24 Ekim 2018 Çarşamba

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAKA İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI BÖLÜM 2

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAKA İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI BÖLÜM 2

BMGK'nin 1284 sayılı Kararı ile Irak'ın petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001 ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahmini olarak ithalat 13 milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar gerçekleşmiştir. 2003 öncesi verilere göre, Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar, ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler, elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç, gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya, İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4). Irak 2000’lerin başında dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı 2001 yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır. 

Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 

Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri HS MADDELER Değeri (1000 $) 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 


3. ABD'nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları 

ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en temel faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri sürülmektedir. Birincisi askeri araçların ekonomik etki yapmak üzere kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askeri araçları tamamlar bir biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması gereken askeri araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. Askeri gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askeri üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (KÖNİ, 2005 : 400). 

Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. 
Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş araçları başta olmak üzere savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında savaşın tahrip ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir. 

4. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları 

Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir. 
Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta bulunmasının nedeni bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin bu ülkeden çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hale gelmektedir. Ancak bu durumda ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan ayrılmasını düşünmek de çok akılcı olmayacaktır. Bu durumda ana senaryo; ABD’nin Irak’dan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir. 

Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır. 

ABD’nin Irak'dan çıkacağı varsayıma yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir. 

Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir. Bu mikro senaryo kapsamında : 

• ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir. 
• Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir. 

Şu an Irak’da görünen durum bu tanımlamadan çok farklı değildir. ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer ABD Irak’dan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de tamamen tahrip edilecektir. 

Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için kendi olanaklarını kullanabileceği bir ortam yaratabilir. 
Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır: 

• Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır. Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek olan ABD’nin inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son derece açıktır. 
• ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır. 
• Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak yaptırabileceği gibi, geçici işgücünü buralardan sağlanmayı da tercih edecektir. 

Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma girişiminde bulunabilir. ABD’nin İsrail’le bu tür bir işbirliğini gerektiren nedenler ve bunun ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır: 

• Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik fonksiyonunu yerine getirerek dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja sahip olacaktır. 
• Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı işbirliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır. 
• Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etkin güçlere yeni bir mesaj daha verilmiş olacaktır. 
• Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir. 
• Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına neden olacaktır. 

Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip silah sektörünü devreye sokabilir. 

• ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah sektörünü kullanmasının ABD için kısa dönemde olumlu, uzun dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı desteğin karşılığında bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak bölge ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlık duymaları kaçınılmazdır. Bu gerçek bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır. 
• Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir. Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir. Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede dengeleri sarsacaktır. 
• Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle bölge ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir. 

Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en başlıcası olabilir. 

Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar; 
• Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir. 
• ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte yer alması ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması anlamına gelmektedir. 
• Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır. 
• Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir. 
• Öte yandan bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak, hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol edilen ülke konumundan hiç bir 
zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin arzuladığı bir sonuç olacaktır. 

Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta Doğusundan Suriye ve Iran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak için birer aracı olarak kullanabilir. 

Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol verilecek bölge ülkeleri Iran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun vadelerde avantaj ve dezavantajları ve ayrıca ABD için olası sonuçları sözkonusu olacaktır. Bunlar; 
• Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği ihaleler bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa vadede ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır. 
• Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır. 
• Öte yandan yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması bölgedeki diğer ülkeleri rahatsız edecektir. 

Senaryo 7. Irak Ekonomisini çökerten ABD; 

Orta Doğu coğrafyası ile tarihi bağları bulunan ve halen bu coğrafyada yer alan bazı ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen, bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir. 

Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak olanaklıdır. 
• Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu ülkelerin geçmiş yılardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş olacaktır. 
• Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir. 
• Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar doğal olarak kendisine rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de bölgede yeni bir hakim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır. 

5. Senaryoların Olası Sonuçları 

Mikro senaryoların gerçekleşmesi halinde karşılaşılacak olası sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır: 
1. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar Irak halkı ekonomik açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk hareketini de getirebilir. 
2. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'dan Kuzey Irak'a kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur. Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve Şii Arap kesimleri üzerindeki hakimiyetini geliştirir. Nüfustaki çoğunluklarına karşı, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilir. Ayrıca güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir. 
3. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal denenlerle hep soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa sürükleyebilir. 
4. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız Orta Doğu'yu iyice istikrarsızlaştırabilir. 
5. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı kontrolsüz bir güce dönüştürebilir. 
6. Irak ekonomisini onarmak için İsrail ile işbirliği geliştirecek olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki genişletmesinin özellikle Filistin-İsrail bağlamındaki olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir. 
7. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir. 
8. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hakimiyetini tekrar bu coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz yansımalar da değerlendirilmelidir. 

Sonuç Yerine 

Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynakları ana gösterge olmaktan çıkarılırsa, ABD’nin Irak’dan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir. Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. 

ABD müdahalesi, Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri 
etkileyebilecektir. Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de Irak ekonomisini ciddi şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD mevcut tabloya göre ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun çözümün arayışı içindedir. Kamunun bütün tepkisiine rağmen müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanısıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir. 

Kaynakça 

• ITC - Interactive Trade Map, 2004 
• KÖNİ, Hasan (2005), “Ekonomik Güvenlik, Uluslararası İlişkiler ve Türkiye”, Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, Gamze Güngörmüş Kona 
(Ed.), İstanbul : IQ Yayınları. 
• ÖZCAN, Gencer (2004), “Doksanlı Yıllar Boyunca ABD’nin Orta Doğu’da Değişen Konumu”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları. 
• ÖZTÜRK, Osman Metin (2005), “ABD, Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Yorum Mart Ayı Bülteni. 
• STANSFIELD, Gareth R.V., “Çarpışan Milliyetçilikler ve Irak Devletinin Çöküşü”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları. 
• The Economist Intelligence Unit, 2003 Country Report (Iraq) 
• The World Factbook 2003, CIA 


***

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAKA İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI BÖLÜM 1

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAKA İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI BÖLÜM 1


Dr. Gamze Güngörmüş Kona
10 Eylül – 2006
İstanbul-Turkey 
gamzekona@gmail.com 
AKADEMİK BAKIŞ 
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi 
ISSN:1694 – 528X Sayı:  
AKADEMİK BAKIŞ 


Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi 
ISSN:1694 – 528X Sayı: 10 Eylül – 2006 
İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi – Türk Dünyası Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü Celalabat – KIRGIZİSTAN 

Giriş 

Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi siyasi istikrarı sağlama amacı taşımaktadır. Bugüne kadar yaşanan gelişmeler, ABD’nin amacına rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının ancak hem siyasal hem de sosyal açılardan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD müdahale sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası çabası girmiştir. Bazı görüşlere göre, ABD Irak’ta işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme hususlarında başarılı olduğunda, bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacağı, ancak başarısız olduğunda ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edeceği yönündedir. (STANSFIELD, 2004 : 190) 

Tarihsel sürece bakıldığında, ABD’nin geçtiğimiz on yılda uyguladığı bölgesel politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalıştığı görülecektir. (ÖZCAN, 2004 : 349) ABD’nin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda son düzenleme teşebbüsü ikinci Irak müdahalesi olmuştur. Ancak, ABD’nin ikinci Irak müdahalesi sonrasında bölgede yeni sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun ne olacağını ve bunun getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’nin Irak ile ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanısıra Irak’ın sahip olduğu petrol rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik büyüklük de önem taşımaktadır. Hatta, ABD-Irak denkleminden petrolü çıkardığımız zaman sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne sürülmektedir. Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar tartışmalı bir müdahalenin arkasında petrol gibi büyük bir 
ekonomik itici faktör olduğu bilinse de, bu müdahaleyi tek bir itici faktör çerçevesinde açıklamak yanlış ve eksik olacaktır. İşgalin sonrasındaki beliren yeni tabloda, halkın tutumu ve talebinin, müdahalenin amaçları ile çok fazla örtüşmediği görülmektedir. Bu nedenle, artık ABD petrolü temel almadan yeni stratejiler geliştirmek durumundadır. 

Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur. 

Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı verimli kılabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu makalenin konusunu ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde makalenin odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik açıdan değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla, makalede öncelikle, Irak ekonomisinin genel görünümü incelenerek, petrol dışındaki ekonomik varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir. 

1. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü 

Irak, % 40’ı 0-14 yaşındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun; %80’i Arap, %15’i Kürt ve %5’i Türkmen’lerden oluştuğu görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele geçirmesinden sonra Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış, 1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten çekilmek 
zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde 661 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo “BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)” kapsamında uygulanmıştır (The World Factbook 2003, Central Information Agency-CIA-). ABD’nin Irak’a saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon güçlerinin hala varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye çalışılan mevcut ortamda henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek olanaklı değildir. 

Tablo 1 Irak - Temel Sosyal Göstergeler 
Kaynak : The World Factbook 2003, CIA 
The Economist Intelligence Unit, December 2003 Country Report. 

Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 2003 öncesini değerlendirdiğimiz zaman ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda Petrolden elde edilen gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için kullanılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da büyük ölçüde kısıtlanmıştır. 

İran ile yapılan savaşın Irak ekonomisine olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında savaş sona erdiği zaman petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış gözlenmiştir. Ancak bu dönemde Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında BM müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını arttırmıştır. Askeri harcamaların milli gelire oranı 1991 yılında yüzde 75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle milli gelirde de bir azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003, CIA). 2003 sonrası ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve 
ekonomide ciddi bir tahribat olduğu açıktır. 

Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku 2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma harcamaları 2002 tahmini rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde olmuştur (The Economist Intelligence Unit-EIU-, 2003). 

Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. 

a EIU tahmini b Güncel. 
Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında %4 büyüdüğü ve ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000 yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak 28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. 
Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında %90 olan enflasyon oranı, 1999 yılında %80’e, 2000 yılında %70’e ve 2001 yılında ise %60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı 2002 yılında tekrar %70’e yükselmiştir (EIU; 2003). ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hale gelmesi olmuştur. Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının, sanayi yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomikdüzene geçiş için adımlar olarak değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür radikal dönüşümler de askıya alınmış durumdadır. 

2. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı 

Bilindiği gibi Irak ekonomisinin önemli bir ayağı petrol gelirlerine dayalıdır. ABD müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’i petrolden sağlanmakta idi. Öte yandan Irak’ın en büyük giderleri savunma harcamalarından oluşmakta dır. Uzun yıllardır savaş ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi bir maliyet yarattığı bilinmektedir. Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer alanların ihmal edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi değerlendirilebilir olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret göstergeleri değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğalgaz ve bunların içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele alınmıştır. 

2.1. Sanayi 

Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya, tekstil, inşaat malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayii varlık göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir. Körfez krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya, rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine, inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek parça, yarı mamul ve hammadde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da hammadde sıkıntısı nedeniyle kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak savaşı sonrasında ise sanayi tesislerinde körfez krizinden çok daha fazla bir tahribatın olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin yeniden yapılandırılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi bir maliyet, hem de oldukça uzun bir zaman gerektirmektedir. 

2.2.Enerji 

Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hale getirilmiştir. 2001 yılı rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’i ise konutlarda kullanılmaktadır (EIU, 2003). 2003 öncesinde Irak, Çin, İsveç, Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa etmek üzere anlaşmalar yapmıştır. 

Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt savaşı ile birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının (MOU) yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük 2,11 milyon varile, 1999 yılında ise 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı tahmini verilerine göre günlük petrol üretimi 2,45 milyon varile ulaşmış petrol tüketimi ise yine 2001 yılı tahmini verilerine göre, 460.000/gün varil iç tüketimde kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından itibaren 4 ile 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması planlanmıştır. Bu dönemde, BM Kararları dışında da ihracat yapılmaktadır. Sözkonusu Kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden 100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizinden 50-60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU, 2003). 

Doğalgaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahmini verilerine göre 3,15 trilyon kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak ancak 300 milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’da yine 2003 verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir. Irak yönetimi, Birleşmiş Milletlerin ambargoyu kaldırmasın dan itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi planlamıştır. 1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmıştır. 

2.3. Tarım 

Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal alanlarında buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir. Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Ülke topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun besiciliği de yapılmaktadır (EIU, 2003). 

BMGK’nın 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli kararlarına göre, “gıda sektörü”,”eğitim malzeme ve techizatı”, “ Tarım Sektörü ” ve “Sağlık Sektörü”, başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki ürünün Irak’a ihracatında uygulanan BMYK’dan onay alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu amacıyla ayrılan kaynaklar da artırılmıştır. Ancak, ABD işgali sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak gözlemlemek olanaklı değildir. 

2.4. Ulaşım 

Irak’ın 2003 savaş öncesinde oldukça gelişmiş ulaşım ağına sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki verilere göre, karayolu uzunluğu yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı verilerine göre, ülkenin 1.963 km. demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık 150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı bulunmaktadır (The World Factbook 2003). 

2.5. Dış Ticaret 

Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı 1950’lerden bu yana giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Petrol ihracatı ve dünya petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar Irak’ın ödemeler dengesinin temel değişkenleridir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için ambargo Irak’ın ihracat yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır. Irak’ın ithalat ürünleri de çok daha fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılamaktadır. Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi tarafından onaya tabi olmasından dolayı ithalat miktar ve çeşitliliği büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden sonra Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9 milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar, 2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3). 


Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002) 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. a EIU tahmini 


Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002) 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. a Tahmini 
Yıllar itibariyle ihracattaki artış ithalattaki artışın üzerinde gerçekleşmiştir. 

İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde 33’ü ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD, İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere satmaktadır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ABD’NİN IRAK’TAN MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARI VE BÖLGEDE MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLARIN

ABD’NİN IRAK’TAN MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARI VE BÖLGEDE MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLARIN, U/A HARP VE HAREKÂT HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Mu.Yzb. Adem ARAS 



ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları çeşitli açılardan zaman boyutu ile değerlendirilebilirse de, hukuken bu senaryolardaki zaman boyutundan çok şekil boyutu önem kazanmaktadır. Bu kapsamda konuya Uluslararası Hukuk, Harp ve Harekât Hukuku ve Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı ile ilgili kısa bilgiler vererek başlamak istiyorum. 

1. Uluslararası Hukuk 

Uluslararası Hukuk egemen devletlerin karşılıklı rızaları ile oluşur. Uluslararası Hukuku oluşturan kaynaklar asli ve yardımcı kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Asli kaynakları; uluslararası anlaşmalar, örf ve adet kuralları ve hukukun genel ilkeleri; yardımcı kaynakları ise, mahkeme kararları, doktrin ve hakkaniyet ve nısfet oluşturmaktadır. Uluslararası Hukukun etkinlik açısından iç hukuka nazaran bazı zayıf yönleri mevcuttur. İç hukukta egemenlik yetkisini kullanan devlet otoritesi, kanun koyucu yasama organı, mecburi yargı ve uluslararası kolluk gibi zorlayıcı bir kuvvetin olmaması Uluslararası Hukukun İç 
Hukuka nazaran zayıf yönlerini oluşturmaktadır. 

2. Harp ve Harekât Hukuku 

Harp ve Harekât Hukuku, silahlı çatışmaya başvurmanın meşruluğu (jus ad bellum) ve silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kurallar (jus in bello) olarak iki başlıkta incelenebilir. BM sisteminde saldırı savaşlarının yasaklanması ile birlikte, silahlı çatışma ancak BM şartında belirlenen istisnalar dâhilinde hukuki olabilmektedir. Silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kuralları düzenleyen silahlı çatışma hukuku ise çatışma esnasında şiddet kullanımını sınırlayan Uluslararası Hukukun bir dalıdır. 20’nci yy. başlarına kadar örf ve adet hukuku olarak uygulanan kuralların, bu tarihten itibaren yazılı hâle 
getirilmesi ile oluşan SÇH, çatışma sonrasında taraflar arasında kalıcı 
bir barışın tesis edilebilmesi için gerekli ortamı hazırlamak üzere düzenlemeler içermektedir. Silahlı Çatışma Hukuku, ihtilafın askerî gerekler ile insani gerekler arasında bir denge kurularak azami derecede insanileştirilmesini amaçlamakta dır. 

Silahlı Çatışma Hukuku kuvvet kullanmanın meşruluğu (jus ad bellum) konusu ile ilgilenmez. Her ne sebeple olursa olsun silahlı çatışmanın başlaması ile devreye girer ve bu çatışmanın etkilerini mümkün olduğunca azaltmak ve insani hâle getirmek için bazı düzenlemeler ortaya koyar. Silahlı Çatışma Hukuku birçok konuda düzenlemeler içermekle birlikte, Cenevre Hukuku olarak da tanımlanan bu kuralları 12 Ağustos 1949 tarihli Kara ve Deniz Harbinde Hasta ve Yaralılar ile Kazazedelerin Durumlarının İyileştirilmesi, Harp Esirlerine 
Yapılacak Muamele ve Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına dair dört 
Sözleşme ile 8 Haziran 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışma Kurbanları ile Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına Dair Ek Protokoller oluşturmaktadır. 

3. Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı 

Kuvvet kullanma ile ilgili hukuksal ilkeler sürekli bir devinim ve değişim içinde olmakla beraber BM Antlaşması’nda çizilen çerçevenin hukuksal yapının temelini oluşturduğu, üzerinde mutabık olunan bir gerçektir. Uluslararası politikada yönlendirici konumundaki devletlerin özellikle ABD’nin bile kuvvet kullanımlarını bazen bu kurallara uymasa da BM sistemine uydurmaya gayret göstermesi bu yargının bir ispatıdır. 

BM Sözleşmesinin 2’nci madde 4’üncü fıkrası ilke olarak bir üye devletin, herhangi başka bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmasını veya BM amaçları ile bağdaşmayan diğer herhangi bir tarzda tehdit veya kuvvet kullanımını açıkça yasaklamıştır. Üye devletler kuvvet kullanmaya ilişkin yetkilerinden Güvenlik Konseyi lehine feragat etmişlerdir. 

BM sözleşmesi çerçevesinde kuvvet kullanımına yalnız iki durumda müsaade edilmiştir: 

. Güvenlik Konseyi kararı ile (Madde 39, 41, 42) 
. Meşru müdafaa çerçevesinde (madde 51) 

BM Sözleşmesi kuvvet kullanımını sınırlandırmasına rağmen, Uluslararası Hukukta bu konuyla ilgili yeni yorum ve gelişmeler söz konusudur. 

a. BM Kararı ile Kuvvet Kullanma 

BM kararı ile kuvvet kullanımı Güvenlik Konseyi’nin yetkisindedir. 
Barışın tehdidi, bozulması ve bir saldırının tespiti durumunda Güvenlik 
Konseyi kuvvet kullanımı da dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbirler uygulanmasına karar verebilir. 

BM’nin barış için birlik kararı doğrultusunda istisnai hâllerde Genel Kurul da kuvvet kullanımı dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbir kararı alabilmektedir. 

b. Meşru Müdafaa 

Meşru müdafaa BM Sözleşmesi’nin 51’inci maddesinde düzenlenmiştir. Münferit olabileceği gibi müşterek (kolektif) olarak da kullanılabilen bir haktır. Bir müdahalenin meşru müdafaa sayılabilmesi için silahlı bir saldırının varlığı, bu saldırıyı defetmek için kuvvet kullanımına gereklilik ve kullanılan kuvvette orantılılık ile bu hakkın BM Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar kullanılması gerekir. 

(1) Erken Meşru Müdafaa 

Erken meşru müdafaa, potansiyel bir tehlikeye karşı girişilen bir harekât değildir. Başlamış bir saldırı henüz hedefine ulaşmadan müdahale etmek, yani saldırgandan hızlı davranmaktır. 

(2) Önleyici Meşru Müdafaa 

Uluslararası Hukukta meşru müdafaa kavramına eklenen yeni bir yorumdur. Çok yakın bir gelecekte hedef devletin hayati ve millî menfaatlerine yönelik ağır sonuçlar doğurabilecek bir silahlı saldırı ihtimali olabilir. Barışçı bir çözüm yolu yoksa ve başka da bir seçenek kalmamışsa; silahlı saldırı başlamamış bile olsa meşru müdafaa amacıyla kuvvet kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Önleyici 
(preemptive) meşru müdafaa olarak adlandırılan bu durum, uygulayan devletin amacı açısından öznel olabileceği için, Uluslararası Hukukun henüz kabul görmüş bir ilkesi değildir. 

c. İnsani Amaçlarla Müdahale 

Birleşmiş Milletler GK kararı olmadan insani amaçlarla askerî müdahale kavramı NATO’nun Kosova operasyonu sonrasında ortaya çıkmıştır. “Koruma yükümlülüğü” olarak da adlandırılmaktadır. İnsani amaçlarla müdahale insanların yaşamasını temin ve can güvenliğinin korunması sorumluluğu demektir. 

 Güvenlik Konseyi’nin aldığı zorlayıcı tedbirler durumu kontrol altına almayı veya sorunu çözmeyi başaramayabilir. İlgili devlet bu konuda aciz ve/veya isteksiz kalabilir. Güvenlik Konseyi kuvvet kullanma kararı alamayabilir. Bu durumda devletler topluluğunun diğer üyeleri insani amaçlarla bir müdahalede bulunabilir. Bu yorum Uluslararası Hukuk açısından genel kabul görmüş bir ilke değildir. Böyle bir durumun meşruiyeti ancak zımnen kabul görmesi ile olabilir. Kosova operasyonu bu duruma en güzel örnektir. 

4. ABD’nin Irak’a Müdahalesi 

Irak’ın silahsızlanma programının BM bünyesinde oluşturulan denetim birimleri aracılığıyla uluslararası bir denetime tabi tutulmasında 1998 yılından beri bir ilerlemenin sağlanamaması, sonuçta, 8 Kasım 2002 tarihinde kabul edilen 1441 (2002) sayılı GK kararıyla bu denetimin yeniden canlanmasına yol açtı. ABD ve İngiltere, Konsey kararının Irak’a karşı kuvvet kullanma niteliğinde zorlayıcı tedbirlerin de uygulanabilmesi olanağını verdiğini savunurken; Fransa, Rusya ve o dönemde Konsey üyesi olan Almanya, öncelikle 687 (1991) sayılı kararda ve daha sonraki Konsey kararlarında belirtilen uluslararası denetim faaliyetinin sonuçlarının kesin bir şekilde görülmesine yönelik bir politikayı savunuyor ve tartışılan Konsey karar tasarısının da bu çerçevede bir yetki vermesinde ısrar ediyorlardı. 
ABD ve İngiltere’nin “gerekli tüm araçları kullanma” konusunda yetki verilmesi önerisi konseyde kabul görmemiş 1441 (2002) sayılı karar metninde mutabık kalınmıştır. 

Bu kararın sondan bir önceki paragrafında, Irak’ın, süregelen bir biçimde yükümlülüklerini ihlal etmesi nedeniyle ciddi sonuçlarla karşılaşacağı konusunda, Konsey tarafından defalarca uyarıldığına, bir kez daha dikkat çekiliyordu. 
Bu paragraf, ABD ve İngiltere tarafından, Irak’a karşı kuvvet kullanma 
yolunu açan bir yetki dayanağı olarak yorumlanmış, ancak bu yorum tarzı Güvenlik Konseyi’nde ve uluslararası toplumda kabul görmemiştir. 
Konsey önündeki bu durumun netleşmesiyle ABD, İngiltere, İspanya ve Portekiz’in Azor Adalarında yaptıkları zirve toplantısı sonrasında, başta ABD olmak üzere, bu devletlerin “egemen yetkileri”ne dayanarak gerekli zorlayıcı tedbirlere başvuracakları belirtilmiş ve ABD ile İngiltere 20 Mart 2003 tarihinde, Irak’a karşı askerî harekâtı başlatmışlardır. 

Bu hâliyle ABD ve koalisyon güçlerinin Irak’a karşı kuvvet kullanmalarını BM şartı istisnaları kapsamında meşru bir temele dayandırmak mümkün gözükmemektedir. İlk olarak olayda Irak’a karşı kuvvet kullanılmasına ilişkin başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere BM’nin hiçbir organı karar almamıştır. İkinci olarak olayda meşru müdafaa şartları da mevcut değildir. Çünkü Irak, ABD ve koalisyon güçlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamıştır. Ayrıca konuya Irak’ın elinde kitle imha silahlarının 

bulunduğu iddiası açısından bakacak olursak da, Uluslararası Hukukta muhtemel bir saldırıya karşı meşru müdafaa hakkının kullanıldığı iddiasıyla kuvvet kullanılması kabul edilmemiştir. 

Konuya ABD ve koalisyon güçlerinin Irak halkını özgürleştirme iddiaları açısından baktığımızda da operasyonu hukuki açıdan meşru bir temele dayandırmak mümkün değildir. Bugün yürürlükteki Uluslararası Hukukta bir devlet içerisinde gerçekleşen insan hakları ihlallerine yönelik olarak diğer devletlerin insani müdahalede bulunabileceğine ilişkin genel kabul gören herhangi bir kural bulunmamaktadır. 
Silahlı Çatışma Hukuku açısından bu müdahale incelendiğinde, hukuki meşruluğu bir yana, işgalin fiilen başladığı 20 Mart 2003’ten itibaren, ABD’nin taraf olduğu Cenevre Sözleşmelerine uyma zorunluluğu vardır. Bu kapsamda savaş dışı kalanlar ile harp esirleri ve sivillere muamele konusunda sözleşmelerle kabul edilen insani standartlara uyma yükümlülüğü vardır. Ancak tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde cereyan ettiği gibi ABD’nin bu sözleşmelere uyduğu söylenemez. ABD’nin UCM statüsünü Irak’a müdahalesi öncesinde 31 Aralık 2000 tarihinde, Bill Clinton döneminde imzalaması, sonrasında ise 6 Mayıs 2002 tarihinde Bush yönetimi esnasında geri çekmesi; BM Güvenlik Konseyi’nden 1422 sayılı kararı çıkartarak, ABD vatandaşı barış gücü askerleri ve personelinin geçici olarak yargı kapsamı dışında tutulmasının sağlanması ve ABD vatandaşları nın UCM’ye iade/teslim edilmesinin önlenmesine hizmet eden ve dokunulmazlık veya madde 98 antlaşmaları olarak da adlandırılan iki taraflı uluslararası antlaşmalar yapması, silahlı çatışma hukukuna saygı derecesini göstermektedir. 

5. ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryoları 

ABD, uluslararası kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından başlangıçta hukuka aykırı bulunan Irak’ı işgalini, BM sistemindeki etkinliği sayesinde 1483 sayılı kararı 

çıkartarak tanıtmış, 1511 sayılı karar ile işgal dönemi ile ilgili düzenlemeleri yapmış ve nihayet 1546 sayılı karar ile de işgali BM nezdinde hukuki hâle getirmiştir. Bundan sonraki süreçte de faaliyetlerini hukuki zeminde sürdürme eğilimi beklenmelidir. Bu kapsamda söz konusu senaryoları Uluslararası Harp ve Harekât Hukuku açısından şu şekilde değerlendirebiliriz. 

a. Birinci Senaryo (ABD 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaz) 

BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1546 sayılı kararın müzakereleri sırasında yetki devrinin yapılacağı Irak'ta, işgal sona ererken, egemenlik tam ve eksiksiz olarak yeniden Iraklılarca tesis edilirken, kendi yapılarını güvenlik sebebiyle oluşturamayan bir devlet nasıl olacak da çok uluslu güçle birlikte yaşayacak?" sorusu en önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır. 
Sonunda, Irak Geçici Hükümet Başkanı İyad Allavi ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell bu konuda uzlaştıklarını açıklayan ayrı ayrı yazılmış mektuplarını Güvenlik Konseyi üyelerine göndermişler dir. Allavi mektubunda, yetki konusunda anlaştıklarını, operasyonlarla ilgili kararların Iraklı bakanlar ve çok uluslu gücün komutanları tarafından oluşturulacak "Ulusal Güvenlik Konseyi Komitesi"nde alınacağını belirtmiştir. Powell da, düzenlenecek her operasyon öncesinde 

Iraklıların fikrinin sorulacağı konusunda söz vermiştir. Bu karar neticesinde 28 Haziran 2004 tarihinde Irak’ta yönetimi Geçici Hükümet devralmıştır. 
Bu prosedür sonucunda Uluslararası Hukuk açısından işgalin sona erdiği ve Irak’taki ABD güçlerinin yerel otoritenin daveti üzerine orada bulunan güçler hâline geldiği 

değerlendirilebilir. Yine Uluslararası Hukuk açısından ABD’nin 2005 yılı sonuna kadar kalan sürede, BM nezdinde yeni bir girişimle buradaki güçlerinin statüsünü değiştirecek veya görevi uluslararası örgütlere devredecek bir karar tasarısı çıkarması beklenmemektedir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise Irak’taki durum niteliği uluslararası veya uluslararası olmayan mahiyette olsun bir silahlı çatışmadır. Bu nedenle Cenevre Sözleşmelerine taraf olan ABD güçlerinin eylemlerinin bu sözleşmelere, örf ve adet hukuku kurallarına uygun olması gerekir. Ancak ulusal ve uluslararası basından takip edilen haberler doğru ise, bu güçlerin Irak’ta sözleşme hükümlerinde ağır ihlal olarak belirlenen davranışları sergiledikleri ifade edilebilir. 

b. İkinci ve Üçüncü Senaryo (ABD 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkar/ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilmez) 
ABD’nin gerek iç ve gerekse uluslararası kamuoyu baskısı ve ülkesel çıkarları nedeniyle Irak’taki direnişin boyutları ne olursa olsun, Vietnam benzeri bir kaçışla bölgeden ayrılması uzak bir ihtimaldir. 
Bunun yerine, gerekli şartlar olgunlaştıktan sonra yetki devirleri ile kademeli olarak çekilme yönünde bir hareket daha kabul edilebilir ve hukuki gözükmekte dir. Bu kapsamda hukuka uygun bir geri çekilme için Irak içindeki görevlerini uluslararası örgütlere (NATO, Arap Ülkeleri Birliği) veya BM Barış güçlerine bırakmak için gerekli altyapıyı oluşturmaya çalışacağı değerlendirilmelidir. Bu amaca yönelik olarak kamuoyunu hazırlamak için gerekli zaman da mevcuttur. 

ABD, Irak’ta Anayasanın hazırlanarak daimi hükümetin kurulması sonrasında, bu hükümetle yapılacak kuvvetlerin statüsü benzeri bir anlaşma ile Irak’taki güçlerini kademeli olarak geri çekebilir. Yine bu tür anlaşmalar ile Irak’ta daimi üslenmesine imkân verecek kazançlar sağlayabilir. 
Daimi hükümetin göreve başlaması ile ABD’nin buradaki etkin kontrolünün de son bulacağı değerlendirilebilir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise önem arz eden husus işgalin fiilen bitiş zamanıdır. 
Bu süre içerisinde sözleşmeler tarafından korunan kişiler (siviller, savaş esirleri, savaş dışı kalanlar) bu koruma haklarından aynı şekilde yararlanacaktır. NATO’nun İstanbul zirvesinde Irak güvenlik güçlerinin eğitiminin ittifak tarafından yapılmasına yönelik karar, ABD’nin Irak’tan kademeli çekilme yönündeki faaliyet takviminin ilk adımlarından biri olarak değerlendirilebilir. 

6. Sonuç 

Bölge açısından, ABD’nin aynı gerekçeleri kullanarak terörle topyekûn mücadele kapsamında, Suriye ve İran’a yönelik müdahale çabaları olabilir. Ancak, Irak konusunda yaşananlar sonrasında uluslararası kamuoyunu ve BM’yi, bu yönde ikna etmesi ve bu müdahaleleri aynı rahatlıkla yapabilmesi mümkün gözükmemektedir. 

Irak’ın federatif yapısının ABD güçlerinin çekilmesi sonrasında gevşeyerek dağılması ve müteakiben bölgede bir Kürt devleti kurulması ihtimali ile bu kapsamda ortaya çıkması muhtemel çatışmaların hukuki statüsüne yönelik gelişmelerin, bölgede istikrarı olumsuz etkileyeceği değerlendirilebilir. 

Uluslararası hukuk gibi sürekli gelişen bir alanda bugün hukuka uygun gözükmeyen bazı şeyler, hukukun evrimi sayesinde çok kısa süre içerisinde hukuksal hâle gelebilmekte, gelişen hukuk bugünün standartlarını tamamıyla değiştirebilmektedir. ABD’nin terörle topyekûn savaş kapsamında sıklıkla başvurduğu önleyici meşru müdafaa kavramının uzun vadede bir uluslararası örf ve adet kuralı hâline gelmesi de beklenebilir. 


***

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE TÜRKİYE VE BÖLGE ÜLKELERİ İLE ABD ARASINDA İŞ BİRLİĞİNİN SÜRDÜRÜLEBİLMESI İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE TÜRKİYE VE BÖLGE ÜLKELERİ İLE ABD ARASINDA İŞ BİRLİĞİNİN SÜRDÜRÜLEBİLMESI İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER 

Yazan: Hv.Svn.Ütğm. Hüseyin ECİK 

Irak’ın işgalinin üzerinden geçen iki yılı aşkın sürede ABD’nin birçok konuda başarısızlığa uğradığı değerlendirilmektedir. Bu süre zarfında ölen asker sayısının 1600, yaralananların ise 10 binin üzerinde olduğu söylenmektedir. Peki Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimini kısa sürede yıkan ABD neden aynı kolaylıkla Irak’ta güvenliği sağlayamadı? Bu sorunun cevapları arasında “ABD’nin bölgeyi yeterince iyi tanıyan uzmanlardan yoksun olması” ve “bölge ülkelerini önemsememesi” de sayılmaktadır. 

Irak’ta yeni dengeler kurulurken Suriye, İran, Ürdün, Mısır, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yeterince dikkate alınmadığı düşünülmektedir. Oysa Irak gibi doğal sınırlara sahip olmayan, etnik ve dinî açılardan komşu ülkeler ile kuvvetli bağlantıları ve ortak geçmişi olan bir ülkenin, üstelik büyük bir yönetim boşluğu ve istikrarsızlığın yaşandığı bir dönemde bölgesel bağlarından ayrı düşünülmemesi gerekirdi. Irak’ta direnişçilerin kuvvetlenmesini sağlayan bu yaklaşımın sonuçları şu şekilde ortaya çıktı27; 

İran’daki radikal Şiiler ile Irak Şiileri arasındaki etkileşim yoğun bir Amerikan düşmanlığına dönüştü. Devrim’den bu yana gerileme sürecinde olan İranlı radikaller, Irak’ta oluşan ortamı kendilerine fırsat bildiler. Bu sayede hem kendileri güçlendi, hem de Irak Şiilerini daha da Amerikan karşıtı yaptılar. 

Iraklı Arap milliyetçileri Suriye’deki bağları sayesinde ayakta kalmayı başardılar. Resmî düzeyde verilen sözlere karşın sınırın zayıflığı ve halklar arasındaki sempati Suriye’yi Irak’taki direniş için önemli bir unsur hâline getirdi. 

Diğer Arap ülkelerinin iş birliğini aramayan, onlarla gerçek planlarını paylaşma ihtiyacı dahi duymayan ABD’nin bu yaklaşımı bu ülkelerden Irak’a akın eden silahlı gruplar şeklinde kendisini gösterdi. Böylece Irak sınırlarından bazen milliyetçi Araplar, bazense dinci Araplar akın ettiler. Sonuçta Irak tüm bölge ülkelerindeki radikal grupların ABD ile hesaplaşma sahnesine dönüştü. 

Aslında iş birliğinin olmayışı sadece ABD’yi değil aynı zamanda bölge ülkelerini de zor durumda bırakmıştır. Irak’ın kaderini ABD’nin ellerine bırakmak hiç kimsenin işine gelmemektedir. Bölge ülkeleri Irak’taki gelişmelerin Orta Doğu’daki istikrarsızlığı daha da körükleyeceğinden ve kendi ülkelerinin toprak bütünlüğünün veya idare şekillerinin tehlikeye gireceğinden kaygı duymaktadırlar. Birinci Körfez Harekâtından çok etkilenen Türkiye Irak’ta gelişen olaylara seyirci kalmamak, oluşabilecek sonuçlara karşı ortak stratejiler belirlemek ve genel olarak Orta Doğu’da istikrarı temin etmek amacıyla savaştan hemen önce Irak’a komşu ülkeleri ilgilendiren yeni bir süreç başlatmıştır. 

Savaşı önlemek amacıyla ilk kez İstanbul’da yapılan Irak'a komşu ülkeler toplantısı, daha sonra savaşın etkilerinden bölge ülkelerini korumayı amaçlayan bir platforma dönüşmüştü. Son dönemde ise toplantılar Irak'a nasıl yardım edilebileceği ve bölgede istikrarın nasıl sağlanabileceği sorularına yanıt aramak maksadıyla yapılmaktadır. 

Irak ile sınır ya da coğrafi komşu sayılabilecek ülkeler resmen sekiz, gayriresmî oturumlarla birlikte onuncu kez bir araya gelmişlerdir. Resmi toplantılar sırasıyla; İstanbul, Riyad, Tahran, Şam, Kuveyt, iki kez Mısır ve Ürdün'de düzenlenmiştir. Gayriresmî toplantı ise; Haziran 2004'te İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Dışişleri Bakanları toplantısı çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. 

İstanbul’da 30 Nisan 2005’te düzenlenen toplantıya Türkiye, Irak, İran, Suriye, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn olmak üzere toplam dokuz ülke katılmıştır. Ayrıca diğer toplantılardan farklı olarak uluslararası örgütlerden BM, AB, İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliği’nden de ilk defa iştirak etmişlerdir 28. Düzenlenen bu toplantıların başlıca 4 ana hedefi olduğu söylenebilir. Bu hedefler; 

1. Irak'ın kalkınmasına yardımcı olmak, 
2. Komşu ülkeleri ortak zeminde bir arada tutmak, 
3. Bölgesel istikrar bazında katkı sağlamak ve 
4. Komşu ülkelerin uluslararası platformlarda katkı yapabilmesine olanak sağlamak olarak sıralanabilir. 

Bu hedeflerin ABD’nin çıkarlarıyla da uyuştuğunu söylemek mümkündür. Öyleyse bölge ülkeleriyle ABD’yi iş birliğine sürükleyecek ortamı yaratmak için ne yapılmalıdır? Öncelikle karşılıklı güven oluşturulmalıdır. ABD Irak operasyonunun “demokratikleştirme” ve “dünya güvenliğini sağlama” amaçlarını taşıdığını söylemesine karşın Orta Doğu’da asıl sebeplerin dinî ve ekonomik olduğuna inanılmaktadır. Bunun yanında ABD bölgedeki bazı ülkeleri antidemokratik olmakla, terörü desteklemekle ve kitle imha silahları üretmekle suçlamasına karşın hedefteki ülkeler bu iddiaları kabul etmemektedirler. Tarafların Irak konusunda aynı masada oturabilmesi için birbirlerine güven 
aşılaması gerekmektedir. 

Öyleyse Irak’tan çıkış senaryoları kapsamında Türkiye ve bölge ülkeleri ile ABD arasında iş birliğinin gerekliliği düşünüldüğünde, bunun etkin ve sürdürülebilir olması için taraflar hangi konularda mutabakat sağlamalı ve tedbir almalıdır? 


Harita-4 

1. Birinci Senaryo (ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması) Kapsamında Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler 

Bugün itibariyle Irak’ta henüz güvenlik ve istikrar sağlanamamış olup etnik ve dinî dengeler de oluşturulamamıştır. Seçimlerden sonra da şiddetin devam ettiği göz önünde bulundurulacak olursa ülkede çok yakın bir gelecekte huzur ortamının sağlanması mümkün görünmemektedir. Öyleyse Amerika herhangi bir sebeple güçlerini 2005’ten sonra çekmek durumunda kalırsa geride bıraktığı Irak’ın kendi sorunlarıyla baş edebilir seviyede güçlü olmasını isteyecektir. Güçlü bir Irak ise ancak toprak bütünlüğünün korunduğu federatif bir yapıda mümkün olacaktır. ABD’nin Irak’tan çekilmek için birinci senaryoyu kullanması bölge ülkeleri açısından en olumlu sonucu doğuracaktır. Fakat alınması gereken tedbirler için elde kalan mevcut zaman çok azdır. 

 a. 8 Mart 2004 tarihinde imzalanan Anayasa ile kuzeydeki Kürtlerin önemli kazanımlar elde etmesi bölgesel dengeleri değiştirme kapasitesine sahip önemli bir gelişmeydi. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler, söz konusu Anayasayı bağımsız devlet kurma yolunda atılan ilk somut adım şeklinde algılamıştı. Geçici Anayasa ile Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlere geniş ölçüde bir özerklik güvencesi verilmiş ve Kürtçe, Arapça’nın yanında devletin ikinci resmî dili olmuştu. Etnik ayrıcalıkların konfederasyona zemin hazırlayacağı gerçeğinden yola çıkarak ABD’nin ve İsrail’in Kürtler üzerindeki etkisi azaltılmalı ve yeni oluşturulacak Anayasada bu tür imtiyazlar verilmemelidir. 

 b. Suriye ve İran sınırlarından sızan teröristler Irak’ta güvensiz ortamın oluşmasındaki en önemli etkenler arasında gösterilmektedir. Federatif yapının korunması için etnik ve dinî çatışmalar engellenmeli bunun için de komşu ülkeler sınır güvenliğine önem göstermeli ve Irak ile istihbarat yönünden iş birliği içinde olmalıdır. 

 c. Irak'ta yaşayan bütün toplumların ve insanların her türlü (siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel vb.) haklarının anayasal güvence altına alındığı toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş bir Irak'ın oluşturulması kararlılığı ABD ve tüm bölge ülkelerince gösterilmelidir. 

 ç. İşgal kuvvetlerinin olmadığı bir ortamda iç güvenliğin tesisi ancak ülkenin kolluk kuvvetlerinin etkili olmasıyla sağlanabilir. Bu sebeple Irak’ın güvenlik güçlerinin kısa süre içerisinde yetiştirilmesi için komşu ülkeler yardım etmelidir. 

 d. Savaşın başlamasıyla birlikte Irak’ın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili ihaleler yapılması planlanmış ve askerî ihaleleri dağıtma yetkisi Kellogs&Brown isimli firmaya, diğer sivil ve altyapıya yönelik ihaleleri dağıtma yetkisi de Becthel isimli firmaya verilmişti29. Sonuçta beklenildiği gibi ihalelerin çoğunu ABD’li firmalar almıştı. Amerika Irak savaşını ekonomik kaygılarından dolayı başlatmadığını ispat etmek için bu ihalelere bölge ülkelerinin iştirakini artırmalıdır. 

 e. İran Orta Doğu bölgesinde, ABD’nin Irak’ı işgalini destekleyen tek ülkeydi. İşgalden sonra Saddam’ın devrilmesi ve Sünni ağırlıklı askerî kurumunun dağıtılmasıyla İran’ın Irak’taki etkinliği artmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Talabani’nin 1990’lı yıllarda Barzani’ye karşı İran’ın desteğini almış olması, Başbakan Caferi’nin Saddam döneminde İran’da sığınmacı olması ve yeni parlamentonun oluşturulmasında Şii kadrosunu belirleyen Şii lider Ayetullah Sistani’nin İran uyruklu olması, İran’ın Irak üzerinde ne kadar etkili olabileceğini 
göstermektedir30. Irak’ta dinî bir rejim kurulmasının önüne geçmek için İran-Irak ilişkileri bu yönüyle kontrol edilmelidir. 

 f. Irak’ta ocak ayında yapılan seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığı Kürtlere, Başbakanlık Şiilere verilmiş olup 35 bakanlıktan Şiiler 17, Kürtler 8, Sünniler 6, Hıristiyanlar da 1 bakanlık almışlardır. Federatif yapının korunması için yönetim de adil paylaşım sağlanmalı, seçimlere katılmama kararı alan Sünnilerle, göz ardı edilmeye çalışılan Türkmenlere önümüzdeki dönemlerde yönetimde 
daha etkin rol verilmelidir. 

2. İkinci Senaryo (ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması) Kapsamında Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler 

ABD ikinci senaryoya göre yani 2006 yılından itibaren kademeli olarak çekilmesi durumunda Irak’ın güvenliğinin sağlanması ve yeniden yapılandırılması görevlerini BM ve NATO’ya devredebilir. Böyle bir yol izlenmesi Irak’ın federatif yapısının bozularak konfederasyona dönüşmesi olasılığını kuvvetlendirmektedir. ABD Irak’ta oluşabilecek konfederatif yapının kendisi için daha avantajlı sonuçlar yaratacağını düşünebilir. Irak’ın konfederatif yapıya dönüşmesi ihtimalinin yüksek olduğu böyle bir ortamda Türkiye ve bölge ülkelerinin ABD ile ilişkilerini 
hangi konularda geliştirmesi gerekecektir? 

 a. Konfederatif bir yapının Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasına zemin oluşturacağı açıktır. ABD’nin yardımıyla kurulan İsrail’in Orta Doğu ülkeleri üzerine etkisi düşünüldüğünde bölge ülkelerinin yine ABD desteğiyle başka bir devletin oluşumuna müsaade etmek istemeyeceği değerlendirilmekte dir. Öyleyse bölge ülkeleri ABD’ye, Irak’ın konfederatif bir yapıya dönüşmesinin Orta Doğu’da istikrarsızlığı artıracağını anlatma yollarını aramalıdır. 

 b. İran’ın Irak Savaşı’ndan güçlenerek çıkması ve nüfuz alanını genişletiyor olması, İsrail’in karşı tedbir olarak Kuzey Irak’taki Kürtlerle iş birliği yapması ve onları bağımsızlık için teşvik etmesi sonucunu doğurdu. İsrail’in geçen yıl Kuzey Irak’ta Kürt komandolar yetiştirdiği ve onlarla birlikte Suriye ve İran sınırına istihbarat amaçlı operasyonlar düzenlediği ortaya çıkmıştı31. Daha çok İran’ın nükleer silah geliştirme çabalarını kontrol altında tutmak isteyen İsrail bununla birlikte İran ve Suriye’nin Filistin üzerindeki etkisini zayıflatmayı da planlamaktaydı. Bu durumda Türkiye ve bölge ülkeleri İsrail’in Kürtlerle olan iş birliğini engelleyici politikalar ortaya koymalı; ama bunun yanında İran’ın nükleer silah geliştirmesinin önlenmesi yönündeki faaliyetler desteklenmelidir. 

 c. Anayasanın kabulünden sonra İran’daki Kürtler 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan ilk Kürt Devleti olan “Mahabat Cumhuriyeti”nin merkezi kabul edilen Mahabat şehrinde 50 bin kişinin katılımıyla sevinç gösterilerinde bulunmuştu. Suriye’de ise Arap ve Kürt takımlarının karşılaştığı bir futbol maçı esnasında taraftarlar arasında başlayan kavga büyüyerek bütün şehri etkisi altına almış ve birçok kişinin ölmesiyle sonuçlanmıştı. İran ve Suriye kendi topraklarında yaşayan Kürt vatandaşlarının bu tür provokasyonlardan etkilenmemesi için tedbirler almalı onların yaşam standartlarını diğer vatandaşlarıyla eşit hâle getirmelidir. 

 ç. Kerkük petrol zenginliğinden dolayı Saddam döneminde Araplaştırılmış olup günümüzde de seçim öncesinde yapılan göçlerle Kürt hâkimiyeti altına sokulmaya çalışılmaktadır. Kerkük’ün Kürtlerin egemenliğinde olması muhtemel bir Kürt devletinin oluşumunu kuvvetlendirecektir. Bunun önüne geçmek ve etnik çatışmaların oluşmasını engellemek amacıyla bölgenin yerli halkı olan Türkmenlerin hakları gözetilmeli, bugüne kadar onlara yapılan zulümler ortaya 
çıkarılmalı ve bu bölgede yapılacak seçimlerin adil olması sağlanmalıdır. 

 d. Irak Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri ve Kolluk Güçlerinin oluşumu ve yapılanmasında toplulukların nüfusuna göre temsili esas alınmalı, mahallî bazdaki mevcut silahlı unsurların varlığına son verilmelidir. 

3. Üçüncü Senaryo (2025 Yılı Ve Sonrası ABD’nin Irak’tan Çekilmesi Ancak Bölgeden Çekilmemesi) Kapsamında Türkiye Ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler Bush yönetimi kongrenin desteğini alır, bütçesindeki açığa bir çare bulur ve Irak’ta güvenliği tesis edebilirse askerlerini çekmek istemeyecektir. Amerika Orta Doğu’da sadece Irak’ta değil diğer bölge ülkelerinde de etkili olmak istemektedir. Bu maksatla geçtiğimiz yıllarda Büyük Orta Doğu Projesi’ni ortaya koymuştur. Ancak Büyük Orta Doğu Projesi uzun vadeli ve sabır isteyen bir projedir. Amerika Irak’ta istikrarı sağlar ve halka Saddam döneminden daha iyi şartlar sunarsa, başta İran ve Suriye müteakiben diğer bölge ülkelerinin halkları üzerindeki etkisini 
artırıp sempati toplamaya çalışacaktır. Böylelikle Irak’ta askerî güç kullanarak kurmaya çalıştığı sistemi diğer bölge ülkelerinde yumuşak güç ile yapmayı deneyecektir. 2025 yılına kadar Irak’ta kalınması durumunda Amerika, Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki iş birliğinin sürdürebilmesi için; 

 a. Irak petrolünün güvenli bir şekilde nakli için projeler geliştirilmelidir. 

 b. Yeniden yapılandırma çalışmalarına bölge ülkelerinin iştirakinin olduğu kalıcı barış ortamını sağlamak için Serbest Ticaret Alanı oluşturulmalıdır. 

 c. Irak’la olan ticari iş birliğinin sorunsuz yürütülebilmesi için bölgedeki tüm ülkeler ulaştırma altyapılarını gözden geçirilmeli ve özellikle Türkiye-Irak-Suudi Arabistan-Körfez Ülkeleri ana ulaştırma koridoru tekrar faal hâle getirilmelidir 32. 

 ç. Terörün mali kaynaklarının önüne geçilmesi için iş birliği yapılmalıdır. 

Sonuç 

ABD’nin hem Irak’ta kaldığı süre içerisinde, hem çekilme esnasında karşısına birtakım problemlerin çıkması muhtemeldir. Fakat önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin desteğini aldığı ama bununla birlikte bazı avantajlardan feragat edeceği bir senaryo dâhilinde çekilecek, ya da kimsenin desteğini almadığı bir yöntemle çekilecektir. Eğer ortak bir çalışmanın ürünü ve iş birliğinin olacağı bir senaryo tercih edilirse, karşılaşılacak olan problemlerin sayısının az ve üstesinden gelinmesinin kolay olacağı değerlendirilmektedir. 

Amerika savaşın başlangıcından bu yana Arapların tepkisini toplamıştır. Cezaevlerinde yapılan işkenceler, cinsel tacizler ve camilere yapılan baskınlar Arapları ve İslam dünyasını Amerikan aleyhtarlığına sürüklemiştir. Amerika bu imajını bölge ülkelerinin desteğini alarak düzeltebilir. 

İş birliği sağlanamazsa komşu ülkeler sınır güvenliğini önemsemeyebilir ve sonuçta Irak’a teröristlerin sızmaları kolaylaşır. 

Bölge ülkelerin dışlanması El Kaide gibi terör örgütlerini daha da  radikalleştire bilir ve ABD teröre hedef ülke olma durumundan kurtulamayabilir. Karşılıklı güven ortamının geliştirilmesi ve Orta Doğu’da istikrarın temini için, Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları’na ABD’nin katılımının sağlanması ve Irak’tan çekilme senaryolarının bu toplantılarda görüşülmesi daha verimli sonuçlar doğurabilir. 

Amerika Irak’a girmesi öncesinde işgal için geçerli sebepler göstermediği gerekçesiyle dünya kamuoyunun tepkisiyle karşılaşmış, başta Türkiye, Almanya ve Fransa olmak üzere birçok müttefikiyle arası bozulmuştur. BM’den karar çıkmasını beklemeden ve müttefiklerinin yoğun itirazlarına rağmen başlattığı bu operasyondan beklediği neticeyi alamamıştır. ABD bundan sonra benzeri operasyonlar düzenleyebilmek için öncelikle uluslararası hukukun kurallarına uymalı ve müttefikleriyle ilişkilerini zedeleyecek davranışlardan kaçınmalıdır. 

ABD’nin hem Irak’ta kaldığı süre içerisinde, hem çekilme esnasında hem de çekildikten sonra karşısına birtakım problemlerin çıkması doğaldır. Fakat önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin desteğini aldığı ama bununla birlikte bazı avantajlardan feragat edeceği bir senaryo dâhilinde çekilecek, ya da kimsenin desteğini almadığı bir yöntemle çekilecektir. Eğer ortak bir çalışmanın ürünü ve iş birliğinin olacağı bir senaryo tercih edilirse 
karşılaşılacak olan problemlerin sayısı az ve üstesinden gelinmesi kolay olacak tır. 

Bölge ülkeleri ve ABD Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, federal yapısının devam ettirilmesi, Anayasasında etnik ve dinî ayrımcılığın yapılmaması, Kerkük’ün statüsünün korunması ve yapılacak olan seçimlere her kesimin katılımının sağlanması konularında iş birliğini sürdürmelidir. Irak’ın yapısının konfederasyona dönüşmesinin kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti oluşturmaya zemin hazırlayacağı unutulmamalı ve bunun engellenmesi yönünde ortak çaba sarf edilmelidir. 

Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları’na ABD’nin katılımı sağlanmalı ve Irak’tan çekilme senaryoları bu toplantılarda görüşülmelidir. Amerika’ya, bölge ülkelerinin desteği alınmadan başlatacağı geri çekilmenin başarısızlıkla sonuçlanabileceği anlatılmalı ve hangi konularda destek sağlanabileceği ortaya konulmalıdır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI

27 Sedat Laçiner ,Irak’ta ABD’nin yaptığı 7 ölümcül hata,(Çevrimiçi) http://www.turkishweekly.net/ , 1.11.2004. 
28 Irak'a Komşu Ülkeler Bir Arada, (Çevrimiçi) www.showtv.net., 29.04.2005. 
29 DİK Raporlar, Irak’ın Yeniden Yapılandırılması – Ekonomi ve Irak’la Ticaret, 
http://www.musiad.org.tr/disIliskiler/detay.asp 
30 Hayrullah, ABD ve Irak’taki İran projesi, Elrai Elaam gazetesi, www.ntvmsnbc.com/news/ 
31 Seymour Hersh, İsrail ateşle oynuyor, www.sabah.com.tr/2004/06/22 
32 Irak'la 2.5 Milyar $'lık Ticaret, http://www.aktifhaber.com/read_news 


***

MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARININ IRAK’IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU KONUDA TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER

MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARININ IRAK’IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU KONUDA TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER 

Yazan: P.Ütğm. Fatih AYDUĞAN 


Güvenlik, oksijen gibidir. Onu kaybetmeye başlayıncaya kadar fark edemezsiniz. Fakat, bir kez gerçekleştiği takdirde başka düşünecek 
hiçbir şeyiniz olmaz.” 

Joseph Nye 

Irak, 21’inci yüzyılın başında, 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan konjonktürde ABD’nin güvenlik parametresinin ve terör odaklı emperyal politikalarının merkezinde yer almıştır. Saddam Hüseyin’in kitle imha silahı üretmesi ve teröre verdiği destek iddiaları sebebiyle ABD’nin Irak müdahalesi gerçekleşmiştir. ABD liderliğindeki Koalisyon Güçleri, başarılı olarak kabul edilen askerî operasyon sonrası, Irak’ta yönetimi Iraklılara bırakarak Irak’ın yeniden inşası için çalışmalara başlamıştır. Irak’ın Anayasasını yazmak üzere 30 Ocak 2005 tarihinde yapılan seçimlerden sonra ABD’nin askerî varlığı dünya kamuoyu tarafından sorgulanarak ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları gündeme gelmiştir. 

Irak’ın yeni Anayasasının oluşturulması ve ABD askerî varlığının meşruluğunun sorgulandığı, muhtemel çıkış senaryolarının gündeme getirildiği bu süreçte Irak Savaşı’nın başarılı olarak kabul edilebilmesi ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin güvenliğinin sağlanabilmesi için Irak'ın toprak bütünlüğü ve ulusal, siyasal birliği çok önemlidir. Bilindiği üzere Irak’ta etnik köken ve dine dayanan üç ana ağırlık merkezi mevcuttur. Birincisi; kuzeyde ABD’nin Körfez Savaşı sonrası verdiği destekle güçlenen KDP ve KYB liderliğindeki Kürt bölgesi. 
İkincisi; ortada bugüne kadar üniter Irak’ı savunmuş, nüfusça üstün olmaması na rağmen bu ülkeyi yönetmiş olan Sünni üçgeni. Ve üçüncüsü güneyde büyük Şii nüfusu barındıran ve milliyetini mezhebiyle tanımlayan Şii bölgesidir. Irak’ın %60’ı Şii, %20’si Sünni, %15’i Kürt ve %5’i ise Türkmen, Asuriler ve diğerleridir. 
ABD’nin müdahalesi sonrası egemen olan Sünni iktidarın gücünü kaybetmesi ile Irak’ta iktidar mücadelesi yaşanmaktadır. El Kaide terör örgütünün El Zerkavi liderliğinde Irak’a yerleşmesi, Baas Partisinin tasfiyesi sonrası Sünnilerin işgal güçlerine karşı direniş göstermesi sonucunda Irak’taki en önemli problem olarak güvenlik ortaya çıkmıştır. Irak’ta giderek etnik özellik kazanma ihtimali olan şiddet ve terör olaylarının önüne geçilebilmesi için Sünnilerin yönetime katılmaları ve siyasal sürece dâhil olmaları gerekmektedir. Sünniler, Irak’ın toplam nüfusu bakımından (en azından) %20’sini oluşturmalarına karşın coğrafi 
açıdan Irak’ın yaklaşık yarısını kapsamaktadırlar. ABD’nin müdahalesine 
kadar, siyasi iktidarda azınlık olan ya da iktidardan uzak tutulan kesimler 
(Şiiler ve Kürtler) yeni iktidarın çoğunluğunu oluştururken, uzun süre iktidarı elinde bulunduran Sünniler bu seçimler sonucu iktidar olma gücünü kaybetmişlerdir. Türkmenler de, geçmişte olduğu gibi bugün de uluslararası dengelerin kurbanı olup, siyasal iktidardan yine dışlanmışlardır. Bir Arap ülkesi ilk defa M.S. 740’da Abbasi Halifeliği’nin kurulmasından beri Şiiler tarafından yönetilecektir. İslam Dünyasının mezhep azınlığını oluşturan Şiiler (sadece İran, Bahreyn ve Irak’ta çoğunluk) bu süreçte ön safta yer alacaktır. 

Muhtemel çıkış senaryoları Irak’ın toprak bütünlüğü açısından değerlendirildiğin de; birinci senaryoda, ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü göz önüne alacağı düşüncesiyle hareket edildiği, ikincisinde ise toprak bütünlüğünü konfederal yapı içerisinde gelişen durumlara göre dikkate almayabileceği düşünülmüştür. 

Harita-2 
Irak’taki etnik ve dinî dağılımı gösteren Harita 

1. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması 

Bu senaryo, ABD’nin muhtemel çıkış senaryoları içerisinde Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal yapısı açısından en olumlu senaryo olarak  değerlendirilmekte dir. Fakat bu senaryonun başarılı olabilmesi için kısa  bir süre içerisinde Irak’ın güvenlik problemini çözmesi, Anayasanın kabul edilmesi, siyasal sürece Irak’ın etnik ve dinî grupların hepsinin katılması, güçlü bir altyapının oluşturulması ve kaynakların adil bir şekilde dağıtılması gerekmektedir. ABD’nin dünya petrolünün %10’una ve yeryüzüne en yakın petrolüne sahip bir ülkenin bölünmesi ve böylece denetiminin iyice zorlaşmasına razı olmayacağı düşünüldüğünde kendi hedefleri doğrultusunda Irak Savaşı’nın başarılı olarak kabul edilebilmesi için Irak’tan çekildikten sonra istikrarın ve güvenliğin Iraklılar tarafından sağlanması bu senaryo kapsamında hedeflenmektedir. Bu senaryonun gerçekleşebilmesi için Irak’ın toprak bütünlüğü açısından yapılması gerekenler şunlar olmalıdır: 

ABD’nin bu senaryo kapsamında 2005 sonrası çekileceği öngörüldüğünde öncelikli olarak Irak’ın her gün kan gölüne çevrilmesine etken olan terör ve direniş hareketlerinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Direniş ve terör saldırılarının önüne geçilebilmesi için öncelikli olarak sınır güvenliği sağlanmalı ve terörist faaliyetlerin önlenmesi için hangi etnik kökenden veya mezhepten olursa olsun bütün Iraklılar tarafından iş birliği yapılmalıdır. Direnişe son vermek için Sünnilerin siyasal sürece nüfusları oranında katılması sağlanmalıdır. Baas Partisi hâlâ Sünniler arasında itibara sahiptir. Amerikalıların algılamasına göre El Kaide Baas’la iş birliği içindedir. El Kaide örgütünün mali desteğinin ve Irak’ta 
yuvalanmasının engellenebilmesi için Baas Partisi siyasi sürece dâhil edilmelidir. Sünnilerin siyasi sürece dâhil edilmeleriyle Irak'taki direniş hareketi bölünecektir. 

Bugün Irak’ta bazı partilerin silahlı kanadı mevcuttur. Başta Kürt Bölgesinde yer alan “Peşmerge Kuvvetleri”, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi (SCIRI)’nin askerî kanadı “Bedir Tugayı” ve Mukteda El Sadr grubu “Mehdi Ordusu”nun Irak’ın güvenlik güçlerine katılması sağlanmalıdır. 

Irak polis ve askerî gücünün oluşturulabilmesi için NATO aktif olarak devreye sokulmalıdır. Teşkilatlanmaları ve eğitimleri NATO tarafından yapılmalıdır. Irak’ta asayişin ve güvenliğin sağlanabilmesi için Irak güvenlik teşkilatları aktif olarak yer almalıdır. 

Irak'ın anayasal ve yönetimsel yapısını oluşturma sürecinde başlıca etnik ve dinî gruplar; Şii Araplar, Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin aktif olarak katılması sağlanmalıdır. 15 Ekim 2005 tarihinde yapılacak referandum ile halkın oyuna sunulacak olan Anayasanın yürürlüğe girmesi için, yalnızca toplam evet oylarının toplam hayır oylarından fazla olması yetmeyecek; Irak'ı oluşturan 18 bölgeden 
hemen her birinde evet oylarının fazla çıkması gerekecek. 

Irak’ın dağılmasını engelleyebilecek ve toprak bütünlüğünü sağlayacak en önemli aktörlerin başında Şiiler yer almaktadır. Şiilerin 2003 Nisan’ından beri 500’den fazla din adamı öldürülmüş ve 24 Şii cami ile türbesi bombalanmıştır. 2004 yılında Şiilerin kutsal aşure gününde 181 kişi intihar saldırılarıyla öldürülmüş ve geçen iki ay içinde 60 ceset Dicle Nehri’nden çıkarılmıştır. Bugüne kadar Irak Şiilerinin bu saldırıları kan davasına dönüştürmemeleri, Sünnilerden öç almaya karşı çıkmaları Irak’ın toprak bütünlüğü açısından son derece önemli gelişmeler dir. Şiilerin, Irak Devleti’nin tarihinde ilk defa siyasi yaşamda ağırlıkları ile orantılı şekilde ele geçirdikleri temsil şansını geri çevirmeyecekleri değerlendirilmektedir. 

30 Ocak 2005 genel seçimleriyle birlikte yeni bir yapılanmanın eşiğine gelmiş olan Irak'ta Kürtler anahtar rolüne soyundular. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Talabani’nin oturması ve İslam siyaset ilişkilerinde laikliği savunan bir çizgi izliyor olmaları Kürtlerin Irak’ın toprak bütünlüğü savunması açısından son derece önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 

Türkmenlere, Irak’ın yeniden yapılanması sürecinde, hazırlanan Geçici Anayasada, nüfuslarıyla orantılı bir temsil hakkı verilmemiştir. Türkmenlerin nüfuslarıyla orantılı temsil edilebilmeleri için ortak hareket etmeleri ve siyasal sürece katılmaları gerekmektedir. Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal yapısı açısından 1932 Anayasasında olduğu gibi Türkmenler Irak’ın kurucu unsurların dan biri olarak kabul edilmelidir. 

Federal bir devlet yapısı içinde etnik gruplar arasındaki en önemli anlaşmazlık konusunun doğal kaynakların ve gelirlerinin paylaşımı olacağı değerlendirilmekte dir. Irak’ın toprak bütünlüğü açısından Kerkük, Irak’ın etnik ve mezhepsel çatışmasının bir sahnesi konumundadır. Kerkük kesinlikle bir grubun kontrolüne verilmeden bütün Iraklıların şehri olduğu, yeni Anayasada özel statüsü korunarak vurgulanmalıdır. Kerkük’ün petrol gelirleri Irak’ın barış ve istikrarı için kullanılmalıdır. 

Bütün bunların yanında Irak’ın altyapısı ve temel ihtiyaçları ABD tarafından süratle karşılanmalıdır. Irak petrol gelirlerinin şeffaf bir şekilde Iraklıların geleceği için harcanması sağlanmalıdır. Irak’ın petrol altyapısına ilave yatırımlar yapılarak dünya pazarlarına ulaşması Irak’ın istikrarı için önemlidir. Ülkenin yeniden imarı bütün Iraklılar için iş imkânı sağlayacaktır. Ekonomisi gelişmiş, güven ve istikrarın hâkim olduğu bir Irak Orta Doğu bölgesinde istikrara katkıda bulunacaktır. 

Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Bu senaryo kapsamında Türkiye Irak’taki bütün gruplara eşit mesafede yaklaşmalıdır. Irak Başbakanı İbrahim Caferi'nin ilk yurt dışı gezisini Türkiye'ye yapması Türkiye açısından önemlidir. Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleşen Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı süreci canlı tutulmalı ve bölge ülkeleriyle beraber her platformda Irak’ın toprak bütünlüğünün bütün gruplar ve ülkeler için önemi belirtilmelidir. 

Türkiye, Kerkük konusunun yeni Anayasa düzenlemesi sırasında çözülmesini ve Kerkük'ün özel statü olarak Anayasa güvencesine alınmasını sağlamalıdır. Irak hükümetine bu konunun yeni Anayasada açıklığa kavuşturulmaması ve olumsuz gelişmelere açık bırakılması hâlinde, ileride iki ülke arasında problem olarak kalabileceği belirtilmelidir. 

ABD bölgeden çekilmeden, Türkiye ABD ile Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik operasyon ve iş birliği yapılmasını tekrar belirtmelidir. ABD çekildikten sonra PKK’ya karşı mücadelede Irak hükümetinin desteği sağlanmalıdır. Irak’ın yeniden yapılanması kapsamında Türkiye bütün kurumlarıyla aktif olarak yer almalıdır. Irak Ordusunun oluşturulmasına NATO’da yer alarak katkıda bulunmalı, Irak güvenlik güçlerinin eğitilmesini üstlenmelidir. 

Türkiye-Irak ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik ikili görüşmeler bir an önce tamamlanmalıdır. Terörün kol gezdiği bu ortamda bile Türkiye Irak'a 1.8 milyar dolar ihracat yapıyor, ithalatımız sadece 400 milyon dolar. İkinci bir hudut kapısı açılarak Türkiye’nin ticaretinin artırılması sağlanmalıdır. Irak’ın altyapı çalışmalarına Türk firmalarının girmesi teşvik edilmeli ve Türkiye, Irak’ın kalkınmasında Eximbank vasıtasıyla kredi sağlamalıdır. 

 Türkiye, Sünnilerin ve özellikle Türkmenlerin kurucu unsur olarak Anayasada yer almalarını ABD ve Irak hükümetine belirtmelidir. Ankara, Irak'ın kuruluşunda Bağdat'ın Milletler Cemiyeti'ne verdiği ve Irak'ı Araplar, Kürtler ve Türkmenler den oluşan bir devlet olarak tanımladığı zeminden hareket edilmesini talep etmelidir. Türkmenlerin 

Irak’ta etkili olarak temsil edilmesini teşvik etmelidir. Türkmenlerin Bağdat ve bütün dünyada çok etkili bir diplomasi ve politika yapmaları sağlanmalıdır. Yapılacak Anayasa referandumu öncesinde Türk sivil toplum örgütlerinin Türkmenlere seçim ve referandum uygulamaları konusunda yoğun bilgi vermesi sağlanmalıdır. 

2. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkabileceği Durumu 

İkinci senaryo kapsamında ABD’nin ekonomik, politik ve siyasal zorluklar sebebiyle 2006’dan itibaren kademeli olarak çekileceği öngörülmektedir. Bu senaryoda; ABD’nin çekilirken Irak’ın geleceğini, güçlü bir siyasal yapıya sahip Irak’tan ziyade etnik gruplar arasındaki anlaşmalara, bölge ülkeleri ve AB ülkeleriyle yapılması muhtemel anlaşmalara dayandıracağı düşünülmektedir. Bunun yanında güvenliği ve altyapı hazırlıklarını NATO ve BM gibi kuruluşlara devredeceği düşünülmektedir. Irak’taki yetkisini Irak hükümeti yerine uluslar arası kuruluşlara devretmeye hazırlanan ABD’nin Irak’ın etnik ve dinî bazda  parçalanmaya doğru gideceği ihtimalini varsaydığı kabul edilmelidir. 

Şu an için federatif bir yapının oluşumu için çalışıyor gibi gözükse de, ABD gücünün kademeli olarak çekilmesi sonrası etnik ve dinsel temelde  yapılanmış konfederatif bir Irak’ın altyapısını bu zaman zarfında hazırlaya  bileceği değerlendirilmektedir. 

ABD’nin Irak’tan kademeli olarak çekilmesi sürecinde, artan şiddet olaylarının etnik ve mezhep tabanına yayılabileceği beklenmektedir. Terör saldırılarının ABD ile iş birliği yapan Irak güvenlik güçlerini ve iktidarda bulunan Şiileri hedef aldığı görülmektedir. Irak güvenlik güçlerine katılımın azalması ve hatta güvenlik görevlilerinin ayrılması sonucu kademeli olarak çekilen ABD geride tam bir kaos ortamı bırakacaktır. 

Irak’ın toprak bütünlüğü açısından Şiilerin kutsal mekanlarına ve din adamlarına yapılan saldırılara şu ana kadar Şiiler karşılık vermemişlerdir. 
Şiilerin bu saldırılara cevap vermesiyle Sünni tabanlı yapılan saldırıların Irak’ı Şii-Sünni iç savaşına sürükleyebileceği değerlendirilmektedir. 

ABD tarafından planlanan Irak’taki Başkanlık görevinin etnik kategoriye göre dağıtılması ve Irak’ın kuzeyinde gerçekleşen parlamento seçimleri sırasında yine ABD’nin kontrolü altında olacak bir Kürt federe oluşumu için referandumun yapılması, Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tehlikeli boyuta ulaştığını gösteriyor. ABD’nin Kürtleri himaye eden yaklaşımının anayasal iradeye de benzer şekilde yansıması durumunda istikrarsızlık ortamının artabileceği ve bu 
durumun orta ve uzun vadede Irak’ı parçalanmaya kadar götürebileceği  kıymetlendirilmektedir. 

Kuzey Irak’ta Kürtlere bir devlet kurdurulması ve Irak’ta Türkmen kenti Kerkük’ün bu sözde devlete bağlanmaya çalışılması, ayrıca Amerikan eliyle Telafer şehrinin de bu bölgeye dâhil edilmesiyle Kürtler Suriye’deki Kürt nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı bölgeyle temas kurabileceklerdir. Bunun sonucu olarak gelişmelerin, ABD’nin Orta Doğu Projesi kapsamında İran ve Suriye’nin sınırlarını değiştirme projesine dönüşecek olması muhtemeldir. Bu gelişmeler odağında Kuzey Irak’ta iç savaş çıkması, Kürtler ile İran-Türkiye-Araplar arasında etnik 
çatışmaların başlaması, ortaya çıkacak kaos ortamı nedeniyle El-Kaide ve PKK başta olmak üzere terör örgütlerinin bu bölgeyi mesken tutması 
beklenmektedir. 

Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak’ta etnik gruplar arasında zararlı çıkması muhtemel olan Türkmenlerdir. Coğrafi olarak dağınık olmaları, başarıya olan inancın zayıflığı, geçmişten beri Türkmenlere yapılan haksızlıklara ABD’nin katkısı, Türkmenler arasında ortak hareket sorunu Türkmenlerin de parçalanmasına yol açacaktır. 

Konfederal bir Irak ABD’nin kademeli çekilmesi sürecinde bölge ülkelerinin müdahalesine maruz kalabilir. Kürt Devleti’nin İsrail’le yakın diyaloğu, Sünni Arap bölgesinin Ürdün’le federasyon kurması, Şii devletin İran’ın nüfuz alanına girmesi ve Türkmenlerin Türkiye tarafından korunması beklenebilecek gelişmelerdir. Fakat herhâlde ABD’nin, Irak topraklarında yıllar boyu Amerikan üsleri ve petrol bölgelerini koruyacak askeri bulunacaktır. 

ABD’nin yetkilerini uluslararası kuruluşlara devretmesi, kendisinin başaramadığı veya bölünmesini amaçladığı bir sürece yol açacaktır. Güvenlik ve altyapı çalışmalarının Irak’a sonradan konuşlandırılan NATO ve BM gibi örgütlerin eliyle yürütülmesinin başarı şansı oldukça zayıftır. 

Harita-3 
Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Türkiye, Irak’ta konfederatif yapının hâkim olacağı değerlendirilen bu senaryo kapsamında bütün gruplara eşit mesafede yaklaşmalıdır. Çıkabilecek bir iç savaşa müdahale etmekten kaçınmalıdır. Gerek PKK konusunda gerek Irak’la ilgili hayati çıkarları tehlikeye girdiğinde Türkiye, güç kullanabileceğini ima ve yerine göre ifa etmelidir. Böyle bir durumda, yapılacak müdahalenin sınırlı olacağı, yalnızca Türkiye’nin güvenliğini sağlamak amacıyla yapıldığı hem Irak halkına hem de bölge ülkelerine anlatılmalıdır. 

Irak’taki muhtemel bir parçalanmadan olumsuz etkilenecek olan 
İran ve Suriye ile ortak bir Irak politikası oluşturulmasının ve Irak’ın 
toprak bütünlüğüne yönelik birlikte hareket edilmesinin, muhtemel bir 
Kürt devletinin kurulması ihtimali göz önünde bulundurularak, Kürt 
devletinin yaşamasını engelleyecek stratejilerin bu ülkelerle birlikte 
şimdiden hazırlanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. 

3. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) 

Durumu Bu senaryo kapsamında ABD’nin 2025 yılından sonra Irak’tan çekileceği öngörülmektedir. ABD’nin petrol odaklı 2025 stratejisine göre 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik boyutu ile petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde taşınması temel politikaları olacaktır. ABD varlığının, Irak’ın toprak bütünlüğü açısından tehdit unsuru olarak değil de uzun yıllar Irak’ta güven ve istikrarın tesis edilmesi yönünde çalışacağı değerlendirilmektedir. ABD’nin Saddam döneminin izlerini silmek için Irak’ın ekonomik kalkınmasına ve toplumun sosyal önceliklerine önem vererek refah içerisinde yaşayan demokratik bir Irak Devleti ortaya 
çıkaracağı düşünülmektedir. 

ABD’nin Irak’ta uzun yıllar kalabilmesi için kendi iç siyaseti açısından ağır kayıplar vermeden Irak’ta güvenliği sağlaması gerekmektedir. Bu maksatla Irak güvenlik güçlerinin ve millî bir ordunun kurulması maksadıyla; etnik ve mezhep farklılıkları gözetilmeksizin bütün tarafların bu sürece dâhil edilmeleri temel konulardır. Irak’ın toprak bütünlüğü ve toplumsal mutabakatın sağlanabilmesi için Sünniler ve Türkmenlerin de Anayasa ve siyasi sürece dâhil edilmeleri  gerekmektedir. Kürtlerin ve Şiilerin silahlı güçlerinin Irak ordusuna katılması sağlanmalıdır. İç istikrarın oluşturulması için öncelikle direnişçilerin bastırılması ve Irak El Kaide Cihat Örgütü’nün Irak’tan çıkartılması için kısa sürede geniş kapsamlı operasyonlar düzenlenmelidir. Irak’ın sınır güvenliğinin sağlanabilmesi için komşu ülkelerle anlaşmalar imzalanmalı ve sınırlarda güvenlik önlemleri 
artırılmalıdır. 

ABD’nin Irak işgalinde temel hedefleri olan; Irak petrollerinin dünya pazarlarına kesintisiz ve güvenli bir şekilde akıtılmasının, Orta Doğu’nun demokratikleşmesinin ve İsrail’in güvenliğinin sağlanabilmesinin yolu Irak’ın istikrarı, toprak bütünlüğü ve bağımsızlından geçmektedir. Bu maksatla Irak’ta özellikle Kürtlere ayrıcalık tanınmasına son verilmelidir. Kerkük’ün yeni dönemde özel statüsü Anayasada garanti altına alınarak hiçbir grubun egemenliğine 
veya kontrolüne verilmemelidir. Bu noktada Irak’ın toprak bütünlüğü açısından kaynakların adil olarak dağıtılması önemlidir. Irak’ta başlayacak bir istikrarsızlık veya devamında bir iç savaş sadece Irak ve Orta Doğu ile sınırlı kalmayacak, jeopolitik kırılma noktaları olan Kafkaslar ve Orta Asya’ya da kayabilecektir ve bu istikrarsızlık da ABD’nin küresel politikalarının sonunu getirecektir. 
Bu maksatla ABD başarılı olabilmek için Irak’ın toprak bütünlüğünü bozacak politik açılımlardan kaçınmalı ve Irak genelinde Irak vatandaşı bilincini ön plana 
çıkarmalıdır. 

Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Türkiye, ABD’nin 2025 sonrası Irak’tan çıkacağı öngörülen bu senaryo kapsamında öncelikle Irak’ın siyasal sürecine destek vermeli ve Irak’taki bütün kesimlere eşit mesafede yaklaşarak Irak’ın politik ve toprak bütünlüğünü her platformda savunmaya devam etmelidir. Türkiye hayati öneme sahip iki konuda; Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve Kerkük’ün herhangi bir grubun kontrolüne verilmeden özel statüsünün korunması konularında ABD ve Irak hükümeti ile iş birliğine giderek gerekli önlemlerin alınmasını sağlamalıdır. Türkiye, Irak’la sınır güvenliğinin sağlanması ve terörist faaliyetlerin önlenmesi için iş birliği yapmalıdır. 

Ankara uzun vadede Türkmenlerin millî bilinçlerini ortaya çıkaracak, birlik ve bütünlüklerini koruyacak yeni bir yapılanmaya gitmelerini maddi ve manevi olarak desteklemelidir. Türkmenleri kültürel ve siyasi olarak tek başlarına ortak politikalar peşinde hareket edecek şekilde yönlendirmelidir. 

Türkiye bu dönem boyunca ABD ile tezkere sonrası oluşan havanın izlerini silmek için ABD’nin yanında yer almalıdır. Türkiye, Irak’ın yeniden inşasında gerekli altyapı desteğini sağlamalıdır. Diplomasi, ekonomik, sosyal ve kültürel vasıtalar aracılığıyla, Irak’ın yeniden yapılandırılmasında etkin bir rol oynamalıdır. Irak’ın en büyük ekonomik ortağı olabilmeli ve Batı’ya açılan koridor olarak Irak’la yakın iş birliğine gitmelidir. Türkiye, petrolün batı pazarlarına ulaştırılmasında ve ABD’nin enerji güvenliğinde en büyük ortağı olacak şekilde başta Kerkük-
Yumurtalık Boru Hattı olmak üzere bütün imkânların kullanılması için çalışmalı  dır. 
Irak’tan petrol ticaretinde petrolü Bağdat merkezli olarak tedarik etmeye dikkat etmelidir. 

Sonuç 

ABD’nin muhtemel çıkış senaryolarının Irak’ın toprak bütünlüğü açısından değerlendirilmesinin yapıldığı ve bu konuda Türkiye’nin alması gereken tedbirlerin belirtildiği bu bölümde; ABD’nin Irak müdahalesi, Orta Doğu stratejisi, küresel enerji politikaları ve küresel teröre karşı verdiği savaş kapsamında uyguladığı politikalarının başarılı olması Irak’ın toprak bütünlüğüne ve siyasi yapısının istikrarı sağlayacak şekilde muhafaza edilmesine ve şekillenmesine bağlıdır. 

Irak’ta oluşacak yeni Anayasa ve sonrasında yapılacak seçim sürecinde güvenliğin sağlanması ve etnik mezhep ayrımı gözetmeksizin bütün grupların sürece dâhil edilmesi gerekmektedir. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünü bütün gruplara eşit mesafede durarak savunmalı, kendi güvenliği açısından Kuzey Irak’ta PKK varlığına son verilmesi ve Kerkük’ün statüsü üzerindeki kaygılarını belirtmelidir. Türkiye Irak’ta yaşanabilecek olumlu veya olumsuz gelişmelere yönelik askerî, siyasi ve ekonomik stratejilerini hazırlamalıdır. Türkiye, Irak’ta konfederal bir Kürt devletinin mahzurlarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaya devam etmeli, bu yolla ABD yetkililerini bölgenin istikrarı için yönlendirmelidir. 

11 Eylül sonrası şekillenen dünyada, ABD gücünün sınırlarının oluşmasında ABD’nin “Küresel Hâkimiyet mi”, “Küresel Liderlik mi” peşinde koştuğu ve bundan sonrası için neler planladığı Irak politikalarında yaşam bulacaktır. 


***