Bakü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bakü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2020 Perşembe

Kardeşlikten Stratejik Ortaklığa Giden Yol Türkiye ve Azerbaycan. BÖLÜM 2

 Kardeşlikten Stratejik Ortaklığa Giden Yol Türkiye ve Azerbaycan. BÖLÜM 2


   UZUN VADELİ VE GENİŞ KAPSAMLI AMAÇLARA HİZMET VE STRATEJİK HEDEFLERE ULAŞMAK GAYESİYLE OLUŞTURULAN “ STRATEJİK ORTAKLIK ”

ANLAŞMALARI İKİ DEVLET ARASINDA ÖZEL BİR KONUMDA BULUNMAKTADIR.

Genellikle belirli alanlarda eğitim, öğretim, lojistik, yardım vb. alanları kapsayan ve antlaşmalara göre daha az biçimsel olarak yapılan “Karşılıklı Protokoller” ilişkilerin diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. İlk olarak 31 Ekim 1997 tarihinde “Azerbaycan Dâhilî Koşunlar Teşkilâtı Personeline Türk Jandarması Tarafından Verilecek EğitimÖğretim ve Lojistik Desteğe İlişkin Protokol” iki ülke iç güvenliği arasında yıllardır süregelen birlikteliğin sonucudur. Kuruluşunda Türk Jandarma yapısının temel alındığı ve Türk askerlerinin çalışmalar yaptığı Azerbaycan Dâhili Koşunlar Kuvvetleri özellikle Ermenistan ile yapılan mücadelelerde ana kuvveti oluşturmaktadır.

Dönemin Canik Jandarma Tabur Komutanı Binbaşı Ziver Bey, Enver Paşa’nın Kardeşi Yarbay Nuri Bey’in komuta ettiği “Kafkas İslam Ordusu” na Azerbaycan Jandarmasını kurmak için atanması ile başlayan Dâhili Koşunlar’ın tarihi, bugün Komando Özel Harekât Birlikleri, Havacılık Birlikleri, Eğitim Okulları, Lojistik Birliklerinden oluşmakta ve içerisinde bulunduğu söz konusu tehditler açısından önemli bir konumda yer almaktadır.

Ayrıca bu yapı Türkiye ile askerî alandaki karşılıklı ilişkilerde önemli bir yapıdır. Söz konusu protokolün imzalanmasını müteakip, teşkil edilen “Türk Jandarma Eğitim Timi”, 28 Kasım 1997 tarihinde Azerbaycan başkenti Bakü’de göreve başlamıştır. 28 Kasım 1997 tarihinden itibaren büyük mesafe kat edilerek Türkiye standartlarında, çağdaş ve modern bir okul, Gala’da inşa edilmiş ve 29 Haziran 1998 tarihinde  eğitim-öğretime açılmıştır. Askeri anlamdaki eğitim destekleri ile Türkiye gerçek niyetinin Azerbaycan’ın bölgesinde güçlü bir ülke olmasını istediğini göstermiştir.

Uzun vadeli ve geniş kapsamlı amaçlara hizmet ve stratejik hedeflere ulaşmak gayesiyle oluşturulan “Stratejik Ortaklık” anlaşmaları iki devlet arasında özel bir konumda bulunmaktadır. 16 Ağustos 2010 tarihinde Bakü’de imzalan bu kapsamdaki “Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması” her iki devletin, birbirinin içişlerine karışmama, egemen eşitlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası alanda tanınan sınırların dokunulmazlığı ilkelerinin etrafında şekillenmiştir. Özellikle Azerbaycan açısından Karabağ sorunu ve Ermenistan ile ilgili tehditler nedeniyle önemi daha da artan “ bağımsızlıklarına,  egemenliklerine, toprak bütünlüklerine yönelik silahlı saldırı halinde gerekli karşılıklı yardım önlemlerinin hayata geçirilmesinin gerekliliğine”, milli güvenliklerinin sağlanmasına, ekonomik kabiliyetlerinin güçlendirilmesine ve ortak değerlerinin korunmasına öncelikli hedefler olarak yer verilmiştir. 

   Söz konusu bu anlaşmalar iki kardeş devletin siyasi, ekonomik, enerji, kültürel, insani, askerî ve askerî teknik alanlardaki iş birliği ilişkilerinin ilerletilmesi ve derinleştirmesi açısından önem arz etmektedir. Günümüzde artık güvenlikle ilgili soruların kollektif anlayış içerisinde çözülmesinin  tercih edilen bir durum oluşturması nedeniyle Azerbaycan ve Türkiye uluslararası meselelerde ortak tutum sergilemek ve uluslararası ve bölgesel teşkilatlarda iki ülke arasındaki mevcut iş birliğinin daha kuvvetlendirilmesi yapılan söz konusu anlaşmanın diğer bir amacını oluşturmaktadır. 

Bir ülkenin bağımsızlığını sürdürmesinde ve milli bir devlet olmasında en etkin role sahip alan olan savuma sanayi alanında ikili iş birliğini artırmak  ve yeni teknolojilerin karşılıklı geliştirilmesi amacıyla yapılan “Savunma Sanayi Alanında İş Birliği Anlaşmaları” ise YDSK’nin bir ürünü olarak 8 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanmıştır.


   Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Türkiye’nin çok boyutlu ve işbirliğine dayanan dış politikasının yeni enstrümanlarından biri olan “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” kapsamında; kurulduğu ülkelerle belirli aralıklarla, devlet ve hükümet başkanları, başbakanlar veya bakanlar düzeyinde toplantılar yapmaktadır. “Ortak Bakanlar Kurulu” olarak adlandırılan bu toplantılarda, iki ülke ilişkileri ve küresel gelişmeler hakkında görüşmelerin yanında ilişkilere kurumsal bir yapı kazandıran birtakım anlaşmalar imzalanmaktadır. 

Tek bir hükümet gibi karar alınan toplantılarda, işbirliği alanlarının yanısıra ülkeler arasındaki sorunlar ve fikir ayrılıkları da masaya yatırılmaktadır. Karşılıklı güven ortamı sağlanarak, sorunların çözümüne yönelik somut  ve etkili adımlar atılmaktadır. Yürütülen mekanizma, işbirliğinin boyutuna göre Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK), Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK), Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK), Yüksek Düzeyli İşbirliği Komisyonu (YDİK), Ortak İşbirliği Konseyi (OİK) gibi isimler almaktadır.

    Türkiye - Azerbaycan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK)’nin temeli ilk olarak 15-16 Eylül 2010 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Türk

Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10. Zirvesi’nde “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Kurulmasına Dair Ortak Açıklama”nın imzalanması ile atılmış ve Konseyin ilk toplantısı 25 Ekim 2011 tarihinde İzmir’de yapılmıştır. 11 Eylül 2012 tarihinde Gebele’de yapılan ikinci toplantı sonrası iki ülke arasında “Kombine Taşımacılığın Geliştirilmesine İlişkin” mutabakat, 


 ALİYEV - DAVUTOĞLU

    Dışişleri Bakanlıkları arasındaki “Diplomat Değişimi Mutabakatı” Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ile Azerbaycan Tarım Bakanlığı arasındaki “AzerbaycanTürkiye Tohumculuk ve Araştırma Ortak Kurumu’nun Faaliyetinin Düzenlenmesi” protokolü, “Arama-Kurtarma Hizmetlerinin Koordinasyonuna Dair Anlaşma”, “Teknik Düzenlemeler, Standardizasyon, Metroloji, Akreditasyon ve Uygunluk Değerlendirmesi” alanlarında işbirliğine dair mutabakat, Yunus Emre Enstitüsü ile Bakü Devlet Üniversitesi arasında “Türkoloji Projesi İşbirliği Protokolü”, TRT ile Azerbaycan Radyo ve Televizyon Programları A.Ş. Arasındaki İşbirliği Protokolü” gibi önemli belgeler imzalanmıştır. Konsey’in Üçüncü Toplantısında ise, dönemin Türkiye Başbakanı  Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in EşBaşkanlığında, 13 Kasım 2013 tarihinde, Ankara’da imzalanmış  ve Başbakanlık’ta gerçekleştirilen toplantı sonrasında dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler ve Azerbaycan İçişleri Bakanı Ramil Usubov,  iki ülkenin de milli savunmasında önemli bir araç olan “Güvenlik İşbirliği Anlaşması”nı imzalamışlardır. Dördüncü toplantısı 15 Ocak 2015  günü Ankara´da gerçekleşen YDSK’nın gümrük alanında “Ortak Komite Oluşturulmasına İlişkin Mutabakatı” ile “Karaparanın Aklanması ve Terörizmin Finansmanı Konularında Mali Verilerin Paylaşılmasına Yönelik Mutabakat” ile iki ülkenin güvenlik ve ticareti açısından önemli birer adım atılmıştır. 

En son toplantının Şubat ayında Azerbaycan’da yapılması planlanmasına rağmen bir gün öncesinde Ankara’da Merasim sokakta bir hain saldırı olmuş, askerlerimiz in şehit olması nedeniyle toplantı ertelenmiştir.

15 Mart 2016’da Bakü’de olacak şekilde yapılan planlama, toplantıdan 2 gün önce maalesef bir başka hain, alçak saldırı sonucu yine ertelenmek zorunda kalınmıştır.

   Ancak dostane bir yaklaşım gösteren İlham Aliyev kendilerinin Türkiye’ye gelebileceğini söylemesi üzerine YDSK Beşinci Toplantısı 16 Mart 2016 tarihinde Ankara’da gerçekleşmiştir. İki ülkenin de özel bir önem verdiği toplantıda Azerbaycan’ın dostane tutumu sonrası Türkiye’nin de işgal altında tutulan “Yukarı Karabağ” olmak üzere Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceği özellikle vurgulanmıştır. 

    Bu dönemki toplantıda enerji, ulaşım, savunma, askeri işbirliği alanlarında görüşmeler yapılmış ardından “Türkiye Hükümeti ile Azerbaycan Hükümeti Arasında Askeri, Sivil Personelin Sosyal ve Kültürel Amaçlı Mübadelesine İlişkin Protokol”, “Türkiye ile Azerbaycan Arasında Diplomatik Misyon ve Konsolosluk Görevlilerinin, Aile Üyelerinin Kazanç Getirici İşlerde Çalışmalarına İlişkin Anlaşma”, “Türkiye ile Azerbaycan Arasında Adli İncelemeler Alanında İşbirliğine Dair Anlaşma”, “Türkiye Hükümeti ile Azerbaycan Hükümeti Arasında Sürücü Belgelerinin Değiştirilmesi ve Karşılıklı Olarak Tanınmasına İlişkin Anlaşma” ile  “Türkiye Hükümeti ile Azerbaycan Hükümeti Arasında Teknik İşbirliği Protokolü” ve stratejik işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. 

Yapılan bu anlaşmaların yanında askeri, savunma sanayii ve güvenlik konuları özel olarak masaya yatırılmış ve savunma sanayii alanında somut bazı adımlar atılmasını kararlaştırılmıştır. 

Önümüzdeki aylarda yapılacak 3’üncü Türkiye-Azerbaycan Savunma Sanayii İşbirliği Toplantısı’nın görüşülen bu konuların somut bir adım atılması için fırsat olması iki ülke savunma ve güvenliği bağlamındaki değerini ortaya koymaktadır. Tüm bunların yanında Azerbaycan’la birlikte geliştirdiğimiz en önemli proje olan TANAP projesinin planlanan süreden önce tamamlanması için özel bir önem verilmektedir. 

   TANAP’ın bel kemiğini teşkil ettiği Güney Gaz Koridoru konusunda da tüm paydaşlarla yakın koordinasyon kurulması alınan kararlardan biri olmuştur. Ulaştırma açısından Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi Türkiye’nin önemsediği diğer bir projedir ve YDSK içerisinde özel olarak görüşülmüştür

  YAPILAN SÖZ KONUSU KONSEY TOPLANTILARI HER İKİ DEVLETİN STRATEJİK ALANLARDA VE ÖZELLİKLE ENERJİ VE GÜVENLIK ALANLARINDA “BİR MILLET, İKİ DEVLET” TEMELINDE YAKIN İŞBİRLİĞİNİ GELİŞMESİ AMACINA HİZMET ETMEKTEDİR.

     Yapılan söz konusu Konsey toplantıları her iki devletin stratejik alanlarda ve özellikle enerji ve güvenlik alanlarında “Bir Millet, İki Devlet” temelinde yakın işbirliğini gelişmesi amacına hizmet etmektedir. Tükiyenin üç kıtanın merkezinde bulunan jeostratejik ve jeopolitik konumu ile çok boyutlu dış politika uygulama zorunluluğu ve son yıllarda savunma ve güvenlik alanında yapılan ittifakların ülkeler açısından önemi ve  değerinin artması stratejik ortaklık modelinin önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca 21. yüzyılda değişen muharebe ortamı ve güvenlik algısı çerçevesinde  ülkelerin sadece kendi başlarına uluslararası alanda mücadele etmeleri pek mümkün olmaması artık yüksek seviyede yapılacak ikili planda ilişkileri ve  oluşturulacak yeni araçları bir kat daha önemli hale getirmektedir. Bunun yanında Ermenistan tarafından Azerbaycan topraklarının bir bölümünün işgal  edilmesi, Ermenistan’ın önceden Azerbaycanlıların yaşamış olduğu bölgelerde ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarında etnik temizlik politikası nı sürdürmesi ve ekonomik ve sosyal altyapının yıkılması Azerbaycan’ın milli güvenliğine olumsuz etkileyen temel faktörlerdir.

    Azerbaycan Askerî Doktrininin oluşumlarında da özel bir önem verilen Ermenistan topraklarında tarihsel olarak Azerbaycanlıların yaşadıkları yerlerde  ve Azerbaycan’ın işgal altındaki Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerinde dünya tarihi ve kültürel mirasının bir parçası olan maddi-kültür anıtları tahrip  ve talan etmeye devam etmesi nedeniyle sürekli bir tehdit algılamasına sebep olması Türkiye’nin bu konudaki politikasını her zaman önemli bir hale  getirmektedir.

    Ayrıca Ermenistan tarafından işgal edilmiş arazilerin geçici olarak Azerbaycan makamlarının kontrolü dışında kalması sadece ulusal güvenliği değil,  bölgesel güvenliği de ciddi etkilemekte, bu durum uluslararası çevrelerin sorunun çözümünde gösterdiği çabaların etkin olmaması sonucunda daha da ağırlaşmaktadır. Azerbaycan’ın Avrupa ve Asya arasındaki uluslararası ticaret ve ulaşım ve iletişim hatlarının kavşağındaki jeopolitik konumu, zengin  petrol ve gaz kaynakları nedeniyle uluslararası çatışmaların artmasına, bölgedeki istikrarın bozulmasına ve ulusal güvenlik için askerî tehditlerin  ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait bölümünde hidrokarbon yataklarının işletilmesi ve dünya pazarlarına ulaştırılması ve uluslararası enerji ve ulaşım-iletişim projelerinde rol alması, uluslararası topluluğun barışın desteklenmesi hareketlerine aktif katılımı, ayrıca koalisyon  ortaklarının uluslararası terörle mücadele operasyonlarında Azerbaycan’ın destek sağlaması güvenlik ortamını ciddi şekilde etkileyen çevresel faktörlerin artmasına ve terörist örgütlerin hedefinde olma ihtimalini önemli derecede artıracağına milli güvenlik belgelerinde dikkat çekilmektedir.  YDSK kapsamında bu tehditler ve öncelikler, Türkiye açısından da önemli hale gelmekte, her alanda olduğu gibi milli güvenliğin sağlanması alanında da  her iki devletin dış politikasına katkı yapmaktadır.

Son yüzyıllarda ortaya çıkan çatışma ortamının, ihtilallerin ve savaşların temel nedenleri olarak görülen ideolojik amaçlar da YDSK’lar üzerinde önemli bir etki unsuru olmaktadır. Bir çok çevre tarafından sadece komplo teorileri olarak değerlendirilen bu yaklaşımlar uluslararası bankacılar, petrol baronları ve ilaç kartellerin yanı sıra diğer önemli çokuluslu şirketlerin hakim olduğu bir Yeni Dünya Düzeni oluşturma çabalarını yansıtmaktadır. Dünyayı kendi amaçları çerçevesinde biçimlendirme girişimleri özellikle Türkiye’nin merkez olduğu bir bölgeyi kapsamaktadır. Bu amaçla son günlerde yaşadığımız terör faaliyetleri Türkiye ve dostlarını zayıflatmaya yönelik girişimler olarak yoğun bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. Son günlerde oluşturulmak istenen bu kargaşa ortamında Türkiye açısından stratejik ortaklıkların ve güvenlik alanında yeni oluşumların önemi bir kat daha önemli hale gelmiştir. 

Azerbaycan ile 15 Mart 2016 yapılan YDSK’nin önemi bu anlamda dikkate değerdir. 

https://ekoavrasya.net/dergi/dergi-34/sayi34.pdf


***

Kardeşlikten Stratejik Ortaklığa Giden Yol Türkiye ve Azerbaycan. BÖLÜM 1

Kardeşlikten Stratejik Ortaklığa Giden Yol Türkiye ve Azerbaycan. BÖLÜM 1


Kardeşlikten, Stratejik Ortaklığa Giden Yol, Türkiye ve Azerbaycan,Prof. Dr. Kemal Özcan,Görkem Ozan Özalp,



Prof. Dr. Kemal Özcan

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ

TÜRKÇE ÖĞRETİMİ, UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ (KONDİL) MÜDÜRÜ

Görkem Ozan Özalp

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ DOKTORA ÖĞRENCİSİ


   TÜRKİYE, SON YILLARDA UYGULADIĞI ETKİN DIŞ POLİTİKA SAYESİNDE 228 TEMSİLCİLİKLE EN ÇOK TEMSİLCİLİĞİ OLAN ÜLKELER SIRALAMASINDA 7’ NCİ SIRAYA YÜKSELMİŞ BULUNMAKTADIR. 

BU TÜRKİYE AÇISINDAN ADETA KENDİ KABUĞUNU KIRMAK ANLAMINA GELMEKTEDİR.

     Türkiye, son yıllarda uyguladığı etkin dış politika sayesinde 228 temsilcilikle en çok temsilciliği olan ülkeler sıralamasında 7’nci sıraya yükselmiş bulunmaktadır. 

Bu Türkiye açısından adeta kendi kabuğunu kırmak anlamına gelmektedir. Stratejik ilişkilerimizde geliştirilen derinlikli dış politika sayesinde her geçen gün mevcut ilişkilerimize yeni boyutlar eklemekteyiz. Bu çerçevede Avrupa ve Transatlantik ilişkileri siyasi, ekonomik ve güvenlik yapılarıyla derinleşmektedir. ABD, AB ve NATO bağlamında etkin ilişkilerin yanında bölge ülkeleri ile reform niteliğinde ittifaklar dış politikanın önemlibirer aracı haline gelmektedir. Komşu ülkeler ve yakın havzalarla ilişkiler çerçevesinde önem verilen stratejik ilişkilerde yeni boyutlar, yeni kıta ölçekli açılımlar, uluslararası örgüt ve platformlarda etkin rol alma gibi açılımlar aktif dış politikanın unsurları olmaktadır.

     Karşılıklı ilişkilerde tehdit algılamalarından ziyade işbirliği imkânlarına odaklanmak, siyasi diyaloğu geliştirmek, serbest ticaret anlaşmaları, tercihli rejimler, teşvikler, gümrük düzenlemeleri ve vizelerin kaldırılması gibi araçları kullanarak ekonomik çıkar ortaklığı tesis etmek ve sosyokültürel etkileşimi artırma girişimleri, her geçen gün sağlanan gelişmeler olmaktadır.

     Bu çerçevede kurgulanan ve özgün bir model haline getirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri (YDİK/YDSK) de ilişkilerimizde önem verdiğimiz bir araç haline gelmiştir. Yaklaşık 14 ülke ile tesis edilen ve 30 konsey toplantısından oluşan bu mekanizma sayesinde bir çok alanda yaklaşık 350 anlaşma  imzalanmıştır. 2002 yılından bu yana YDSK ile ulaşılan ticari genişleme 7 kat artarak 80 milyar dolara ve bu ülkelerin dış ticaretimizdeki payı da % 20’ye  ulaşmış durumdadır.

     Türkiye tarih, kültür, din ve sosyal alanlarda birçok ortak yönleri bulunan ve yıllardır bazı nedenlerden uzak kaldığı Avrasya coğrafyasına, 1991 yılından  itibaren dış politikasında önemli bir yer ayırmaya başlamıştır. Türkiye’nin bu ülkelere karşı genel politikasının temel unsurları daima söz konusu ülkelerin devlet yapılanmalarının güçlendirilmesine katkı sağlanması, bölgenin siyasi ve ekonomik istikrarının korunması ve bölgesel işbirliğinin teşviki şeklinde olmuştur. 

     Ayrıca Ekonomik ve Siyasi reformların desteklenmesi, bölge ülkelerinin dünya ile bütünleşebilmelerine yardımcı olunması, ikili ilişkilerimizin her alanda karşılıklı çıkarlar ve egemen eşitlik temelinde geliştirilmesi ve bölge ülkelerin mevcut enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan nakledilmesinin desteklenmesi gibi politikalar ilişkilerimizin vazgeçilmez unsurlarını oluşturmaktadır.

TÜRKIYE TARİH, KÜLTÜR, DİN VE SOSYAL ALANLARDA BİRÇOK ORTAK YÖNLERİ BULUNAN VE YILLARDIR BAZI NEDENLERDEN UZAK

KALDIĞI AVRASYA COĞRAFYASINA, 1991 YILINDAN İTİBAREN DIŞ POLİTİKASINDA ÖNEMLI BİR YER AYIRMAYA BAŞLAMIŞTIR.


Aynı soya mensup iki milletin farklı iki devletini belirtmek için söylenen ve adeta bayraklaşan “iki devlet bir millet” sözü etrafında birleştiğimiz kardeş Azerbaycan Devleti ile olan ilişkilerimiz de YDSK açısından yüksek bir öneme sahiptir ve yapılan her konsey toplantısı iki devletin de karşılıklı çıkarına ve menfaatine birçok fayda sağlamaktadır. 

Bu çerçevede iki ülkenin kapsamlı ilişkiler ve stratejik ortaklıkları ile bölgesel projelerin yanı sıra yakın ilişkileri YDSK içerisinde hızlı bir ivme göstermektedir.

Aslında Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2016 yılının Mart ayında Azerbaycan’a gerçekleştireceği ziyaret neticesinde yapılması planlanan 

“Türkiye-Azerbaycan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Beşinci Toplantısı”, ziyaretin hemen öncesinde Ankara’da meydana gelen menfur terör hadisesi nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Ancak bu saldırı, iki devlet ve halk arasındaki kardeşliğin ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birinin de gerçekleşmesine vesile olmuştur.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elim hadise nedeniyle seyahatini iptal etmesi üzerine, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, kardeşinin zor zamanında  yanında olmak, acısını paylaşmak, her ne şartta olursa olsun devamlılık arz etmesi gereken devlet işlerinin yürümesi için Azerbaycan’da yapılması planlanan YDSK toplantısını Ankara’da gerçekleştirmek için 15 Mart 2016 tarihinde Ankara’ya gelmiştir. Burada gerçekleştirilen YDSK toplantısı iki ülkenin stratejik ortaklığa ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi olarak tüm engelleme girişimlerine karşın başarıyla sonuçlanmıştır. Birçok alanda ortak eş güdüm  içinde hareket etme amacı doğrultusunda yapılan YDSK, ülkelerin savunma ve güvenlik alanları açısından da özel bir öneme sahiptir. Tarihi, sosyal, kültürel ve birçok farklı alanda ortak köklere sahip devletlerin birbirleri arasında oluşan yakınlaşmaların en önemli göstergesi savunma ve güvenlik  ilgili anlaşmalar ve oluşturulan organizasyonlar dır. Söz konusu bu alanlar karşılıklı güveni, dostluğu ve aynı amaçlara sahip olmayı gerektirmektedir. 

    YDSK içerisinde askerî, savunma ve güvenlikle ilgili her geçen gün yeni anlaşmalar yapılmakta ve “Bir Millet, İki Devlet” anlayışı adeta “Tek Millet, Tek Devlet” anlayışı şekline dönüşmektedir. Bugün oluşan bu sağlam ilişkiler güvene ve dostluğa dayalı yaklaşmaların sonucu olmakta ve aynı tehdit algılamalarının güçlendirdiği bir ortamda devam etmektedir. Bu anlamda bu yazıda YDSK oluşumuna dek Azerbaycan ile savunma ve güvenlik alanında yapılan anlaşmalar ve süreç incelenecektir.


Stratejik İşbirliği Konseyi’ne Zemin Hazırlayan Savunma ve Güvenlik Alanındaki Anlaşmalar..,

 “Askerî Eğitim İşbirliği (ASEİŞ)” anlaşmaları olarak  bilinen ve askerî eğitim iş birliği faaliyetleri, müşterek tatbikatlar, askerî tarih ve müzecilik alanında eğitim ve iş birliği konularında esasların belirlenmesi için yapılan bu anlaşmalar ilk olarak 11 Ağustos 1992 tarihinde yapılmış ve 15 Nisan 1993 tarihinde de imzalanarak kanunlaşmıştır.

    Ayrıca 16 Ağustos 2010 tarihinde Bakü’de imzalanan “Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması” Askerî ve Siyasi Güvenlik, askerî iş birliği alanlarını kapsamakta, komşu ve kardeş devletler olarak birbirlerinin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün, sınırlarının dokunulmazlığının sağlanması ve korunmasında birbirleriyle sıkı işbirliğinin artırılmasını amaçlamaktadır. 1996 yılına gelindiğinde ise askerî ilişkilerin ana çerçevesinin belirlenmesi amacıyla “Askerî Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği (Çerçeve)” anlaşması imzalanmış ve stratejik açıdan önemli bir adım atılmıştır.

    İkili anlaşmalarda bir köşe taşı olan ve iki devlet arasında imzalanan diğer bir anlaşma ise “Güvenlik İş Birliği” anlaşmasıdır. Son yıllarda hızlı ve çok yönlü ilişkiler şeklinde bir yayılma gösteren terörizm, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve örgütlü suçlar ile etkili mücadele etmek önemli bir sorun haline gelmektedir. Günümüzde artık devletlerin tek başlarına bu çok yönlü tehditler barındıran ve uluslararası bağlantıları bulunan örgütlerle  ve suçlarla mücadele etmesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Azerbaycan ile bu alanda 04 Ekim 1994 tarihinde Güvenlik İşbirliği anlaşması imzalanmış ve yukarıda sayılan tehditlere karşı sıkı bir işbirliğine gidilmiştir. 1 Haziran 2002 tarihinde bu anlaşmanın kapsamı genişlemiş Gürcistan  dahil edilerek üçlü bir anlaşma yapılmıştır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


10 Nisan 2017 Pazartesi

Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 2


Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 2



Azerbaycan Tarihşünaslığının Analizi 

Bu sürece işte XX yüzyılın 20-30 yıllardan başlanılmıştır. Azerbaycan tarihşünaslığının tahliline dair ilk eser A.Gubayduline aittir. 1930 yılında A.Gubaydulinin “10 yıl içinde Azerbaycan'da tarih biliminin gelişimi” adlı küçük hacimli eseri yayınlanmıştır. Bu eserde 1920 yılından sonra özellikle Azerbaycanı tetkik ve tetebbö cemiyyetinin (1923-1929) yapılmasının ardından Azerbaycan'da tarihi bilimsel eserlerin oluşturulmasının hızlandırılması gerekirdi. Azerbaycanda tarihşünaslığının gelişimini yansıtan bir sonraki küçük eser İ.Ceferzade ve Z.Yampolskiye aittir. Onların “20 yıl boyunca Azerbaycan tarihinin öğrenilmesinin sonuçlarına dair” (SSCB EA Azerb. Fil. Haberleri, 1940, . 2, s. 65-71) adlı eseri 1940 yılına kadar ülkenin tarihine ilişkin araştırma çalışmalarının bir özeti verilmiştir. H.İmanovun “Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri. Bizim başarılarımız ve yakın görevlerimiz “- (SSCB EA Az.rb. Fil. Eserleri, 1936, XXX, s. 161-164) ve “Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri. 15 yıl boyunca Azerbaycan SSC de bilim “(Bakü, 1936) eserlerinde ise ilk kez tarihşünaslık sorunları ve önümüzde duran önemli görevler az da olsa analiz edilmişdir.Tarihşünaslık meseleleri Y.Pahomofun “Azerbaycan'ın eski tarihinin öğrenilmesine dair (Chronicle) “- (SSCB EA Azerb. Fil. Haberleri, 1940, . 6, s. 117) adlı küçük makalesinde de yansır. Şunu da belirtmek gerekir ki, geçen 
yüzyılın 20-30 yıllarında bu alana ilk önce tarihçilerle birlikte, edebiyat ve kültür adamları da dikkat etmişler. Öyle ki, Y.V.Çemenzeminlinin “Azerbaycan yazarları tarihimiz hakkında” - (Maarif ve kültür, 1926, . 7) adlı makalesinde, Azerbaycanlı yazarların Azerbaycan tarihi hakkında söyledikleri esas fikirleri müzakere etmiştir. H.Sadiqin “Gülüstani-İrem” - (Maarif ve kültür, 1926, . 4) adlı makalesi A.Bakıhanofun aynı adlı eserinden bahsetmiştir. Salman Mümtaz ise “Şeki hanlarının kısa tarihi” - (Maarif işçisi 1929, . 2-3) - makalesinde Şeki hanları hakkında mevcut olan bu kaynak eseri tahlil etmeye çalışmıştır. Azerbaycan tarihşünaslığının gelişimine dair 40-50 yılları döneminde de bazı küçük bilimsel eserler ele alınmaktadır. A.Alizade ve V.N.Leviatovun “Azerbaycan SSR-de tarih bilimi” - (Az. SSR EA Haberleri, 1947, . 10, s. 125-135) adlı eserinde tarih biliminin genel gelişim kanunauyğunluklarına geniş yer verilmiştir. Bu dönemde, tarihin ayrı bölmelerinin gelişiminin düzeyini yansıtan bilimsel eserler de meydana gelmiştir. Azerbaycan tarihşünaslığına dair 60-80 yıllarında, artık sadece küçük makaleler değil, komple monografiyalar (manuel) yazılmağa 
başlanmıştır. A.N.Quliyev, İ.M.Hasanov ve İ.V.Strigunofun “XIX yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında Azerbaycan'da tarih biliminin gelişimi” (Bakü, 1960) adlı eserinde, belirtilen dönemde Azerbaycan'da tarih biliminin gelişme dinamiği analiz edilmiştir. 

Bu eser XIX yüzyılın I yarısında tarih biliminin gelişimi, XIX yüzyılın ikinci yarısında tarih bilimi ve yirminci yüzyılın başlarında tarih ilmi olmak üzere üç büyük bölümden ibarettir ve burada tarihşünaslık sorunları derin analizini 
bulmuştur. Z.İ.İbrahimof ve Y.A.Tokarjevskinin “Azerbaycan'da Sovyet tarih biliminin gelişimi” (Bakü, 1964) adlı eseri ise birincinin bir tür devamı olarak değerlendirilmelidir. A.Hüseynzadenin “XIX yüzyılın ikinci yarısında Azerbaycan tarihşünaslığı” (Bakü, 1967) eserinde bilimsel tahlillere daha geniş yer verilmiştir. Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri 1965'te Moskova'da yayınlanan 
“SSCB'de tarih biliminin tarihi oçerkleri” adlı topluda fazla yansımıştır. Bu topluda XI-XVII yüzyıllarda Azerbaycan tarihşünaslığı, XVIII yüzyılda Azerbaycan tarihşünaslığı, XIX yüzyılın I yarısında Azerbaycan tarihşünaslığı gibi büyük makalelerde, Azerbaycan'da tarihi bilgilerin gelişme dinamiği somut şekilde aydınlatılmıştır. Azerbaycan tarihşünaslığının gelişiminde A.Sumbatzadenin 
de büyük rolü olmuştur. O, Azerbaycan tarihşünaslığının gelişimine dair bir takım değerli makaleler sunmuş ve bu alanı zenginleştirmişdir. Bu makale ve eserler sırasında Modern aşamada Azerbaycan tarih biliminin gelişimi - (....... ......., 1972, . 12), XIX-XX yüzyılın başlarında Azerbaycan tarih biliminin oluşumu - (Az. SSR EA Haberleri, tarih, felsefe ve hukuk serisi, 1974, . 1), 70'li 
yıllarda Azerbaycan'da tarih biliminin gelişimi - (....... ......., 1981, . 2), 1975-1979 yılları arasında Sovyet tarihşünaslığı, (Moskova, 1979), 1970-1974 yıllarında Sovyet tarih bilimi - (Az. SSR EA Haberleri, tarih, felsefe ve hukuk serisi, 1975, . 2) ve başka denemeleri, görüldüğü gibi farklı dönemlerde ve genel olarak Azerbaycan tarihşünaslığının esas gelişme yönlerinin dinamiği analiz edilmişdir. A.Sumbatzadenin en büyük fedakarlığı ve bu alana hüsusi hizmeti Azerbaycan tarihşünaslığına dair ilk ve tek genelleştirilmiş eser çıkarmasıdır (Bakü, 1986). Onun bu eseri “XIX-XX yüzyıllarda Azerbaycan tarihşünaslığı” adlanır. Malesef bu eser rus dilinde çap edilmiştir. Müellifin bu eserini XIX-XX yüzyılın 80'li yıllarının ikinci yarısına kadar Azerbaycan tarihine dair tarihçilerin yazdığı birkaç eserlerin tahlili gibi de adlandıra biliriz. Bahsedilen eserde ilk defa olarak “Azerbaycan tarihşünaslığı” teriminin ikili özelliğinin - onun hem Azerbaycanlı bilim adamları tarafından Azerbaycan tarihi üzere yapılan araştırmalar, hem de diğer milletlerin tarihçilerinin öz devletleriyle ilgili yazdıkları tarihi olaylarla kapsadığının dikkate alındığını vurgulamışdır. Odur ki, biz Azerbaycan'ın çeşitli dönem tarihşünaslığını yorumlarken de bu döneme dair ister Azerbaycanda, isterse de ötesinde meydana gelmiş araştırmaları, yayınlanan ilk kaynakları vb. hakkında bilgi vermeli ve böylece zamanın tarihşünaslığının bugün için nispeten geniş manzarasını canlandırmalıyık. 

Bu dövreden sonra da sırf tarihşünaslık eseri meydana gelmemiş ve ayrı-ayrı tarihçiler yalnız tetkik etdikleri mövzularla ilgili eserlerinin giriş hissesinde az da olsa melumat vererek problemin tarihşünaslığını esaslandırmaya çalışmışlar. Bunardan İ.Aliyev, Z.Bünyadof, M.Şerifli, F.Memmedova, S.Aşurbeyli, S.Qaşqay, M.İsmayılov ve başka tarihçi-bilim adamları kendi eserlerinin araştırması 
sırasında bahsettikleri zamanın tarihşünaslık meselelerini kendi eserlerinin giriş bölümünde ayrıntılı olarak vermekle yetinmişlerdir. 

Bulgular 

Dönemin önemli meselelerini sistemleştirib sunmak için XX yüzyıl tarişünaslığının başarıları, ayrıca ilk kaynaklara geniş atıf yapılarak Merkezi Devlet Tarih Arşivi, Merkezi Devlet Askeri Tarih Arşivi, Petersburg MDTA-da, Gürcistan Tarih Arşivi'nde, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Arşivi'nde (ARDA), Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Tarih Arşivi'nde (ARDTA), Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Siyasi Partiler ve Sosyal Herekatlar Arşivi'nde (ARDSPİHA), Azerbaycan Devlet Bilim ve Kültür Tarihi Arşivi'nde (ARD.İTA) toplanan malzemeler, ayrıca vaktiyle baskı yüzü görmüş kaynaklardan, o dönemin çok sayıda basın materyalleri geniş kullanılmış, Azerbaycan (Azerbaycan ve Rusça),Kaspi , Znamya Truda , İskra , Açık söz , Naş put,Zarya, İttihad , Nabat , İstiklal gibi süreli yayınlar bir sıra meselelerin vurgulayarak değerli kaynak rolünü oynamıştır. Bu soruna henüz yirminci yüzyılın başlarında muhacir hayatı yaşayan fikir adamları eserler ithaf etmekle Avropa ve Amerika tarihşünasların dikkatini çekmiş ve sorunun objektif manzarasının oluşturulmasında önemli rol oynamışlardır. 

XX yüzyılın 80'li ve 90'lı yılların tarihşünaslığından konuşurken, öncelikle, Azerbaycan Tarihi kitaplarının yayınını söylemeliyiz. Tarih Enstitüsü'nün çalışanları tarafından hazırlanmış Azerbaycan tarihi İ.Aliyevin editörlüğünde 1993 yılında Türkçe, 1995 yılında Rusça, 1994 yılında yeni Azerbaycan Tarihi ise akademik Ziya Bünyadof ve Yusuf Yusifovun değişikliği ile ve 1996 yılında S.Aliyarlının redaktesile yayımlandı. Yüzyılın 70-90 yıllarının uzman tarihçileri M.İsmayılov, T.Veliyev, M.Musayev, ..Umayev, Q.Cavadov, Y.Alesgerov, S. Aliyarov, M.İbrahimov, I.Bagirov, L. Hesenova, H . Hesenov, Z. Qafarova, Ş. Kerimov, V.Samedov, M.Gülmalıyev ve b. Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik, siyasi ve kültür tarihi üzere çok sayıda monografi ve bilimsel makaleler yayınladılar. Onların çoğu Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik tarihine aittir: XIX-XX yüzyılın başlarında Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik yapısı, Azerbaycan köyünün sosyo-ekonomik yapısı, Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi, petrol endüstrisinin tarihi, Azerbaycan'da tarım, toprak sahipliği ve topraktan istifade, petrol üretimi ve Rusya ekonomisi, ekincilik meseleleri vb. Fakat, Sovyet döneminde daha çok 1917-ci il olayları ve Cümhuriyyet devri haric 20-80-ci il hadiseleri dikkat merkezinde olduğundan Azerbaycanda ilk bağımsız devletin tarihi kölgede kalarak bilerek ten unutdurulmuş ve onun siyasi elitasına leke vurulmuşdur. Bu resmi devletin ideolojisine hizmet etdiginden derslik ve kitaplarda bu devrin tarihinin yazılmasına yasak koyulmuştur. 

Genel olarak 1920-1990 yılları tarihşünaslığını üç döneme ayrılabiliriz: 20-30-cu illerin marksist tarihşünaslığı, 40-80 yılların ulusal komunist tarihşünaslığı, 90'ların liberal-ulusal tarixşünaslığı. Azerbaycan'da Marksist tarih şünaslığının esas temsilcileri 1921-1931 yıllarında Kırmızı Professura Enstitüsünü bitirmiş mezunlar idi. Onlar 1917-1920 yılları kapsayan devrim dönemini dünya kapitalizminin tam çürüme aşamasında işçileri burjuvazinin zulüm ve istismarından yayınlayacak dünya inkilabının ilk müjdecisi gibi kaleme alıyorlardı. 1917-1920 yılına dikkat çeken tarihi eserlerin muellifleri  A.Rayevski, Y.Ratgauzer, N.Pçelin, A.Popof, S.Sef, A.Steklof, A. Dubner vb.olayları inceleyerken tarihi realitenin ayrıntılarını ilgi göstermek, olayların izahında ideolojiye öncelik vermek, kaynaklardan geniş iktibas getirmek vb. gibi özel yaklaşım tarzı göstermiştir. Onların eserlerinden sonrakı Sovyet tarihçileri nin sık sık müracaat ettiklerini de görüyoruz. XX yüzyılın 80'li yıllarının sonlarından  itibaren dünya tarihi  gelişiminde önemli değişikliklere neden olan siyasi prosesler başlandı. Bu gelişmelerin en önemlisi, yirminci yüzyıl dünya tarihinde en önemli rol oynayan SSCB devletinin zayıflaması ve 90'ların lap 
öncesinde (1991 yılında) dağılması ile ilgiliydi. SSCB devletinin zayıflaması ile, bu devlette yaşayan halkların bir çoğu, daha doğrusu müttefik cumhuriyetler bağımsızlığa doğru can atmaya başladılar. 
Bu alanda öncelikle olaylar milli çatışma zemininde yaşanan süreçlerle gözlemlenmektedir. 

Tüm bu siyasi gidişatta SSCB'nin müttefik cumhuriyetlerinden biri olmuş Azerbaycan aktif yer alıyordu. Azerbaycan'da en önemli sosyo-sosyal olaylar 1988 yılının başlarında, Ermenistan SSC'nin Dağlık  Karabağ'a sonraki davasından sonra başlanmıştır. SSCB hükümetinin ileri sürdüğü tanıtım ve onarım politikası ile ilgili, ülkede bir takım siyasi kurumlar meydana gelir ve faaliyet gösteriyorlardı. Nihayet, 1991 yılında SSCB'nin yıkılması ile ilgili Azerbaycan SSR denilen II Cumhuriyet, kendi yerini bağımsız ve egemen III Cumhuriyete verdi. 1991 yılının 18 Ekim Azerbaycan kendisini bağımsız ilan etti ve kısa sürede bu bağımsızlık dünya devletleri tarafından tanındı. 

Bağımsızlık elde edildikten sonra, ülke bir takım zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu zorluklar öncelikle Ermenistan'ın Dağlık Karabağ iddiası ile Azerbaycan ilan edilmemiş savaşı ile seciyyelenirdi. İkincisi, ülkede yaşanan siyasi olaylar ve iktidar farklı grupların mücadelesi ülkede siyasi çatışmaya ve sosiyal karmaşıma neden oluyordu. Üçüncüsü, SSCB döneminde oluşturulan ekonomik sistemi dağılmış, yenisini ise şimdilik yaratmak mümkün değildi, ülkede ekonomik gelişme tamamen aşağı düşmüş ve bu da nüfusun sosyal durumunun ağırlaşmasına neden oluyordu. Tüm bu faktörler ülkede toplumsal-siyasi kaosun oluşmasına yardımcı  olur, bu ise ülkede bütün alanlarda, özellikle bilim ve kültür alanında önemli gerilemelere neden olurdu. Fakat zaman zaman yeni oluşmuş bağımsız III Cumhuriyet bu sıkıntıların bir çoğunu ortadan 
kaldırmayı başardı ve 90'ların belli zorluklarından sonra, nihayet XXI yüzyıldan belli bir sabit gelişme yoluna geçebildiyse, yeni bağımsız devlet kendi Dağlık Karabağ sorununu çözemedi. Ümit etmek olur ki, bu sorun da kısa sürede çözülecektir ve bu alanda da önemli bir istikrar elde olunacaktır. XX yüzyılın 80 yılların sonlarından ülkede oluşan kargaşa döneminde, tarih biliminin de gelişmesinde belli gerilemeler fark edilirdi. Fakat bütün bunlara rağmen, tarihi sorunların objektif ögrelilmesi araştırmacılar için, bağımsız devlette geniş yollar açmış, Sovyet döneminde araştırma alanında konulan tüm yasaklar ortadan kaldırılmıştır. Azerbaycan kendi bağımsızlığını yeniden yaptığı andan tarihimizin olgular temelinde araştırma zorunluluğu, geçmişte öğrenilmesi yasak edilen, ayrıca yetersiz araştırılan, tahrif edilmiş problemler araştırmacıların dikkat merkezine dönüşmüştür. Ülkede oluşan yeni yeni üniversitelerde, beliren tarih ve diplomasi fakülteleri, çeşitli sorunlara adanan bilimsel konferansların kapsamının artması, tetkik olunması, konulara dair tüm setlerin dağılması ile tarih biliminin daha yoğun gelişmesi için esaslı zemin yaratıyordu. Belirtildiği gibi, yeni bağımsızlık kazanmış ülkede ilk zamanlarda Azerbaycan tarihine dair genelleştirilmiş eserlerin yazılması geniş yer almıştır ki, bu da 1997 yılından yeddicildlik Azerbaycan Tarihi nin yayınlanması ile sonuçlandı. 

Yeddicildlik Azerbaycan Tarihi nin basılması, tarihimizin çeşitli sorunlarına ve tarihşünaslığa dair araştırmaların yazılmasına dikkat artırmış oldu. Modern aşamada Azerbaycan tarihinin öğrenilmesi alanında genel nitelikli eserlerden ayrı ayrı değil, bütün olarak alınan şahıslar hakkında kısa arayışın verilmesi de sonraki araştırmalar için tutarlı zemin yaratıyordu. S.Ahmetovun Azerbaycan tarihinden yüz büyük şahsiyet (Bakü, 2006), V.Guliyevin Tarihte iz bırakan şahsiyetler (Bakü, 2000), N.Yaqublunun Azerbaycan lejyonları (2005), M.Zülfükarlının Azerbaycanı kimler yönetip (Mayıs 1918, Ekim 2003), (Bakü, 2006), M.Caferinin Azerbaycan'ın ünlü hükümdarları ve siyasi figürleri (2002), S.Qasımovanın Mirza Kazımbey: Doğu ve Batı arasında köprü (Bakü, 2014 ) kitaplarında Azerbaycan'ın ünlü kimliklerinin halkımızın tarihi kaderinde yaptıkları ve Ulusal-siyasi, devlet tarihimiz hakkında bilgiler verilmiştir. Modern aşamada Azerbaycan tarihşünaslığı önünde duran bazı görevler, bu günkü durumu ve gelecek gelişme perspektifleri hakkında da bir takım eserler yayınlanmış ve bu problem incelenmiştir. E.Madetli Azerbaycan gerçekleri İran tarixşünaslığında (Bakü, 2011) adlı monoqrafiyasında Azerbaycan tarihinin tüm dönemlerini saxtalaşdırmağa kalkışan İran-Fars tarihçilerine verilmiş tarihi esaslara, yoğun bilimsel araştırmalara dayalı esaslı cevaplardan biridir. Yazar yazıyor ki, “İranlı tarixşünaslıar ilk kaynaklarla, gerçek tarihi gerçeklerle hesaplaşmaya Arap hilafetinin çöküşünden sonra Azerbaycan ve İran topraklarını ve diğer komşu ülkeleri yöneten tüm Azerbaycan-Türk sülalelerini, özellikle Safevîleri, Kacarları, Afşarları, bu sülalelerin seçkin temsilcileri olan Şah İsmail, Şah Tahmasp, Şah Abbas'ı, Nadir Şah Afşarı, Ağa Muhammed şah Kacarı 
ve diğer Azerbaycan-türk hükümdarlarını da İran-fars hükümdarları gibi kaleme vermekten çekinmiyorlar”. (Medetli, 3). 

Tarihşünaslık biliminin son dönemini bağımsız III Cumhuriyet döneminde tarih biliminin gelişmesini de koşulu olarak aşamalara ayırabiliriz. Örneğin XX yüzyılın 90'lı yıllarında tarih biliminin gelişiminde yeni fikirlerin oluşması ve özgür fikir söyleme ilkelerinin gelişmesi. XXI yüzyılın başlarında (2000-2016 yılları) tarih biliminin araştırma yönleri Azerbaycan tarihşünaslık biliminin gelişmesinin dövrleşdirilmesinin kısa özetinin verilmesi, gelecek araştırmalar tarafından yeni yeni okumaya ve bü dövrleşmeye değişiklikler yapıp bilimsel sonuçlar üretmeye  olanak tanır. 

Azerbaycan'da tarih biliminin tarihşünaslıq açısından öğrenilmesi en genç alanlardan biri olsa da onu da belirtmek gerekir ki, sırf Azerbaycan tarihşünaslığına dair yayınlanan eserler parmakla sayılabilir. 

Bu nedenle, bu alanda büyük boşluk oluşmuş ve Azerbaycan tarihşünaslığında dair şimdilik hiçbir ders kitabı olmamasına yol açmıştır. Sovyet döneminde yazılmış bir kaç eser Sovyet tarih şünaslığının içerisinde verilmiş ve bunların çoğu Sovyet ideolojisinin etkisi altında yazıldığından bu eserleri incelerken onlara çok dikkatle yanaşılmalıdır. 

Sonuç 

Son yıllarda, fikir plüralizmine geniş meydan verildiği koşullarda bağımsız ülkede yaşanan siyasi, ekonomik ve manevi süreçlere uygun populist çıkışlar tarihçilerden tarihi gerçekleri bilimsel temelde ortaya çıkarmayı ve değerlendirmeyi gerektirir. Sovyet döneminde marksizm-leninizm metodologiyasına dayalı tarihşünaslık tebliğ olunurdusa, Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra tarih biliminin ulusal kavramsal yönü oluşmuş ve tarihimizin yeni bir açıdan çalışma sonucunda tarihşünaslık alanında yeni eserlerin oluşmasına da neden olmuş, bu devre tarih şünaslık yeni aşamaya girmiştir. Bu adım bir takım sorunların tarih şünaslığına dair eserlerin meydana gelmesiyle açıklanabilir. Yeni dönem araştırıcı ilim adamları çalışmalarında belirli dönem veya somut  soruna dair yazılmış eserleri bir araya toplamaya gayret göstermekle onları özgürce, hiçbir ideolojiye uymadan çözümlemeye çalışmışlardır. Ancak, unutulmamalıdır ki, böyle eserler de bizim tarix şünaslıkda şimdilik çok azınlık ve hatta toplam “birkaç” terimi ile tarihşünaslıkda kendi yerini buluyor. Böyle eserlerden Y.Seferovun “Azerbaycan'ın eski, erken, ortaçağ döneminin tarixşünaslığı” (Bakü, 1997) eseridir. 

Yazar Azerbaycan'ın eski dönemine adanmış eserleri biraraya toplamaya gayret etmiş ve buna neredeyse ulaşılmıştır. 

Bu açıdan Y. Seferov esasen Kafkas Albanyası ve Atropatena tarihine şu veya bu derecede değinen eserlere öncelik vermiştir. Diğer eser A.İsgenderovun 
tarihşünaslık sorunlarıyla ilgili iki monografisi “1918 yılı Mart katliamının tarixşünaslığı” (Bakü, 1997) ve “Azerbaycan'da Türk-Müslüman soykırımı sorununun tarixşünaslığı” adlı eserleri bu alanda atılan başarılı adım olarak kabul edilebilir. Yazarın her iki eseri Rusya İmparatorluğu dağıldıktan sonra Güney Kafkasya'da, ayrıca Azerbaycan'da oluşmuş kargaşa döneminin tarihine açıklık getirmek açısından çok değerlidir. A.İsgenderovun eserleri hem de tarih şünaslığımızda ilk kez 1917-1918 yıllarında Ermeni-Azerbaycan ilişkilerinin gerginliğini ve bu gerilimin Azerbaycanlıların çeşitli yerlerde genosidi ile sonuçlanması meselelerini açıkça yorumlamış ve tarihşünas alim bu sorunları ciddi tahlil etmiştir. M.Aliyevin “Kuzey Azerbaycan'ın Rusya tarafından işgalinin tarixşünaslığı”  (Bakü, 2001) adlı eseri ise Azerbaycan'ın Kuzey bölümünün Rusya İmparatorluğu tarafından işgal edilmesi konseptini tüm açıklığı ile ortaya koymuş ve tasdik etmiştir. Eserde bu onaya giden uzun prosesli tarihşünaslık yolu ve kavramlar birbirini takip etmesi ( “işgal”, “nispeten az bela”, “birleştirme”,terkibine dahil olma”.) yüksek düzeyde incelenmiştir. 
M.Zülfükarlının “Azerbaycan Tarihi, II Cumhuriyet döneminin tarixşünaslığı” (Bakü, 2001) eseri de Azerbaycanda sorunlu tarih şünaslığa adamış eserlerden biridir. Tarixçi tarihi eserleri ve görüşleri ciddi girişimle saf-çürük etmeye çalışmış ve bunun üstesinden gelmiştir. Bu eserde tarihşünaslıkda daha büyük adım atmaya gayret gösterilmiştir. Z.Hacıyevanın “Karabağ Hanlığı'nın tarixşünaslığı” (Bakü, 2010) adlı monoqafiyasında, Karabağ Hanlığı'nın tarihine değinen ve ondan bahseden 200'den fazla tarihi eserin tahlilini bildirdi. Tarihçi ilk olarak XIX yüzyılın ortalarında hanlığın tarihine adanmış ve ondan 
bahsetmiş eserleri, (Bölüm I, s.6-57), daha sonra XIX yüzyılın ikinci yarısında yazılmış Karabağnameleri (Bölüm II, s. 58-138), ayrıca 40-50 ve 60-80 yıllarında Karabağ Hanlığı'nın Sovyet tarixşünaslığında (III, s.139-168) ve bağımsızlık dönemi Azerbaycan tarihşünaslığında hanlığın tarihinin öğrenilmesi (IV, s. 169-182) devamlı olarak analiz etmiştir. 

Eserin V bölümünde (s. 183-212) Karabağ Hanlığı tarihinin Ermeniler tarafından sahteleştirilmesi sorununa açıklık getirilmiştir. Müellif eserinin son bölümünü (VI, s. 213-236) Karabağ Hanlığı'nın tarihinin Türkiye ve İran tarihşünaslığında tetkiki seviyesini belirlemiştir. Z.Hacıyeva “İrevan Hanlığı'nın tarixşünaslığı” (Bakü, 2012) adlı bir sonraki monografiyasını da Karabağ Hanlığına adadığı eserde olduğu sistematikaya uygun tahlil etmiş ve İrevan Hanlığı tarihinin bazı makamlarına açıklık getirilmiştir. E.Medetlinin “Azerbaycan gerçekleri İran tarihşünaslığında” (Bakü, 2011) monografisini Azerbaycan tarihinin tüm 
dönemlerini saxtalaşdırmağa kalkışan İran-Fars milletçilerine verilmiş tarihi esaslara dayalı esaslı cevap olarak değerlendirmek mümkündür. Azerbaycan tarihini sahteleştirmegi kendine meslek seçen İran tarihçileri ilk kaynaklara istinad etmeden kendi isteklerine uyğun şekilde tarihi olayları sahteleş tirmişdiler. T.Necefli ise “Karakoyunlu, Akkoyunlu devletlerinin tarihi çağdaş türk tarixşünaslığında” (Bakü, 2000) adlı eserinde Türk yazarlarının Karakoyunlu ve Akkoyunluların kökeni sorununun Türkiye tarihşünaslığında yansıması yönlerini incelemiştir. XIX yüzyılın aydınlanma hareketi ve onun Avrupa maarifçilerinden farklı şekilde meydana gelerek gelişimi konularına dikkat çeken S.Gasımovanın “XIX yüzyılda eğitimci-demokratik hareketin tarixşünaslığı” 
(Bakü, 2014) eseri aracılığıyla komple devre açıklık getirilmiştir. Görüldüğü gibi, Azerbaycanda tarihşünaslık biliminin gelişimi yolunda bu alanda yazılan eserler azlık teşkil edir. H.Halilinin 2010 yılında yazdığı “Sovyet tarihşünaslığı-milli ölüm ilmi” (Halilli, 388-389). ) adlı monoqrafiyasında, Sovyet tarixşünaslığının esas meselelerini eleştiri ettikten sonra, modern aşamaya de değinerek yazıyordu: “Maalesef, itiraf etmeliyiz ki, genel olarak Azerbaycan tarihşünaslığı bağımsızlık yıllarında sosyal-manevi varlığın yasa ve kategorilerine referans yaparak bilimsel seviyeye yükseltmek yönünde esaslı bir iş görmemiştir. Tek tek tarihçilerin eserleri dışında, Azerbaycan tarihşünaslığı, Sovyet tarixşünaslığının ideolojik sistemini ve araştırma metodunu halen devam ettirerek, bağımsız devlet 
kuran halkımızın varisi olduğu milli-manevi servetlere bilimsel düzeyde kavuşması yönünde yeterli önlemler yürütmek mümkün değildi, çünkü Sovyet tarihçileri neslinin büyük çoğunluğu yeni bilimsel ve milli fikirleri beşiyindece boğmakla kendi varlıklarını koruyup saklamakta devam ediyor. 

Tartışma 

Bu düşünceden çıkış etmekle ümit edebiliriz ki, gelecekte Azerbaycan tarihşünaslığının yeni yeni daha samballı eserleri oluşacak ve bu alanda daha başarılı adımlar atılacaktır. Şu anda tarihşünaslığa ilgi ve eğilimin artma icabı bize böyle iyimser sonuç çıkarmaya izin verir. Ne kadar ki, toplumda insan yaşıyor, orada o insanın tarihi ortaya çıkar ve onun tarihinin tarihini yazmaya da gerek duyulur. 

Bununla da teklif ederdim ki, Azerbaycan'ın hem komşu devletlerle ilişkisine dair, hem de bilavasite Türk devletlerinin tarihine dair yazılan ve belli olan kaynaklar Azerbaycan tarihşünaslığında yer bulsun, türk tarihşünaslığında da azerbaycan tarihçilerininin eserlerine istinad edilsin.Tarihşünaslığın gelecek perspektifleri de ele bu devletlerin emeğinin sonucu olan ortak tarihşünaslık eserinin meydana getirilmesinden ibaret olmalıdır.Tarihi olduğu gibi kabul etmek, anlamak ve olduğu gibi değerlendirmek için tarihşünas alimler kendilerinin profesyonel seviyesini koruyarak Azerbaycan tarihinin objektif, gerçekçi tarihini analiz etmeli ve bundan çekinmemelidir. Bu gün tarihimizle bağlı ne varsa hepsi derinden öğrenilmelidir. Azerbaycan tarihinin ve tarih şünaslığının modern talepler seviyesinde yazılması için belge ve kaynakların araştırılması, ayrıca zengin çoxcehetli fiilen malzemelerin tam anlaşılması alanında büyük çalışmalar yapılmalıdır. Geniş kamuoyunun tarihi 
bilgilere, vatan tarihine ilginin arttığı bir zamanda bu telabatların ödenmesi için tarihşünas alimlerin üzerine çok büyük sorumluluk düşüyor. İnamla ve kesin onu da vurgulamak isterim ki, Azerbaycan ve Türkiye tarihşünas alimlerinin ortak emeği sonucunda kısa bir zaman diliminde çok büyük sonuçlar elde edebiliriz. 

Böylece, modern dönemin genel siyasi, sosyo-ekonomik özellikleri Azerbaycan tarihşünaslığının esas gelişme yönlerini belirlemeye ve tarihi araştırmalarda objektif bilimsel sonuçlar elde etmeye sevk etmektedir. Yeni bağımsızlık elde etmiş Azerbaycan Cumhuriyeti'nde, bağımsızlığın ilk yıllarında oluşan zorluklara rağmen, son yıllarda oluşmuş değerli tarihi-bilimsel eserler onu gösteriyor ki, gelecekte Azerbaycan tarihşünaslığında, ülkemizin tarihinin en karmaşık sorunları bilimsel olarak daha derinden incelenecek ve tarihşünaslığımız yeni yeni eserlerle zenginleşecektir. Son dönemlerde Milli Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsünün tarihşünaslık alanında başarıları buna numune ola bilir.Son zamanlar çeşitli tarihi olayların tarihşünaslık açısından incelenmesine gençlerin de ilgisi artmış ve A.Alizade, A.Sumbatzade, M.Şerifli, S.Aşurbeyli, Z.Bünyadov, İ.Aliyev, S.Aliyarlı, M.İsmayılov, Y.Mahmudov, A.İsgenderov vb. tarihşünasların 
yaratmış olduğu okullar yeni nesillerin yetişmesinde önemi rol taşımaktadır. 


Kaynakça 

Aliyef, R. (1992) Azerbaycan nağıllarında mifik görüşler. Bakü: Neşriyyat 
Aliyev, M. (2001) Şimali Azerbaycanın Rusiya terefinden işğalının tarihşünaslığı. Bakü:Nurlan 
Alizade, A. Ve Leviatov, V. Azerbaycan SSR-de tarih ilmi. (Az. SSR EA Haberleri, 1947, .1) 
Azerbaycan tarihi (1994 ), (Z.M.Bünyadov ve Yusif Yusifovun redaktesi ile) Bakü:İlim 
Azerbaycan tarihi. (1996), (S.Aliyarlının redaktesile).Bakü:İlim 
Bakıhanof, A. (2001) Gülüstan-i İrem. Bakü:Mütercim 
Ceferzade İ, Yampolski Z. (SSRİ EA Azerb. Fil. Haberleri, 1940, . 2). 20 yil arzinde Azerbaycan tarihinin öğrenilmesinin neticelerine dair. 
Gasımova, S. (2014) XIX yüzillikde maarifçi-demokratik harekatın tarihşünaslığı. Bakü:Elm ve tahsil 
Hacıyeva, Z. ( 2010) Karabağ hanlığının tarihşünaslığı. Bakü:Tahsil 
İmanov, H. (SSRİ EA Azerb. Fil. Eserleri, 1936, XXX cilt). Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri. Bizim uğurlarımız ve yakın vazifelerimiz 
İsgenderof, A. (1997) 1918-ci il mart qırğınının tarihşünaslığı.Bakü: Nurlan 
İsgenderof, A. (2005) Azerbaycanda Türk-Müselman soykırımı probleminin tarihşünaslığı. Bakü:Adiloğlu 
Medetli, E. (2011) Azerbaycan hakiketleri İran tarihşünaslığında. Bakü:İlim ve tahsil 
Nemetova, M. (1959). XIV-XV asrlar Şirvanın tarihinin öğrelilmesine dair. Bakı:T.hsil 
Seferof, Y. (1997) Azerbaycanın kadim, erken, orta asrlar dövrünün tarihşünaslığı. Bakü:BDU naşriyyatı 
Segal, L. (Kafkas 1907, .204) .Qedim Albaniya ve onun şehirleri 
Seyidof, M. (1983). Azerbaycan mifik tefekkürü kaynakları. Bakı: İlim 
Sumbatzade, A. (1989) ,XIX-XX asrlarda Azerbaycan tarihşünaslığı. Bakü:İlim 
Şarifli, M. - (Az. SSR EA Haberleri, ictimai ilmler seriyası, 1959, . 6). IX-XV asrlar tarihinin oçerkler”ind. orta asr Azerbaycan tarihi meselelerinin işıklandırılmasına dair” 
Zülfükarlı, M. ( 2000) İkinci Respublika dövrünün tarihşünaslığı. Bakü:Nurlan 


***

Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 1

Azerbaycan Tarihçiliğinin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 1


Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış: Tarihçiliyin Perspektifleri 

Sevinc GASIMOVA 
Bakü DevletÜniversitesi, 
qasimovasevinc@mail.ru 

Aytekin YUSİFLİ 
Bakü Devlet Üniversitesi 
yusifliaytekin@gmail.com 

Özet 

Tarih toplumda yaşanan en önemli olayları özünde yansıtıp, nesillerin hafızasına ileten ve insan hayatı ile iç içe olduğundan tarihçiler bu süreçte enerji kaynağı olarak hareket ederek, yaşanan olayları ve günlük sosyal-toplumsal süreçleri kaleme alıp, tahlil etmekle nesillere aktarma işlevini gerçekleştirirler. Tarih toplumun özünüderketmesidirse, tarixçilik (historiography) tarihçinin 
kendisini derketmesidir. Eğer toplum tarihi bilmeden körse, tarihçiligi anlamayan tarihçi de tarihçi değildir. Tarihçilik tarihi eserleri sentez edip, her türlü olduğu sürenin, veya olay ve gelişmelerin kaydedilmesi, araştırılması ve araştırılma seviyesini tespit edip gelecek perspektifleri aydınlaşdırdığı için makalede, dünya tarihçiliyinin bir parçası olan Azerbaycan'da tarihi bilgilerin oluşup gelişmesi ve 
bilime dönüşümü aşamalarına yeni görünümü doğrultusunda gözden geçrilecek, XIV yüzyılın başlarında tarihi biliklerde bilimsel yönün oluşmaya başlaması sürecine dikkat çekilecek, XIX yüzyıldan başlayarak çeşitli kavram ve temayullerin oluşması ve böylece hangi sonuçların elde edilmesi açıklanacak, dünya tarih elminini esas sütunu sayılan tarihçiligin gittikçe daha önemli bir 
amile dönüşmesi olgularına açıklık getirilecektir. Aynı zamanda tarihi gerçekleri ortaya çıkarıp mükemmel sonuçlar elde etmeyi birleştiren tarihçiliyin perspektiflerini de belirleme konularında tartışılmasına dönüşecek, Azerbaycanda tarihçilik okullarının yeri ve önemi vurğulanmakla niçin son zamanlarda Azerbaycan'da böyle tarihi okullarının oluşmaması nedenlerine açıklık getirilmek le bunların tartışmasına yer verilecek ve kaldırma yolları belirlenecek tir. 

Anahtar kelimeler: Tarih, Tarihçilik okulları, Perspektifler, Sevinc GASIMOVA, Aytekin YUSİFLİ , Bakü Devlet Üniversitesi,

Giriş 

İlmi Tarihçilik (Historiografhy) tüm bilim ve tekniğin başarılar elde ettiği XIX yüzyılda oluşmuş ve toplumun belli dönemine ilişkin bilimsel eserlerin dönemsel, kronolojik, problematik formda gruplaştırıp tetkik etmeyi ve gelecek pers pektifleri ortaya çıkarmak meselelerini özünde birleştirdiğinden günümüzde tarih biliminin gelişim seviyesini müeyyenleşdirmeyi, ayrı ayrı dönemlerin incelenmesi derecesini açıklamağı, bu bilimin gelişmesine katkıda bulunan faktörleri ve engel yaratan güçleri bulup ortaya çıkarmayı, böylece bilimin gelişimini planlı şekilde yönlendirmeyi ortaya qoyacağız. Tarihçilik bilimsel toplumun yüksek bilimsel konusu gibi hep belli bir ideolojik etkilere maruz kaldığından devlet -hakimiyet ideolojisinin kondekturasına göre araştırma çalışmalarını analiz edir. Tarihçiligin siyasetten asılılığı gelişmenin tüm aşamalarında tezahürünü bulmuştur. Öyle ki, farklı dönemlerde iç ve dış faktörlerin karşılıklı gelişimi tarih bilimine çeşitli  yönlerden etkisini göstermiştir. XVII yüzyıla kadar Azerbaycan'da tarihi eserler neredeyse hükümet ve devlet siparişiyle yazılmış, ayrı ayrı hükümdarların esasen hayat ve faliyyetlerini anlatan eserler daha çoğluk teşkil ediyordu. Azerbaycan'da XVII yüzyıldan başlayarak tarihi bilgilerin giderek bilime dönüşmesi sürecinin başlangıcı olarak ilk kez mülahaza yürüdüp gelecek araştırmaların hizmetine vere bilir, Azerbaycan'da tarihçiligin dövrileşmesine dair belli fikirler oluşturmak ve bilimsel sonuçlar elde edebiliriz. 


Periyodik olarak Azerbaycan tarihçiligini birkaç temel döneme ayrılabiliriz: 

1. Feodal tarixçiliyi, 
2. Tarihin bilime dönüşümü, eğitimci-milli demokratik eğilim, 
3. Tarih biliminde Sovyet dönemi, 
4. Modern milli-bağımsız yön. 

Aynı zamanda her bir dönemi de bir kaç aşamalara bölebiliriz. 

Feodal tarixçiliyi dönemi, feodalizmekadarki tarihsel bilginin gelişimi, ilk ortaçağ dönemi, gelişmiş feodal dönemi, XVII-XVIII yüzyıllar dönemi vb. Ama şartı olarak feodal tarixçiliyi dönemini iki büyük evreye ayırmak mümkündür. Birinci aşama feodal tarihçiliyi ve tarihi bilgiler dönemi, ikinci aşama ise tarihi bilgilerin giderek bilime dönüşüme başlanması tarihsel süreci. Bu aşama XVII-XVIII asırları özünde ehtiva ediyor. Tarihin bilime dönüşümü dönemi XIX yüzyılın I yarısında sona erdiği için sürecin sona erme aşamasında, çeşitli eğilimlerin ortaya çıkıp teşekkül bulması dönemi (XIX yüzyılın II yarısı) ve burjuva-kapitalist ilişkilerin krizi ve devrimci-demokratik eğilimlerin gelişmesi (XX yüzyılın başları) dönemine ayırmak olar.Sovyet tarihşünaslığı dönemini Azerbaycan'da Sovyet döneminde tarih biliminin gelişimi ile ilgili olarak aşağıdaki aşamalara bölmek mümkündür: 1. 1920-1930 yıllar: Sovyet tarih biliminin oluşması ve gelişmesi, 2. 1940-1950 yıllar: Sovyet tarihçiliginin oluşumu ve bilimsel kavramların oluşması. Bu dönemin kendisini de iki aşamaya ayırabiliriz. 

1. Büyük Vatan Savaşı döneminde tarihçilik ve savaştan sonra, özellikle Azerbaycan SSC Bilimler Akademisi yapılmasının ardından bilimin gelişmesi, 

2. 1960-1980 yılları: Azerbaycan Sovyet tarihçiliyinin en yüksek gelişme dönemi. Tartışmada bunlara bir daha dikkat çekilecektir. 

Yöntem: Makaleni karşılaştırmalı analiz yönteminden istifade etmekle sorunlara açıklık getirilmeye çalışilmiştır. 

Tarihi bilginin bilime dönüşmesinekadarki aşamada tarihçilik 

Bilindiği gibi, eski zamanlardan insanlar yaşadıkları doğayla temasta olmuş ve o zaman yaşanan süreçleri kavramaya çalışmışlardır. Zaman zaman insanların toplumda rolü artdıkca, hayat tecrübesi geliştikçe, onlar geçmişte yaşanan olaylara dönüp bakmaya ihtiyaç duymuş ve orada yaşanan iyi yönleri kendilerine örnek almış, kötü tarafları ise tekrar etmemeye çalışmışlardır. Bununla da 
insanlarda hep geriye bakmak birikimi oluşmuştur. Bu deneyde onlar, kendi dönemlerinin kabile, aşiret veya küçük bir kurum başkanlarına, tarihi presedentlere istinad etmekle, onların hangi hak ve görevleri taşıdıklarını ve onları aşmamayı irad tutmuşlardır. Geçmiş dönemde yaşamış bilge ihtiyarlardan örnekler getirmiş ve kahramanlık gösteren insanlara benzemeye gayret göstermişlerdir. 

Burada onlarda geçmişe karşı ilk felsefi-tarihsel bilgiler bazen mitolojik fikirlerle düzenleşmişdir. 

Bu nedenle tarihi bilgilerin kuruluşunun ilk dönemleri, felsefi gözlemlerle yoğun bağlı olmuştur. Çoğu durumda ise, ekser dünya halklarının ilk tarihi bilgileri, eski mitolojik felsefi eserlerle bize ulaşmıştır. İnsanlar yaşadıkları çağın gereklerine uygun olarak, geçmişin iyi yanlarını bazen daha çok fantezilerle eşlik etmiş ve bu da onların motiflerinin mife çervilmesine yol açmıştır. Ünlü Sovyet tarihçisi B.Grekof kayıt ediyordu ki, efsanelerde tarihi gerçeğin tohumları da olabilir”. Bu nedenle tarihi araştırmayla uğraşan bilim adamları bu kaliteye öncelik vermeli ve mitolojik metinleri tarihilik açısından tetkik etmelidir. 

Bilindiği gibi, çok eski bir tarihe sahip olan devletlerin tarihi çeşitli dilli kaynaklar bazında öğrenilir. Azerbaycan da böyle Devletlerdendir. 

Zamanın denemelerinden çıkan bu devlet uzun yıllar yabancı imparatorlukların saldırılarına maruz kalsa da, kendi milli varlığını korumuş ve duruş 
getirmiştir. Azerbaycan tarihçiliyi dünya tarihçiliyinin bir parçasıdır. Belirtmek gerekir ki, henüz yazının oluşumuna kadar basit Tarihi fikir ve tarihi bilgiler mevcut olmuş ve bu her halkın tarihinde izlenen bir süreçtir. Her bir dönemde tarihi bilgi belirli gelişim aşamalarından geçmiş ve onun yönleri mevcut olmuştur. Yazıyakadarki tarihimiz masallarda, neğmelerde, çeşitli rivayetlerde,efsanelerde ifade edildi ki, bunlar da zaman-zaman insan tefekküründen nesli hafızalara kaydedilmiş ve muhafaza olunmuştur. R.Alıye“Azerbaycan masallarında efsanevi görüşler” adlı eserinde yazıyor: 
“Masal geçmiş zamana ait olduğuna göre tabii ki, orada zaman şartı üstün olmalıdır. Fakat masal kahramanının yaşadığı dönem tasvire gelmediği için nağılla zaman arasında sınır farkedilmez. Bu yüzden de masallardaki olaylar bize yakın olan dönemde meydana gelmiş gibi görünüyor. E.Ağayefle M. Seyidovun birlikte yazdıkları “Azerbaycan efsanevi tefekkurunun Kaynakları” adlı kitabına yazılan önsözde şöyle bir fikir ileri sürmektedir ki, “birkaç mitolojik karakterlerin oluşumunda hangi soykökün daha çok katılımı ve üstün etkisi meselesi araştırmada geniş yer tutarsada, amma burada tarihilik ilkesi unudulamaz.”. M. Seyidofun “Azerbaycan halkının soykökünü düşünürken” (Bakü, 
1989), Ağayar Şükürovun üç kitaptan oluşan “Mitoloji” (Bakü, 1995), N.Rzayevin “Yüzyılların sesi” (Bakü, 1974), “Mucize gerineler” (Bakü, 1984), “Ecdatların iziyle” (Bakü, 1992), A.Qraçın “Eski türk aşamasının kronolojik ve etnik sınırları” (M., 1980), “Türkoloji toplu” (M., 1976) adlı araştırma eserlerini gözden geçirdikce bir daha emin olursan ki, kaynaklar ne kadar çok olsa da, en doğru yol tarihi olgunun kendisinden çıkış etmekle, onun esasında teorik ümmumileştirmeğe doğru gitmektir. Halkımızın hafızasına dayanan, milli, manevi, ahlaki değerlerinden behrelenen mitolojisi, masalları sadece sanatsal düşüncenin ürünü olarak hareket edemez. 1988 yılında yayınlanan “Azerbaycan mitolojik metinleri” adlı toplunun malzemeleri gösteriyor ki, halkın yazıyakadarki yaşam tarzı, inançları, astral ve dini görüşleri, gelenek mitolojik metinlerde ebediyen durur. Odur ki, halkın tarihini, kültürünü ve ahlakını öğrenirken bu olgulara ciddi yaklaşılmalı, çeşitli bilimlerin karşılıklı ilişkisinden geniş şekilde kullanılmalıdır. İlgili bilimler denilince tarih, arkeoloji, etnoloji, antropoloji, dilbilim, psikoloji vb. öngörülüyor. Son zamanlarda ise bilimlerin yüksek gelişmesi ve hızlı entegrasyonu sonucunda folklor araştırmalarında bir takım başka bilimlerden (kibernetika, bilgisayar, yapısal dilbilim, semiotika vb.) de başarıyla kullanılıyor. Bütün bunlar her bir halkın tarihi hayatının 
çeşitli tezahürlerini ve belirtilerini ayrı ayrı değil, bir bütün olarak karmaşık şekilde öğrenmeye sağlar. 


İşte bu amilin dâhil edilmesi tarihçilikde en eski dönemlerin öğrenilmesi çalışmasında, tabii ki, daha az önem arz etmezdi. Dolayısıyla, beşer tarihinde tuttuğu böyle bir müstesna konuma göre mitolojinin öğrenilmesi son birkaç yüz yıl boyunca hep bilimin ilgi odağı olmuştur. S.Xuk “Ortadoğu'nun mitolojisi” adlı eserinde Mısır, Sümer, Asur, Babil, Suryani ve b. eski uygarlıkların miflerinin bir tür sınıflandırmasını verirken haklı olarak arkaik sinkretizmin özülünün ve başlıca koşulunun mitolojiden ibaret olduğu kanaatına gelmiştir. Modern arkeolojinin tekamülünedek birkaç halkların erken dönem hayatlarını yansıtan tek kaynak bu halkların mifleri, epos ve nağmeleri olmuştur. Örneğin, “İliada” ve “Odisseya” ellinlilerin m.ö.II binyılın sonu – m.ö. I binyılın başlarına dair yaşamını öğrenmek için son derece değerli bilgiler verir. “Mahabharata” ve“Ramayana” e. e I binyılın ortalarında mevcut olan eski Hint toplumunu adeta yeniden canlandırıyor. Erken Ortaçağ döneminde meydana gelen eposlar, ayrıca İskandinavya, İzlanda sağaları da bu açıdan değerli tarihi kaynak olarak dikkat çekmektedir. Hatta sosyal gelişmenin sonraki gidişinde bile, yani tarihi bilgiler literatürden ayrılmaya başladıktan sonra da son önemini kaynak olarak tutmakta devam ediyor. 


Diyelim ki, Çin tarihinin Çjou dönemini öğrenmek için “Şu çzin”- “Belgeler kitabı” veya “Tarihi Miraslar kitabı” hangi önemi arz ediyorsa, o döneme dair “Neğmeler kitabı” – “Şi çzin” de aynı önemi taşımaktadır. O. Volobuyev ve S. Sekirinskiye göre tarihçilik sosyal bir bilim olarak, sözlü halk edebiyatı ise sanatın bir türü olarak gelişmenin kurallara uygunluğunu temsil eder. Tarihi kanuna uyğunluklar, tarihi eğilimleri farklı halkların ve şahsiyetlerin bakış açısında psihika ve etkinliğinden süzülüp geçerek kendini gösterir. Tarihi süreçlerin sosyal mahiyetini anlamak için, yani ekonomik-siyasi proseslerin herhangi tarihi dönem için karakteristik olan sosyal modelini kurmak için, S.Sekirinskiye göre, araştırma zengin kaynak ve tarihçilik tabanına sahip olmalıdır. M.Pogodine 
göre ise tarihçi tarihe hiçbir yenilik getirmiyor, sadece kaynaklarda ve tarihçilikde verilen bilgileri toplar, özetlemekle tarihi sonuç çıkarar. Üretilen tarihi sonuç ise, M.Pogodine göre, tarihsel olguların kalite yekunundan başka bir şey değildir. O, “Tarihi aforizmlerinden” birinde gösteriyor ki, tarihçinin temel görevi tarihi olayları ve belgeleri sentez ve analiz etmek, onları ayarlamak ve “bir tür kanun ve kuralları” yaratmaktan ibarettir. O, tarihi süreçlerin gelişimini doğa olaylarının gelişimi ile eynileşdirerek tarihin net bilimler gibi çalışma fikrini ileri sürmüştür. Bu fikir Pogodin de Kant'ın pozitifist görüşlerinin etkisi altında oluşmuştur. 

Demek ki, bunlar yazılı değil, sözlü formda ötürülüp. 

Toplumun sınıflara bölünmesi ve devletlerin ortaya çıkması Tarihi bilgiye olan talebi artırdı ve her tarihsel aşamada hakim tabaka, hükümdar kendi tarihini (askeri salname, askeri tarih biçiminde de olsa) gelecek nesle ulaştırmayı, kendi uğurlarından bahsedilmesi için bunların kaleme alınmasına ve böylece yazının oluşması bu bilgilerin toplanmasına olanak verdi. Sovyet alimlerinden M.Dyakonof V.M.Jirmunski, E.M.Meletinski arkaik mif ve eposun tarihçilige tronsfer olunmasından bahsederek arkaik formda beşer toplumunun aşamalarını da kaydetmişlerdir. 

Ortaçağ döneminde tarihçilik ( Nakli Nitelikte eserler ) 

Feodalizm döneminde (ortaçağda) tarihçilikde provindensialist görünümü mevcut olmuştur. Yani olayların ilahi güç tarafından kontrol edildiği iddia ediliyor, tarihi tefekkürün karakterini feodal - kilise ideolojisi belli ediyordu. Bu zaman tarihçilige semavi dinlerin, hüsusen de İncil ve Kuran'ın büyük etkisi kendini gösteriyordu. Bu dönemde tarihi eserlerin en yaygın biçimi olanageografik eserler geniş yayılır, “Felsefe Teolojinin yardımcısıdır” ilkesi esas hesap edilirdi. En eski zamanlardan farklı olarak, ortaçağ döneminde insanların geçmişe ve geleceğe bakış ve ilişkileri değişmeye başlamıştır. Hıristiyanlık, sonra da İslam'ın gelmesiyle ilgili olarak toplumda dini tarihizm hakim konuma yükselirdi. Bu ise insanları antik dönemde gezegenler, kainat vb. mühüm fikir ve bakışlardan “özgür” ederek onları sınırlı biçimde düşünmeye zorlar. İlkin ortaçağ toplumunun insanları dinin güçlü etkisiyle her şeyin ilahi bir güç tarafından yaratıldığını ve bu konuda daha fazla fikirlesmeyin lüzumsuz olduğunu düşünüyorlardı. Ona göre de ilkin orta çağda tarihi bilikler zayıf formada inkişaf etmiştir. Erken orta çağda mövcud olan tarihi kaynaklar hemin dövrün tarıhçilik eserleri hesabedilsede, burda verilen melumatlar esasen tarihi bilik nümuneleridir. Bu sıraya Azerbaycan tarihine dair ilk kaynak olan Kitab-ı Dede Korkut destanını dahil edebiliriz. Esas metni “Kitab-ı Dede Korkut ala lisani taifeyi oğuzan” adlanan epos Türkçe konuşan halkların ortak yazılı abidesi gibi kabul edilmiş, Azerbaycan'ın tarihi coğrafyası, sosyal-ekonomik ve sosyal hayatını öğrenmek için çok değerlidir. 200 yıldan fazla bir zamandır ki, bu destanın araştırılmasına başlanmış ve günümüze kadar devam etmektedir. Azerbaycan'da tarihi bilginin gelişmesinde önemli rolü olan eserlerden biri de 
yerel narrativ kaynak olan M. Kalankaytuklunun “Ağvan tarihi” eseridir. Onun hangi halkın tarihi edebi fikrinin ve becerisinin örneği olması hakkında kızgın tartışmanın arası bugün de sengimir. S.Aliyarlının tebirince desek “onu benimsemek isteyen, kendi adına çıkarmak isteyenlere eserin ruhu, yazısı, desti- hattı onun sadece Alban halkına - Azerbaycanlılara ait olduğunu doğruluyor”. Bu eser eski ermeni dilinde (grabarda) günümüze ulaşsa da, ona sahip olabilecek tek halk albanlardır. Albanlar Azerbaycan halkının soyköklerinden biri ve onun ecdatlarındandır. Bununla ilgili kafkasşünas Y.İ.Krupnof yazıyordu: “Albaniya tarihinin öğrenilmesi”nde hiçbir yasak, sınırlama ve zorlama olmamalıdır. Albaniya tarihini çeşitli ülkelerin bilim adamları öğrenirler, ama, bir şey de 
bilinmektedir ki, Kafkas Albaniyasının kaderiyle herkesten çok azerbaycanlılar meşgul olmalıdırlar. Bu alanda onlar dünya bilimi karşısında sorumlu ve dünya bilimine yükümlüdürler”. Bu şimdi de tarihi topraklarımıza göz diken ve onu kendi toprağı hesap eden ermeni tarihçilerine esaslı ve tutarlı cevaptır. VII-IX yüzyıllarda Güney Kafkasya Araplar tarafından işgal edildikten ve onun arazisi Arap hilafetinin bünyesine Azerbaycan ve Arran eyaletleri şeklinde dahil olduktan, Azerbaycan Müslüman dünyasının bir parçasına çevrildiyinden buraya ilgi artmış ve bu yüzden de VII-IX yüzyıllarda Güney Kafkasya'nın, ayrıca, Azerbaycan'ın tarihinin araştırılmasında Arap salnameçileri ve coğrafi yaşünaslarının eserleri kendine özgü yer tutmuştur.Yani bunlar tarihi bilginin bilime çevrilmesinde önemli rol taşımışlar. Bu kaynaklara, öncelikle kompilyativ nitelikteki kaynaklara dikkatli yaklaşmakla devrin tarihi olaylarını objektiv tarzda ortaya koyma imkanını elde edebiliriz. Bunların işeriğinde et-Teberinin, el-Balazurinin, el-İstehrinin, İbn Xordadbehin, el-Mesudinin, en-Nadiminin, ibn Miskaveyhin, ibn el-Asirin vb.eserlerinde Azerbaycan tarihiyle ilgili materyallerin bu gün de ne derecede mühim rol taşıdığının şahiti oluruz. Bu kaynakların tarihçilik açısından öğrenilmesinde N.Velihanlının, Z.Bunyatofun misilsiz hizmetleri vardır. Azerbaycanda orta çağ tarihçiliyinin pik noktası büyük ansiklopedik alim Nasiruddin Tusidir. Onun iri hacimli Eğitim eseri, ayrıca zic-Elxani (Elxanın tabloları) eseri XIII yüzyıldan XVII yüzyılın sonuna kadar, hemen hemen 


Avrupa bilimine ışık saçmıştır. Azerbaycan tarihçiliginin bilimsel hayatında en önemli yeniliklerden biri Fazlullah Raşidettinin yazdığı çoxciltlik “Came et-tevarih” eseridir. Bu eser halk edebiyatı ile ilgili gelişmiş Oğuz Türklerinin tarihinin ilk dönemini öğrenmek için önemlidir. Tarihçilik geleneklerinin gelişmesinde F.Raşidettinden sonra neredeyse onun takipçisi sayılan Hamdullah Kazvininin önemli rolü olmuştur. Hamdullah Kazvini biri coğrafya ve ikisi tarihe ait olmak üzere üç eser yazmıştır. Bunlar Tarih-i Qozide (1330), Zefername (1334) ve Nüzhet-ül-külub (1340) adlı eserleridir. Tarixçiliyin, tarihi bilgilerin bilime dönüşmesi yönünde, gelişmesinde XIV yüzyılın sonu, XV yüzyılın başlarında yaşamış Abd ür-reşit bin Salih el-Bakuvinin hizmetleri de degerlendirilmelidir. Onun Kitap Telxis el-Âsâr ve acayip el-malik el kahhar eseri söz konusu dönemin tarihi coğrafyası için vazgeçilmezdir. XVI yüzyılın ilk yılları Azerbaycan Türklerinin tarihinde yeni bir dönemin başlanmasıydı. Azerbaycan'da sülale değişikliği ile Safevi devletinin I Şah İsmail tarafından temelinin atılması sosyal yaşamın tüm alanlarında hızlı gelişmeye yol açdığı gibi tarihçilik gelenekleri de kendisinin yüksek aşamasına 
ulaşmış oldu. Bu dönemin en önemli tarihçilerinden biri Hasan Bey Rumlu hesab ediliyor. Onun on iki ciltlik Ahsen et-tevarih eserinde Safevi hükümdarları I Şah İsmail, I Tahmasp, II Şah İsmail ve Muhammed Xudabende dönemindeki olaylardan bahsediliyor. XIV yüzyıldan Reşideddin tarafından başlatılan tarihe bilimsel bakışın gelişimi, tarihçilerin kendi eserlerini yaratırken, kendisinden önceki eserlere müracaat etmesi ve bazen onlara eleştirel yaklaşımı vb. başarıyla sürdürülmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan eserlerin en önemli ve temel özelliği, tarihi olayları daha net ve dolgun vermekten ibaretti. Tarihçiler sadece salnameçilikle meşgul olmamış,tarihi olaylara kendi yaklaşımlarını da açıklamakla kendilerinden önce yazılan eserlere istinad etmekle sintez ve analiz 
metodundan da istifade etmişlerdir. XVI yüzyılın ikinci yarısından Safevi devletinde tarihçilik okulunun temel özelliklerinden biri hükümdarların dünyayı süslemesi hakkında fikir gelenekleri meydana getirmekti ki, bu gelenek XVIII yüzyılın sonuna kadar, çeşitli hükümdarlara şamil olmak üzere devam etmiştir. I Şah Abbas'ın sarayında, sarayın birçok eyan ve çalışanlarının yanı sıra münşisi 
ve tarihçi de olurdu. “Tarihi alem arayı” adı ile ilk eser yazarı belli olmayan (anonim) “Tarihi alem arayı İsmail” eseri olmuştur, sonradan Muhammed Zafer Hasan el-Musevi adlı şahıs tarafından yüzü aktarılan (XVIII yüzyılda) ve bize kadar bu nüshası ulaşan bu eserde, muhakkak ki, Şah İsmail'in kimliği, yarattığı devlet ve faaliyetleri hakkında çok dolgun bilgiler verilmiştir. Diğer bir eser yine 
yazarı belli olmayan ve bazı fikirlere göre XVI yüzyılın sonu, diğer bilgilere göre XVII yüzyılın ikinci yarısında, 1675 yılında, Safevi hükümdarı Şah Süleyman (1666-1695) döneminde yazıldığı tahmin edilen “Tarihi alem arayi Safevi” adlı büyük hacimli eserdir. Bu eser son zamanlar üze çıkarılmış ve uzun zaman tarihçilik dışında kalmıştır. “Alem arayi Safevi” eseri Safeviler devletinin tarihini baştan başa öğrenip keşfetmek için eşsiz bir öneme sahiptir. Bu eserde Safevî Devleti hükümdarlarının dış politikasına daha fazla yer verilmiş, Osmanlı-Safevi, Safevi-Moğol, Safevi-Orta Asya'nın bir takım küçük feodal devletleri vb. arasındaki ilişkilere ve savaşlara açıklık getirilmiştir. Safeviler döneminde “Alem arayi” istilahında eser yazma geleneğini sürdüren ve bu eserlerin zirvesinde duran en büyük eserlerden biride İ.Münşinin “Tarih alem arayi Abbasi” adlı büyük hacimlieseridir. İ.Münşinin bu eseri ister hacmine, ister tarihçilik kapasitesine, hem de uygulama potansiyeline göre bu dönemde oluşan tüm eserlerden seçilmiş ve belirtildiği gibi zirvede yer almıştır. İskender bey saray meselelerinde etkin görev yapmış ve 1626 yılında Şah Abbas'ın Bağdat Seferi'ne katılmıştır. “Tarih-i alem arayi Abbasi” İskender Bey'in kaleminden çıkmış tek eser değildi. I Abbas'ın ölümünden sonra, onun torunu Şah Sefinin (1629-1642) iktidara gelmesi ile İskender beye yeni şahın tarihini yazmak tahsis edilmiş ve o, Şah Sefinin tarihi hakkında kitap yazmaya başlamıştır. Fakat 1634 yılında vefat etmesi İskender beye bu eseri tamamlamaya imkan vermemiştir. Bu eser 1938 yılında “Zeyle-i tarihi alemara-yi Abbasi” adı ile İran alimi S.Hansari tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca, İskender Bey Münşi tarafından derlenen “Kitab-i teressül bin münşeht-i Hoca İskender bey Münşi” adlı resmi belgeler koleksiyonu da mevcuttur ve bu kitabın elyazması nüshası Niderlandın Leyden şehrinde muhafıze olunur. “Tarih-i alemara-yi Abbasi” eseri dönemin daha önce kaydedilen en tutarlı kaynaklardan, en mükemmel devlet resmi belgelerinden ve saray hayat tecrübesinden yararlanmıştır. Bu ise eserin bilimsel kapasitesinin önemini artıran amillerdendir. Eserde ciddi kronolojik ardicilliga riayet 
edilmiştir. İskender bey eserde derin bilimsel analizler aparmaktan da çekinmemiş ve yeri geldikçe ayrı ayrı şahsiyetlerin hayat faaliyetine geniş yer vermiştir. Şüphesiz ki, İskender Bey Münşinin ana  dili  Azerbaycan türkcesiydi, fakat o, eserini farsça yazmıştır. Çünkü o zamanlar bir takım Yakın ve Orta Doğu ülkelerinde tarihi eserlerin geleneksel olarak farsça kaleme alınması devam ediyordu. 


Buna rağmen, “Tarih-i alemara-yi Abbasi” de çok sayıda Türkçe kelimelere ve istilahlara, hatta bazı beytlere ve cümlelere rastlaşılmaktadır. “Tarih-i alemara-yi Abbasi” nin tarzında Teymurilerin saray tarihçiliginin geleneklerinin etkisi de duyulur. Bunu eserin birinci ciltinin sonunda yazarın kendisi de itiraf ediyor. İskender bey Münşinin “Tarih-i alemara-yi Abbasi” eseri Azerbaycan tarihçiliginin en mükemmel eserlerinden biridir. Bir kaç yabancı araştırmacılar da İskender bey Münşinin bu eserini yüksek değerlendirmişlerdir. İngiliz tarihçi C.R.Uols XVI-XVII asırlardaki Safevi tarihşünaslığını değerlendirirken yazıyor: “Bu iki yüzyılda kurulan tarihi eserler arasında İskender beyin “Alemara“eseri öyle bir avantaja sahiptir ki, onunla aynı dönemin başka tarihi eserleri arasında karşılaştırma yapmak aşırı düzeyde orantılı görünür. Bu eser tüm islam tarihçiliginin en değerli eserlerinden biridir ve gerçekten de, bu tarihçiliginin gelenekleri çerçevesinde yazılmış mükemmel bir kitapdır. Bazı araştırmacıların İskender bey Münşinin yaratıcılığına karşı önyargılı fikirlerini eleştiren R.M.Seyvori “Tarih-i alemara-yi Abbasi” ni farsdilli tarihçiliginin en büyük eserlerinden biri olarak kabul ederek, İskender Beyi “Safevi tarihçilerinin önderi” adlandırırdı. Ona göre, İskender Bey “asıl sanat eseri olan bir tarihi kitap yaratmıştır“. Azerbaycan tarihçiligi XVII yüzyılın başlarından itibaren olaylara problematik şekilde dokunma deneyimini kazanmış ve bilimsel tarihçiligin temeli atılmış, Tarihçilikde “Tarih-i alem arayi” geleneği XVIII yüzyılda da devam ettirilmiştir. Bu açıdan öncelikle Muhammed Kazım'ın “Tarih-i alem ara-yi Nadiri” eserini belirtebiliriz. XVIII yüzyılın ikinci yarısı ve XIX yüzyılın başlarında Güney Kafkasya'da hem iç, hem de dış durumun karmaşıklığı bu bölgenin sosyal-siyasi gelişimine etkisini göstermiştir. Bu dönemde de bilimin ve kültürün her alanında olduğu gibi, tarihçilikde de ister form, gerekse içerik itibarı ile halen feodal tarihçiligin karakteristik özellik lerini muhafaza ediyordu. Azerbaycan tarihçiligi feodal toplumunun hakim sınıfına mensup olan şahların, hanların, beylerin çıkarlarına hizmet ettiği için, esas itibarı ile ancak saray çerçevesinde gelişiyordu. Hükümdarların yaşam aktivitesini tarif etmekle uğraşan saray tarihçileri olayları kronolojik prensip esasında tertip ediyorlardı. Bu dönem Azerbaycan tarihi için siyasi peraken delik dönemi gibi seciyyelendirilebilir. Belirtmek gerekir ki, Azerbaycan'da mevcut olan küçük feodal hanlıklar tek merkezde birleşmek yerine, merkezden kaçmaya tercih ediyor ve kişisel çıkarları uğruna aralarında mücadeleler götürüyorlardı. Bu dönem Azerbaycan tarihşünaslığında devletçilik tarihi gibi tetkik edilse de, genel olarak Azerbaycan mülklerinin siyasi tarihinde ağır bir iz bırakmıştır. Bu 
döneme ait bir grup tarihçiler eski geleneklere uyarak Azerbaycan Türklerinin kurmuş oldukları Qacarlar devletinin tarihini kaleme alan aydınlar idi. Böyle eserlerden, Muhammed Rezi Tebrizi'nin “Zinet üt-tevarih”, Muhammed Sadık Mervezinin “Cahanara”, Abdurrazak Dünbulinin “Maasiri Sultaniyye” eserlerini nümune getire biliriz. 

Azerbaycan'da bilimsel tarihçilik 

XIX yüzyılın başlarından itibaren humanitar bilim alanları içerisinde tarihçiliyin değindiği konuların genişliği ve araştırma yöntemlerinin modernliği ile dikkati çekiyordu. Bu zaman Azerbaycan tarihi özetlenir, Kafkasya ayrı ayrı hanlıkların şahsında öğreniliyordu. Bu dönemde Azerbaycan'da zadegan-mülkedar (klerikal) tarihçiliginin en önemli temsilcisi A.Bakıhanof “Gülüstan-i İrem” eseri ile 
Azerbaycan tarihşünaslığını yeni ve yüksek bir aşamaya kaldırdı. A. Bakıhanofun Azerbaycan tarihşünaslığına getirdiği yeniliğin iki seciyyevi hüsusiyyeti vardır. Bunlardan birincisi, Azerbaycan tarihi anlayışında müellifin ireli sürdüğü kavramın, ikincisi ise kabul ettiği araştırma yönteminin yeniliyinden oluşur. A. Bakıhanofun “Gülüstan-i İrem” ine kadar Azerbaycan tarihi öz eksini bilavasıta çeşitli ülkelerin, vilayetlerin ve ayrı ayrı hanlıkların tarihine dair yazılan eserlerde bulmuştu. Önceki tarihçilerin eserlerinde gördüğümüz gibi, Azerbaycan coğrafi-ekonomik ve siyasi vahid gibi ögrenilmir, İran tarihini belirten İran salnamelerinde Azerbaycan tarihinin farklı olayları perakende şekilde eksini buluyordu. XIX yüzyılın ortalarından başlayarak, feodallıklara parçalanmış 
Azerbaycan'ın ayrı ayrı hanlıklarının tarihine dair küçük eserlerin yazılması gelenek halini almaya başlayır. Tarihçilige kronist eserler gibi dahil olan bu eserlerde kısa siyasi-ekonomik ve sosyal tarihi kronoloje uymakla salname biçiminde yansıtılırdı. XIX yüzyılın ikinci yarısı ve yirminci yüzyılın başlarından bu biçimli eserlerde sadece bir hanlığın değil, tüm Azerbaycan, Kafkasya ve yakın 
ülkelerin sosyal-siyasi hayatı kısa açıklamalar biçiminde işıklandırılmıştır. Böyle eserlerden Karabağ Hanlığı'nın tarihine adanmış yazarların emeğini özellikle değerlendirmek gerekir. XIX-XX yüzyılın başlarında Karabağ Hanlığı'nın sosyo-politik ve sosyo-ekonomik tarihine dair birdenbire birkaç eser meydana geldi. Bunlardan Mirze Adığüzelbeyin, Mirze Camalın, Mirze Yusuf Nersesofun, Mir Mehti 


Hazaninin, Rzakulubey Mirza Camal oğlunun, Ahmet Bey Cavanşirin v.b. milli tarihçilerin meydana çıkması tarihçilikde yeni gelenegin tazahuru idi. Azerbaycan tarihçiliginde bu dönemde önemli bir yer tutan ve “Karabağnameler” genel adı ile tarihçiligde yer tutan bu eserlerin özel çalışma ve analiz edilmesi gerekliliği de ortaya çıkıyordu. “Karabağnameler” adı altında bu eserler 1989-1991 yıllarında 
bir yere toplanmış, N.Ahundof ve A.Farzaliyef tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca “Karabağnameler” A.Hüseynzade tarafından tarihçilik açısından geniş biçimde çözümlenmiş ve değerli sonuçlar elde edilmiştir. Bu dönem tarihçiligiyle ilgili sonda tartışma aparıla bilir. XX yüzyılın başlarında Kafkasya'nın aynı zamanda Azerbaycan'ın eski, ortaçağ ve yeni dönem tarihinin öğrenilmesine rus 
tarihşünasları da girişimler göstermiştir. Bu alanda bazı tarihçiler öncelikle makalelerle tarihi olayları takip etmiş ve sonradan eserler yazmışlardır. Bu zaman Rusyanın siyasi meraklarına uyğun olarak tarihçi-şarkşünaslar tarihin çeşitli sorunlarına da değinmişlerdir. İ.L.Seqal “Eski Albaniya ve şehirleri” (Kafkas 1907, .204) makalesini yazmakla Kafkasya'nın bu eski ülkesi hakkında belirli fikir söylemeye çalışmıştır. Daha sonra İ.L.Seqal fikrini daha da netleştirerek “Zakafkasyanın geçmişinden sayfalar – Berde” (Kafkas 1912, 264) makalesi ile Berde şehrinin tarihine kısa bir yolculuk yapmıştır. Azerbaycan 
eğitimcisi R.Efendiyefin “Gebele ilçesi” (......, XXXII, I s. 1-9) makalesinde Kafkas Albaniyasının bu antik şehri hakkında melumatlar vermiştir. Diğer bir tarihşünas V.V.Bartold XX yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinin bazı meselelerine dair fikirler söylemiş, onun makaleleri Baküde neşr edilmiştir. O, islam dini tarihine dair eserlerinde Arap ve Batı Avrupa alimlerinin dine ilişkilerine eleştirel yaklaşım göstererek, islam dini hakkında geniş malzeme toplayıp, dinin ortaya çıkması ve yayılması tarihi hakkında yeni görüşlerini ortaya koymuştur. XX yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinin çeşitli meseleleri A.Y.Krımskinin de dikkatini çekmiştir. İslam ve Doğu tarihinin araştırmacısı olan A.Y.Krımski, Doğu tarihinin dünya tarihinin bir parçası olarak araştırmış, 
Azerbaycan'a dair “Kuzey veya Kafkas Azerbaycan'ı, Klasik Albaniya tarihinden sayfalar – Şeki, Nizami ve çağdaşları hakkında eserler yazmıştır. A.Y.Krımski bu eserleri yazarken çeşitli ve büyük miktarda belge ve malzemeler kullanmış ve değerli alıntılar yaparak mühim sonuçlar elde etmiştir. Bu nedenle, A.Y.Krımskinin eserleri Azerbaycan tarihini öğrenmek için özel öneme sahiptir. Rus tarihşünasları neyinki kendileri Azerbaycan tarihinin öğrenilmesine ivme vermiş, hatta yerel yazarları bu işe yönlendirmeye ve harekete getirmeye sövk etmişlerdir. Rus tarihşünaslarının en önemli rollerinden biri de bundan ibaretti. XIX yüzyılın sonu - XX yüzyılın başlarında tüm dünyada bir uyanış, bir devrimci değişiklikler döneminin başlandığını biliriz ve bu devrimci değişiklikler, bilime 
ve kültüre de yansımıştır. XX yüzyılın başlarında Rusya aydınlarının bağımsızlık fikirleri Azerbaycanda de etkisini göstermekteydi. Öncü aydınların milli kimlik bilincinin uyanışı, milli idrak gelişme aşamalarında idi. İşte bu dönemde Azerbaycan'ın yetenekli gençleri çeşitli bilim kurumlarında eğitim almaya gönderilmişti ki, bu da iyi sonuç gösteriyordu. Bu kişiler işte ulusal-
demokratik hareketin gelişmesinde önemli rol oynuyorlardı. Yabancı ülkelerde Avrupa bilimine yiyelenen fikir öncüleri yavaş yavaş anlıyorlardı ki, büyük amallara, ideyalara ulaşmak için ilk önce millet kendini idrak etmeli, kan hafızasına dayanarak milletin tarihi, manevi değerlerini araştırmak zeruridir. 

Bunun için ulusal okullar açmak, program ve ders kitapları yaratmak önemliydi. Bu sırada milli aydınlar yetişmekte idi ki, bunlar da kendi eserlerinde, yayın organlarındaki konuşmalarında halkı gaflet uykusundan uyandırırdılar. Bu zaman milliyet, hürriyet, inkılap ve müsavat fikirleri genişleniyor, millet inanmaya başlıyordu ki, “istiklal dışında onun için ek Azerbaycan yoktur”. Bu aydınlar Azerbaycanın milli bağımsızlığını ümumtürk özgürlüğünün bir parçası olarak idrak edirdilerse de, siyasi ergenlikleri tam değildi. Fakat mevcut yapıya karşı mücadele, islahatçılığı gerektiren milli aydınlar halkın ihtiyaçlarını çara sunmak iktidarında idiler ki, bunlardan A. Hüseyinzade, A. Topçubaşof, M.E. Resulzade, A. Ağaoğlu ve N. Nerimanovun etkinliğini vurgulamak gerekir. Bu aydınların eserlerinin tarihçilikde önemli yeri vardır. Çünki bahıs olunan dövrde milli düşünce tarihçiligin problematikasını da degiştirmişti. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***