2 Nisan 2017 Pazar

SUUDİ ARABİSTAN’IN SURİYE POLİTİKASI

SUUDİ ARABİSTAN’IN SURİYE POLİTİKASI 





SUUDİ ARABİSTAN’IN SURİYE POLİTİKASI 


İsmail AKDOĞAN
Arş.Gör., Sakarya Üniversitesi 


Suudi Arabistan bugün itibariyle İran, Türkiye ve Mısır ile birlikte Ortadoğu’da kilit rol oynayan en etkili dört bölgesel aktörden biridir. Zengin yer altı kaynakları sayesinde ekonomik gücü, ABD’den temin ettiği modern silahlarıyla askeri kapasitesi ve stratejik konumuyla Suudi Arabistan, bölgesel meseleler üzerinde etkinliği gittikçe artan ve bölgesel güç dengesinin muhafaza edilmesi ya da kendi lehine bir değişimin sağlanması noktasında nüfuzunu açık bir şekilde ortaya koyan bir güç merkezi haline gelmiştir. Dolayısıyla, Arap Baharı 
sürecinde Ortadoğu’da meydana gelen ve bölgesel güç dengesini değiştiren anti-statükocu toplumsal ve siyasi iklim esnasında Suudi Arabistan’ın yoğun mesai harcamasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. 

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden beri bölgesel meselelere dair politika üretmeye başlayan Suudi yönetimin temel dış politika çizgisi statükoculuk üzerine kurulmuştur. Riyad yönetimi Ortadoğu’da oluşturulan statükonun 
muhafazasını kendi ulusal güvenlik politikaları bağlamında değerlendirmiş ve bu çerçevede dış politika hedef ve önceliklerini belirlemiştir. Ancak Arap Baharı’nın beraberinde getirdiği bölgesel belirsizlik ortamında Suudi Arabistan’ın bu minvalde işleyen dış politikasında köklü bir değişim meydana gelmiştir. Suriye’de Beşar Esad yönetimi karşıtı silahlı muhaliflerin ekonomik, askeri ve diplomatik destekçileri bakımından değerlendirildiğinde Suudi Arabistan ilk sırada gelmektedir. Arap Baharı sürecinde Suudi Arabistan; Tunus, Mısır, Yemen ve Bahreyn’de rejim karşıtı halk ayaklanmaları karşısında statükocu bir pozisyon alırken, Suriye’de ise göstericilere destek vermek suretiyle anti statükocu bir tavır sergilemiştir. Bu durum Riyad yönetiminin geleneksel dış politika çizgisinden önemli bir kopuşa işaret etmektedir. 

< Eğer uluslararası politikada devletler güvenliklerini garanti altına almak ve diğer devletler üzerinde tahakküm kurarak nüfuzlarını artırmak amacıyla fırsatlar kollayan rasyonel aktörler ise Arap Baharı Suudi Arabistan için tam da böyle bir konjonktürü ortaya çıkarmıştır. Öyleyse Riyad’ın Suriye politikasını daha çok Ortadoğu’da İran ile tutuştuğu güç mücadelesi düzleminde fırsatları kazanıma çevirme politikası olarak okumak gerekiyor. İsmail AKDOĞAN  >


O halde cevabı aranması gereken soru şudur; Suudi Arabistan’ın Suriye politikasını biçimlendiren  ana değişkenler nelerdir? Veya Arap ayaklanmalarının ortaya çıktığı öteki Arap ülkelerinde değişimin karşısında yer alan Suudi Arabistan neden Suriye özelinde revizyonist bir politika izlemiştir? Suudi Arabistan’ın Suriye politikasını anlama noktasında bu ülkenin dış politikasını şekillendiren temel parametrelerin tespiti ve etkisi önemli bir yer tutmaktadır. Suudi Arabistan’ın genel olarak Arap Baharı, özel olarak Suriye politikasını belirleyen; aldığı pozisyon, tavır ve davranışlarını şekillendiren iki ana parametreden bahsedilebilir. 

Bunlardan birincisi hayatta kalma/varlığını sürdürme; diğeri ise hükmetme / bölgesel nüfuzunu artırma hedefidir. Bu iki parametre Riyad yönetiminin dış politika hedef ve önceliklerinin belirlenmesinde ve dış politika tavır ve davranışlarının şekillenmesinde kurucu rol oynamaktadır. 

Hayatta Kalma/Varlığını Sürdürme 

Birinci parametre olan hayatta kalma Suudi Arabistan için ne ifade etmektedir? Her şeyden önce Suudi yönetimi açısından hayatta kalma Suudi hanedanının hakimiyet kurduğu mevcut rejimin güvenlik ve istikrarının muhafazası anlamına gelmektedir. Suudi Arabistan 1932’de modern anlamda bağımsız bir devlet olarak kurulduğundan bu yana Suudi hanedanı tarafından monarşi ile yönetilen devlettir. Kurucu aktör olarak Suudi hanedanı, devletin temel kurumlarını kendi elinde tutmakta, ülke yönetimi ise bu hanedanlık içerisinde babadan oğula geçmektedir. Ancak devletin yönetimini elinde tutan Suudi hanedanı, bu konumunun güvenlik ve istikrarını iç ve dış tehditler nedeniyle güvence altında görmemektedir. Tarihsel süreç içerisinde hem içeriden hem de dışarıdan Suudi hanedanının ülkeyi yönetme konusunda meşru olmadığını ileri süren ve nihai olarak Suudi rejimini yıkmaya çabalayan birçok İslami hareket ve devlet ortaya çıkmıştır. Cemal Abdünnasır dönemi Mısır, 1979 sonrası devrimci İran ve 1990 sonrası el-Kaide bunlara örnek olarak gösterilebilir. 

Rejiminin güvenliğini garanti altına alma önceliği Riyad yönetiminin dış politika yapım aşamasında önemli yer tutmaktadır. Bu, aynı zamanda Suudi yönetimi tarafında ulusal güvenlik stratejisi olarak görülmektedir. 

Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecindeki Suriye politikası ile varlığını sürdürme parametresi arasında nedensellik ilişkisi kurulduğunda Riyad yönetimi ulusal güvenliğini tehlike altına sokacak bir bölgesel denklemin oluşmasının önüne geçmek maksadıyla Suriye’de anti-statükocu bir politika takip etmek zorunda kalmıştır. Çünkü Arap Baharı, bölgenin temel aktörlerinin dış politika hedef ve önceliklerini yeniden gözden geçirmek zorunda oldukları fırsat ve tehditleri beraberinde getirmiştir. 


< Arap Baharı sürecinde Suudi Arabistan; Tunus, Mısır, Yemen ve Bahreyn’de rejim karşıtı halk ayaklanmaları karşısında statükocu bir pozisyon alırken, Suriye’de ise göstericilere destek vermek suretiyle anti-statükocu bir tavır sergilemiştir. Bu durum Riyad yönetiminin geleneksel dış politika çizgisinden önemli bir kopuşa işaret etmektedir. >



Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı bölgesel değişim atmosferinde Suriye’de statükocu yahut pasif bir pozisyon alması rejimin güvenliğini tehlikeye atacak 
yeni bir bölgesel denklemi kabullenmesi anlamına geldiğinden Suudi Arabistan anti-statükocu çizgiye kayarak tehditleri dengelemeye çalışmıştır. Batı yakasında Tunus ve Mısır’da devrimlerin başarıya ulaşmasını ve Müslüman Kardeşler’in bu ülkelerde iktidara gelmesini rejimin güvenliğine tehdit olarak değerlendirmektedir. Doğu yakasında ise İran, Irak, Suriye ve Hizbullah sayesinde Lübnan üzerinden kurulan Şii eksenini kendi ulusal güvenliğine karşı hayati bir tehlike olarak görmektedir. Suudi Arabistan’da rejimin meşruiyetini sorgulayan hem Şii hem de Müslüman Kardeşler bağlantılı Sünni gruplar bulunmaktadır. Suudi yönetimi bu süreçte aktif bir şekilde tedbir almadığı takdirde ya Müslüman Kardeşler ya da Şii grupların nüfuzunu kurduğu tehlikeli bir durum ortaya çıkmaktadır. 

Bu nedenle Suudi yönetimi, monarşinin güvenliğini tehlike altına sokacak değişim dalgasına engel olamayacağının bilincine varınca söz konusu değişim dalgasını Suriye’de kendine yakın İslami gruplar üzerinden kendi lehine kontrol altına alma politikası izlemiştir. 


Hükmetme / Bölgesel Nüfuzu Artırma 

Suudi Arabistan’ın Suriye politikasını şekillendiren ikinci parametre hükmetme veya bölgesel nüfuzunu artırmadır. Genel olarak bakıldığında Suudi Arabistan, 
Basra Körfezi’nde hâkimiyet kurma, daha geniş ölçekte Ortadoğu’da ise nüfuzunu artırma politikası izlemektedir. Doğal olarak Suudi Arabistan, aynı bölge üzerinde benzer dış politika hedef ve önceliklerine sahip olan İran ile Basra Körfezi’nde üstünlük mücadelesi ve Ortadoğu’da nüfuz mücadelesi içerisine girmektedir. 

< Suudi yönetimi bu süreçte aktif bir şekilde tedbir almadığı takdirde ya Müslüman Kardeşler ya da Şii grupların nüfuzunu kurduğu tehlikeli 
bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Suudi yönetimi, monarşinin güvenliğini tehlike altına sokacak değişim dalgasına engel olamayacağı nın bilincine varınca söz konusu değişim dalgasını Suriye’de kendine yakın İslami gruplar üzerinden kendi lehine kontrol altına alma politikası izlemiştir. >


Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın bölgesel nüfuzunu artırma ve bölgesel güç dengesini kendi lehine çevirme noktasında temel rakibi olarak İran ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak, Suudi Arabistan’ın Suriye politikasının temel karakteristiği Ortadoğu’da Suudi-İran düşmanlık ve rekabetiyle yakından ilişkilidir. 



Daha önce de ifade edildiği gibi her ne kadar Arap Baharı Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik politikaları açısından güvenlik tehdidi oluşturmuş olsa da bölgesel etkinliğini artırma ve güç dengesini kendi lehine dönüştürme sürecinde değerlendirilmesi gereken fırsatları da beraberinde getirmiştir. Eğer uluslararası 
politikada devletler güvenliklerini garanti altına almak ve diğer devletler üzerinde tahakküm kurarak nüfuzlarını artırmak amacıyla fırsatlar kollayan rasyonel aktörler ise Arap Baharı Suudi Arabistan için tam da böyle bir konjonktürü ortaya çıkarmıştır. Öyleyse Riyad’ın Suriye politikasını daha çok Ortadoğu’da İran ile tutuştuğu güç mücadelesi düzleminde fırsatları kazanıma çevirme politikası olarak okumak gerekiyor. 

1979 İran Devrimi’nden bu yana Ortadoğu’da İran’ı dengeleme politikası takip eden Suudi Arabistan, Arap devletleri arasındaki tek müttefiki olan Suriye’deki Baas rejimini yıkmaya çalışmaktadır. Bu sayede Suudi Arabistan, rakibi İran’ın stratejik güvenlik zincirinde önemli bir halkayı oluşturan Suriye’yi muhalifler kanalıyla kendi eksenine almayı hesaplamaktadır. 

Suriye Baas rejiminin varlığını sürdürmesi, İran için hem ulusal güvenlik (hayatta kalma) hem de bölgesel nüfuzu (tahakküm) açısından stratejik 
önem ifade etmektedir. Şayet Suudi Arabistan, sıfır toplamlı oyun olarak gördüğü Suriye’de muhtemel bir rejim değişiminde başarılı olursa bölgedeki baş 
düşmanı ve rakibi İran’a karşı güç dengesini kendi lehine çevirmiş olacaktır. 

Öte taraftan Suudi Arabistan’ın Suriye politikası böyle bir (hayatta kalma ve nüfuzunu artırma) okuma üzerinden analiz edildiği takdirde meseleyi mezhep 
çatışması olarak görmediğimiz anlamına gelmektedir. 

Yani Suriye iç savaşında Şii İran’ın Nusayri Esad rejimine destek vermesi ve buna karşılık Sünni Suudi Arabistan’ın Sünni muhaliflere destek çıkması mezhepsel bağlantılar ve dayanışma üzerinden okumak tutarlı bir analiz çerçevesi sunmamaktadır. Diğer bir deyişle, Suudi Arabistan’ın Suriye’de Sünni muhalefet ile ittifak ilişkisi kurmasında mezhepsel benzerliğin fazla bir önemi yoktur. Burada temel bağımsız değişkenler yukarda da ifade edildiği gibi Riyad yönetiminin dış politika davranışlarını biçimlendiren iki ana parametredir. Aynı durum İran için de geçerlidir. 

Ancak bunun yanında İran ve Suudi Arabistan’ın Şii ve Sünni olmak üzere İslam’ın iki rakip mezhep anlayışına liderlik etmeleri Ortadoğu’da ve daha özelde Suriye’de iki ülkenin birbirlerine yönelik rekabet ve düşmanlıkları esnasında gerilimi tırmandırma, birbirlerinin davranış niyetlerini kötüye yorumlama ve karşılıklı korkularını artırma bakımından ara değişkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda ötekinin bölgedeki nüfuzunu zayıflatma ve bölgesel güç dengesini muhafaza etme veya değiştirme ve dış politika hedef ve önceliklerine ulaşma hususunda söz konusu mezhepsel farklılığa araç olarak işlevsel bir rol yükleme bakımından ara değişken olarak ortaya çıkmaktadır. 

Sonuç olarak, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde Suriye politikasını belirleyen ana dinamiklere bakıldığında mezhepsel dayanışmadan ziyade, bizzat 
Suudi yönetiminin ulusal güvenlik stratejisinin ve bölgesel hedef ve önceliklerinin ön plana çıktığı görülmektedir. Ancak bu süreçte Riyad yönetiminin Nusayri Baas rejimini zayıflatma ve İran’ı Suriye’de dengeleme politikası çerçevesinde mezhep dayanışmasını dış politikada bir araç olarak devreye soktuğu söylenebilir. Bu durum Suriye krizinin mezhep çatışması yerine İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesinin bir yansıması olarak okunması gerektiğini göstermektedir. 

Arş.Gör., Sakarya Üniversitesi 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder