Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2017 Cumartesi

Zavallı, Sözde Avrupalı

Zavallı, Sözde Avrupalı


Yekta Güngör Özden
26.05.2003/Sayı:31


Türkiye ne zaman gücünün arttığını gösteren bir başarıyla, kültür, sanat, spor, bilim alanında bir etkinlikle ya da uluslararası bir durumla gündeme gelse Avrupa kaynaklı olumsuz değerlendirmeler, eleştiri ve öneri görüntüsü altında haksızlık dolu yaklaşımlar birbirini izler. Son günlerde AB raportörü Hollandalı Arie Oostlander’in üyeliğimiz için Kemalizm/Atatürkçülüğü engel saymasındaki saçmalık, amaçlı açıklamaların yenisi. Bu ilk değil. Önceki yıllarda da Atatürkçülüğü, Atatürk’ün yetiştiği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, müslümanlığı, Milli Güvenlik Kurulu’nu demokratikleşme ve AB üyeliği için engel göstermişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nu sömürge durumuna düşürüp paylaşmayı gerçekleştirmek için saldırılar, oyunlar, planlar, antlaşmalar düzenleyen Avrupalılar kendi yaptıklarını unutup Türkleri barbarlıkla suçlamayı da sürdürürler. “Sözde Ermeni Soykırım Tasarıları” sıklığında olmasa da ısıtıp ısıtıp yineleyerek güncel kılmaya çalışırlar. İçimizdeki aymaz, bağnaz, değerbilmez korosu da bu tür safsatalara alkış tutarak kendi düşüncesinin ve amacının doğrulandığının kanıtı olarak yansıtır, neye araç olduğunun ayırdında mıdır bilinmez ama işbirlikçi durumuna düşer.

Türkiye’nin atılımı Avrupalıyı kıskandırıyor

Türkiye’nin her alanda gerçekleştirdiği atılım bilgisiz, kötü niyetli, tutucu Avrupalıyı kıskandırıyor ya da korkutuyor. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin içtenlikli bir izleyicisi olarak kimsenin toprağında gözü bulunmayan laik Türkiye Cumhuriyeti’nin, ölüm-kalım savaşı vererek yarattığı Türk Mucizesi sonunda, en büyük Türk Devrimi olarak gerçekleştiğini unuturlar. Bu gerçek bir yana, AB Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Spencer’in AB üyeliği konusunda dürüst ve içtenlikli olmaya çağırdığı Avrupalıları Roger Geraudy’nin suçlamalarını da unuturlar. Alman tarihçi Hans-Ulrich Wehler’in amaçlı, gerçekdışı anlatımlarını, Türkiye-AB Parlamento Eşbaşkanı D. J. Bendit’le Huntington’un Atatürkçülük ve ulus devlette direnmeyi sakınca sayan, laikliği dışlayıp islamın çekirdek devleti olmamızı içeren çağdışı, sakat görüşlerine sarılırlar. Atatürkçülüğü ve onun başta gelen bekçilerinden Silahlı Kuvvetleri engel görmelerinde aşağılık duygusu da etkendir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı sömürgeci ve yayılmacı güçlerle içimizdeki sapkınlara karşı kazanan ordulaşmış Türk Ulusu’dur.. Değişik soy ve inanç topluluklarına karşın elde edilen yapı Avrupalının emperyalist emellerinin engelidir. Tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı Anadolu İhtilali başarıya ulaşmış, dinsel ağırlıklı kişisel yönetimle birlikte tüm çürük yapı yıkılmış, Osmanlılıkla hiçbir ilgisi olmayan yepyeni bir kurum sonsuza değin bağımsız yaşatılacak sağlıklı temeller üzerine oturtulmuştur. Bu temel, Atatürk ilkelerinin oluşturduğu Türk Devrimi’dir. Tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni cumhuriyetle demokrasi yaşama geçiriImiş, uygarlığın tüm olanakları her alandaki çabalarla sağlanmış, çağdaşlaşma Avrupa’yı şaşırtmıştır. Atatürkçülük, evrensel değerleri ulusallaştırarak kendini her gün yenileyen, Türkiye’ye özgü düşünce dizgesi, izlence ve uygarlık yöntemidir. İnsanımız tebaa olmaktan yurttaşlığa, toplum ümmet durumundan ulus düzeyine çıkmıştır.

Doyumsuz Avrupa Atatürk’ün yaptıklarını görmezden gelmektedir

İşgal günlerinde 339 tekke, 19 tarikat bulunan İstanbul, dünya kenti olarak Türkiye’nin simgelerinden biri kılınmıştır. Üç tür okul, beş tür mahkeme, onbeş tür nikah son bulmuş, gerçekleştirilen devrimlerle Türkiye, 1930’ların dünyada sayılı on cumhuriyetinden biri olmuştur. Tito, küçük kültürleri bağımsız kılarak Yugoslavya’yı tutacağını sanmakla aldanmış, Atatürk ulusallaştırarak kazanmıştır. Atatürk ilkeleri, marksizmi ve kapitalizmi geride bırakmış, kadınlara siyasal hakları Isviçre’den 40 yıl önce vermiş, Avrupa kendi din savaşlarını, iktidar kavgaların, cinayetleri, Stalin’i, Hitler’i, Peten’i, Salazar’ı, Franko’yu, Mussolini’yi, Yunan cuntasını, Makarios’u, EOKA’yı ve öbür diktatörlerle demirperde ülkelerini, Atatürk döneminde Türkiye’ye sığınan 142 bilim adamını, Türkiye’nin Birleşmiş, Milletler Üyesi olarak uluslararası alanda görevlerini özenle yerine getirdiğini, krallıklarla kiliseler arasında süren savaşları, laikliği 300 yıl sonra 300 milyon ölü vererek yaşamaya başladığını unutmuştur. Bilgisizlik, bilinçsizlikle koyulaşmıştır. Doyumsuz Avrupa, Atatürk’ün din bağı yerine ulus bağını seçtiğini, ırkçılığı dışlayıp çağdaş milliyetçilikle dostluğu ve barışı yeğlediğini görmezlikten gelmektedir. Tarih ve siyaset bilgisinden, insanlık ve dostluk bilincinden, demokrasi ve ahlak erdeminden yoksun, içtenliksiz, kötü amaçlı, sözde dostlar AB için yeni koşullar hazırladıklarını duyurmaktadırlar. Bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre kurulan Türkiye Cumhuriyeti AB’ye eşit konumda girerse AB daha çok güç kazanır.

Kapitülasyonlar Avrupalının ham hayalidir

Tarihin çöplüğüne atılan Sevr ile kursaklarında kalan, Lozan ile iyice gömülen kapitülasyonlar, Ermeni ve Kürt devletleri Avrupalının ham hayali olarak sırıtmaktadır. 1536’da Fransa ile başlayıp 1569’da genişletilen kapitülasyonları 1583’de İngilizler’in “serbest ticaret izni alması, 1829’da ABD ile 1838’de İngiltere ile ticaret Anlaşması imzalanması izlemiştir. 1839 Tanzimat, 1856 Islahat Fermanları, yabancı dayatmasıyla yenilik görüntüsü altında yeni ayrıcalıkların, büyük ödünlerin verilmesidir. 1876 Berlin Anlaşması ile iyiden iyiye Avrupa’nın koruması altına giren Osmanlı İmparatorluğu 1881’de Muharrem Kararnamesiyle Düyun-u Umumiye’nin esiri olmuştur. Günümüzde olumsuz sonuçları acı ve üzüntüyle izlenen 1963 Ankara Anlaşması, 24 Ocak 1980 kararları, 1995 Gümrük Birliği Antlaşması, 1999 Helsinki koşulları, 2000 Katılım Ortaklığı Belgesi, 2001 Ulusal Program AB’nin Türkiye’yi kıskaca alma, kuşatma, çevirme, uydu yapma kanıtlarıdır. Çok Yanlı Yatırım Anlaşması (MAI)’ndan sonra tahkimle başlayan, özelleştirmelerle devletin sosyal niteliğini bozan gelişmeler de bu dizidedir. Atatürk ise 1934’de Balkan Paktı’nı, 1937’de Sadabat Paktı’nı gerçekleştirmiştir.

İşte Irak Savaşı. Avrupalı kendi katılıklarını, dinciliğini unutup dünyanın müslümanların çoğunlukta olduğu 53-54 ülkesi içinde Türkiye’nin en uygar, en demokratik, dinsel gereklerin en özgür ve en mutlu biçimde yerine getirildiği, bunu da Atatürkçülüğün en belirgin ilkesi laikliğe borçlu olduğunu görmek istememektedir. Türkiye ile Yunanistan arasında tüm sorunları çözmeye başlayıp dostluğu güçlendiren 30 Ekim 1930 anlaşmasını imzalayan Elefterios Venizelos’un 12.1.1934’de Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteren ve Oslo’daki yetkili komiteye yazılan mektubu, Birleşmiş Milletler Kültür Bilim Komisyonu (UNESCO)’nun ilki 1963’de, ikincisi 27.11.1978’de “Atatürk’ün doğumunun 100. yılının tüm üye ülkelerde törenlerle kutlanmasına” ilişkin kararını yeniden okumalıdırlar. Atatürkçülüğün o zaman yalnız Türkiye için değil, bölgemiz için, Avrupa için ne kadar yapıcı ve yararlı bir kaynak olduğunu anlayacaklardır. Doğunun batısında, batının doğusunda ilk demokratik devlet. İlk kez dinle siyaseti, siyasetle askerliği ayıran, dostluklara önem veren, aydınlanma devrimleriyle toplum yapısını değiştirip geleceği kurtaran Atatürk’tür. Aykırılıklar, çelişkiler, bozukluklar, olumsuzluklar Atatürkçülük’ten değil yöneticilerden kaynaklanan kötülüklerdir. Çarpıklık, siyasal alanın sayrılığındandır. Avrupa’nın kendi çirkinliğini yansıtan yakışıksız suçlamalarına, bahanelerine ve karalamalarına iktidarın sessiz kalması destekçisi şeriatçı kesimin sevinç çığlıkları atması düşündürücüdür. Yazıklar olsun!

Not: Günlük bir gazetenin kısaltarak yayınladığı yazının tam metni

http://www.turksolu.com.tr/31/ozden31.htm


...

Sırtlarını ABD ve AB'ye Dayayanların Ordumuza Sataşmaları sürüyor

Sırtlarını ABD ve AB'ye Dayayanların Ordumuza Sataşmaları sürüyor 

Yekta Güngör Özden 
09.06.2003/Sayı:32 


Sömürgeci ve yayılmacı dış güçlerle, dinsel ağırlıklı kişisel yönetime karşı tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazandırdığı yepyeni, lâik Türkiye Cumhuriyeti’ni, hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla Atatürk ilkelerinin temelini oluşturduğu Türk Devrimi’nden uzaklaştırıp çoğunluk diktasına yönelerek demokrasiyi yozlaştıranların, direnme hakkını kullanan yurtseverlerin gerçekleştirdiği kollama girişimiyle alaşağı edildiği, ulusal yapımızı unutulmaz biçimde donatan 27 Mayıs Devrimi’nin 43. yıldönümünde iç karartıcı olayları izlemenin, aykırılıkları aşamanın derin üzüntüsünü duyuyoruz.

Böylesine anlamlı bir günde yurdumuzun kurtuluşunu, çağdaş demokrasinin yaşama geçiş yöntemi, yönetimdeki adı, erdem niteliğiyle namusumuzun ve onurumuzun simgesi olan Cumhuriyetin kuruluşunu unutturma doğrultusundaki köktendinci çabaları, takiyyeci gidişi, çıkarcı ve sakıncalı desteklerini kınıyoruz. Kemalizm/Atatürkçülük ve Türkiye düşmanı karşı devrimci işbirlikçilerin ABD ve AB’ne sırtlarını dayayarak sürdürdüğü sataşma ve saldırılar, kendi düzeylerini açıklayan sapkınlığa dönüşmüştür.

Atatürk Ocağının hepsi Genç subayları iktidarı uyarmıştır,

Ulusal hassasiyeti “vesayet” göstererek, Millî Güvenlik Kurulu ve Genel Sekreteri üzerinden Türk Silâhlı Kuvvetlerine uzanan medya azgınlığı, Genel Kurmay Başkanı’nın gericiliğe karşı disiplinli duruşu vurgulayan ve şeriatçıları kınayan açıklamalarıyla daha belirgin duruma gelmişti.

Atatürk ocağının hepsi genç subayları, zikzaklar çizerek, demokrasiyi çağdışı anlayışlarına göre yorumlayıp kötüye kullanan, rejim için başlıca tehlike ve tehdit oluşturan günümüz iktidarını uyarmıştır.

Zamansız, yersiz, gereksiz, amaçlı sözde eleştirilerle lâik Atatürk Cumhuriyeti’nin bekçilerine saldırıp AB’ye eşit konumda girmek isteyenleri “engel” olmakla suçlayan, Yunanistan’ın “Megalo İdea” sı ile Kıbrıs Rumları’nın “Enosis” ini görmezlikten gelen, yabancıların aşağılama ve baskılarını içlerine sindiren “ver-kurtul” cu aymazlar, Tanzimat ve mütareke kalıntıları büyük ulusumuzun sağduyusundan gereken yanıtı her zaman alacaklardır.

Anayasa’ya ve hukuka aykırılıkları nedeniyle Cumhurbaşkanı’nca geri çevrilen, Anayasa Mahkemesi’nce yürürlüğü durdurulan ve iptal edilen yasalar ve TBMM İçtüzüğü; seçim öncesi verilen sözlere, içilen anda aykırı konuşma ve uygulamalarla yargı kararlarına direnmeler; sicil ve yükseltmelere değin uzanan kötü niyetli, yanlı işlemler, emekliye ayırmalar, partizan atamalar ve devleti çiftliği, memurları kölesi sanan sakat bir anlayışla, gerçeklere aykırı, bilimdışı görüşlerle savunulan tarikatçı-şeriatçı kadrolaşma; orman, kıyı ve sit alanları kıyımı; Millî Piyango’yu Telekom’u, Tekel’i, Petkim’i ve nice ulusal varlığı gözden çıkaran gereksiz özelleştirmelerle SEKA, Meclis Lojmanları türü kayırmacı sunuşlarla gündeme gelen, her şeyi satıp yandaşa vererek oy sağlama düşüncesi; kurban derisi, cami alanı ve çocuklarını zorunlu eğitime göndermeyenler için gerçekleştirilen olumsuz değişiklikler; her konutta bir tapınma yeri ile özel okullara devlet adına öğrenci yerleştirerek militan yetiştirme izlencesi; ders kitaplarında dinsel içerik ağırlığı; yararsız vergi affı, yükümlüler aranarak bir tür şantajla fazla vergi toplama, hortumcuları ve soyguncuları bırakıp onların verdiği zararı memurun, işçinin, emeklinin yetersiz aylıklarından çıkaran ek vergiler; ABD’nin İMF koşuluna bağlı 1 milyar dolarını almamak gerekirken almak için gömülen suskunluk ve utandıran bağımlılık; Irak ve Kıbrıs konularında ulusal çıkarları, güvenliği ve geleceği yadsımak; Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesini Türk Ceza Yasası’nın 163. maddesi gibi kendileri için kaldırmak ve Türk Ceza Yasası’nda kadınlara yönelik suçlarda etkin yaptırımlardan kaçınmak; kendilerini kurtaran yasalardan sonra, pişmanlık yasası adı altında geniş kapsamıyla yine af yasası çıkarmak; yasama sorumsuzluğu korunarak yasama dokunulmazlığını sınırlandırmayı unutmak; çalışma barışını gözardı ederek doyumsuz çıkarcı kişi ve kuruluşları şımartmak, işçi-işveren ilgililerinde yan tutup düzeni geriye götürmek; dini siyasallaştırıp lâik cumhuriyete karşı çıkmanın aracı ve simgesi durumuna getirilen, geleneksel-yöresel başörtüsüyle, inançla hiç ilgisi bulunmayan sıkmabaşı “türban” yalanıyla yaygınlaştırıp benimsetmek için diretmek ve dayatmak; yeterli bilgi ve bilinçten yoksun, koşullanmış kimi öğrencilerin amaçlı olduğu açık, sakıncalı önerilerini çocukları aldatıp güldürürcesine savunarak ulusal günler için yeni hazırlıklara kapı açmak; PKK/KADEK ve sözde ermeni soykırımı tasarısı ile Irak’taki Türkmenler ve Yunanistan’daki Türk azınlık için yetersiz kalmak; dünyada dinsel gerekleri en iyi yerine getiren, en demokratik, en lâik, en uygar Müslüman topluluğu barındıran Türkiye’de din özgürlüğü olmadığını çekinmeden söylemek; önceki iktidarın kusurları nedeniyle cumhuriyet yönetimini ele geçiren lâik cumhuriyet karşıtı, kökü belli, yapacağı bir şeyler ve düşünce güçleri olmadığı için “Millî Görüş” denilen köktendinci, hukuk dışı, yabancılaşmış anlayışa sığınan günümüz iktidarının kimi eylemleridir.

Geçimişini unutan, Türkiye’nin yeni yapısını, sürekli etnik ve köktendinci terör saldırısıyla karşı karşıya olduğunu görmezlikten gelen batı, çevirip kuşatma, yıkıp ele geçirme adımlarını hızlandırıp büyütmüştür. Sevr’i yenileyip Lozan’ı silme oyunları içimizdeki saplantılı, sapkın ve sayrılı kimi medya militanlarıyla sahnelenmektedir.

AB aldatmacası, fetva ve ferman dönemi...

Fetva ve ferman dönemini andıran uçukluklar sergilenmekte, eşitliği, güvenliği, geleceği bırakıp eğilmiş ve ezilmiş biçimde AB’ne katılma çığırtkanlığı yapılmaktadır. Deprem olasılığına karşı önlem alınması, borca batık ekonominin düzelmesi ve antidemokratik kuralların kaldırılması konusunda gerçekçi hiçbir atılım yokken AB aldatmacasıyla gereksiz kurallar getirilmekte, muhalefetken muvafakat durumuna geçen kimi siyasal partiler de kavrayamadıkları anlaşılan bu çarpıklığa olur vermektedirler. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, yazgı sanılmakta, gündem yapay sorularla değiştirilerek halkımız oyalanıp avutulmak istenmektedir.

Demokrasi zıtlaşma, hukuk inatlaşma düzeni değildir. Değişik bozukluk, boşluk ve yoksunluklarla, içtensizlik küreselleşme ve demokratikleşme, bağnaz ve ilkel bireyselleşme savlarıyla yıkıma kalkışanlar yine aldanacak, yine yenilecektir. “Genç” sözcüğünü kötü alışkanlıkları olan kimi gruplara bağlayarak beyni ve yüreği genç olanlarla terbiye dışı alaya yeltenen “kişiliksiz kişiler” yurtseverlikle asla bağdaşmayan kötülüklerinden geri kalmasalar da Atatürk Türkiye’si, genel barış içinde, demokrasinin doğası uzlaşma ve uyumu, tertemiz ve güçlü biçimde sağlayarak yükselecektir. Anlaşmazlıklar, birlikte yaşama uygarlığını ve yüceliğini engellemeyecek, devletin TEK’liği, ülkenin TÜM’lüğü, ulusun BİR’liği ödünsüz korunarak Müdafaa-i Hukuk ruhu kesintisiz sıcak ve diri tutulacaktır.

İktidar YÖK’le uğraşmakta, üniversitelerde gençlere, medyada Silâhlı Kuvvetlerle Yargıya bölücü ve yıkıcıların saldırılarını gülümsemesiyle kışkırtmakta, korkusunu yakışıksız sözlerle saklamaktadır.

Lâiklikten, Atatürk ilkelerinin en önemlisi olduğu, en çok saldırıya uğradığı için daha yoğun sözedilmesini anlamazlıktan gelip “Atatürkçülüğü lâikliğe indirgemek”le suçlayan yeteneksizler, hukuka aykırı Anayasa, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasaları yoluyla kimlerin nereye gelip neler söyleyip yaptıklarını öğrenmelidir.

Türkiye’mizin içişlerine kimseyi karıştırmama özenimiz, baskı ve gözdağlarına karşı duyarlığımız, sömürgeleştirmeye karşı canımızı adayarak karşı çıkışımız, örnek biçimde artarak sürecek, toplumsal barış ve ulusal dayanışmaya önem veren asker-sivil tüm yurtseverler, tüm Atatürkçüler cumhuriyetimizi sonsuza değin bağımsız yaşatacaklardır. Kimsenin kuşkusu olmasın.


http://www.turksolu.com.tr/32/ozden32.htm

MEDYA TERÖRÜ 2

MEDYA TERÖRÜ  2


Yekta Güngör Özden
26.01.2009/Sayı:22
ÖZGÜN


İktidarın tutumundan kaynaklanan olumsuzluklar birbirine ekleniyor. Yerel seçimlere ilişkin seçmen listeleri konusundaki tartışmalar ve kuşkular sürerken seçim muslukları kapsamından kimi zamlarda sözde indirimlerle “seçmene selam” kampanyaları başlıyor. Kimbilir daha neler göreceğiz. Devlet terörü, hukuk terörü sayılacak uygulamalar medyanın yargıya saldırısıyla “yargıya darbe”ye dönüştükten sonra şimdi de doğrudan yurttaşlara saldırı başladı. Devlet Övünç Madalyası’yla ödüllendirilen emekli bir jandarma albayanın katlanamadığı boyutlara varan haksız eleştirilere dayanamayıp intihar etmesi herkesi ama öncelikle medya patronlarıyla devlet yöneticilerini, özellikle de cumhuriyet savcılarını düşündürmelidir. Kişiliklere, onura saldırıları önleyemeyen hukuk devleti olamaz. Soruşturmaların gizliliğinin hiçe sayıldığı günümüzde insanlara yönelik saldırılar devletin yetersizliğini yorumlanır. “Yargısız infaz” denilen durum hemen hemen her alanda tüm boyutlarıyla sürüyor. Muhbir, tanık, savcı, yargıç, temyiz organı yerine geçen kimilerinin yazılarıyla, yalanlarıyla, dozenleriyle, bilgiçlik taslayanların yorum ve değerlendirmeleriyle bir baskı ağı görülmekte, düzeltme ve açıklamanın yayımlanmasından kaçınılarak herkes bildiğini okumaktadır. Basın ahlâkı sözde kalmıştır. Televizyon proğramlarının durumu düzeyi açıklamaktadır. Para ve armağan için ağlayanlar, yardımlar için birbirini itip kakmaktan, çocukları ezmekten çekinmeyenler çağdaşlık savımızın ne ölçüde gerçek olduğunun kanıtıdır. Bir kez daha yineliyorum: Türkiye’mize yazık oldu. Asıl ders almsı gereken, herkese ders vermeye kalkışan medyadır. Medyanın bir kesimi hiçbir kural tanımamaktadır. PKK terörü, mafya örgütü, dinci terör peşinden medya terörü hepsinin önüne geçmiş gibidir. Türkiye’nin bağışlanmaz ayıplarından biri de budur. Sözde itirafçılarla iftiracılar dayanışma içindedir. Beri yanda, yardım dağıtımında çocuklar ezilme tehlikesi geçirmekte, Ergenekon dalgaları sürmektedir.

Başkaları değişir, ABD değişmez

ABD’nin yapısından kaynaklanan özellikleri göz ardı edilerek yeni başkanları Obama’ya övgüler yağdırılmaktadır. ABD’nin dış siyaseti, özellikle Ortadoğu ve Asya projeleri belli. Obama’nın ermeni sözde soykırımı konusundaki sözleri, İsrail-ABD dayanışması gayet açık. Gönül almak, iyi karşılanmak, benimsenmek için söylenenleri, soyut açılımları umut olarak algılamak iyimserliğin aymazlığıdır. İyi şeyler olmasını dilemek ayrı. Ancak gerçekçi olmak, İsrail, Ermenistan, kürt devleti kuruluşu ve ılımlı islâm açılımıyla Kıbrıs konularında Türkiye’nin daha güç durumlara düşürüleceği bilinerek davranılması akıllılık olur. Siyaset duygusallığı kaldırmaz, özellikle dış siyaset. Abartılık yaklaşımlarla, renk değişikliğiyle, kökenle bir şey çözümlenmez ve kazanılmaz. ABD için bir siyahın başkanlığa gelmesi değişiklik sayılabilir ama dünya için, özellikle Türkiye için ABD’nin değiştiği ya da değişeceği hemen kabûl edilemez. Beklentilerin ne ölçüde gerçekleşeceğini zaman gösterecektir. ABD’nin çıkarına Obama karşı çıkamaz. Tahminleri değil yaşamın bulgularına dayanarak acı gerçekleri belirtmeye çalışıyoruz. Gazze olayları kimlerin ne olduğunu ve ne olabileceğini bir kez daha ortaya koymuştur.

Gazze Demişken

Başbakan RTE’ın Gazze atışları, halkı gaza getirici sözleri havada kalmakla birlikte ikili çıkışları, İsrail ilişkilerindeki tutarsızlıklar Batı’da kuşku yaratmıştır. Dış siyasetin gerektirdiği esneklik, yanlarla ilişkide içtenlik ve anlayış göz ardı edilerek zamanı iyi ayarlanmamış sert çıkışlar, özellikle terör karşıtlığında birliktelikten sözetmeden Hamas’ın koruyuculuğuna soyunulup savunmanlığını yüklenmek iyi sonuçlar vermemiştir. Barış gücü ve Gazze’nin onarımı için Türkiye’ye ağır yükler getirilmesi olasıdır. İsrail karşıtlığına girişilmeden barışçı açılımlarla saldırıların, kötülüklerin, yıkım ve kıyımların önlenmesi daha yaraşır bir davranış, daha gerçekçi ve yararlı bir çaba olurdu.

Yanlışta direnme yanlışı katlar

Başbakan’ın Ergenekon adı verilen soruşturma için söyledikleri de böyle. Önce savcılığına soyunduğunu açıklamıştı. Şimdi uygulamaları tepki alan sorumluları savunurken “Yargısız infaz yapılmamasını, kimsenin kesin hükümden önce suçlu sayılmamasını” söylüyor. İnanmak olanaklı mı? Kim inanır? Bunları yıllardır söyleyip yazdınız. “Sonra neler olacak, arı kovanına çomak sokuldu” diyerek her şeyin bilgisi içinde olduğunu dolaylı biçimde açıklayan Başbakanın yargının içine el uzattığı anlaşılmaktadır. Buna elverişli durumda olanlarla katlananlar sorumludur, suçludur. Cumhurbaşkanının “Soruşturmadan usulî boşluk yoktur” demesi de Başbakanın tutumuna benzemektedir. Sonra Anayasa’nın 104. Maddesindeki görevini anımsayıp organların temsilcilerini yemeğe çağırması bir düzeltme biçiminde algılanmaktadır. Bunu da yeterli ve yararlı bulmak güçtür. Söylemleriyle eylemleri aynı olunca inanırlıkları, ciddiye alınmaları azalmaktadır. Kadrolaşarak yoğunlaşan partizanlık ortada. Rektör atamalarıyla seçilen düzen, kullanılan yöntem, sürdürülen aldırışsızlık ve inat her şeyi açıklamaktadır. Hukukla ilgisi cezaevi anısı ölçüsünde olan Başbakanın hukuka saygı ve güvene çağrısı kendi amaçlarına uygunluğa bağlıdır, asla inandırıcı değildir. Yargının elindeki işler Cumhurbaşkanlığı yemeğinde TBMM oturumlarında da görüşülemez. Başkanları, mahkemelerini yönetir, yönlendiremez. Diyalog iyi, dedikodu kötüdür.

Atıp tutma

Yabancılara yaranma çarpıklıklarıyla ödülü alan yazarın dışarıda Türkiye için söylediği saçmalıklara DTP Genel Başkanı’nın PKK’nın yaptıklarını yadsıyarak devlete suçlamaları eklendi. Kendi varlığı, amacı ve geleceği için bu saçmalıkları hoşgören iktidarın güvencesinde ulusal yapımız, ulusal dayanışmamız yara almaktadır. Cumhuriyeti, ulusallığı içine sindirmemiş insanların demokrasi savı kimseyi kandıramaz. Kundaklamalar, polisi taşlamalar sürüyor. Demokratik etkinlikler zarar görüyor, yurttaşlar yakınıyor.

Tuzu kuru olanların ekonomik kaygısı olmaz. Krizler, kendilerin hafife alanları altlarına alır. Yaşam gerçeklerini söylemlerle, gülücüklerle, afra-tafra ile atlatmak, aldatıp avutarak, oyalayıp oynayarak geçersiz kılmak olanaksızdır.

Kitap

Tanınmış sanatçılarımızdan, Atatürkçülüğüyle büyük beğeni kazanan Esin Afşar’ın “ Yaşamımdan Esintiler ” adlı kitabı Türkiye İş Bankası yayınları arasında yerini aldı. Tatlı anlatımlarla özetlenen bir yaşam çizgisini İlber Ortaylı’nın sunuşuyla izliyoruz. Kimi ülke gerçeklerini de içtenlikli bir değerlendirmeyle bir kez daha öğreniyoruz. Okurlarımıza önermeyi görev sayıyoruz. Yazarlarımızdan Muzaffer İzgü’nün Bilgi Yayınlarından çıkan “ Hamdolsun Açız ” kitabı da kısa sürede tükenmiş. Gülerek düşünmek, düşünerek gülmek için yararlı bir yapıt. İki dostumuzu da kutluyoruz.


www.turksolu.com.tr/221/ozden221.htm

MEDYA TERÖRÜ 1

MEDYA TERÖRÜ  1


Yekta Güngör Özden
14.07.2008/Sayı:19
ÖZGÜN


  Tartışmalar yaratan ve kimi eleştirileri gündeme getiren Ergenekon soruşturmasını ABD İstanbul Başkonsolosluğu’na yapılan saldırı izledi. Soruşturmaya ilişkin gizli bilgilerin tarflı basına sızması, suç oluşturacak dinleme ve izlemeler konusunda hukuk devletine yaraşan tutumla açıklama yapacak yerde anamuhalefet partisi liderine yanıt yetiştirmeye çalışarak gündemi değiştirip kamuoyunu oyalamak isteyen Başbakan, gözaltına alınanları şimdiden dolaylı anlatımla “Çete ve mafya” ilgilisi olarak suçladı. Anayasa’nın 15/2. ve 38/2. maddelerine göre kesin hüküm giyinceye kadar suçlu sayılamayacak kimselere yönelik bu yaklaşım yönetimin kimler eliyle ne amaçla nelere yöneldiğinin belirtisidir. Silâhlı Kuvvetler’i daha sessiz ve suskun, donuk ve tutuk duruma düşürmek için izlenen yöntem sonuç vermek üzeredir. Polis gücüyle komutanlar içeri alınmakta, askerler birbirine karşı duruma getirilmekte, kişisel karşıtlıklar kurumsal ayrışmaya dönüştürülmektedir. Sevinçten etekleri zil çalanlarla, gülmekten ağızları kapanmayanlar bunun göstergesidir. Önceki Genelkurmay Başkanı’nın desteği de gecikmemiştir.

Yerel seçimler yaklaştıkça seçim ekonomisine ağırlık veren iktidar yargıya kafa tutarak oy toplayacağını sanmaktadır. Anayasa Mahkemesi ile öbür yüksek mahkemelere çatmaktan çekinmeyenler şimdilerde cumhuriyet savcılığı soruşturması nedeniyle hukuka, yargıya saygıdan sözederek ikilemlerini, yandaşlık ve karşıtlıklarının kanıtı biçiminde açıklamaktadırlar. Yıllık cari işlemler açığı 40, dış ticaret açığı ilk beş aylık dönemde 29.3 milyar dolara çıktı. Enflasyon % 10’un çok üstünde iken altında gösteriliyor. Yılın ilk dört ayında dış borç 263, özel sektör borcu ise 172 milyar dolara dayandı. İşsizlik yaygın ve büyük. Enerji alımı dayanılacak gibi değil. Kapanan işyerinin sayısı onbinleri aştı. Yönetimi başarılı sayacak hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi yabancılara toprak satımında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı anlamsız direnme sürmekte hatta yinelenmektedir.

Yönetim kabadayılık yaparak sonuç alacağını sanmaktadır. Sözcülüğünü üstlenen eski teröristler, çıkarcılar, dönekler ve sapkınlar ılımlı islâm yapılaşmasına yönelik çabaları demokratiklikle savunup halk düşmanlığı yapmaktadır. Gerçekte yaşanan bir yönetim ve medya terörüdür. Çöküntü, çürümeye dönüşmeden önlenemezse çok geç kalınmış olunacaktır. Hukuk yolları izlenerek sonuç alınabilmesi için yurtseverlerin dağınıklığının önlenmesi, iktidar karşıtlarının birleşmesi, etkin oylarla, öncelikle halkın uyarılmasıyla kargaşadan kurtulunması gerekir. Hukuksal, siyasal, ekonomik vd. alanlarda gerçekleştirilmesi zorunlu birçok atılım vardır. Bunları iktidar kafasıyla düşünenlerin masum, düşünmeyenlerin suçlu sayılması akıl ve vicdan dışı bir değerlendirmedir. İktidara karşı olmak başka, devlete karşı olup yıkmayı istemek başkadır. İktidara karşı olmak asla suç değildir. Bunun en geçerli kanıtı muhalefetin varlığı ve kimi yetkilerle donatılmasıdır.

İmamlar bildiğini okuyor

Olumsuzlukları gidermede olumlu bir çabaya tanık olunmuyor. Gereksiz, anlamsız, sert sözler, grup konuşmaları, medya kullanımıyla yayılan tutarsızlıklar sona ermedikçe toplumsal barışın iyiliklerini yaşamak olanaksızdır. Güvenlik büyük ölçüde yara almıştır. Dinlenme ve izlenme herkese karşı büyük bir saygısızlıktır. Açıkçası rezalettir. Yatak odalarına kadar yurttaşları dinlemek bunu yapanlar kadar bunu isteyenleri, buna olur verenleri de sorumlu kılan bir çağdışılıktır. Hırant Dink dâvasının duruşmasındaki disiplinsizlik, Ümraniye soruşturmasının yandaş basına sızdırılması, Ceza Yasası ile Basın Yasası’nın ilgili kurallarının göz ardı edilmesi, etkileme ve saptırma çabalarının önlenememesi olumsuz eleştirilere neden olmuştur. Yönetim bildiğinden şaşmamakta, her şey olduğu gibi sürüp gitmektedir.

Memur Aylıklarına 1 Temmuz’dan başlayarak yapılacak zammın yetersizliğinden yakınılmaktadır. Geçim ve yaşam koşulları giderek ağırlaşmakta, bu durumun neden olduğu suçlar, kötülükler, acılar karanlığı artırmaktadır.

MÜSİAD yetkilileri kamu düzenini bozmayan dinsel gereklerle irtica sayılacak davranışları ayıramıyor. Dincilik nedeniyle irticanın araçlarına serbesti istiyor.

Adalet Bakanlığı gizli belgelerin yandaş basına sızdırılmasını adıyla bağdaşmayacak biçimde açıklıyor.

Soruşturmanın biçimine, uygulamalarına yönelik eleştirileri eleştirmeye çalışarak ayıplayan bir yazar kendi zikzaklarının unutuyor. Asker karşıtlığı iliklerine kadar işlemiş ki komutanlara ilişkin kınanacak tutumları destekliyor. Oysa, PKK’lılara bile böyle davranılmamıştı. Partilerinin yöneticileri, Belediye Başkanları nasıl konuşup dolaşıyor, ortada.

Siyaset cambazları, ekonomideki başarısızlıklarıyla kendi tutumlarının sonucu olan kırılganlığı ve kriz olasılıklarını siyasal gelişmelere bağlayıp bunu da muhalefete yüklemek istemektedir. Hani “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünün anımsattığı kurnazlık. Yargıyı yönlendirme durumları da böyle.

Kimileri de Atatürk’le ilgili en küçük bir belirti olsa ona sarılıp kendini haklı çıkarmaya girişmektedir. Çocuğun biri bir çalışma mı yaptı? Kendi kişisel eğilimlerine ve yaklaşımlarına ağırlık veren sözde bir incelemeye mi kalkıştı? Kendine göre eleştiri ve değerlendirmelerde mi bulundu? Ya da kimi duygusal, aşırı ve abartılı bağlılık sözlerle davranışlar mı oldu? Hemen Atatürk’ü ve Atatürkçüleri karalayıp suçlamaya yeni bir dayanak yapıyor. Yargı kararlarını, karşı oyları, Atatürk ve annesine yönelik insanlıkdışı nitelemeleri karşılamaya çalışan sözleri tersine çeviren bu tür hasta tipler, kendini göstermek için “Ben de varım” diye terslikle ortaya çıkanlara destek verir, onları över. Atatürk’ün Türkiye, Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti için değil bütün tutsak ve geride kalmış toplumlar için yaptıklarını unutup onu kendi düşünce sınırı içinde ve duygu karşıtlığıyla değerlendiren kitaplar tanıtılmakta, olumsuzluklar yüreklendirilmektedir.

Dinci ve Kürtçü terör Türkiye Cumhuriyeti’nin polisine kıymıştır. Terör iktidarın tutumu nedeniyle durmamaktadır. Başbakanın Irak gezisinin de sonuç sağlayacağı kuşkuludur. Bittiği-bitirildiğini öylenen terör Ağrı Dağı’ndan İstanbul’un en iyi korumalı yerine gidip gelebilmektedir.

Ya Kuddisi Okkır’ın ölümü için Avrupalı gevezelerle içimizdeki zevzeklerin suskunluğuna, ilgisizliğine ne demeli? İnsanlık öldü mü? Ölümün sorumlularına ne yapılacak? Gericilerin, Fethullahcı ağırlıkla her yere sızdığı kuşkuları ayyuka çıktı. Akılları dincilikte, çıkarları iktidar yandaşlığında olanların ortaklığı nedir?

Hukuk bilgiçliği taslayanların hukuk konularındaki gülünecek yazıları da ne günlere ve kimlere kaldığımızı gösteriyor.

Özgün Sözler’den: Vicdanı temiz olmayanın eli, Eli temiz olmayanın vicdanı temiz olamaz.

Yalan, Yalancının Zehiridir.

İnsanlık Adalet, Adalet insanlıktır.

Adaletle oynayanlarla, Adaleti Saymayanlar Adalete yaraşır olmayanlardır.

Adalet insanlığın en Sağlıklı Ruh gıdası ve Dünyanın temelidir.


www.turksolu.com.tr/195/ozden195.htm

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***


8 Mart 2017 Çarşamba

Kuvayı Milliye Ateşi,


Kuvayı Milliye Ateşi,





Yekta Güngör Özden 
Kuvayı Milliye Ateşi
    Ömrünü Atatürkçü Türkiye davasına adayan Yekta Güngör Özden bu yeni kitabında Türkiye'nin içinden geçtiği dönemin fotoğrafını çekiyor ve Atatürkçü görüş açısından tüm Türk yurttaşlarını uyarıyor.

Türkiye'nin yeniden Sevr ve Şeriat kıskacına alındığı koşullarda, TÜRKSOLU gazetesindeki düzenli yazıları ile politik gelişmeleri inceleyen Özden, sorunlara çıkış yolu olarak yeniden " Müdafaa-i Hukuk Ruhu ve Kuvay-ı Milliye Ateşi "ni öneriyor. Avrupa Birliği sürecinden ABD'nin Irak'a saldırısına, Şeriatçıların iktidara gelişinden bölücü teröre, Kıbrıs'tan Ermeni sorununa, Türkiye'nin tartıştığı tüm konular O'nun Atatürkçü bakış açısından irdeleniyor.

Sıradan bir irdeleme değil yılların birikimini yansıtan bu görüşler, aynı zamanda son dönemde ortaya çıkan Kuvayı Milliye çağrılarının da en gerçekçi ve tutarlı olanı. Sahte Kuvayı Milliyecilerin piyasaya çıkıp Atatürkçülük'ten geçinmeye çalıştığı bir dönemde gerçek Kuvayı Milliye anlayışı gerçek bir Atatürkçü'nün kaleminden okunmalı.

Yayın evimiz Yekta Güngör Özden'in " Atatürk ve Atatürkçülük " ve " Lâiklik İçin " kitaplarından sonra bu yeni kitabı "Kuvay-ı Milliye Ateşi"ni de okurla buluşturmaktan büyük mutluluk duymaktadır.

6. baskı, 484 sayfa, 20 YTL

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

-Uyum Yasaları'nı büyük toprak kayıpları takip edecek
-Cumhuriyet ve demokrasi düşmanları
-Emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağı dik tutabilmek
-Denklemin içinde yer almak mı denklemin içinde boğulmak mı?
-Bağımsızlıktan ve özgürlükten ödün verilemez 
-Aç kalınır, onursuz kalınmaz
-Bağımsızlık onurdur
-Kutlama
-Çarpıtma ve saptırma
-Gerçek kurtuluş için 
-Bölücü ve yıkıcılara, ulusal dayanışmayla karşı koyacağız
-Zavallı, sözde Avrupalı
-Sırtlarını ABD ve AB'ye dayayanların Ordumuza sataşmaları sürüyor
-Safsata
-Ayıp
-Ateş çemberi
-Lozan'dan günümüze 
-Yanıt 
-Değişim pompacıları 
-Özetler 
-Siyasal çirkinlikler 
-Ne durumdayız? 
-Siyaset pazarı 
-Yazık!.. 
-Çıkmaz sokak 
-Bu kafayla... 
-Sapkınlık (ihanet) 
-O hep yaşayacak 
-Yine ve yeniden Atatürk 
-Nereye? Neden? Nasıl? 
-Avutma, oyalama, ikilem 
-Düşkünlük ve düşüklük 
-Ne olacak? 
-Akıntıya kürek 
-ADD uygar davranışların ve etkin çalışmaların ortamı olmalıdır 
-Çözüm değil çözülme 
-Hiç 
-Biçimsel demokrasi 
-Onur savaşımı 
-Görünen köy 
-Barış gönenci 
-Bu ay da böyle geçti 
-Sarıklı ve çarşaflı sulu demokrasi 
-ADD Genel Kurul katılımcılarına açık mektup 
-Siyasal işporta 
-Kazalar zinciri 
-Uyarılar, uyumsuzlar ve uyuyanlar 
-Demokrasi kahramanlığı 
-Borsa demokrasisi

-Özgeçmiş,,


***

7 Mart 2017 Salı

YAYIN ÇİÇEKLERİ




YAYIN ÇİÇEKLERİ 


YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
06 MART 2017


Yılın yağmurlu, karlı, soğuk günlerini geride bırakarak güneşli günlerine yaklaşıyoruz. Baharın sıcak ve renkli günlerinde yeni yayınlar bir tür kültür 
çiçekleri biçiminde ellerimizi dolduruyor. Yayınların bu görünümü iç açıcı niteliğiyle baharın solmaz çiçekleridir. İşte:

– Yıllar önce yurtdışında yitirdiğimiz şair Abdullah Rıza ERGÜVEN'in yazarlığının güçlü örneklerinden biri de “Muhammed'in Tümceleri” adlı kitabı 
BERFİN Yayınları'nın 246. ve Araştırma İnceleme Dizisi'nin 94. ürünü.

– Mehmet İZ'in 46 şiirini içeren “Ayrılık İhanettir” adlı kitabı MÜHÜR Kitaplığı yayını.

– Ümit Yaşar GÖZÜM'ün “Masal Tadında Bir Kadın Nezafet Özlütürk'ün Düşlerine Yolculuk” adlı büyük albüm kitabı TÜRKÜTOPYA İZLENİMLERİ'nin sanata adanmış denemelerinin 2'ncisi.

– Emekli öğretmen yazar Recai ŞEYHOĞLU'nun “O Günlerden Kalanlar” ve “Elyazıları-Mektuplar-Anılar” adlı iki yeni kitabı, kişisel yayını. Kütüphaneler 
kurucusu, eğitim, öğretim ve kültür savaşçısı Şeyhoğlu'nun belgesel nitelikli yapıtları ilgiyle karşılanmıştır.

– Adalet Bakanlığı önceki müsteşarlarından Dr. Uğur İBRAHİMHAKKIOĞLU'nun “Kütüphanemden Nükteler” adlı, her konuda güldüren fıkraları içeren 552 sayfalık büyükboy kitabı kişisel yayını.

– Gazeteci, Yazar ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa BALBAY'ın ‘Diktatörler ne kadar güç, kudret sahibi olursa olsun mizahla baş edemezler' dediği son kitabı 
“Nasreddin Hoca” BİLGİ Yayınevi'nin ürünü

– Osman Selim KOCAHANOĞLU'nun “Osmanlı'nın Altı Paşası – Kimlik ve Kişilik Analizleri” adlı, tarih sahnesinden tablolar içeren kitabı TEMEL Yayınları'nın ürünü.

– Türkçemizin doğru ve etkin kullanılması yönünde çalışmaları bulunan Emin ÖZDEMİR'in, okumanın gizemli gücünü anlattığı “O İyi Kitaplar Olmasaydı” BİLGİ Yayınevi'nin ürünü.

– TÜRK SOLU gazetesi sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü Özgür ERDEM'in “Lozan Yalanları ve Gerçekler -23 Yalan- 23 Gerçek” adlı, Lozan'a yönelik yalanları sahiplerinin yüzüne çarpan kitabı İLERİ Yayınları'nın ürünü. ERDEM'in ikinci kitabı yine İLERİ Yayınları'ndan “ATATÜRK'ün Meclis Açılış Konuşmaları”dır.

– Doç. Dr. Niyazi ERDOĞAN'ın “Dünya ve Türkiye'de Tarımın Finansmanı”, “Dünya ve Türkiye'de Finansal Krizler” ile “Uluslararası İlişkilerde Risk ve Yönetimi” adlı üç kitabın ikincisi YAKLAŞIM Yayınları'nın öbür ikisi kendi kişisel yayınıdır.

– Yazar Savaş SÖNMEZ'in “Bu Ankara O Ankara Değil – Ben Zaten Bugünün Ankara'sını Anlatmıyorum” adlı kitabı TELGRAFNAME Yayınları Deneme Dizisi'nin 
4.ürünü. İçeriğinin sıcaklığı ilgi çekecek düzeyde.

– Tanınmış eğitimci, Millî Eğitim Vakfı Başkanı İhsan ÖZÇUKURLU'nun yaşam öyküsünü anlatan “Hayatım ve Anılarım” adlı, “Yapıtın anahtar sözcükleri insan, 
eğitim, bilgi, sevgi hoşgörü ve demokrasidir” dediği kitabı,kişisel yayını.

– Rüstem ŞÜKÜROV'un “Türk Bizans İlişkileri ve Anadolu'nun Türkleşme Süreci” adlı kitabı KÜBAK'ın (Kültür Bilimleri Akademisi) GÜRİŞ A.Ş. katkılarıyla yayını.

– Ali Rıza ÖZDEMİR' in “Kayıp Türkler – Etnik Coğrafya Bakımından Kürtleşen Türkmen Aşiretleri” adlı kitabı KRİPTO Yayını.

– Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ'ın “Türklerin Dünyası” adlı kitabını yayına hazırlayan Yaşar ŞİMŞEK.

– Yusuf ÇAĞLAR'ın “Bazen Anlaşılmaz Olur Hayat” adlı şiir kitabı kişisel yayını.

– Osman SAĞBAŞ'ın “Güllerimin Boynu Bükük” adlı şiir kitabı kendi yayını.

– Emekli Kurmay Albay, araştırmacı yazar Mehmet ALKANALKA'nın “Karartılmış Yıldızlar-Beşinci Nesil Savaş” adlı kitabı SOKAK Kitapları Yayınları'nın yeni ürünü.

– Aydın KÖYMEN'in anısını yaşatan ‘AYDIN Birlikteliği'nin, “Ülkem, Kentim, Semtim” adlı albümü Çankaya Belediyesi desteğiyle yayımlandı.

– Emekli Kurmay Albay Sacit SÖNMEZ'in kişisel yayını “Aralık 2016 SÖZCÜ Albümü” elimize ulaştı.

– Erinç ULUSOY'un “Yarışmak mı? Yaşamak mı?” adlı şiir kitabı RETRO Basım Yayın Tasarım Ltd. Şti. ürünü.

– Şair, Yazar Betül ERDOĞAN'ın “Elbet Bir Gün Buluşacağız” adlı romanı, Şükrü ERDOĞAN ile birlikte çıkardıkları ve babasının şiirlerine de yer verdiği 
“Şiirleri İçmek Aynı Kadehten” adlı şiir kitabı OZAN Yayıncılık ürünü.

ALBÜM

Çankaya Belediyesi önceki yöneticilerinden güreşçi, şair, yazar, ressam Hasan RÜZGAR'ın kumlama ve yağlı boya dövme tablolarının fotoğraflarını içeren albümü kişisel yayını.

DERGİLER

Bursa Barosu'nun üç aylık dergisinin Ağustos 2016 sayısı dolgun içeriğiyle geldi.

İstanbul Barosu Dergisi'nin Ocak-Şubat 2017 sayısı hukukçuların özlediği içeriğiyle ilgililere ulaştı.

Salihli'de yayımlanan, Ahmet OTMAN'ın kurucusu ve yayın yönetmeni olduğu BİZİM ECE adlı derginin Ocak-Şubat ve Mart-Nisan 2017 sayıları (iki sayı) giderek zenginleşen içeriğiyle geldi.

Ünal YALTIRAK'ın yönetimindeki MAYA dergisinin yeni sayısı dolgun içeriği ile yayımlandı.




17 Şubat 2017 Cuma

Akıntıya Kürek Seçimler

Akıntıya Kürek Seçimler
















Yekta Güngör Özden

05.04.2004/Sayı:53

Seçimler Eşit koşullarda geçmeyen Seçimlerin ne sonuç vereceği önceden kestirilebilir. 

Nitekim öyle oldu. Bir yanda iktidarın, belediyelerin olanaklarıyla donanmış bir parti, öbür yanda devlet yardımından payına düşenle kendi sınırlı olanakları içinde bir iki parti, beri yanda yalnız kendi olanakları ve değişik desteklerle çalışmalarını yürüten partiler. Seçime katılan 20 parti içinde akçalı gücü yanında devlet gücünü de kullanan iktidar partisiyle hiç biri yarışamazdı. 

İktidara yakın olmanın, iktidarda olmanın kimi kazanımları gözetildiğinde yerel seçimlerde her zaman iktidar öndedir. 
İktidar değişikliğiyle birlikte kimi belediye başkanlarının partilerini bırakıp iktidar partisine katılmalarının nedeni budur. 
Ülkemizde siyasal ahlâkın düzeyi bellidir. İlke, tutarlılık, kararlılık, özveri, dayanışma her şeye karşın ödünsüz çalışma terbiyesi yeterince edinilmemiştir. 
Görünmek, kazanmak, bir yere gelmek, bir yeri ele geçirmek, borusunu ya da düdüğünü öttürmek, kendisine ve yakınlarıyla yandaşlarına olanaklar sağlamak, böbürlenmek, nedense adını unutulmaz kılacak yapımlara, çabalara, eserlere, kendini anımsatacak olaylara ve oluşumlara imza atmaktan daha önemlidir. Katrilyonu bulan seçim giderleriyle kaç okul, kaç hastane, kaç kitaplık, kaç sağlık ocağı, kaç yuva ya da bakım evi, kaç çeşme, kaç yol, kaç köprü, kaç atölye açılmazdı? Yalnızca Hazine Yardımı partiler yerine bu kazanımları sağlamazdı. Bir Parti çıkıp “afiş, el ilanı, şarkı-türkü, marş, film, rozet, tanıtma bayrağı vs. kullanmayacağım. Bunların yerine okul, köprü, kitaplık vb. yaptıracağım” deseydi daha çok ilgi görür, beğeni ve oy toplardı. Hele dağınıklık, hele ilkelerden ödün verip seçim sonrası kendi partilerine dönme koşullu kimi yapay birliktelikler.. Bir yılı aşan bir süreden beri sözlü ve yazılı çağrılarla duyurmaya çalıştığımız anlayış benimsenseydi, iktidarın belalarından kurtulmak, aydınlığa kavuşmak için partiler biraraya gelip hangisi hangi il ve ilçede güçlüyse, kimin adayı orada daha çok şanslı ve oraya yaraşır bulunuyorsa o desteklenip öbürleri orada aday göstermeseydi daha çok başkanlık elde ederlerdi. Özseverlik, bencillik, partizanlık, ilkellik sayılacak direnme şimdiki sonucu getirdi. İktidar partisi liderlerinin değişmediğini gösteren inatlaşma ve zıtlaşmaları arttıracak, başta Kıbrıs olmak üzere desteğine gereksinim duyduğu AB’nin ve ABD’nin istekleriyle kendi milli görüş kaynaklı izlencesini uygulayacak, daha çok karanlık olacak, daha çok güçlük çekilecektir. Medyadaki beslemelerle şakşakçıların kışkırtması sürecektir.

Kıbrıs oyunu

Hiç utanıp sıkılmıyorlar. Devlet organlarının bile amaçlı uzatmayı vurgulamasına karşın, İsviçre-Bürgenstock’daki görüşmelere katılan Yunanistan ve Güney Kıbrıs yöneticilerinin yorgunluk ve hastalık bahanelerini atlayıp fiyaskoyu başarı ve umut olarak nitelendiriyorlar. Kimi iktidar olabilen irticayı, İstanbul olaylarını unutup “gülyabani hikayesine dönmüş irtica korkutmaları... yenileşen toplum” sözleri edebiliyor. Öylesine iktidarın dümen suyunda yazabiliyorlar ki ümmet ve cemaat düzenine dokunmamak için “...Merih’ten ulus gelmez” diyebiliyorlar. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir” ve “Ne mutlu Türküm diyene “ sözlerindeki anlamı, erdemi, yüceliği kavrayamıyorlar. Atatürk ilkelerini, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunduğum için yıllarca önce beni bu nedenle kutladığını söyleyen kişinin gericilik kıyımlarını, kalkışmalarını, iktidar başının inadını ve yinelemelerini görmemesi, duymaması, anlamaması düşünülemez. Yazılar ve yayınlar amaçlıdır. Halkımız kimin nereden nereye geldiğini, kimin ne için neler yaptığını, nasıl değiştiğini izlemektedir. Seçimlerdeki yönlendirici, sunuş biçimiyle yanlı sormacalar (anketler) de böyledir. Karaçarçaflıların artması bile uyarmıyor.

Kraldan çok kralcı kesilenler, iktidarı mutlu etmek için Denktaş’a saldırıyor, kurgularla, gerçekdışı anlatımlarla suçlayıp sonucun sorumluluğunu ona yıkmaya uğraşıyor. Kararlı, tutarlı, gerçekçi, içtenlikli, ilkeli, ahlâklı, bilgili, yurtsever, yürekli Denktaş hepsini göğüsleyerek gerekeni başarıyla yapıyor. Doğruları söylüyor. ABD’nin İngiliz-Yunan ortaklığı ürünü Annan Planı dayatmasıyla AB’nin oyunlarını bir bir açığa çıkarıyor. Yurdunu savunan bir Başkanı kendi açılımları için engel sayanlar suçluyor, karalıyor, övecek yere yeriyorlar. Bize özgü demokrasinin cilveleri. Hukuktan, siyasetten, özellikle dış siyasetten anlamayan, ulusal çıkar kavramıyla güvenlik konusunda hiç bir bilgisi olmaylan medya bilgiçleri (!) Denktaş’a akıl vermeye kalkışıyor. Paralıların kendi çıkarları için ülkeyi, ulusu, ulusal çıkarı nasıl acımasız, düşüncesiz biçimde, sapkınlık ölçüsünde gözardı ettiğini, iktidarla paslaşarak nasıl yol aldığını görenler giderek artıyor, AB’nin Kıbrıs oyunu sürüyor. Olan Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine oluyor.

Seçim rüşvetleri

Bu olumsuzluklar yerel seçimlerde nedense oyları etkilemiyor. Kendi işlerine gelen her şey demokrasiye uygun, gelmeyen uygunluklar ise aykırı. Anlayış düşüklüğü ya da kıtlığı denilecek bu olgu, demokrasinin nasıl kemirildiğini anlatmaktadır. İlkesiz, ülküsüz insanlar. İçinden yıkılmakta olan demokratik kitle örgütleri. Demokrasinin dayanakları çürümeye başlayınca yaptıklarının yanında çalıp çırptıkları dağlar oluşturan kimselere oy verme sakatlığı sürdükçe umutlar sönmektedir. Seçimler sırasında bir bakanın “Adalet Sarayı yapımı”yla başka bir bakanın “diyaliz makinası sağlamak”sözleri (Devrek’te) oy almak için devlet olanaklarının nasıl araç kılındığını göstermektedir. Bunlar yalnız ikisi. Birer ağır baskıdır. Onlarcası söylendi, yazıldı. Seçim eşitliği gerçek demokrasinin koşuludur. Rüşveti de yüz karası; soğan, patates, kömür vs. dağıtımı, arsa ve bina kapışması.

İlkellikler

Geçen yıllarda Zeki Triko’nun afişine takmışlardı. Bu kez Çarşı Mağazaları’nın reklamına taktılar. Yandaşlarını okşamak, oyalamak, bir şey yapıyor görünmek ve gündemi değiştirmek için her yolu kullanıyorlar. Siyasal rüşvet ve siyasal şantajlara reklam bekçiliği de eklendi. Bu da demokrasinin sansürüdür. Aydın geçinenler yemeklerle, otel lobilerinde ya da teraslarında toplanıp çalışanları halkın sevip inandıklarını çekiştirir, başka bir şey yapmazlarsa gericiler her şeye el atarlar. Siyasal partiler de bir şey yapmadan, ortaya bir şey koymadan, bir iyiliğe neden olmadan, bir kötülüğü önlemeden, olumlu bir durum sağlamadan oy istemeye çıkıyorlar. “Ne yaptınız da oy istiyorsunuz? Hangi yüzle?” denilse yeridir. Tepki oyuyla övünülmez. İktidar başının YÖK konusundaki direnişi bilim ve siyaset yaşamımız için son derece tehlikelidir. Demokrasinin ne duruma düşürülmek istendiğinin, çoğunluk diktasının nerelere ve nasıl uzandığının belgelenişidir. “Parayı verenin yönetip yaptıracağı” savı ilkelliğin ötesinde sakıncalı amacın dışvarumudur. Para Recep Tayyip’in parası değildir. Kendi kasasından çıkmamaktadır. Oğlunun sünnetinde ya da düğününde gelen takılarla sağlanmamıştır. Devlet babasının malı kendisinin çiftliği değildir. Recep Tayyip devlet değildir. Böyle bir sözü söylemek çağdışı, hukuk dışı, siyaset dışı düşmektir. Devletin öğretim üyelerine, öğrencilere ayırdığı ödenek, üniversitelere, ulusa, ülkeye, bilime ayırdığı, ayırmak zorunda olduğu, görevi sayılan bir ödenektir. Bu ödeneği yönetimleri döneminde göndermekle yükümlü olanların “ne istersek olacaktır” yaklaşımı sakat bir anlayışın sonucudur. Yargının, yasama organı üyelerinin, partilerin, hazine yardımı yoluyla gelirlerinin ödenmesini de yürütme yaptı diye yargı, muhalefet ve partiler de iktidarın istediklerini mi yapacaklar. Dünyanın neresinde böyle devlet, böyle demokrasi vardır? Olsa olsa imamistanda, ümmenistanda olur.

Böyle sakıncalı sözlerden cesaretlenen kimileri de açıkça “%65’le anayasayı değiştiririz” diyerek seçmenleri kışkırtıyor. Üstelik iktidar başının eşinin talimatıyla bir milletvekili bayan bunu yapıyor. Anayasanın neredeyse toptan değiştirilmeyi gerektiren bölümleri var. Gözdağı verircesine geriye doğru değişiklikler yetmiyormuş gibi daha kötü duruma getirmek için yapılan hazırlıklar duyulmaktadır. Anayasa mahkemesinin büsbütün ele geçirilmesi amacı yıllardır bilinmektedir. Yapılması düşünülen olumlu değişiklikler varsa onlardan sözedilmelidir. Sıkmabaş-bohçabaş dayatması, YÖK, Kamu Yönetimi, yerel yönetimler yasaları, Başbakanlık ve MEB müsteşarları, kimi yönetmelikler, kadrolaşma, İmam Hatip Liselerinin adlarının değiştirilmesi gibi konulara öncelik ve ağırlık verenlere besleme ve yağcı medya kesimiyle Kıbrıs’ı gözden çıkaranlara, Silahlı Kuvvetler’i etkisiz ve güçsüz düşürmeye, Cumhurbaşkanı’nı göstermelik kılmaya çalışanlara, bildiğini okumaktan vazgeçmeyenlere kimse inanmaz ve güvenmez.

Takiyeyi takunya sanan kimileri de iktidar partisini “merkezin yeni partisi” olarak tanıyıp tanıtmaya çalışıyorlar. Kargaları güldürecek bir boşuna çaba. Olanları, olacakları bırakalım, nereye sığdırıyorlar? Ulusal yapıya yönelik tehlikeler yeterince algılanamadı, demokrasi anlaşılamadı, oy bilinci oluşmadı denilebilir belki ama çevreyi kirleten gürültülerle dalgalanan seçim toplantılarında terör başı için açılan bayraklar yükselen ve yayılan sloganlar kimsenin gözünü açmadı, vicdanında yankı bulmadı, denilebilir mi? Tek adamlığın koşullarına uymayan gidiş diktatörlükten başka bir şey değildir. Anlamsız hoşgörü demokratlıktan değil, ilgisiz kalarak yandaş toplamak düşüncesinden kaynaklanıyor. Etnik ayrımcılık, soykırım kalkışmaları durmuş değildir. Devletin anlayışlı davranışından ötede umursamazlık kimi Nevruz kutlamalarında bile eski adı PKK olan örgüt ile liderini öne çıkartmıştır. Yapılan hiç bir şey yoktur. Kolluk güçleri bağımsız olmadıkça, yansız davranmadıkça, iktidar partisinin içindeki yandaşlarıyla, başka partilerdeki yakınlarıyla, gelecekte hangi tehlikelerin bizleri beklediği açıktır.

Kimi demokratik kitle örgütleri de hukuku çiğneyerek, kaçak sayılabilecek toplantılar düzenleyerek ya da başkalarının güdümüne girerek ayakta durmaya, yöneticilerinde olmayan güçler sağlayarak onlarla bir yerlere gideceğini sanmaktadır. Kendi içinde barışı bozmuş olan bir kuruluş başka kuruluşlarla nasıl dayanışma kurabilir. Kandırmacalarla ilkeler yıkılmaktadır.

Cumhuriyet destanı

Bay Recep Tayyip “CHP’nin kökü”nden sonra “10. Yıl Marşı”nı diline doladı. Yardakçıları sus pus. “84 yıllık karanlık” sözünü edenlerden daha başka şeyler de beklenir. Değer bilmezliğin (nankörlüğün), bilgisizliğin, sevgisizliğin, saygısızlığın, aymazlığın, bağnazlığın, sapkınlığın nice örnekleri görülebilecektir. Gidiş onu göstermektedir. Adamlık, insanlık, yurttaşlık, inançlılık, onurluluk, soyluluk tartışmaları yaşanacaktır. Karalama, kötüleme, saldırı, kafalarındaki düzene engel olan laik cumhuriyete yöneliktir. Yurdu kurtaran, devleti kurarak namusumuzu, onurumuzu, kişiliğimizi, koruyan, bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü bizlere armağan eden kahramanlara katlanamamaktadırlar. İktidar partisinin kimi resmi törenlerde Atatürk anıtlarına çelenk koymaktan kaçınması, kimi toplantılarda adını anmaması sakıncalı bir anlayışa bağlıdır. Atatürk’ü tanımak istemeyenler, sevmeyenler, saymayanlar onun başında bulunduğu yılları kötüleyenler tarih bilmeyen kendini bilmezlerdir. Düşmanların ayağını Anadolu topraklarında durdurarak, kutsal topraklara inmesini önleyerek, dünyada müslümanlığa en büyük yararı dokunmuş insana karşı olmak hiçbir insanlık niteliğiyle bağdaşmaz. Osmanlı’nın yıkıntılarını temizleyerek yoktan var edercesine kurulan her şeyi, yepyeni laik cumhuriyetle kazanılanlar saymakla bitmez. 10. Yıl Marşı olanaksızlıklar, yoksunluklar göğüslenerek 10 yıl gibi çok kısa bir sürede kazanılanların kıvancını ve coşkusunu duyuran cumhuriyet destanıdır. Ulusal ezginin özgün, en güzel örneği, gerçekten Türk olan, kendini Türk bilen her yurttaş için övünülecek değerdedir. 10. Yıl Marşı’nın büyük Atatürk’ün 15-20 Temmuz 1927’de CHP 2. Büyük Kurultayı’nda 36 saati aşan bir zamanı unutulmaz kılan büyük söyleviyle birlikte duyumsamak gerekir. Osmanlı’dan alan yapıları, okulları, iş yerlerini, öğretmen ve öğrenci sayısını, teknik elemanları, bütçeyi, Osmanlı borçlarını ödemeyi, millileştirmeyi bilmeden konuşmak gülünç olmaktır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kimlerden ne yardım alındığını, İnönü Savaşları’ndan askerlerimizin giysilerini, kullanmaları için verilen mermi sayısını, süvari birliğindeki gerçek kılıcın ne kadar olduğunu, TBMM ordularının sayısıyla düşman güçlerinin sayısını, Atatürk’ün Ankara’ya geldiği 27 Aralık 1919’da defterdarın kasasında kaç lira olduğunu bilmeden konuşmak “desteksiz atmak”tır. Yapılan okulları, köprüleri, spor ve uçak alanlarını, çalışma yerlerini, hastaneleri, enflasyon ve devalüasyon olmadan kotarılanları düşünmek, yetişen insanları, açılan üniversiteleri, çağdaşlaşmada kazanılan aşamaları gözetmek yeter. Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılıp Saltanat kaldırılmasa, Cumhuriyet kurulmasa neler olacağını düşünmeyenler, varlıklarını yadsımış olurlar. Birbirini izleyen devrimler olmasaydı, demir ağların yerini örümcek ağları alırdı. Kafaların içindeki karanlık dışarıyı zindana çevirirdi. Büyük söylevde ve 10. Yıl Marşı’nda anlatılanlar olmasaydı bugün bizler olmazdık. Atatürk’ün eşsiz 10. Yıl Söylevi, Büyük Söylev’in ve 10. Yıl Marşı’nın mührüdür. Kuruluş yıllarında onurla, saygınlıkla, güvenle Türkiye Cumhuriyeti güçlenmiş, uluslararası katta yaraşır olduğu yeri almış, milletler cemiyetine girmiş, dünyanın sayılı cumhuriyetlerinin önünde geldiği için yalnızca Almanya’dan o yıllarda 140’tan fazla bilim adamı Türkiye’ye sığınmıştır. Tebaadan yurttaşlığa, ümmetten ulusa geçilmiştir. Ahlâkla, adaletle, hukukla, şerefle yeni Türkiye kurulmuş, örülmüş, dokunmuş, yükselmiştir. “Demiryolları komünist işidir” diyen lekeli anlayış 1950’den sonraki kötü uyulamalarla kendisini göstermiş, bugünlerin taşımacılık sıkıntılarnı doğurmuştur. 1950’lerde kesilen hız, kışkırtılan inanç sömürüsü, Türkiye’nin karanlığıdır. O yıllarda yapılanlar olmasaydı bugün AB yüzümüze bile bakmaz, kapısının önünden bile geçirmezdi. 10 kuruluş yılı Türkiye tarihinin en şanlı bölümüdür. Nitelik ve nicelik çizelgesini inceleyip öğrenmedikçe Recep Tayyip neler söyleyip neler yapacaktır kestirilemez. Anlaması bilmesi gereken çok şey var. Yetersizliği açık. Kazanımlarımızın temeli cumhuriyetimizin ilk 10 yılıdır. 10 yıla çok şey borçluyuz.

Din sömürüsü

Bizim zavallı medyamız bellek yoksunluğunun perişanlığını, bağımlılık ve yandaşlığının ağrılarını çekiyor. Din ve inanç sömürüsüne yıllardır değiniyoruz. Resmi konuşmalarda, özel söyleşilerde dilimiz döndükçe anlatıyoruz. Yurtdışına kaçarak zehir saçanları, yabancıların koruyup kolladığı kesimleri açıklıyoruz. Söyleye yaza bıkkınlık uyandıran konuları yeni sayarak sayfa dolduruyorlar. Genelkurmay 2. Başkanı çok yerinde olarak “hem laiklik hem ılımlı İslam birarada olmaz” dedi. Önceleri zaman zaman açıklanmış bir gerçekçiliğin vurgulanmasıdır. Ortam gözetilirse çok da iyi olmuştur, haklıdır. Din, dindir. “Katı İslamiyet, ılımlı İslamiyet, yumuşak İslamiyet” diye ayrım yapılamaz, olmaz. Laiklik devletin inançlar yönünden saygın bir yansızlığıdır. Laiklik dinlerin olduğu yerde vardır, olmadığı yerde yoktur. Laikliğin olduğu yerde devletin adının yanına dinsel sıfat konulamaz. O zaman devlet devlet olmaktan çıkar, cemaat çatısı olur. Ne uluslaşmadan söz edilir ne de hukuktan. İslamiyeti kendine göre uygulayıp tanıtmaya ve dayatmaya da kimsenin hakkı yoktur. Ilımlı yaklaşımıyla devleti dinselleştirmek de bir oyundur. Din siyasallaşırsa demokrasi dinselleşir sözünü yıllardır usanmadan yineliyorum. Şeriatçıların demokrasiyle bağdaşması olanaksız çabaları, devleti din ağırlıklı güce dönüştürmek, bildiklerini ve istediklerini yapma olanaklarını kazanmaktır. Bu oyuna kimse gelemez. Din, vicdan tahtında kendi özgün yerinde kalacaktır. Laik devleti din devleti yapmaya kimsenin gücü yetmez. Devlet, hukukla yönetilir dinle değil. Demokrasinin kaynağı ve dayanağı laikliktir. Hukusal, siyasal ve ulusal birliğin de harcı gene laikliktir. Devletin dini olursa laiklik olmaz, o zaman da devlet olmaz. Dinleri devlet belirlemez. Dinler kurallarıyla bellidir, bilinmektedir. Kimse kendine göre din oluşturamaz. Kendine göre yaşar, o kadar. Kurtuluş ve kuruluşla övünemeyenlerin ılımlı dindarlıkla övünmeye kalkışmaları anlayış ve yaşam düzeylerinin göstergesidir. Cumhuriyet yıllarını “halkın değerlerine müdahale” diye göstermekten çekinmeyen yazarların at koşturduğu ülkede başka gariplikler de doğal karşılanacaktır. Yabancıların Kıbrıs oyunlarına ilgisiz kalan medyamızda bu çirkinlikleri övmeye çalışanlara da rastlanmaktadır. Çelişkiler yumağı gidek sıkmaktadır. Onaylama (ratifikasyon) işlemleri, halkoyu-referandum manevraları, oyalamalar kimin ne olduğunu ve ne yaptığını ortaya çıkaracaktır. 10 yıl o kadar başarılıdır ki zamanın Yunanistan Başbakanı Venizelos 12 Ocak 1934 günlü mektubuyla Nobel Barış ödülü için Atatürk’ü aday göstermiştir. Düşmanlığı unutup dostluğu yeğleyenler laik cumhuriyet karşıtlarını uyarmalıdır, utandırmalıdır.

Yarın ne olacak?

Giderek genelleşen bu soru güncelliğini koruyor. Toplumsal düzeyimizi gölgeleyen seçim kavgaları, öldürme ile sonuçlanan saldırılar, kapkaççılık, yanlış salıvermeler bir yana siyasetin solun aldığı sonuçlar CHP yönetiminin baskıcı, bencil, dar çerçeveli kadroculukla yürüttüğü tartışmalar yakınmaları yoğunlaştırıyor. Kürtçülerle işbirliğine girişenlerin aldığı sonuç ortada. Böyleleri gerçek Kemalist olamaz ki bu nedenle oy verilmemiş olsun. Kürtçüler, bölücüler, yıkıcılar tam kendilerinden olmayana, kullanamadıklarına günahlarını bile vermezler. Şeriatçılar da böyledir. Toplumun duyarlı olduğu konulara sırt çevirip dudak bükenlerin kürtçülere ve sıkmabaş-bohçabaş yanlılarına ödün niteliğinde yaklaşımları, yeni açılımları ne yaptığından ne yapacağı belli olmayan Kemal Derviş’e yönelmesi yanlıştır. CHP kendini, yönetimini yenilemeli, gülümsemesini, kucaklaşmasını bilmeli, gençleşmelidir. Tarihsel sorumluluk, CHP’yi önemli yükümlülüklerle başbaşa bırakmaktadır.

Önyargılı ve yanlı medya çelişkilerini sürdürüyor. Biri “CHP soldan uzaklaştığı için oy yitirdi” derken bir başkası “CHP merkeze yaklaşmadığı için oy yitirdi” diyor. Gerçekte CHP “ Ben Atatürk’ün kurduğu partiyim, ben devleti kuran partiyim, ben Atatürkçü partiyim” diyemediği, bu kimliğin güncel gereklerini yerine getiremediği için yitirdi. Yanlış tuşa basan yanlış yazar. Yanlış adaylar gösterdi, beklenen, özlenen açılımı gösteremedi. Söylemleri doyurmadı, çağrıları yankı bulmadı. Toplumsal sorunlara eğilip çözümler getiremedi. Daha neler neler...

Kıbrıs için “ 4. Annan Planı ” medyanın Denktaş karşıtı katı, yanlı, Fogg çocuklarının önde olduğu habercilerce Türkiye’ye aktarılmakta, gerçekler açıklanmamakta, tersine hiç bir şey elde edilmemişken başarı söylentileriyle kamuoyu aldatılmaktadır. Yunanistan ve Rum yönetimi kesin AB ve ABD desteğinde bahanelerle süreyi doldurup sonucu Annan’a bırakacaklardır. Recep Tayyip ekibi de “veremi gösterip sıtmaya razı etmek” türünde, hakkımız olan bir iki küçük sorunu çözmekle “gitmişti de biz aldık” diyerek övüneceklerdir. Onlar zaten bizimdi. Bu arada gidenler gidecek, Annan Planı onay, referandum, Türkiye ve KKTC yönünden Batının oldu bittileridir. Üzücü ve yıkıcı dayatmalarıdır. Baştan beri yanlı yürütülen görüşmeler Girit olayının yinelenmesidir. Türkiye’nin çevrilmesi, kuşatılmasıdır, gelecekte Türkiye üzerindeki oyunların başlangıcıdır. Yanılmış olmayı isteriz. Tayyip ekibi önemli bir şey almadan verecek ve referanduma razı olup imzalayacaktır. Öymen, Arcayürek, Manisalı, Birgit, Gürel, Türker, Bila çabalarıyla unutulmayacak, Denktaş her zaman aranıp anılacak.

Ayıp

Başbakan basın danışmanının Cumhuriyet gazetesine gönderdiği gözdağı mektubuna yardakçı medyadan beklenen (!) tepki gelmedi. Basın özgürlüğünü kavrayış düzeyini açıklayan mektup demokrasinin geldiği aşamada ilginç bir olumsuz örnektir. Yapılanları ve yapılmak istenenleri gözardı edip tıpkı “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünü anımsatırcasına Cumhuriyet gazetesi suçlanmakta, saldırı niteliğinde karalama ve kötüleme, sözde eleştiri ve yanıt adı altında genişletilip arttırılarak sürdürülmektedir. Diktacı anlayışın bu ölçüde savunulması düşündürücüdür. Karşı çıkması gereken bir çok kişi ve kuruluş uykudadır. Üniversiteler ilgisizdir. Meslek odaları tepkisizdir. Birkaç kalemin ve kuruluşun tepkisi demokrasi umudu için yeterli değildir.

Bu arada Saadet Partisi önceki Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın eski çıraklarını kusurlu bularak Ordu’yu göreve çağırması, aynı partinin şimdiki genel başkanının da Erbakan’a öykünüp asker çağrısına destek vermesi (Milliyet, 27-3-2004, s.18) gençlerin “Ordu Göreve” pankartı taşımasını eleştirenler için üzerinde durulması gereken bir örnektir. Ordu’nun görevi darbe değildir. Uyarı, öneri, dilek, tepki vs. türü hukuksal ve uygar belirtme ve istemler beklentisinin kötüye alınması Ordu için de onun daha etkin ve duyarlı davranmasını isteyenler için de amaçdışı davranış ve saptırmadır. Burada önemli olan, Erbakan’la Kutan’ın öncelikle yakındıkları ve rahatsızlıklarını belli ettikleri güçlere gereksinim duymaları, onları övmeleridir. Sorunların demokrasi içinde çözümlenmesini isteyenler Ordu’nun da kendi yapısı içinde etkin olacağı durumları düşünmüş olacaklardır. Hemen darbeyi ve hukukdışılığı düşünmek yanlıştır, yaygarası ve kışkırtıcılığı ayıptır.

Atatürkçüleri, ulusalcıları, emperyalizm karşıtı yurtseverleri suçlayan, kendi çukurlarında giderek kokuşan sapkınların, medya soytarılarının, iktidar uşaklarının kendi sıfatlarını, aşağılık niteliklerini başkalarına yükleyerek kalkıştıkları saldırılar artacaktır. “Başımız dönmeyecek” sözüne karşın şımarıklık ve azgınlık yeni sonuçlar getirecektir. Seçim sonuçlarını iktidarın getirisi olarak değil, AKP’nin başarısı olarak gösteren bilim değil kilim adamları iktidara övgüler yağdırıp, “devrimden ve seçmenin Kıbrıs ile AB için kesin yetki verdiğinden” söz edecekler. Seçimi yitirenler kazandıklarını ileri süreceklerdir. Çirkinlikler görülebilecektir. Sosyal devletin “Halkçı devlet” olduğunu bilmeyenler devletçiliğin ne zaman, ne için benimsendiğini, nasıl yorumlanıp uygulandığını unutanlar, bilgisizlik ürünü suçlamalarını, sözde eleştirilerini sürdürecekler, sapkınlar korosunun çığırtkanı, Sevrcilerin amigosu olmayı içine sindirenler terbiye dışı yazılarını patronların gülümseyişine, genel yayın müdürünün desteğine dayanarak sıralayacaktır. Halkın sorunları bunların umurunda değildir. Gerçekleri atlayıp ekonominin kağıt üzerindeki geçici, değişken, yapay göstergelerini, rakam oyunlarını abartıp olumsuzluklara gerekçe arayacaklardır. İç ve dış borçların artması, alım gücü yoksunluğu onları ilgilendirmemektedir. İşsizlik, iş yeri kapatmaları, suç olayları tasalandırmamaktadır. Seçimlerde başarılı olmayanlar ayrılma sözü vermelerine karşın yerlerinde oturacaklar, siyaset dolabı daha önce olduğu gibi dönecektir. Yanlışlıkları, yanılgıları, tutarsızlıklarıyla güven yitiren muhalefetin yarattığı boşluk daha belirginleşmiştir. Yepyeni bir yapılanma etkin, güçlü, yaygın ve çağdaş bir oluşum özlemi giderek büyümektedir.

İlkeli olmak onurdur. Seçilmek için parti değiştirmek yanlış bir tutumdur. Kanımca parti değiştirip kazanmak küçültür, değiştirmeyip yitirmek büyültür. Emin Çölaşan’la Bekir Coşkun’un anlamlı yazılarını anımsıyorum. Nelerden söz ediliyor, insan şaşırıyor. Dağıtılan yiyecek, giyecek, para, armağanlar (yılbaşı ve bayramlarda bir çok yere kimi yerlerden gönderilen armağanlar anlatılıyor)... Sorumluluğu izleyip saptayacak ve yaptırım uygulayacak kimselere kooperatif arsaları verilmesi, yakınları ve dostları adına kayıtlı, gerçekte yarısına yakını kendisinin büyük yapılar, büyük mağazalar, büyük ortaklıklar. Bizim acı gerçeklerimiz. Medyadaki dostlara ayrıcalıklı işlemler, kayırmalar, sus payları, destek rüşvetleri. Değişik seçim ve özellikle sayım olayları. Heryerle ilişki kurmak, yetkilileri ayarlamak... Liderlerin açıklamaları komediye benziyor, kimse kaybetmediyse ulus mu kaybetti?

Kimi amaçlılar için yinelemeyi yararlı buluyorum. Batıcı değil Batılıyız, Batıdan ayrılma yanlısı değiliz, ikilemleri ve eşitsizliği giderip Batıdaki yerimizi, onurlu, yaraşır konumumuza uygun biçimde almak çabasındayız. Batının yapısına değil tutumuna karşıyız. Ümmetçileri öven, destekleyen, önceleri unutup bugünü koşulsuz destekleyen, bugünkü iktidarla amaç, araç, çizgi birlikteliği kuşkusuz kişi ve kuruluşlara arka çıkan sözde ulusalcılardan da değiliz, gerçek Atatürkçü, gerçek ulusalcıyız.r

Not: Gerçekdışı yayınlarıyla kişiliğime saldıran Aydınlık dergisi açtığım dava sonunda bu ay içinde 2.5 milyar TL manevi tazminat ödemeye mahkum oldu. (31.03.2004)

(Ankara Asliye 29. Hukuk Mahkemesi’nin esas 2001/880 sayılı dosyası)

http://www.turksolu.com.tr/53/ozden53.htm


31 Ocak 2017 Salı

Eleştiri


Eleştiri


Yekta Güngör Özden


Şubat 11, 2016



Arapça kökenli “ Tenkit ” sözcüğünün Türkçemizdeki karşılığı “eleştiri”dir. Ancak, günlük yaşamda çoğu kez olumsuz bir yaklaşım olarak söz edilir. Oysa inceleme, irdeleme ve değerlendirmedir. Konuya açıklık kazandırmak, anlamını ve değerini ortaya koymak, durumu belirlemek için görüş ortaya koymaktır. Nedense karalama, kötüleme sanılması daha yaygındır.

Üniversite kesiminden gelen ve “ Akademisyenler Bildirisi ” adı verilen çok imzalı açıklamanın yanlı olduğu izlenimi genelde haklı bulunmuştur. Devleti suçlayıp terör olaylarının nedenlerine, sorumlularına ve eylemlerine ilişkin kınama içermeyen bildirinin amacına ilişkin eleştiriler yoğunlaşmıştır. Biz, duruma değinmekle birlikte açıklamanın düşünce özgürlüğü olarak nitelenebileceğini de belirtmiştik. Düşünce ve anlatım özgürlüğünün, kusurlu, eksik, yanlı ve amaçlı bildiriler için bile demokratik bir hoşgörü kapsamında, savunulabileceğini de söylemiştik. Kaldı ki telefonla imza almak yönteminde metnin her yanına bilerek katılmak, her sözcüğü ve her bölümü benimsemek diye bir olgu söz konusu olamaz. Yanlışlık, yanılgı doğaldır.

Konuyla ilgili, önceki kaymakamlardan Avukat Erol ERTUĞRUL’un bir eleştirisini okurlarımızın özgörüsüne (takdirine) sunuyoruz. Gazeteler yazanlarından ve düzenleyicilerinden çok okurlarınındır. Bu nedenle okurlarımızın görüşlerine yer vermeyi, onlarla ilişkilerimizin düzenli yürümesi için gerekli görüyoruz:

“ GERİCİLİĞE SUSAN, BÖLÜCÜLÜĞE ARKA ÇIKAN BİLİM ADAMLARI…”

Ülkemizin Güneydoğusunda silâhlı bir ayaklanma var. Güvenlik güçlerimiz kahramanca savaşıyor. Şehitler veriyor. Hiç kuşkusuz bu durumun sorumlusu açılım süreci adlı sakıncalı projeyi işleme koyan AKP yöneticileridir. Ülkemiz, emperyalizmin desteğinde bir bölünme ile karşı karşıya iken, askerlerimiz, polislerimiz bu yolda canlarını yitirirken, bir bölüm bilim adamı (!) bu haklı savaşı eleştiren bir bildiri yayımladı. Bu bildiride ayrılıkçı ayaklanmacıların nasıl hendekler kazdıkları, yollara barikatlar kurdukları, her yeri bombalarla, mayınlarla, ağır silâhlarla doldurdukları, okulları, kamu kurumlarını ateşe verdikleri, sivil halkı bile gözlerini kırpmadan öldürdükleri yer almıyor. Tersine, güvenlik güçlerimizin yaptıkları eleştirilirken “Kürt siyasî istemi” doğrultusunda bir yol haritasının çizilmesinden söz ediliyor. Tam bir ihanet açıklaması. Hiçbir ülkenin aydını kendi ülkesinin bölünmesi karşısında böyle bir bildiriye imza atmaz. Bu durum Kurtuluş Savaşımız sırasında bir bölüm sözde aydının Kurtuluş Savaşımıza ve Mustafa Kemal’e karşı çıkmalarını ve Yunan Ordusu’nu hilâfet ordusu olarak görmelerini anımsatıyor.

Bu ihanet bildirisine imza atan sözde bilim adamları “yeni anayasa” adı altında ülkemizin bir faşizme, gericiliğe götürülüşü karşısında ise susuyorlar. Bir süredir ‘Yeni bir anayasa’ diye çığlıklar atılıyor. ‘Yeni bir anayasa’ derken hepimiz biliyoruz ki bunun içerisinde başkanlık var. Hepimiz biliyoruz ki bunun içerisinde Türk Ulusu yok, devletin birliği, tekliği yok. Hepimiz biliyoruz ki bunun içinde lâik devlet yok. Yapılmak istenilen gerici ve bölücü bir anayasa ile bir tek adam egemenliğidir. Hukuk fakültelerinden ses çıkmıyor. Aydın bilim adamlarından ses çıkmıyor. Bunu yakın geçmişte bir kez denemişlerdi. O zaman “Millî Merkez” adlı aydınlık oluşumla ve güzel yurdumuzun dört bir yanında yapılan etkinliklerle, bunu püskürtmüştük.

Aslında on üç yılda Lâik Cumhuriyeti yok etmişlerdi. En son çıkarılan kamu görevlilerine cuma namazı izni son darbeydi. Lâik bir devlette namaz saatlerine göre çalışma saati düzenlenmesi Lâik Cumhuriyetin yok sayılması anlamına geliyordu. On üç yıldır yaptıkları ile tek adam egemenliğini de gerçekleştirmiş lerdi. Tek adamdan habersiz yasa çıkarılamazken, tek adamdan habersiz önemli bir atama yapılamazken, tek adamın kürsüden söylediklerine göre yargı kararlan verilirken, TSK bile tek adama göre biçimlenirken aslında başkanlığa gerek yoktu. Yürütme, yasama, yargı tek adamın elinde iken yeni bir anayasa girişimi belli ki fiilen kurdukları yönetim biçimini yasallaştırmak girişimidir.

Her şey apaçık ortada iken CHP’nin bu görüşmelere katılması nasıl açıklanabilir? TBMM’de çoğunluk AKP’de olduğuna göre, CHP’nin anayasa görüşmelerine katılması onu konu mankeni olmanın ötesine götürmeyeceği gibi AKP’nin “yeni anayasa” girişimlerine yasallık kazandıracaktır. Böylece içerisinde lâikliğin olmadığı, içerisinde Türk Ulusu’nun olmadığı bir anayasa yapımına CHP katkıda bulunmuş olacaktır.

Başkanlık sisteminde tek adam istediği zaman meclisi feshedebilecektir. Tek adam, istediği zaman tek başına yasa çıkarabilecektir. Tek adam, yüksek yargıyı tek başına atayabilecektir. Yapmaya çalıştıkları yeni anayasa bunları yasallaştıracaktır. Böyle bir durum cumhuriyetin, düşünce özgürlüğünün, hukuk devletinin, lâik cumhuriyet ilkelerinin yok edilmesidir. Böyle bir durum kuvvetler ayırımı ilkesinin yok edilmesi, yasama, yürütme, yargı gücünün tek adam elinde toplanmasıdır.

Bugün Türkiye’de hiç kimsenin böyle bir gereksinimi yoktur. Ulusumuzun böyle bir beklentisi yoktur. Böyle bir durum ülkemizi tam bir dikta yönetimine götürecektir.”


http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yekta-gungor-ozden/elestiri-2-1085205/

**