Kuvayı
Milliye’yi tabanda halk kuracaktır
Sadettin
Tantan
Yurt Partisi Genel Başkanı
Türkiye
yıllardan beri bir kuşatma altındadır. Ama kuşatma yeni başlayan bir kuşatma
değildir. Atatürk’ün ölümüyle birlikte, bölgedeki tehditlere karşı müttefik
arayışları, Türkiye’yi NATO kanalıyla Amerika ve Batı’ya bağlamıştır. Bu
bağımlılığın geldiği son nokta bugünkü kuşatılmışlıktır.
Cumhuriyetin
kuruluşundaki temel felsefesede kültür birliği, tarih birliği, dil birliği ve
inanç birliği vardır. Türkiye Cumhuriyeti teba devletten medeni devletler
safına geçerken, yurttaş bilinicinin gelişmesi gerekiyordu. Bunun için
Atatürk’ün başlattığı kültür hareketi çerçevesinde Türk Tarih Kurumu, Türk
Dil Kurumu, Halkevleri, Köy Enstitüleri kuruldu.
Osmanlı
Devleti aslında sıradan bir doğu devleti değildi. Hep Avrupa’ya yönelmiş,
Avrupa’ya hakim olmak istemiş bir devletti. Batı’nın Türkiye’ye karşı
düşmanlığı ve Türklere yönelik kuşatma ve yok etme planları aslında 500 yıl
öncesinden kaynaklanmaktadır. Batı Türklerin Doğu Roma İmparatorluğu’nu
ortadan kaldırmasını içine sindirememiştir. Bunu bir intikam meselesi haline
getirmiştir.
Batı Türk
kimliğinin bu coğrafyadan silinmesini istiyor. Milli Mücadele yıllarındaki ve
bugünkü Batı’nın Türkiye’ye yönelik kuşatmasının temelinde aynı amaçlar ve
güdüler vardır. Batı’nın temel amacı Türk kimliğini yok etmektedir. Toplumumuz
bu amaç doğrultusunda kimliksizleştirilmektedir.
Kimliksizleştirme
politikalarına en iyi örnek İstanbul’dan verilebilir. Fatih Sultan Mehmet
Türk ve İslam kimliği açısından önemli bir isimdir. Kendisi Peygamberimizin
cennet müjdelediği bir komutan ve askerdir. Türk kimliği açısndan da Fatih
İstanbul’u fetheden isim olarak önemli bir şahsiyettir. Şimdi bu iki kimlik
aşındırılmak istenmektedir.
Küresel
imparatorluk İstanbul’u Türkiye’den ve Türk kimliğinden bağımsız bir
metropol, kendi müstakil finans merkezlerinden biri yapmak istemektedir.
Bugün de İstanbul’a yönelik uygulamalar bu amaçla paralel ilerlemektedir.
Bunun en büyük yansımalarından biri vakıf arazilerinde görülmektedir. Vakıf
arazileri satılmak istenmektedir. Fatih Sultan Mehmet’in özellikle
Okmeydanı’yla ilgili vakfiyesine baktığınızda açık ve net bir şekilde Türk
kimliğinin devamının amaçlandığını görüyoruz. Bugün bu vakfiyelerin
satılmasıyla bu kimlik de ortadan kaldırılıyor.
Acımasızlık,
maddiyata önem vermek ve yağmacılık Batı’nın kimliğinde zaten yer alıyor.
Sömürge anlayışı, emperyalizm zaten onların tarihinde hep yer almış. Bizim
önce kendimizin ne yapmamız gerektiğine karar vermemiz gerekiyor.
Atatürk
tarihi ve bu coğrafyayı çok iyi analiz etmiş ve millet olarak bize doğru
hedefleri göstermiş. Bu hedefelere ulaşmak için gerekli altyapıyı kurmuş. Biz
bu hedeflerden saptıktan sonra Türkiye’nin kuşatılmışlığı kaçınılmaz
olmuştur.
Kuşatılmışlığın
Türkiye için belirgin bir şekilde yaşandığı bir diğer nokta ise Kıbrıs.
Kıbrıs’ta etkin konuma gelecek olan siyasetçi, iş adamı, bürokrat, sivil toplum
örgütü lideri gibi insanlar Batı tarafından kendi kültürleriyle yetiştirildi
ve adaya geri gönderildi. Şimdi o insanlar Batı’nın aktörü konumundadır.
Türkiye ise burada kendi yapması gerekeni yine yapmadı.
Eğitim
sadece okulla sınırlı değildir. Okullarda sadece ulusal eğitimin bir takım
standardları belirlenir. Esas eğitim aile eğitimidir, cemiyet eğitimidir,
işyeri eğitimidir. Aile, cemiyet ve işyeri eğitimi Batı’nın gizli perdesi
altındaki kişi ve kuruluşlara teslim edildi. Toplum farkında olmadan kendi
kimlik ve kültüründen uzaklaştırıldı.
Tüm
bunların temelinde Türkiye’de hak kavramından uzaklaşılması yatmaktadır.
Türkiye’de hak kavramının yerini imtiyazlar kavramı aldı. İmtiyazlar öne
çıkınca sahiplenme duygusu ve hak kavramından uzaklaşıldı. Halbuki Allah’ın
insana vermiş olduğu hak kavramı vazgeçilmez bir kavramdır. Devredilemez bir
kavramdır.
Hak
kavramından ödün verilip, imtiyazlar öne çıkarıldığı için ülkenin
yönetiminden de dış güçler lehine taviz verilebilmektedir. İmtiyazlar ülke
içinde bir takım kişi, odak ve kurumlara verilirken, bu çevrelerin tabi
olduğu uluslararası güçler de bu imtiyazlar sayesinde ülkemize egemen
olmaktadır.
21. yy’da
ABD başkanı ulusal güvenlik belgesinin açıklarken politikasını açıkça ifade
ediyor. Ya bana tabi olacaksın ya da bana karşı olacaksın diyor. Eğer benim
tarafımdaysan benim emirlerime uyacaksın diyor. Türkiye ise burada yine
kimliksizlik içinde.
Türkiye
AB’ye girmek için bir telaş içinde. AB ise diyor ki sana karar organımda
değil, kullanıcı organımda yer verebilirim diyor. Yeni açıkladıkları
stratejiye göre ise Türkiye yine karar mekanizmasında değil, onun dışında
ayrı bir statüde yer alıyor.
Amerikalıların
Irak’ta bizim askerlerimize yaptıkları davranışın, ulusumuzun onuruna yapılan
hakaretin kabul edilmesi mümkün değil. Ama bizi bu duruma düşüren kendi
hatalarımızı ve eksikliklerimizi öncelikle görmeliyiz. Biz, bugün K. Irak’ta
ABD’ye hizmet eden ve bize karşı davranan yapıyı kendi elimizle yarattık,
destekledik, besledik ve adeta kurumlarıyla yarı bağımsız bir hale getirdik.
AKP
hükümetinin nasıl geldiği ABD’li bürokrat Paul Wolfowitz’in kendi
açıklamalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Bu hükümeti biz destekledik ama savaşta
istediğimizi vermedi dedi. Bu hükümeti artık tartışmanın hiçbir anlamı
yoktur. Bu hükümetin gelmesinde hepimizin suçu vardır.
Batı’nın
Evangalist ve yobaz yaklaşımları ve onların kendi kimlikleri çerçevesinde
bakıldığında aslında kendileri açısından doğruyu yapıyorlar.
Burada biz
ne yaptık? Birinci savaştan bizim çok maddi zararımız var, Amerika bunu
karşılamalı dedik. İktidar tezkere karşılığı para pazarlıklarına girdi.
Amerika ise kendi bilgi savaşları kanalıyla dünyaya, Türkiye’yi parayla satın
alınabilir aşağılık bir ülke olarak karikatürlerle, yazılarla takdim etti.
Biz birşey yapabildik mi? Bugün yaşananların işaretleri o zaman verilmemiş
miydi?
Türkiye’nin
hiçbir şeye, hiçbir dış güce ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin AB’ye de ihtiyacı
yoktur. AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır.
Türkiye’deki
ulusal altyapının altı boşaltılmak istenmektedir. Örneğin Terörle Mücadele
Yasası’nın 8. Maddesi kaldırılıyor, kaldırılırken PKK’lılar affediliyor,
MGK’nın gücü zayıflatılıyor, İkiz Yasalarla bir takım bölünme mekanizmaları
kurulmaya çalışılıyor. Ayrıca Türkiye için terörün tanımı bulandırılmaktadır.
Oysa ABD, Almanya, İngiltere ve diğer Batı devletleri kendi ülkelerinde veya
başka bir ülkede kendi menfaatlerinin zarar gördüğü her türlü eylemi terörist
suç kabul ederlerken bizim terörle mücadelede elimiz, kolumuz bağlanmak
isteniyor.
Amerika dünyadaki
tek küresel güç olmak için uyguladığı politikalarla, hedeflediği ülkelerde
kargaşa ve terörü destekliyor. Batı, özellikle Amerika ve İngiltere bu
politikayı açıkça yürütmektedir.
Hepimizin
bütünleşerek sokağa yürümesi gerekiyor. Tabi ki kargaşa yaratmak için değil.
21. yüzyılın anlayışı içerisinde yeni bir Kuvayı Milliye anlayışına
ihtiyacımız var. Bu Kuvayı Milliye ruhunun gelişmesi için de sokakta
aydınların halkla birleşmeleri gerekmektedir. Atatürk beklememiş bana
gelsinler diye. Atatürk Anadolu’ya, sokağa, halka gitmiş.
Bugün
artık Türkiye’de siyasi partiler hukuk tanımaz bir noktadadır. Türkiye’de
siyasi partiler ekonomik menfaatlere ve güce ulaşmak için kullanılan araçlara
dönüşmüştür. Siyasi partilerin mekanizması ekonomik çıkar için işlemektedir.
Türkiye’nin kurtuluşu, Kuvayı Milliye siyasi partilerden ayrı olarak, tabanda
halkın birleşmesiyle gerçekleşecektir. Geçmişte bizi ayrıştıran anlayışları
bir kenara iterek, örgütlü bir şekilde tabanda birleşmek lâzımdır. Bu
birleşmeyi sağlayacak önderler sokağa inmelidir.
Bugün
ülkemizin içine girmiş olduğu kuşatmayı yarmak ve milleti yeniden
uyandırabilmek için kendi kimliğimize dönerek yönetimi yeniden ele almak
şarttır. Atatürk’ün Cumhuriyetinin prensiplerinin devam ettirilmesi görevi
siyasi partilere yüklenmişti. Ancak siyasi partiler menfaat çevrelerinin
araçlarına dönüştü. O yüzden tabandan yeni bir oluşum gereklidir. Tabandan
gelecek bu yeni oluşum siyasi bir kimliğe börünüp, Türkiye’nin yönetimine
talip olmalıdır.
Namuslu ve
nitelikli insan gücünün bir araya gelmesi gerçekleşmemiştir. Atatürkçü
gençler kendi çabalarıyla mücadele etmektedir. Ülkenin değişik noktalarındaki
insanlar kendi çabalarıyla mücadele etmektedir. Aslında söylemler, istekler
ve talepler üst üste konduğu zaman aynı, yollar farklı gözükmektedir. Fakat
bu yolların farklılığı çeşitliliktir. Bu önemli değildir. Önemli olan ülkeyi
ve halkı sahiplenme duygusunun öne çıkmasıdır. Bu duyguların ve güçlerin
birleşmesi, örtüşmesi ve bir araya gelmesi Türkiye’nin en hayati ve güncel
ihtiyacıdır.
|
..