2 Eylül 2018 Pazar

Erbakan böyle Uyarmıştı: İran'dan Sonraki Asıl hedef Türkiye!


Erbakan böyle Uyarmıştı: İran'dan Sonraki Asıl hedef Türkiye!


    Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan, 2003'te yaptığı açıklamalarda uyarılarda bulunmuş ve Siyonizmin İran'dan sonraki hedefinin Türkiye olduğunu 
söylemişti.

https://www.youtube.com/watch?v=FO5m4v4FPt8

***

Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Cahit Armağan Dilek
cahitdilek@yahoo.com

Duayen Gazetecimiz Arslan BULUT'un 06 Ağustos'taki köşe yazısındaki "Fırat'ın doğusu" tabiriyle ilgili tespitleri önemli.

Özet olarak; 100 yıl önce Sevr ile Metinlere giren tabirin aslında siyaset dilindeki yerinin çok daha eski olduğunu belirtiyor. 
Tahrif edilmiş Tevrat'ta Yahudilerin vatanı olarak gösterilen yerin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 2006'da yayımlanan haritada "Free Kürdistan"ın 
kuzey-batı sınırları olarak karşımıza çıktığını belirtiyor.

***
Biz de bazı bilgiler ilave edelim. Fırat'ın doğusuna tabirine Haziran 2015'te Türkiye, önemli ancak kendi "aleyhine" olacak bir anlam kazandırdı!

O tarihte TelAbyad'ın düşüp YPG'nin Fırat'ın doğusunun tamamını kontrol etmesi üzerine Türkiye Fırat'ın batısına geçilmesini kırmızı çizgi ilan etti. 
Böylece Fırat'ın doğusundaki YPG kontrolü zımnen kabullenildi.

Mayıs 2016'da ABD-YPG ortaklığındaki Menbic operasyonuna, sonrasında YPG'nin Fırat'ın doğusuna çekilme şartıyla(!) Türkiye razı oldu. 
YPG Menbic'ten çekilmedi, aksine varlığını artırdı. Fırat'ın doğusu tabiri artık YPG terör yapılanmasının kontrol ettiği bir bölgenin adı olmuştu.

Şimdi Menbic sınırında peşrev atar gibi devriye atıyoruz, sayı sayıyoruz. Ama güreş tutacak halimiz yok.

Menbic " Papaz krizi "yle sarsılan Türk-Amerikan ilişkilerinin kopmadığını gösterme adına her iki taraf Menbic'e sarıldı, askeri ilişkilerin sözde etkilenmediğini buradaki devriyeler üzerinden gösteriyor.

ABD-Türkiye krizleri uzun vadede bitmeyeceğine göre Menbic'te statüko değişmeyecek, peşreve devam edilecek, Fırat'ın doğusuna uzaktan bakılacak gibi.

ABD ve Rusya gevşek merkezi yönetimden yana

İsrail'in güvenliği önceliğiyle Suriye'de bulunan ABD, sözde IŞİD gerekçesiyle desteklediği PKK'nın Suriye'nin dörtte birini, önemli tarım-su-enerji 
kaynaklarını kontrol altına almasını sağladı.

ABD/İsrail'in Suriye'de federal yapı istediği aşikâr. 7 yıllık savaş çok şeyi değiştirdi. Şam'ın zayıfladığını gören İsrail yeniden Esad ile devam edilebileceğini 
söylüyor.

Rusya muhtemelen kendi yönetim sistemini, sahada değişen gerçekleri dikkate alarak daha Astana sürecinin ilk toplantılarında taraflara Suriye anayasa 
taslağı dağıtmıştı. ABD'nin katkı verdiği bilinen taslakta Suriye'de Kürtlere yönetimsel ve kültürel özerklik verilmesi öneriliyordu. Aslında iş çoktan bitmiş!

Bu PYD için büyük kazançtı. Henüz başlamamış müzakerelerde başlangıç noktası bu olursa daha neler kazanamazdı ki!

Rusya da Fırat'ın doğusunu kabullendi

Türkiye'nin düştüğü hataya Rusya da düştü. Haziran 2017'de ABD'nin bir Suriye uçağını düşürmesi üzerine Fırat'ın batısında ABD uçaklarını gerekirse 
düşürebileceğini açıkladı. Açıkça Rusya da Fırat'ı sınır olarak kabul etmişti.

Artık Fırat'ın batısındaki Menbic, Tabka, Rakka ve enerji kaynakları PYD'nin anayasal taleplerinin karşılanması için müzakere edilebilirdi. 
Türkiye'nin karşı durması nedeniyle Astana ve Cenevre süreçlerine dahil edilemiyordu. Putin-Trump mutabakatlarıyla Şam-PYD alt düzlemde 
görüşmelere başladı, Türkiye engeli aşıldı.

Fırat'ın doğusunun statüsü işte bu müzakerelerde belirleniyor. Suriye anayasa komitesine sadece buradaki mutabakatları yazmak düşecek.

Irak'ta öyle olmadı mı? Barzani'nin talepleri önce Geçici İdari Yasaya yazıldı, oluşan fiili durum Irak anayasasına aynen aktarıldı.

Irak'ın Revize edilmiş kopyası Suriye'ye.

Karşınızdakini olduğundan kuvvetli veya zayıf değerlendirmek size kaybettirir. PYD'nin Şam ile müzakeresini ABD zorda, kaybetti şeklinde nitelemek 
gerçekçi değil. ABD ve Rusya "Suriye'deki aktörleri zorlamıyoruz, kendileri çözüm üretiyor" algısı yaratıyor. İkisinin de büyük yatırımlar yaptığı Suriye'deki 
gelişmeleri oluruna bırakmaları mümkün değildir.

Irak ve kuzeyinden alınan derslerin Suriye'ye yansıtıldığını görüyoruz. Fırat'ın doğusunda Rusya onaylı ABD güdümünde PKKistan oluşturuluyor. 
Irak kuzeyindeki Peşmerge rolünde burada Kuzey Suriye Savunma Gücü kuruluyor.

Türkiye ise tehdidin önceliğini tespit etmekte büyük hata yaptı, bunda ısrar ediyor. Bunun son örneği Menbic yol haritası.  Menbic sınırında patinaja devam.

Bu yolla Menbic'te sınırın ötesine geçemeyecek Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna da geçemeyeceği kafalara kazınıyor.

Son günlerde Rusya'dan yansıyan "denetime tabi yerel yapılar" söylemleri bunu teyit eder niteliktedir. Fırat doğusunda özerk bir yapı oluşacak, işin özü bu. 
Seviyesi kapsamını tartışıyorlar, kimin eli kuvvetli göreceğiz, ama biz devre dışıyız.

Papaz, yaptırım, ekonomik krizlerle bunun üstünü örtmeyin, mazeret yapmayın. Daha İdlib var, İran var, var da var. Menbic kandırmacasına son verin, 
Fırat'ın doğusunda oluşan PKKistan'ı milletten saklamayın.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/firatin-dogusuna-turkiyenin-katkilari-48408yy.htm

***

1 Eylül 2018 Cumartesi

TANAP PROJESİ.,



TANAP PROJESİ.,


İSMAİL KAYAZ.,
14 HAZİRAN 2018.


TANAP projesi Türkiye’ye siyasi ve ekonomik bakımdan prestij kazandıracak son derece stratejik bir hamle. Güney gaz koridorunun en önemli ayağını oluşturan TANAP ile Türkiye öncelikle kendisinin ve genel olarak da Avrupa kıtasının enerji arz güvenliğinin sağlanması bakımından kritik bir misyon üstleniyor. Bu yönüyle TANAP projesi küresel enerji piyasalarında Türkiye’nin referans noktası olarak kabul edilecektir. Söz konusu projenin başarılı bir şekilde yürütülmesiyle, başta Hazar denizi bölgesindekiler olmak üzere, yoğun doğalgaz rezerv potansiyeline sahip diğer ülkelerin enerji kaynaklarının da Türkiye üzerinden dünya piyasalarına transfer edilmesi imkanı doğacaktır. Buna paralel olarak Doğu Akdeniz’de keşfedilen zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin Avrupa pazarına ulaştırılması hususunda Türkiye’ye duyulan güven de artacaktır.

2012 yılında Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalan anlaşma neticesinde resmiyet kazanan TANAP projesi günümüze kadar bir takım siyasi engellemelerle karşı karşıya kaldı. Ancak Türkiye ile Azerbaycan arasındaki karşılıklı uyum ve güven sayesinde TANAP projesi sorunsuz bir şekilde ilerletildi ve bu süreç gerek siyasi gerekse diplomatik açıdan son derece başarılı bir şekilde yürütüldü. Rusya’yla ortaklaşa geliştirilen Türk-Akım projesi ile TANAP’ın rakip olabileceği ve bu nedenle Rusya’nın TANAP’ı desteklemediği yönündeki tezler Türkiye tarafından çürütüldü. Türkiye bu iki projenin de enerji arz güvenliği bakımından birbirini destekleyici nitelikte olduğunu savunuyor. Bununla beraber, ilerleyen dönemde Türk-Akım’ın faaliyete başlamasını müteakip Azeri ve Rus gazlarının fiyat bakımından rekabet içine girebileceği de öngörülüyor. Bu durum aslında Avrupa’nın Rusya’dan satın aldığı gazın fiyatının düşmesine neden olacak. Türkiye açısından ise her iki boru hattı projesiyle enerji maliyetlerinde bir düşüş gerçekleşecek ve böylece ekonomik bir fayda sağlanmış olacak.

Projenin bölge siyasetine etkileri

TANAP projesinin kuşkusuz bölge siyasetinin yeniden dizayn edilmesine de önemli katkıları olacak. Bulunduğumuz coğrafyada yıllardan beri süregelen siyasi ve askeri problemlerin çözüme kavuşturulması ve bölgede yeni ekonomik işbirliklerinin kurulması bakımından bu projenin fayda sağlayacağı çok açık. Ayrıca Ortadoğu, Asya ve Kafkasya bölgelerinde istikrarın yeniden tesisi hususunda TANAP projesi belirleyici bir rol üstenecek.

TANAP projesiyle bölgedeki diğer ülkelerin enerji kaynaklarını da dış piyasalara iletmek isteyen Türkiye, halihazırda siyasi ve hukuki açıdan yoğun çaba sarf ediyor. Bu bakımdan tüm dünya tarafından yakından takip edilen Türkiye’nin, TANAP projesiyle özellikle enerji piyasalarında güven kazanması sağlanacak. Böylece Türkiye bu tarz projelerin devam ettirilmesi bakımından önemli bir avantaj elde edecek.

TANAP projesi küresel enerji dengeleri açısından değerlendirildiğinde, bu adımın özellikle Avrupa piyasaları tarafından yakından takip edildiği belirtilmeli. Yıllık 450 milyar metreküpün üzerinde doğal gaz tüketimi olan Avrupa kıtası TANAP gibi projeleri destekleyerek güvenli ve sürdürülebilir enerji kaynakları temin etmeyi planlıyor. Dolayısıyla TANAP ve Türk-Akım gibi projeler Avrupa açısından hayati önemi haiz. Avrupa’nın kaynak ülke ve güzergâh çeşitliliği arayışı, söz konusu projelerle birlikte artacak. Türkiye ise hayata geçirilen bu projelerle Avrupa’nın enerji arz güvenliğinin tesisinde stratejik bir rol üstlenecek.

Türkiye enerji üssü olma hedefine yaklaştı

TANAP projesinin hayata geçmesiyle birlikte Türkiye enerji merkezi olma hedefine bir adım daha yaklaştı. Diğer taraftan bu hedefe tam anlamıyla ulaşılabilmesi için Türkiye’de doğalgaz depolama kapasitesinin geliştirilmesi, LNG tesislerinin artırılması ve öngörülebilir bir enerji piyasasının oluşturulması gerekiyor. Bu bağlamda Silivri, Kuzey Marmara ve Değirmenköy doğalgaz depolama tesislerinin kapasitelerinin yaklaşık 5 milyar metreküpe ve Tuz gölü doğalgaz depolama merkezinin kapasitesinin ise 5,4 milyar metreküpe çıkarılması öngörülüyor. Bununla beraber Aliağa/İzmir ve Dörtyol/Hatay’da bulunan yüzer LNG depolama ve yeniden gazlaştırma ünitelerine ek olarak Saros körfezinde yeni bir tesisin açılmasına yönelik çalışmalar da devam ediyor. Diğer yandan, 2015 yılında Türkiye’de derinliği ve işlevselliği olan bir enerji piyasası oluşturmak için enerji borsası çalışmaları başlatıldı ve böylece sektörde faaliyet gösteren kurumların birbirleriyle entegre bir biçimde çalışabilmesinin önü açıldı. Tüm bu çalışmalar, TANAP gibi uluslararası enerji projeleriyle bir bütünlük içinde gelişerek, Türkiye’nin küresel enerji piyasalarında dinamik bir aktör olarak ortaya çıkması ve enerjide merkez ülke olma hedefi doğrultusunda devam ediyor.

Türkiye’nin enerji üssü olması konusunda hayati bir öneme sahip olan TANAP projesiyle birlikte hem enerji maliyetleri düşecek hem de ülkenin doğalgaza kesintisiz erişimine imkan sağlanacak. Türkiye TANAP kapsamında ilk etapta 2 milyar metreküp, sonrasında ise toplam 6 milyar metreküp doğalgaza ulaşacak. Böylece Türkiye’nin yıllık doğalgaz ithalat portföyünde Azeri gazının payı yaklaşık iki katına çıkartılacak. Böylece doğalgazda Rusya’ya olan yüksek oranlı bağımlılık ve bundan kaynaklanan siyasi ve ekonomik riskler azalacak.

Dış yatırımlar artacak.,

TANAP projesinin hayati önem taşıyan diğer bir yönü ise Türkiye ekonomisine sağladığı doğrudan katkılar. Projenin geçiş güzergahında bulunan bölgelerde istihdamı artırıcı bir etkisi olan TANAP, aynı zamanda taşımacılık, hizmet ve demir-çelik gibi sektörlere fayda sağladı. Ayrıca TANAP projesiyle Şah Deniz 2 rezerv bölgesinde BOTAŞ ve TPAO gibi Türk şirketlerinin ortaklıklarının bulunması, Türkiye’nin enerji piyasalarındaki etkinliğinin artması bakımından çok önemli bir kazanım. TANAP projesi Türkiye’ye yabancı yatırımların çekilmesi bakımından da elverişi bir zemin sunuyor. Bu bağlamda SOCAR’ın Türkiye’de yaklaşık 20 milyar dolarlık bir yatırım hacmine sahip olması dikkat çekiyor. TANAP bu yönüyle sadece enerji alanında değil, aynı zamanda Türkiye ekonomisi için de ciddi bir fırsat olarak değerlendiriliyor.

Günümüz dünyasında kaynaklara sahip olmak ve bu kaynakları en az maliyetle dış pazarlara transfer etmek küresel enerji politikalarını şekillendirecek en önemli etmenler. Bu açıdan bakıldığında Türkiye, coğrafi konumunun verdiği avantajlardan yararlanarak “Enerji’nin İpek Yolu” olarak da nitelendirilen TANAP gibi projelerle bölgesinde ve küresel piyasalarda dikkate değer bir aktör sıfatıyla boy gösterecek. Böylece Türkiye tıpkı tarihi İpek Yolu’nda olduğu gibi, stratejik bir geçiş güzergahı haline gelecek. Öte yandan Türkiye Azerbaycan’dan Avrupa’ya aktarılacak doğal gazda sadece transit bir ülke olmak yerine, enerji ticaret merkezi hüviyetini kazanacak hamleler gerçekleştirerek bu alandaki vizyonunu daha da geliştirecek.

Türkiye stratejik coğrafi konumu, siyasi istikrarı, dinamik ekonomisi ve güçlü pazar avantajıyla uluslararası enerji projelerinin adeta çekim noktasında bulunuyor. Bu alanda gerçekçi ve ihtiyaçlara cevap veren enerji politikalarıyla küresel enerji piyasalarında güven sağlayan Türkiye, ilerleyen süreçte de TANAP gibi projelere ev sahipliği yapmaya devam edecek. Milli enerji ve maden politikasıyla arz güvenliği, yerlileştirme ve öngörülebilir piyasa koşulları sağlanarak Türkiye’nin enerji yatırımlarında cazip bir merkez olması hedefleyen çalışmalar devam ediyor.

[AA, 14 Haziran 2018]

https://www.setav.org/tanap-kuresel-enerji-denkleminde-yeni-donem/

***

Suriye ve Irak Politikasında Öncelikler.,



Suriye ve Irak Politikasında Öncelikler.,


Veysel Kurt,
Kriter Temmuz-Ağustos 2018 
Yıl 3, Sayı 26











    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın balkon konuşmasında yer verdiği “Bu sonuçlar aynı zamanda Suriye topraklarını özgürleştirmeye ve ülkemizdeki misafir 
kardeşlerimizin evlerine güvenle dönüş yollarını açmaya devam edeceğimizin göstergesidir” ifadeleri Türkiye’nin Irak ve Suriye politikasına ışık 
tutmaktadır.

    “Bu sonuçlar aynı zamanda Suriye topraklarını özgürleştirmeye ve ülkemizdeki misafir kardeşlerimizin evlerine güvenle dönüş yollarını açmaya devam edeceğimizin göstergesidir.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerinin ardından Ankara’da yaptığı balkon konuşmasında sarf ettiği bu sözler seçim sonrası Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yönelik politikasına yakından ışık tutmaktadır. Esasında Türkiye’nin hem Irak hem de Suriye politikasının temel parametreleri oturmuş durumda. Dolayısıyla bir süredir bu iki ülkeye yönelik geliştirilen stratejinin kaldığı yerden devam edeceğini öngörmek zor değil. Hem Suriye hem de Irak politikasının en önemli parametresi tabii ki terörle mücadele ve sınır güvenliği. Fakat Türkiye’nin stratejisi bununla sınırlı değil. Her iki ülkede de aynı zamanda yeniden inşa faaliyetleri yürütme çalışmalarına katkıda bulunulmaktadır. Bu etkinlik 24 Haziran seçimleri sonrasında da devam edecektir.

Suriye: Terörün Tasfiyesi, Çatışmasızlık ve Mülteciler

Türkiye’nin Suriye politikasının iki temel eksen üzerinde yürüdüğünü söylemek mümkündür. Birinci eksen terörle mücadele, ikincisi ise Suriye’de normalleşmeye gidilmesi ve devamında Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin evlerine güvenle dönmelerini temin edecek ortamın sağlanmasına katkıda bulunmaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın balkon konuşmasında yer alan sözleri dikkatli bir şekilde analiz edildiğinde Türkiye’nin Suriye krizine yönelik hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için kullandığı mekanizmaların da anlaşılması kolaylaşmaktadır. Bu bağlamda “Suriye topraklarının özgürleştirilmesi” ve “Suriyeli misafirlerin evlerine güvenle dönmesi” anahtar ifadeler olarak göze çarpmaktadır. Suriye topraklarının özgürleştirilmesi terör örgütlerinin tasfiyesi ve meşru bir yönetimin kurulması ile mümkündür.

Suriye’nin terörden arındırılması için en fazla uğraş veren ülke Türkiye’dir. Üstelik bu mücadele sürecini sivillere ve yerleşim birimlerinin alt ve üst yapısına zarar vermeden yürütmektedir. Fırat Kalkanı Harekatı’nda DEAŞ’a karşı, Zeytin Dalı Harekatı’nda da PKK/PYD’ye karşı bu mücadelenin etkisi ve zikredilen konulardaki hassasiyet açık bir şekilde kendini göstermiştir.

Türkiye sert güç kullanarak iki askeri operasyon gerçekleştirdi ve Fırat ile Hatay arasındaki bölgeyi terörden arındırdı. Terör örgütleri arasında herhangi bir ayrım gözetmedi. Hem DEAŞ hem de PKK’yı bölgeden temizledi. Bununla yetinmedi, bu bölgeleri yeniden inşa etmeye yönelik faaliyetlere hız kazandırdı. Öte yandan Rusya ve İran’la müzakerelerde bulunarak bu bölgelerin yeniden çatışma alanına dönmemesi için de gayret göstermeyi sürdürmekte. Bu adımlardan elde edilen en büyük kazanım sınırın terörden temizlenmiş olması ve mültecilerin evlerine emin bir şekilde geri dönmelerinin sağlanmasıydı.

Bundan sonra farklı mekanizmalarla aynı hedeflere ulaşmak için Menbiç ve Tel Rıfat’ta yeni süreçlerin işleyeceğine şahit olacağız. ABD ile varılan mutabakat gereği PYD Menbiç’i terk edecek. Burada kurulacak olan idari mekanizma ve güvenlik konseyinin işleyişi ile bölge yeni bir yapıya kavuşacak. Ayaklanma öncesinde nüfusu yaklaşık 200 bin olan kentten DEAŞ, Esed ve PYD’den kaçanların önemli bir kısmının Türkiye’ye geçtiği tahmin edilmektedir. PYD’nin kenti kontrol etmesinin ardından nüfus ve tapu kayıtlarını yok etmeye çalıştığı ve dolayısıyla şehirde ciddi bir nüfus mühendisliğine giriştiği bilinmektedir. Şehrin PYD’den arındırılması ile hem bu mühendisliğin önüne geçilecek hem de bu şehirden göç edenlerin evlerine dönmelerinin yolu açılmış olacaktır.

Benzer bir sürecin Tel Rıfat için de işleyeceğini söylemek mümkün. Menbiç ile birlikte en yoğun Arap nüfusun yaşadığı bölgelerden biri olan Tel Rıfat, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile temizlenen bölgeler arasında yer alması sebebiyle de oldukça önemli bir bölge. İsyanın başlamasının ardından ÖSO’nun kontrolüne geçen bölgelerden biri olan Tel Rıfat 2013’te DEAŞ tarafından kontrol edilse de 2014’ün başında bir yandan Rusya destekli rejim bombardımanına öte yandan PYD’nin ilerleyişi sonrasında bu iki aktörün kontrolüne girdi. 2016’da ise rejim buranın kontrolünü PYD’ye bıraktı fakat ciddi bir Rus etkinliği de söz konusu. Bu çatışmaların etkisi ile kentten Türkiye’ye yoğun göçler yaşandı. Bir süredir yürütülen müzakerelerle Tel Rıfat’ın da terörden arındırılması ve yerel güçlerden oluşturulacak güvenlik güçleri ile emniyetin sağlanması planlanıyor. Ayrıca kente dönecek olan mültecilerin kayıtlarının yapılması ve güvenli bir şekilde sevk edilmesinin formülleri üzerinde duruluyor. Kısa bir süre içinde bu adımların hayata geçirilmesi Türkiye’nin hem sınır güvenliğine katkıda bulunacak hem de mülteci yükünü azaltacaktır.

Irak: Kandil Operasyonu ve Siyasi Yakınlaşma

Türkiye’nin yakın dönemde Irak’la ilişkilerini belirleyecek en önemli konular devam eden Kandil operasyonu ve Irak seçimleri sonrasında kurulacak hükümetle gelişmesi beklenen siyasi iş birliğidir. PKK’nın 2015’ten itibaren giderek daha büyük bir tehdit haline gelmesi ve IKBY’nin bağımsızlık ısrarı Türkiye’nin Irak’a ilişkin politikasını yeniden değerlendirmesine neden olmuştur. Mevcut düzlemde Türkiye’nin Irak politikasının temel parametrelerinin oluştuğunu söylemek mümkün. Bu parametreler PKK ile mücadele, Irak’ın toprak bütünlüğü ve Türkmenlerin korunması olmak üzere üç ana eksene dayanmaktadır. Esasında son bir yıllık gelişmeler her iki ülkenin bu konularda mutabık kaldığını da göstermektedir.

Yaklaşık üç yıldır Türkiye’nin hem ülke içinde hem de yakın sınır komşularında yürüttüğü siyasi ve askeri mücadelenin en önemli parametresi şüphesiz ki PKK ile mücadeledir. Irak ve Suriye’de ortaya çıkan güç boşluğundan faydalanarak eylem alanını genişleten örgüte karşı Türkiye konvansiyonel stratejisini değiştirdi ve etkin bir mücadele sürecini başlattı. Otuz yılı aşkın bir süredir örgütün en önemli konuşlanma ve lojistik bölgesi olan Kandil’e yönelik bir operasyon başlamış durumda. Türkiye bugüne kadar Kandil’e sınırlı operasyonlar yürüttü. Ancak bugünkü şartlar daha kapsamlı operasyonlara imkan tanıyor. Uluslararası konjonktür ve teknolojik imkanlar açısından durum böyle ve Türkiye bu şartların gereğini yapıyor.

Operasyon örgütün tasfiyesi için kritik öneme haiz. Kandil örgütün kullandığı tek alan değil tabii ki. Fakat örgüt açısından merkezi bir konum taşıdığı, sözde lider kadrosunun burada barındığı, birçok eğitim kampının burada yer aldığı ve silah depolarının da burada bulunduğu konusunda kimsenin şüphesi yok.

Kandil operasyonu örgütün hareket alanını kısıtladıkça örgüt Irak ve Suriye’ye doğru hareket edecektir. Bu durumda da söz konusu ülkeler nezdinde askeri ve diplomatik girişimlerde bulunarak örgüt daha da sıkıştırılır. Kaldı ki PKK gibi katı bir hiyerarşi ve dar bir lider kadrosu ile yönetilen örgütler için bu mücadele tarzı etkili sonuçlar verir. Lider kadrosunun tasfiyesi örgütü ciddi anlamda yıpratır. Operasyondan gelen haberler de bu anlamda etkili sonuçlar alındığını gösteriyor. Önümüzdeki günlerde operasyonun genişlemesi ve daha etkili sonuçların alınması da sürpriz olmayacak.

Geçtiğimiz ay gerçekleşen Irak seçimleri hem Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadelesinin nasıl devam edeceği hem de yeni hükümetle ilişkilerin düzeyi konusunda yeni bir dönem olacaktır. Mevcut düzlemde her iki meselede de Türkiye lehine gelişmelerin olacağını beklemek gerçekçidir. ABD ile İran arasında meydana gelen gerilim Türkiye’yi Irak açısından önemli ve dengeleyici bir güç konumuna taşımıştır. Türkiye’nin referandum sürecinde Irak’ın toprak bütünlüğü lehine takındığı tavır ile merkezi hükümetle başlayan yakınlaşma Türkiye’nin bütün siyasi aktörler nezdinde önemli bir partner olarak görülmesine zemin hazırlamıştır.

Bu bağlamda yakın dönemde merkezi hükümetle PKK ile mücadele alanı başta olmak üzere birçok alanda kurulan iş birliğinin bundan sonra da Türkiye’nin 
önceliği olacağı açıktır. Türkiye’nin merkezi hükümetten beklentisi PKK’nın Türkiye aleyhine her türlü faaliyetine karşı iş birliğini geliştirmek olacaktır. 
Bu alanda alınacak mesafe Türkiye’nin Irak’la ekonomik ilişkisinin de önünü açacak ve Irak’ın yeniden inşa edilmesinde Türkiye’nin katkı sağlama payını 
artıracaktır.


https://kriterdergi.com/dis-politika/suriye-ve-irak-politikasinda-oncelikler

***

Ortadoğuya Demokrasiyi Faşist PKK lılar mı Getirecek?


Ortadoğuya Demokrasiyi Faşist PKK lılar mı Getirecek?


ENES BAYRAKLI.,
Kriter Kasım 2016 / Yıl 1, 
Sayı 7











Malum olduğu üzere PKK her ne kadar kendini halkların kardeşliği için savaşan Marksist-Leninist bir hareket olarak tanımlasa da aslında Ortadoğu’da 
Kürt ulus devleti kurmaya yönelmiş faşist ve gerici bir örgüttür. PKK faşist bir harekettir çünkü hayal edilen bu devlette örgütün resmi ideolojisini 
tasvip etmeyen Kürtlere ya da başka milletlere hayat hakkı yoktur.

Malum olduğu üzere PKK her ne kadar kendini halkların kardeşliği için savaşan Marksist-Leninist bir hareket olarak tanımlasa da aslında Ortadoğu’da Kürt 
ulus devleti kurmaya yönelmiş faşist ve gerici bir örgüttür. PKK faşist bir harekettir çünkü hayal edilen bu devlette örgütün resmi ideolojisini tasvip etmeyen Kürtlere ya da başka milletlere hayat hakkı yoktur. PKK’nın Türkiye’ye karşı sürdürdüğü terör savaşında kendi gibi düşünmeyen Kürtlere yaptığı katliamlarda, Suriye’nin kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı hayali Rojava bölgesindeki Arap ve Türkmenlere karşı etnik, muhalif Kürtlere ise siyasi temizlik operasyonlarında bu duruma defalarca şahit olduk.

PKK tarihi boyunca amacına ulaşmak için siviller ve güvenlik kuvvetlerine yönelik intihar eylemleri, muhaliflere karşı suikast, örgüt içi infaz, haraç, uyuşturucu 
ticareti ve insan kaçakçılığı gibi meşru bir siyasi mücadelenin parçası olarak asla görülemeyecek eylemleri kullanmakta hiçbir beis görmemiştir.

Avrupa değerleriyle tamamen zıt olarak şiddet ve terörü siyasi bir araç olarak kullanması ve Avrupa devletleri tarafından bir terör örgütü olarak kabul 
edilmesine rağmen Avrupalı entelektüel ve siyasilerin geneli PKK’yı meşru bir hareket olarak görmektedir. Bu durumu daha da garip ve anlaşılmaz hale 
getiren husus ise söz konusu ülkelerin NATO bünyesinde uzun zamandır Türkiye’nin müttefiki olmalarıdır.

Bir paradoks gibi gözüken ve açıklanması zor olan bu durumun izahı aslında son derece basittir. Avrupa her ne kadar Türkiye ile müttefik olsa da bu ittifak 
sadece kendi düşmanları söz konusu olduğunda devreye sokulmaktadır. Türkiye’yi hedef alan diğer tehditler Avrupa’ya yönelmedikçe ittifak göz ardı 
edilmektedir. Diğer taraftan siyasi gösteriler sırasında gerçekleşen en ufak şiddet olaylarına müsamaha göstermeyen Avrupa, şiddet ve terör eylemlerini 
siyasetlerinin temel hedefi yapmış PKK ve onun siyasi uzantısı HDP’yi meşru görmeye devam etmektedir. Zira oryantalist bir bakış açısıyla ötekileştirilen 
Türkiye Avrupa’nın bir parçası değildir ve dolayısıyla da Avrupa’da geçerli olan kriterlerin dışında bırakılmıştır. Dış politikada ilkeler değil menfaatlerin ön 
plana çıktığının en güzel örneklerinden biri olan bu tutum ile Avrupa Türkiye’ye karşı güçlü bir siyasi karta sahip olmaktadır.

Yukarıdaki perspektiften baktığımız zaman genel olarak Avrupa’nın PKK ve onun uzantısı HDP, PYD gibi siyasi partiler ile ilgili bizim açımızdan anlaşılmaz 
olan birçok tutumu açıklığa kavuşmaktadır. Örneğin Avrupa bir taraftan siyasi kariyeri boyunca meşru siyasetin dışına çıkmayan ve demokratik seçimlerle 
işbaşına gelen Erdoğan’ı otoriterlik ve tek adamlık ile suçlarken diğer taraftan neredeyse “Tanrı”laştırılan ve bir kült haline getirilen Abdullah Öcalan’ın 
liderliği ve emirlerini sorgusuz sualsiz takip eden ve Türk siyasi hayatında birer kukla olmaktan öteye gidemeyen Demirtaş ve avanesini meşru ve demokratik 
siyasetçiler olarak lanse etmektedir.

Avrupa’nın İkiyüzlülüğü 

Demirtaş’ın çağrısıyla sokağa çıkan ve Yasin Börü’yü büyük bir vahşet örneği göstererek şehit eden PKK militanlarının barbarlığı Avrupa basını tarafından 
tamamen görmezlikten gelinirken Okmeydanı’ndaki sol gruplar tarafından başlatılan şiddet olaylarında ölen Berkin Elvan Avrupa basını tarafından 
sembolleştirilmektedir.

Aynı Avrupa barış sürecini HDP’li belediyelerin yardımıyla şehirlere silah ve mühimmat yığıp yeni militan devşirmek için kullanan ve Suriye’deki 
gelişmelerden sonra konjonktür müsait olunca tarihi bir fırsat yakaladığını düşünerek sivil halkın yaşadığı meskun mahalleri hendekler kazarak işgal 
etmeye yeltenen PKK ve HDP’nin sebep olduğu yıkımı görmezden gelirken, söz konusu teröristlerin şehirlerden temizlenmesi, kamu otoritesinin sağlanması, vatandaşların can ve mal güvenliği için operasyonlar yapan devleti katliamla suçlamaktan çekinmemektedir.

Avrupa’nın ikiyüzlü tutumunun en çarpıcı örneği ise DEAŞ’a karşı savaştığı gerekçesiyle PKK’nın uzantısı YPG’nin, Suriye’nin en demokratik ve liberal 
hareketi olarak sunulmasıdır. Uzun yıllar boyunca Suriye’de ikinci sınıf muamelesi gören ve siyasi hayata katılmalarına izin verilmeyen Kürtler ve tek adam liderliğine bağlı bir terör örgütü olan PKK’nın bir anda böyle yerden biter gibi demokratik bir kültür geliştirebilmiş olması sosyal bilimler açısından 
incelenmeye muhtaç bir fenomene işaret etmektedir. Zira hepimizin bildiği üzere demokrasi bir gelenek ve tecrübe işidir, hiçbir toplum bugünden yarına 
aniden demokratikleşmemiştir.

Buna rağmen Avrupa’da YPG dolayısıyla PKK ile ilgili çizilen resim bir “Alice Harikalar Diyarı” hikayesine benzemektedir. YPG bünyesinde savaşan kadın 
teröristler bir anda özgürleşmiş -nasıl özgürleştikleri meçhul- Kürt kadınını temsil ederken YPG de Arap, Türkmen ve diğer milletlerin hakkına riayet eden 
son derece demokratik bir güç olarak sunulmaktadır. Böylece Rojava kurt ile kuzunun dost olduğu, kimsenin birbirine yan gözle bakmadığı ve yere sigara 
çöpü bile atmayan yeşil teröristlerin kendi organik yiyeceklerini yetiştirdikleri bir masal ülkesi haline gelmektedir. Niçin yaratıldığı apaçık belli olan ve 
bize yutturulmaya çalışılan bu zokanın arka planında etnik temizlik, faşizm ve terörün bulunduğu ise izahtan varestedir.

https://kriterdergi.com/dis-politika/ortadoguya-demokrasiyi-fasist-pkklilar-mi-getirecek


***