri verecektir. Muhacir statüsünde geçici olarak Türkiye’ye gelen Yahudilerin sayısı da aylık 200 kişiyi geçmeyecek tir. Bu miktardan fazla Yahudi’nin gelmesi hâlinde o sayı kadar Yahudi’nin Türkiye’den ayrılması sağlanacaktır. Ayrıca Türkiye gerekli şartlara sahip olsalar dahi Yahudi göçmenlerin karaya ayak basmalarına ve İstanbul’a gelmelerine izin verip vermemekte serbest olacaktır. Alınan bu kararlara rağmen Türk hükûmeti ve yetkililer özellikle Yahudi göçmenler konusunda inisiyatifi esnek tutarlar ve yazılı kuralların neredeyse hiçbirini uygulamaya geçirmezler.Bu durum Dâhilliye Vekaletince 10 Ağustos 1938’de valiliklere gönderilen 40330 sayılı yazıya da “son zamanlarda bu emre karşı müsamaha edildiği” şeklinde yansır. 42 ,43, 

Bu arada merkezi Bükreş’te bulunan Turısmul Mondial isimli bir seyahat şirketinden gelen bir mektupta ise Paskalya yortuları nedeniyle Nisan 1939 döneminde Türkiye’deki törenlere katılmak isteyen Romanya uyruklu Yahudilerin Türkiye’de kalıp kalamayacakları, icap ederse bu Yahudiler için şirketin İstanbul bürolarından yer verilebileceği belirtilir.44 Ayrıca Çekoslovakya’nın işgalinden sonra Türkiye’de yaşayan bazı Çekoslovakların Alman konsolosluklarında pasaportlarını değiştirdikleri ve Alman pasaportları aldıkları ve ikamet izni almak için bu pasaportlarla müracaat ettikleri anlaşılır.45 Bu şekilde müracaatta bulunanlara eski durumları “kurcalanmayarak” Alman uyrukluymuşlar gibi ikamet tezkeresi verilmesi kararlaştırılır. Ancak İstanbul’da yaşayan Çekoslovakya  Yahudilerinin Almanya’nın İstanbul Konsolosluğuna yaptıkları pasaport müracaatlarına olumsuz cevap aldıkları, kendilerine Alman pasaportu verilmediği, eski pasaportlarının da müddetlerinin dolduğundan problemler 
yaşandığı da ortaya çıkar. Çekoslovak pasaportlarının süresi biten ve bu suretle pasaportsuz kalan bu insanların Türkiye’de ne şekilde kalabilecekleri 
ise belli değildir. Çekoslovakya’nın hukuki durumu henüz netleşmediğinden elinde pasaportları bulunmayan ve haymatlos olup olmayacakları 
bilinmeyenler tartışma konusu olur ve “Çekoslovakya’nın yeni vaziyeti hükûmetimizce tanınmış ve tasdik edilmiş olmadığı cihetle Çek pasaportlarının muteber addedilmesi icap edeceği gibi müddeti nihayet bulan bu pasaportların tecdidi için hamileri tarafından yapılan müracaatların alman konsoloslukları tarafından isaf edilmemesi de Çek tebaasının haymatlos vaziyetine girmelerine istilzam edemez.” denilir.46 Öte yandan ikamet izni için Slovak pasaportuyla müracaat edenler olursa böyle bir hükûmetin hukuken mevcut olmadığından hareketle buna göre davranılması kararı çıkar. Ayrıca asli Alman vatandaşlarına mahsus pasaportlarla gelmeyen ve ellerinde Almanlar tarafından himaye edilenlere verilen pasaportlar bulunanlarla ilgili olarak da Dışişleri Bakanlığından görüş istenmesi gerektiği duyurulur. Bu dönemde Türkiye, savaşın dışında olsa da özellikle İstanbul neredeyse dünyanın dört bir köşesinden gelen başta Rus, İngiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı casuslar, istihbaratçılar ve karşı istihbaratçılarla dolu bir merkez hâline gelmiş durumdadır.47 

Bu dönemde Polonya’daki yardıma muhtaç Yahudilere ve Yahudi çocuklara yardım maksadıyla yiyecek gönderilmesine müsaade edilmesi için 4 Kasım 1941 
tarihinde İstanbul’da Agudat İsrail Beynelmilel Yardım Cemiyeti üyesi Haham M.Segal imzasıyla gönderilen yazıya da olumlu cevap verilir.48 Kızılay Cemiyeti vasıtasıyla gönderilecek yardım malzemelerinin oluşturulan bir komisyon tarafından kontrolünü müteakip gönderilmesi de böylece karara bağlanır. Öte yandan Polonya’nın İstanbul Başkonsolosluğu tarafından 17 Mayıs 1940 tarihinde Kızılay Cemiyeti Umum Merkezine gönderilen bir yazıda Türkiye’de çalışan Polonyalı mültecilerin Almanya-Polonya çatışmalarında ailelerini bırakıp geri çekildikleri, bu kişilerin bazı akrabalarının da esir oldukları belirtilir ve Polonya’daki bu insanlara yardım için Türkiye’de yaşayan Polonyalılar tarafındanbir yardım heyeti oluşturulduğu ve 1929 tarihli Cenevre Mukavelenamesine göre Polonya’ya yardım göndermek istedikleri belirtilir.49 Toplanan Bakanlar Kurulu ise Polonyalı esirler ve Polonyalı Yahudilere yardım malzemelerinin gönderilmesine müsaade eder. Bu gıda malzemeleri bir defaya mahsus olarak gönderilecek olan 65 kilo domuz yağı ile 60 kilo jambon ve her ay gönderilecek 40 kilo tereyağı, 40 kilo zeytin ve 40 kilo soğandır.50 Bu yardım 
paketlerinin gönderilmeye başlamasından kısa bir müddet sonra Polonya Sefareti tarafından Hariciye Vekaletine yapılan müracaatla Almanya’daki harp esiri Polonyalılara her ay gönderilmesine müsaade edilen kontenjana tabi koli adedinin esirlerin çokluğu nedeniyle 150’den 500’e çıkarılması talep 
edilir51 ve 150 koli sınırlaması kaldırılarak 300 koli gönderilmesine izin verilir. 23 Mayıs 1941 tarihinde İngiltere sefareti tarafından yapılan açıklamada da 

Almanya’daki İngiliz harp esirlerine Kızılay vasıtasıyla gönderilmesi istenen kitap ve ayakkabılar konusunda bilgi verilir ve yardım istenir.52 

Yahudi Sanatçılar ve Türkiye’nin Yardımları 

Türkiye’nin Yahudilere yardım girişimleri ve desteği sadece Balkan ülkeleriyle sınırlı değildir.53 Yahudi asıllı bilim insanlarının ve sanatçıların Nazi baskısından kaçarak Almanya’yı terk etmeleri sonrasında bu insanlara kucak açan ülke de Türkiye olur.54 Böylece Türkiye gerek yurtiçinde, gerekse yurt dışında Yahudilere yardım için elinden gelenin fazlasını yapar;55 

“…Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun 1492’de İspanya’dan kovulan İspanyol Yahudi mültecileri kabul edişi gibi Türkiye, Hitler’in Almanya’da iktidara geldiği Ocak 1933 tarihinden başlayarak Yahudi mültecilerine kapılarını açmıştı. Yalnız bu kez, besbelli nedenlerden, mülteciler kitle hâlinde değil de daha seçilerek kabul edilmişlerdi. 1940’daki Alman zaferlerinden sonra Türkiye, Almanya’yı tahrik etmek istememiş ve Yahudi mültecilerin Türkiye’ye gelişleri veya Türkiye’den geçişleri, göze batmayacak şekilde ve sessizce yapılmıştı. Savaşın en karanlık günlerinde bile Türkiye’nin kapıları sınırlı şekilde de olsa mültecilere daima açık kaldı… Savaşın gidişatının değişmesiyle,1943 ilkbaharından başlayarak Türkiye’nin Yahudilere yardımı artmıştır.1944 yılında Türkiye, Almanya ile ilişkilerini kesmiş ve bundan sonra Türkiye’den Yahudilere yardım apaçık ve kitlesel bir hâl almıştır…” 

Bu arada başta Bulgaristan, Romanya, Yunanistan olmak üzere Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Macaristan ve Almanya gibi ülkelerde ve Avrupa’nın farklı köşelerinde Türk vatandaşı olsun olmasın pek çok Yahudi de Türk diplomatlarının girişimleri ve inisiyatif kullanmaları sonucunda hayatta kalırlar. Ülke içinde, gelen Yahudilere yönelik bu yardımlar devam ederken yurt dışında da Türk büyükelçilik ve konsoloslukları da yardım faaliyetleri içindedir ve bu durumdaki Yahudiler için “Türk vatandaşlığına geçmek için işlemleri devam etmektedir. Yazışma sonucu beklenmelidir.” gibi evraklar düzenlemek suretiyle onları kurtarma yoluna gider.56 Bunlara ilaveten bazı Türk konsolosluklarında ise Ankara tarafından düzenlenmiş, kimlik kısımları boş bırakılan belgeler de acil durumlarda kullanılmak üzere hazır tutulmuştur.57 Özellikle Nazi subayları ve Gestapo tarafından mallarına ve canlarına bir zarar verilmemesi için evlerine Türk vatandaşı olduklarına dair yazılar asılır. Ayrıca Türk diplomatları kendi hayatlarını tehlikeye atmak pahasına Nazi görevlilerine müdahale ederek Yahudilerin temerküz kamplarına götürülmelerine de engel olurlar. Örneğin Viyana Başkonsolosu İsmail Hakkı Okday, konsoloslukta bulunan boş pasaportları yardım isteyen Alman Yahudilerine vererek hayatta kalmalarını sağlar.58 Alman işgali altındaki Rodos adasında da Alman askerleri Yahudileri kamplara sevk etmektedirler. Yahudileri gaz odalarında, kamplarda veya psikolojik baskı altında tutmak suretiyle ortadan kaldıran Alman yetkililere göre ise “Kalite olarak çok düşük oldukları için” Yunanistan Yahudileri bu şekilde ortadan kaldırılmıştır.59 Bu yardımlarla ilgili olarak savaştan sonra Rodos başkonsolosu Selahattin Ülkümen’e Kudüs’te ‘Yad Vashem’ Soykırım 
Kurbanlarını ve Kahramanlarını Hatırlama Kurulu tarafından ‘Yahudi yaşamını kurtaran Yahudi olmayanlara verilen ‘Hassid Umot Ha’olam’ ödülü verilir.60 25 Ocak 1943-1 Eylül 1944 döneminde Rodos’ta görev yapan Selahattin Ülkümen’in Rodos Başkonsolosluğu görevine gidişi de son derece maceralı olmuştur. Alman savaş uçakları tarafından defalarca bombalanan konsoloslukta göreve başlayabilmek için İzmir’den kayık kiralamak zorunda kalan Ülkümen, işgal sonrasında da Yahudileri ve bu Yahudilere yardım ettikleri gerekçesiyle bölgede kayıkçılık yapan Türkleri temerküz kamplarına göndermek isteyen Alman işgal kuvvetleriyle çatışmaya girer ve hepsinin hayatını kurtarır. 

Özellikle Balkanlar’dan ve Trakya üzerinden Türkiye’ye giriş yapan Yahudilere gerekli tıbbi müdahalede bulunulur, yiyecek ihtiyaçları karşılanır ve Kıbrıs veya Suriye’ye gitmeleri konusunda yardımcı olunur. Suriye’deki Fransız yetkililerin gelen mültecilere zorluk çıkarmamaları, mültecilerin Suriye sınırını tercih etmelerine neden olur. Suriye’ye kabul edilen Yahudilerden askerlik yaşında olanlar askere alınırken geriye kalanlar da Filistin veya Mısır’a nakledilirler.61 

Trenlerle Gelen Mülteciler 

Esasında Orta Doğu’nun petrolünden yararlanan ve bölgenin yeniden karışmasını istemeyen İngiltere, bir yandan Yahudileri gücendirmemeye çalışırken öte yandan Araplara karşı da dengeli bir politika gütmeye çalışmaktadır. Zaman içinde Arap petrolüne olan ihtiyaç da göz önüne alınacak olursa İngiltere’nin durumu da ortaya çıkar. Bu arada Yahudi göçmenleri taşıyan gemilerin özellikle Türk karasularından geçerek Akdeniz’e açılması ve Filistin’e gitmesi de İngiltere için başlı başına bir sorun teşkil eder. Türkiye bir yandan deniz yoluyla gelen Yahudilere yardımcı olmaya çalışırken trenle gelecek olanlar için de tedbirler alınır. Özellikle Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’dan gelecek Yahudi göçmenler için bir sınırlama getirilmesine rağmen bu kısıtlamalar Türkiye’nin ince politikası ve inisiyatifiyle daha sonra gevşetilir. Struma gemisinin Türkiye üzerinden Filistin’e gitmek üzere yola çıkmaya hazırlandığı günlerden hemen önce 21 Kasım 1941 günü Bükreş’te 21 Yahudi göçmen Köstence’ye gitmek üzere trene binerler. Köstence’de görevlilere verilen rüşvetler vasıtasıyla gümrükten kolayca geçilir; ancak bu durum göçmenlerin değerli eşyalarının 
görevliler tarafından gasp edilmesine engel değildir. Dor de Val limanında bir tekne satın alınır ve üç denizci kiralanır, tekne Köstence’den ayrılır ayrılmaz 
arıza yapar, motor bozulur ve rüzgârla sürüklenmeye başlar. Bulgaristan kıyılarına yaklaştığında kıyıdan açılan ateşle karşılaşan göçmenler dört gün 
boyunca denizde başıboş bir şekilde sürüklenirler ve Karadeniz kıyılarında kayalıklara takılıp kalırlar. İki günlük bir bekleyişten sonra avcılar tarafından 
bulunan Yahudi göçmenler bölgedeki Türk askerlerince otobüsle İstanbul’a getirilerek bir otele yerleştirilirler. Burada Yahudi Ajansı sorumlusu Simon 
Brod tarafından Türk yetkililerle yapılan görüşmelerde bu Yahudi göçmenlerin geriye gönderilmemeleri üzerinde anlaşmaya varılır.62 Bunlara ilaveten 19 Mart 1942 tarihinde 14 Yahudi göçmenle İstanbul’a gelen Mihai gemisi, Mihrace isimli gemiyle 16 Mayıs 1942 tarihinde gelen 36 Romen göçmen, Dordeval isimli gemiyle 23 Temmuz 142 tarihinde gelen 21 Romen, Euxen isimli gemiyle 2 Ağustos 1942 tarihinde gelen 14 Romen, 25 Ağustos 1942 tarihinde Karaburun’da batan Avrupa isimli gemiyle gelen 22 Romen, Karataş’ta 16 Eylül 1942 tarihinde karaya oturan Dora isimli gemiyle gelen 15 Romen, Karadeniz’de 1 Ekim 1942 tarihinde batan Tacorw isimli gemiyle gelen 120 Romen de ülkelerinden kaçarak Türkiye’ye sığınır. Bu dönemde toplam 21 seferde Türkiye’ye gelen 7136 göçmenin 6084’ü ülkeden ayrılırken 159 kişi Türkiye’de yaşamayı tercih eder. Ayrıca 893 kişi de değişik zamanlarda meydana gelen gemi kazalarında hayatlarını kaybeder.63 

 Bu karar daha yürürlüğe girmeden İngiliz idaresi 1944 yılbaşında yeni bir açıklamada bulunur ve her ay 1500’den fazla mülteciye müsaade edilmeyeceğini duyurur. 

Türkiye Yahudi mültecilere gereken her türlü kolaylığı sağlarken bizzat Yahudi Ajansı kanalıyla gemiler tahsis etmek suretiyle de kurtarma çalışmalarının içine girer. Bu arada 18 Haziran 1943 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında alınan bir kararla Türkiye ülkeye gelmiş olan mültecilere yardıma muhtaç oldukları dönem içinde her türlü yardım ve kolaylığı göstereceğini bir kere daha taahhüt etmiş olur.64 İngiliz Sömürgeler Bakanlığı da İstanbul’da görevli İngiliz pasaport görevlisinin bundan sonraki dönemde çocuk olsun, yetişkin olsun Türkiye’ye kadar kaçmayı başarabilmiş olan Yahudilerin güvenlik kontrolünden geçtikten sonra Filistin’e gitme hakkına sahip olduklarını bildirir.65 

Türkiye’ye Gönderilen Şükran Duyguları ve Teşekkür Mesajları 

Türkiye’nin Yahudilere yönelik gösterdiği kolaylık ve bu insanların Türkiye’den transit geçme konusundaki isteklerine destek olması Filistin’deki Yahudi kuruluşlarının da takdirini kazanır. 9 Ekim 1940’ta Filistin Musevi Muhaceret Ajansı Başkanı Chaim Barlas tarafından dönemin Türkiye başbakanına gönderilir.66 24 Ocak 1945 tarihinde Dışişleri Bakanlığına gönderilen Filistin Yahudi Ajansı imzalı yazıda da bu takdir ve teşekkür duyguları ifade edilir.67 Filistin Yahudi Ajansı tarafından Kudüs Başkonsolosluğuna gönderilen bir yazıda çeşitli Yahudi meseleleriyle ilgilenmek üzere Ankara’ya gönderilmiş olan Eliyah görevlisinin Türkiye’de irtibata geçtiği Türk yetkililer tarafından büyük bir hüsnükabul gördüğü ve Yahudi mültecilere karşı Türk yetkililerin yaklaşımının son derece içten ve insani olduğu belirtilerek teşekkür edilir ve “bu insani kurtarma faaliyetine olan yardımın imkân olduğu nispette artacağına” inanıldığı belirtilir.68 

Bu dönemde Türkiye’nin Yahudi göçmenler dışında yardım etmeye çalıştığı bir başka husus ise daha önce Alman ve İtalyan savaş esirleriyle İngiliz savaş esirlerinin İzmir ve Mersin’de Türkiye’nin kontrol ve gözetiminde yapılmasında olduğu gibi farklı ülkelere ait sivil ve askerlerin mübadele edilmesidir.69 Bu girişimlerden birisi de Suudi Arabistan’daki İtalyanların İngilizlerle mübadelesidir.70 Bu konuda bir başka karar ise Almanya’da bulunan Filistinli Museviler ile Filistin’de yaşayan Almanların mübadelesinin İstanbul’da yapılmasının kararlaştırılmasıdır.71 

Yahudi göçmenler dışında, 24 Mayıs 1944 günü İstanbul Şile limanına gelen bir Alman motorundaki 64 Alman ve Romen subay ve askeri de Boğaz Komutanlığı tarafından teslim alınır, Gazel römorkuyla İstanbul’a getirilir.72 Türkiye’nin bu insanlarla ilgili bir başka yardım ve kolaylığı ise özellikle İstanbul’da faaliyette bulunan Yahudi örgütlerine müdahale etmemesi ve çalışmalarına müsaade etmesidir. Ayrıca tren yoluyla Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’dan gelebilen Yahudilere de aynı şekilde yardım eli uzatılmaktadır. Bu bağlamda “Türkiye’nin tutumu devlet ve millet olarak övgüye layıktır.”73 

Struma Gemisinin Batması 

İkinci Dünya Savaşı döneminde Yahudi göçüne damgasını vuran olaylardan birisi 769 yolcusuyla 8 Aralık 1941 günü yola çıkan Struma gemisinin batmasıdır. 12 Aralık 1941 tarihinde Çanakkale Boğazı’ndan geçen gemi yaklaşık 40 dakika sonra motorundaki arıza nedeniyle 15 Aralık 1941 günü İstanbul’a gelir. Burada Panama bandıralı74 148 grostonluk gemideki Yahudiler sağlık kontrolünden geçirilir ve “makinesine arıza olan sakatlık dolayısıyla tevakkufa mecbur kalan Struma’da sıhhi nezaret altına alınan” 769 Yahudi göçmenin sağlık ve iaşe vaziyetlerinin günden güne bozulduğu ve bulaşıcı hastalık tehlikesinin baş gösterdiği belirtilir.75 Öte yandan arızanın giderilmesi için uğraşan Türk teknisyenler makine dairesindeki arızanın kasten çıkartıldığını da ortaya çıkarırlar. Arızanın derhâl tamir edilememesi nedeniyle İstanbul’da kalış süreleri uzayan Yahudiler yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayıp sağlık problemleri de ortaya çıkınca başta geminin bir an evvel tamir edilmesi olmak üzere acil tedbirler 
de alınmaya başlanır.76 Gemiyi tamir eden Şefik Civa ve Nuri Gökser isimli Türk teknisyenler iki saatlik deneme sonrasında gemide ciddi bir arızanın kalmadığını ve geminin yola çıkabileceğini belirtirler.77 “Limanımızda bulundukları müddetçe kendilerinden insani yardımlarımız esirgenmeyen” Yahudi göçmenler konusunda bu Yahudileri kabul etme ihtimali olan devletlerle de Ankara’daki temsilcilikleri vasıtasıyla irtibata geçilir.78 

Geminin İstanbul’a zorunlu demir atmasının esas sebebi ise İngiltere’nin bu dönemde hayata geçirdiği bir kanunla mülteci taşıyan gemilerin kaptanı dâhil bütün mürettebatının tutuklanacağını ve gemilere de el konulacağını açıklamasıdır.79 İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Knatchbull-Hugessen, 
Dışişleri Bakanlığına çağrılır ve burada kendisine geminin Filistin’e girmesine izin verip vermeyecekleri sorulur. Bu konudaki tek istisna ise Türk hükûmetinin gemideki mültecilere müsaade edilmesi yolundaki baskılarının bir sonucu olarak çok daha sonraları gelir ve gemideki 16 yaşın altındaki çocuklara vize verileceği açıklanır.80 Türk hükûmeti ise daha önce Bulgaristan’dan Filistin’e gitmekteyken 70’i çocuk 200 yolcusuyla batan Salvador gemisinin akıbetinin bu insanlara da olmaması için gemiye izin verilmemesi hâlinde Karadeniz’e geri gönderileceğini açıklar. Bunun üzerine İngiliz Büyükelçi kendi inisiyatifiyle hareket ederek geminin tekrar Romanya’ya geri gönderilmesinin uygun olmadığını ve Struma’nın Filistin’e gitmesi hâlinde yasa dışı olmasına rağmen Musevi mültecilerin iyi karşılanacağını belirtir.81 Aynı anda İngiltere Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Oliver Harvey ise bu duruma isyan ederek “Bu zavallı mülteciler için hiçbir şey yapılamaz mı? İngiltere bu kadar insanlık dışı bir karar almak 
zorunda mı? Bu yolcular geri gönderilirse hepsi öldürülecek.” der.82 Hacim olarak çok küçük; ancak yolcu sayısının çok fazla olması, sağlık açısından 
çok kötü şartlar içinde bulunması ve bu Yahudi göçmenleri başka bir gemiyle Filistin’e nakletme imkânının o dönem içinde bulunmaması nedeniyle vize 
temin etmek suretiyle ve kara yoluyla ülkeden ayrılmalarını sağlamak amacıyla Ankara’daki ilgili devletlerle bir kere daha irtibata geçilir.83 Ankara’da ilgili ülkelerin büyükelçilikleriyle yapılan görüşmelerde özellikle İngiltere’nin olumsuz tavrı ön plana çıkar ve sonuç olarak gemi Alemdar isimli bir römorkör ile çekilmek suretiyle Karadeniz’e çıkarılır. Böylece “geminin cer suretiyle Karadeniz Boğazı’ndan açık denize çıkarılması ve şayet gemi tekrar boğaza dönerse aynı suretle geri çevrilmesi için icap edenlere gereken tebligatın yapılmasına” karar verilir.84 23 Şubat 1942 günü Karadeniz’e açılan gemi ertesi gün Yön Burnu’nun 5-6 mil açıklarında patlamanın ardından batar ve 767 kişiye mezar olur. 
Struma ile ilgili en büyük suçlama ise “Eğer Filistin yönetiminin en ufak bir iyi niyeti olsaydı böyle bir sonuçla karşılaşılmazdı.” diyen Dünya Siyonist Organizasyonu 

Başkanı Dr. Chaim Weizmann’dan gelir. Gemiden hayatta kaldığı bilinen iki kişiden sadece David Stoliar ortaya çıkmış, kazadan sağ kurtulan Medea 
Salamovici hakkında ise hiçbir bilgi yoktur. 85, 86, 87, 88, 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 1


İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 1


GÖÇMEN YAHUDİLERE TÜRKİYE’NİN YARDIM FAALİYETLERİ VE 
İNGİLTERE’NİN KIBRIS’TA AÇTIĞI MÜLTECİ KAMPLARI 


SUNUŞ 
ON BİRİNCİ ASKERî TARİH SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ II
( SUNULMAYAN BİLDİRİLER )

Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, GÖÇMEN YAHUDİLERE TÜRKİYE’NİN YARDIM FAALİYETLERİ VE İNGİLTERE’NİN KIBRIS’TA AÇTIĞI MÜLTECİ KAMPLARI 

Dr. Öğ. Alb. Ulvi KESER• 
• Kara Harp Okulu Komutanlığı/Ankara. 
ulvi.keser@gmail.com. 
0.312.4175190-0.544.4530144. 


Giriş 

İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla başlar. Savaşın başlamasının ardından tarafsız kalmayı esas alan Türkiye savaşa katılması veya taraf ülkelerin lehine tarafsızlık politikası izlemesi yönünde baskılarla karşılaşır.1 Türkiye’nin söz konusu savaş dönemindeki konumu “stratejik mevkinin önemi dolayısıyla gerek müttefiklerin, gerek mihverin Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları baskıların hikâyesinden başka bir şey değildir. Savaşan tarafların bu faaliyetleri karşısında Türkiye’nin politikası ise savaşın dışında kalmak ve memleketi savaşın yıkıntılarından korumak olmuştur.”2 Savaşın şiddetlenmesiyle bu dönemde bütün Avrupa’da yaklaşık 5.100.000Yahudi hayatını kaybeder. Bunun yaklaşık 3.000.000’u Polonya, 700.000’den fazlası Sovyetler Birliği, 260.000’i Çekoslovakya, 180.000’i Macaristan, 130.000’i Litvanya’da hayatını kaybeder. Yunanistan’da ise Yahudi nüfusunun %87’sini oluşturan 67.000 Yunan Yahudi’si hayatını kaybeder. Sadece Atina’da Almanlar tarafından kamplara gönderilen veya değişik şekillerde öldürülen Yahudi ise 
Selanik nüfusunun beşte birini teşkil edecek şekilde 46.000 kişidir. Romanya, Yunanistan ve Çekoslovakya ve Polonya’da Yahudilerin Romen, Yunan, Çek isimleri almaları yasaklanır.3 Ayrıca emlak alıp satmaları, kendi dinlerinden olmayanlarla evlenmeleri de yasaklanır. Ticaret hayatında, gazetelerde, devletin farklı kademelerinde ve askerlik vazifesinde olan bütün Yahudiler işten atılırlar ve zorla çalışma kamplarına gönderilirler. 1945 yaz döneminden 1946 Temmuz ayına kadar geçen süreçte Romanya ve Macaristan’dan 30.000 insan ülke dışına kaçar.4 Pek çok işyeri bu şartlar altında yağmalanırken iş yerleri de el değiştirmeye başlar.5 Bu dönemde sadece Yahudi malları değil, bizzat Yahudilerin kendileri de hiçbir sebep olmadan katledilmeye başlanmıştır.6 

Romanya ve Yunanistan Yahudilerinin yaşadıkları,Polonya Yahudileri için de geçerlidir. Toplu taşıma araçlarına binmeleri, kamuya ait sinema, gece kulübü, lokanta gibi yerlerde bulunmaları, telefon etmeleri, sinema, tiyatro, kamuya açık yerler, tramvay ve toplu taşım araçlarından istifade etmeleri yasaklanır. Gazete, dergi ve her türlü basın-yayın aracına el konulur. Yahudi düşmanlığını körükleyen propaganda malzemeleri bütün sokaklara, kamuya açık yerlere asılır. Yakalanan Polonyalı Yahudiler tutuklanırlar, trenlere tıkılarak kamplara gönderilirler ve kollarına Yahudi olduklarını belli edecek “Davut Yıldızı” takmaları zorunlu kılınır.7 Gestapo tarafından ayrıca bütün Yahudi mallarına el konulur. Bu dükkân ve evlerdeki mallar, nakit para, mücevherat ve kıymetli eşyalar Alman kamyonlarıyla bölge dışına çıkarılır. Bu insanların gitmek istedikleri Filistin ise İngiliz idaresindedir ve İngiltere’nin siyaseti Yahudilerin Filistin’e gelmesine veya getirilmesine pek de açık değildir.8 Pek çok Yahudi tarafından ‘uygar bir 
ülkede geçici bir çarpıklık’9 olarak görülen Nazi iktidarı sırasında 1934-1935 döneminde 104.539 Yahudi Filistin’e göç eder. Pek çok kişi Almanlar için 
çalışmak üzere kamplara gönderilir.10 Bu arada Yunanistan’ın değişik bölgelerinden 12.898 Yahudi Alman işgal kuvvetlerine karşı koymak üzere 
askere yazılır.11 Yahudilerin Selanik’teki Baron Hirsch kampından12 Polonya’daki Auschwitz-Birkenau kampına gönderilmesi de 16 Mart 1943 
günü gerçekleşir ve Selanik nüfusunun beşte birini oluşturan Sefardim Yahudi topluluğunun tamamı13 Auschwitz’deki ölüm kamplarına gönderilir. 
Oysa işgalin hemen sonrasında, Alman işgal kuvvetleri tarafından “İşgal Kuvvetleri, bölgede yaşayanların malını, canını ve şerefini koruyacağını 
taahhüt eder.”14 şeklinde bir protokole de imza atmıştır; ancak bu protokol çok çabuk unutulur. İlginç bir nokta ise Selanikli Yahudiler tarafından Haziran 
1943 döneminde Almanlara “gönüllü” olarak 3.500.000.000 Drahmi bağış yapılmasıdır.15 Gestapo ise Yahudileri toplarken aşağılayıcı bir tutum 
izleyerek erkeklere zorla kadınların elbiselerini giydirir ve hepsini sıfır numara tıraş eder. Alman yetkililere göre ise “Kalite olarak çok düşük oldukları için” Yunanistan Yahudileri ortadan kaldırılmıştır.16 Bu arada Alman uyruklu 450 Yahudi çocuk ile 40 öğretmen ve bakıcılardan oluşan bir gruba Filistin’e gitmeleri için 25 Ağustos 1940 tarihinde izin verilir.17 Söz konusu grup yolculuklarını tehlikelere karşı bir önlem olarak ellişer kişilik gruplar hâlinde yapacaklardır; ancak bazıları için “Zamanından önce Filistin’e getirilen Yahudiler hayatı kurtarılmış Yahudiler değillerdir.”18 

Türkiye’nin Göçmen Yahudilere Yardım Faaliyetleri 

İngiltere’nin kanun dışı bir hareket olarak nitelendirdiği Yahudilerin Filistin’e gitme düşüncesini engelleme konusunda son derece kararlı bir tutum sergilemesi Yahudilere başka seçenek bırakmaz. Genel olarak Türkiye’nin politikası ise transit olarak Türkiye’den geçmek isteyenleri hiçbir problem yaratmamak ve destek olmak şeklindedir. Bunu yapabilmek amacıyla Yahudilerin Filistin’e nakledilmeleri sürecinde sorumlu kuruluş olarak ortaya çıkan Hayim Barlas müdürlüğündeki Yahudi Ajansının Pera Palas’tan yürüttüğü bütün girişimlere destek verilir. Bu dönemde İstanbul’da adı öne çıkan Yahudi ise İstanbullu bir manifatura tüccarı olan Simon Brod’dur.19 Ayrıca İzmir doğumlu Menaşe Hana ve Leon Jabes de gayret gösterenler arasındadır.20 İngiltere ise mültecilerin kendilerini Filistin’e götürecek gemiler bulmasını engellemekten bu gemileri özellikle Akdeniz’de engellemeye kadar pek çok tedbirler alır. İngiltere tarafından masaya yatırılan tedbirler arasında mülteci gemilerinin batırılması ve bu gemilerin Nazi ajanları tarafından batırıldıkları yönünde propaganda yapılarak haklılıklarının savunulması gibi fikirler de söz konusudur.21 Bütün bu girişimlerin yanında İngiltere her zaman yürütmekte olduğu ince, sinsi ve geleceğe yönelik planlamaları da hayata geçirir. Araplarla Yahudiler arasında ortaya çıkacak bir sürtüşmede taraf olmak istemeyen ve özellikle zengin petrol rezervlerinin üzerinde oturan Arap ülkelerini gücendir mekten ısrarla kaçınan İngiltere böylece bütün askerî kaynaklarını bu konuda harcamak niyetinde de değildir. Böylece Romanya ve Bulgaristan’dan 
kaçarak Karadeniz Boğazı’na gelen ve Türkiye’den geçmek isteyen Yahudi göçmenlerin sayısı iyice artar;22 ancak Yahudilerin gelişi sırasında 
istenmeyen gemi kazaları da meydana gelir.23 

Türkiye’de Alınan Tedbirler ve Yahudi Gemileri 

Dışişleri Bakanlığı da 14 Eylül 1942 tarihinde yayımladığı bir genelgeyle ‘Son günlerde Romanya’dan 4-5 bin Musevi’nin tehcirine karar verilmesi üzerine, bunların her ne pahasına olursa olsun Romanya’yı terki tasmim ettikleri ve bu meyanda 4 vapur derununda birçok Yahudi’nin Filistin’e gitmek için hazırlık yaptığı; ve birtakımının da ayrıca motor ve küçük vapur kiraladıkları ve bu seyahati tertip edenlerin, işbu Yahudilere ait paraları bir ecnebi diplomatik kuryesi vasıtasıyla memleketimize çıkarmaya muvaffak olduklarının haber alındığı’ bildirilerek hazırlıklı olunması istenir.24 Emniyet Müdürlüğü de ‘Şimdiye kadar geçen hadiselere ve son misallere bakarak bu Yahudilerin Karadeniz Boğazı’ndan geçmesinin mahzurlu olduğu ve bu mahzurları önlemek için başka bir düzenlemenin yapılması gerektiğini’ belirtir. 

3 Aralık 1940 günü Bulgaristan ve diğer bazı Avrupa ülkelerinden topladığı 380 Çekoslovak ve Bulgar Yahudi’si göçmenle yola çıkan Salvador gemisi ise ahşaptır ve güçsüz bir motora sahiptir. İngiltere’nin Türkiye’den durdurulmasını istediği geminin motoru daha Karadeniz’de iken arıza yapar ve 11 Aralık 1940 günü bir Türk römorkörü tarafından çekilerek İstanbul limanına getirilir. Gemidekilerin vizeleri olmadığından inmelerine de müsaade edilmez. Arızanın giderilmesi, rüzgârın azalması ve Türk yetkililer tarafından yakıt ve yiyecek sağlanması üzerine gemi bir kere daha yola çıkar ve Marmara’ya açılır. Öte yandan geminin ahşap omurgası bu rüzgâra da dayanamaz ve Silivri açıklarında darmadağın olup batmaya başlar.25 Yahudi Ajansı yetkilileri olay yerine geldiklerinde güvensiz bir gemiyle insanları yola çıkarmanın mı yoksa onları Hitler’in ellerine teslim etmenin mi daha iyi olduğunu düşünmekten kendilerini alamazlar ve sonuçta ne kadar tehlikeli olursa olsun bulabildikleri her vasıtayla insanları Filistin’e göndermeye devam kararı verirler. O gece 70’i çocuk olmak üzere 200 Yahudi göçmen hayatını kaybeder. Kazadan sağ kurtulan 133 Yahudi’nin ise İstanbul’da 
kalmalarına müsaade edilir. Bu olayın hemen ardından 18 Aralık 1940’ta İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Hugh Knatchbull-Hugessen kendi 
hükûmetinden konuyla ilgili bir mesaj alır:26 

“Orta Doğu’daki menfaatlerimizin korunması adına lütfen Türk hükûmeti üzerinde kazadan sağ kurtulanların Filistin’e karadan veya başka bir yol takip ederek gitmelerine mani olacak bir şeyler yapmaları için baskı yapın.” Bu dönemde Türkiye’ye deniz yoluyla gelen Yahudi göçmenler ve 
bunları getiren gemiler ise şu şekildedir;27 Transilvanya gemisiyle 8 Mart 

 1939 tarihinde gelen 54 Romen, Imtı gemisiyle 10 Mart 1939 tarihinde gelen 600 Romen, Atrato gemisiyle 22 Mayıs 1939 tarihinde gelen 325 Alman, Çek 
Lasparla gemisiyle 22 Haziran 1939 tarihinde gelen 380 Alman, Çek Rim gemisiyle 27 Haziran 1939 tarihinde gelen 450 Alman, Çek Frossola gemisiyle 1 Temmuz 1939 tarihinde gelen 658 Alman, Çek Patya gemisiyle 30 Temmuz 1939 tarihinde gelen 700 Romen, Parkerhil gemisiyle 9 Ağustos 1939 tarihinde gelen 850 Romen, Putniçer gemisiyle 16 Ağustos 1939 tarihinde gelen 271 Macar, Harziyon gemisiyle 7 Eylül 1939 tarihinde gelen 142 İngiliz, Rudniçer gemisiyle 10 Eylül 1939 tarihinde gelen 210 Bulgar, Neomi Julia gemisiyle 12 Eylül 1939 tarihinde gelen 1200 Romen, Salvator gemisiyle 1941 yılında gelen 246 Romen ve Bulgar. Marmara’da batan bu gemideki 125 göçmen boğularak hayatını kaybederken geriye kalan 121 kişi de Filistin’e gider. Bu arada 23 Aralık 1940 tarihinde Silivri açıklarında batan gemiden kurtarılan Yahudi göçmenlere yardım etmek amacıyla Sofya Musevi Heyeti Merkeziyesi tarafından İstanbul’a Nissimoff ve Rosendelf isimli iki Yahudi görevlinin gönderilmesinin söz konusu olduğu açıklanır. 

Bakanlar Kurulu tarafından 13 Ocak 1941 günü alınan kararla söz konusu bu iki kişiye Yahudi kazazedelere yardımcı olacak maddi bir destekle gelmeleri 
hâlinde kısa süreli olarak vize verileceği de açıklanır.28 Bu arada Yahudileri taşıyan ve Köstence’den İstanbul’a gelmekte olan Bülbül, Mefkûre ve Morina 
adlarındaki üç gemiden 84 tonluk Bülbül ve Mefkûre 4 Ağustos 1944 gecesi saat 24.00’te Bulgaristan’ın Ahtapolu ve Rezve bölgeleri arasında belirlenemeyen üç denizaltının saldırısına uğrar. Birbirine 7 mil mesafede ve aynı rota üzerinde Filistin’e giden bu Yahudilere yardım için Türkiye’nin tahsis ettiği ve Türk bayrağı taşıyan gemilere yapılan bu saldırıda Mefkure’de 700, Morina’da ise 3085 Yahudi bulunmaktadır. Saldırıda Mefkûre batarken 295 Yahudi ile gemide çalışan 2 gemici de kaybolur.29 6 tayfa ve 5 mülteci de Bülbül gemisi tarafından sağ kurtarılırlar. Saldırıdan kurtulmayı başaran Mustafa Engur idaresindeki Bülbül gemisine ise hava şartlarının çok kötü olması yardımcı olmuştur. 8 Türk personeliyle yola çıkan 84 grostonluk gemi Romanya’dan aldığı 405 Yahudi mülteciyi İstanbul’a götürürken havanın bozmasıyla saat 12.00 sularında İğneada limanına sığınır ve saldırılardan kurtulur. Yahudiler İğneada’da Kızılay yetkililerine teslim edilir. 

Bu 405 kişi daha sonra Kırklareli, Tekirdağ ve İstanbul valiliklerinin kontrolünde trenle İstanbul’a getirilir.30 Aynı gün Şile limanına bağlı ve 300 Yahudi göçmen taşıyan Kâzım Kaptan yönetimindeki 40 grostonluk Atabolu gemisi de gece 04.00 sularında kimliği bilinmeyen başka bir savaş gemisi tarafından batırılır. Bu gemiden kurtarılan 6 tayfa ile 6 Yahudi göçmen de Bülbül gemisiyle İğneada’ya getirilir.31 

Türkiye’ye Gelen Diğer Mülteciler ve Yahudiler 

Avrupa’da Yahudi göç akımının başlamasından sonra Türkiye’de yaşanan ilginç bir gelişme ise “memleketimizde vatandaşlar arasında nifaka sebebiyet verecek mahiyette olduğu görülen Yahudi Muhaceretleri” isimli kitabın Bakanlar Kurulu tarafından 25 Eylül 1949 tarihinde Matbuat Kanununun 51. maddesine göre dağıtılmasının yasaklanması ve toplatılmasıdır.32 24 Mayıs 1944 günü İstanbul-Şile limanına gelen bir Alman motorundaki 64 Alman ve Romen subay ve askeri de Boğaz Komutanlığı tarafından teslim alınır ve Gazel römorkuyla İstanbul’a getirilir.33 Bu arada Filistin’e gitmek için Türkiye’ye transit vize ile giren fakat Suriye’den geri çevrilen 1 Romen, 2 İspanyol, 1’i İngiliz ve 143’ü Bulgar pasaportu taşıyan 147 Yahudi, Türkiye’den yardım talebinde bulunur. Islahiye’de bekletilen grubun 105 kişilik ilk grubu trenle İstanbul’a getirilir ve Yahudi teşkilatına teslim edilir. Bu gruba İstanbul’da bekletilen 40 kişilik bir grup da eklenir ve Aksu vapuruyla bu göçmenler 16 Ekim 1945 günü Hayfa’ya gönderilirler.34 Türkiye’nin bu insanlara bir başka yardımı ise İstanbul’da bulunan Yahudi örgütlerine müdahale etmemesi ve çalışmalarına müsaade etmesidir. 

Yahudilerin Durumu ve Türkiye’nin Yardım Faaliyetleri 

Bu arada ülkelerini terk ederek Türkiye kanalıyla Filistin’e gitmek isteyen ve deniz yollarını tercih eden Yahudi göçmenler konusu da ciddiyetini korumaktadır. İngiltere’nin kendi iç siyaseti ise Yahudilerin Filistin’e getirilmesine açık değildir. Yahudilerin bulundukları ülkelerden ayrılarak Filistin’e gelmeleri daha diplomasi masasında İngiltere tarafından engellenir.35 Amerikan hükûmetinin Yahudi mülteciler ve göçmenlerle ilgili çok sıkı kurallar koyması, Avrupa kıtasında bu Yahudilerin Filistin’e gidebilmek için kullanacakları en uygun yerlerden Portekiz’in ise 22 Ekim 1940 tarihinde çıkardığı bir yasayla Yahudilerin topraklarını geçiş için kullanmalarına yasak getirmesi sonrasında tek kaçış yolu olarak Türkiye 
kalır.36 Portekiz’in aksine Türkiye, 20 Şubat 1941 tarihli kanunla Yahudilere transit vize konusunda her türlü kolaylığı hazırlar.37 Filistin’e gitmek isterken 
yakalanan Pepo Eskenazi’ye bir emniyet görevlisi “ Biz sizlerin Filistin’e gitmek istediğinizi biliyoruz. Buna karşı koymak için hiçbir sebebimiz yok. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***