1 Nisan 2017 Cumartesi

ARAP - İSRAİL ANLAŞMAZLIĞININ BÖLGENİN GÜVENLİĞİNE VE GELECEĞİNE ETKİLERİ BÖLÜM 1



ARAP - İSRAİL ANLAŞMAZLIĞININ BÖLGENİN GÜVENLİĞİNE VE GELECEĞİNE ETKİLERİ.,
BÖLÜM 1 



SUNUŞ 
ON BİRİNCİ ASKERî TARİH SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ II

Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


FİLİSTİN’DE ARAP - İSRAİL ÇATIŞMASININ KÖKENİ - YAHUDİ YERLEŞMECİLİĞİ 

Doç. Dr. Celalettin Yavuz* 
* Jeopolitik ve Harp Tarihi Uzmanı, 
celalettinyavuz@yahoo.com, 

5.1.2007. 


Osmanlı topraklarına İspanya’dan 1490’lı yıllarda göç etmiş olan Yahudiler her vesile ile Osmanlı Sultanı ve yönetimine şükran duygularını iletmekten geri kalmamışlardı. Hatta bu durumu, özellikle 1887-1878 Osmanlı-Rus ve Balkan Harplerinden sonra kaybedilen topraklarda yaşamlarını sürdüren Yahudiler dahi sonraki yıllarda devam ettirmişlerdi. Orta Doğu’da Osmanlı Devleti’nin yönetiminde Araplar gibi, yönetime en yakın Osmanlı unsurlarından bir diğeri de Yahudiler idi. Avrupa’daki Yahudilerin XIX. yüzyılın sonlarından itibaren “Vaat edilen topraklar”, yani Filistin’e yerleşme isteklerine Osmanlı Devleti zaman zaman engel olmuş; ancak müttefiki olduğu Almanya ya da İttihat ve Terakki Partisi içindeki Yahudi ve Masonların ileri etkileriyle bu engelleme tam anlamıyla uygulanamamıştı. Avrupa’dan Yahudi göçüne başlangıçta Osmanlı Yahudileri, özellikle de Hahambaşı pek taraftar değildi. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerin de Araplar, Sultan Abdülhamid (Hamid II)’i Müslümanların Halifesi ve Osmanlı Hükümdarı olarak görüyordu. Ne zaman ki Abdülhamid tahttan uzaklaştırıldı, güç de zamanla Padişah-Halife yerine İttihat ve Terakki Cemiyetinin eline geçmişti. İttihat ve Terakkiyi destekleyen Arapların beklentisi, İkinci Meşrutiyet’le, Osmanlı topraklarındaki Araplara geniş bir muhtariyet verilmesi yönündeydi. İttihat ve Terakkinin bu durumu benimsememesi ile Araplar, Arap bağımsızlığı yolunu açacak Haziran 1913 tarihli Paris Kongresini toplamışlardı.1 Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Harbi’ne Yahudilerin yeni bir yurt kurma, Arapların da bağımsızlıklarına kavuşma umut ve hayalleri içerisinde girmişti. Her iki milletin bir diğer ortak noktası Orta Doğu, özellikle de Filistin’di. 

Birinci Dünya Harbi’ne girilirken Osmanlı 4’üncü Ordusunun sorumluluk sahasındaki bu bölgede Siyonistlerin adeta gizli bir hükûmeti, bayrağı ve bir posta teşkilatı vardı. Maruniler ise İslam düşmanıydılar. Lübnan’da “mukaddes mücahit” denilen bir sınıf yaratılmıştı. Her Müslüman öldüren “mukaddes mücahit” oluyor, bekârsa dört ve evliyse sekiz lira maaş alıyordu. Bu paraların kaynağı da Fransa ve İngiltere idi. Dinin bu suretle alet edilmesi, karşı tepkileri ortaya çıkarmak içindi. Böylelikle halk bölücü dış propagandalarla parçalanıyor ve birbirine kinleniyordu. Suriye’de Hristiyanlık- Müslümanlık, Filistin’de Araplık-Yahudilik, Hicaz’da Şeriflik-Vehhabilik çekişmeleri Türk-Arap çekişmesinden daha azılı idi.2 Birinci Dünya Harbi sırasında ise Yahudilerin önce Çanakkale’de sembolik de olsa Türk kuvvetlerine karşı çarpışmalara katıldığı görülüyor. Ardından Filistin Cephesi’nde başlarında İngiliz komutanları olmak üzere gene Türklere karşı çarpışmışlardır. Burada önemli olan husus; bu Yahudilerin büyük bir çoğunluğunun sahip oldukları kapitülasyon haklarını kaybetmeme düşüncesiyle harp hâlindeki İtilaf devletlerinin vatandaşlığını sürdüren ve 
Osmanlı vatandaşlığına geçmeyen Yahudilerden oluşmasıdır. Zaten Dünya Siyonist Örgütünün Profesör Chaim Weizmann, Nahum Sokoloff, Ruthenberg, Wladimir Jabotonski ve Dr. Jochelmann gibi önde gelen üyeleri Rus Yahudisi olup bu kişiler Amerika ve Avrupa ülkelerindeki gibi nispeten daha rahat yaşam tarzı süren Yahudilere oranla Rusya’da büyük baskılar altında kalmışlardı.3 Bu nedenle de Rusya kökenli Yahudiler, diğer Yahudilere nispeten daha radikal düşünceli, daha sert ve çıkarlarına daha düşkünlerdi. 

Osmanlı topraklarının dışından gelip Filistin bölgesine yerleşen Siyonistlerin dışında bu bölgede çoğunlukla Araplar, yerli Yahudiler, Türkler, Ermeniler ve az sayıda çeşitli milletlerden insan yaşıyordu. Alman İmparatoru Wilhelm II’nin Osmanlı Devleti üzerindeki etkisi kullanılarak, Avrupa’dan gelen Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleri sağlanmıştı. İlaveten, harp sırasında Dünya Siyonist Birliğinin, birbiri ile savaşan İngiltere ve Almanya’da; hatta ABD’deki yönetimleri etkilemesi ile Filistin’de Siyonistler lehine birçok taviz koparmışlardı. Burada sadece Yahudilerin istekleri değil, önce İngiltere, ardından da ABD’nin emperyalist istekleri de Siyonistlerin istekleri ile örtüştüğü için bu kadar önemli ödüller alabilmişlerdi Osmanlı İmparatorluğu’nda Birinci Dünya Harbi öncesinde
420 bin civarında Yahudi yaşıyordu. Bu nüfusun 100.000’i Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarında, 60.000’i Anadolu’da, 50.000’i Suriye’de, 120.000’i Filistin’de, 60.000’i Mezepotamya’da, 30.000’i de Yemen’de idi.4 Arap tarihçisi Albert Hourani’ye göre, 1922 yılında nüfusu 750.000’i civarında olan Filistin’de nüfusun yüzde 11’i Yahudi, kalanlar ise Arapça konuşan Müslüman ve Hristiyanlardı.5 Savaş sonunda Yahudilere Filistin’de “millî yurt” kurulması yolunda en önemli adım olarak bilinen “Balfour Deklarasyonu”, elde edilen en büyük ödüllerden biri idi hiç kuşkusuz. 

İsrail Devletinin Kuruluşu - Bitmeyen Çatışmalar 

Birinci Dünya Harbi’nden sonra İngiliz manda yönetimi altındaki Filistin’de iki halk, yani Araplar ve Yahudiler arasındaki gerginlik her yıl azalmak bir yana, sürekli tırmanış göstermiş, Yahudi nüfusu da her geçen yıl göçlerle artış kaydetmişti. Filistin’de, yerli Araplarla göçmen Yahudiler arasında sürtüşme yaşanıyor, sürtüşmede yerli Arap köylüsünün, özelikle tarım alanında çağdaş yöntemleri kullanma ve makineleşme konusunda yeteneklerini kanıtlamış bulunan Yahudilere karşı üstünlük sağlama şansı yok denecek kadar azdı.6 Arap milleti Asya karakteri ve Yahudiler Avrupa karakterine sahip olduklarından aralarında oldukça fazla sorun yaşanıyordu. 1930’lu yıllarda Filistin’deki bu sorunun kaynağını araştırmak için İngiltere bir “Kraliyet Komisyonu” kurmuştu. Eylül 1937’de bu komisyonun üyelerinden Galilee, Yahudilere bir devlet kurulması teklifini getirmiş; ancak bir Arap terörist tarafından katledilmişti. Bu olaydan bir hafta sonra, 1 Ekim’de hükûmet Arap Yüksek Komitesini7 ve diğer millî komiteleri yasakladı. İlaveten altı Arap liderinin tutuklanarak sürgüne gönderilmeleri emrini verdi. Keza Arap siyasi faaliyetlerini destekleyen Pious Vakfının8 kaynaklarını dondurmuş, 1000 kişi tutuklanmıştı. Yıl içinde polis birimlerine, Yahudi yerleşim merkezlerine ve Arap halkın evlerine 438 kez hafif silahlar ve bombalarla saldırı gerçekleştirilmişti. Manda yönetimi, Arap saldırılarına karşı koymak üzere aktif görevli ve yedekler dâhil 5000 Yahudi’yi polis memuriyetine almış; ancak, hükûmetin Siyonistlerle bu ortak faaliyeti kısa süreli olmuştu. Haziran 1938’de, bir Arap otobüsüne ateş etmeye ikna edilen 
bir Revizyonist Yahudi teröristin asılmasının ardından, Yahudiler Hükûmet Binası’na saldırmış ve Arap iş yerlerini bombalamışlardı. Bu ve benzeri 
saldırılar sonucunda Hayfa’da Arap halktan 79’u katledilirken, 129’u da yaralanmıştı. 1938 yılı içinde hükûmet, 1000’i güvenlik kuvvetleri ve hükûmet 
birimlerine ait olmak üzere 5708 “şiddet olayı”nı raporlarla belgelemişti. 2500 civarındaki Arap belirli bir yerde zorunlu ikamete tabi tutulmuş, tahminen 
1000 kadar asi de polis ve güvenlik güçlerince öldürülmüştü. 1939 yılı Şubat ayı içinde İngiltere, Filistin’deki Arap liderleri ile Yahudi Cemaati liderlerini bir 
araya getirdi. Durum netlik kazanamadan 1 Eylül 1939’da İkinci Dünya Harbi çıktı. Harp sırasında İngiliz yerel kuvvetleri içinde 21.000 Yahudi ve 8000 
Arap silah altına alındı.9 1940 yılı ortalarında Siyonistler bir Yahudi devletinin sahip olması gereken tüm hazırlıkları tasarlamışlardı. Bu tasarı içerisinde 
ekonomik sistem, kendilerini korumak için bir güvenlik-polis teşkilatı ve ayrıca bir de Yahudi Silahlı Kuvvetleri vardı. Bu güvenlik güçleri ve silahlı kuvvetlerin insan kaynağı olarak da İngiltere, Fransa ve ABD silahlı kuvvetlerindeki Yahudileri düşünmüşlerdi.10 

“Yahudi Bürosu”nun11 kontrolünde, mevcudu 60.000’e ulaşan ve gittikçe artış kaydeden “Haganah” isimli bir Siyonist kuvveti 16 Haziran 1946’da ülkenin dokuz ayrı bölgesindeki köprüleri tahrip etmiş, ertesi gün “Yıldız Çetesi”12 Hayfa’daki demir yolu tesislerine saldırmıştı. Bir başka Yahudi grubu olan “Irgun” ise altı İngiliz subayını kaçırmıştı. 29 Haziran’da Hükûmet kuvvetlerince Yahudi Bürosuna mensup 2700 kişi tutuklanmış ve bunlardan 700’ü sorgulanmış, Büronun ana karargâhı işgal edilmişti. Bu ve benzeri olaylar sürmüş, bu arada Londra’da İngiliz ve Amerikalı resmî yetkililer Filistin Sorunu için bir araya gelmişler, en uygun çözümü Arap ve Yahudi bölgelerinin ayrılmasında görmüşlerdi. Bu plan ne Araplar ne de Yahudiler tarafından kabul edilmişti. Zira Araplar, çoğunluğu oluşturdukları için bağımsız bir devlet ve bu devlette azınlıklara geniş haklar verilmesini istiyordu. Siyonistlere göre de Filistin bir Yahudi cumhuriyeti olmalı ve Yahudi Bürosunun kontrolündeki Yahudi göçüne açık olmalıydı. Şubat 1947’de İngiliz Yüksek Komiserliği gelecek iki yıl içinde bölgeye 100 .000 mültecinin girmesine izin verilmesini önermişti. Bu öneri de hem Araplar (Arap Yüksek Komitesi de dâhil) hem de Yahudi Bürosu tarafından kabul edilmemişti. 18 Şubat 1947’de İngiltere, Arapların ve Yahudilerin kendi 
devletlerini kurmak istediklerini, yapılan hiçbir öneriye yaklaşmadıklarını ifadeyle Filistin’de taraflar arasındaki sorunu çözemediğini, çözümün yargı 
yöntemiyle sonuçlanması için de BM’ye havale edildiğini ilan etmişti.13 

BM Genel Kurulu 15 Mayıs 1947’de “BM Filistin Özel Komisyonu” adlı bir özel çalışma grubunun kurularak bu kurulun Filistin’de çalışmalar yapmasına karar vermişti. Bu komisyonun çalışmaları sonunda hazırlanan Filistin Raporu 1 Eylül 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne teslim edilmişti. Bu raporda, komisyon üyelerinin oy birliğiyle benimsenen bir ilkeler demeti, oy çokluğuyla kabul edilen bir “Çoğunluk Planı” ve birkaç üyenin desteklediği diğer bir “Azınlık Planı” yer alıyordu. Keza oy birliği ile alınan karara göre manda yönetiminin derhâl sona erdirilmesi, Filistin’in bağımsızlığına kavuşturulması isteniyordu. “Çoğunluk Planı”na göre, bağımsız Filistin Devleti, Arap ve Yahudi devletleri şeklinde ikiye bölünecek ve aralarında ekonomik birlik bulunacaktı. Kudüs kenti uluslararası denetime tabi tutulacaktı. “Azınlık Planı”nda, Kudüs’ün başkent olacağı bir Arap ve Yahudi Federe devleti kurulması öngörülmekteydi. Filistin’de bağımsız bir Arap devleti kurmayı düşünen Araplarca bu taksim fikri kesinlikle kabul edilmemişti.14 

Öte yandan, ölüm ve yaralanma dâhil terör ve şiddet uygulamaları ile Siyonist Irgun ve Yıldız örgütleri Arap köylerini boşalttırıyorlardı. 1947 ve 1948 yılları içerisinde Yasin, Abu-Shusheh ve Tantura kıyıma uğramıştı. 

Arap yerleşim bölgesi Yasin’de 240-245 kişi katledilmiş, katliam günü olan 9 Nisan 1948 akşamı, BBC tarafından doğrulanmış, 10 ve 13 Nisan 1948 
tarihli New York Times ve Filistin’de 11 Nisan 1948 tarihli İbranice basın tarafından duyurulmuştu. Benzer bir katliam da 15 Nisan 1948’de İsrail 
askerlerinin top ateşi altında kalan Abu-Shusheh’te yaşanmıştı. Keza bir başka katliam da 23 Mayıs 1948 gecesi, “Birlik 33” veya “Sabbat Birliği” adı 
verilen İsrail Tugayı tarafından, Hayfa’nın güneyindeki Filistinli Arap köyü Tantura’da yaşanmıştı. Üstelik 200 kişinin katledildiği bu son katliamın 
bilimsel sonuçları bizzat İsrailli araştırmacı Theodor Katz tarafından 1998 yılında gün yüzüne çıkartılmıştır. İsrailli araştırmacıların yayımlamış olduğu 
son bilgilere göre, Siyonistler tarafından yapılan katliamların sayısı 20’yi aşmaktadır.15 

Bu gelişmeler üzerine BM, Siyonistlerin lehine ve her iki toplumu da ayrı bölgelere ayırarak “taksim etmek” suretiyle bir çözüm bulma yoluna gitti. 
Plan, İngiltere’nin Filistin’den çekilmesini isteyen ABD ve Sovyetler Birliği’nin ortak desteği ile 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulunda kabul edildi. 
Birleşmiş Milletlerin Arap üyeleri ve Filistinli Araplar bu planı kabul etmediler. Sorunun çözüme kavuşturulamadığını gören İngiltere, 14 Mayıs 1948’de 
aldığı bir kararla çareyi ülkeden çekilmekte bulmuştu.16 

Mart 1948 ayı içinde ilk kez 27 Yahudi uçağı bölgedeki savaşa katılmıştı. 8 Nisan 1948’de en aktif ve tanınmış Arap liderlerden Arap Millî Muhafızlarının Lideri Abdülkadir Huseyni17 öldürüldü18. Haganah’ın yardımlarıyla bazı yerleşim yerleri Araplardan alınmış, Irgun ise terör hareketleri ile Arap nüfusu sindirmeye çalışıyordu. 15 Nisan’dan itibaren Araplar Yahudilere saldırı hazırlıklarına başlamışlardı. Haganah, Fawzi el-Qawaqchi komutası altındaki Arap kuvvetlerine karşı ana taarruzunu 15 Nisan’da yapmış, Araplar da taarruzda başarılı olamayıp savunmaya geçmişlerdi. 19 Nisan’da Haganah, Tiberyas’ı aldığı gibi İngilizlerin boşalttığı Arap bölgelerini de ele geçirmişti. Mayıs ayı başlarında Yafa ve Akka 
Haganah’ın eline geçmişti. Akka boşaltılmış, tüm yollar göçe zorlanan Araplarca dolmuştu. 14 Mayıs 1948 günü öğleden sonra, Tel Aviv’de David Ben-Gurion İsrail devletinin kurulduğunu ilan etmiş, İngiliz manda yönetimi sona ermişti.19 İsrail, bağımsızlığını ilanının ardından henüz 11 dakikalık bir süre geçmişken ABD ve üç gün sonra da Sovyetler Birliği tarafından tanındı. 

İsrail’in kurulması ile birlikte Orta Doğu’da İngiltere’nin boşalttığı boşluğu dünyanın yeni süper gücü ABD’nin doldurduğu görüldü. 

İsrail’in bağımsızlığının ilanının ardından Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak kuvvetleri Filistin’e girdiler; ancak önemli bir başarı sağlayamadılar. BM Güvenlik Konseyi tarafları 22 Mayıs 1948’de, askerî harekâttan kaçınmaya ve ateşkes yapmaya davet etti. Bunu 29 Mayıs’ta dört haftalık bir ateşkes süresini öngören yeni bir öneri kararı takip etti. 1 Haziran’da taraflar bu karara uyacaklarını bildirdiler. Ekim 1948’den itibaren Mısır ve İsrail birlikleri arasında çarpışmalar yeniden başladı. İsrail kuvvetleri bu çarpışmalarda büyük üstünlük sağlayarak Mısır topraklarından bir kısmını da işgal etmişti. BM Güvenlik Kurulu bu kez 29 Aralık’ta yeni ve ivedi bir ateşkes önerisini daha getirdi. Mısır ve İsrail Ocak 1949 ayı başında bu öneriyi dikkate aldılar. 1949 yılının ilk yarısı içinde İsrail; Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzaladı.20 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder