YANIT,
Yekta
Güngör Özden
|
18.08.2003/Sayı:37
Dolap
çevirme ustaları
Dolap
çevirme ustalarının, çeviremeyecekleri şey yoktur. İşlerine gelmeyen her şeyi
tersine çevirip kendi yansıttıkları-tanıttıkları ya da anlattıkları gibi
olduğunu benimsetmeye çalışırlar. Anlamamış da olabilirler ama gerçekte
anlamalarına karşın, kendilerine göre anlamayı yeğlerler. Bunların kimisi de
“yavuz hırsız ev sahibini kurtarır” sözünü anımsatan bir tutumla kendi eylem
ve söylemini size ilişkin gösterir. Hiç ilginiz olmayan, aklınızdan hiç geçmeyen
durumlarla bağlantı kurmaya, sizi sorumlu tutup suçlamaya çalışırlar.
Arkalarındaki patron desteği, bu şerefsiz tetikçileri giderek şımartır ve
azdırır. Bunlar arsız, yüzsüz, onursuz, soysuz, hırsız, ahlâksız, dönek
bağnaz, yobaz, bilgisiz, saplantılı, sapkın, sayrılı (hasta), yalancı,
karaktersiz, kişiliksiz, iğrenç ve aşağılık yaratıklardır. Her kötülüğün
kaynağıdırlar, her kötülük beklenir. Daha neler söylenebilir ama bu tür
kararmış ve küçülmüşlerin, “üfürük” bile olmayanların düzeyine inerek dilimi
ve kalemimi kirletmeyi kendime yakıştıramıyorum. Dün görüşmek-konuşmak için
saatlerce kapınızda bekleyen, gölgeniz gibi dolaşan, fırlayıp koşarak
isteğinizi yerine getirmek üzere bakışlarınızı izleyen, birlikte görünmeyi,
aynı ortamda ve masada bulunmayı mutluluk, onur ve övünme nedeni sayanlar,
yetkiniz sona erip etkiniz kalmayınca ya da azalınca sırtını döner,
görmezlikten gelir. Dahası, tüm bozukluklarını ortaya koyarak karşıtlıklar
sergiler, yalanlar sıralar, olaylar uydurur, yeni yetkililere yaranmak çabasıyla
düşüklüğün her biçimine, âdiliğin her kılığına, alçaklığın her kalıbına
girer. Yurtdışına kaçmışlar, yasadışı örgütlerde de çalışmışlardır. Sonra
dönüp para karşılığında, ömründe demokrasi dışı önerisi olmamış, alnı açık,
yüzü ak insanlara çamur atarlar. Yağcılığını yaptıkları siyasetçiler de bu
yılışık ve şımarıkları devlet olanaklarından yararlandırarak şişirirler.
Mütareke
Basını işgal altında idi, ya bugünküler?
Kendi mide
bulandırıcı niteliklerini ve mârifetlerini (!) başkalarına yüklemeye çalışan
bu düzenbazların nasıl oynayıp oynaştıkları ibretle izleniyor. Toplumsal
yaşamımızın çirkinliklerinin önünde, kimi köşebaşlarını-özellikle medyada bir
gün orda bir gün burada olsa da-tutan bu kokuşmuşlar geliyor.
Sömürgeci-işgâlcilerle işbirlikçi patronları övüp desteklemeleri uyduluk ve
uşaklık olmuyor, Silâhlı Kuvvetler’in önemini belirtmek, konumunu anlatmak,
yanlışlık ve sakıncaları önlemek çabası askere dayanmak ve faşistlik oluyor.
Böyle sapla samanı ayıramayan, “Ramazan haftası”nı “mangal haftası”na çeviren
yabanıl kafalar kendi Maoculuklarını, Stalinciliklerini, Hitlerciliklerini,
Mussoliniciliklerini, Saddamcılıklarını, köktendincilik ve mezhepciliklerini,
önceleri kimlerin yanında kuyruk ve tükrük hokkası gibi dolaştıklarını, neler
yazıp yaptıklarını unutuyorlar. Ama unutturtamazlar. Şeriat şakşakçılarını,
işkence, yakma, yaralama, öldürme, bölme, parçalama, yağma, soygun, hortum
olaylarını alkışladıklarını birlikte, oldukları siyasal kişilerin buyruğunda
ve nelere ortak olduklarını örtme açıkgözlülüğüyle çalakalem yazıyorlar.
Mütareke Basını işgal altında idi, ya bugünküler? Sapkınlığın (ihanetin)
bahanesi ve özrü olmaz. 12 Eylül’de biz uyarılarımızı yapar, baştakilerin
demokrasiye geçiş sözünü tutmaları için önerilerimizi sıralarken, Anayasa
taslağının yalnızca yargı bölümünü otuzdan fazla yazıyla eleştirirken,
ulusumuzun hak ve özgürlüklerini savunmak için ağır görevleri özveriyle
yürütürken “dut yemiş bülbül” gibi susanların seçilmek ve bir yerlere gelmek
için kimlere nasıl yalvarıp yakardıklarını, sonra nasıl açılıp inkâr ve
ihânet korosuna katıldıklarını ilgililer biliyor.
İşgalcileri
ve işbirlikçi paralı güçlerin kucağındalar
Daha çok
kendilerini niteleyip tanımladıkları yazılarıyla hiçbir ya da yararlı,
yeterli bilgileri olmayan konularda dedikodu üretip karıştırıcılık yaparak
medya vitrinlerinde boy gösteren “aklıevvel”ler, birbirinin elinden tutarak,
12 Eylül ortamını ve siyasal kodamanları kullanarak yerleşip
yerleştirildikleri mevzilerden serseri atışlarla saldırıyorlar. Ne insanlık,
ne saygı, ne yurt, ne yurttaş, ne hak, ne kişilik, ne onur, hiçbirşey
umurlarında değil. Kendisi gibi düşünmeyeni düşman gören bir ilkellik.
Bağımlılık, çıkar ve çekemezlik iliklerine işlemiş. Sormadan, öğrenmeden,
araştırmadan, kanıtlamadan, atıp tutarak sütun dolduruluyor. Yurtdışından
yurtiçindeki koroya eşlik eden pişkinleri, düşkünleri de var. Kimlere
yaslandıkları, kimlerin bunlara dayandığı önemli değil. Hiçbirşey olmadıkları
ve olamayacakları, saldırdıkları değerler, kavramlar, kurumlar gözetilince
daha iyi anlaşılıyor. Düzeysizlikleri, terbiyesizlikleri, kişiliksizlikleri
sırıtıyor. İşleri güçleri yağcılık, yalakalık, maskaralık, madrabazlık,
şarlatanlık, şapşallık. Dün asker-sivil güçlüleri alkışlarlar, etmedikleri
dalkavukluk kalmazdı. Bugün işgalcileri ve işbirlikçi paralı güçlerin
kucağındadırlar. Yarın nerede, nasıl, kimlerle olacakları kestirilemez. Çoğu
medyadaki bu yanar-sönerlerin şımarıklığı kendilerini kullandığını sanan,
“Bizim itlere söylerim, yazar / yazmaz” dediği de anlatılan patronlarını
istedikleri gibi kullanmaktan geliyor.
Silahlı
Kuvvetler’i savunanları suçlamak niye?
Demokrasi,
bir eğitim, bir disiplin, bir öğreti, bir siyasal terbiyedir. Çoğulcu,
katılımcı, kurumlar ve kurullar düzeni, kendi kendini yönetim biçimi, bir
dünya görüşü olması, insan ve insanlık üzerine kurulma gerçeğini
değiştiremez. Ülkesini, ulusunu, devletini, namusumuzu ve onurumuzu canlarını
adayarak koruyan Silâhlı Kuvvetler’i, hak ve özgürlüklerle demokrasiyi,
düşünce ve inancın güvencesi lâikliği özveriyle savunan kurum ve kişileri
karalayıp suçlamak niye? Görüşlere katılmaz, davranışları uygun bulmaz,
yapılanları eleştirirsiniz. Bu her bireyin en doğal hakkı, hatta kamusal
konularda ödevi. Ama kişilerle, kişiliklerle uğraşmak yaradılışından
yakınlarına kadar konuyla ilgisiz sataşmalara ve saldırılara kalkışmak
yakışıksızdır. Kimin ne olduğunu halkımız bilmiyor mu? Yolsuzluk, ahlâksızlık
olaylarına karışanlara, ülkesini parselleyip satmak isteyenlere söz
etmeyeceksin, gezi, armağan, harçlık ve başka sunuşlarla yaklaşanları
öveceksin. Onlardan ve adamlarından korkacaksın, efendiliğini, terbiyesini, düzeyini
bozmayan, özel savunma olanağı bulunmayan kurumlarla görevlilerine, güçsüz
sandığın emeklilerle, emekli olacağı yakınlaşanlara çatacaksın. Ve hiçbir
utanma, çekinme, haklı neden olmadan, üstelik yalanın, palavranın, pisliğin
bini bir paraya, vasiyeti “vesayet”, raptiyeyi “zaptiye” sanarak, yaşamında
kimsenin adamı olmamış, ancak ilkeleri savunmuş karanlık tek noktası
bulunmayan insanları, kerpiç beynin, çürük yüreğin, paslı dilin, küflü
kaleminle yıpratıp yıkmaya çalışacaksın. Bu azgınlığı, yurt kurtarıp yepyeni
bir devlet kurana, yaşamını, namus ve onurunu borçlu olduğun insanlara kadar
genişleteceksin. Bu kötü davranış, bu değerleri anlamamanın ve bunlara
yaraşır olamamanın kanıtıdır. Yurtseverliği, Silahlı Kuvvetler’e önem verişi,
kurumlara ve vatandaşlara saygıyı, “askere dayanmak, asker ve siyaset
yandaşlığı” saymak, sakat bir anlayış, sapkınca bir yaklaşımdır.
Dalkavuklarla dönekler herkesi kendileri gibi zanneder. Kimi zavallı da
bilmediği konuda eleştiri yazmaya kalkışarak, kendine ilgi çekmek ister.
Atatürkçülükte
birleşmek kötü mü?
Uslanması
ve düzelmesi zikzaklar ve gelgitleriyle olanaksız görülen bu türediler,
barışı, anlaşmayı, uyum ve uzaklaşmayı da bilmezler. Uygarlık gereklerini
gösterişte, parayla ve bu yolla edinilip sağlanan olanaklarla bulurlar.
Kişiliğe, niteliğe, kafa yapısına, düşünce ve duygu değeriyle, yürek ve ahlak
temizliğine önem vermezler. Dinleri, imanları paradır. Bu nedenle olayları
para gözüyle algılar ve yorumlarlar. Kimi doğrularda birleşmeyi, kimi
uygunlukları paylaşmayı olağan bulmayıp kendi kıt düşüncesiyle amaçlı biçimde
değerlendirir. Kendi yanlışını, tersine çevirdiği durumun doğrusu olarak
verir. Kimi doğrularda buluşmak, ilkelerinden ödün vermeden kimi kötülük,
yanlışlık ve aykırılıklara birlikte karşı çıkmak, neden kurumsal birleşme ve
yeni bir yapılanma sayılsın? Olsa olsa yeni bir görünüm yeni bir karşı koyma
yöntemi ve biçimidir. Karşıt düşünce, karşıt görüş ve değişik yolda olanların
birleştikleri doğrular, buluştukları noktaların varlığı bir yaşam gerçeğidir,
yadırganamaz ve kendince başka nedenlere bağlanamaz. Kavgaya ne gerek var?
Yanlışı düzeltmek, yanılgıdan dönmek, hata nedeniyle özür dilemek erdemlilik
değil mi? İnsanların tüm görüşleri birbirininkinin aynı ya da ayrı mı olur?
Aykırılıkları, ayrılıktan temelde ya da ayrıntıda olsa bile birleştikleri
görüş, buluştukları doğru, anlaştıkları konu olamaz mı? Genelde ve ilkede,
örneğin ulusu ve ülkeyi kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devlette;
kurtarıcı ve kurucu Atatürk’te; tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal
egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Atatürkçülükte, ahlâkta, adalette,
insanlıkta, demokraside, bilimsellikte, eşitlikte birleşmek kötü mü?
İlkelerinden, düşüncesinden, inancından ödün vermeden kimi birleşme ya da
yöntemde ayrılma neden sakıncalı olsun? Parayla, pulla değil, özveriyle,
onurla yürünüyor. Bir yere bağlı, aylıkla yazmıyoruz. Bağımsız, özgür,
kişisel görüşümüzü açıklıyoruz. Yalnız kendi yazımızdan ve imzamızdan
sorumluyuz. Atatürk milliyetçiliği, çağdaş milliyetçiliktir. Tutuculuk,
ırkçılık-turancılık değildir. Atatürkçü olmak, her iyiyi, güzeli, doğruyu her
konuda ve her alanda benimsemek, insanlıktan, usdan, bilimden, barıştan,
çağdaşlıktan, demokrasiden, eşitlikten yana olmak demektir. İlkelilik,
tutarlılık demektir. Atatürkçü olunca başka şey olmaya, başka kurama,
öğretiye ve ilkeye özenmeye, öykünmeye hiç gerek yoktur. Bunları anlamadan
yazmaya kalkışmak gülünçlüğüne düşen medya papağanlarına ne dense azdır.
Birbirlerine taktıkları adlar zaten neleri çağrıştırıyor...
Solun ulusalcılıkla
bağdaşmayacağını savlayan kafalarla biryere varılmaz
Bölücü-yıkıcı,
soykırımcı; inanç sömürücüsü, sahte dindar, şeriatçı; mandacı, numaracı;
hortumcu, soyguncu; kaçakçı, çıkarcı rüşvetçi, mafyacı, yerli yabancı
işbirlikçiler, tüm kötüler ve sakıncalılar birleşiyor, büyüyor, bir şey
olmuyor da ülkesini, ulusunu seven, devletine bağlı, insana saygılı, namuslu
insanların, belli konularda, görüşüp konuşmadan, önceden anlaşmadan, tutum,
davranış, tepki benzerliği niye eleştiriliyor? Nedeni açık: Korkuyorlar. Hele
kimi siyasal kurumların daha birleşme, bütünleşeme, katılma, yeniden
yapılanma gibi üzerinde anlaşmış, kararlaştırılmış bir yöntem belirlenmeden
dayanışmaları olasılığı duyulunca “mâlumlar”ın etekleri tutuşuyor.
Anlamıyorsanız hiç değilse susmasını ve beklemesini biliniz. Solun
ulusalcılıkla, ulusalcılığın da solculukla bağdaşmayacağını savlayan
kafalarla tartışılmaz ve biryere varılmaz.
İyiliklere
karşı, kötülüklerden yana olanlara “Tu.. size!” demek hakkımız, gerçekleri
konuşmaktan çekinmemek, kaçınmamak görevimizdir.
Açıklama
Emekli
olduktan sonra, söz gelmemesi için beş yıl bekleyip Atatürkçüleri
birleştirmek amacıyla siyasal görevi koşullu kabûl etmeme karşın,
bozukluklarına yenik düşen kimilerinin, olanaklarım dışında kalan aygıtları
ve yöntemleri kullanarak adlarını da vermeden, gerçekdışı savlarla beni
suçlayıp kötü tanıtmaya çalıştıklarını duydum. Kişilik, eğitim ve ahlâk
sorunluların bu tür çabalarını, önceki davranışlarının tersine, değişik
biçimde sürdürdüklerini biliyor ve asla önem vermiyorum.
Ancak kimi
tanıdıkların isteği üzerine, özellikle gençlerin bilmesi için, özetle şu
açıklamaları sıralıyorum:
1.Ankara
Barosu Başkanlığım sırasında (1972-1974) benim neden olduğum bir avukatın
tutuklanması olayı yoktur. Baromuz da böyle olumsuz bir duruma neden
olmamıştır. Tersine, tutuklanan kimi hukukçularla ilgilenilmiş, istenmeyen
durumlara düşmemeleri için gerekli başvurular yapılmıştır.
2. Baro
işlemleri, Yönetim Kurulu kararıyla yürütülür. Başkan ancak imzasıyla iletir,
uygulamayı yapar. Başvurular ve Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla gelen ihbarlar
zorunlu olarak incelenip karara bağlanır. Disiplin Kurulu'nun uyarı
niteliğindeki kararı vardır. Siyasal tutumu nedeniyle cezalandırılan avukat
yoktur. Başkanlık yazısına yanıt vermeyen bir avukatın yasa gereği aldığı
para cezasını partili oluşuna bağlaması amaçlıdır. Dönemimde hiçbir parti
etkisini kimse söz konusu etmemiştir.
3.
ODTÜ’nün 1961’den beri aralıklarla yaptığım avukatlığından Rektörlüğün
tutumunu uygun bulmadığım için 1971 Mart ayında, yurt olayları günü,
alacaklarımı da bırakarak ayrıldım. Bu arada Öğrenci Birliği’nin ve Mezunlar
Derneği’nin de avukatı idim. Hiçbir öğrenciyle kişisel bir sorunum,
karşılıklı işlem konumuz olmadı. Kimseyi şikâyet ya da ihbar etmedim. Ulaş
Bardakçı ile Taylan Özgür sanırım ortaokuldan öğrencilerimdi. İçtenlikli bir
yurttaş, özenli bir hukukçu olarak, hukukdışı, yasadışı olaylara, kargaşa ve
kavgaya, anarşi ve teröre hep karşı olduğumu söyleyip yazdım, şimdi de aynı
tutumumu sürdürüyorum. Hiçbir aşırılığın içinde ya da yanında olmadım. Ün,
san, çıkar gözetmedim.
Yanlışları
doğru sanarak yaparız. Varsa bir aykırılığım öğrenmek hakkımdır. Kimseye
veremeyecek bir hesabım yoktur. Avukatlığını yaptıklarım, meslektaşların,
öğrencilerim, dostlarım, arkadaşlarım üstelik bilinen basın. Hepsine açığım.
Amaçlıları kendi kararıyla baş başa bırakıyorum.
Yalan ve
iftirayla her şey yakıştırılabilir. Bilerek, isteyerek ve amaçlı biçimde
kimseye bir kötülüğüm, zararım dokunduğunu sanmıyorum ve anımsamıyorum.
Gitmediğim yerlerde -üstelik şehir dışı- bulunduğum yazıldı. Kullanmadığım
sözler bana bağlandı, yapmadığım davranışlarla eleştirildim. Yanıtlarım,
düzeltmelerim yayımlanmadı. Anlattıklarımı kendi sözcükleri ve yorumlarıyla
benim sözlerimmiş gibi yansıttılar. Fotoğraflarımı ters bastılar. Daha neler.
düzeysizlik, düşüklük.
Kimi
karşıtlık ve bağımlılık nedeniyle duygusallığa kapılıp yanlı yazıp konuşanlar
özür dilediler. Yine de herşeyi tersine çevirip, sıkılmadan kuyruklu
yalanlara yer verdiler. Adı geçen birisi olarak sormadılar bile. Kaç kez
açıklamama, gerçekdışı yayınlarını Mahkemede tazminata bağlatmama karşın
“mason” olduğumu, üstelik masonları üye yazıp yönetici yapanlar, yayıyorlar.
Böyle bir üyeliğim yok. Olsam çekinmeden söylerim. Sakıncalı bulmuyorum. Tıpkı
“Saddam’dan değil, barıştan yanayız. ABD’ye değil, savaşa karşıyız” içerikli
yazımı, Karen Foog’u kınamamı tersine çevirdikleri, “AB’ye eğilmeden,
ezilmeden, eşit girelim” dememi “Girmeyelim” diye verdikleri gibi.
Dedikoduyu,
yalanı, terbiyedışı davranışları kendilerine nasıl yakıştırıyorlar? Amaçları
ne, neye yarıyor? İnsanları yormanın, insanlara kıymanın, karşılıksız ve
özveriyle yapılan hizmetlerin gücünü kırmanın ne anlamı var?
Benim
kimsenin cezalandırılması, cezasının yerine getirilmesiyle ilgili sözüm
yoktur. Namuslu ve şerefli insanlar yalan söylemezler. Utanmadan yazmaya
çalıştıkları yalanlarının kanıtını, benim bu açıklamamın tersini ortaya koyan
belgelerini -lâf değil, belge- getirsinler, görüşelim. Ankara Barosu
dergileri, yazılarım, kitaplarım, Anayasa Mahkemesi kararları ve tören
konuşmalarım ortada. Buyursunlar.. Dayanak gösterip eleştirsinler.. İlgisiz
kimseleri araya katmadan, yormadan.. Saklanmadan, eveleyip gevelemeden.
Mertçe, uygarca..
|
..