Yurt Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yurt Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2015 Pazartesi

Kuvayı Milliye’yi tabanda halk kuracaktır





Kuvayı Milliye’yi tabanda halk kuracaktır

Sadettin Tantan
Yurt Partisi Genel Başkanı

Türkiye yıllardan beri bir kuşatma altındadır. Ama kuşatma yeni başlayan bir kuşatma değildir. Atatürk’ün ölümüyle birlikte, bölgedeki tehditlere karşı müttefik arayışları, Türkiye’yi NATO kanalıyla Amerika ve Batı’ya bağlamıştır. Bu bağımlılığın geldiği son nokta bugünkü kuşatılmışlıktır.
Cumhuriyetin kuruluşundaki temel felsefesede kültür birliği, tarih birliği, dil birliği ve inanç birliği vardır. Türkiye Cumhuriyeti teba devletten medeni devletler safına geçerken, yurttaş bilinicinin gelişmesi gerekiyordu. Bunun için Atatürk’ün başlattığı kültür hareketi çerçevesinde Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Halkevleri, Köy Enstitüleri kuruldu.
Osmanlı Devleti aslında sıradan bir doğu devleti değildi. Hep Avrupa’ya yönelmiş, Avrupa’ya hakim olmak istemiş bir devletti. Batı’nın Türkiye’ye karşı düşmanlığı ve Türklere yönelik kuşatma ve yok etme planları aslında 500 yıl öncesinden kaynaklanmaktadır. Batı Türklerin Doğu Roma İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmasını içine sindirememiştir. Bunu bir intikam meselesi haline getirmiştir.
Batı Türk kimliğinin bu coğrafyadan silinmesini istiyor. Milli Mücadele yıllarındaki ve bugünkü Batı’nın Türkiye’ye yönelik kuşatmasının temelinde aynı amaçlar ve güdüler vardır. Batı’nın temel amacı Türk kimliğini yok etmektedir. Toplumumuz bu amaç doğrultusunda kimliksizleştirilmektedir.
Kimliksizleştirme politikalarına en iyi örnek İstanbul’dan verilebilir. Fatih Sultan Mehmet Türk ve İslam kimliği açısından önemli bir isimdir. Kendisi Peygamberimizin cennet müjdelediği bir komutan ve askerdir. Türk kimliği açısndan da Fatih İstanbul’u fetheden isim olarak önemli bir şahsiyettir. Şimdi bu iki kimlik aşındırılmak istenmektedir.
Küresel imparatorluk İstanbul’u Türkiye’den ve Türk kimliğinden bağımsız bir metropol, kendi müstakil finans merkezlerinden biri yapmak istemektedir. Bugün de İstanbul’a yönelik uygulamalar bu amaçla paralel ilerlemektedir. Bunun en büyük yansımalarından biri vakıf arazilerinde görülmektedir. Vakıf arazileri satılmak istenmektedir. Fatih Sultan Mehmet’in özellikle Okmeydanı’yla ilgili vakfiyesine baktığınızda açık ve net bir şekilde Türk kimliğinin devamının amaçlandığını görüyoruz. Bugün bu vakfiyelerin satılmasıyla bu kimlik de ortadan kaldırılıyor.
Acımasızlık, maddiyata önem vermek ve yağmacılık Batı’nın kimliğinde zaten yer alıyor. Sömürge anlayışı, emperyalizm zaten onların tarihinde hep yer almış. Bizim önce kendimizin ne yapmamız gerektiğine karar vermemiz gerekiyor.
Atatürk tarihi ve bu coğrafyayı çok iyi analiz etmiş ve millet olarak bize doğru hedefleri göstermiş. Bu hedefelere ulaşmak için gerekli altyapıyı kurmuş. Biz bu hedeflerden saptıktan sonra Türkiye’nin kuşatılmışlığı kaçınılmaz olmuştur.
Kuşatılmışlığın Türkiye için belirgin bir şekilde yaşandığı bir diğer nokta ise Kıbrıs. Kıbrıs’ta etkin konuma gelecek olan siyasetçi, iş adamı, bürokrat, sivil toplum örgütü lideri gibi insanlar Batı tarafından kendi kültürleriyle yetiştirildi ve adaya geri gönderildi. Şimdi o insanlar Batı’nın aktörü konumundadır. Türkiye ise burada kendi yapması gerekeni yine yapmadı.
Eğitim sadece okulla sınırlı değildir. Okullarda sadece ulusal eğitimin bir takım standardları belirlenir. Esas eğitim aile eğitimidir, cemiyet eğitimidir, işyeri eğitimidir. Aile, cemiyet ve işyeri eğitimi Batı’nın gizli perdesi altındaki kişi ve kuruluşlara teslim edildi. Toplum farkında olmadan kendi kimlik ve kültüründen uzaklaştırıldı.
Tüm bunların temelinde Türkiye’de hak kavramından uzaklaşılması yatmaktadır. Türkiye’de hak kavramının yerini imtiyazlar kavramı aldı. İmtiyazlar öne çıkınca sahiplenme duygusu ve hak kavramından uzaklaşıldı. Halbuki Allah’ın insana vermiş olduğu hak kavramı vazgeçilmez bir kavramdır. Devredilemez bir kavramdır.
Hak kavramından ödün verilip, imtiyazlar öne çıkarıldığı için ülkenin yönetiminden de dış güçler lehine taviz verilebilmektedir. İmtiyazlar ülke içinde bir takım kişi, odak ve kurumlara verilirken, bu çevrelerin tabi olduğu uluslararası güçler de bu imtiyazlar sayesinde ülkemize egemen olmaktadır.
21. yy’da ABD başkanı ulusal güvenlik belgesinin açıklarken politikasını açıkça ifade ediyor. Ya bana tabi olacaksın ya da bana karşı olacaksın diyor. Eğer benim tarafımdaysan benim emirlerime uyacaksın diyor. Türkiye ise burada yine kimliksizlik içinde.
Türkiye AB’ye girmek için bir telaş içinde. AB ise diyor ki sana karar organımda değil, kullanıcı organımda yer verebilirim diyor. Yeni açıkladıkları stratejiye göre ise Türkiye yine karar mekanizmasında değil, onun dışında ayrı bir statüde yer alıyor.
Amerikalıların Irak’ta bizim askerlerimize yaptıkları davranışın, ulusumuzun onuruna yapılan hakaretin kabul edilmesi mümkün değil. Ama bizi bu duruma düşüren kendi hatalarımızı ve eksikliklerimizi öncelikle görmeliyiz. Biz, bugün K. Irak’ta ABD’ye hizmet eden ve bize karşı davranan yapıyı kendi elimizle yarattık, destekledik, besledik ve adeta kurumlarıyla yarı bağımsız bir hale getirdik.
AKP hükümetinin nasıl geldiği ABD’li bürokrat Paul Wolfowitz’in kendi açıklamalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Bu hükümeti biz destekledik ama savaşta istediğimizi vermedi dedi. Bu hükümeti artık tartışmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu hükümetin gelmesinde hepimizin suçu vardır.
Batı’nın Evangalist ve yobaz yaklaşımları ve onların kendi kimlikleri çerçevesinde bakıldığında aslında kendileri açısından doğruyu yapıyorlar.
Burada biz ne yaptık? Birinci savaştan bizim çok maddi zararımız var, Amerika bunu karşılamalı dedik. İktidar tezkere karşılığı para pazarlıklarına girdi. Amerika ise kendi bilgi savaşları kanalıyla dünyaya, Türkiye’yi parayla satın alınabilir aşağılık bir ülke olarak karikatürlerle, yazılarla takdim etti. Biz birşey yapabildik mi? Bugün yaşananların işaretleri o zaman verilmemiş miydi?
Türkiye’nin hiçbir şeye, hiçbir dış güce ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin AB’ye de ihtiyacı yoktur. AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır.
Türkiye’deki ulusal altyapının altı boşaltılmak istenmektedir. Örneğin Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesi kaldırılıyor, kaldırılırken PKK’lılar affediliyor, MGK’nın gücü zayıflatılıyor, İkiz Yasalarla bir takım bölünme mekanizmaları kurulmaya çalışılıyor. Ayrıca Türkiye için terörün tanımı bulandırılmaktadır. Oysa ABD, Almanya, İngiltere ve diğer Batı devletleri kendi ülkelerinde veya başka bir ülkede kendi menfaatlerinin zarar gördüğü her türlü eylemi terörist suç kabul ederlerken bizim terörle mücadelede elimiz, kolumuz bağlanmak isteniyor.
Amerika dünyadaki tek küresel güç olmak için uyguladığı politikalarla, hedeflediği ülkelerde kargaşa ve terörü destekliyor. Batı, özellikle Amerika ve İngiltere bu politikayı açıkça yürütmektedir.
Hepimizin bütünleşerek sokağa yürümesi gerekiyor. Tabi ki kargaşa yaratmak için değil. 21. yüzyılın anlayışı içerisinde yeni bir Kuvayı Milliye anlayışına ihtiyacımız var. Bu Kuvayı Milliye ruhunun gelişmesi için de sokakta aydınların halkla birleşmeleri gerekmektedir. Atatürk beklememiş bana gelsinler diye. Atatürk Anadolu’ya, sokağa, halka gitmiş.
Bugün artık Türkiye’de siyasi partiler hukuk tanımaz bir noktadadır. Türkiye’de siyasi partiler ekonomik menfaatlere ve güce ulaşmak için kullanılan araçlara dönüşmüştür. Siyasi partilerin mekanizması ekonomik çıkar için işlemektedir. Türkiye’nin kurtuluşu, Kuvayı Milliye siyasi partilerden ayrı olarak, tabanda halkın birleşmesiyle gerçekleşecektir. Geçmişte bizi ayrıştıran anlayışları bir kenara iterek, örgütlü bir şekilde tabanda birleşmek lâzımdır. Bu birleşmeyi sağlayacak önderler sokağa inmelidir.
Bugün ülkemizin içine girmiş olduğu kuşatmayı yarmak ve milleti yeniden uyandırabilmek için kendi kimliğimize dönerek yönetimi yeniden ele almak şarttır. Atatürk’ün Cumhuriyetinin prensiplerinin devam ettirilmesi görevi siyasi partilere yüklenmişti. Ancak siyasi partiler menfaat çevrelerinin araçlarına dönüştü. O yüzden tabandan yeni bir oluşum gereklidir. Tabandan gelecek bu yeni oluşum siyasi bir kimliğe börünüp, Türkiye’nin yönetimine talip olmalıdır.
Namuslu ve nitelikli insan gücünün bir araya gelmesi gerçekleşmemiştir. Atatürkçü gençler kendi çabalarıyla mücadele etmektedir. Ülkenin değişik noktalarındaki insanlar kendi çabalarıyla mücadele etmektedir. Aslında söylemler, istekler ve talepler üst üste konduğu zaman aynı, yollar farklı gözükmektedir. Fakat bu yolların farklılığı çeşitliliktir. Bu önemli değildir. Önemli olan ülkeyi ve halkı sahiplenme duygusunun öne çıkmasıdır. Bu duyguların ve güçlerin birleşmesi, örtüşmesi ve bir araya gelmesi Türkiye’nin en hayati ve güncel ihtiyacıdır.


..