1 Nisan 2017 Cumartesi

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 2


 İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE ORTA DOĞU’YA YAHUDİ GÖÇÜ, BÖLÜM 2


Suçunuzu itiraf edin, protokolü imzalayın, hemen serbest bırakılacaksınız. 

Ceza hafiftir, sadece Pasaport Kanununa aykırı davranmakla suçlanacaksınız.”38 der. Bu bağlamda “Türkiye’nin tutumu devlet ve millet olarak övgüye layıktır.”39 Esasında daha savaş başlamadan önce özellikle “Almanya’da nasyonal-sosyalist rejimin kurulmasından sonra haklarında tatbik edilmeye başlanılan cezri muameleler dolayısıyla orada barınamayacaklarını anlayan Yahudilerin bir kısmının memleketimize gelerek yerleşmek niyetinde oldukları”40 görülmüş ve böylece Türkiye’ye Yahudi akını başlamıştır. Bu noktada denebilir ki eğer Hitler ve Yahudi soykırımı söz konusu olmasaydı belki de bugün İsrail devleti diye bir devlet asla söz konusu olmayacaktı. İlginç olan bir nokta ise özellikle Avrupa’da 
Hitler’in Yahudiler üzerindeki baskıları artıp bir soykırım ortaya çıkarken İngiltere’nin de buna paralel olarak Yahudi göçmenlere yönelik kısıtlama larını artırmasıdır. Bu arada Türkiye’de Yahudi ‘kesafetini önlemek üzere’ bu Alman Yahudileri ülkeden çıkarılmaya başlanırlar. Bu kişiler kendilerine verilen makul bir sürenin sonunda ülkeyi terk edeceklerdir; ancak yine de pek çok Yahudi, İsrail devleti kuruluncaya kadar sınır dışı edilmezler veya Türkiye’den ayrılmazlar.41 Öte yandan Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya vasıtasıyla 25 Ocak 1938’de alınan ve Hariciye Vekili Şükrü Saraçoğlu’na iletilen talimata göre Romen tebaası olanlar Türkiye’de “mukabele bilmisil” olarak iki aydan fazla oturamazlar. Bu kural saklı kalmak şartıyla Türkiye’ye geçici bir süre için gelecek olan Yahudiler veya bunların aileleri Türkiye’den sonra gideceği yerin vizesini de almış olacaktır. Türkiye’ye gelecek olan Yahudilere ancak bir aylık geçici ikamet müsaadesi verilecektir. Bu şekilde Türkiye’ye gelmiş olan Yahudilerin İstanbul’da kaldıkları süre içinde geçineceği ve Türkiye’den ayrılırken de bineceği geminin navlun ücretine yetecek kadar parası bulunduğunu polise nakit olarak göstermesi gerekmektedir. Söz konusu bu para tek bir kişi için 300 lira karşılığı döviz ve her nüfus için de 150 lira karşılığı döviz olarak hesaplanacaktır. 
Türkiye’den Boğazlar vasıtasıyla geçecek olan Yahudileri taşıyan gemilerin İstanbul’da limana uğraması ve Yahudi göçmenlerin karaya çıkıp çıkamayacak ları konusundaki kararı ise yetkili polis görevlileri verecektir. Muhacir statüsünde geçici olarak Türkiye’ye gelen Yahudilerin sayısı da aylık 200 kişiyi geçmeyecek tir. Bu miktardan fazla Yahudi’nin gelmesi hâlinde o sayı kadar Yahudi’nin Türkiye’den ayrılması sağlanacaktır. Ayrıca Türkiye gerekli şartlara sahip olsalar dahi Yahudi göçmenlerin karaya ayak basmalarına ve İstanbul’a gelmelerine izin verip vermemekte serbest olacaktır. Alınan bu kararlara rağmen Türk hükûmeti ve yetkililer özellikle Yahudi göçmenler konusunda inisiyatifi esnek tutarlar ve yazılı kuralların neredeyse hiçbirini uygulamaya geçirmezler.Bu durum Dâhilliye Vekaletince 10 Ağustos 1938’de valiliklere gönderilen 40330 sayılı yazıya da “son zamanlarda bu emre karşı müsamaha edildiği” şeklinde yansır. 42 ,43, 

Bu arada merkezi Bükreş’te bulunan Turısmul Mondial isimli bir seyahat şirketinden gelen bir mektupta ise Paskalya yortuları nedeniyle Nisan 1939 döneminde Türkiye’deki törenlere katılmak isteyen Romanya uyruklu Yahudilerin Türkiye’de kalıp kalamayacakları, icap ederse bu Yahudiler için şirketin İstanbul bürolarından yer verilebileceği belirtilir.44 Ayrıca Çekoslovakya’nın işgalinden sonra Türkiye’de yaşayan bazı Çekoslovakların Alman konsolosluklarında pasaportlarını değiştirdikleri ve Alman pasaportları aldıkları ve ikamet izni almak için bu pasaportlarla müracaat ettikleri anlaşılır.45 Bu şekilde müracaatta bulunanlara eski durumları “kurcalanmayarak” Alman uyrukluymuşlar gibi ikamet tezkeresi verilmesi kararlaştırılır. Ancak İstanbul’da yaşayan Çekoslovakya  Yahudilerinin Almanya’nın İstanbul Konsolosluğuna yaptıkları pasaport müracaatlarına olumsuz cevap aldıkları, kendilerine Alman pasaportu verilmediği, eski pasaportlarının da müddetlerinin dolduğundan problemler 
yaşandığı da ortaya çıkar. Çekoslovak pasaportlarının süresi biten ve bu suretle pasaportsuz kalan bu insanların Türkiye’de ne şekilde kalabilecekleri 
ise belli değildir. Çekoslovakya’nın hukuki durumu henüz netleşmediğinden elinde pasaportları bulunmayan ve haymatlos olup olmayacakları 
bilinmeyenler tartışma konusu olur ve “Çekoslovakya’nın yeni vaziyeti hükûmetimizce tanınmış ve tasdik edilmiş olmadığı cihetle Çek pasaportlarının muteber addedilmesi icap edeceği gibi müddeti nihayet bulan bu pasaportların tecdidi için hamileri tarafından yapılan müracaatların alman konsoloslukları tarafından isaf edilmemesi de Çek tebaasının haymatlos vaziyetine girmelerine istilzam edemez.” denilir.46 Öte yandan ikamet izni için Slovak pasaportuyla müracaat edenler olursa böyle bir hükûmetin hukuken mevcut olmadığından hareketle buna göre davranılması kararı çıkar. Ayrıca asli Alman vatandaşlarına mahsus pasaportlarla gelmeyen ve ellerinde Almanlar tarafından himaye edilenlere verilen pasaportlar bulunanlarla ilgili olarak da Dışişleri Bakanlığından görüş istenmesi gerektiği duyurulur. Bu dönemde Türkiye, savaşın dışında olsa da özellikle İstanbul neredeyse dünyanın dört bir köşesinden gelen başta Rus, İngiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı casuslar, istihbaratçılar ve karşı istihbaratçılarla dolu bir merkez hâline gelmiş durumdadır.47 

Bu dönemde Polonya’daki yardıma muhtaç Yahudilere ve Yahudi çocuklara yardım maksadıyla yiyecek gönderilmesine müsaade edilmesi için 4 Kasım 1941 
tarihinde İstanbul’da Agudat İsrail Beynelmilel Yardım Cemiyeti üyesi Haham M.Segal imzasıyla gönderilen yazıya da olumlu cevap verilir.48 Kızılay Cemiyeti vasıtasıyla gönderilecek yardım malzemelerinin oluşturulan bir komisyon tarafından kontrolünü müteakip gönderilmesi de böylece karara bağlanır. Öte yandan Polonya’nın İstanbul Başkonsolosluğu tarafından 17 Mayıs 1940 tarihinde Kızılay Cemiyeti Umum Merkezine gönderilen bir yazıda Türkiye’de çalışan Polonyalı mültecilerin Almanya-Polonya çatışmalarında ailelerini bırakıp geri çekildikleri, bu kişilerin bazı akrabalarının da esir oldukları belirtilir ve Polonya’daki bu insanlara yardım için Türkiye’de yaşayan Polonyalılar tarafındanbir yardım heyeti oluşturulduğu ve 1929 tarihli Cenevre Mukavelenamesine göre Polonya’ya yardım göndermek istedikleri belirtilir.49 Toplanan Bakanlar Kurulu ise Polonyalı esirler ve Polonyalı Yahudilere yardım malzemelerinin gönderilmesine müsaade eder. Bu gıda malzemeleri bir defaya mahsus olarak gönderilecek olan 65 kilo domuz yağı ile 60 kilo jambon ve her ay gönderilecek 40 kilo tereyağı, 40 kilo zeytin ve 40 kilo soğandır.50 Bu yardım 
paketlerinin gönderilmeye başlamasından kısa bir müddet sonra Polonya Sefareti tarafından Hariciye Vekaletine yapılan müracaatla Almanya’daki harp esiri Polonyalılara her ay gönderilmesine müsaade edilen kontenjana tabi koli adedinin esirlerin çokluğu nedeniyle 150’den 500’e çıkarılması talep 
edilir51 ve 150 koli sınırlaması kaldırılarak 300 koli gönderilmesine izin verilir. 23 Mayıs 1941 tarihinde İngiltere sefareti tarafından yapılan açıklamada da 

Almanya’daki İngiliz harp esirlerine Kızılay vasıtasıyla gönderilmesi istenen kitap ve ayakkabılar konusunda bilgi verilir ve yardım istenir.52 

Yahudi Sanatçılar ve Türkiye’nin Yardımları 

Türkiye’nin Yahudilere yardım girişimleri ve desteği sadece Balkan ülkeleriyle sınırlı değildir.53 Yahudi asıllı bilim insanlarının ve sanatçıların Nazi baskısından kaçarak Almanya’yı terk etmeleri sonrasında bu insanlara kucak açan ülke de Türkiye olur.54 Böylece Türkiye gerek yurtiçinde, gerekse yurt dışında Yahudilere yardım için elinden gelenin fazlasını yapar;55 

“…Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun 1492’de İspanya’dan kovulan İspanyol Yahudi mültecileri kabul edişi gibi Türkiye, Hitler’in Almanya’da iktidara geldiği Ocak 1933 tarihinden başlayarak Yahudi mültecilerine kapılarını açmıştı. Yalnız bu kez, besbelli nedenlerden, mülteciler kitle hâlinde değil de daha seçilerek kabul edilmişlerdi. 1940’daki Alman zaferlerinden sonra Türkiye, Almanya’yı tahrik etmek istememiş ve Yahudi mültecilerin Türkiye’ye gelişleri veya Türkiye’den geçişleri, göze batmayacak şekilde ve sessizce yapılmıştı. Savaşın en karanlık günlerinde bile Türkiye’nin kapıları sınırlı şekilde de olsa mültecilere daima açık kaldı… Savaşın gidişatının değişmesiyle,1943 ilkbaharından başlayarak Türkiye’nin Yahudilere yardımı artmıştır.1944 yılında Türkiye, Almanya ile ilişkilerini kesmiş ve bundan sonra Türkiye’den Yahudilere yardım apaçık ve kitlesel bir hâl almıştır…” 

Bu arada başta Bulgaristan, Romanya, Yunanistan olmak üzere Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Macaristan ve Almanya gibi ülkelerde ve Avrupa’nın farklı köşelerinde Türk vatandaşı olsun olmasın pek çok Yahudi de Türk diplomatlarının girişimleri ve inisiyatif kullanmaları sonucunda hayatta kalırlar. Ülke içinde, gelen Yahudilere yönelik bu yardımlar devam ederken yurt dışında da Türk büyükelçilik ve konsoloslukları da yardım faaliyetleri içindedir ve bu durumdaki Yahudiler için “Türk vatandaşlığına geçmek için işlemleri devam etmektedir. Yazışma sonucu beklenmelidir.” gibi evraklar düzenlemek suretiyle onları kurtarma yoluna gider.56 Bunlara ilaveten bazı Türk konsolosluklarında ise Ankara tarafından düzenlenmiş, kimlik kısımları boş bırakılan belgeler de acil durumlarda kullanılmak üzere hazır tutulmuştur.57 Özellikle Nazi subayları ve Gestapo tarafından mallarına ve canlarına bir zarar verilmemesi için evlerine Türk vatandaşı olduklarına dair yazılar asılır. Ayrıca Türk diplomatları kendi hayatlarını tehlikeye atmak pahasına Nazi görevlilerine müdahale ederek Yahudilerin temerküz kamplarına götürülmelerine de engel olurlar. Örneğin Viyana Başkonsolosu İsmail Hakkı Okday, konsoloslukta bulunan boş pasaportları yardım isteyen Alman Yahudilerine vererek hayatta kalmalarını sağlar.58 Alman işgali altındaki Rodos adasında da Alman askerleri Yahudileri kamplara sevk etmektedirler. Yahudileri gaz odalarında, kamplarda veya psikolojik baskı altında tutmak suretiyle ortadan kaldıran Alman yetkililere göre ise “Kalite olarak çok düşük oldukları için” Yunanistan Yahudileri bu şekilde ortadan kaldırılmıştır.59 Bu yardımlarla ilgili olarak savaştan sonra Rodos başkonsolosu Selahattin Ülkümen’e Kudüs’te ‘Yad Vashem’ Soykırım 
Kurbanlarını ve Kahramanlarını Hatırlama Kurulu tarafından ‘Yahudi yaşamını kurtaran Yahudi olmayanlara verilen ‘Hassid Umot Ha’olam’ ödülü verilir.60 25 Ocak 1943-1 Eylül 1944 döneminde Rodos’ta görev yapan Selahattin Ülkümen’in Rodos Başkonsolosluğu görevine gidişi de son derece maceralı olmuştur. Alman savaş uçakları tarafından defalarca bombalanan konsoloslukta göreve başlayabilmek için İzmir’den kayık kiralamak zorunda kalan Ülkümen, işgal sonrasında da Yahudileri ve bu Yahudilere yardım ettikleri gerekçesiyle bölgede kayıkçılık yapan Türkleri temerküz kamplarına göndermek isteyen Alman işgal kuvvetleriyle çatışmaya girer ve hepsinin hayatını kurtarır. 

Özellikle Balkanlar’dan ve Trakya üzerinden Türkiye’ye giriş yapan Yahudilere gerekli tıbbi müdahalede bulunulur, yiyecek ihtiyaçları karşılanır ve Kıbrıs veya Suriye’ye gitmeleri konusunda yardımcı olunur. Suriye’deki Fransız yetkililerin gelen mültecilere zorluk çıkarmamaları, mültecilerin Suriye sınırını tercih etmelerine neden olur. Suriye’ye kabul edilen Yahudilerden askerlik yaşında olanlar askere alınırken geriye kalanlar da Filistin veya Mısır’a nakledilirler.61 

Trenlerle Gelen Mülteciler 

Esasında Orta Doğu’nun petrolünden yararlanan ve bölgenin yeniden karışmasını istemeyen İngiltere, bir yandan Yahudileri gücendirmemeye çalışırken öte yandan Araplara karşı da dengeli bir politika gütmeye çalışmaktadır. Zaman içinde Arap petrolüne olan ihtiyaç da göz önüne alınacak olursa İngiltere’nin durumu da ortaya çıkar. Bu arada Yahudi göçmenleri taşıyan gemilerin özellikle Türk karasularından geçerek Akdeniz’e açılması ve Filistin’e gitmesi de İngiltere için başlı başına bir sorun teşkil eder. Türkiye bir yandan deniz yoluyla gelen Yahudilere yardımcı olmaya çalışırken trenle gelecek olanlar için de tedbirler alınır. Özellikle Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’dan gelecek Yahudi göçmenler için bir sınırlama getirilmesine rağmen bu kısıtlamalar Türkiye’nin ince politikası ve inisiyatifiyle daha sonra gevşetilir. Struma gemisinin Türkiye üzerinden Filistin’e gitmek üzere yola çıkmaya hazırlandığı günlerden hemen önce 21 Kasım 1941 günü Bükreş’te 21 Yahudi göçmen Köstence’ye gitmek üzere trene binerler. Köstence’de görevlilere verilen rüşvetler vasıtasıyla gümrükten kolayca geçilir; ancak bu durum göçmenlerin değerli eşyalarının 
görevliler tarafından gasp edilmesine engel değildir. Dor de Val limanında bir tekne satın alınır ve üç denizci kiralanır, tekne Köstence’den ayrılır ayrılmaz 
arıza yapar, motor bozulur ve rüzgârla sürüklenmeye başlar. Bulgaristan kıyılarına yaklaştığında kıyıdan açılan ateşle karşılaşan göçmenler dört gün 
boyunca denizde başıboş bir şekilde sürüklenirler ve Karadeniz kıyılarında kayalıklara takılıp kalırlar. İki günlük bir bekleyişten sonra avcılar tarafından 
bulunan Yahudi göçmenler bölgedeki Türk askerlerince otobüsle İstanbul’a getirilerek bir otele yerleştirilirler. Burada Yahudi Ajansı sorumlusu Simon 
Brod tarafından Türk yetkililerle yapılan görüşmelerde bu Yahudi göçmenlerin geriye gönderilmemeleri üzerinde anlaşmaya varılır.62 Bunlara ilaveten 19 Mart 1942 tarihinde 14 Yahudi göçmenle İstanbul’a gelen Mihai gemisi, Mihrace isimli gemiyle 16 Mayıs 1942 tarihinde gelen 36 Romen göçmen, Dordeval isimli gemiyle 23 Temmuz 142 tarihinde gelen 21 Romen, Euxen isimli gemiyle 2 Ağustos 1942 tarihinde gelen 14 Romen, 25 Ağustos 1942 tarihinde Karaburun’da batan Avrupa isimli gemiyle gelen 22 Romen, Karataş’ta 16 Eylül 1942 tarihinde karaya oturan Dora isimli gemiyle gelen 15 Romen, Karadeniz’de 1 Ekim 1942 tarihinde batan Tacorw isimli gemiyle gelen 120 Romen de ülkelerinden kaçarak Türkiye’ye sığınır. Bu dönemde toplam 21 seferde Türkiye’ye gelen 7136 göçmenin 6084’ü ülkeden ayrılırken 159 kişi Türkiye’de yaşamayı tercih eder. Ayrıca 893 kişi de değişik zamanlarda meydana gelen gemi kazalarında hayatlarını kaybeder.63 

 Bu karar daha yürürlüğe girmeden İngiliz idaresi 1944 yılbaşında yeni bir açıklamada bulunur ve her ay 1500’den fazla mülteciye müsaade edilmeyeceğini duyurur. 

Türkiye Yahudi mültecilere gereken her türlü kolaylığı sağlarken bizzat Yahudi Ajansı kanalıyla gemiler tahsis etmek suretiyle de kurtarma çalışmalarının içine girer. Bu arada 18 Haziran 1943 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında alınan bir kararla Türkiye ülkeye gelmiş olan mültecilere yardıma muhtaç oldukları dönem içinde her türlü yardım ve kolaylığı göstereceğini bir kere daha taahhüt etmiş olur.64 İngiliz Sömürgeler Bakanlığı da İstanbul’da görevli İngiliz pasaport görevlisinin bundan sonraki dönemde çocuk olsun, yetişkin olsun Türkiye’ye kadar kaçmayı başarabilmiş olan Yahudilerin güvenlik kontrolünden geçtikten sonra Filistin’e gitme hakkına sahip olduklarını bildirir.65 

Türkiye’ye Gönderilen Şükran Duyguları ve Teşekkür Mesajları 

Türkiye’nin Yahudilere yönelik gösterdiği kolaylık ve bu insanların Türkiye’den transit geçme konusundaki isteklerine destek olması Filistin’deki Yahudi kuruluşlarının da takdirini kazanır. 9 Ekim 1940’ta Filistin Musevi Muhaceret Ajansı Başkanı Chaim Barlas tarafından dönemin Türkiye başbakanına gönderilir.66 24 Ocak 1945 tarihinde Dışişleri Bakanlığına gönderilen Filistin Yahudi Ajansı imzalı yazıda da bu takdir ve teşekkür duyguları ifade edilir.67 Filistin Yahudi Ajansı tarafından Kudüs Başkonsolosluğuna gönderilen bir yazıda çeşitli Yahudi meseleleriyle ilgilenmek üzere Ankara’ya gönderilmiş olan Eliyah görevlisinin Türkiye’de irtibata geçtiği Türk yetkililer tarafından büyük bir hüsnükabul gördüğü ve Yahudi mültecilere karşı Türk yetkililerin yaklaşımının son derece içten ve insani olduğu belirtilerek teşekkür edilir ve “bu insani kurtarma faaliyetine olan yardımın imkân olduğu nispette artacağına” inanıldığı belirtilir.68 

Bu dönemde Türkiye’nin Yahudi göçmenler dışında yardım etmeye çalıştığı bir başka husus ise daha önce Alman ve İtalyan savaş esirleriyle İngiliz savaş esirlerinin İzmir ve Mersin’de Türkiye’nin kontrol ve gözetiminde yapılmasında olduğu gibi farklı ülkelere ait sivil ve askerlerin mübadele edilmesidir.69 Bu girişimlerden birisi de Suudi Arabistan’daki İtalyanların İngilizlerle mübadelesidir.70 Bu konuda bir başka karar ise Almanya’da bulunan Filistinli Museviler ile Filistin’de yaşayan Almanların mübadelesinin İstanbul’da yapılmasının kararlaştırılmasıdır.71 

Yahudi göçmenler dışında, 24 Mayıs 1944 günü İstanbul Şile limanına gelen bir Alman motorundaki 64 Alman ve Romen subay ve askeri de Boğaz Komutanlığı tarafından teslim alınır, Gazel römorkuyla İstanbul’a getirilir.72 Türkiye’nin bu insanlarla ilgili bir başka yardım ve kolaylığı ise özellikle İstanbul’da faaliyette bulunan Yahudi örgütlerine müdahale etmemesi ve çalışmalarına müsaade etmesidir. Ayrıca tren yoluyla Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’dan gelebilen Yahudilere de aynı şekilde yardım eli uzatılmaktadır. Bu bağlamda “Türkiye’nin tutumu devlet ve millet olarak övgüye layıktır.”73 

Struma Gemisinin Batması 

İkinci Dünya Savaşı döneminde Yahudi göçüne damgasını vuran olaylardan birisi 769 yolcusuyla 8 Aralık 1941 günü yola çıkan Struma gemisinin batmasıdır. 12 Aralık 1941 tarihinde Çanakkale Boğazı’ndan geçen gemi yaklaşık 40 dakika sonra motorundaki arıza nedeniyle 15 Aralık 1941 günü İstanbul’a gelir. Burada Panama bandıralı74 148 grostonluk gemideki Yahudiler sağlık kontrolünden geçirilir ve “makinesine arıza olan sakatlık dolayısıyla tevakkufa mecbur kalan Struma’da sıhhi nezaret altına alınan” 769 Yahudi göçmenin sağlık ve iaşe vaziyetlerinin günden güne bozulduğu ve bulaşıcı hastalık tehlikesinin baş gösterdiği belirtilir.75 Öte yandan arızanın giderilmesi için uğraşan Türk teknisyenler makine dairesindeki arızanın kasten çıkartıldığını da ortaya çıkarırlar. Arızanın derhâl tamir edilememesi nedeniyle İstanbul’da kalış süreleri uzayan Yahudiler yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayıp sağlık problemleri de ortaya çıkınca başta geminin bir an evvel tamir edilmesi olmak üzere acil tedbirler 
de alınmaya başlanır.76 Gemiyi tamir eden Şefik Civa ve Nuri Gökser isimli Türk teknisyenler iki saatlik deneme sonrasında gemide ciddi bir arızanın kalmadığını ve geminin yola çıkabileceğini belirtirler.77 “Limanımızda bulundukları müddetçe kendilerinden insani yardımlarımız esirgenmeyen” Yahudi göçmenler konusunda bu Yahudileri kabul etme ihtimali olan devletlerle de Ankara’daki temsilcilikleri vasıtasıyla irtibata geçilir.78 

Geminin İstanbul’a zorunlu demir atmasının esas sebebi ise İngiltere’nin bu dönemde hayata geçirdiği bir kanunla mülteci taşıyan gemilerin kaptanı dâhil bütün mürettebatının tutuklanacağını ve gemilere de el konulacağını açıklamasıdır.79 İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Knatchbull-Hugessen, 
Dışişleri Bakanlığına çağrılır ve burada kendisine geminin Filistin’e girmesine izin verip vermeyecekleri sorulur. Bu konudaki tek istisna ise Türk hükûmetinin gemideki mültecilere müsaade edilmesi yolundaki baskılarının bir sonucu olarak çok daha sonraları gelir ve gemideki 16 yaşın altındaki çocuklara vize verileceği açıklanır.80 Türk hükûmeti ise daha önce Bulgaristan’dan Filistin’e gitmekteyken 70’i çocuk 200 yolcusuyla batan Salvador gemisinin akıbetinin bu insanlara da olmaması için gemiye izin verilmemesi hâlinde Karadeniz’e geri gönderileceğini açıklar. Bunun üzerine İngiliz Büyükelçi kendi inisiyatifiyle hareket ederek geminin tekrar Romanya’ya geri gönderilmesinin uygun olmadığını ve Struma’nın Filistin’e gitmesi hâlinde yasa dışı olmasına rağmen Musevi mültecilerin iyi karşılanacağını belirtir.81 Aynı anda İngiltere Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Oliver Harvey ise bu duruma isyan ederek “Bu zavallı mülteciler için hiçbir şey yapılamaz mı? İngiltere bu kadar insanlık dışı bir karar almak 
zorunda mı? Bu yolcular geri gönderilirse hepsi öldürülecek.” der.82 Hacim olarak çok küçük; ancak yolcu sayısının çok fazla olması, sağlık açısından 
çok kötü şartlar içinde bulunması ve bu Yahudi göçmenleri başka bir gemiyle Filistin’e nakletme imkânının o dönem içinde bulunmaması nedeniyle vize 
temin etmek suretiyle ve kara yoluyla ülkeden ayrılmalarını sağlamak amacıyla Ankara’daki ilgili devletlerle bir kere daha irtibata geçilir.83 Ankara’da ilgili ülkelerin büyükelçilikleriyle yapılan görüşmelerde özellikle İngiltere’nin olumsuz tavrı ön plana çıkar ve sonuç olarak gemi Alemdar isimli bir römorkör ile çekilmek suretiyle Karadeniz’e çıkarılır. Böylece “geminin cer suretiyle Karadeniz Boğazı’ndan açık denize çıkarılması ve şayet gemi tekrar boğaza dönerse aynı suretle geri çevrilmesi için icap edenlere gereken tebligatın yapılmasına” karar verilir.84 23 Şubat 1942 günü Karadeniz’e açılan gemi ertesi gün Yön Burnu’nun 5-6 mil açıklarında patlamanın ardından batar ve 767 kişiye mezar olur. 
Struma ile ilgili en büyük suçlama ise “Eğer Filistin yönetiminin en ufak bir iyi niyeti olsaydı böyle bir sonuçla karşılaşılmazdı.” diyen Dünya Siyonist Organizasyonu 

Başkanı Dr. Chaim Weizmann’dan gelir. Gemiden hayatta kaldığı bilinen iki kişiden sadece David Stoliar ortaya çıkmış, kazadan sağ kurtulan Medea 
Salamovici hakkında ise hiçbir bilgi yoktur. 85, 86, 87, 88, 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder