Azerbaycan Tarihçiliğinin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 1
Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış: Tarihçiliyin Perspektifleri
Sevinc GASIMOVA
Bakü DevletÜniversitesi,
qasimovasevinc@mail.ru
Aytekin YUSİFLİ
Bakü Devlet Üniversitesi
yusifliaytekin@gmail.com
Özet
Tarih toplumda yaşanan en önemli olayları özünde yansıtıp, nesillerin hafızasına ileten ve insan hayatı ile iç içe olduğundan tarihçiler bu süreçte enerji kaynağı olarak hareket ederek, yaşanan olayları ve günlük sosyal-toplumsal süreçleri kaleme alıp, tahlil etmekle nesillere aktarma işlevini gerçekleştirirler. Tarih toplumun özünüderketmesidirse, tarixçilik (historiography) tarihçinin
kendisini derketmesidir. Eğer toplum tarihi bilmeden körse, tarihçiligi anlamayan tarihçi de tarihçi değildir. Tarihçilik tarihi eserleri sentez edip, her türlü olduğu sürenin, veya olay ve gelişmelerin kaydedilmesi, araştırılması ve araştırılma seviyesini tespit edip gelecek perspektifleri aydınlaşdırdığı için makalede, dünya tarihçiliyinin bir parçası olan Azerbaycan'da tarihi bilgilerin oluşup gelişmesi ve
bilime dönüşümü aşamalarına yeni görünümü doğrultusunda gözden geçrilecek, XIV yüzyılın başlarında tarihi biliklerde bilimsel yönün oluşmaya başlaması sürecine dikkat çekilecek, XIX yüzyıldan başlayarak çeşitli kavram ve temayullerin oluşması ve böylece hangi sonuçların elde edilmesi açıklanacak, dünya tarih elminini esas sütunu sayılan tarihçiligin gittikçe daha önemli bir
amile dönüşmesi olgularına açıklık getirilecektir. Aynı zamanda tarihi gerçekleri ortaya çıkarıp mükemmel sonuçlar elde etmeyi birleştiren tarihçiliyin perspektiflerini de belirleme konularında tartışılmasına dönüşecek, Azerbaycanda tarihçilik okullarının yeri ve önemi vurğulanmakla niçin son zamanlarda Azerbaycan'da böyle tarihi okullarının oluşmaması nedenlerine açıklık getirilmek le bunların tartışmasına yer verilecek ve kaldırma yolları belirlenecek tir.
Anahtar kelimeler: Tarih, Tarihçilik okulları, Perspektifler, Sevinc GASIMOVA, Aytekin YUSİFLİ , Bakü Devlet Üniversitesi,
Giriş
İlmi Tarihçilik (Historiografhy) tüm bilim ve tekniğin başarılar elde ettiği XIX yüzyılda oluşmuş ve toplumun belli dönemine ilişkin bilimsel eserlerin dönemsel, kronolojik, problematik formda gruplaştırıp tetkik etmeyi ve gelecek pers pektifleri ortaya çıkarmak meselelerini özünde birleştirdiğinden günümüzde tarih biliminin gelişim seviyesini müeyyenleşdirmeyi, ayrı ayrı dönemlerin incelenmesi derecesini açıklamağı, bu bilimin gelişmesine katkıda bulunan faktörleri ve engel yaratan güçleri bulup ortaya çıkarmayı, böylece bilimin gelişimini planlı şekilde yönlendirmeyi ortaya qoyacağız. Tarihçilik bilimsel toplumun yüksek bilimsel konusu gibi hep belli bir ideolojik etkilere maruz kaldığından devlet -hakimiyet ideolojisinin kondekturasına göre araştırma çalışmalarını analiz edir. Tarihçiligin siyasetten asılılığı gelişmenin tüm aşamalarında tezahürünü bulmuştur. Öyle ki, farklı dönemlerde iç ve dış faktörlerin karşılıklı gelişimi tarih bilimine çeşitli yönlerden etkisini göstermiştir. XVII yüzyıla kadar Azerbaycan'da tarihi eserler neredeyse hükümet ve devlet siparişiyle yazılmış, ayrı ayrı hükümdarların esasen hayat ve faliyyetlerini anlatan eserler daha çoğluk teşkil ediyordu. Azerbaycan'da XVII yüzyıldan başlayarak tarihi bilgilerin giderek bilime dönüşmesi sürecinin başlangıcı olarak ilk kez mülahaza yürüdüp gelecek araştırmaların hizmetine vere bilir, Azerbaycan'da tarihçiligin dövrileşmesine dair belli fikirler oluşturmak ve bilimsel sonuçlar elde edebiliriz.
Periyodik olarak Azerbaycan tarihçiligini birkaç temel döneme ayrılabiliriz:
1. Feodal tarixçiliyi,
2. Tarihin bilime dönüşümü, eğitimci-milli demokratik eğilim,
3. Tarih biliminde Sovyet dönemi,
4. Modern milli-bağımsız yön.
Aynı zamanda her bir dönemi de bir kaç aşamalara bölebiliriz.
Feodal tarixçiliyi dönemi, feodalizmekadarki tarihsel bilginin gelişimi, ilk ortaçağ dönemi, gelişmiş feodal dönemi, XVII-XVIII yüzyıllar dönemi vb. Ama şartı olarak feodal tarixçiliyi dönemini iki büyük evreye ayırmak mümkündür. Birinci aşama feodal tarihçiliyi ve tarihi bilgiler dönemi, ikinci aşama ise tarihi bilgilerin giderek bilime dönüşüme başlanması tarihsel süreci. Bu aşama XVII-XVIII asırları özünde ehtiva ediyor. Tarihin bilime dönüşümü dönemi XIX yüzyılın I yarısında sona erdiği için sürecin sona erme aşamasında, çeşitli eğilimlerin ortaya çıkıp teşekkül bulması dönemi (XIX yüzyılın II yarısı) ve burjuva-kapitalist ilişkilerin krizi ve devrimci-demokratik eğilimlerin gelişmesi (XX yüzyılın başları) dönemine ayırmak olar.Sovyet tarihşünaslığı dönemini Azerbaycan'da Sovyet döneminde tarih biliminin gelişimi ile ilgili olarak aşağıdaki aşamalara bölmek mümkündür: 1. 1920-1930 yıllar: Sovyet tarih biliminin oluşması ve gelişmesi, 2. 1940-1950 yıllar: Sovyet tarihçiliginin oluşumu ve bilimsel kavramların oluşması. Bu dönemin kendisini de iki aşamaya ayırabiliriz.
1. Büyük Vatan Savaşı döneminde tarihçilik ve savaştan sonra, özellikle Azerbaycan SSC Bilimler Akademisi yapılmasının ardından bilimin gelişmesi,
2. 1960-1980 yılları: Azerbaycan Sovyet tarihçiliyinin en yüksek gelişme dönemi. Tartışmada bunlara bir daha dikkat çekilecektir.
Yöntem: Makaleni karşılaştırmalı analiz yönteminden istifade etmekle sorunlara açıklık getirilmeye çalışilmiştır.
Tarihi bilginin bilime dönüşmesinekadarki aşamada tarihçilik
Bilindiği gibi, eski zamanlardan insanlar yaşadıkları doğayla temasta olmuş ve o zaman yaşanan süreçleri kavramaya çalışmışlardır. Zaman zaman insanların toplumda rolü artdıkca, hayat tecrübesi geliştikçe, onlar geçmişte yaşanan olaylara dönüp bakmaya ihtiyaç duymuş ve orada yaşanan iyi yönleri kendilerine örnek almış, kötü tarafları ise tekrar etmemeye çalışmışlardır. Bununla da
insanlarda hep geriye bakmak birikimi oluşmuştur. Bu deneyde onlar, kendi dönemlerinin kabile, aşiret veya küçük bir kurum başkanlarına, tarihi presedentlere istinad etmekle, onların hangi hak ve görevleri taşıdıklarını ve onları aşmamayı irad tutmuşlardır. Geçmiş dönemde yaşamış bilge ihtiyarlardan örnekler getirmiş ve kahramanlık gösteren insanlara benzemeye gayret göstermişlerdir.
Burada onlarda geçmişe karşı ilk felsefi-tarihsel bilgiler bazen mitolojik fikirlerle düzenleşmişdir.
Bu nedenle tarihi bilgilerin kuruluşunun ilk dönemleri, felsefi gözlemlerle yoğun bağlı olmuştur. Çoğu durumda ise, ekser dünya halklarının ilk tarihi bilgileri, eski mitolojik felsefi eserlerle bize ulaşmıştır. İnsanlar yaşadıkları çağın gereklerine uygun olarak, geçmişin iyi yanlarını bazen daha çok fantezilerle eşlik etmiş ve bu da onların motiflerinin mife çervilmesine yol açmıştır. Ünlü Sovyet tarihçisi B.Grekof kayıt ediyordu ki, efsanelerde tarihi gerçeğin tohumları da olabilir”. Bu nedenle tarihi araştırmayla uğraşan bilim adamları bu kaliteye öncelik vermeli ve mitolojik metinleri tarihilik açısından tetkik etmelidir.
Bilindiği gibi, çok eski bir tarihe sahip olan devletlerin tarihi çeşitli dilli kaynaklar bazında öğrenilir. Azerbaycan da böyle Devletlerdendir.
Zamanın denemelerinden çıkan bu devlet uzun yıllar yabancı imparatorlukların saldırılarına maruz kalsa da, kendi milli varlığını korumuş ve duruş
getirmiştir. Azerbaycan tarihçiliyi dünya tarihçiliyinin bir parçasıdır. Belirtmek gerekir ki, henüz yazının oluşumuna kadar basit Tarihi fikir ve tarihi bilgiler mevcut olmuş ve bu her halkın tarihinde izlenen bir süreçtir. Her bir dönemde tarihi bilgi belirli gelişim aşamalarından geçmiş ve onun yönleri mevcut olmuştur. Yazıyakadarki tarihimiz masallarda, neğmelerde, çeşitli rivayetlerde,efsanelerde ifade edildi ki, bunlar da zaman-zaman insan tefekküründen nesli hafızalara kaydedilmiş ve muhafaza olunmuştur. R.Alıye“Azerbaycan masallarında efsanevi görüşler” adlı eserinde yazıyor:
“Masal geçmiş zamana ait olduğuna göre tabii ki, orada zaman şartı üstün olmalıdır. Fakat masal kahramanının yaşadığı dönem tasvire gelmediği için nağılla zaman arasında sınır farkedilmez. Bu yüzden de masallardaki olaylar bize yakın olan dönemde meydana gelmiş gibi görünüyor. E.Ağayefle M. Seyidovun birlikte yazdıkları “Azerbaycan efsanevi tefekkurunun Kaynakları” adlı kitabına yazılan önsözde şöyle bir fikir ileri sürmektedir ki, “birkaç mitolojik karakterlerin oluşumunda hangi soykökün daha çok katılımı ve üstün etkisi meselesi araştırmada geniş yer tutarsada, amma burada tarihilik ilkesi unudulamaz.”. M. Seyidofun “Azerbaycan halkının soykökünü düşünürken” (Bakü,
1989), Ağayar Şükürovun üç kitaptan oluşan “Mitoloji” (Bakü, 1995), N.Rzayevin “Yüzyılların sesi” (Bakü, 1974), “Mucize gerineler” (Bakü, 1984), “Ecdatların iziyle” (Bakü, 1992), A.Qraçın “Eski türk aşamasının kronolojik ve etnik sınırları” (M., 1980), “Türkoloji toplu” (M., 1976) adlı araştırma eserlerini gözden geçirdikce bir daha emin olursan ki, kaynaklar ne kadar çok olsa da, en doğru yol tarihi olgunun kendisinden çıkış etmekle, onun esasında teorik ümmumileştirmeğe doğru gitmektir. Halkımızın hafızasına dayanan, milli, manevi, ahlaki değerlerinden behrelenen mitolojisi, masalları sadece sanatsal düşüncenin ürünü olarak hareket edemez. 1988 yılında yayınlanan “Azerbaycan mitolojik metinleri” adlı toplunun malzemeleri gösteriyor ki, halkın yazıyakadarki yaşam tarzı, inançları, astral ve dini görüşleri, gelenek mitolojik metinlerde ebediyen durur. Odur ki, halkın tarihini, kültürünü ve ahlakını öğrenirken bu olgulara ciddi yaklaşılmalı, çeşitli bilimlerin karşılıklı ilişkisinden geniş şekilde kullanılmalıdır. İlgili bilimler denilince tarih, arkeoloji, etnoloji, antropoloji, dilbilim, psikoloji vb. öngörülüyor. Son zamanlarda ise bilimlerin yüksek gelişmesi ve hızlı entegrasyonu sonucunda folklor araştırmalarında bir takım başka bilimlerden (kibernetika, bilgisayar, yapısal dilbilim, semiotika vb.) de başarıyla kullanılıyor. Bütün bunlar her bir halkın tarihi hayatının
çeşitli tezahürlerini ve belirtilerini ayrı ayrı değil, bir bütün olarak karmaşık şekilde öğrenmeye sağlar.
İşte bu amilin dâhil edilmesi tarihçilikde en eski dönemlerin öğrenilmesi çalışmasında, tabii ki, daha az önem arz etmezdi. Dolayısıyla, beşer tarihinde tuttuğu böyle bir müstesna konuma göre mitolojinin öğrenilmesi son birkaç yüz yıl boyunca hep bilimin ilgi odağı olmuştur. S.Xuk “Ortadoğu'nun mitolojisi” adlı eserinde Mısır, Sümer, Asur, Babil, Suryani ve b. eski uygarlıkların miflerinin bir tür sınıflandırmasını verirken haklı olarak arkaik sinkretizmin özülünün ve başlıca koşulunun mitolojiden ibaret olduğu kanaatına gelmiştir. Modern arkeolojinin tekamülünedek birkaç halkların erken dönem hayatlarını yansıtan tek kaynak bu halkların mifleri, epos ve nağmeleri olmuştur. Örneğin, “İliada” ve “Odisseya” ellinlilerin m.ö.II binyılın sonu – m.ö. I binyılın başlarına dair yaşamını öğrenmek için son derece değerli bilgiler verir. “Mahabharata” ve“Ramayana” e. e I binyılın ortalarında mevcut olan eski Hint toplumunu adeta yeniden canlandırıyor. Erken Ortaçağ döneminde meydana gelen eposlar, ayrıca İskandinavya, İzlanda sağaları da bu açıdan değerli tarihi kaynak olarak dikkat çekmektedir. Hatta sosyal gelişmenin sonraki gidişinde bile, yani tarihi bilgiler literatürden ayrılmaya başladıktan sonra da son önemini kaynak olarak tutmakta devam ediyor.
Diyelim ki, Çin tarihinin Çjou dönemini öğrenmek için “Şu çzin”- “Belgeler kitabı” veya “Tarihi Miraslar kitabı” hangi önemi arz ediyorsa, o döneme dair “Neğmeler kitabı” – “Şi çzin” de aynı önemi taşımaktadır. O. Volobuyev ve S. Sekirinskiye göre tarihçilik sosyal bir bilim olarak, sözlü halk edebiyatı ise sanatın bir türü olarak gelişmenin kurallara uygunluğunu temsil eder. Tarihi kanuna uyğunluklar, tarihi eğilimleri farklı halkların ve şahsiyetlerin bakış açısında psihika ve etkinliğinden süzülüp geçerek kendini gösterir. Tarihi süreçlerin sosyal mahiyetini anlamak için, yani ekonomik-siyasi proseslerin herhangi tarihi dönem için karakteristik olan sosyal modelini kurmak için, S.Sekirinskiye göre, araştırma zengin kaynak ve tarihçilik tabanına sahip olmalıdır. M.Pogodine
göre ise tarihçi tarihe hiçbir yenilik getirmiyor, sadece kaynaklarda ve tarihçilikde verilen bilgileri toplar, özetlemekle tarihi sonuç çıkarar. Üretilen tarihi sonuç ise, M.Pogodine göre, tarihsel olguların kalite yekunundan başka bir şey değildir. O, “Tarihi aforizmlerinden” birinde gösteriyor ki, tarihçinin temel görevi tarihi olayları ve belgeleri sentez ve analiz etmek, onları ayarlamak ve “bir tür kanun ve kuralları” yaratmaktan ibarettir. O, tarihi süreçlerin gelişimini doğa olaylarının gelişimi ile eynileşdirerek tarihin net bilimler gibi çalışma fikrini ileri sürmüştür. Bu fikir Pogodin de Kant'ın pozitifist görüşlerinin etkisi altında oluşmuştur.
Demek ki, bunlar yazılı değil, sözlü formda ötürülüp.
Toplumun sınıflara bölünmesi ve devletlerin ortaya çıkması Tarihi bilgiye olan talebi artırdı ve her tarihsel aşamada hakim tabaka, hükümdar kendi tarihini (askeri salname, askeri tarih biçiminde de olsa) gelecek nesle ulaştırmayı, kendi uğurlarından bahsedilmesi için bunların kaleme alınmasına ve böylece yazının oluşması bu bilgilerin toplanmasına olanak verdi. Sovyet alimlerinden M.Dyakonof V.M.Jirmunski, E.M.Meletinski arkaik mif ve eposun tarihçilige tronsfer olunmasından bahsederek arkaik formda beşer toplumunun aşamalarını da kaydetmişlerdir.
Ortaçağ döneminde tarihçilik ( Nakli Nitelikte eserler )
Feodalizm döneminde (ortaçağda) tarihçilikde provindensialist görünümü mevcut olmuştur. Yani olayların ilahi güç tarafından kontrol edildiği iddia ediliyor, tarihi tefekkürün karakterini feodal - kilise ideolojisi belli ediyordu. Bu zaman tarihçilige semavi dinlerin, hüsusen de İncil ve Kuran'ın büyük etkisi kendini gösteriyordu. Bu dönemde tarihi eserlerin en yaygın biçimi olanageografik eserler geniş yayılır, “Felsefe Teolojinin yardımcısıdır” ilkesi esas hesap edilirdi. En eski zamanlardan farklı olarak, ortaçağ döneminde insanların geçmişe ve geleceğe bakış ve ilişkileri değişmeye başlamıştır. Hıristiyanlık, sonra da İslam'ın gelmesiyle ilgili olarak toplumda dini tarihizm hakim konuma yükselirdi. Bu ise insanları antik dönemde gezegenler, kainat vb. mühüm fikir ve bakışlardan “özgür” ederek onları sınırlı biçimde düşünmeye zorlar. İlkin ortaçağ toplumunun insanları dinin güçlü etkisiyle her şeyin ilahi bir güç tarafından yaratıldığını ve bu konuda daha fazla fikirlesmeyin lüzumsuz olduğunu düşünüyorlardı. Ona göre de ilkin orta çağda tarihi bilikler zayıf formada inkişaf etmiştir. Erken orta çağda mövcud olan tarihi kaynaklar hemin dövrün tarıhçilik eserleri hesabedilsede, burda verilen melumatlar esasen tarihi bilik nümuneleridir. Bu sıraya Azerbaycan tarihine dair ilk kaynak olan Kitab-ı Dede Korkut destanını dahil edebiliriz. Esas metni “Kitab-ı Dede Korkut ala lisani taifeyi oğuzan” adlanan epos Türkçe konuşan halkların ortak yazılı abidesi gibi kabul edilmiş, Azerbaycan'ın tarihi coğrafyası, sosyal-ekonomik ve sosyal hayatını öğrenmek için çok değerlidir. 200 yıldan fazla bir zamandır ki, bu destanın araştırılmasına başlanmış ve günümüze kadar devam etmektedir. Azerbaycan'da tarihi bilginin gelişmesinde önemli rolü olan eserlerden biri de
yerel narrativ kaynak olan M. Kalankaytuklunun “Ağvan tarihi” eseridir. Onun hangi halkın tarihi edebi fikrinin ve becerisinin örneği olması hakkında kızgın tartışmanın arası bugün de sengimir. S.Aliyarlının tebirince desek “onu benimsemek isteyen, kendi adına çıkarmak isteyenlere eserin ruhu, yazısı, desti- hattı onun sadece Alban halkına - Azerbaycanlılara ait olduğunu doğruluyor”. Bu eser eski ermeni dilinde (grabarda) günümüze ulaşsa da, ona sahip olabilecek tek halk albanlardır. Albanlar Azerbaycan halkının soyköklerinden biri ve onun ecdatlarındandır. Bununla ilgili kafkasşünas Y.İ.Krupnof yazıyordu: “Albaniya tarihinin öğrenilmesi”nde hiçbir yasak, sınırlama ve zorlama olmamalıdır. Albaniya tarihini çeşitli ülkelerin bilim adamları öğrenirler, ama, bir şey de
bilinmektedir ki, Kafkas Albaniyasının kaderiyle herkesten çok azerbaycanlılar meşgul olmalıdırlar. Bu alanda onlar dünya bilimi karşısında sorumlu ve dünya bilimine yükümlüdürler”. Bu şimdi de tarihi topraklarımıza göz diken ve onu kendi toprağı hesap eden ermeni tarihçilerine esaslı ve tutarlı cevaptır. VII-IX yüzyıllarda Güney Kafkasya Araplar tarafından işgal edildikten ve onun arazisi Arap hilafetinin bünyesine Azerbaycan ve Arran eyaletleri şeklinde dahil olduktan, Azerbaycan Müslüman dünyasının bir parçasına çevrildiyinden buraya ilgi artmış ve bu yüzden de VII-IX yüzyıllarda Güney Kafkasya'nın, ayrıca, Azerbaycan'ın tarihinin araştırılmasında Arap salnameçileri ve coğrafi yaşünaslarının eserleri kendine özgü yer tutmuştur.Yani bunlar tarihi bilginin bilime çevrilmesinde önemli rol taşımışlar. Bu kaynaklara, öncelikle kompilyativ nitelikteki kaynaklara dikkatli yaklaşmakla devrin tarihi olaylarını objektiv tarzda ortaya koyma imkanını elde edebiliriz. Bunların işeriğinde et-Teberinin, el-Balazurinin, el-İstehrinin, İbn Xordadbehin, el-Mesudinin, en-Nadiminin, ibn Miskaveyhin, ibn el-Asirin vb.eserlerinde Azerbaycan tarihiyle ilgili materyallerin bu gün de ne derecede mühim rol taşıdığının şahiti oluruz. Bu kaynakların tarihçilik açısından öğrenilmesinde N.Velihanlının, Z.Bunyatofun misilsiz hizmetleri vardır. Azerbaycanda orta çağ tarihçiliyinin pik noktası büyük ansiklopedik alim Nasiruddin Tusidir. Onun iri hacimli Eğitim eseri, ayrıca zic-Elxani (Elxanın tabloları) eseri XIII yüzyıldan XVII yüzyılın sonuna kadar, hemen hemen
Avrupa bilimine ışık saçmıştır. Azerbaycan tarihçiliginin bilimsel hayatında en önemli yeniliklerden biri Fazlullah Raşidettinin yazdığı çoxciltlik “Came et-tevarih” eseridir. Bu eser halk edebiyatı ile ilgili gelişmiş Oğuz Türklerinin tarihinin ilk dönemini öğrenmek için önemlidir. Tarihçilik geleneklerinin gelişmesinde F.Raşidettinden sonra neredeyse onun takipçisi sayılan Hamdullah Kazvininin önemli rolü olmuştur. Hamdullah Kazvini biri coğrafya ve ikisi tarihe ait olmak üzere üç eser yazmıştır. Bunlar Tarih-i Qozide (1330), Zefername (1334) ve Nüzhet-ül-külub (1340) adlı eserleridir. Tarixçiliyin, tarihi bilgilerin bilime dönüşmesi yönünde, gelişmesinde XIV yüzyılın sonu, XV yüzyılın başlarında yaşamış Abd ür-reşit bin Salih el-Bakuvinin hizmetleri de degerlendirilmelidir. Onun Kitap Telxis el-Âsâr ve acayip el-malik el kahhar eseri söz konusu dönemin tarihi coğrafyası için vazgeçilmezdir. XVI yüzyılın ilk yılları Azerbaycan Türklerinin tarihinde yeni bir dönemin başlanmasıydı. Azerbaycan'da sülale değişikliği ile Safevi devletinin I Şah İsmail tarafından temelinin atılması sosyal yaşamın tüm alanlarında hızlı gelişmeye yol açdığı gibi tarihçilik gelenekleri de kendisinin yüksek aşamasına
ulaşmış oldu. Bu dönemin en önemli tarihçilerinden biri Hasan Bey Rumlu hesab ediliyor. Onun on iki ciltlik Ahsen et-tevarih eserinde Safevi hükümdarları I Şah İsmail, I Tahmasp, II Şah İsmail ve Muhammed Xudabende dönemindeki olaylardan bahsediliyor. XIV yüzyıldan Reşideddin tarafından başlatılan tarihe bilimsel bakışın gelişimi, tarihçilerin kendi eserlerini yaratırken, kendisinden önceki eserlere müracaat etmesi ve bazen onlara eleştirel yaklaşımı vb. başarıyla sürdürülmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan eserlerin en önemli ve temel özelliği, tarihi olayları daha net ve dolgun vermekten ibaretti. Tarihçiler sadece salnameçilikle meşgul olmamış,tarihi olaylara kendi yaklaşımlarını da açıklamakla kendilerinden önce yazılan eserlere istinad etmekle sintez ve analiz
metodundan da istifade etmişlerdir. XVI yüzyılın ikinci yarısından Safevi devletinde tarihçilik okulunun temel özelliklerinden biri hükümdarların dünyayı süslemesi hakkında fikir gelenekleri meydana getirmekti ki, bu gelenek XVIII yüzyılın sonuna kadar, çeşitli hükümdarlara şamil olmak üzere devam etmiştir. I Şah Abbas'ın sarayında, sarayın birçok eyan ve çalışanlarının yanı sıra münşisi
ve tarihçi de olurdu. “Tarihi alem arayı” adı ile ilk eser yazarı belli olmayan (anonim) “Tarihi alem arayı İsmail” eseri olmuştur, sonradan Muhammed Zafer Hasan el-Musevi adlı şahıs tarafından yüzü aktarılan (XVIII yüzyılda) ve bize kadar bu nüshası ulaşan bu eserde, muhakkak ki, Şah İsmail'in kimliği, yarattığı devlet ve faaliyetleri hakkında çok dolgun bilgiler verilmiştir. Diğer bir eser yine
yazarı belli olmayan ve bazı fikirlere göre XVI yüzyılın sonu, diğer bilgilere göre XVII yüzyılın ikinci yarısında, 1675 yılında, Safevi hükümdarı Şah Süleyman (1666-1695) döneminde yazıldığı tahmin edilen “Tarihi alem arayi Safevi” adlı büyük hacimli eserdir. Bu eser son zamanlar üze çıkarılmış ve uzun zaman tarihçilik dışında kalmıştır. “Alem arayi Safevi” eseri Safeviler devletinin tarihini baştan başa öğrenip keşfetmek için eşsiz bir öneme sahiptir. Bu eserde Safevî Devleti hükümdarlarının dış politikasına daha fazla yer verilmiş, Osmanlı-Safevi, Safevi-Moğol, Safevi-Orta Asya'nın bir takım küçük feodal devletleri vb. arasındaki ilişkilere ve savaşlara açıklık getirilmiştir. Safeviler döneminde “Alem arayi” istilahında eser yazma geleneğini sürdüren ve bu eserlerin zirvesinde duran en büyük eserlerden biride İ.Münşinin “Tarih alem arayi Abbasi” adlı büyük hacimlieseridir. İ.Münşinin bu eseri ister hacmine, ister tarihçilik kapasitesine, hem de uygulama potansiyeline göre bu dönemde oluşan tüm eserlerden seçilmiş ve belirtildiği gibi zirvede yer almıştır. İskender bey saray meselelerinde etkin görev yapmış ve 1626 yılında Şah Abbas'ın Bağdat Seferi'ne katılmıştır. “Tarih-i alem arayi Abbasi” İskender Bey'in kaleminden çıkmış tek eser değildi. I Abbas'ın ölümünden sonra, onun torunu Şah Sefinin (1629-1642) iktidara gelmesi ile İskender beye yeni şahın tarihini yazmak tahsis edilmiş ve o, Şah Sefinin tarihi hakkında kitap yazmaya başlamıştır. Fakat 1634 yılında vefat etmesi İskender beye bu eseri tamamlamaya imkan vermemiştir. Bu eser 1938 yılında “Zeyle-i tarihi alemara-yi Abbasi” adı ile İran alimi S.Hansari tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca, İskender Bey Münşi tarafından derlenen “Kitab-i teressül bin münşeht-i Hoca İskender bey Münşi” adlı resmi belgeler koleksiyonu da mevcuttur ve bu kitabın elyazması nüshası Niderlandın Leyden şehrinde muhafıze olunur. “Tarih-i alemara-yi Abbasi” eseri dönemin daha önce kaydedilen en tutarlı kaynaklardan, en mükemmel devlet resmi belgelerinden ve saray hayat tecrübesinden yararlanmıştır. Bu ise eserin bilimsel kapasitesinin önemini artıran amillerdendir. Eserde ciddi kronolojik ardicilliga riayet
edilmiştir. İskender bey eserde derin bilimsel analizler aparmaktan da çekinmemiş ve yeri geldikçe ayrı ayrı şahsiyetlerin hayat faaliyetine geniş yer vermiştir. Şüphesiz ki, İskender Bey Münşinin ana dili Azerbaycan türkcesiydi, fakat o, eserini farsça yazmıştır. Çünkü o zamanlar bir takım Yakın ve Orta Doğu ülkelerinde tarihi eserlerin geleneksel olarak farsça kaleme alınması devam ediyordu.
Buna rağmen, “Tarih-i alemara-yi Abbasi” de çok sayıda Türkçe kelimelere ve istilahlara, hatta bazı beytlere ve cümlelere rastlaşılmaktadır. “Tarih-i alemara-yi Abbasi” nin tarzında Teymurilerin saray tarihçiliginin geleneklerinin etkisi de duyulur. Bunu eserin birinci ciltinin sonunda yazarın kendisi de itiraf ediyor. İskender bey Münşinin “Tarih-i alemara-yi Abbasi” eseri Azerbaycan tarihçiliginin en mükemmel eserlerinden biridir. Bir kaç yabancı araştırmacılar da İskender bey Münşinin bu eserini yüksek değerlendirmişlerdir. İngiliz tarihçi C.R.Uols XVI-XVII asırlardaki Safevi tarihşünaslığını değerlendirirken yazıyor: “Bu iki yüzyılda kurulan tarihi eserler arasında İskender beyin “Alemara“eseri öyle bir avantaja sahiptir ki, onunla aynı dönemin başka tarihi eserleri arasında karşılaştırma yapmak aşırı düzeyde orantılı görünür. Bu eser tüm islam tarihçiliginin en değerli eserlerinden biridir ve gerçekten de, bu tarihçiliginin gelenekleri çerçevesinde yazılmış mükemmel bir kitapdır. Bazı araştırmacıların İskender bey Münşinin yaratıcılığına karşı önyargılı fikirlerini eleştiren R.M.Seyvori “Tarih-i alemara-yi Abbasi” ni farsdilli tarihçiliginin en büyük eserlerinden biri olarak kabul ederek, İskender Beyi “Safevi tarihçilerinin önderi” adlandırırdı. Ona göre, İskender Bey “asıl sanat eseri olan bir tarihi kitap yaratmıştır“. Azerbaycan tarihçiligi XVII yüzyılın başlarından itibaren olaylara problematik şekilde dokunma deneyimini kazanmış ve bilimsel tarihçiligin temeli atılmış, Tarihçilikde “Tarih-i alem arayi” geleneği XVIII yüzyılda da devam ettirilmiştir. Bu açıdan öncelikle Muhammed Kazım'ın “Tarih-i alem ara-yi Nadiri” eserini belirtebiliriz. XVIII yüzyılın ikinci yarısı ve XIX yüzyılın başlarında Güney Kafkasya'da hem iç, hem de dış durumun karmaşıklığı bu bölgenin sosyal-siyasi gelişimine etkisini göstermiştir. Bu dönemde de bilimin ve kültürün her alanında olduğu gibi, tarihçilikde de ister form, gerekse içerik itibarı ile halen feodal tarihçiligin karakteristik özellik lerini muhafaza ediyordu. Azerbaycan tarihçiligi feodal toplumunun hakim sınıfına mensup olan şahların, hanların, beylerin çıkarlarına hizmet ettiği için, esas itibarı ile ancak saray çerçevesinde gelişiyordu. Hükümdarların yaşam aktivitesini tarif etmekle uğraşan saray tarihçileri olayları kronolojik prensip esasında tertip ediyorlardı. Bu dönem Azerbaycan tarihi için siyasi peraken delik dönemi gibi seciyyelendirilebilir. Belirtmek gerekir ki, Azerbaycan'da mevcut olan küçük feodal hanlıklar tek merkezde birleşmek yerine, merkezden kaçmaya tercih ediyor ve kişisel çıkarları uğruna aralarında mücadeleler götürüyorlardı. Bu dönem Azerbaycan tarihşünaslığında devletçilik tarihi gibi tetkik edilse de, genel olarak Azerbaycan mülklerinin siyasi tarihinde ağır bir iz bırakmıştır. Bu
döneme ait bir grup tarihçiler eski geleneklere uyarak Azerbaycan Türklerinin kurmuş oldukları Qacarlar devletinin tarihini kaleme alan aydınlar idi. Böyle eserlerden, Muhammed Rezi Tebrizi'nin “Zinet üt-tevarih”, Muhammed Sadık Mervezinin “Cahanara”, Abdurrazak Dünbulinin “Maasiri Sultaniyye” eserlerini nümune getire biliriz.
Azerbaycan'da bilimsel tarihçilik
XIX yüzyılın başlarından itibaren humanitar bilim alanları içerisinde tarihçiliyin değindiği konuların genişliği ve araştırma yöntemlerinin modernliği ile dikkati çekiyordu. Bu zaman Azerbaycan tarihi özetlenir, Kafkasya ayrı ayrı hanlıkların şahsında öğreniliyordu. Bu dönemde Azerbaycan'da zadegan-mülkedar (klerikal) tarihçiliginin en önemli temsilcisi A.Bakıhanof “Gülüstan-i İrem” eseri ile
Azerbaycan tarihşünaslığını yeni ve yüksek bir aşamaya kaldırdı. A. Bakıhanofun Azerbaycan tarihşünaslığına getirdiği yeniliğin iki seciyyevi hüsusiyyeti vardır. Bunlardan birincisi, Azerbaycan tarihi anlayışında müellifin ireli sürdüğü kavramın, ikincisi ise kabul ettiği araştırma yönteminin yeniliyinden oluşur. A. Bakıhanofun “Gülüstan-i İrem” ine kadar Azerbaycan tarihi öz eksini bilavasıta çeşitli ülkelerin, vilayetlerin ve ayrı ayrı hanlıkların tarihine dair yazılan eserlerde bulmuştu. Önceki tarihçilerin eserlerinde gördüğümüz gibi, Azerbaycan coğrafi-ekonomik ve siyasi vahid gibi ögrenilmir, İran tarihini belirten İran salnamelerinde Azerbaycan tarihinin farklı olayları perakende şekilde eksini buluyordu. XIX yüzyılın ortalarından başlayarak, feodallıklara parçalanmış
Azerbaycan'ın ayrı ayrı hanlıklarının tarihine dair küçük eserlerin yazılması gelenek halini almaya başlayır. Tarihçilige kronist eserler gibi dahil olan bu eserlerde kısa siyasi-ekonomik ve sosyal tarihi kronoloje uymakla salname biçiminde yansıtılırdı. XIX yüzyılın ikinci yarısı ve yirminci yüzyılın başlarından bu biçimli eserlerde sadece bir hanlığın değil, tüm Azerbaycan, Kafkasya ve yakın
ülkelerin sosyal-siyasi hayatı kısa açıklamalar biçiminde işıklandırılmıştır. Böyle eserlerden Karabağ Hanlığı'nın tarihine adanmış yazarların emeğini özellikle değerlendirmek gerekir. XIX-XX yüzyılın başlarında Karabağ Hanlığı'nın sosyo-politik ve sosyo-ekonomik tarihine dair birdenbire birkaç eser meydana geldi. Bunlardan Mirze Adığüzelbeyin, Mirze Camalın, Mirze Yusuf Nersesofun, Mir Mehti
Hazaninin, Rzakulubey Mirza Camal oğlunun, Ahmet Bey Cavanşirin v.b. milli tarihçilerin meydana çıkması tarihçilikde yeni gelenegin tazahuru idi. Azerbaycan tarihçiliginde bu dönemde önemli bir yer tutan ve “Karabağnameler” genel adı ile tarihçiligde yer tutan bu eserlerin özel çalışma ve analiz edilmesi gerekliliği de ortaya çıkıyordu. “Karabağnameler” adı altında bu eserler 1989-1991 yıllarında
bir yere toplanmış, N.Ahundof ve A.Farzaliyef tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca “Karabağnameler” A.Hüseynzade tarafından tarihçilik açısından geniş biçimde çözümlenmiş ve değerli sonuçlar elde edilmiştir. Bu dönem tarihçiligiyle ilgili sonda tartışma aparıla bilir. XX yüzyılın başlarında Kafkasya'nın aynı zamanda Azerbaycan'ın eski, ortaçağ ve yeni dönem tarihinin öğrenilmesine rus
tarihşünasları da girişimler göstermiştir. Bu alanda bazı tarihçiler öncelikle makalelerle tarihi olayları takip etmiş ve sonradan eserler yazmışlardır. Bu zaman Rusyanın siyasi meraklarına uyğun olarak tarihçi-şarkşünaslar tarihin çeşitli sorunlarına da değinmişlerdir. İ.L.Seqal “Eski Albaniya ve şehirleri” (Kafkas 1907, .204) makalesini yazmakla Kafkasya'nın bu eski ülkesi hakkında belirli fikir söylemeye çalışmıştır. Daha sonra İ.L.Seqal fikrini daha da netleştirerek “Zakafkasyanın geçmişinden sayfalar – Berde” (Kafkas 1912, 264) makalesi ile Berde şehrinin tarihine kısa bir yolculuk yapmıştır. Azerbaycan
eğitimcisi R.Efendiyefin “Gebele ilçesi” (......, XXXII, I s. 1-9) makalesinde Kafkas Albaniyasının bu antik şehri hakkında melumatlar vermiştir. Diğer bir tarihşünas V.V.Bartold XX yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinin bazı meselelerine dair fikirler söylemiş, onun makaleleri Baküde neşr edilmiştir. O, islam dini tarihine dair eserlerinde Arap ve Batı Avrupa alimlerinin dine ilişkilerine eleştirel yaklaşım göstererek, islam dini hakkında geniş malzeme toplayıp, dinin ortaya çıkması ve yayılması tarihi hakkında yeni görüşlerini ortaya koymuştur. XX yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinin çeşitli meseleleri A.Y.Krımskinin de dikkatini çekmiştir. İslam ve Doğu tarihinin araştırmacısı olan A.Y.Krımski, Doğu tarihinin dünya tarihinin bir parçası olarak araştırmış,
Azerbaycan'a dair “Kuzey veya Kafkas Azerbaycan'ı, Klasik Albaniya tarihinden sayfalar – Şeki, Nizami ve çağdaşları hakkında eserler yazmıştır. A.Y.Krımski bu eserleri yazarken çeşitli ve büyük miktarda belge ve malzemeler kullanmış ve değerli alıntılar yaparak mühim sonuçlar elde etmiştir. Bu nedenle, A.Y.Krımskinin eserleri Azerbaycan tarihini öğrenmek için özel öneme sahiptir. Rus tarihşünasları neyinki kendileri Azerbaycan tarihinin öğrenilmesine ivme vermiş, hatta yerel yazarları bu işe yönlendirmeye ve harekete getirmeye sövk etmişlerdir. Rus tarihşünaslarının en önemli rollerinden biri de bundan ibaretti. XIX yüzyılın sonu - XX yüzyılın başlarında tüm dünyada bir uyanış, bir devrimci değişiklikler döneminin başlandığını biliriz ve bu devrimci değişiklikler, bilime
ve kültüre de yansımıştır. XX yüzyılın başlarında Rusya aydınlarının bağımsızlık fikirleri Azerbaycanda de etkisini göstermekteydi. Öncü aydınların milli kimlik bilincinin uyanışı, milli idrak gelişme aşamalarında idi. İşte bu dönemde Azerbaycan'ın yetenekli gençleri çeşitli bilim kurumlarında eğitim almaya gönderilmişti ki, bu da iyi sonuç gösteriyordu. Bu kişiler işte ulusal-
demokratik hareketin gelişmesinde önemli rol oynuyorlardı. Yabancı ülkelerde Avrupa bilimine yiyelenen fikir öncüleri yavaş yavaş anlıyorlardı ki, büyük amallara, ideyalara ulaşmak için ilk önce millet kendini idrak etmeli, kan hafızasına dayanarak milletin tarihi, manevi değerlerini araştırmak zeruridir.
Bunun için ulusal okullar açmak, program ve ders kitapları yaratmak önemliydi. Bu sırada milli aydınlar yetişmekte idi ki, bunlar da kendi eserlerinde, yayın organlarındaki konuşmalarında halkı gaflet uykusundan uyandırırdılar. Bu zaman milliyet, hürriyet, inkılap ve müsavat fikirleri genişleniyor, millet inanmaya başlıyordu ki, “istiklal dışında onun için ek Azerbaycan yoktur”. Bu aydınlar Azerbaycanın milli bağımsızlığını ümumtürk özgürlüğünün bir parçası olarak idrak edirdilerse de, siyasi ergenlikleri tam değildi. Fakat mevcut yapıya karşı mücadele, islahatçılığı gerektiren milli aydınlar halkın ihtiyaçlarını çara sunmak iktidarında idiler ki, bunlardan A. Hüseyinzade, A. Topçubaşof, M.E. Resulzade, A. Ağaoğlu ve N. Nerimanovun etkinliğini vurgulamak gerekir. Bu aydınların eserlerinin tarihçilikde önemli yeri vardır. Çünki bahıs olunan dövrde milli düşünce tarihçiligin problematikasını da degiştirmişti.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder