2 Ağustos 2018 Perşembe

Yetti



Yetti

Akif Kökçe

103 aydın demokrasi bildirisi yayımlamış... Demokrasi diye PKK taleplerini dile getiriyorlar.
Bu “aydın”ların isimlerine bakıyorsunuz...
Çoğu referandumda “Yetmez ama evet” oyu verenler.
Bugünkü yarı dikta rejiminin temeline harç koyanlar yani...
Demokrasiye katkıda bulunmadan önce...
Acaba bir “özür” dilemeyi akıllarına getirmezler mi?

SUUD

Suudi Arabistan’dan ilginç bir haber... İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak Müslüman olmayanları, ramazan boyunca kamuya açık olmayan yerlerde yiyip içmemeleri konusunda uyardı. Bu uyarıyı dinlemeyenlerin iş akti feshedilecek hatta sınır dışı edilebilecekler... Arabistan’da çoğu Asyalı 8 milyon yabancı yaşıyor.


Araplara demokrasi mi geldi? 
Metin Özkan 
Tahrir Meydanı'nda
Yüz binlerce insan
Günlerce toplandı,
Bir sürü insan öldü,
Sonra, "Arap Baharı" geldi.

***
Aradan bir yıl geçti,
Yüz binlerce insan,
Yine Tahrir Meydanı'nda toplandı,
Yine insanlar öldü,
Ancak bu defa, "Arap Baharı" gitti.

***
Şimdi merak edilen şu;
Bu bahar neden geldi?
Ya da neden gitti?
Dahası insanlar neden öldü ve ölüyor?
Cevap;
Cevap yok.
Zaten cevap olsaydı,
Binlerce yıldır,
Milyonlarca insan,
Bir avuç muktedirin iktidarı için ölmezdi.

***
İnsanlığın bitmeyen trajedisi,
Ne yazık ki yazgısını,
Hep başka ellere bırakmış olmasıdır.
Dini otorite
Laik otorite
Askeri otorite
Sivil otorite
Hepsi aynı kapıya çıkıyor;
Koşulsuz itaat.

***
Her defasında aynı fotoğraf,
Sorun
Demokrasi sorunu değil,
Sorun;
Temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma sorunu.
O nedenle insan otorite önünde bir kere diz çökünce,
Bir daha asla doğrulamıyor.

***
Mısırda durum düzelmeyecek gibi,
En azından kısa südre düzelmesini beklemek mümkün değildir,
Ortada bir gerçek var ki,
O da "Arap Baharı" başladığı gibi bitti.
Ne varlığı,
Ne de yokluğu Araplara demokrasi getirmedi.

***
Darbeden sonra Mısır'a,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt'ten
Toplam 16 milyar Dolar dış yardım yapılsa da,
Mısır'da durum kısa sürede düzeleceğe benzemiyor.
Korkum şudur ki,
Bu şekilde devam edersek,
Yani Müslümanlar birbirini kırmaya devam ederse,
Müslümanların ülkelerini çok kötü günler beklemektedir. 


***



Barış Sürec, Bu Mu?


Barış Sürec, Bu Mu?

Melih Aşık

PKK’nin iki numarası Murat Karayılan hükümete ültimatom veriyor:
“Herkes bilmeli ki, önümüzdeki bir hafta çok önemlidir. Türk devletinin şu anki gibi tavrı devam ederse süreç tıkanır.”
Önümüzdeki hafta ne olacak? Ankara’nın Apo ile ilgili tavrı mı belirlenecek?
Biz bilmiyoruz... Pazarlığı yürütenler biliyor... Karayılan devam ediyor:
“Halkımız daha fazla kurumsallaşmalı ve kendini korumalı. Öz savunmasını güçlendirmeli.”
Dün internet sitelerine bir fotograf düşüyor... Faraşin Yaylası’nda bir cenaze töreninde topluluğu uzun namlulu silahlarıyla PKK’liler koruyor. BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, Van Belediye Başkanı Bekir Kaya ile PKK’nin Van eyalet sorumlusu Simko Derik de cenazede (PKK’nin koruması altında) hazır bulunuyor.
PKK 8 Mayıs’ta çekilmeye başladı... Gazetelere çekilme fotoğrafları yollandı. Meğer aldatmacaymış. Başbakan iki hafta önce örgütün ancak yüzde 15’inin ülkeyi terk ettiğini söyledi. Hemen ardından AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu barış sürecinde 2200 gencin dağa çıkarıldığını bildirdi. PKK çekiliyor gibi yaparak Doğu’ya daha fazla yerleşiyor... Bu arada artık fiili olarak kendi toprağında gibi hareket ediyor. Türk devlet güçleri ise ortada görünmüyor. Sanki bölge PKK’ye bırakılmış. Barış süreci bu muydu?

Palalı Nanik yaptı 

Taksim’de pala ile sağa sola saldıran şahıs eşi ve çocuğunu almış THY uçağı ile Fas’a gitmiş.
İyi güzel de, “Palalı” işleri bozulmuş iflas noktasına gelmiş bir esnaf değil miydi?
Hatta büyüklerimiz! onun palalı vahşetini, içinde bulunduğu sıkıntı nedeniyle gösterdiği demokratik tepki olarak değerlendirmemiş miydi?
İflas noktasındaki Palalı, parayı nereden buldu da eşi ve çocuğuyla Fas seyahatine çıktı? 
Yoksa o da 24 maaş ikramiye mi aldı?
Palalı ilk çıkarıldığı mahkemece serbest bırakılmıştı...
Kulislere, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bu serbest bırakma kararına öfkelendiği haberi sızdı...
Palalı, muhtemelen Bakan’ın el altından baskısı sonucu, ikinci kez mahkemeye çıkarıldı.
Yargıç bu defa da “kaçma ihtimali yok” diyerek Palalı’yı salıverdi. Düşününüz ki eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Mustafa Balbay veya Tuncay Özkan’ın kaçma ihtimali var. Palalı’nın yok...
Sonunda bir başka mahkeme yakalama kararı çıkardı... Bu defa da anlaşıldı ki... Palalı aranırken Atatürk Havaalanı’ndan çıkış yaparak ver elini Kazablanka demiş...
Yargı öylesine kriz içinde ki... Kelimelerle tarifi mümkün değil...
Mobese
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya, Kabataş’ta saldırıya uğradığı iddia edilen türbanlı kadınla ilgili mobese kayıtları soruluyor:

- Öyle bir mobese görüntüsü yok, ben öyle bir görüntü izlemedim, diyor...
Oysa türbanlı Z.D. ile röportaj yapan Star yazarı Elif Çakır:
- Valiliğin, emniyetin elinde mobese kayıtları mevcut, diye yazmıştı...
Z.D. röportajda Elif Çakır’a ayrıca şöyle diyor:

“Bir amcaydı sanırım müdahale etmeye çalıştı onu da öldüresiye dövdüler kızıyla birlikte.”
Bu amca ve kızından da ne şikâyet var, ne haber...
100 kişinin gerçekleştirdiği saldırının tek bir kaydı ve tanığı yok. Ama bu yüzden yer yerinden oynuyor.
Eskişehir Valisi
“Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne neden olan darp olayını kesinlikle polis yapmamıştır” diyor. Vali “Kesinlikle” dediğine göre katliamla ilgili elde kesin kanıt var demektir, açıklansın!


***


Hukukun Miladı...

Hukukun Miladı...

Yavuz Selim Demirağ

Ankara’da hâkimlerin olup olmadığına dair endişe 15 Temmuz’da Yargıtay’da başlayacak duruşmalarda belli olacak... Yıllardır sinsice ilerleyen kadrolaşma, özel yetkili mahkemeler ve 12 Eylül referandumuyla zirveye çıktı. Başbakan Erdoğan, özel yasalar çıkarıp MİT’i kurtarmaya, yüksek yargıda 20 yıl şartı getirerek vaziyeti kotarmaya çalışsa da hukuk adına vahamet devam ediyor. 
Ethem Sarısülük’ü öldüren polisin koruma altına alınması, Gezi gösterileri esnasında katledilen gençlerin faili meçhul bırakılması, vatandaşlarımızın gözlerini çıkaran, beyin kanaması geçirten personel ile ilgili yaptırım uygulanmayışı adaletin kötü yola düştüğüne dair düşünceleri tetikliyor.
Yargıtay kararlarının içtihat niteliğinde olduğu bilinir. Yüksek yargının vereceği karar yerel mahkemeleri kesin olarak bağlayacağı için 15 Temmuz’un Türk Hukukunun miladı olacağı kanaatindeyim. Her ne kadar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin yedi üyesi malum HSYK tarafından atanmış olsa da, mahkeme heyetinin evrensel hukuk kurallarını zorlamayacağına inanmak istiyorum.
Beş yıldır Silivri’deki hukuksuzluğu benim kadar yakından takip eden bir gazeteci olmadığının altını çizmek istiyorum. Günlerce süren gizli tanık ve şizofren tiplerin beyanlarını dinledim.  
120 milyon sayfayı bulan Ümraniye dosyalarını tek tek incelemek eşyanın tabiatına aykırı. Ve bu dava 5 Ağustos’ta büyük ihtimal kararını açıklayacak. Sözde Balyoz içler acısı. Savunma haklarını kısıtlanması, tanık taleplerinin reddi, bilirkişi raporlarının hiçe sayılması daha başından usul hataları ile kararın bozulması şart.  
Digital terör ürünü sahte belgelerin bir bir foyasını meydana çıkaran zanlılara karşı, heyetin verdiği karar hukuk tarihine kara sayfa olarak geçti bile. İki çocuk annesi Güllü Salkaya için  “babalık haklarından men” kararı terazinin ne denli hassas olduğunu ortaya koyan küçük ayrıntıdır.
Pazartesi günü başlayacak olan duruşmalarda sanıklar olmayacak. Sadece avukatları bulunacak. Tamamı ile görüşmek mümkün değil lakin Hasdal ve Hadımköy’dekilerin bazılarıyla görüştüm. Artık kocaman bir aile haline geldiğimiz avukatları ve yakınlarıyla konuştum. Her şeyden önce umut bitmiş değil. Lakin “Askeri okullarda izin kağıdımızı elimize almadan izine çıkabileceğimize inanmazdık. Tahliye edilip, birkaç gün sonra tutuklanmaya da alıştık. İçeride rehin olarak tutulduğumuzu da biliyoruz. Pazarlık sadece ülke içinde sürmüyor. Uluslararası boyutu da var. Açılım, saçılım derken bölücü başının İmralı’daki durumu... Şimdilik eve çıkarılan Öcalan’ın serbest bırakılması için doktor raporu planlarını milletimiz biliyor. Ada’nın sekreter, hizmetçi talepleri gerçekleşirse kimse şaşırmasın. Bebek katilinin serbest kalıp TBMM’de siyaset yapmasına dair beklentilerin gerçekleşmeyeceğini kimse garanti edemiyor” mealindeki düşüncelerini okuyucularımızla paylaşmış olalım. 

***
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tebliğnamesi de ilginç. 69 sanığın cezalarının bozulma talebinin aynı zamanda beraat anlamını taşıyıp, taşımadığı meçhul. Öte yandan eski kuvvet komutanları dahil çok sayıda zanlının cezalarının onanması yolundaki talebi anlamak da mümkün değil. Tahminlerime göre usulden bozulacak, dosya özel yetkili mahkemeye iade edilecek bu sırada bazı tahliyeleri beklemek iyimserlik olur. Anayasa Mahkemesinin beş yıldan fazla tutukluluğu bozmasına rağmen  “bir yıllık süre” de olduğu gibi git-gel en az bir yıl. Öcalan serbest kalırsa, genel anlamdaki af ile hapishaneler boşalabilir. 


Pazartesi Yargıtay’daki duruşmayı izlemeye başlıyorum. 
Notlarımızı paylaşacağız elbet.



***


Bu Kafayla Anayasa!

Bu Kafayla Anayasa!


Ali Sirmen


Ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, o da biliyor, herkes biliyor:
Türkiye siyasetine egemen bu kafayla demokratik anayasa falan olmaz.
Bu gerçeği herkes biliyor, ama oyun sürüyor. Başbakan çağrı yapıyor:
- Gelin üzerinde anlaşılan 48 maddeyi bir haftada çıkaralım!
Ana muhalefet lideri de, hayır demiyor, kapıyı açık bırakıyor:
- Komisyon bu yönde karar alırsa biz de destekleriz.
Bir danışıklı dövüş ki herkes neyin ne olduğunun farkında.
Tüm sorun oyunbozanlık etmiş olmamak, masadan kaçtı görüntüsü vermemek...
Kimileri çıkıp ahkâm kesiyorlar:
- En büyük sorunu sivil bir anayasadır. Metin üstünde anlaşılsın mesele kalmaz!
Bu anayasa fetişisti kafa elli yılı aşkın süredir egemen. 
27 Mayıs’ı yapanlar, yeni ve özgürlükçü bir anayasayı yürürlüğe koyarlarsa her şeyin çözüleceğini sandılar. 1961 Anayasası’nı Kurucu Meclis’e hazırlatıp halkoyuna sundular, yürürlüğe soktular.
Ama beklenen değişiklik olmadı.
Kavganın odak noktası, “yeni bir anayasa yapalım”dan, “bu anayasa bu bünyeye uyuyor mu”ya kaydı.
Herkes şaşırmıştı. Yeni anayasa yapılmıştı. Ama sorunlar aşılmamıştı.

***
Azgelişmiş demokrasinin iyi niyetli anayasa fetişisti kafası, çağı yanıtlayan bir anayasa metni hazırlanıp, yürürlüğe konursa her şeyin çözüleceğini sanır. 
Ve de tabii ki, yanılır.
Çünkü anayasalar, neden değil, sonuçturlar.
Kısacası gelişmiş toplumlar, çağdaş anayasaları olduğu için gelişmiş değillerdir, tam tersine gelişmiş oldukları için öyle anayasalara sahiptirler.
Yoksa demokrasi yolunun başındaki bir topluma, tepeden inme bir çağdaş anayasa verin de, bakın bakalım, o toplum kendiliğinden çağdaşlaşıyor mu?
Anayasalar, kanunlar hiyerarşisinde, en üst basamakta yer alan, devletin temel kurumlarını düzenleyen yasal metinler olmanın ötesinde, herkesin ve de özellikle iktidardakiler gibi düşünmeyen, davranmayan ve hissetmeyenlerin de özgürlüklerinin güvenceleri olan toplumsal mutabakat senetleridir.
Anayasalar, iktidarın yetkilerinin altını çizen değil, sınırlarını çizen mutabakatların güven senetleridir.
Çağdaş anayasalar kimsenin ötekileştirilmediği, yöneticinin keyfine göre kimsenin temel hak ve özgürlüğünün kısıtlanmadığı metinlerdir.

***
Anayasanın amacı, iktidarın erkini değil, o erkin karşısında kamunun ve de bireyin özgürlüğünü güvenceye almaktır.
Bu özelliği olmayan metinler, temel yasalar olarak çıkarlar, ama çağdaş anlamda anayasa olamazlar.
Franco’nun da anayasası vardı. Ama “anayasa”dan murat o mudur?
Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran, temel hak ve özgürlükleri hiçe sayan, yargı bağımsızlığını tanımayan metinlere ancak diktaların temel yasası denir, ama gerçekte onlar, toplumların anasını ağlatan yasalardır.
Uzlaşma Komisyonu 48 madde üzerinde anlaşmış. 
Türkiye’nin bu siyasi ortamında uzlaşma kurumu kulağa nasıl geliyor dersiniz?
Herkesi ötekileyen, bir siyasi iktidarla, demokrasinin temel kavramları üzerinde uzlaşmak imkânı yokken, sistemin nasıl işleyeceğini düzenleyen metinde nasıl uzlaşacaksınız?
Bu kafayla en gelişmiş anayasayı alsanız, orasına burasına, birkaç “ancak” birkaç “ama” ekleyerek, sisteminizin aynası bir metin çıkarırsınız sadece
Şu gerçeği görelim: Elde var olan anayasayı bile daha beter hale sokan bu kafa demokratik bir anayasa falan yapamaz.
Türkiye’nin sorunu bir anayasa metni sorunu değil, kafa sorunudur.
Türkiye’ye egemen olan kafayla demokratik anayasa yapılamaz.
Kimse kimseyi kandırmasın!
Kimse de kanıp olmayacak duaya “amin”i yapıştırmasın!
Bitsin bu maskeli balo!


***


Yine Tasa Anayasa…



Yine Tasa Anayasa…


Hasan Pulur

İlk tanıştığımızda “Teşkilat-ı Esasiye” kanunuydu. Her konuda ikiye bölünmeyi marifet sananlardan bir kısmı böyle derken CHP’liler “Anayasa” derlerdi, bize göre doğrusu da buydu. Sonra birdenbire “Teşkilat-ı Esasiye” gitti, “Anayasa” geldi oturdu.
İlahi kavga başlamıştı.
“Şimdi tasa/Anayasa!” dedik ya!
Hem de ne tasa!

***
Meclis Başkanı Cemil Çiçek helak oldu, lakin bize öyle bir fıkra anlattı ki!
Adamın biri falan kasabaya yaya giderse kaç dakika süreceğini sormuş, cevap yok! Bir daha sormuş yine cevap yok, kızmış, “yahu ağzını açıp bir şey söylesene!..”
Öbürü boynunu bükmüş.
“Yürü de yürüyüşünü göreyim ona göre bir tahmin yaparım!”
Cemil Çiçek, Anayasa için böyle dedi.
“Kimsenin yürüdüğü yok, tahmin istiyorlar.”
Oysa konu bize göre Anayasa değil!

***
Ya ne?
Kusura bakmayın ama, maksat yeni Anayasa ise 1980 modeli “darbe” yapımı Anayasa’yı değiştirirler.
Demek ki Anayasa’dan memnunlar...

***
Hem şimdi başka işleri var, eli sopalı ya da palalı adamlar ortaya salıyorlar, bir genç daha öldürüldü! Gezi olaylarında mimledikleri mimar ve mühendisler durumuyla ilgileniyor!
Nasıl ilgi olduğunu anlamışsınızdır herhalde...

***
Taksim Gezi olayları sırasında polisin biber gazından kaçıp, Divan Oteli’ne sığınanların hesabını sormayacaklar mı?!!
Canını kurtarmak isteyenlere kapılarını açtı diye birkaç uydurma fotoğrafla, oteli mühimmat deposu ilan edecekler.
Ayıptır ayıp!
Hani “Seksenler”in “Butik Ali”si, “Bana her şeyi söyleyin de şunu söylemeyin!” der ya!
Ne derseniz deyin ama “Koç Ailesi”ne “terörist koruyucusu” demeyin.
Laftan lafa geçiyoruz.

***
Anayasa Mahkemesi, 10 yıldan fazla tutukluluğu öngören maddeyi iptal etti.
Bir de süre koydu, bir yıldan sonra uygulanır.
Adam tutuklu, tahliye olması gerekmiyor mu?
Hayır, bir yıl sonra...
Hem maddeyi Anayasa’ya aykırı diye iptal edeceksiniz, ama bir yıl içeride bekleteceksiniz.
Bu nasıl bir mantık.
Kanun iptal edilmiş, Anayasa’ya aykırı bulunmuş, lakin sen hele bir yıl daha yat da!
Anayasa Mahkemesi Başkanı da işin farkında olmadı ki takdiri hakimlere bırakıyor.
Velhasıl böyle işte!
“Yine tasa/Anayasa!”

***