3 Mart 2015 Salı

DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİNİN MADEN, SU ve ENERJİ KAYNAKLARI

DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİNİN MADEN, SU ve ENERJİ KAYNAKLARI 




Dr. M.ZİYA GÖZLER JEO. YÜK. MÜH. 
ÖZEL RAPOR 
Rapor No:20 
Haziran 2014 
Dr. M.Ziya GÖZLER 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü


21. YYTE; Türkiye ve dünyadaki milli güvenlik stratejilerii ekonomi, hukuk, enerji/enerji güvenliği, nükleer enerji/nükleer silahlanma, enformasyon /bilgi ile..şimi, anayasal düzen, hukuk, adalet, düşük yoğunluklu ça..şma (terör ve terörizm), teostratejik araş..rmaları demkrasi ve sivil toplum araş..rmaları gibi işlevsel ana konular ile çevre/Türk dünyası ülkeleri ve küresel/bölgesel güçler ile uluslararası örgütlerdeki gelişmeleri izlemek bu gelişmeleri Türkiye'nin milli menfaatleri ve ulusal güvenlik gereklerii doğrultusunda incelemek ve bu 
alanda ciddi çalışmalar yaparak alterna..f poli..ka, strateji, program ve projeler üretmek amacıyla 01 Aralık 2005'te kurulmuştur. 

21.YYTE'de kurulma amacına uygun olarak aşağıdaki araş..rma merkezleri çalışmalarını sürdürmektedirler. 

•Anayasal Düzen, Hukuk, Adalet Araş..rmaları Merkezi 
•Teostrateji Araş..rmaları Merkezi 
•Milli Güvenlik ve Dış Poli..ka Araş..rmaları Merkezi 
•Enerji ve Enerji Güvenliği Araş..rmaları Merkezi 
•Terör ve Terörizm Araş..rmaları Merkezi 
•Ekonomi Araş..rmaları Merkezi 
•Poli..k-Sosyal-Kültürel Araş..rmalar Merkezi 
•İş Geliş..rme ve Stratejik Yöne..m Araş..rmaları Merkezi 
•Orta Asya Araş..rmaları Merkezi 
•Rusya- Slav Araş..rmaları Merkezi 
•Orta Doğu ve Afrika Araş..rmaları Merkezi 
•Balkanlar ve Doğu Akdeniz Araş..rmaları Merkezi 
•Amerika Araş..rmaları Merkezi 
•Avrupa Birliği Araş..rmaları Merkezi 
•Güney Ka..asya - İran - Pakistan Araş..rmalar Merkezi 
•Asya - Pasifik Araş..rmalar Merkezi 


Türkiye Enstitüsü 21. YÜZYIL 
Dr. M.Ziya GÖZLER 

2013... 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde Bilimsel Danışman 2003 - 2005 Müşavir. 1997 - 2003 Etibank - Eti Holding A.Ş Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Etibank’ın yeniden yapılandırılması gerçekleştirilmiş ve görev yaptığım bu dönemde bor yatakları ile ilgili olarak üç büyük fabrikanın kurulmasının her aşamasında bizzat bulunarak bu tesislerin Türk mühendis ve işçileri ile yapılması hayata geçirilmiştir. 

1997 - 2000 Etimine A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı 
1997 - 2000 Etiproducts A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı 
1997 - 2000 İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı 
1990 - 1997 Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürü 

Bu dönemde yaklaşık 200 jeoloji ve maden arama projesi gerçekleştirilmiştir. MTA’nın bilimsel bir kuruluş olarak çalışması gerektiği ortaya konmuş uluslararası projeler ve AR-GE çalışmaları ön plana çıkarılmıştır. 

1993 - 1996 Türkiye Taş Kömürü Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi 
1991 - 1992 Türkiye Kömür İşletmeleri Yönetim Kurulu Üyesi 
1988 - 1990 Eltem - Tek Denetim Kurulu Üyesi 
1988 - 1990 Maden Tetkik Arama Genel Müdür Yardımcısı 
1985 - 1988 Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü Orta Anadolu 2. Bölge Müdürü (Konya) 
1982 - 1984 Orta Doğu Amme İdaresi Kamu Yönetimi Lisans Eğitimi 
1979 - 1984 AÜFF Jeoloji Anabilim Dalında Doktora Çalışması 
1971 - 1985 Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü, Jeoloji Dairesi. 
Arazide, jeolojik harita yapımı ve maden aramalarında ‘Arazi Jeologu’ olarak 16 yıl görev yapmıştır. 
1970 - 1972 AÜFF Jeoloji Ana Bilimi Dalında Yüksek Lisans 
1966 - 1970 Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü 
1962 - 1965 İstanbul Kabataş Erkek Lisesi 
1954 - 1962 Keşan İnönü İlkokulu ve Atatürk Orta Okulu 


İçindekiler 


Giriş...................................................................................................................................6 


Bölgenin Jeolojik Yapısı.......................................................................................................8 
Bölgenin Petrol ve Doğalgaz İmkanları................................................................................11 
Türkiye Maden Potansiyeli.................................................................................................16 
Doğu Anadolu Bölgesi Maden Yatakları.............................................................................18 
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Maden Yatakları....................................................................23 
Her İki Bölgede Tespit Edilmiş Maden Yataklarının Değeri.................................................26 
Bölgenin Su ve Enerji Kaynakları........................................................................................27 
Bölgenin Diğer Enerji Kaynakları........................................................................................28 
Değerlendirme..................................................................................................................29 
Ekler..................................................................................................................................30 
Faydalanılan Kaynaklar.........................................................................................................35 


Sunuş 


Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin Maden Su ve Enerji Kaynakları adlı rapor Dr. Ziya Gözler tarafından Ortadoğu'da sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı bir dönemde hazırlanmıştır. 

Ortadoğu'da sınırların yeniden çizilmesi, özellikle Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerimizin de hedef alınması ve vatan bütünlüğünden koparılması hedefini de içermektedir. Anılan bölgelerimiz son bin yılda kesintisiz devam eden Türk kimliğimin damgasını vurduğu coğrafyalardır. Ancak bu coğrafya Türk kimliğinin dışında stratejik ve ekonomik olarak da büyük bir öneme sahiptir. Ortalama eğitim seviyesine sahip olan hemen herkes anılan bölgelerin ekonomik değerinin de farkındadır. Ancak bu ekonomik değer bu çalışmada olduğu kadar çok az yerde özlü bir şekilde ortaya konulmuştur. Zaten çalışmanın amacı, anılan bölgelerimizdeki özellikle maden kaynaklarının niteliğini ve ekonomik anlamını bir kez daha kısa fakat özlü bir çalışma ile ortaya koymaktır. Dr. Ziya Gözler akademisyen kimliğinin dışında yıllarca Türk bürokrasisinde maden konu-sunda en üst düzeyde görev yapmış bir bürokrat olarak konuyu en iyi bilenlerin başında gelmektedir. 

Prof. Dr. Ümit Özdağ 
Ankara, Ahlatlıbel, Temmuz 2014 


Türkiye Enstitüsü 21. YÜZYIL 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Kaynakları 


DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ'NİN KAYNAKLARI 


Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri üzerinde uzun süredir yabancıların hassasiyetle durmalarının önemli sebepleri arasında, bu bölgelerden Ortadoğu'ya, Kafkaslar'a ve Orta Asya'ya kolayca açılmaları gerçeği, ülkemizin bu bölgelerindeki kaynaklarının dikkat çekici olması ve doğuda bulunan enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden batıya taşınması gelmektedir. Bu gücün ellerinden gitmesini katiyetle istemeyen dış güçlerin, bu konuda bir başka düşüncesi daha mevcuttur. 

İsrail'in yanında kendilerine tamamen bağımlı, iç kargaşalarla boğuşan, komşu ülkelerle çatışan ve fakat petrol, doğalgaz ve diğer kaynakların sözde korunması garantisi verilerek bir devlet kurmak. Bu manada Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarından ve güneyimizde yer alan bazı ülkelerden de toprak alınarak tarih boyunca mevcudiyeti asla olmayan bir Kürdistan Devleti kurulması çalışmaları bütün hızıyla devam etmektedir. TÜİK'in 2012 verilerine göre 145.015 km2 olan Doğu Anadolu Bölgesi'nin nüfusu 6.197.120, 69.294 km 2 olan GD Anadolu Bölgesi'nin nüfusu 7.363.309'dur. Netice olarak 

214.309 km lik bir toprak parçası ve 13.560.429 Türk vatandaşının Milli Devlet'ten ayrılması için çok büyük çaba sarf edilmektedir. Böyle bir düşünce Osmanlı'nın son dönemlerinden beri bu topraklarda gözü olan Hıristiyan batının idealleri arasında yerini daima korumuştur. Ne var ki, buna müsaade edilmeyeceğini batı da biliyordur. Ancak her zaman deneyerek bir gün emellerine kavuşmanın hayaliyle yaşamaktadırlar. Diğer taraftan 214.309 km 'ye göz dikmiş olanların bu topraklarda bulunan kaynakları da ele geçirmek düşüncesinde olduklarını da asla unutmamamız gerekmektedir. 

Bugün için 294.8 milyon varil (43.2 milyon ton) petrolü ve 6.84 milyar m3 doğalgazı bulunan Türkiye'de, yabacıların ortaya koyduğu rakamlara göre kazanılabilir 700 milyon ton şeyl petrol ve yine kazanılabilir 475 milyar m3 şeyl gazın bulunduğu 


(1.8 trilyon m olduğu varsayılan), Sivas-Divriği Havzası ile birlikte Türkiye'nin en büyük demir yataklarının, Türkiye krom yataklarının %45'inin, fosfat, profillit, asfaltit rezervlerinin tamamının, bakır cevherinde önemli bir rezervin ve altın, kaya tuzu, mermer, manyezit rezervlerinin bulunduğu bu toprakları istemeyen birileri var mıdır? 

Bugüne kadar 48 milyar TL harcanan ve yılda 27 milyar kWh elektrik enerjisi üretecek ve 1.8 milyon hektar alanı sulayacak olan GAP (henüz tamamlanmamış tır), değerlendirildiğinde çok müspet neticeler verecek olan rüzgâr, güneş, jeotermal ve biyokütle potansiyele sahip olmak hedef ülke haline gelmeye yeterli bir sebep değil midir? 

Bölgede kurulmuş olan petrol rafinerisi, termik santral, ferro-krom tesisleri, fosfat işletmesi, azot, süper fosfat tesisleri, transformatör malzeme fabrikası, elektrik motor fabrikası, oto karoser, piston, gömlek, akümülatör üreten işletmeler, vagon fabrikası, madeni eşya ve makine aksamı fabrikası, 
tarım aletleri fabrikaları, buhar ve su türbinleri fabrikası, mermer ve maden işletmeleri, tekstil fabrikaları, çimento, tuğla-kiremit, şeker, un, yem, iplik, dokuma fabrikaları, et kombinaları, tekel fabrikaları ve benzeri binlerce tesisin bulunduğu bir bölgeye kimler sahip olmak istemez ki? 

Her çivisinde, kuruşunda, alın terinde Türk insanının emeği olan bütün bu ekonomik, sosyal ve kültürel güç, kandırılmış ve hedef haline getirilmiş 
bir topluluk için büyük bir coğrafya ve sonrasında yeni bir ülke ve vatan vaadiyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin elinden alınmak isteniyor. Buna 
cüret edenler, hayalini kuranlar olabilir. Ancak Türk insanın kanını donduran böyle bir hayale evet diyebilecek siyasi, iktisadi, sosyal, dini bir anlayış 
ya da bir iktidar, bir siyaset aktörü veya siyasi bir Türkiye’de yabancıların ortaya koyduğu rakamlara göre kazanılabilir 700 milyon ton şeyl petrol ve yine 
kazanılabilir 475 milyar m3 şeyl gazın bulunduğu kaynaklarına şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu millette ait olan değerler kime verilebilir? 


Devlet organları tarafından hazırlanan planlar, programlar, ileri sürülen projeler siyasiler tarafından acaba hiç dikkate alınıyor mu? Bu planların hedefleri nedir? Ülkenin daha çok kalkınması için yazılan çizilenler biliniyor mu? Ülkemiz insanları büyük hedefler için çalışacağı yerde, karmakarışık bir ortamın sıkıntılarıyla boğuşmaktadır? Niçin? Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planında yazılı olanlar kimsenin umurunda değil midir acaba? Madde 72'de yazılı olanlar ülkenin birliğini teknik olarak da dile getirmektedir. ''72.Enerji ithalatının toplam ithalatımızın yaklaşık dörtte birini oluşturması nedeniyle, önümüzdeki dönemde küresel enerji piyasalarındaki fiyat ve arz gelişmeleri, Türkiye ekonomisini hem büyüme dinamikleri hem de cari açık açısından etkilemeye devam edecektir. Enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmaya yönelik alternatif politikalar oluşturulması, büyüme ve cari açık üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Bu kapsamda, arz tarafında linyit başta olmak üzere yerli kaynakların daha fazla değerlendirilmesi, nükleer enerjinin elektrik üretimi amacıyla kullanılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretimindeki payının yükseltilmesi önem taşımaktadır. 


Talep tarafında ise, elektrikte pik yükün yataylaştırılması için enerji verimliliği tedbirlerinin artırılması ve komşu ülkelerle elektrik ticaretinin geliştirilmesi öncelikli konulardır. Ayrıca, Ortadoğu ve Hazar bölgesindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının Avrupa'ya taşınmasına yönelik çeşitli projeler, Türkiye'nin hem arz güvenliğini artırmaya hem de jeopolitik imkânlarını avantaja dönüştürmeye katkı sağlayabilecektir.'’ 

Bu çalışmanın amacı Ortadoğu’da sınırların Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerini de kapsayacak şekilde yeniden çizilmeye çalışıldığı bir dönemde ülkemizin zenginliklerini kamuoyuna ve karar alıcılara hatırlatmak ve nelerin kaybedileceği konusunda uyarmaktır. 


Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da bulunan enerji, maden ve su kaynaklarını ayrıntılı olarak açıklamadan önce kısaca bölgenin jeolojik ve tektonik yapısını inceleyelim. 

Alp Sıradağları (Alp-Himalaya) kuşağı içinde yer alan Türkiye'nin bugünkü jeolojik yapısı, kuzeyinde bulunan Avrasya (Avrupa-Asya) ile güneyindeki 
Arap ve Afrika Levhaları'nın hareketlerine bağlı olarak gelişmiştir (Ş.1). Genel anlamda jeolojik olarak Türkiye Pontidler, Anatolid-Toridler ve Arap Platformu olmak üzere üç kısma ayrılır. Yaklaşık 23-25 milyon yıl önce kuzey-güney yönlü sıkıştırmalar sonrası Anatolidler yükselmiş, bilahare GD Anadolu'da bulunan Neotetis güney kolu kapanmış, bundan sonra Afrika Kıtası Avrasya'ya yaklaşmaya başlamış, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da sıkışma tektoniği sonrası kabuk kalınlaşmış ve yükselmeler meydana gelmiştir. Arap ve Avrasya Levhaları'nın yaklaşık 10-11 milyon önce çarpışmaları sonrası kuzey-güney yönlü sıkışmalar ve Bitlis-Zagros Kenet kuşağına paralel kıvrımlar meydana gelmiş ve bilahare de Türkiye'nin en önemli iki fay zonu KAF ve DAF zonları ortaya çıkmıştır (Ş.2). İşte bu sıkışmalar sonucunda bölge genç Senozoyik yaşlı (40 milyon yıl-günümüz) volkanik kayalar ile kaplanmıştır. Neticede de Anadolu Kıtası Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF) boyunca 
batıya doğru hareket etmeye başlamıştır. Bu hareket halen devam etmekte ve Karlıova doğusunda kalan Doğu Anadolu kuzey-güney yönünde yılda 0.8 
santimetre kısalmakta, KAF ve DAF zonları arasında bulunan Anadolu kıtası yılda 2 santimetre batıya doğru ilerlemektedir. KAF ile Karlıova'da birleşen DAF zonu KD' dan GB' ya doğru Karlıova-Bingöl, Genç Fayı, Bingöl-Palu Yükselimi, Palu Hazar Gölü Çöküntüsü, Hazar-Sincik Fayı, Sincik Çelikhan Gölbaşı Yükselimi, Çelikhan-Erkenek segmenti, Gölbaşı Çöküntü Havzası olarak sekiz ana bölümden meydana gelmiş 580 km. uzunluğunda her an 6-7.5 büyüklüğünde deprem üretmeye müsait bir faydır. Diğer taraftan 1500 km. uzunluğunda ve bazen birkaç yüz metre bazen de 100 km.lik genişliğe sahip olan KAF hareketli bir makaslama zonudur. KAF, Karlıova Çöküntüsü'nün kuzeyinden başlayıp, batıda Bolu'ya ulaştığında ikiye ve Geyve'de de üç ana kola ayrılmaktadır. KAF'ın İznik Gölü'nün güneyinden geçen kolu Biga Yarımadası güneyine inerken diğer kol da Adapazarı üzerinden Gölcük'e gelip Marmara Denizi'ne girmekte ve oradan da Saroz Körfezi'ne kadar ilerlemektedir. Bu zonun üzerinde 6.1-7.9 büyüklüğünde depremler meydana gelmektedir. İşte bu karmaşık jeolojik yapı ve yoğun tektonizma yani sıkışmalar, itilmeler, kıvrımlar, kırıklar ve bindirmeler 
bölgedeki ilksel yapıyı tamamen bozmuş ve var olan büyük ölçekte petrol, gaz rezervlerinin bulundukları yerlerden kaçmasına, daha küçük kapanlar içinde sıkışmasına, mevcut maden cevherlerinin de kırılıp, parçalanıp küçük ölçekte rezervlerin oluşmasına sebep olmuştur. Üst üste dizilmiş kiremit yapısı gösteren bu durum güneyimizde sakin ve duraylı bir yapıdadır (Ş.3). Buna rağmen tüm bölgede bugüne yapılan çalışmalar sonrası bazı kaynaklar ortaya çıkarılmıştır. 


(Ş-1. Kaynak:iujfk.files.wordpress.com/Türkiye Jeolojisi) 


(Ş-2. Kaynak:MTA) 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu 10 Bölgesi’nin Kaynakları 

(Ş-3. Kaynak: www.iufjk.files.wordpress.com) 

http://www.mta.gov.tr/v2.0/bolgeler/van/index.php?id=igdir 

Bölgenin Petrol ve Doğalgaz İmkanları 

(Ş-4. Petrol Ruhsatları Kaynak: PİGM) 

PİGM'in bilgilerine göre, ''Ülkemizde bu güne kadar keşfedilmiş ham petrol sahalarının 2004 yılı sonu itibariyle toplam kalan üretilebilir rezervi 40.911.190 tondur ( 2012 itibariyle 43.200.000 ton). Ham petrol rezervlerinin; % 99,55'i Güney Doğu Anadolu bölgesinde, % 0.30'u Marmara Bölgesinde ve % 0.15'i ise Akdeniz Bölgesinde bulunmaktadır. Ham petrol rezervleri; Güney Doğu Anadolu 
bölgemizde, Batman, Diyarbakır, Adıyaman ve Mardin illerimizde yoğunlaşmış olup, Marmara bölgesinde Kırklareli ve Akdeniz bölgesinde ise Adana illerimizde küçük rezervler bulunmaktadır. 2004 yılı sonu itibariyle kalan üretilebilir doğal gaz rezervlerimiz 7.403.688.526 m 'tür (2010 itibariyle 6.840.000.000 m ). Doğal gaz rezervlerimizin % 56'sı Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki Diyarbakır ve Mardin illerinde, % 44'ü Marmara bölgesindeki Tekirdağ, Kırklareli ve İstanbul il sınırları içinde yer almaktadır. 2004 yılı içinde 2.275.530 metrik ton ham petrol üretimi ve 707.008.763 m3 doğal gaz üretimi yapılmış olup, ham petrolün % 68'i yerli, % 32'si yabancı; doğalgaz üretiminin ise %61'i yerli, %39'u yabancı şirketler tarafından gerçekleştirilmiştir.'' TPAO'nun bilgilerine göre de, ''2012 yılında yurtiçi hampetrol üretimimiz 2.3 milyon ton olmuştur. Bu rakam ülkemiz toplam petrol üretiminin %73'üne karşılık gelmektedir. 

Bu üretimin %72'si Batman, %27'si Adıyaman ve %1'i ise Trakya Bölgesinden karşılanmıştır. 2012 yılında, Ortaklığımız doğal gaz sahalarından ise toplam 340 milyon sm³ gaz üretilmiştir. Bu üretimin, %96'sı Trakya, %3'ü Batman ve %1'i Adıyaman Bölgesinden karşılanmıştır.'' Son on yılda hampetrol arzı %12 oranında düşmüş, doğalgaz ise %91 oranında artmıştır. 2012'de hampetrol talebinin %9'u, doğalgaz talebinin de %1.6'sı yerli üretimle karşılanmıştır. Bölgede yapılacak çalışmalarla yer altı kaynaklarının rezervlerinin artması ihtimali yüksektir. Özellikle petrol, doğalgaz, kaya gazı konusunda yabancı şirketlerin bölgede arama yapmaları bunun en önemli göstergesi sayılabilir 
(Ş.4-Petrol arama ve işletme ruhsatları haritası). Güneydoğu Anadolu Bölgesi Üst Kretase ve Üst Miyosen'de iki büyük tektonizma geçirmiştir. GD Anadolu'da petrol Üst Kretase yaşlı Mardin Kireçtaşlarında bulunmakta, daha derindeki Paleozoik yaşlı kayaçlardan da az miktarda üretim yapılmaktadır. Bu kayaçlarda petrolü saklayacak olan hazne kayaçlar tespit edilememiştir. Bu bölgenin petrol, doğalgaz, şeyl gaz ve şeyl oil (şeyl petrol) açısından potansiyelinin ortaya çıkarılması için ciddi çalışmaların uzun yıllardır yapıldığı bilinen bir gerçektir. Bu konuda yapılmış birkaç çalışmayı aktararak bölge üzerinde önemle durulması gerektiğini tekrar dile getirelim. 1949 yılında bölgede çalışmalar yapan N. Egeran'ın bölgede petrol potansiyeli konusundaki düşünceleri aynen şöyledir: “Bu suretle, Raman petrol sahası memleketimizin kat'iyetle tesbit olunmuş bulunan ilk petrol sahası vasfını kazanmıştır. Bu saha, Suudi Arabistan'dan başlayarak Bahreyn, Kuveyt, Irak ve Güney İran petrol sahalarını içine alan İltivalar> jeolojik formasyon birliğinin memleketimizde Cizre'den Kilise kadar uzanan kısmına dâhil bulunmaktadır. Raman'daki jeolojik yapı, bahsi geçen petrol sahalarındaki yapıya az çok benziyor. Ancak, Raman'da Üçüncü Zamanın genç formasyonları aşınıp gitmiş bulunuyor ve bu yüzden daha derin horizonlarda petrol aramak icap ediyor… 

Görülüyor ki, meşhur Orta Doğu petrol yataklarının memleketimizde de devamını hemen bütün özelliklenle bulmak imkânsız değildir.'' PİGM'in 
sitesindeki bilgiler petrol aramaları konusuna açıklık getirmektedir. ''Ülkemizdeki petrol üretiminin tamamına yakını Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden sağlanmaktadır. Bu bölgemiz Alp–Himalaya Dağ Kuşağı'nın hemen güneyinde bulunmakla birlikte onun dışında kalır ve jeolojik olarak Arap Levhası'na dâhildir. Ancak bu bölgemiz dahi, jeolojik olarak, Arap Yarımadası'na bire bir benzemez ve o yüzden bizdeki petrol sahaları çok daha küçüktür. Ülkemizin jeolojik yapısı söz konusu ülkelere göre daha farklı ve karmaşık olup, fazla miktarda kırılmalara uğramıştır. Komşu ülkelerde petrol üretimi yapılan formasyonların önemli bir bölümü veya benzerleri Güneydoğu Anadolu bölgemizde de yer almaktadır. Ancak bu formasyonlar çoğu yerde yeraltında değil yüzeyde yer almaları sebebiyle atmosferik ve meteorik koşullara açık durumda bulunduklarından hidrokarbon depolanması yönünden elverişli değildir. Bu durum petrol potansiyelimizi olumsuz etkilemiş olup, keşfedilen küçük ölçekteki petrol sahaları ise kısa bir üretim safhasını takiben hemen suya dönüşebilmektedir. 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki yeni ve daha derin rezervlerin arama çalışmaları devam etmektedir.'' Ülkemizde 2012 yılı itibariyle petrol rezervimiz 294.8 milyon varil 

(43.200.000 ton) olup yeni rezervler bulunmadığı takdirde günümüz üretim miktarı ile yaklaşık 18 yıllık bir rezerv kalmıştır. Doğalgaz rezervi ise 
36.840 milyon m 'tür. Yeni sahalar keşfedilmemesi halinde 10 yıllık bir zaman içinde rezervler tükenecektir. 2013 yılında 2.4 milyon ton petrol ve 
555 milyon m3 doğalgaz üretimi yapılmıştır. 19542012 arasında toplam 3190 adet petrol ruhsatı verilmiş, günümüzde yürürlükte olan ruhsat sayısı 
380'dir. Bu yıllar arasında 229 arama üretim şirketi ülkede çalışmıştır. Bu şirketlerin 176'sı yabancı 53'ü de yerli şirkettir. Halen 25 yerli, 25 yabancı şirket 
faaliyet göstermektedir. 1934-2009 arasında toplam 3.071.141,6 metre arama sondajı yapılmıştır. 2009 yılında yapılan arama sondajı ise 88.907,2 metredir. 
Ham petrol sahalarının ortalama üretim derinliği 1500-3000 metre civarında olup, sondaj maliyetleri karada 2500-3000 metre civarındaki sondajlarda 35 
milyon dolar, denizlerde 1500-2500 metre civarında olan sondajlarda 5-30 milyon dolar, 2500 metrenin üzerinde ise 200 milyon dolardır. En fazla 
üretim yapan kuyu Diyarbakır'daki Batı Kayaköy14 kuyusu olup, günde 695 varil üretim yapılmaktadır. 1961'de Batman'da keşfedilen Batı Raman sahasındaki 268 kuyudan günlük 6908 varil petrol üretilmektedir. Ülkemizde açılan en derin kuyu Burdur Yuva Köy'de açılan 7216 metre derinliğindeki kuyudur. Bu kuyunun maliyeti 50 milyon dolardır. Güneydoğu Anadolu'daki tüm petrollü bölgeler ile doğalgaz ve şeylli hidrokarbonlar Doğu Anadolu'da, Erzurum (Pasinler, Horasan, Tekman), Malatya (Gürün), Muş (Tutak, Malazgirt), Kars (Tuzluca), Erzincan (Çayırlı), Tunceli (Çemişgezek) ve diğer bölgelerde bilimsel çalışmaların ışığında yeni teknolojiler kullanılarak aranmaya devam edilmelidir (Ş-5,6). 

(Ş.5. Kaynak: Jeo. Müh. D. S.39,1991) 

(Ş.6. Kaynak: valeuraenergy.com) 


1901 yılında Sultan Abdülhamid Han'ın emri ile yapılan çalışma sonrası Güneydoğu Anadolu ve güneyinde yani Osmanlı topraklarında büyük bir alanda petrolün var olabileceği ortaya konmuştur. 

Bugün için ülkemiz toprakları içinde yer alan Diyarbakır, Mardin, Siirt, Hakkâri, Bismil, Dicle, Bitlis ve Botan Çayları, Cizre, Hazro, Habur ve sınırlarımız dışında Kerkük, Musul, Erbil, Zaho, Süleymaniye, Bağdat, Kerbela, Felluce, Ramadi, Tikrit dâhil olmak üzere 65 noktada petrol olabileceği Alman mühendis Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi'nin yaptıkları arazi çalışmaları sonrasında padişaha sunulmuştur (Ş.7) 

(Musul ve Irak sınırı Lozan'da bir çözüme kavuşturulamamış, 1924'de Türk ve İngiliz heyetleri İstanbul'da konuyu görüşmek üzere toplanmışlar ve yine bir çözüm bulamamışlar, mesele Milletler Cemiyeti Konseyi'ne götürülmüş ve Milletler Cemiyeti 1925'de Musul'u İngiltere'ye vermiş ve 1926 yılında da Türkiye bu anlaşmayı imzalamak mecburiyetinde kalmıştır. 1936 yılında da Irak Krallığı ile imzalan anlaşma sonrası da bugünkü Türkiye-Irak sınırı çizilmiştir. Lozan'da savunulan Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alan Misak-ı Milli sınırları bir İngiliz oyunu ile elimizden alınmış oluyordu). 


(Ş.7. Abdülhamid Han'ın Petrol Haritası) 


Şu anda bir petrol ve doğalgaz ülkesi olmayan Türkiye büyük bir havzanın başlangıç noktası olarak dikkatleri üzerine çekmektedir. Bir taraftan 
yabancı şirketlerin petrol arama istekleri ve petrol kanu-nunda şirketler lehine yapılan değişiklikler, diğer taraftan denizlerde uluslararası aramalara önem verilmesi Kuveyt, Suudi Arabistan, İran ve Irak'tan sonra Güneydoğu Anadolu Bölgesini çok uluslu şirketlerin cazibe merkezi haline getirmiştir. 

Ancak unutulmaması gereken bir nokta da Ortadoğu'ya hâkim olmak isteyen güçlerin Türkiye'de petrol ve gaz hiç yokmuş gibi davranıp bizleri oyalamaları ve her zamanki ikiyüzlü politikalarıyla Türkiye'ye istediklerini yaptırmaları ve sonuçta Ortadoğu'ya tamamen hâkim olmalarıdır. 

İşte bu sebepledir ki, ülkemizin bütün enerji kaynaklarının tespitinde Türk bilim adamı ve mühendislerinin işlerin doğrudan içinde ve yönetiminde olmaları gerek-mektedir. Ülkemizdeki petrolün %99'u, doğalgazın yaklaşık %4'ü Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden karşılanmaktadır. 
2012 yılı doğalgaz üretimimiz 664 milyon 33 m , (2013 üretimi 555 milyon m ) ortalama günlük üretim de yaklaşık 1.8 milyon m olmuştur. Üretimin tüketimi, karşılama oranı %2'dir. En fazla üretim yapılan doğalgaz sahası Akçakoca sahasıdır (Düzce). Üç kuyudan günde 360 bin m3 üretim yapılmaktadır. Doğalgaz sahalarının ortalama üretim derinliği 225-3300 metredir. Petrol ve doğalgaz meydana geldiği ana kayacı terk ederek, bulunduğu yerden göç ederek farklı kayaçlar içerisine yerleşir. Bu göç sırasında oluşmuş olan petrol ve gazın bir kısmı ana kayacı terk etmeyerek orada kalır. İşte, şeyl gaz (shale gas), şeyl petrol (şhale oil) ana kayayı terk etmeyen ve oluştuğu kayaların gözeneklerinde kalan gaz ve petroldür. GD Anadolu'da Diyarbakır Hazro Bölgesi'ndeki kuyular-da ortalama 2500 metreler civarında içinde şeyl gaz ihtiva eden Dadaş Formasyonu kesilmiştir. Bu şeylli ve Siluriyen-Devoniyen yaşlı formasyon güne yimizdeki hidrokarbonlu Siluriyen-Devoniyen yaşlı kayaçlarla benzerlik göstermektedir. Bölgede çalışmaların ciddi şekilde devam etmesi neticesinde 
çok olumlu sonuçlar alınabileceği bilimsel bir gerçektir. GD Anadolu, Doğu Anadolu, Sivas, Tuz Gölü, Batı Karadeniz ve Trakya Havzaları'nda şeyl 
gazı rezervleri olduğu bilinmektedir. Türkiye'de şeyl gaz rezervinin bazı bilimsel makalelerde 13 trilyon m3 olduğu, üretilebilir kaya gazı rezervinin de 1.8 trilyon m3 (63.5 trilyon kübik feet) olduğu iddia edilmektedir. EIA/ARI Haziran 2013 raporunda Türkiye'de GD Anadolu'da Siluriyen-Devoniyen yaşlı denizel Dadaş Formasyonu'nda 129,8 Tcf riskli (3679 3 trilyon m ), kazanılabilir 17,1 Tcf (475 milyar m3) şeyl gazı olduğu yazılmaktadır. Ayrıca bölgede 91,3 milyar varil riskli (13 milyar ton) ve kazanılabilir 4,57 milyar varil (700 milyon ton) petrollü şeyl bulunmaktadır (Ş.8). 

(Ş.8. Kaynak: EIA)

TÜRKİYE MADEN REZERVLER (Görünür + Muhtemel) 


Maden Cinsi Rezerv (Gör+Muh) (Ton) Açıklamalar 
Altın 700 Au İçeriği 
Alünit 4.000.000 %7.54 K2O 
Antimuan 103.306 Sb içeriği 
Asfaltit 82.000.000 AİD.2896-5536 Kcal/kg 
Asbest 29.646.379 Değişik lif boylarinda, lif yüzdesi %4 ' un üzerinde 
Bakır 1.786.000 Metal Cu 
Barit 35.001.304 %71-99 BaSO4 içerikli 
Bitümlü Şist 1.641.381.000 OrAID.541-1390 Kcal/kg 
Bentonit 250.543.000 Sondaj+Döküm+Ağartma 
Boksit 87.375.000 %55Al2O3 (25 667 000 ton metal Al) 
Bor 3.066.300.000 % 24.4-35B2O3 içeriği 
Civa 3.820 Metal Hg 
Çinko 2.294.479 Metal Zn 
Demir 122.000.000 %55Fe ( 82 458 750 ton metal demir) 
Diatomit 44.224.029 İyi kalite 
Disten 3.840.000 % 21-52 Al2O3 
Dolomit 15.887.160.000 % 15 MgO ve üzeri 
Feldspat 239.305.500 Albit ve Ortoklaz 
Fosfat 70.500.000 % 19 P2O5 
Fluorit 2.538.000 % 40-80 CaF2 İçeriği 
Grafit 90.000 % 2-17 Sabit karbon içerikli, zenginleşebilir 
Gümüş 6.062 Metal Ag 
Kaolen 89.063.770 % 15-37 Al2O3 
Kaya Tuzu 5.733.708.017 % 88,5 üzeri NaCl ( 200 000 000 tonu göl rezervi) 
Kil (Ser+Ref) 354.362.650 Seramik+Refrakter 
Krom 26.000.000 % 20 üzeri Cr2O3 
Kurşun 860.387 Pb İçeriği 
Kuvars Kumu 1.307.414.250 % 90 Üzerinde SiO2 
Kuvarsit 2.270.287.821 % 90 Üzerinde SiO2 
Kükürt 626.000 % 32 S içeriği 
Linyit 13.300.000.000 AID.868-5000 Kcal/kg 
Lületaşı 1.483.000(sandık) İyi, orta kalite karışık 
Manganez 3.200.000 % 34.54 Mn (Metal Mn içeriği 1 576 000 ) 
Mermer 5.161.000.000 m3 Toplam Potansiyel Rezerv 
Manyezit 111.368.020 % 41-48 MgO içeriği 
Perlit 5.690.027.600 Değişik genleşme oranlarında 
Pomza 1.479.556.876 m3 İyi Kalite 
Profillit 6.644.000 Seramik+refrakter+ çimento 
Sepiolit 13.546.450 % 50 üzeri Sepiolit 
Sodyum Sülfat 16.536.000 % 81 NaSO4 (13.040.000 ton göl suyu rezervi) 
Stronsiyum 665.082 % 72 Üzeri SrSO4 içerikli 
Talk 482.736 İyi kalite 
Taşkömürü 1.126.548.000 İyi kalite 
Trona 836.317.680 % 56 ve üzeri Trona 
Toryum 380.000 % 0.24 ThO2 
Uranyum 9.129 % 0.05-0.1 U3O8 
Wolfram 36.719 Metal W 

(Ş-9 Kaynak: MTA-2013) 

Türkiye, genel olarak maden kaynakları bakımından çok zengin bir ülke değildir. Buna rağmen kendine yetecek cevherlerinin yanı sıra krom, bor, demir, mermer, trona, toryum, NTE, manyezit, profillit, feldspat, boksit, perlit, pomza, asfaltit, linyit cevherleri bakımından önemli potansiyele sahip bulunmaktadır (Ş.9). Ne var ki, bu maden yataklarını çok olumlu kullanamadığımız da bilinen bir ger-çektir.. Zira madenler ham olarak satılmakta, tesisler yenilenmemekte, yeni tesisler uzun yıllardır kurul-mamakta ve cevherlere dayalı yarı mamul ve mamul madde tesislerine yatırım yapılmamaktadır. 

Uzun yıllardır madencilikteki takip edilen politika; madenlerin yerinden çıkarılması ve de satılarak para kazanılması şeklinde olmuştur. Devletin yatırımlardan tamamen çekilmesi ile de durum değişmemiş ve hatta daha da içinden çıkılamayacak bir duruma gelmiştir. Kısacası günümüzde bu politikalar devam ettiği sürece fabrika yapacak sanayi tesislerinin kurulması mümkün görülmemektedir. Diğer taraftan, maden yatakları yönünden böylesine az 
rezervlere sahip olmamızın sebebi ise bulunduğumuz coğrafyanın jeolojik yapısıdır. Doğu ve GD Anadolu Bölgeleri'nde bulunan maden kaynaklarımızı 
anlatarak bölgenin potansiyelini açıklamaya çalışalım. Biz bölgedeki işletilen, işletilmeyen bütün maden yataklarının görünür + muhtemel + mümkün(Müm) + jeolojik toplam potansiyel rezervlerini aktaracağız. Rezerv ve rezerv gruplarının tanımları da şöyledir: 

Rezerv: Bir maden yatağından ya da havzasında henüz işletilmemiş maden miktarının kısa vadede ekonomik olan ve belirlilik gösteren kısmı. Yani madenin tabii haldeki miktarı. 

Görünür rezerv (G): Dört tarafı tespit edilmiş ve hata sınırı ±%10 olarak kabul edilmiş, hazırlık ve işletme projeleri yapılabilen rezervdir. Bu rezerv türünde, madenin yataklanması, jeolojik ve tektonik etkenler, madenin kalitesi ile dağılımı ve rezerv sınırlarının belli olması gerekmektedir. 

Muhtemel rezerv (Muh): İki boyutu ile belirlenmiş ve devamlılığı konusunda görünür rezerve göre daha büyük risk taşıyan cevher yatağıdır. Kuyu, yarma, galeri faaliyetlerinin ve sondajların geniş aralıklarla yapılması neticesinde devamlılığı ve sınırları kesin olarak belirlenmemiş rezerv türüdür. Hata sınırı ±%20-40 arasındadır. 

Mümkün rezerv (Müm): Boyutları hiçbir şekilde belirlenmemiş, varlığı ancak tahmin edilen jeolojik ve jeofizik çalışmalara dayanılarak hesaplanan rezerv. 

Potansiyel rezerv: Varlığı tespit edilmemiş ve teknik, ekonomik sebeplerden dolayı o gün için işletilmesi mümkün olmayan rezerv. Jeolojik rezerv: Varlığı bilinen görünür, muhtemel, mümkün rezervlerin toplam miktarıdır. 


DEMİR CEVHERİ : Bölgede işletilen ya da işletilmeyen (ileride işletilebilecek) %19.8-55 Fe, %52-62 Fe 0 , %10 55.38 Fe 0 tenörlü G+Muh.+Müm. Toplam 
34 

1.047.881.027 ton demir cevheri bulunmaktadır.Türkiye'nin en büyük demir yatakları Sivas-Malataya-Erzincan'da bulunmaktadır. 

Hekimhan-Deveci sideritleri ve Hekimhan-Hasançelebi manyetit yatakları ile birlikte Divriği Türkiye'nin uzun yıllar ihtiyacını karşılayacak rezervlere sahiptir. Ancak bazı yataklar emprute ve düşük tenör sebebiyle bugün için işletilememektedir. 

MALATYA : (Hekimhan, Kuluncak,Doğanşehir) %38-55 Fe tenörlü 55.715.000 ton G+Muh. rezerv, %10-15 Fe O tenörlü 42.350.000 ton G+muh rezerv ve Hasançelebi'de teknolojik sebeplerden ötürü işletilmeyen %15.04 Fe tenörlü (%30 Si0 , %72 Ti, %0,06 P tenörlü) 865.000.000 ton rezerv bulunmaktadır. 

ELAZIĞ : (Aşvan, Baskil) %31.88-%54.49 Fe tenörlü 314.318 ton G rezerv 

ERZİNCAN : (Ilıç-Çaltı) %52-%63 Fe 0 tenörlü 533.500 ton G+Muh. rezerv. Kemaliye-Bizmişen'de %53 Fe 0 tenörlü 23.769.209 ton demir cevheri örtü 23 sebebiyle işletilememektedir. 

BİNGÖL : (Genç-Avnik, Koşal, Gonaç Tepe, Haylan Dere) %53,1 Fe, %0,95-%011 apatit tenörlü 44.500.000 ton apatitli manyetit, %59,42 Fe tenörlü 
12.6 milyon ton demir cevheri, %46,68-%51.64 Fe, %1.8-%1.99 apatit tenörlü 2.000.000 ton G+Muh+Müm rezerv. Buradaki problem cevher içinde %0.012-%2.26 P 0 ve %0.46-%2.09 Ti0 25 2 bulunmasıdır. 

VAN : (Bahçesaray-Çaldıran) %24 Fe tenörlü 363.000 ton G+Muh, %19.8 Fe tenörlü 106.000 ton G+Muh, %44.5 Fe tenörlü 630.000 ton G+Muh. rezerv. 
BAKIR-KURŞUN-ÇİNKO : Bölge, toplam 92.789.587 ton G+Muh+Müm bakır, kurşun, çinko rezervine sahiptir. 

MALATYA : (Yeşilyurt) %6 Pb tenörlü, %19.8 Zn tenörlü 10.000 ton G+Muh+Müm rezerv. 

ELAZIĞ : (Keban, Ergani, Baskil, Sivrice) %4.51 Pb, %5.28 Zn tenörlü (100 gr/t Ag) G+Muh+Müm. 

1.135.300 ton, %1.39 Cu tenörlü G (%20.20 pirit, %12.54 S) 3.500.684 ton rezerv (202.828 metal bakır, yatak terk edilmiştir.), %2 Cu tenörlü G+Muh 
5.000.000 ton, %0.092 Cu tenörlü 4.500.000 ton G+Muh (%0.014 Mo, %0.054 W), %0.026 Cu tenörlü G+Muh 4.228.303 ton, %1.34-%3 Cu tenörlü 781.000 ton rezerv. 

ERZURUM : (İspir) %0.31 Cu tenörlü (%0.022 Mo) 73.600.000 ton Müm. rezerv. 

BİNGÖL : (Genç) %45 Pb-Zn tenörlü 21.600 ton G+Muh. rezerv. 

BİTLİS : (Narlıdere) %12.7 Pb, %34.4 Zn, (%0.13 Cd) tenörlü 14.000 ton Muh+ Müm. rezerv. 
KROM : Sadece Elazığ İli dahilindeki, krom yatakları Türkiye krom rezervinin yaklaşık %45'idir. Bölgenin toplam krom rezervi 11.502.060 G+Muh+Müm tondur. 

MALATYA : (Hekimhan) %42 Cr O 169.760 ton G+Muh+m+Müm. rezerv. 

ELAZIĞ : (Guleman, Kapin, Kef, Aypınar) %35 Cr O tenörlü ve üzeri 500.000 ton G+Muh rezerv, %15-%35 tenörlü 7.000.000 ton G+ Muh+Müm. rezerv. 

ERZİNCAN : (Refahiye, Ilıç, Çayırlı, Tercan) %1054 Cr O tenörlü 4.000.000 ton G+Muh+Müm  rezerv. 

ERZURUM : (Aşkale) %20-%52 Cr O tenörlü   300.000 ton G+Muh rezerv. 

TUNCELİ : (Pülümür) %42-%54 Cr O tenörlü 32.300 ton G+Muh+Müm rezerv. 
ALTIN : Bölgede şimdilik bulunan rezerv yaklaşık 71.651.000 ton ve 9.000.000 m G+Muh rezerv vardır. (100-120 ton + 100 ton altın) 

AĞRI : (Diyadin-Mollakara) 100 ton civarında altın olduğu tahmin edilmektedir. 

ELAZIĞ : (Keban) 1.2 gr/t Au tenörlü (142,9 gr/Ag) 51.300 ton G+Muh rezerv 

ERZİNCAN : (Ilıç-Çöpler) 1.7 gr/t Au tenörlü 71.600.000 ton rezerv (yaklaşık 100-120 ton altın) 

KARS : (Kağızman-Darphane, Zaraphane) 0.1 gr/m Au tenörlü 9.000.000 m rezerv. FOSFAT : Yüksek demirli toplam 116.037.596 ton G+Muh rezerv bulunmaktadır. 

BİNGÖL : (Avnik) %0.67-%12.96 P O 2 5 tenörlü (%16-%59.42 Fe O ) 109.197.696 G+Muh rezerv.


BİTLİS : (Ünaldı) %8.5-%4.40 P O tenörlü (%15 Fe O ) 6.899.900 ton rezerv. Cevher işletilmemektedir. 

MERMER : İki ilimizdeki mermer rezervi 45.031.800 tondur. 

ELAZIĞ : (Alacakaya-Altınoluk, Elazığ Vişnesi) 40.500.000 ton. (15.000.000 m ) Ofiyolitik melanjın içinde tektonik breş şeklinde bulunur. İç dış kaplama ve dekorasyonda kullanılır. 

ERZURUM : (Karayazı) 4.531.800 ton. 
MANYEZİT : Bölgenin toplam manyezit rezervi G+Muh+Müm. 6.152. 829 tondur. 

ERZİNCAN : (Çayırlı, Refahiye) %45-%46 MgO tenörlü 4.875.729 G+Muh, %44.83 MgO tenörlü 421.850 ton G+Muh+Müm rezerv. 

ERZURUM : (Aşkale) %45-%46 MgO tenörlü 390.250 ton G+Muh rezerv. 

KARS : (Kağızman) %45 MgO tenörlü 465.000 ton Müm rezerv. MANGANEZ : 139.950 ton G+Muh. mangan rezervi. 

ERZİNCAN (Çayırlı, Ilıç) %52 Mn tenörlü 100.000 ton G+Muh, %38.3-%43.9 Mn tenörlü 8.950 ton G+Muh rezerv. 

ERZURUM : (Oltu) %51 .6 Mn tenörlü 31.000 ton Muh rezerv. 

PROFİLLİT : Dünyanın önemli yatakları arasında bulunmaktadır. Seramik, refrakter ürünlerin yapımında, boya, lastik ve kozmetik ürünlerinde dolgu maddesi olarak kullanılmaktadır. Rezerv 10.672.992 tondur. Diğer taraftan yapılan yeni çalışmalar neticesinde de toplam rezervin 20.221. 700 ton olduğu belirlenmiştir. 

MALATYA : (Pütürge) %13-%33 Al O tenörlü5.988.992 ton G, 6.500.000 ton Muh ve %13-%19 Al O tenörlü G+Muh 184.000 ton rezerv.

VERMİKÜLİT : Fe, K, Na, sulu Mg, Al, Fe silikat mineralidir. Toplam rezerv G+Muh +Müm 2.391.342 ton. 

MALATYA : (Darende-Kuluncak) % 0.35 vermikülit 2.175.192 ton G+Muh, 216.150 ton Müm. rezerv. 
DİSTEN: Al SiO . Isıya dayanıklı olduğu için refrakter sanayinde kullanılmaktadır. Toplam rezerv 2.971.945 ton. 

BİNGÖL : (Genç) %5-%25 disten, %26 Al O tenörlü 140.000 ton Muh rezerv. 

BİTLİS : (Hürmüz, Orsak, Bayramalan, Arzivik) %25-%41, %40 Al O tenörlü 2.831.345 ton G+Muh. rezerv. 
ASBEST (Amyant) : Mg Si O (OH) . Toplam rezerv 820.090 ton. 

BİTLİS : (Destuni, Eğri) %1-%15 asbest 517.660 ton G rezerv 

ERZİNCAN : (Ilıç) %1- %80 asbest 53.300 ton G, 5.300 ton Muh, 213.830 ton Müm. rezerv. 

AĞRI : (Abuzeyit, Cuma Çay) 30.000 ton Muh rezerv. 

BARİT : Yoğunluğunun yüksek, basınca ve ısıya karşı stabil, aşıdırıcılığının düşük olmasından dolayı sondaj sektöründe kullanılmaktadır. 
Toplam rezerv 3.235.000 tondur. 

MUŞ : (Merkez Bilir, Kasar, Kızılkilise Köyleri) %94 BaSO 4 tenörlü 3.235.000 G+Muh+Müm. rezerv. 
DİYATOMİT : SiO2 H O (Kizelgur) 2

(Mg,Fe,Ca,Na,K,Al oksit) Dolgu malzemesi, absoben, aşındırıcı, gübrelerde taşıyıcı ve topraklanmayı önleyici olarak hafif yapı 
malzemesi ve izolasyonda kullanılır. Rezerv 114.500.000 tondur. 

ERZURUM : (Tortum) orta iyi kalite 114.500.000 ton Muh+Müm. rezerv. 
PERLİT : İnşaat, tarım ve sanayi sektörlerinde, ısı yalıtımında, seramik ve cam sanayinde, ısı yalıtımında, ilaç ve kimya, gıda ve demir çelik sanayinde kullanılır. Bölgedeki toplam rezerv 4.860.432.147 ton G+Muh+Müm+Jeo rezervdir. 

ERZİNCAN : (Molla Tepe) İyi kalite 71.500.000 ton Muh rezerv. 

ERZURUM : (Pasinler) Orta-iyi kalite 116.552.147 ton G+


..

1 Mart 2015 Pazar

Türk-Yunan ilişkileri iyiye mi gidiyor?



Türk-Yunan ilişkileri iyiye mi gidiyor?



4 Mart 2000 Cumartesi 

"İSTEDİĞİNİ SÖYLEYEN, İSTEMEDİĞİNİ İŞİTİR..."


Türkiye'yi derinden yaralayan 17 Ağustos 1999 depremi ve bunu takibeden günlerde meydana gelen Atina Depremi esnasında komşu Türk ve Yunan yardım heyetlerinin birbirinin yardımına koşması iki millet arasında gerçek bir yumuşama ve dostluk havası yarattı.

Bunu; Kasım ayında İstanbulda yapılan AGİT Zirvesi ve Aralık ayında Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği Zirvesi 'nde Türkiye lehinde alınan kararlara Yunanistan'ın istemeyerekte olsa katılması takip etti. 40 yıl aradan sonra iki ülke Dışişleri Bakanlarının karşılıklı ziyaretleri; yapılan görkemli karşılama törenleri; söylenen güzel sözler; uzatılan zeytin dalları; karşılıklı müzisyenlerin konserleri; şimdilik çok basit birkaç konuyu kapsasa da imzalanan antlaşmalar; ve verilen sözler Türk kamuoyunda olduğu kadar batı kamuoyunda da şaşkınlık yarattı.
Acaba gerçekten barış geliyormu ? Dünyanın bu en kritik bölgesini paylaşan iki ülke aralarındaki Ege Denizi gerçek bir barış denizimi oluyor ? soruları sorulmaya başlandı.

Hangi sebeple olursa olsun 4 Mart 2000 tarihinde iki ülke ilişkilerinin geldiği nokta sevindiricidir. Ama yeterli değildir. Hernekadar iki ülke arasındaki büyük sorunlarda şu ana kadar hiç bir somut ilerleme görülmesede, başlayan ve devamında büyük yarar olan dialog süreci çok önemli bir gelişmedir.

25 Şubat'ta İstanbulda yapılan Türk-Yunan İş Konseyi Toplantısı çerçevesinde 120 Yunanlı işadamı ile gerçekleştirilen çalışmalarda ilişkilerin ekonomik alandaki geleceği açısından çok iyimser bir havanın doğmasına sebep olmuştur. Yunan dostluğu yeni bir moda yaratmıştır. Yuınan müziği çalan ve Yunan mutfağını sergileyen tavernalar pek revaçta. Tabaklar kırılıyor. Sirtakiler oynanıyor. Yunan müziği ile halaylar çekiliyor.

Gerçekten aradığımız ve iki tarafında ihtiyacı olan bu dostluk rüzgarlarının halkın içinden dalga dalga büyüyerek iki ülkeyi kaplaması en büyük dileğimiz. Bu şekilde dünyanın merkezinde yer alan bu iki ülke, sahip oldukları doğal zenginlikleri birbirine düşmanlık için değil, kendi halklarının yararına kullanma imkanına kavuşurlar.

Yunanlılarla ilişkilerimiz 1395 Niğbolu Zaferi ile başladı. Yıldırım Bayazıt 1397'de Atinayı zaptetti. Evranos Bey komutasındaki Osmanlı akıncıları Mora'nın işgalini tamamladılar. Yıldırm Bayazıt Timura yenilince Yunanlılara topraklarını iade ettik. İkinci işgal ve kesintisiz Türk hakimiyetine giriş 1446'da Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleşti. Buradan başlayarak Mora'da ilk istiklalin ilan edildiği 1830 yılına kadar tam 433 yıl Yunanlılar, Türk hakimiyeti altında ve çok uyumlu bir teba olarak yaşadılar. Birçok ortak yanımız oldu. İnsanlarımız kaynaştı. Kültürlerimiz yakınlaştı. Birbirimize benzedik.

Bilindiği gibi; Yunan MEGAL -İ iDEA'sının temelinde(Büyük Yunanistan Hedefi) "Doğu Roma İmparatorluğunun bir Grek, yani Yunan Devleti olduğu ve bunun mirasçılarının da son çağ Yunan Devleti olduğu " iddiası ve yalanı vardır. 19 ncu Yüzyıl tarihçilerinin" Osmanlıyı çökertmek ve İmparatorluk içinde milliyetçilik akımlarının yayılarak çöküşü hızlandırmak "için ortaya attıkları bu yalana, Yunanlı yöneticiler bütün Yunan halkını inandırmışlardır. Bu iddia ile başlayan" Büyük Bizans" hayali birbuçuk asır boyunca ders kitaplarında yer almıştır. Yunan milleti 150 yıldır; birlik, beraberlik ve bütünlüğünü hayali Türk tehlikesi ile ayakta tutmaktadır. Yunan yönetimine hangi iktidar gelirse gelsin; bu büyük idealin elde edilmesi ilk hedeftir. Bu hedefe giden yolu tıkayan Türkler; tarihi ve en büyük düşmandır.

Bugünkü Yunan milleti; Osmanlı'ya karşı kullanılmak üzere Çarlık Rusyası başta olmak üzere İngiltere ve Fransa'nın desteği ile yaratılmıştır. Bu üç ülke Yunanlıyı güçlendirmek üzere her alanda birbirleri ile yarışmışlardır. Bunda da başarılı olmuşlardır. Bizansın hakiki sahipleri olan Anadolu Rumları'nın bugünkü Yunanistan Rumları ile dilleri dışında hiç bir bağlantıları ve ortak yönleri de mevcut değildir. Bu gerçek tarih kitaplarında pek çok belge ile ispat edilmiştir.

Yunanistan'ı ve Yunanlıyı ayakta tutan en büyük faktör hala sürdürülen"geleneksel Türk düşmanlığı"dır.

Çözüm bekleyen Türk-Yunan sorunlarına bir bakalım. Bilindiği gibi, bu sorunlar 1821'de bağımsızlık ayaklanmaları ile meydana çıkmış, 1829da Mora'da istiklallerini ilanı müteakip değişik şekillerde ve artarak günümüze kadar gelmiştir.

1923 Lozan Barışı; 1930'da başlayan Atatürk - Venizolos dostluğu; 1935'lerde başlayan Balkan Antantı içindeki birliktelik; 1941 de Almanlar tarafından istila edilen Yunan halkına acılı günlerinde uzatılanTürk dostluk eli ve yardım faaliyetleri; Nato'ya dahil olarak müşterek düşmana karşı ayni pakt içinde mütefik oluşumuz; Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı olan düşmanca tutum ve davranışını değiştirmemiştir.

Türk halkıda; 15 Mayıs 1915-9 Eylül 1920 arasındaki Anadolu saldırısında Yunanlıların Türk halkına karşı yürüttüğü acımasız ve haksız tutumu unutmamıştır. Yine ayni şekilde 1963-1974 arasında Kıbrıs Türk Toplumuna karşı sürdürülen planlı soykırımı da unutmamıştır. Buna rağmen Türkiye ; Yunan düşmanlığını hiçbir zaman ve hiçbir platformda dile getirmemiştir ve bunu dış ve iç politikasına alet etmemiştir. Bilakis ; Atatürk'ten itibaren "Türk ve Yunan Halkları arasındaki dostluğun her iki ülkenin yararına olacağı ve bundan her iki tarafında sayısız maddi ve manevi kazançları olacağı" her zeminde dile getirilmiştir. Bütün uygulamaları ve gayretleri bunu gerçekleştirecek diyalogların başlaması yönünde olmuştur.

Oysa Yunan tarafı; kendisine uzatılan bu dostluk elini her zaman ve her yerde geri çevirirken "geleneksel Türk düşmanlığı" Yunanlı ve Türklerin iştirak ettiği bütün zeminlerde açıkça dile getirilmiştir. Bütün dünyanın gözü önünde ceryan eden bu olaylara tanık olmayan ülke sayısı pek azdır.

2000 li yıllara gelindiğinde; önce bağımsız Yunanistan'ın ,bilahare Büyük Bizans İmparatorluğu'nun kurulmasına kadar giden Megal-i İdea'nın on hedefinden yedisi gerçekleşmiştir. Türk -Yunan sorunlarının kaynağında bu hedeflere ulaşma azim ve iradesi yatmaktadır. Bugüne kadar sağlanan bütün yumuşama ve yakınlaşmaya rağmen sorunların çözümü istikametinde hiçbir ileri adım atılmamıştır. Üzerinde hiç konuşulmayan ve dialog süreci içinde daha yer alamayan ve herbiri başlıbaşına iki ülkeyi sıcak savaşa sürükleyebilecek sorunlar ana başlıkları ile şunlardır.

1. Ege Hakimiyeti Sorunları
- Antlaşmalara aykırı olarak Ege adalarının silahlandırılması
- KARASULARI'nın genişletilmesi
- EGE KIT'A SAHANLIĞI
- Uçuş Kontrol Hattı (FIR HATTI)
2. Nato Komuta Kontrol Sorunları
3.Azınlıklar ve Batı Trakya Türk Halkının durumu
4. Kıbrıs sorunu


Son günlerde başlatılan ve devam edeceği değerlendirilen dialog süreci sonderece yararlıdır ve Türkiyenin yıllardır uyguladığı tezine uygundur. Türkiye sorunların çözümü için "iki ülkenin dialog süreci ile birlikte bir uzlaşma zemini araması ve sorunların iki ülkenin birlikte çözmesi gerektiğini "daima istemiştir. Oysa Yunanistan; dialogtan devamlı kaçınmıştır. Kendisine uzatılan eli israrla geri itmiştir. Sorunların çözümünü;" dialog ve karşılıklı uzlaşma ile değil ,sorunların uluslararası platformlara taşınarak ,bu platformlarda Türkiyeye Helen Uygarlığı hayranı olan diğer ülkelerle birlikte baskı uygulayarak alacağı desteklerle çözmeği" hedef almış ve uygulamıştır. "Türkiyeyi her alanda uzlaşmaz gösterip, devamlı baskı ile bunaltmak" geleneksel politikası halini almıştır.

Şu anda gelinen noktada sorunların çözümüne ilişkin ortada herhangi bir yeşil ışık görülmemektedir. Yunanlı yine ayni Yunanlı'dır. Müzikte, sporda, eğlencede dostluğa "evet" demekte ve fakat yine" tek düşmanım Türkiyedir"diyebilmektedir. " Yunanistanın savunması doğuya, yani Türkiyeye karşıdır" tezinide israrla vurgulamaktadır.

30.000 Türk'ün katili olan PKK. başının Yunanistan Büyükelçiliğinde ele geçirildiği ve Kıbrıs Rum Kesimi pasaportu taşıdığı unutulmamıştır. Basınımızın ve muhteşem ratingli Televole proğramlarının yarattığı aşırı iyimser havaya bakılarak ortaya çıkan iyimser tablo bizi yanıltmamalıdır. Dialogun başlaması sorunların çözümü için iyi bir yola girdiğimizi gösterir. Fakat bu yolun oldukça engebeli ve zor olduğu unutulmamalıdır.

Bütün yetişme şartlarının Yunanlı politikacıları Türk düşmanlığına yönlendirmesi gerçeğine rağmen; bu politikacıların sokaktaki sade vatandaşının sesine kulak vermesi, iki ülke halkları arasında başlayan yakınlaşmayı anlayarak, Türk Düşmanlığı üzerine inşa ettikleri milli politikalarını bir kere daha gözden geçirmeleri gerekmektedir."Türk düşmanlığının mı ? yosa Türk dostluğunun mu ? ülkelerinin yararına olacağının hesabını yapmalıdırlar.

Sanırım aklıselimini kullandıkları takdirde doğru yolu bulabileceklerdir. Burada Türkiye'ye düşen en önemli görev; yıllardır başlatmayı arzulayıp bir türlü muvaffak olamadıkları ve şimdi sahip oldukları "dialog süreci" nin durdurulmasına va aksamasına kesinlikle imkan tanımamalarıdır. Bu süreç; her halükarda ve her platformda devam ettirilmelidir. Sonunda Yunanlı politikacılar da Yunan halkının seviyesine inerek dostluk ve barışın erdemini göreceklerdir.

150 yıldır beyinleri Türk düşmanlığı ile yıkanan Yunan tarafının bu fikirlerinden kolaylıkla vazgeçemeyeceklerini, bunun zamana bağlı olduğu bilincinde olarak adımlarımızı temkinli ve dikkatli olarak atmak zorunlulunda olduğumuzu unutmamalıyız...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
4 Mart 2000 Cumartesi


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=19




BAKÜ & CEYHAN PETROL BORU HATTI



BAKÜ & CEYHAN  PETROL BORU HATTI




16 Şubat 2000 Çarşamba 

"TARİHTE BÜYÜK BAŞARILAR KAZANMIŞ İNSANLARIN ÇOĞU,
ACIMASIZCA ELEŞTİRİLMİŞ ANCAK SEBAT ETMİŞ KİMSELERDİR."


17-19 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbulda yüzyılın son AGİT ( Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) Zirve Toplantısı yapıldı. Türkiye'nin başarılı evsahipliğinde gerçekleştirilen ve 62 ülkenin en üst düzey yöneticileriyle katıldığı bu tarihi zirvede ülkemizi yakından ilgilendiren iki önemli gelişme oldu.

Bunlardan birincisi; zirveye katılan Avrupa Birliğine üye ülkelerin yetkililerinin ağzından Avrupa Birliğine Aday Adayı ülkeler arasında yer alacağımıza dair yeşil ışık yakılmasıydı. Bu kararın alınmasında ABD'nin ve özellikle Başkan Clinton'un verdiği büyük destek önemli rol oynadı. İstanbul Zirvesinde alınan karar 12 Aralıkta Helsinkide toplanan Avrupa Birliği üyelerince teyid edildi. Bu şekilde ülkemiz için yeni bir süreç başlamış oldu. 600 yıldır dolaştığımız Avrupa evinin bahçesinden eve girerek kabul salonuna oturduk. Şimdi kabul salonundan eve girebilmek için yapılması gereken hususlar üzerinde çalışmalara başladık. Hayırlı olsun...

İkinci önemli konu;" yıllardır görüşmeleri devam eden ve fakat nasıl neticeleneceğine dair berraklık bulunmayan BAKÜ-CEYHAN PETROL BORU HATTI ile ilgili andlaşmanın imzalanarak fiilen uygulama faaliyetlerinin başlatılması " idi. Bu konuda da yine ABD'nin desteğini ve rolünü unutmamak gerekir. Konu sadece bizi ve boru hattını kullanan ülkeleri ilgilendirmiyor. Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan bütün kalburüstü ülkeleri bu karardan olumlu veya olumsuz, ama mutlaka etkileneceklerdir. Yani uluslararası sorun olmaya yatkın bir konudur. Bu bakımdan fikrimizi açıklamayı ve vatandaş olarak uyarı görevimizi yerine getirmeyi uygun buluyorum.

Hazar Denizi petrol havzasında üretilen petrolleri Gürcistan ve Türkiye üzerinden taşıyarak Ceyhan'da dünya pazarlarına ulaştıracak olan PETROL BORU HATTI ANDLAŞMASI 18 Kasım 1999'da Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Türkmenistan Devlet Başkanları tarafından imzalandı. ABD Başkanı ise şahit ülke sıfatı ile katıldı ve bir bakıma ABD'nin bu anlaşmanın hayata geçirilmesinin teminatı olduğu izlenimini verdi. 15 Şubat 2000 tarihinde Beyazsarayda Clinton ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar ALİEV arasında yapılan görüşme sonrasında yapılan resmi açıklamada " ABD verdiği desteğin arkasında olduğunu" bir kere daha kamuoyuna açıklamıştır. Bu destek projenin hayata geçirilmesinde hayati önemi haizdir.

İstanbul'da toplam dört ayrı antlaşma imzalanmıştır. Bunlar;
 - Hükümetler Arası Antlaşma
 - Geçiş Ülkeleri Antlaşması
 - Ev Sahibi Ülkeler Antlaşması
 - Hükümetler Garanti Antlaşması'dır.

Ayrıca Türkmenistan doğalgazının ayni güzergahtan aktarılması ile ilgili bir diğer antlaşmada bu toplantıda parafe edildi. İstanbuldaki görkemli imza töreni ile hukuki çerçevesi çizilen andlaşmalar ülke parlamentolarının onayı ile yürürlüğe girecek ve siyasallaşacaktır..

PROJEYE AİT TEKNİK BİLGİLER ŞU ŞEKİLDEDİR;


 - 2.5 Milyar dolara malolacak inşaat sonunda 2004 Nisan ayında boruhattından Ceyhan'a 45 milyon Ton/Yıl
 akaryakıt pompalanabilecek.
 - Hattın 1307 Km.'si Türkiyede,225 Km.'si Gürcistan'da,468 Km.'si Azerbaycan'da bulunacak,
 - Türkiye yılda 100 milyon Dolar ulaştırma payı alacak,
 - Ceyhan'da bir deniz rafinerisi kurulacak,
 - Bölgede 4 trilyon dolarlık petrol ve doğalgaz ticari meta haline dönüşecek,
 - 2010 yılında Azerbaycan 10 kat, Türkmenistan 7.5 kat.Kazakistan 6.5 kat zenginleşecektir.Bu zenginlik
 Türkiye için önemli bir ticari potansiyel yaratacaktır.

Bu antlaşmaların ekonomik yönünden ziyade siyasi yönü önem kazanmaktadır. Doğal hammadde kaynakları zengini olan Türk Cumhuriyetleri Rusya'nın başını çektiği Bağımsız Devletler Topluluğuna kurucu üyedirler. Bu devletler; bundan 15 gün önce Moskovada yapılan Bağımsız Devletler Zirvesinde son derece ılımlı bir tavır sergilemelerine rağmen bu andlaşma ile siyasi tercihlerini resmen batıdan yana koyduklarını ilan etmişlerdir.Boru Hattı vasıtasıyla Türkiye üzerinden doğrudan Avrupa'ya, yani batı dünyasına bağlanacaklardır. Batı ise bu yol ile Türk Cumhuriyetleri üzerinden Kore'de Japon Denizine bağlanacaktır. Bir nevi kağıt üzerindeki AGİT sınırı fiilen gerçekleşecektir.

BU HAT TÜRKİYEYİ 21 NCİ YÜZYILIN STRATEJİK ENERJİ KAYNAKLARI MERKEZİ HALİNE GETİREREK ÖNEMİNİ BİR KAT DAHA ARTTIRACAKTIR.

DÜNYANIN İNCİSİ , İÇİNDEN DENİZ GEÇEN TEK ŞEHİR GÜZEL İSTANBULUMUZ TANKER FİLOLARININ YARATTIĞI BÜYÜK TEHLİKEDEN KURTARILMIŞ OLACAKTIR.


Bunlar işin bizim açımızdan görülen güzel yüzüdür. Antlaşma imzalanmıştır. ABD ve Batı ülkelerinin desteğide alınmıştır. O halde mesele kalmamıştır. Şimdiden sevinelim mi ? İşte bu biraz zor. Yani bu işİn gerçekleşmesi planlandığı gibi kolay olacağa benzemiyor. Sebeplerini kısaca inceleyelim.

Rusya Federasyonu'nu meselenin her safhasında dikkate almamız gerekmektedir. Çünkü Rusya daha 9 yıl önce sahip olduğu bu doğal hammadde kaynaklarından ve bu devletlerden kolay kolay vazgeçmeyecektir. Halen dolaylı olarak kendisine Bağımsız Devletler Topluluğu bünyesi içinde bağlı olan bu ülkelerin kendisinden izin ve destek almadan böyle bir faaliyet içersine girmelerini kolay hazmedemiyecektir. Bu andlaşma dünün dünya devi ve yarının da dünya devi olması kaçınılmaz Rusya'yı petrolden ve ortadoğudaki petrol havzalarından büyük ölçüde uzaklaştırmaktadır. İçinde bulunduğu bütün ekonomik ve sosyal güçlüklere rağmen Rusya; dünyayı BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ DAİMİ ÜYESİ olarak idare eden 5 ülkenin en etkililerinden biridir. Böyle bir ülkenin elindekileri bu kadar kolaylıkla kaçırmasını beklemek hayalperestlik olur. Şimdi Rusya'da uzun vadeli staratejik planlamayı yapan uzmanlar bu uygulamanın nasıl engellenebileceğinin planları üzerinde çalışmaya başlamışlardır bile. Bu çalışmaları yapmaları onların büyük devlet olma geleneğinin doğal bir sonucudur.

Bu ne demektir ?


Bu petrol boru hatları inşaasının hiçde kolay olmayacağının ve bölgede büyük mücadelelerin olacağının önemli bir işaretidir. Çeçenistan halkına karşı girişilen toplu soykırımların temelinde stratejik hammadde petrolün kontrolü yattığını stratejistler açıkça yazmaktadır. Kafkaslarda daha birçok Çeçenistan yaratılmasını beklemek gerekmektedir. Kafkasların etnik,kültürel ve siyasi yapısı buna çok müsait bir ortam hazırlamaktadır.

Sonuç olarak Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı inşa edilecektir. İnşa edilmesi kaçınılmazdır . Kolay olmayacağını bilerek; bölgedeki ve dünya güç merkezleri arasındaki dengeleri yakından takip ederek yapılacak planlamalarla, uygulanacak kararlı politikalarla, batı ülkelerinin yakın işbirliğini de sağlayarak bu iş mutlaka başarıya ulaştırılmalıdır. Olacakları önceden tesbit edebilmek ve bunlara karşı önleyici planları uygulayabilmek için sadece uzak görüşlü devlet adamlarına sahip olmak yetmez. Bu iş uzun vadeli bir kadro, teşkilat ve uzman yöneticilik gerektirir. Yeterli teşkilatlar oluşturulabildiği ve konu üzerine ciddiyetle gidildiği takdirde neden olmasın !!!

Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Şubat 2000 Çarşamba

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=17

Atatürkçü Düşünce'nin Bilinmeyen Gücü (Atatürkçü Ekonomi)




Atatürkçü Düşünce'nin Bilinmeyen Gücü (Atatürkçü Ekonomi)




12 Şubat 2000 Cumartesi 

"YENİ  TÜRKİYE  DEVLETİ  TEMELLERİNİ  SÜNGÜ  İLE  DEĞİL,
SÜNGÜNÜN DAHİ DAYANDIĞI İKTİSADİYATLA KURACAKTIR."
Mustafa  Kemal Atatürk


Atatürk; fikir ve düşünceleriyle 20nci asırda Türklük Dünyası başta olmak üzere bütün insanlığa ışık saçmış ve adeta insanlığı iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmiştir. Geçen çağa ismini altın harflerle yazdırmıştır. Tutarlı, dengeli ve uygulanabilir düşünce sistemi ile yeni millenyumada damgasını vuracaktır.

Bu büyük insanın her yönü incelenmiş ve fakat en kuvvetli olduğu ve en büyük başarıların kazanıldığı EKONOMİK GÖRÜŞ VE UYGULAMALARI daima ikinci planda tutulmuştur.

Bu husus Atatürk'ten sonra gelen cumhuriyet yönetimlerinin affedilmez bir hatası olarak değerlendirilmektedir. Başlattığı büyük hamleler maalesef kendisinden sonra gelenler tarafından dikkate alınmamıştır. Ülkenin kalkınması için ithal ekonomik sistemler daha çok tercih edilmiştir.

ATATÜRK; tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insangücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan ağır sanayiini kurmuş ve planlı kalkınma dönemini başlatmıştır. Enflasyonsuz, borçsuz, kendi tankını, topunu ve uçağını yapabilen, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye yaratmıştır.

Osmanlı'nın Düyun-u Umumiye yönetiminden kalan borçlarınıda ödeyerek çağına göre büyük bir kalkınma hamlesi sağlanmıştır. Atatürk'ün dünyanın bilinen ve uygulanan başlıca ekonomik sistemlerinin dışında Türk milletinin ihtiyaçlarına , istek ve arzularına, milletin kabiliyetlerine uygun olarak yarattığı ekonomik sistem ile geçen asrın en büyük ekonomik mucizesi meydana getirilmiştir.

Kapitalizm ve sosyalizm gibi başlıca ekonomik doktrinler üzerinde bilim adamlarınca binlerce cilt eser verilmiştir. Yıllarca üzerinde çalışılmıştır. Bugün artık kalıplaşarak doktrin haline gelmiş bu gibi sistemler ve bunların pek çok ülkedeki başarılı uygulamaları mevcutken sadece 15 yıllık kısa bir uygulaması olduğu bilinen Atatürkçü Ekonomi 'den ve bu sistemlere üstünlüğünden bahsetmek mümkün olabilir mi ?

Konunun cevabı ilk bakışta olumsuzdur.


Meseleye Atatürk'ün iktidar olduğu 15 yıl içinden değilde ,O'nun içinden yetiştiği Türk Milletinin binlerce yıllık geleneksel ekonomik faaliyetleri açısından bakalım. İşte burada;" nesiller boyu birbirine aktarılarak ve daima kendini yenileyerek sistemleşen ekonomik kültürümüzün Atatürk'ün şahsında en başarılı örneklerini verdiğini" söyleyebiliriz.

Tarihi ticaret yollarını kontrol eden bölgelerde siyasi egemenlik sahibi olmaya özen gösteren atalarımız; bu coğrafi
konumlarının gerekli kıldığı şartları en iyi şekilde değerlendirmişler ve ticari alandaki üstünlüklerini herzaman çevrelerine kabul ettirmişlerdir.

Tarihteki Türk Devletlerinin ortak bir vasfıda ; halkının refah ve mutluluğunu çağının şartları içinde en üst düzeyde gerçekleştirerek çok zengin bir ekonomik kültür yapısı oluşturmalarıdır.

Atalarından aldığı ekonomik kültür mirasını çok iyi kullanan Atatürk'ün ekonomik düşüncesinde fikir ve icraat arasında eşsiz bir uyum vardır.

Sıfır denilecek bir seviyeden ve savaş şartları içinden on yılda ağır sanayi hamlesini gerçekleştirerek kendi tankını, topunu ve uçağını çağın gereklerine uygun olarak bizzat Türk insanının yapabileceği bir düzeye ulaşılması onun dehasının eseridir.

Yine dünyanın en gelişmiş ekonomilerine sahip ülkeler 1929 ekonomik krizi ile büyük sıkıntılar içinde bunalırken, bu durumdan etkilenmeyen ve bilakis lehine çeviren, buhranı takibeden devrede planlı ve proğramlı kalkınmanın dünyadaki en güzel örneklerinden birinin yaratılması yine onun üstün dehası ve önderlik kabiliyetinin bir neticesidir.

Atatürk'ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde tesbit edilir. Kongrede belirlenen hedeflere ulaşılmaya çalışılır. Fakat arzu edilen sonuçlara tam olarak ulaşılamaz. Gelişmeler sadece tarım kesiminde görülür. Fakat Osmanlı'dan kalan borçlar ödenir.

Atatürk'ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları 1930 -1940 arasındaki ikinci dönemde ortaya çıkar ve en üst düzeye ulaşır. İlk döneme nisbetle ağırlığın bugün elden çıkarılmaya çalışılan İktisadi Devlet Teşekküllerinde olduğu tamamen kendine özel bir ekonomik rejimin uygulandığı görülmektedir. 


Bu dönemde ;

DEVLET ÖNCÜLÜĞÜ, DEVLET YATIRIMCILIĞI, DEVLET İŞLETMECİLİĞİ, DEVLETİN TESBİT ETTİĞİ HEDEFLERE EKONOMİNİN YÖNLENDİRİLMESİ gibi hususlar ağırlık kazanır. Fakat bu faaliyetlerin temelinde yine fertlerin topyekün kalkınması ve refah seviyesinin adaletli olarak dağıtılması yatar.

Şimdi Türk toplumunun ekonomik bünyesi ve şartlarının daima gözönünde tutulduğu Atatürkün ekonomik görüşlerinin tekniğine inmeden elde edilen sonuçları günümüz Türkiye ekonomisi ile bazı temel alanlarda karşılaştırmak istiyorum.

Batı toplumunun ürünü olan Kapitalizm ve Sosyalizm batı insanının gerçeklerine, ihtiyaç ve kültür yapısına uygun dizayn edilmişlerdir. Nasıl ki montaj sanayii tek başına ülkenin kalkınmasına imkan vermiyorsa, montaj doktrin ve sistemlerin kalkınma modeli olarak kullanılması herzaman yeterli olmayabilir. Oysa Atatürk'ten sonra ülkeyi yönetenlerin ve ekonomiyi yönlendirenlerin gözlerini daima dışarıya çevirdikleri ve çareyiyine yabancı modeller arasında aradıkları bir gerçektir.

Bugün yeterli sermayemiz, her alanda yetişmiş insan gücümüz, yeterli okullarımız ve öğretmenlerimiz mevcuttur. Edirnede oturan vatandaşımız bir gün içinde karayolu ile ülkenin en uzak ve en ücra noktasına ulaşabilmektedir.Malını gönderebilmektedir.

Fabrika yapan fabrikalarımız, fabrikalarımızda üretilen hammaddeyi sağlayan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz vardır.
Ayrıca ellerimizde elektronik çağının bulunmaz nimeti kredi kartlarımız vardır.

Bütün bu olumlu göstergelere rağmen Türkiyenin 2000 Şubatındaki ekonomik seviyesinin Atatürk döneminin çok altında olduğu gerçeği değişmiyor.

*** Atatürk döneminde Dolar ve TL.birbirine eşitti ve hatta lira daha değerliydi. Şimdi paramızın değeri dolar karşısında 560 000 kat düştü. Evlatlarımız benim neslimin 30 sene aralıksız kullandığı PARA, KURUŞ ve hatta LİRA'yı tanımıyor. Piyasalarımız TL.ile değil "Dolar" ile tanzim edildi. Hatta bütçemizi mecliste sunan Sayın bakan ve başbakanlarımız " 199.. yılı bütçemiz .... dolar olacak " şeklinde konuşmak zorunda kaldılar !

*** İthalatımız daima ihracatımızdan fazla oluyor ve bütçemiz daima eksi ile kapanıyor. Yapılan basit bir araştırma ithalatın önemli bir kısmının lüks tüketim malzemeleri olduğu ve yine tarım ülkesi olmamıza rağmen bir diğer büyük rakkamını da tarım ürünlerinin teşkil ettiği görülüyor.

*** Son yirmi yıldır fiatları ve zamları takip etmek mümkün değildir. Savaş şartlarına rağmen Atatürk dönemi yöneticilerinin adını dahi bilmedikleri ENFLASYON CANAVARI tam yirmi yıldır % 50 nin altına inmiyor. Fakat arasıra üç haneli rakamlara da ulaşıyor. Türkiyeyi ziyaret eden İtalyan ekonomi profesörü " Türkiyedeki enflasyonun derslerde anlattıklarına uymadığını, yirmi yıldır bir ülkenin bu şartlarda yaşamasının fiilen ve ilmen mümkün olmadığını ve bunu nasıl becerebildiğimizi incelemeye geldiğini "belirtiyor.

*** Atatürk döneminde hazırlanan Ekonomik Kalkınma Proğramları %100 gerçekleşirken son yıllarda hazırlanan planların kağıt üzerinde kaldığı görülüyor.

*** Atatürk döneminde toplumun bütün kesimleri üretime katkıda bulundukları sürece üretimden eşit pay almakta iken, bu durumun günümüzde giderek toplumun sosyal sınıfları arasında kapatılamaz bir uçurum doğurduğunu görüyoruz. Bugün bankacılık sektörü hiç yorulmadan kağıt üzerinde yılda % 973 kar elde ederken; bordrolu bir profesörümüz ancak % 50 dolayında maaş artışı elde ediyor. Tabiki bu değer daima enflasyonun altında kaldığından reel kazanç hep azalıyor.

*** Türk kamuoyu çok üst düzey bürokratlarımızın, yöneticilerimizin hergün yeni bir rüşvet ve yolsuzluk hikayeleri ile güne başlıyor. Devletin yüce makamları adeta birilerinin hizmet üreteceği yerler değilde nemalanacağı yerler olarak görülüyor. Oysa Atatürk devri bürokratlarının devletin her kuruşu için gösterdikleri hassasiyeti anlatan yüzlerce kitap ve doküman süsledikleri kitapçı raflarında okunmayı bekliyor...!

*** Türk vatandaşları tasarrufa değil tamamen tüketime yönlendiriliyor. İnsanımız adeta doyumsuzlaşıyor. Piyasada faaliyet gösteren 500 Televizyon ve 2500 Radyo İstasyonu (TRT dışında) " x gazozunu için, y çamaşır suyunu kullanın " dan kazandıkları ile faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Benim amacım; manzarayı abartarak ülkemizin çok kötü bir durumda olduğunu sergilemek ve milletimin moralini bozmak değildir. Bilakis az bir çaba ile çok daha iyiye ve güzele sahip olmaları gerektiğini vurgulamaktır.

- Ülkemizde bugün herşeyimiz vardır.
- Türkiye artık kredi alan değil veren bir ülke seviyesine erişmiştir.
- Avrupa başta olmak üzere bütün dünya ile ilişkilerimiz gelişmektedir.
- İnsanımızın refah seviyesi giderek gelişmiş ülkeler seviyesine yaklaşmaktadır.

Fakat bütün bunlar bizim gibi önemli bir coğrafyada bulunan ve gelişmek için son derece yeterli potansiyele sahip bir ülke için yetmez.Yetmemelidir.

- İnsanımız kabiliyetlidir.
- Ekonomik faaliyetlere dünyanın diğer insanlarına göre çok daha fazla yatkındır.
- Müteşebbistir. Daha iyisini başaracak güce, yeteneğe ve tecrübeye sahiptir.

O halde daha iyisini yapmak varken ve önünde Atatürk gibi bir önderin çok başarılı uygulama örnekleri dururken neden bu durumdayız. Daha iyisini ve fazlasını istemek bizim hakkımızdır.

Diğer ekonomik görüşler yanında çok daha tutarlı ve tamamen Türk insanının kabiliyetlerine göre hazırlanmış ATATÜRKÇÜ EKONOMİ'nin uygulanması ile bugün çok daha ileri bir seviye ulaşmamız mümkündür. Çünkü Atatürk zamanında olduğu gibi artık bir ön hazırlık devresine ihtiyaçta yoktur.
Atatürke inanmış kadroların bilinçli ve planlı çalışmalarıyla çok kısa bir sürede başarılı neticeler alınabilecektir.

Atatürk dönemi uygulamaları için aşağıda vereceğim iki küçük misal dahi sistemin geçerliliğini ve önemini ortaya koymaktadır.

Bugün Özelleştirme konusu ülkenin ekonomik gündeminin en önemli maddesidir. Sadece bunun için bir bakan dahi ayrılmıştır. Özelleştirilmesi istenilen Kamu İktisadi Kuruluşlarının ilki ve en büyüğü olan SÜMERBANK'ın 11 TEMMUZ 1933 tarihli, 2262 Sayılı Kanunu'nun 11 nci maddesini sayın yetkililerimiz lütfen açıp okusunlar. Orada" bir kamu kuruluşunun bir yıl içinde kendisini nasıl özelleştireceği , bulunduğu üretim sahasından nasıl çekileceği ve bu alanı özel kuruluşlara nasıl devredeceği " detaylı olarak anlatılır. İlgililerimize önemle duyurulur.

İkinci misalimiz CUMHURİYET KÖYLERİ ile ilgili. Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit ve partisi tarafından herzaman dile getirilen KÖYKENT PROJESİ ile ayni anlamda ,bugün ülkemizin ikinci partisi ve hükümetin büyük ortağı MHP'in ortaya koyduğu.TARIM KENTLERİ PROJESİ tamamen Atatürk tarafından geliştirilmiş bir bölgesel kalkınma projesidir.

İlgililerin Sayın Afet İNAN tarafından hazırlanan ve uzunca bir dönem ortaokullarda Yuttaşlık Bilgisi dersi olarak okutulan "VATANDAŞA MEDENİ BİLGİLER" isimli ders kitabına bakmalarını öneririm. Bugün yeni bir şey gibi ortaya koyduklarının bizzat Atatürkün kendi eli ile hazırladığı "CUMHURİYET KÖYLERİ " nin basit bir kopyasından ibaret olduğunu göreceklerdir.

Sayın yetkililerimiz Atatürk'ün başlattığı fakat bütün yurda yaymak için ömrünün yetmediği "CUMHURİYET KÖYLERİ" ni tam olarak oluşturabildikleri takdirde; bugüne kadar alt yapı için harcanan ve dahada harcanacak miktarın çok cüz'i bir kesimiyle hizmeti ülkenin en uç noktasına ulaştırabileceklerdir.Bu şekilde dağ başında üçbeş insanın yaşadığı yerleşim yerlerinin güvenliği için sarfedilen yüksek rakkamlı harcamalar doğrudan üretime aktarılabilecektir.

Buyrun size gerçek bir Atatürkçü olduğunuzu gösterme imkanı.


Atatürkçülük uygulama ile olur. Nutukla Atatürkçü olunmaz. Doğu ve Güneydoğu Anadoluda hiç bir üretimin yapılmadığı sadece birkaç ailenin yaşadığı köy ve mezralara devletin yol, su, elektrik, okul, telefon ve televizyon götürdüğü, ebe ve hemşire gönderdiği görülmektedir. Ayrıca "buraları eşkiya basmasın ve vatandaşlarımız eşkiyayı beslemek zorunda kalmasın" diye karakollar kurulduğu ve önemli miktarda güvenlik harcaması yapıldığı görülmektedir. Dünyanın hiç bir ülkesi bukadar zengin değildir. Bunun adı resmen savurganlıktır ve yönetim zaafiyeti belirtisidir. Buraya giden hizmette yarımdır. Oysa her yere yarım ve eksik hizmet gideceğine, merkezi bir yere tam hizmet verirsiniz. Vatandaşımız akıllıdır. Çok kısa bir süre içinde zaten kendisini buraya taşıyacaktır.

Netice olarak;


20 yılı aşkın bir süredir ATATÜRK'ün en kuvvetli yönü olduğuna inandığım ekonomik görüşlerini her platformda savundum. Bu konuda" bu görüşlerin diğer görüşlerden her yönü ile iyi olduğunu açıklayan "doktora tezi verdim. Konferanslarla, gazete makaleleri ile, seminerler ve televizyon proğramları ile ilgili ve yetkililere ulaşmaya çalıştım. Fakat hiç bir ilgili ve yetkiliye ulaşmaya muvaffak olamadım. Şimdi teknolojinin bana sağladığı bu imkandan yararlanarak bana düşen ikaz ve uyarma görevini bir kere daha özetle vurguluyorum.

Atatürk ve Atatürkçü Düşünce'ye inanmış iyi insanları bu alanda göreve davet ediyorum. Milletin huzuru, güveni, refah ve mutluluğu Atatürk'ün gösterdiği yoldadır. Bu yol hepimizin yoludur. Yolumuz açık olsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
12 Şubat 2000 Cumartesi


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=16

..

ADIM ADIM AVRUPA BİRLİĞİNE,


ADIM  ADIM  AVRUPA BİRLİĞİNE,


6 Şubat 2000 Pazar 

"Kendi onayınız olmadan, Kimsenin sizi küçük görmeyeceğini bilin."


ABD Başkanı CLİNTON; geçen Kasım ayında AGİT ( Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ) İstanbul Toplantısı öncesinde çok önemli ve tarihi bir açıklama yaptı. "Türkiye yeni yüzyıla yön verecek bir ülkedir ve Türkiye'nin her yönden istikrar içinde bulunması gereklidir. " Ayrıca " TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği dışında tutulmasının hiç bir ülkeye yararı olmayacağını, Avrupa Birliği adaylığı için Türkiye'ye verdikleri desteğin devam ettiğini" bir kere daha vurguladı.

Clinton'un uzak görüşlü ve ciddi bir devlet adamına yakışır tarzdaki ifadeleri duygusal değildir. Tam anlamıyla gerçekçidir. Her kelimesi doğrudur ve seçilerek söylenmiştir. Ne yazıkki son yıllarda bizim gerçek değerimizi ve gücümüzün ne olduğunu hep yabancılardan öğreniyoruz

Türkler; Süleyman Paşa komutasında ilk defa sallarla Çanakkale Boğazını aşarak Gelibolu'da Avrupa topraklarına ayak bastılar. 1300 lü yıllarda bu şekilde başlayan Avrupalı kimliğimiz günümüze kadar devam etti. Daima batıya ilerleyen Türklerin ileri harekatı Avrupanın yarısına yakın bir bölümünü egemenliği altına alarak 1700 lerde Viyana önlerinde durdu. Bundan 1500 yıl önce Batı Hun İmparatorluğu ve onun efsanevi lideri Attila ile Türkleri tanıyan ve Türk egemenliğine alışık olan Avrupalılar bu defada güneyden gelen Türklerin idaresine girdiler.

Türk yönetimi; bölgede 500 yıl süren adalet, güven , huzur, istikrar ve refah'ın bir simgesi oldu. Atalarımız Osmanlılar fiilen Avrupalı idiler. Bizim Avrupalılığımız ise 24 Temmuz 1924 'de Lozan Barış antlaşması ile dünyaca kabul edildi. Atatürk batı medeniyetine ulaşma hedefini gösterirken biz zaten Avrupadaki topraklarımız ile Avrupadan fiilen hiç kopmamıştık.

İknci Dünya Harbini müteakip Avrupa'nın siyasi coğrafyası tamamen değişti. İkinci büyük değişiklik S.S.C.B.'nin yıkılması ile Sosyalist-Kollektivist sistemlerin çökmesi üzerine yaşandı. Doğu Avrupa ve Balkanlar
yeniden şekillendi.
 Türkiye 1945'ten itibaren Avrupa Devletlerinin oluşturduğu bütün sistemler içinde ya kurucu üyeler arasında, yada ilk giren ülkeler içinde yer aldı. Bugüne kadar görev aldığı bu kuruluşlarda kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya gayret gösterdi. Bu teşekküllerin isimlerini aşağıdadır.

 * KAİK : KUZEY ATLANTİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ

 * KEİB : KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

 * NATO : KUZEY ATLANTİK ANTLAŞMASI TEŞKİLATI

 * AT-AB : AVRUPA TOPLULUĞU - AVRUPA BİRLİĞİ

 * BAB : BATI AVRUPA BİRLİĞİ

 * AK : AVRUPA KONSEYİ

 * AG : AVRUPA GRUBU

 * BAPG : BAĞIMSIZ AVRUPA PROĞRAM GRUBU

 * AGİT : AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

 * EFTA : AVRUPA TİCARET BİRLİĞİ

Yukarıda sayılan teşkilatlardan AVRUPA BİRLİĞİ ile olan ilişkilerimiz bu yazımızın ana konusunu teşkil ediyor. Bu teşkilatı biraz açalım.

AVRUPA BİRLİĞİ: 25 Mart 1957 tarihinde 2 nci Dünya Harbi sonrasında Avrupa'nın yaralarının sarılması ve güçlendirilmesi, gelecekte bir " Avrupa Birleşik Devletleri" ne dönüştürülebilmesi için; Almanya, Belçika, Danimarka, Fransa, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere ve Yunanistan 'ın üye olduğu ülkeler arasında kurulmuş bir teşkilattır. Başlangıçta Avrupa Ekonomik Topluluğu olan ismi, 7 Şubat 1992'den itibaren Maastriht Anlaşması ile Avrupa Birliği olmuştur.

Amaçları: Gümrük Birliğine dayalı bir ekonomik birleşme sağlamak, mal, işgücü, kişi ve hizmetlerin serbest dolaşımını temin etmek, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ticaret politikası uygulamak, ortak bir para sistemine girmek, siyasi ve askeri alanda entegrasyona ulaşmaktır.

Türkiye; AT ile 12 EYLÜL 1963 tarihinde ortaklık anlaşması imzalamıştır. Toplam süresi 20 yıl olan HAZIRLIK, GEÇİŞ ve SON olmak üzere üç dönemi müteakip Türkiyenin tam üye olması gerekiyordu. Ancak 1973'te hazırlık döneminin bitmesine rağmen, Türkiye-AT arasında gümrük ve ekonomik politikalar arasında uyum sağlanamamış ve üyelik geciktirilmiştir. Türkiye Sayın ÖZAL döneminde; 1987 de yeniden tam üyelik için başvurmuştur. Üyeliğin geciktirilmesinde; Yunanistan'ın veto etmesi faktörü olduğu kadar, İnsan haklarının ihlali, Kıbrıs sorunu, ekonomik kalkınma hızının düşüklüğü, yüksek enflasyon, hızlı nüfus artışı, Türk işgücü potansiyelinin ve genç nüfusun fazlalığının Avrupa'yı tehdit etmesi gibi gerekçeler gösterilerek üye değil ADAY ADAYI dahi olamadık.

İstanbulda Kasım 1999' da 54 ülkenin katılımıyla yapılan AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ) toplantısında Türkiyenin Aday Adaylığı adeta gayri resmi olarak belirlendi. Aralık 1999'da yapılan Helsinki Zirvesinde Avrupa Topluluğuna önümüzdeki yıllarda katılması düşünülen 12 yeni ülkeden sonra Türkiye'ninde resmen Aday Adayı olduğu ilan edildi. Bu şekilde tam üyelik ve entegrasyon için çalışmalara başlandı.

Aday Adaylığı konusu basın ve yayın organlarımızda çok abartıldı. Çok büyük işler başarılmış gibi büyütüldü. Oysa biz zaten Avrupalıyız. Avrupanın her alanında biz varız. Topluluk içinde olmasak bile topluluk üyesi ülkelerle her türlü ortak ilişkilerimizi her alanda zaten sürdürüyoruz. Bu topluluğa tam üye olduğumuzda da bugünkünden çok fazla bir değişiklik beklememek gerekir. Bu bize lütfedilen bir hak değildir. Olayların tabii sonucudur.

600 000 nüfuslu Kıbrıs Rum Kesimi, Estonya, Letonya gibi ülkelerle bizi eşit ve bir bakıma onların gerisinde gören Avrupalı zihniyetinin bize kazandıracağı fazla bir şey olduğunu zannetmiyorum .Fakat yeni bir kavram olarak sunulan Avrupalı Kimliği kazanmanın siyasi, sosyal ve kültürel hayatımıza şimdiden büyük ölçüde egemen olduğunu söyleyebiliriz.

Bizim kimseye verilecek tavizimiz yoktur. Olmamalıdır. Bizim coğrafyamızda bulunan , yeterli potansiyele sahip, imparatorluk tecrübesi olan bir milletin hiç bir desteğe ihtiyacı yoktur. Bizimle dost ve birarada olmak isteyen ülke ve kuruluşlar hep bizden taviz istiyorlar, hakları olmadığı halde hep bizden hesap soruyorlar. Oysa ortada görülen gerçek TÜRKİYE'NİN AVRUPASIZ OLABİLECEĞİ FAKAT AVRUPA'NIN TÜRKİYESİZ OLAMAYACAĞI'dır.

S.S.C.B.'nin dağılmasından sonra kurulan Türk Cumhuriyetleri dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahipler.Türkiye sınırından, Japon Denizine kadar uzanan ve Türkistan olarak adlandırabileceğimiz büyük ticari alan; Avrupa' ya ancak Türkiye üzerinden açılabilir. Avrupa ise bu alana ancak Türkiye üzerinden girebilir.
BİR BAKIMA TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİ ; AVRUPAYI DÜNYANIN BU EN ZENGİN BÖLGELERİNE VE EN KALABALIK PAZARINA BAĞLIYOR. İşte Clinton'ın bahsettiği Türkiyenin önemi; bu kilit ülke olma durumundandır.

Türkiye rolünü iyi oynamalıdır. Elindeki kozları iyi kullanmalıdır. Bizi biz yapan milli değerlerimizden ve binlerce yıllık Türk kültür değerlerimizden asla taviz verilmemelidir. Avrupalının ekonomik ve teknolojik seviyesine ulaşmaya EVET. Fakat Avrupanın hristiyan kültürü ile yaşama heves ve gayretlerine ise şiddetle HAYIR dememiz gerekiyor.

Avrupanın bugünlerde yaşadığı olaylar bizim için çok güzel örnek teşkil etmeli. Avusturyada halkın oyları ile seçimleri kazanan ırkçı ve faşist bir partinin koalisyon hükümetinde yer alması, bütün Avrupa devletlerinin çok şiddetli protestolarına sebep oldu. Bu ülkenin içişlerine çok büyük bir saldırı her alanda devam etmektedir. Bu tutum ve davranışlar çok iyi izlenmelidir. KENDİ KÜLTÜRLERİNE BUNU YAPANLARIN BİZE NE YAPABİLECEKLERİ hususu iyice irdelenmelidir.

Sonuç olarak;
Biz devlet ve millet olarak 650 yıldır Avrupalıyız. Bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. Tarih ve coğrafyanın inkarı olur. Avrupa Birliği üyeliğini fazla abartmadan ve milli değerlerimizden hiç taviz vermeden, sahip olduğumuz kilit rolleri unutmadan karşılıklı işbirliği esaslarına uygun bir entegrasyona gidilmelidir. Bize göre; Türk Kimliği; AVRUPALI KİMLİĞİNDEN BÜYÜKTÜR VE DAİMA BİR ADIM ÖNDEDİR. Cebimize biraz daha fazla para girecek gerekçesiyle bizi binlerce yıllık geçmişten günümüze taşıyan Türk Kültür değerlerimizde sahip çıkalım. Çıkmayanları uyaralım.

Dr. Tahir Tamer Kumkale


6 Şubat 2000 Pazar


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=14

.

ÇEÇENİSTAN DA ÇEÇEN KATLİAMI


ÇEÇENİSTAN DA  ÇEÇEN  KATLİAMI




 9 Şubat 2000 Çarşamba 

"DALLARIN UCUNA UZANMAKTAN ÇEKİNMEYİN. MEYVALAR, DALLARIN UCUNDADIR."

Yeni Millenyum bütün dünyada coşku ile kutlandı. Barış, güvenlik, huzur ve daha refah bir yaşam istekleri vurgulandı. Oysa bu millenyumda barıştan nasibini alamayan toplumlar da var. Yeni bin yıla sıcak savaşın acımasız ellerinde kıvranarak giren milletlerde var.

“Ateş düştüğü yeri yakar” atasözümüz herhalde bu gibi haller için söylenmiş. Ateş şimdilik sadece Çeçen halkını yaktığı için dünya gözlerinin önünde devam eden bu insan kıyımını, herhangi bir macera filmi seyreder gibi seyrediyor.

Evet başlıktanda anlaşıldığı gibi 20 nci yüzyılda başlayan Çeçen katliamı bu yüzyıldada artan bir hızla devam ediyor. Bu hızla devam ederse çok kısa bir süre sonra katledecek Çeçen kalmayacağı için savaş sona erecek gibi görünüyor.

Her alanda Çeçenlerin mutlak mağlubiyeti ile sonuçlanması başından beri belli olan Çeçenistan-Rusya Federasyonu mücadesine detaya inmeden genel bir çerçeve içinde bakmak istiyorum.

Çeçenistan;olarak adlandırdığımız bölge aslında Rusya Federasyonuna bağlı ÇEÇEN-İNGUŞ ÖZERK CUMHURİYETİ olarak adı geçen, 19 300 km.kare yüzölçümlü ve 1 250 000 nüfuslu bir ülke. Halkının sadece %53 kadarı Çeçenlerden oluşuyor. Yani kısaca 150 milyonluk Rusyaya kafa tutan ve başarılı bir mücadele veren insanların toplam sayısı 650.000 kişi civarında. Çeçenler Kafkasya'nın en eski yerli halklarından. Köklü bir kültür yapısını günümüze kadar bozmadan taşımışlar. Çeçenlerin büyük çoğunluğu dağlık bölgelerde avcılık ve hayvancılık yaparak geçindiğinden sert ve savaşcı bir karaktere sahiptirler.

Çeçenler 1732 ‘den başlayarak Rusların Kafkasyaya yayılmalarına ve anayurtlarını işgal etmelerine karşı büyük bir mücadele vermektedirler. Bu mücadele daima çok sanlı ve çok şerefli oldu. Fakat daima yenilgi, ateş, kan , ölüm ve gözyaşı ile geçti.

5 Aralık 1936'da kurulanİk ÖZERK ÇEÇEN-İNGUŞ CUMHURİYETİ; 2 nci Cihan Harbinde işgalci Alman ordularıyla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle savaşı müteakip Stalin tarafından ortadan kaldırıldı. Toprakları S.S.C.Birliğine doğrudan bağlanırken Çeçen halkı topluca Sibirya'ya sürüldü. 12 yıllık bir sürgün dönemini müteakip Hruşçev Çeçenlerin ülkelerine dönmelerine izin verdi ve 1957 de ÇEÇEN - İNGUŞ Cumhuriyeti özerk statüde yeniden kuruldu.

S.S.C.Birliğinin dağılması Çeçenistanda sevinçle karşılandı. 1991 de yapılan ve İnguşların katılmadığı " Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı" seçimlerini müteakip General Cohar DUDAYEV Çeçen Ulusal Kongresi İcra Komitesi Başkanlığına getirildi. Rusya Parlementosu bu seçimleri yasa dışı sayarak iptal etti. Başkan YELTSİN ülkede sıkıyönetim ilan ederek Çeçenistan'ı doğrudan merkezi yönetime bağladı. Çeçenler; 1992 de önemli bir karar alarak 1938 den beri Rusya'nın diretmesiyle kullandıkları Kril alfabesini kaldırdılar ve Latin Alfabesi'ni kabul ettiler. Rusları tanımadılar ve federasyon antlaşmasını imzalamayı reddettiler.

Bütün bu olaylar Rusya'nın ortadoğudaki stratejik petrol alanlarına ulaşan en kısa yol olduğu için hiçbir zaman olumlu karşılanmadı ve bölgede Rus hakimiyetinin mutlaka bulunması için sıcak savaşa kadar uzanan bir seri kararların alınmasına yol açtı.

Rusyanın bu topraklardan vazgeçmesi veya hakimiyetini her hangi bir şekilde azaltacak bir yapılanmaya gidilmesine izin vermesi stratejik açıdan mümkün değildi. Bir büyük devletin izlemesi gereken politikayı izledi ve bölgeye her alanda ağırlığını koydu.

Çöken ekonomisini batıdan aldığı yardımlarla nisbeten düzelttiğine inanan Rusya; kendi evinin arka bahçesi olarak kabul ettiği Kafkasya ile ilgili politikalarına ağırlık verdi. Bu bölgedeki ülkelerin bağımsızlıklarına kavuşmalarını müteakip kendi aralarındaki anlaşmazlıkları adeta körükleyerek Kafkasları birbirleri ile savaşan, birbirleri ile savaşmadıkları anlarda da içeride birbirlerini yiyen ülkeler manzarasını yarattı.

Rusya Federasyonu; 11 ARALIK 1994 günü Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin'in emri ile başlattığı Çeçenistan işgali ile gerek kendi içkamuoyu ve gerekse dünya kamuoyu önünde büyük bir darbe almıştır. Rus halkı bu savaşı hiç desteklememiştir. Rus asker anneleri tarihinde ilk defa isyan ederek ölen ve yararalan oğullarının hesabını yönetimden sormuşlardır. Bu ilk saldırılarda iki saatte işgal edileceği düşünülen Çeçenistan;Rus Ordusu ile birlikte Rusya ekonomisini ve Rusya'nın dünya kamuoyundaki imajını da yutmuştur.

Rusya; bu ilk saldırıda başta başkent Grozny olmak üzere bütün Çeçenistanı yakıp yıkmış dünyanın gözü önünde tam bir soykırım uygulamıştır. Eski Başkan Gorbaçov bile işgale kesinlikle karşı çıkmıştır. Rusyanın Çeçenistan saldırısı dünyadan aldığı tepkiler dışında en büyük tepkiyi kendi halkından görmüştür. Yapılan bir kamuoyu yoklaması Rus halkının %72'sinin devlet başkanlarına güvenmediğini ortaya koymuştur.

Çeçenistan; petrol ve doğalgaz boru hatlarının düğüm noktasında bulunmaktadır. Ayni zamanda çok zengin maden ve petrol yataklarıda mevcuttur. Ayrıca kafkasların ulaşım ağının da üzerindedir. Karayolu ve demiryollarının kavşağındadır. Türkmenistan doğalgazı ile Azeri petrolleri bu topraklar üzerinden Rusy'a'nın Novorisisk limanına akıtılmaktadır.

Rusyanın bundan 6 ay önce yeniden başlattığı saldırıların temelinde Yeltsin'in dediği yasadışı terör örgütlerinin ortadan kaldırılması değil bu strajejik ve ekonomik önem yatmaktadır. Yani ana hedef dünyanın en önemli hammaddesi olan petrol boru hattının her hal ve şartta Rusyanın kontrolu altında bulundurulmasını sağlamaktır.

Rus yönetiminin birinci Çeçenistan saldırısında ne Rus halkından ve nede Rus Meclisi Dumadan ve nede askerlerden destek gelmemiştir. Duma Milletvekillerinden sadece 38 üye savaşı desteklerken 228 üye şiddetle karşı çıkmışlardır. Dünyanın hiçbir yerinde bir ülkenin meclisi istemediği halde yönetimin savaşmaya devam ettiği örülmemiştir.

Rus yönetimi belkide en büyük hatasını işleyerek Çeçenlerin tarihi kişiliklerini ve direnme güçlerini hesaba katmadan askeri harekat ile Çeçenistanı işgale kalkışmışlardır. Savunma Bakanı Graçev;" bir alay askerle iki saatte alırım " dediği ülkenin insanları ölmüşler ve fakat ülkelerini teslim etmemişlerdir. Rusya işgal ile elini kızgın yağa sokmuştur. Elini kızgın yağdan çıkartacaktır. Ama elinde bu yağın yanıkları ve yaraları daima kalacaktır.

Çeçnistan işgali ile iç ve dış kamuoyundan çok geniş tepkiler alan Boris Yeltsin yönetimi ilk saldırılarda meydana gelen aksaklıkları iyi tesbit etmiş ve uzun bir hazırlık dönemine girmiştir.

Öncelikle kendi iç kamuoyu nezdinde Çeçenlerin tamamının anarşist ve terörit ruhlu oldukları fikri yayılmaya çalışılmıştır. Moskova başta olmak üzere sivil halkın yaşadığı kesimlere yapılan saldırı ve kundaklamaların faturası Çeçenlere kesilmiştir. Her türlü yayın organı ve iletişim sistemlerinden istifade ile "Çeçenistan işinin tamamen kendi iç sorunu olduğu hiç bir ülke ve uluslararası kuruluşun karışmaya hakkı olamadığı hususu" vurgulanmıştır.

Yapılacak bir harekatta halkın ve meclisin desteğinin alınması yanında, bölgede yapılacak bir harekat için Rus Silahlı Kuvvetleri özel eğitimden geçirilmiş ve yeniden yapılandırılmıştır.

Sonunda hazır olunduğuna kanaat getirilmiş, Çeçenistanı cevreleyen komşu ülkelerin de desteği alınmış ve takriben altı ay önce Çeçenistanın işgaline yönelik büyük Rus saldırıları başlatılmıştır. Rusya bu sefer hazırlıklı ve temkinlidir. Havadan ve uzaktan yaptığı ateşlerle son üç yılda yeniden toparlanma yoluna giren Çeçenistanda taş taş üstünde bırakmamıştır. Asker ve sivil farkı gözetmeden Çeçen halkını adeta pes etmeye yöneltecek bir katliam saldırısı uygulanmıştır. Ruslara göre; tamamen isyancılara ve terörislere karşı yapıldığı iddia edilen bu saldırılarda Çeçenler yine çok iyi direnmişler ve ata topraklarını vermemek için nasıl savaşıp ölünebileceğinin en güzel örneğini göstermişlerdir.

9 Şubat 2000 de gelinen durum şudur. B.Milletler başta olmak üzere bütün uluslararası kuruluşların gözü önünde Çeçenistan Rusyanın kontrol ve denetimi altına girmiştir.

Başkent başta olmak üzere bütün yerleşim birimleri bir daha ourulamayacak şekilde harabeye dönmüştür.

 Ekonomi tamamen durmuştur.
 Eğitim durmuştur.
 İdare ve yönetimin ne olduğu belli değildir.
 Hukuk ve sosyal yaşam bitmiştir.
 Fakat savaş bitmemiştir.
 Ülke resmen zaptolunmuştur.

SAVAŞLARIN KESİN HEDEFİ KARŞI TARAFIN SAVAŞMA AZİM VE İRADESİNİN KIRILMASIDIR.

Burada buna rastlamak mümkün değildir.Zaten az olan nüfusundan çok sayıda ölü ve yaralı vererek halen büyük bir kısmı mülteci durumunda bulunan Çeçen halkının beyni zaptedilememiştir. Bilakis ölen çeçenlerin yakınlarının kin ve nefreti ile intikam hırsı artmıştır.

Çeçen birlikleri gerilla taktiği uygulayarak Rus askerleri ile doğrudan çatışmaya girmemişler ve dolayısıyla gücünden kaybetmemişlerdir. Bu askerler bugün kontrolu çok zor ve gerilla muharebesine müsait görünen dağlara çekilmişlerdir. Savaşın boyutları gerilla savaşına dönüşmüştür.Bu da daha çok uzun bir süre bögede çatışmaların devam edeceğini göstermektedir.

Peki Çeçenler bu savaş sonunda ne kazanacaklardır.Kananatimce hiç bir şey kazanamayacaklardır. Sadece ülkesi ve toprağı için şehid ve gazilik rütbesine ulaşmanın gururu ve şerefini kazanacaklardır.

BU ÇOK GÜZEL BİR DUYGUDUR. FAKAT İNSANLARIN SADECE ÖLMEYE DEĞİL YAŞAMAYA DA HAKLARI VARDIR.



Yaşama hakkı insanın en doğal hakkıdır.
 Şu anda Rusyanın herşeyi bırakıp gitmesi durumunda dahi Çeçenistanda 1994 durumuna dönülmesi için çok uzun yıllar gereklidir. Altı yıllık savaşlar sonucunda ülkeyi yeniden eski haline döndürecek insan gücüde kalmamıştır.

Burada önemli bir sonuç daha ortaya çıkmıştır. O'da Rusya'nın bundan böyle emperyalist düşüncelerini kuvvet zoruyla kolaylıkla kabul ettiremeyeceği gerçeğidir. Çeçenler istiklal ve özgürlük uğruna milletlerin neleri ,nasıl yapabileceğinin en güzel örneğini vermişlerdir. Fakat arkalarında bugün gene kan, gözyaşı, ıztırap ve yokluk bırakmışlardır. Galip görünen Rusyanın durumuda pek iç açıcı değildir. Rusyanın bu bataktan kısa sürede çıkması beklenmemelidir.
Çeçenler ve Ruslar kozlarını oynamışlardır. Şimdi görev sırası Birleşmiş Milletler başta olmak üzere bütün dünya ülkelerinindir. Kafkaslarda barış ve huzura kafkas halkları kadar bizim ve dünyanın da hakkı vardır. Derhal uluslararası bir organizasyon ile bölgeye ulaşılarak önce savaşı durduracak ortam hazırlanmalıdır.

ÇEÇEN HALKI YAPABİLECEKLERİNİN AZAMİSİNİ YAPMIŞTIR. BU İNSANLARIN HAYATLARININ GERİ KALAN KISMINI KENDİLERİNİ İNSAN GİBİ YAŞATACAK SİSTEMLERİ OLUŞTURMASI BEKLENEMEZ. 


Biz olaylara seyirci kalan dış dünya bunu hazırlamalı ve kendilerine teslim etmeliyiz. Örnek olarak KOSOVA'daki çalışmaları alabiliriz. Ben bunun yapılabileceğinden umutluyum. Çeçen halkıda artık ölüm korkusu olmadan huzur ve güven içinde yaşamalıdır.Buna herkezden çok ihtiyaçları vardır.

Haydi bütün barışseverler görev başına. İnsanlık sizden Çeçen milletine sahip çıkmanızı bekliyor.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
9 Şubat 2000 Çarşamba

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=15

..