26 Kasım 2017 Pazar

Yakalanması Yasak!


Yakalanması Yasak!

Ferhan Şensoy

Başbakanlık Etiler Polis Okulu arazisine adım adım el koymuş. Niyeyse?
Arazi önce Emniyet’ten alınıp İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne verilmiş. Topbaş’a asist yapılmış!
Sonra söz konusu milyar dolarlık arazi, başbakanın talimatıyla “afet riskli alan” ilan edilmiş. Bakanlık araziye 3 gökdelenle, AVM-rezidans planı yapmış. Afet riskli alana, niye gökdelen dikiliyor? Demek ki afet riski yok!
İhaleyi Bosphorus 360 şirketinin alması öngörülmüş! İhalede öngörülme ne demek? Daha ihale yapılmadan kimin alacağına karar verilmiş yani.
Bilal, Bosphorus 360 şirketinin yönetim kurulu başkanı, genel müdürü Abdülkerim Çay, Yasin El Kadı’nın işlerini yürüten Usame El Kutub (Bilal’in ortağı!) ve El Kadı’nın oğluyla araziye konmak için çeşitli toplantılar yapmış. Toplantılar polis takibine takılmış!
Bilal, Usame El Kutub ve Abdülkerim Çay’ın, çay içerken fotoğrafları yayınlandı gazetelerde.
-Darbe! Komplo! İhanet! diye bağırdı, muktedir.
-Ben oğlumu bunlara emanet etmem! diyerek savcıya göndermedi Bilal’i. Madem oğlunu emanet edemiyorsun, halkını nasıl emanet ediyorsun o savcıya?
Bilal bir süre ortadan kayboldu. Birkaç gün sonra babasının makam arabasında görüldü.
Makam arabasından el sallıyor medyaya, nanik yapar gibi. Makam arabasının donunulmazlığı var, Bilal’e dokunulamıyor.
BilaFin yakalanma kararı kaldırılıyor! 40 kişi de bundan yararlanıyor. Sadece Bilal’inki kaldırılsa, biraz dikkat çekici olurdu. Sonuç olarak Bilal’in yakalanması yasaklanıyor!
3. dalga yolsuzluk operasyonu başlayamadı. Savcı emir veriyor, polis itaat etmiyor;
-Biz oraya gitmeyiz! diyor. Polis verilen emri nasıl reddedebiliyor?
Olay karışık tabii. F tipi polis var, T tipi polis var! Onların da kafası çok karıştı. Aslınca polisin T.C. tipi olması gerekir! 

***

‘Muktedir’in ‘İktidar’ı


‘Muktedir’in ‘İktidar’ı

Selcan Taşçı

Geçtiğimiz hafta söz verdiğim gibi haftanın bir gününü “sizden  gelenler”e ayırma geleneğimizi yeniden yaşatmaya başlıyoruz.

İlk yazı Gizem Topuz’dan:

“... Canım “Türkiye’m”de iktidar, şu meşhur “evde zor tutulan %50”  tarafından, namuktedirlere verildi. Hem de üç vakittir. Peki  “çıraklık, kalfalık, ustalık” döneminde muktedirlerden(!) neler gördük?
Allah ile aldatmayı, bir paket makarnaya satılan reyi, kılavuzu BOP olup burnu Arap Baharı’ndan sonra sözde demokrasi özde fitne çamurundan çıkmayanları, Habur’dan güle oynaya  “Türkiye’m”e girmeye cesaret eden eli kanlı alnı AKları ve onları alkışlarla-güllerle karşılayanları, parsel parsel satılan, peşkeş çekilen vatan topraklarını, sıfır sorun sıfır komşu politikasını, vatanın nimetlerini sefa içinde tüketip semiren terörist İmralı canisini, “terörist” yaftasıyla tutsak edilen onurlu komutanları, göbek atılarak kaldırılan ve yağmurda çamurda okumaktan hiç gocunmadığım Andımız’ı, tomaları, biber gazlarını, “iki ayyaşı’’, hukuksuzluğu, aralarına kemik atılana kadar süren “dostlukları’’, lanetleşmeleri, “yolluları”, “yolsuzları’’, ayakkabı kutularını...
Hasılı her iktidar olanın muktedir olamayacağını..
(...)
Bu noktada şu sıralar çokça okuyup dinlediğim Pir Sultan Abdal’dan bir dörtlük yazmadan edemezdim:
Sen söylersin söz içinde sözün var,
Çalarsın, çırparsın... Oğlun kızın var.
Şu dünyada üç beş arşın bezin var,
Tüm bedesten senin olsa ne fayda...”
Şirkin dik âlâsı 

Eğitimci-yazar Sakin Öner, İşi Erdoğan’a tapınmaya vardıran AKP’lilerin Allah’a şirk koşan tavrına tepkili:

” Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: ALLAH ŞİRK, DEVLET ŞERİK KABUL ETMEZ.
Bilgeler: Allah şirk(ortak) kabul etmez ama, devletin toplumsal etki grupları kadar şeriki(ortağı) vardır. Yani devlet “şirket” gibi bir ortaklıktır.
Atatürk: Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
Bazı kişilerce tanrılaştırıldığını söyleyen art niyetlilere cevabı bizzat Atatürk veriyor: Ben bir faniyim, nefsim bir gün mutlaka ölümü tadacak ve vücudum toprak olacaktır.

AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan (Başbakan için): Allahın bütün sıfatlarını üzerinde toplayan bir lider...

Şimdi soruyorum, bu sayın milletvekilinin döktürdüğü incilerin içeriği Allah’a şirkin dik âlası değil mi? "

BOP Ötesi...

Bir mektup da 23. dönem MHP Mersin Milletvekili Behiç Çelik’ten...
Fas’tan Pakistan’a uzanan coğrafyada İslam ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesi, batıya bağımlılığının arttırılması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması prensiplerine dayanan BOP’un ömrüne paralel, Müslüman ülkelerdeki ”işbirlikçi liderler“in de ömrünün tükendiğine dikkat çeken Çelik ”BOP ötesi senaryolar“a işaret ediyor:
”BOP ötesi yeni senaryolar“ başlıca ilgi alanımızı oluşturmalıdır. Türkiye’de şiddetlenen iktidar ve güç kavgasının en belirgin amillerinden biri budur.
Medeniyetler arası ittifak safsatası, İspanya eski Başbakanı ile Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan arasında sürdürülmesi istenen bir etkinlik ve politika idi; sekteye uğradı. Ancak yeni yapı ve yeni aktör arayışları sürüyor. Nitekim Türkiye’de Hıristiyan kadim vakıflarla, eski kiliselerin diriltilmesi, ayinlerin Anadolu’ya yayılması, onbinlerce ev kilisesinin teşkiline imkân ve fırsat verilmesi hep bu ittifak modelinin gayretlerinin eseridir. (...) Burada diyalogdan amaç olsa olsa Hıristiyanlığın kültür öğelerinin İslam toplumlarına yedirilmesinin önünü açmak olarak düşünülebilir. Diyalog düşüncesi, İslam toplumlarında yozlaşmaya, iman ve itikat erimesine ve dolayısıyla teslim olmaya hazır mankurtlar haline dönüşmeye sebebiyet verecektir. Türkiye’de son bir ay içinde meydana gelen olaylara bakınca başkalarına hizmet etmenin dayanılmaz hafifliği içinde çırpınan çevrelerin, yeni siyasal format aşamasında kendilerine yer kapma mücadelesi içinde, karşılıklı yok oluşa doğru yaklaştıkları görülmektedir. Dileğimiz ülkemizin bu badireden en az zararla çıkmasıdır. 

İşime gelince referandum, gelmeyince tekme-tokat rejimi
“Haberiniz” adlı internet sitesinde de yazan Alperen Budak, Erdoğan’ın 12 Eylül referandumu öncesi ve sonrasında söyledikleriyle şimdiki tavrını kıyasladıktan sonra bakın neyi soruyor:

“3 yıl önce halka sorarak değiştirdiğiniz kanunu, bugün neden halka sorma gereği duymadan alelacele değiştiriyorsunuz?
Ve 3 yıldır her tartışmalı karardan sonra “yargının verdiği karar hakkında konuşmak doğru olmaz” derken,  bakanların suçlandığı, bakan çocuklarının tutuklandığı süreçte yargıya demediğini bırakmayan sizlerin adalete dair sözlerine nasıl güvenebiliriz?
(...)
İşinize gelince “referandum”, gelmeyince “tekme/tokat” diyorsanız, milletin vuracağı tekmenin acısını ömür boyu  hissedersiniz.”

Açılış

Sabah işe giderken, Başbakan’ın 14 Ocak’ta açılışını yaptığı “Tesis”lerden Kızılay’daki “ Dış Cephe” ye yeniden iskele kurulmaya başlandığını gördüm.  
30 Mart’a kadar o binayı bir daha açar mı? Ne dersiniz?

İbrahim Dumanay / Ankara 

PKK’lıları yeniden yargıla-ma!

Hukuk fakültesi öğrencisi Abdullah Alboğa’dan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun  “formülü”ne itiraz var:
“Birileri bir plân semineri yazıyor...  Mucit mi dersiniz, evliya mı; Microsoft’un 2007’de piyasaya sürdüğü yazı fontunu 2003’te kullanmaya başlıyorlar... Bu gün bile hali hazırda bulunmayan sokak adlarını zikrediyorlar... Paralel hakimlerce, meşruiyeti olmayan özel yetkili mahkemelerde, gerek usul, gerekse de esas bakımından hukuk dışı yargılamaya tabi tutuluyorlar... Aralarında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet cezaya çarptırılanlar var. 
Sonra, “baş danışman” çıkıyor, bunların tamamının komplo olduğunu söylüyor. Dün onların suçsuzluğunu haykıran, Türkiye Barolar Birliği Başkanı da  “Gelin yeniden yargılayalım”  diyor. 
Bunu ben söylesem, bir yer de makul karşılanabilir. Netice de ben görme engelliyim. Ama yargının kurucu unsuru olma önemine haiz olan kişi, bu formülden PKK’lıların da yararlanacağını görmüyor mu!”

***

Gün Gelecek


Gün Gelecek

Işık Kansu

CHP’nin hukuk işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ile küçük bir söyleşi:
- Başbakanların savcılıkça hakkında soruşturma açılmış oğullarını koruma, sakınma yetkisi var mıdır?
- Başbakan’a, aranan bir şüpheliyi koruma yetkisi tanıyan bir yasa yoktur, ama Başbakan, hakkında soruşturma açılmış oğlu ile birlikte Başbakanlık makam arabasında dolaşmaktadır. Bir şüpheli hakkında gözaltı ya da yakalama kararı varsa her polis, bu kararı yerine getirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla Başbakan’ın koruma polisleri, çevresindeki Emniyet görevlileri ve İstanbul Valisi, yataklık suçunu, en hafifinden görevi kötüye kullanma suçunu işlemişlerdir. 

- Hukuksuzluk, yasaların ve hatta anayasanın tanınmaması nereye kadar gidecek?

- Tarih, gözünü karartan siyasetçilerin sonunda zararlı çıktıklarını kanıtlamaktadır. Yakın geçmişte hukuksuzlukları yaratanlar ile ittifak eden siyasi iktidar, şimdi kendi yolsuzlukları ortaya çıkınca hukuksuzluktan yakınmaktadır. Başbakan telaş içinde yolsuzlukların üstünü örtme çabası içindedir. Belki bugün için görevliler susturulabilir, soruşturmalar durdurulabilir ama unutulmasın ki, devletin kayıtlarından hiçbir şey silinmez. Gün gelecek, tüm yolsuzluk ve hukuksuzlukların altında kalacaklardır.

Yok Yok

Deneyimli meslektaşımız Emine Kaplan, yolsuzluğa ve rüşvete bulaşmış bakanların fezlekelerinde yazılanları haberleştirdi. Birisi 28 kez, diğeri 10 kez, bir diğeri de 3 kez rüşvet almış. Aldıkları da az buz değil, milyon dolarlar değerinde.
Recep Tayyip Erdoğan’ın umurunda bile değil. İşi gücü, önüne geleni suçlamak, bağıra çağıra olup biteni perdelemek... 
CHP’li Mahmut Tanal, çok güzel özetliyor yaşadıklarımızı:
“Bir bakanın ailesini yanına almış, tutuklu işadamı Rıza Sarraf’ın özel uçağıyla umreye gittiği manşetlerde çıktı. Bugüne kadar tek bir yalanlama yok, ortaya konulmuş bir fatura yok, ‘Gitmedim’ diyen yok, ‘Gitmedi’ diyen de yok.
Aynı bakanın 700 bin liralık bir saati hediye adı altında rüşvet olarak aldığı iddia ediliyor, aradan neredeyse kırk beş gün geçti, ‘Almadım’ diyen yok, ‘Alın size bu saatin faturası’ diyen yok. ‘700 değil de şu kadardı’ diyen yok, ‘Hayır, almadım’ diyen yok. 

Bir başka bakanın elbise kılıfına doldurulmuş dolarları alarak rüşvet aldığı iddia ediliyor, telefon tapeleri ortada dolaşıyor. ‘Almadım’ diyen yok, ‘Elbise hediye edilmedi’ diyen yok, ‘Elbise geldi, alın size faturası’ diyen yok, ‘Elbisenin içerisinde para yoktu’ diyen yok. Bir başka bakanın oğlunun evinde 6 çelik kasa yakalanıyor. Bir evde 6 kasa neden tutulur? Cevap yok. Tek bir cevap var: ‘Yalı sattı, onun parası’ dediler. Bu yaşta, bu çocuk bu yalıyı alacak parayı nerede kazandı, soran yok. Bir banka müdürünün evinde ayakkabı kutularının içerisinde milyon dolarlar çıkmış, ‘İmam hatip yaptıracaktı, para topladık’ dediler. Bağış toplamak, yardım toplamak için valilikte veya kaymakamlıkta bir para toplanma izni olur. Burada yardım toplama izni yok, yardım yapanlar ortada yok, yardım paralarını neden evde tuttu, soran yok. İşadamı Ali Ağaoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne rağmen, İstanbul AKP İl Başkanı’na rağmen, Çevre ve Şehircilik Bakanı’na rağmen konuşup emsal değişikliği yaptırdığına dair tapeler ortada dolanıyor. Bunlara ‘Yalan’ diyen yok, ‘Böyle bir konuşma yapmadım’ diyen yok, savcılığa şikâyet eden yok, dava açan yok, ‘Bunlar iftiradır’ diyen yok. 
Rıza Sarraf’ın ailesiyle birlikte kişi başına 1 milyon dolar rüşvet verip Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşı yapıldığı iddia ediliyor. ‘Ortalıkta böyle bir Bakanlar Kurulu kararı yok’ diyen yok, ‘Böyle bir iş olmadı’ diyen yok, ‘Hayır, yapılmadı’ diyen yok.”

Hoş

Recep Tayyip Erdoğan’ın “hocam” paşası Hilmi Özkök, tutsak emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yeniden yargılanırsa tanık olurmuş. Diyor ki:
“Bana neden tanıklık etmediğimi, mahkemeye gitmediğimi sordular. E gitsem zaten dinlemiyorlar. Işık Paşa’da gördük. İyi ki de gitmemişim. Emekli de olsa bir Genelkurmay Başkanı’nın mahkeme kapısından dönmesi hoş bir şey değil.” 
Tanıklık ederse, Hilmi Özkök’e sormalılar:
“Emekli de olsa bir Genelkurmay Başkanı’nın yıllardır cezaevinde yatması, ‘terörist’ suçlamasıyla hüküm giymesi sizce nasıl bir şeydir?”

Aynısı

İskenderun muhabirimiz Akın Bodur, geçen temmuz ayında Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş ile bir söyleşi yapmış, Gezi olaylarını sormuştu. O dönemde AKP’li olan Lütfü Savaş, “Gezi olayları dış güçler kaynaklı ve amacı hükümeti yıkmaktır” demişti. 

Akın, AKP’den devşirilip CHP’den Hatay’a Belediye Başkan adayı yapılan Lütfü Savaş’a geçen günlerde bu sözlerini anımsatıp “Şimdi ne düşünüyorsunuz?” diye sormuş. Savaş, “Aynısını düşünüyorum” demiş. 
Vay benim, haziran eylemlerinde özgürlük ve demokrasi için şehit düşmüş çocuklarım... 
Yanarım, yanarım, onlara yanarım...  



***


Bilal de hesap versin! Sarıgül’e de sorulsun


Bilal de hesap versin! Sarıgül’e de sorulsun!

 Necati Doğru

Siyaset manzaraları dikkat çekici: Bilal’i babası makam otosuna bindirip, cami inşaatı teftişine götürürken; TV’ler çağrılıp halka duygu gösterisi yapıldı. Ömer’i de babası sahneye çağırıp kucakladı, TV ekranlarından halka duygusal anlar yaşatıldı. Başbakan baba Tayyip, oğlunu ve kendini cami teftişinde aklıyor. İstanbul Belediye Başkan adayı baba Sarıgül de kendini aklamak için oğluna sahnede sarılıyor.
Duygusal örtü gerçeği gizler.
Duygusal örtüyü kaldıralım.
Bilal de hesap versin.
Sarıgül’e de hesap sorulsun.
Bilal’in TÜRGEV’inde çok rantlar döndü. Mahkeme el koysun. Adalet Bilal’e ve babasına hesap sorsun. Sarıgül’ün banka batırmış ve halkın sırtına yüklemiş Korkmaz Yiğit adlı işadamıyla “borç-alacak ilişkisinden” Hazine ne zarar gördü? Ne kadar kamu parası iç edildi ve bu para ilişkisi bugüne kadar niçin halktan gizlendi? Savcılar ve yargıçlar Sargül’e de Kokmaz Yiğit’e de ve bugüne kadar bekleyen TMSF’ye de hesap sorsun.

* * *
Önümüzde tek seçenek var.
Temiz Türkiye olmak.
Ya Temiz Türkiye olacağız.
Ya bu çağda kirli bir diktatörlük olarak (Tayyip dinci diktatörlüğü-Fethullah nurcu diktatörlüğü- ordunun Mısır tipi darbe diktatörlüğü fark etmez) kalacağız. Temiz Türkiye olabilmek için ülke yönetimine önümüzdeki üç seçimde halkın “kirlenmemiş ve siyaseti ayakkabı kutusuna dolar doldurarak zenginleşme aracı yapmamış en temiz adayları” bulup seçmesi gerekir.
Sarıgül olayı 16 yıl önceye gidiyor.
16 yıl önce Bank Ekspres vardı.
Bu bankanın sahibi Korkmaz Yiğit, bankacılık tarihine mafya lideriyle ilişki peydahlayıp devlet bankası alım ihalesine girince “vücut kimyası bozulan” işadamı olarak geçti.
Bu deyim arşivlerde var.
Girin, hikayesini okuyun.
Korkmaz Yiğit, bir yandan aklın kabul etmeyeceği yüksek paralar verip ülkenin büyük gazete, dergi, TV’lerini (Milliyet-Yeni Yüzyıl- Kanal 6) yazarlarıyla birlikte satın alan ve bir gecede şerefine şampanya patlatılan büyük bir medya patronu olmuştu. Bir yandan da içi dolar dolu Türkbank’ı elinden kaçırınca Bank Ekspres’i kurmuştu. Bank Ekspres 1998 yılında 415 milyon dolar zararı devletin sırtına yükleyerek battı. Bu paranın 311 milyon doları buharlaşmıştı. TMSF bu parayı Korkmaz Yiğit’ten tahsil etmedi, halka ödetildi.

* * *
Buharlaştırılıp halka ödetilen 311 milyon doların içinde Sarıgül ve arkadaşlarının 16 yıl önce bankadan 3.5 milyon dolar olarak çektiği ve bugün faizleriyle 8 milyon dolara ulaştığı söylenen para da var mı, yok mu?

Sarıgül diyor ki:

16 yıl önce milletvekili değildim.
Belediye başkanı da değildim.
Şöför Hasan’ın oğlu Sarıgül’düm.
16 yıl önce sade vatandaştım.
Bankadan böyle bir para almadım.
Böyle bir kredi kullanmadım.
16 yıldır bir tek gün gelmediler.
Ekspres’e borçlusun demediler.
Şimdi malıma el koydular.
Halk beni seçecek, korktular.

* * *
Bilal’in TÜRGEV’ine ne aktarıldı?
Sarıgül’ün kesesine ne dolduruldu?
Bilal de mahkemede hesap versin.
Sarıgül’e de mahkemede sorulsun.
Temiz Türkiye istiyoruz.

Bu ne iş ey TMSF!

Bank Ekspres 1998 yılında battığında devlete yüklediği buharlaştırılmış para 311 milyon dolar görünüyordu. TMSF’nin bu miktar para için Bank Ekspres’in batmasından sorumlu kişiler olan yönetim Kurulu Başkanı Korkmaz Yiğit ve Yönetim Kurulu üyeleri; Yılmaz Yiğit, Savaş Özcan, Altan Ayanoğlu, Cafer Sait Okray, Yücel Çelik ve denetmenler İzzet Saban ile Emre Burçkin’in mal varlıklarına el koyması gerekirdi. Tıpkı bugün Mustafa Sarıgül’e yaptığı gibi TMSF o zaman mal varlıkları 311 milyon doların 10 kat üstünde olan bu kişilerin mal varlıklarına el koysaydı, hortumlanmış parayı toplamış olacaktı. Şimdi sormalı: Bu ne iş ey TMSF?

**

Kader’in Kaderi!


Kader’in Kaderi!

Barbaros Şansal

Biliyorsunuz; 11 yaşında evlendi, 12’sinde anne oldu, 13’ünde ölü bebek doğurdu ve 14’ünde kurşunlanıp vuruldu. İnsanlık bakın nasıl uyutulmuştu? 
Serin bir İstanbul akşamı 3-5 arkadaş çıkıyoruz İstiklal’e,
Galatasaray’da pedofiliye dur demek için şevkle.
Hemen Anıt’ın önünde 50-60 kadın, biz yaklaşınca öfkeli gözlerle etrafı süzmekte...

Çağrılara destek verip koşmuştuk haykırmaya,

Ne İHD ne ÇHD ne de başka STK vardı yanlarında.
Bir genç hanım yanaşınca yanıma,
Bir mor bayrak bir de poster vardı artık kucağımda. 
Kadın cinayetleri ve pedofilide dünya 2.si olmuşuz.
Meğerse namus diye biz çoktan yaşam hakkımızı vurmuşuz.
Aslına bakınca çoktan uyumuşuz,
Erkeksiz kadın davasını hep yanlış okumuşuz.
Hışımla geliyor bana hemen bir başka kadın,
Elimdekileri alıyor “yasak” diye, hadi bakalım anlayın.
Erkeklere kapalıymış bu eylem!
Uyarım: Siz lütfen bir kenarda kalın!
Ayrılmak istiyorum kırgınlıkla alandan,
Yakamdaki taktıkları rozeti yere atmadan,
Kenara ayrılınca hiç uyarmadan 
Bir başka katılımcı yanımda, belli rahatsız olanlardan.
Boşverin siz onları,
Desteğiniz önemli bakın burada basın mensupları!
Bende de bireysel katıldım,
Takmayın kafaya bazılarının saçmalıklarını.
Dönüyoruz grubun arkasına,
3 -5 Erkek serseri alay eder yanı başımızda.
Birkaç yetersiz cılız konuşmacı yanında, elbette malum sloganlar da olmalı.
Çabukça bitiyor garip eylem,
Şimdi yüzyüze konuşup çözülmeli sorun hemen 
Kuruculardan biri bizimle,
Bakın bize neler izah ederken.
Erkeklere kapalıymış bu eylem,
Konuşmacı erkeğin ölü kadını var ya, bu yüzden o elzem!
Kenarda durup alkışla desteklenmeliymiş!
HEP ve Platformun demokratik iç tüzüğü bu, yersen...
İki kanadı var toplumun ey ahmak!
Erkek düşmanı olursan adın hep olur oynak,
İlla cenaze mi lazım isyana?
Sen bu kafada kaldıkça adın kalacak hep çaylak.
Kader’in kederinde kanın var,
Bu kafada gittikçe ne adın ne sanın var 
Öfkeni kullanma çocuk bedenine, 
Unutma kadının da artık bir adı var.

***