25 Aralık 2019 Çarşamba

Şimdi Dirilme Zamanı..

Şimdi Dirilme Zamanı..


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
20 Aralık 2010


      Türkiye 1980’den sonra başarıyla uygulanan toplumu değiştirme stratejisiyle çok ustalıklı bir biçimde, kimlik değişimine götürüldü.   
Darbeden sonra; evinde kitap bulunanlar çok sıkıntılı günler geçirdiler. Yaşları müsait olanların hatırlayacakları üzere o dönemde pek çok ailenin çocukları tutuklandı, kimileri çok ağır işkencegördü.  Tutuklanan gençler, Ankara/ Mamak başta olmak üzere bütün şehirlerde poliste, hapishanelerde “şahsiyeti silme” operasyonuna tabi tutuldular. Söz konusu uygulamalarda kitap, cep defteri işkence nedeniydi. Neyse ki o dönemde henüz bilgisayar kullanmıyorduk! Ülkücü gençler de solcular da aynı çileleri çekti. Solcular orduyu  Marksist düşünceyle değerlendiriyor ve kapitalist emperyalizmin jandarması diyorlardı. 
Ülkücüler içinse tarihimizin ve şerefimizin abidesiydi. 
Bu abide, yediden yetmişe milliyetçi kadroları ezdi, zulmetti. Tabii milliyetçilerin yıkımı iki misli ağır oldu.  Suç unsurları arasında darbe yönetimi tarafından sakıncalı bulunan kitapları bulundurmak ilk sıralarda geliyordu.Bu sebeple, çocuklarına kavuşan ailelerin ilk söyledikleri  “Bundan sonra eve istersen içki getir ama yeter ki kitap  getirme” demek oldu. Gençler, hürriyetlerine kavuştuklarında eğitim hayatları sönmüş, işsiz, idealleri ve ümitleri yıkılmış halde idiler.1980 sonrası ülkede “yalnız sen varsın, ne yap ne et zengin ol” felsefesi giderek hakim hale getirildi. 
Vatan, millet, devlet, bayrak gibi  kutsal kavramlar yeni yetişen nesillerde anlam ifade etmez oldu. 

    O kadar ki bazıları kahramanlığı alay konusu yapmaktan çekinmiyor, “Vatan, Millet, Sakarya ne Olacak?” diyordu.   
Zaman; vatan sevdalılarını, Avrupa Birliği macera perestlerini ihanet derecesindeki gafletiyle karşı karşıya getirdi. 
Avrupa Birliği maceraperestleri öncelikle tarih şuuruna sahip değildiler. 
Ne Vatikan’ın Türk düşmanlığı politikasını biliyor ne de  
“Osmanlı İmparatorluğu’nun Taksimi Hakkında Yüz Proje” gibi Avrupalı  diplomatların kaleme aldığı ciddi eser ve araştırmaları okuyup, olaylara tarihi gelişimi içinde bakıyorlardı.  Avrupa Birliği istiyor diye; Devletin temel harçları söküldü ve milletin mukaddeslerinin yozlaştırılmasına geçildi. Bugün öyle bir tablo ile karşı karşıya geldik ki “Bunlar nasıl oluyor?” diye şaşırmamak mümkün değil.Milletvekili seçilen herkes törenle TC Anayasası üzerine yemin eder. 
Bu Anayasa açık, seçik; “Türk Devletinin dili Türkçedir” der. TBMM kürsüsünde Kürtçe konuşmak, yemine ihanettir. 
Bu durumu esir edilmiş insanlar gibi sessiz bir şekilde izlemek de olsa olsa suça iştirak olur. Bunları daha ağır kavramlarla da nitelemek mümkün ama o kadarına dilim varmıyor. Ne sivil toplum kuruluşları, ne de siyasi partiler gelişmelere ciddi bir tepki gösteriyorlar. Hatta bazı önemli sivil organizasyonlar ın, zımni destek veren bir tavır içinde olduklarını üzülerek izliyoruz.Babasından kalma arazisini verir gibi  “canım istedikleri toprakları verelim bu problem bitsin” diyorlar. Çünkü vatan şuurları yok. Türklük; öz yurdunda, kendi devletinde azınlık oluyor. 

Millet idrakine sahip olmayanlar gelişmeleri umursamıyorlar. 1980 darbesi sade zulümle işkenceyle insanımızı yıkmadı.  
Cehalet veya gafletle milletin kendisini koruma reflekslerini de ezdi. Türkiye kendi öz değerleriyle çatışan insanların ülkesi oldu. Şimdi kültür dünyamızdaki yıkımı tamir edip, yeniden kendi kültür değerlerine sahip, milli şuuru felç olmamış gençler yetiştirip, dirilmemiz  gerekiyor. 
Ben birazcık gayretle, Atatürk’ün Cumhuriyetimizi emanet ettiği Türk gençliğinin çok şeyler başarabileceğine inanıyor ve güveniyorum. 

Kaynak Yeniçağ: 
Şimdi Dirilme zamanı 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/simdi-dirilme-zamani-16202yy.htm


***

Hz. Mevlana ve İnsan..,

Hz. Mevlana ve İnsan..,



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
13 Aralık 2010


    17 Aralık günü Hak’kın büyük evliyası Hazreti Mevlânâ’nın Şeb-i Arus (Vuslat Gecesi) diye buyurduğu vefatının 737. yıl dönümüdür. 
Bizim iman ve kültür dünyamızın yüce yıldızlarından olan Hz. Mevlânâ bir gazelinde;“Ben Kur’an-ı Kerim’in bendesi ve kölesiyim.  
Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum.  Kim ki benden bundan başka bir söz rivayet eder,Ben o sözden de, o sözün sahibinden de davacıyım”  diyor.   

O Allah’ın kitabının kölesi, Yüce Peygamberimizin ayağının tozu olmayı idrâkimizin temel hedefi yapmıştır.   
Hak’kın bu büyük evliyası bir ömrü insanlara  “insan olduklarını hatırlatma” yolunda sarf etmiştir.  
“Ey İnsan! Hürriyetinin kıymetini bil, hür ol da hayvan ol” diyerek, insanlara önce kendi nefsine karşı hür olmaları öğüdünü veren Hz.Pir’in vefatı, 
Konya tarihinde görülmemiş bir genel yasa sebep oldu. Her dinden, her soydan ve her sınıftan insanlar onun tabutunu hıçkırıklarla takip ettiler.   

   O, sevdiği şehir Konya’da yeşil türbenin (Kubbe-i Hadra) altında yatmaktadır. 
Bugün Mevlânâ Müzesi olan yeşil türbe, Atatürk’ün de on dört defa huşu içinde ziyaret ettiği bir mübarek makamdır. 
Tekkelerin kapatılmasına dair kanun Meclis’ten çıktığı zaman Başbakan İnönü’ye Atatürk  “Yarın Hz. Mevlânâ’nın türbesini müze olarak açacaksın”  emrini vermiştir. Nitekim bugün Mevlânâ Müzesi’ni her yıl artan bir ölçüde her dinden ve inançtan milyonları aşan sayıda insan ziyaret etmekte, dua etmekte, bu güzellik pınarından aldığı feyizleri geldikleri coğrafyalara taşımaktadır. Türbenin giriş kapısının üstünde bulunan alınlıktaki yazı  “Allah’ın Gaffar ve Rahim”  (bağışlayan ve acıyan) sıfatlarının sıcaklığında Hz. Pir’in engin hoşgörüsünün insan soyuna duyduğu sevgi ve merhametin ebedi bir ifadesi olarak ümit saçmaktadır:“Yine de gel... Yine de gel! Ne olursan ol,yine de gel!Hıristiyan, Mecusi, putperest olsan yine de gel...Bu bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildirYüz kere tövbeni bozmuş olsan yine gel...”Mevlânâ zamanının taçsız bir maneviyat sultanı idi. Dertliler, günahkârlar hep O’nun şefkatine sığınmışlardır. Kendisinden sonra oğlu Sultan Veled ve torunu Ulu Arif Çelebitarafından inceden inceye birçok usûl, erkân ve kaidelerle Mevlevi Tarikat’ı kurulmuştur. Mevlevilik, Türk şiir, musiki ve sanat hayatına çok büyük değerler katmıştır. En büyük hizmeti ise, Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasını Hz. Pir’in engin idrâki ile yorumladığı İslam anlayışıyla ışıklandırmış olmasıdır. 
Mevlevilik, Mevlânâ’nın eser ve hatıralarını korumuş ve onun düşüncelerini şerh eden eserler meydana getirmiştir.Mesnevi Bosna’dan, Hindistan’a kadar gönüller uyandırmıştır. Divan-ı Kebir, Fihi Ma-Fih, Mecalis-i Seb’a, Mektubat bu yolda devam eden şaheserler olmuştur. 

    Hz. Mevlânâ, Allah karşısında insanın durumunu belirtmiştir. O’na göre, yalnız insan Allah’ı değil, Allah da insanı sever. 
Bu sebeple insanoğlu bu yüceliği iyi bilmeli ve ona göre davranmalı, yaşamalıdır. Tanrı sevgilisi olan insan O’na yakışmayan hallerden uzak durmalıdır. 
   İnsan, nefsini aşmalı, Allah’ın kendisine verdiği ve kendinde tecelli ettirmiş olduğu ölümsüz ve yüce güzelliklere özenmeli dir. 
Hakiki insan, Allah’ın kendisine lütfettiği bu aşk karşısında şımarmaz. Nefsinin Müslüman olması için her nefes dikkat ve gayret üzere olur. 
Milletlerin saadet asırları kendini aşmış, her dem Allah’ın kudreti karşısında kendi hiçlik muhasebesini yapan şahsiyetlerin yönetim sorumluluğu taşıdığı zamanlardır. 

Örnek mi arıyoruz? 

   İşte Orhun Anıtları, Fatih Divanı, Büyük Nutkun dile getirdiği devlet adamı kimliği... 
Dünyadaki ve Türkiye’deki bütün yıkım ve felaketlerin, hukuk tanımayan zulümlerin temelinde; kendi nefsini hak zanneden gaflet ve enaniyet vardır.  
1961 yılında Buhara Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu’nu tanıdığım zaman 83 yaşında idi. 
Merhum Türkeş’in örtülü ödenekten kiralamış olduğu Anadolu yakasındaki evde ailesi ile kalıyordu. Türkiye’de kendi kesesinden 116 genci üniversitede okutan, milli mücadeleye gönderilmek üzere Lenin’e 100 milyon altın teslim eden, ömrü Türk dünyasının hürriyeti uğruna mücadelelerle geçmiş bu abide insan hasta idi. Parasızlıktan sobası yanmayan evde yatağında oturuyordu. Nurlu yüzünde Türk erenlerinin ilahi ışık çizgileri aksediyordu.  “Efendim, nasıl oldu da Ruslara mağlup oldunuz?”  deyince, o mübarek şahsiyet şöyle cevap lütfetti:  
“Sloganları kaybettik, gençliği kaybettik, dinin, İslam’ın özünü, aşkını kaybettik, kabuğunda kaldık ve nefsini hak zannedenler bizi sattı” .   

Biz ne haldeyiz? 

Türk toplumu olarak sloganlara sahip miyiz? 
Gençliğimiz ne halde? 
Geçtik sigaradan, alkolden, eroin kaç yaşında başlıyor? 
Biz İslam’ın özüne, aşkına, sorumluluk şuuruna ne kadar sahibiz? 
Hz. Mevlânâ’nın yüce idrâkindeki İslam’a ne kadar yakınız?  
Hz. Pir’e sonsuz muhabbetlerimizle fatihalarımızı hep birlikte sunalım. 



Kaynak Yeniçağ: 
Hz. Mevlana ve insan 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/hz-mevlana-ve-insan-16112yy.htm


***

Bal Sürünüp karınca yuvasına girmek...

Bal Sürünüp karınca yuvasına girmek...



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
06 Aralık 2010


On üç gündür, ABD’nin bir internet sitesinde devlet sırrı niteliğinde binlerce belge yayınlanıyor. Bu belgeler adeta bütün dünyanın gündemini işgal etmiş durumda. Hiç şüphesiz Türkiye de bir kısmı kendisiyle ilgili sıcak, dedikodu fışkıran bilgilere ilgisiz kalmadı. Tarihin bize öğrettiği, devlet yönetiminin bellettiği iki temel kural taş gibi başlara düştü: Birincisi susmasını ve saklamasını bilmek devlet adamı olmanın ilk şartıdır.  Susmasını ve saklamasını bilmeyen değil büyük adam, adam bile olamaz. İkincisi; süper güçlerin desteğine güvenmek, vücuduna bal sürüp karınca yuvasına girmeye benzer.İşte bu iki temel hükmün ışığında soğukkanlı bir biçimde devletimizin, vatan coğrafyamızın sımsıkı sarılmamız gereken gerçeklerini görelim.1) Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Paşa ve kadrosu örs ve çekiç arasında çeyrek asır dövülmüş, sırtları en az onaltı yıl süren savaşlarda toprak üzerine serilmiş yamçıdan gayrı bir nesne görmemiş, çile adamlarıydı... Kimileri sakat kaldı, kimileri şehit düştü.  Ama sağ kalanlar Libya’da, Balkanlarda, I. Dünya Savaşı’nın çöllerinden, Romanya’ya uzanan cephelerinde ve Kurtuluş Savaşı’nın son milli direnişlerinde yılmadan vuruştular. Hepsi çok iyi eğitim görmüştü.  Dünyadaki gelişmeleri fevkalade denilmeye layık bir sezgiyle değerlendiriyor,  İttihat ve Terakki yönetimini, karşı oldukları Osmanlı idaresinden bin beter buluyorlardı. İttihat ve Terakki Cuntası Alman Emperyalizmi’nin zavallı bir oyuncağı olmuş, 5,5 milyon km. kare olan Devletimizin coğrafyasını Mondros Mütarekesi’nin esaret prangasına getirmişti.Onların Osmanlı İmparatorluğunu getirdikleri noktadan, 776 bin kilometre karelik Milli devletimizi kurmak için nice can verdik, nice kan döktük.2) Milli Devlet’in her taşı bin tecrübenin dikkati ve Hacı Bayram Veli hazretlerinin türbesi önünde başlayan dualarla konulmuştur. Bu taşlar; Milli Devlettir, Cumhuriyettir, Laikliktir, Milli Kültürdür, Sosyal Siyaset ve Sosyal Adalet dikkatidir. Cumhuriyetin ilk kabinelerinde “Sağlık ve Sosyal Muavenet Vekâleti”ne yer verilmesi ne müthiş bir toplum hassasiyetidir.3) Hâkime ve adalet kavramına mutlak saygı esas alınmıştır. Yönetimde dikkat edilen; hukuk devletinden sapmamaktır. Mustafa Kemal asla şahsını devlet görmemiş ve “Ankara TBMM Hükümeti” demiştir.4) Cumhuriyetin hedeflediği insan tipini yetiştirmek için, 1921 yılının savaş şartlarında M. Kemal Paşa “Maarif Kurultayı”nı toplayarak, eğitimin hedeflerini bildirmiştir. Hedef  “Milli İnsan”  tipini yetiştirmektir.5) M. Kemal Paşa’dan Atatürk’lüğe gelen çizgideki bu yenilmemiş asker ve müstesna devlet adamına sağlıklı bir mantıkla bakmak elzemdir. Çünkü tarihimizde Türk adı taşıyan sadece iki devletimiz bulunmaktadır. Bunlar; Göktürk Hun Devleti ile Kemal Paşa’nın kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir. Mustafa Kemal’den Atatürk’e gelen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atan süreci ciddi tarihçilerin kalemlerinden okuyanlar, Atatürk düşmanlarının kazdıkları kuyulara düşmezler.Atatürk hiç şüphesiz insandır. Ancak O’na akıl almaz tavırlarla yaklaşan putperestler tarafından yıllarca taş ve tunç parçalarında dondurulmuş, halkla arasına duvar örülmüş ve O’nun insan tarafı kalın perdelerle örtülmüştür. 

   Bu tutum ne kadar yanlışsa Atatürk düşmanlığı da en az bu kadar yanlıştır. 
Atatürk’ü kemiren, yıpratmak isteyen her farenin arkasında bir emperyalist güç vardır. 
Bunu iyice anlamalı elin oğlunun oyuncağı olma gafletine düşmemeliyiz.Bir kere daha teyit olmaktadır ki süper güçlere inanmak sadece bedbahtlıktır. Hatırlanacağı üzere ABD bölgede kendisine en yakın liderlerden olan İran Şahı Pehlevi’ye mezar toprağı bile vermemiş, zavallı Şah Mısır’ın merhametiyle defnedilmiştir. Emperyalist güçler öncelikle Milli Devleti yıkacak gayretlere girer. 
Dik duralım, tok duralım. 

Uşak olmayalım.     

Emperyalizme karşı olanlar Atatürk gibi vatan toprağında yatar, süper güçlere hizmet edenler ise mezar toprağı bile bulamazlar.  
Dileğimiz WikiLeaks belgelerinin siyasi kadrolarımızca bu çerçevede değerlendirilmesi, önemsiz bulan, göz ardı ettirmeye çalışan yorumlar yerine 
gerekli derslerin alınmış olmasıdır. 



Kaynak Yeniçağ: 
Bal sürünüp karınca yuvasına girmek... 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bal-surunup-karinca-yuvasina-girmek-16015yy.htm


***

Bazı Büyüklerin Masalı

Bazı Büyüklerin Masalı


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
29 Kasım 2010


     Türkiye 1963 yılında, Avrupa Birliği ile Ankara Anlaşmasını imzaladı. Geçen zaman içinde Avrupa Ekonomik Topluluğu, (AET) tek devlet olmayı hedef haline getiren, AB’ne döndü. Türkiye AB ile gelişen, değişen, tıkanan bir çizgi içerisinde birlikte oldu. Bu birlikteliğin en önemli aşaması hiç şüphesiz Gümrük Birliği Anlaşması’dır.Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması ile AB ile başka örneği bulunmayan bir düzene girmiştir. Bunun açtığı yolda AB üyeliği olmayan; karar alma aşamalarına katılamayan ancak mallarının serbest dolaşabildiği bir düzen kurulmuştur. Serbest dolaşabilen malların sahiplerinin ne yazık ki serbest dolaşım hakkı yoktur. AB’nin imzaladığı “Serbest Ticaret Anlaşmaları”na (STA) doğrudan taraf olamayan ve trafik sapması sebebiyle pazarını sadece AB ülkelerine değil, dolaylı olarak AB’nin STA imzaladığı ülkelere de açan Türkiye, çok sıkıntılı bir dönem yaşamaktadır.  Zira Türkiye’nin büyümesi bu yapı içerisinde dolaylı olarak ithalata bağımlı hale gelmiştir. İhracatını sanayileşme yoluyla değil, ithalatla arttırabilen bir ekonomik yapıyı işletmek zorunda kalınmıştır. Sanayileşme durunca işsizlik artmaya başlamıştır.  

     AB ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması Türkiye’yi ciddi bir pazar bağımlılığına mahkûm etmiştir. Pazarın gelişmesini, çeşitlenmesini engelleyici bir unsur olmuştur.Bu şartlarda Türkiye, tam üyelik bahsekonu edilmeksizin “aday ülke” ilan edilmiş, bunu takiben de “müzakere eden aday ülke” statüsüne çekilmiştir. AB, masaya toplam 35 müzakere başlığı koymuş, açılması mümkün olan başlık sayısı yalnızca 3te kalmıştır. Bunun manası hukuki olarak olmasa bile fiilen üyelik sürecinin AB tarafından dondurulduğudur. Böyle bir ortamda Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin AB’ye girmesinde siyaseten itici unsur olarak ele alınmasının hayal olduğu görülmektedir.Gümrük Birliği’ni takiben Türkiye, hukuk mevzuatı açısından AB’yi temel model olarak almıştır. Ekonomide işlenmiş tarım ve sanayi ürünlerinde “sıfır vergi” rejimine geçilmiş, her türlü gümrük engeli ortadan kaldırılmıştır. Bu anlaşmanın Türk Sanayii’ne rekabet gücü kazandırdığı doğrudur. Ya kaybettirdikleri?Gümrük Birliği imzalanınca yoğun bir propaganda ile hemen her iktidarın vazgeçemediği “tarihi zafer kazandık” sloganlarıyla Türkiye, AB’nin STA imzaladığı her ülkeye sıfır gümrükle ülkemizde mal satma imkânı tanımıştır. AB üyesi olmadığımız için bu ülkelere aynı haklarla mal satma imkânı bulamamıştır. Hiç şüphesiz ki bu konu bir makalenin sınırlarını aşacak güçte veağırlıktadır.Bu ağırlığın önemli çizgilerinden birisi, AB’nin mevcut yapısında patlayan sosyal ve ekonomik güçlüklerdir. Bunlar: yıkılan aile, yaşlanmış bir nüfus yapısı; artan işsizlik, manevi ve ahlaki değerlerde büyük ölçüde yaşanan yozlaşma, gençliğin aşırı alkol, sigara tüketimi ve uyuşturucu kullanmasıdır.Bu yapı geçtiğimiz yıl yaşanan ekonomik krize dayanamamış, çok ağır tahribata uğramıştır. AB’nde 2008 yılının ilk çeyreği ile 2009 yılının son çeyreği arasındaki dönemde toplam 2,5 milyon kişi işsiz kalmıştır. IMF’nin en son Ekim 2009’da güncelleştirdiği tahminlerine göre AB % 4,2 küçülmüştür. 2010 yılında ise ancak % 0,5 oranında büyüyebilecektir. Özellikle dünyada ve Avro bölgesinde ihracatı ve ihracata yönelik yatırımları destekleyecek kayda değer düzeyde bir talep artışının kısa dönemde ortaya çıkması mümkün değildir. 
İşsizlik de ağırlaşan bir problem olmaya devam edecektir.AB çok sıkıntılı günler geçirmektedir. 
Sosyal güvenlik fonlarının  zayıflaması ve bu konuda hükümetlerin aldıkları kemer sıkma tedbirleri uygulamaya konulamamıştır. 
Kriz Türkiye’nin AB pazarına olan ihracatını 68 milyar dolardan gerileterek 42,5 milyar dolara indirmiştir.  

    Türkiye, AB’nin STA imzaladığı ancak kendisinin anlaşma imzalayamadığı ülkelerden gelen malların yarattığı haksız rekabete artık dayanamaz.  
AB mevzuatına uyacağız diye silahlı kuvvetlerin ve emniyet teşkilatının teröre karşı dinamik, vurucu hareket etmesi büyük ölçüde tahrip edilmiştir. 
Milli Devlettin temel değerleri her geçen gün yara almaktadır. Türkiye AB’nin kapısında onurundan daha fazla fedakârlık yapamaz. 
Milli Devletimizi yıkmak, ekonomimizi, sanayimizi bitirmek isteyen projelerin hepsinde AB patenti vardır. 

    Yunanistan’ın Megalo İdea taleplerine, Ermenistan’ın saçmalıklarına, büyük Kürdistan projesine hayır diyerek ayağa kalkmanın zamanı çoktan gelmiştir. 
Bu saçmalığa son diyelim! AB çocuk kalmış bazı büyüklerin masalı olarak yaşamasına devam etsin!.. 


Kaynak Yeniçağ: 
Bazı büyüklerin masalı 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bazi-buyuklerin-masali-15898yy.htm

***

Domates Tohumundan füze kalkanına (2)

Domates Tohumundan füze kalkanına (2)


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
23 Kasım 2010 Salı 


   Aslında İsrail kendisine ABD’nin eksik olmayan desteğiyle bir füze kalkan sistemi (Arrow) kurmuştur.Arrow’ların İran’a karşı durmada zorlanabileceği endişesiyle NATO İsrail’in elini güçlendirmektedir. ABD ve İsrail’in gerçek ve uzun dönemli stratejilerini idrak eden kafalarda; Türkiye ABD ve özellikle de İsrail için lüzumsuz bir risk altına mı giriyor?” sorusu ağırlık kazanmaktadır.İran rahatsız olabilir ama... Bizim değindiğimiz kapsamda olmamakla birlikte, Türk tarafı konuya ilişkin görüşmelerde bazı mülahazalar öne sürmüştür. İlki, Ankara, tehdit kaynağı olabilecek (diğerlerine göre, İran ve Suriye gibi) ülkelerin isimlendirilmesine karşı çıkmaktadır. Türkiye artık bir tehdit unsuru olarak görmediği İran’ın ismen zikredilmesinin bu komşusuyla olan yoğun ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini düşünmektedir. İran’ın bundan rahatsız olacağı tezi doğrudur. Ancak, İran’ın bölgemizde önümüzdeki yıllarda Türkiye için de tehlike, hatta tehdit edebilecek hareketlerde bulunmayacağının teminatı yoktur.Aksine, nükleer programı konusunda diplomatik bir çözüme varılamadığı takdirde, İran ister istemez, bölgede yeni sıkıntıların doğmasına yol açmış olacaktır. Türkiye bu çalkantıların dışında kalabilecek midir? Türkiye’nin bir diğer mülahazası, füze savunmasının bütün yönleriyle, her aşama ve kademesiyle bir NATO sistemi olması, sistemde üye ülkelerin eşit ve tam söz sahibi olmaları talebidir. Bu, tamamen yerinde ve doğru bir beklentidir.Sistemin kapsamı, kaygılarımız...Türkiye’nin önemli başka bir kaygısı da sistemin kapsamına ilişkindir. Tesis edilecek savunma düzeninin ülkemizin topraklarının tamamını kapsayıp kapsamadığı hususunda haklı tereddütlerimiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda Türkiye’nin tatmin edilmesi gerekmektedir. NATO sisteminin Türkiye’nin her karış toprağını kapsaması sağlanmalıdır. Zira Türk yetkilileri İran’ı bugün bir tehdit olarak görmeseler de, yarın koşulların değişmesi mümkündür. Son bir nokta ise, Türkiye’nin sistem içindeki radarlar vasıtasıyla derlenecek istihbaratın İsrail’le paylaşılmamasını istediği yolundaki basın haberleridir. Füze kalkanı projesinin en önemli ayağı olan ve Türkiye’ye yerleştirilmek istenenX-Band adı verilen 900 milyon dolarlık bu radar sistemi belirli bir bölgeye sabit olarak yerleştirildiği gibi gemi üzerine ya da denize platform olarak da kurulabilmektedir. X-Band dünyanın en gelişmiş radar sistemi olarak bilinmekte olup, ortalama menzili 2 bin km olmasına rağmen mobil haldeyken bu menzil 5 bin kilometreye kadar çıkabilmektedir. ABD’deki denemelerde, 4 bin 700 km uzaklıktaki bir tenis topunun havaya atıldıktan sonra takip edilebildiği belirtilmektedir. ABD Savunma Bakanlığının bu sistemlerden birini Kuzey Kore’nin füzelerine karşı Alaska’ya birini İsrail’e yerleştirdiği, bir diğerinin ise Pasifik’te hareket halinde tuttuğu kaydedilmektedir.Uykulu halden kurtulamıyoruz...Bu bilgiler dikkate alındığında, sistemin radarları için coğrafi konumu sebebiyle Türkiye’nin özellikle seçildiği, füze kalkan sisteminin dışında, bölgeden detaylı istihbarat elde etmenin önemli bir amaç olabileceği akla gelmektedir. Bu yolla attıkları adımlar bile anında rahatlıkla takip edilebilecek olan İran ve Rusya başta olmak üzere sistemin menzili içindeki ülkelerin huzursuzluk çıkarmaları muhtemeldir. Öte yandan Türkiye ağırlığını koyarsa bu imkanı kendisine yönelik  tehditleri takip etmede kullanabilir.Türkiye’ye yönelecek tehditler neticede yine yakın çevresindeki ülkelerden ve merkezinde bulunduğu istikrarsız bölgelerdeki gelişmelerden kaynaklanacaktır. Hükümetin “komşularla sıfır sorun” politikası veya bugün komşularla ilişkilere hâkim olan sanal iyi hava, bu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır.Ne yazık ki dünya ve ülke sorunlarına bir sistem bütünlüğü içinde bakmıyoruz. Afyon yutmuş gibiyiz. Arada uyanıyor, bir şeyler görüyor, söylüyor ve yine uyuyoruz.   Köklü milli projelere muhtacızDomatesin tohumunu bile üretmeyen Türkiye neden kendi füze sistemini inşa etsin! Halbuki İsrail bir yana, Hindistan bile kendi füze sistemini kurmuştur. Sistemin maliyeti Türkiye için elbette fedakarlık isteyecektir ancak ülke savunmasında kimseye bağımlı olmamak bu fedakarlığa değer ve omuzlanır.Köklü Milli projeler üretip domatesten füzeye yerli olmak varken esasta emir kulu sadakatiyle ABD’ye teslim olup görüntüde kafa tutmak zavallılıktır. Çok söyledik ama dinletemedik; Türkiye Irak savaşında İncirliği kapatacak iradeyi gösterseydi Kerkük, Musul, Telafer Türklüğü bu günkü hale düşmez, milyonlarca Müslüman şehit olmazdı. İncirliğin anahtarına sahip olamayan Türkiye, Füze sisteminin komutasını nasıl alacak? NATO sözcüsü, NATO operasyonu sözkonusu ise düğmeye NATO basar demiştir. Dış politikayı, iç politikada kullanmak ve halkın hoşuna gidebilecek sözleri sarf etmek ucuz siyasettir. Unutmayalım bizim devletimizin yüksek menfaatlerini korumamız ciddi, samimi dürüst ve en önemlisi seviyeli siyaset yapmamızla mümkündür. Devlet adamlığının ilk şartı ucuz olmaktan kurtulmaktır..   


Kaynak Yeniçağ: 
Domates Tohumundan füze kalkanına (2) 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/domates-tohumundan-fuze-kalkanina-2-15810yy.htm


***

Domates Tohumundan füze kalkanına (1)

Domates Tohumundan füze kalkanına (1)

Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
22 Kasım 2010


    19-20 Kasımda Lizbon’da yapılan NATO zirvesi, Lizbon’da son 10 yıldır yürürlükte olan ve NATO’nun “kırmızı kitabı” denilebilecek mevcut stratejik konseptinin yenilenmesinin yanı sıra gündemdeki önemli başka maddelerle son günlerin ilgi merkezi olmuştur.. Dolayısıyla zirve, İttifak’ın yakın gelecekteki yönünü, hedeflerini, güvenlik ve tehdit algılamalarını tespit açısından özel önem arz etmektedir. Füze savunma sistemi, ya da daha çok kullanılan şekliyle füze kalkanı konusu ise Türkiye’yi bilhassa ilgilendirmektedir.
Zor “olur” verilebilecek bir projeFüze Kalkanı sistemi; ülkemiz için üzerinde çok iyi düşünülmesi, tartışılması gereken bir konudur. Bu proje ile doğrudan telaffuz edilmemekle birlikte İran’ın muhtemel füze saldırılarına karşı ikaz ve ardından imha başlangıcı Türkiye’den olmak üzere tasarlanmaktadır. Kanaatime göre; Türkiye-İran ilişkilerinde son yıllarda kaydedilen gelişmeler dikkate alındığında böyle bir projeye olur vermek iktidar için pek kolay olmamıştır. Konu, hem ulusal güvenliğimiz, hem de Türkiye’nin Uluslararası camiadaki yeri bakımından ele alınmalıdır.Türkiye, İran’ın siyasi stratejisini dikkatle değerlendirmelidir. Ne yazık ki bugüne kadar İran’la bizim aramızda gerçekleştirilmiş ciddi bir proje yoktur. İran’da yaşayan 35 milyonu aşmış Türk kökenli vatandaşının içinde bulundukları şartlar da tam bir felakettir. İran, Yunanistan ve Ermenistanla ittifak çapında  anlaşmalar imzalamıştır. Savunma işbirliği vb anlaşmalarla adeta iç içe olduğu Suriye’nin de bu günkü can ciğer dost tavrının birazcık gerisine baktığımızda, Abdullah Öcalan’ın yıllarca nerede bulunduğunu, PKK’nın gelirlerinin hala hangi ülke bankalarında işletildiğini hatırlarsak, komşularımızla mevcut şartlarda sorunsuz gibi görülen ilişkilerimizin sağlamlığı ve istikrarı hususlarında şüpheci olmak paranoyak bir yaklaşım sayılmamalıdır.
İlk adım Reagan döneminde atıldıÇok fazla gündeme gelmesi sebebiyle  okuyucularımızın yakın en bildiğini tahmin etmekle birlikte yine de bu füze kalkanı konusunda kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum. Söz konusu proje ABD de ilk olarak Ronald Reagan döneminde ortaya (1980-1988) atılmış olup Amerika’yı bir füze saldırısına karşı koruyacak bir sistemin geliştirilmesini amaçlamaktadır. Başkan George W. Bush, bu fikri yeniden canlandırmış ve 2008 NATO Bükreş zirvesinde müttefiklerinin desteğini de sağlamıştır. Ancak, o dönemde savunma silah ve radarlarının Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilmesi  öngörüldüğünden, Rusya şiddetle itiraz etmiş, söz konusu ülkelerde de şiddetli protestolar olmuştur. Bush’tan sonra, Barack Obama ise, hem Rusya’yı yatıştırmak hem İttifak içindeki tereddütleri gidermek maksadıyla Doğu Avrupa’da konuşlandırmadan vazgeçmiş ve hayata geçirilme süresini safhalara bölerek uzatmış, öte yandan, konuyu bir ABD girişimi olmaktan çıkartıp, NATO projesi haline getirmiştir. Böylece sistemin amacı; NATO ülkelerinin nüfus ve topraklarını muhtemel bir füze saldırısına karşı korumak olarak sunulmuştur. Aslında ABD açısından tehdit kaynağı öncelikle İran’dır. Kuzey Kore de bu bağlamda adı sık geçen bir ülkedir.
Türkiye’nin rolü ne olacakLizbon’da tartışılan şekliyle, füze kalkanının radarları Türkiye’de konuşlandırılacak, imha füzeleri ise ilk etapta Akdeniz’deki uçak gemilerinde daha sonra da Romanya ve Polonya’da bulunacaktır.Buradaki ana soru, Türkiye’nin  bu sistemin kullanılması konusunda rolünün ne olacağıdır. 

NATO personeli yanında Türk Silahlı kuvvetleri mensupları da bulunacak mıdır? Sistemden elde edilen her türlü bilgiye Türkiye de vakıf olacak mıdır? Ve en önemlisi muhtemel bir saldırıda inisiyatif kullanabilecek midir?Kendi güvenliği açısından tehlike doğuran durumlarda yapılacak operasyonlara “hayır” diyebilecek midir? Bu soruların cevapları çok önemlidir. Tabii ki bunların her birinin ayrıntılı cevaplarının  açıklanmasını beklemiyoruz. Bu tür bir proje de bazı şeyler açıklanmaz açıklanmaması da doğaldır. Ancak -eğer varsa- bu açıklanmayan hususlar asla Türkiye’nin menfaatlerine aykırı olmamalı ve gizli bir oturumla TBMM bilgilendirilmelidir.

Küba Krizi unutulmamalıNATO projesi gibi takdim edilse de tetiğinin ABD’nin elinde olacağı anlaşılan bu sistemin yaşanmış tecrübeler ışığında  Türkiye’ye ne kazandırıp ne kaybettireceği inşallah iyice irdelenmiştir. Hafızamızı biraz zorlarsak; Küba Krizi sırasında yapılan görüşmeler neticesinde ABD, Sovyetler Birliği’nin Küba’ya uzun menzilli füze yerleştirmemesi  karşılığında, Türk Hükümeti’ne haber verme ihtiyacı duymadan NATO kapsamında topraklarımıza yerleştirilmiş bulunan Jüpiter füzelerini geri çekmişti. İran’ın elindeki Şahap-3 füzelerinin menzili 2.500 km olduğuna göre  İran’ın Türkiye ve İsrail’i bu füzelerle vurması mümkündür. Mevcut konjonktürde Türkiye-İran ilişkileri gayet iyi seyrettiğine göre İsrail tek hedef olarak kalmaktadır. İsrail geçmişte Irak’taki Osirak Nükleer tesisini bir hava taaruuzu ile tahrip etmiştir. Aynı şekilde Suriye’nin Deir Ez Zor bölgesindeki tesisleri de vurmuştur. Günümüzde İran’ın nükleer varlığından son derece rahatsız olan İsrail’in, bu ülkedeki nükleer tesislere de saldırması  beklenmeyecek işlerden değildir. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde İran da şahap 3 füzeleri ile İsrail’e karşılıkta bulunabilir.  
(Yarın devam edeceğiz) 


Kaynak Yeniçağ: 
Domates Tohumundan füze kalkanına (1) 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/domates-tohumundan-fuze-kalkanina-1-15797yy.htm


***

24 Aralık 2019 Salı

PKK’nın Füzeleri ve Terörle Mücadele.,

PKK’nın Füzeleri ve Terörle Mücadele.,









13 Mayıs Cuma günü Hakkâri’nin Çukurca ilçesindeki üs bölgesine teröristlerce saldırı düzenlenmişti. Bölgeye destek için gönderilen bir Kobra helikopteri teröristler tarafından açılan ateş sonucu düşürülmüştü. Çatışmalarda 6 Askerimiz ve 2 Pilotumuz şehit olmuştu.

Genelkurmay Başkanlığı, çatışma ile ilgili yaptığı açıklamada, Kobra helikopterinin kaza kırıma uğradığı ve düşüşün “teknik bir arızadan kaynaklandığı” vurgulanmıştı. PKK ise bir gün sonra sosyal medyadan yayınladığı görüntüler ile Kobra helikopterini karadan havaya atılan omuz tipi füzeyle vurduğunu iddia etmişti.

Genelkurmay Başkanlığı 19 Mayıs’ta “Helikopterin, terörist unsurların yerden açtığı ateş sonucu, muhtemelen yerden havaya atılan ve cinsi henüz belirlenemeyen füze olabileceği değerlendirilen bir hava savunma silahı ile vurularak düşürülmüş olabileceği kanaatine varılmıştır” açıklamasında bulundu ve incelemelerin devam ettiğini bilirtti.
 
Terörle Mücadelede Yeni Bir Safha

Daha önceki yazılarımızda; Türkiye’nin Orta Doğu’da uyguladığı dış politika ve güvenlik stratejilerinin başarısızlığı uğradığı; küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerin bozulduğu; Türkiye’nin hedef ülke durumuna geldiği vurgulanmıştı. Bölgedeki güvenlik ortamının Türkiye’nin aleyhine şekillendiği ve bu durumun ülke içine de yansıyacağı, vekalet savaşları kapsamında terörün yeni bir evreye gireceği açıklanmıştı.

Maalesef bu öngörüler dikkate alınmadı ve önerilen önlemler etkin olarak yerine getirilmedi. Sonuçta Türkiye’ye yönelik faaliyette bulunan terör örgütlerine destekler arttı. PKK terör örgütüne tarihinde hiç olmadığı kadar destek var. 
Bu destek siyasi, stratejik, taktik, teknik ve eğitim alanlarında olabildiği gibi lojistik alanda da görülmektedir. PKK terör örgütünün son aylarda ağır silahlara, roketlere ve füzelere sahip olduğu istihbarat raporlarında yer almaktadır. 
Bu silahların en önemlisi tabii ki, omuzdan atılan hava savunma füzeleridir.

PKK’ya Bu Füzeleri Kim Veriyor?     
 
Bölgede Türkiye’yi hedef haline getirecek o kadar çok ülke var ki! Bunların başında Suriye ve Rusya var. Daha önce de bu ülkelerin PKK’ya önemli oranda destek sağladığı ve hava savunma füzeleri verdiği yönünde haberler yayınlanmış tı. ABD’ nin PYD’ye sağladığı destekler ve bu silahların PKK’ya verildiği, çeşitli kaynaklardan açıklanmıştı. İran ve hatta IŞİD muhtemel şüpheli.
Bazı şehir ve ilçelerde PKK’ya yönelik olarak başarıyla sürdürülen operasyonlar sonuçlanmak üzere. PKK’nın yeni stratejisi elde ettiği ağır silahlar, patlayıcılar ve cephaneyle kırsalda ve büyük şehirlerde saldırılarını artırmak. Eylem alanını tüm ülkeye yaymak. Halktan alamadığı desteği, dış yardımla karşılamak. Bu yardımı sağlayacak devletler çok ve bu sponsorlar çok istekli.

Terörle Mücadeleyi Nasıl Etkileyecek?  

PKK terör örgütü son dönemde operasyon yapılan bölgelerin takviye edilmesini engellemek için elde ettiği patlayıcıları yollara döşüyor. Bunları patlatarak hem güvenlik güçlerine zayiat verdiriyor hem de karadan operasyon bölgelerine kuvvet kaydırmasını engellemeye çalışıyor. En azından bu kuvvetlerin bölgeye ulaşmasını geciktiriyor.

Bölgenin dağlık olması nedeniyle operasyon alanına en kısa sürede takviye havadan yapılabiliyor. Öncelikle yerde hazır olarak bekletilen Kobra helikopterleri havalanarak sahaya intikal ediyor ve terör örgütünü ateş altına alıyor. Hem çatışan birliklerimize destek sağlanıyor hem de terör örgütüne ağır zayiat verdiriliyor ve silahları imha ediliyor.   

Peki, bundan sonra taarruz helikopterleri bölgeye süratle intikal edebilecek ve bölgede rahatlıkla terör unsurlarına harekat icra edebilecek mi? PKK’nın füzeleri bunu zorlaştıracaktır. Hava unsurlarının etkin kullanılmasını sınırlayacaktır. Operasyonlarda uçak ve helikopter kayıpları artabilir. Allah kahraman silah arkadaşlarımızı ve pilotlarımızı korusun. Güvenlik güçlerimizi başarılı kılsın.



***

TCG KIBRIS Doğu Akdeniz'e açılıyor

TCG KIBRIS Doğu Akdeniz'e açılıyor



Cahit Armağan Dilek, 
24 Aralık 2019
21. YÜZYIL STRATEJİK ARAŞTIRMA MERKEZİ.,
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi


21-25 Aralık 1963 tarihi, Kıbrıs Türk Milli mücadele tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Kıbrıs Türkünü 24 saat içinde yok etmeyi planlayan EOKA'cı Yunan ve Rumlar Akritas Planını devreye sokarak katliamlara başlamıştı.

Yaşanan acı dolu günler sonucu Türkler ortak Cumhuriyetten kovulmuş, şehitler vermiş ve  103 Türk köyü boşaltılmak zorunda kalmıştı. 1963'te başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 Türk şehit oldu.1963-1974 yılları arasında adanın yüzde üçüne sıkıştırılan Kıbrıs Türkü yokluk ve yoksulluk içinde büyük bir mücadele vermişti.

İşte bu nedenle 21-25 Aralık haftası yavru vatan Kıbrıs için çok anlamlı ve önemli bir hafta. Milli Mücadele ve Şehitler Haftası olarak anılan bu hafta, Kıbrıs Türk mücadelesinin aziz şehitlerini yani Kıbrıs Türkü'nün var oluş mücadelesinde şehit düşenleri anma haftasıdır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi 'Geçmişini bilmeyen bir millet, geleceğine yön veremez'. Ama gelin görün ki, Türkiye'de son dönemlerde milli gün ve bayramların kutlanmasında düşürülen seviyeyle birlikte Türk Milletinin 7 bin yıllık kadim geçmişinin öğrenilmesi ve Türk Milletinin büyüklüğünün kavranılması görünmez bir el tarafından adeta engelleniyor.

Milli dava Kıbrıs'taki soydaşlarımızın Kıbrıs Türkünün durumu da benzer bir muamele görüyor. 21-25 Aralık Milli Mücadele ve Şehitler  Haftasının Türkiye'de anılmaması, kamuoyunun gündeminde yer bulamaması çok acı.

Dr. Fazıl Küçük'ün dediği gibi Türkiyesiz Kıbrıs sorunu çözülemeyeceği her geçen gün daha da netleşmektedir. Hal böyleyken Kıbrıs'ta geçmişte olup bitenleri anlamadan Kıbrıs'taki sözde müzakerelerden sonuç almak veya Kıbrıs Türkü için hak ettiği çözümü bulmak mümkün değildir. 21-25 Aralık 1963'teki kanlı Noel saldırılarını, küvette annesiyle birlikte katledilen Türk çocuklarını unutanlar, bu saldırıların perde arkasındaki Enosis planlarının halen var olduğunu göremeyenler Kıbrıs Türkünün hakkını koruyamazlar.

Türk tarafı artık 45 yıldır süren müzakere süreçlerinden bir şey çıkmadığını görmeli. Türk kimliğini silmekten, Türkü yok saymaktan, Türk askerini adadan çıkarmaktan, adada tek bir Türk bırakmayarak adayı Yunanistan'a ilhak etmekten, Türklerden taviz istemekten vazgeçmeyen Rum-Yunan ikilisiyle aynı devlet içinde yaşamanın artık mümkün olmadığı görülmeli.

Dünyanın dört bir köşesinde toplumlar devletler hücrelerine kadar ayrıştırılıp mikro devletlere veya şehir devletlerine dönüştürülme sürecindeyken Kıbrıs'ta Türkleri ve Rumları sözde biraraya getirmeye yönelik müzakere (ki aslında Türkleri yok etme süreci) aldatmacasına artık son verilmeli.

İki devletli çözüm perspektifiyle Kıbrıs Türkünün kendi bağımsız devletini geliştirme, ayakta tutma, uluslararası toplumun saygın üyeleri arasında yer alması merkezinde politikalar belirlenip hayata geçirilmeli.

Bununla birlikte Rum-Yunan ikilisinin arkasına aldığı bölgesel ve küresel güçlerle oluşturduğu ekonomik-siyasi-askeri ittifaklar zinciri de dikkate alındığında Türkiye ve KKTC'nin tek vücut halinde hareket etmesi mutlak şart.

Kıbrıs'ta yaşanan sorunlar yumağının nasıl bir çözüme evrileceğindeki belirsizlik ve karşı tarafın Türk kimliğini yok etme, Türk düşmanlığı üzerinde kurulan vahşet ideolojisi de düşünüldüğünde KKTC topraklarında Türkiye'nin daimi askeri varlığının bulunması şarttır.

Önceki hafta KKTC Geçitkale havaalanında Türk İHA'ları konuşlandırmaya başlandı. Doğu Aldeniz'deki sondaj ve sismik araştırma gemilerine destek, Rum-Yunan tarafından gelebilecek saldırganları izlemek bağlamında gerçekleşecek bu faaliyet çok önemli bir adım ama geçici statüde gözüküyor.

Halbuki Kıbrıs'ta nasıl bir çözüm olursa olsun Türkiye'nin artık bir daha geri çekmeyeceği daimi askeri varlık bulundurması şart haline gelmiştir. İHA'ların konuşlandırılmasıyla birlikte aslında yıllardır söylediğim görüşümü burada tekrar etmem gerekiyor. Bu da Türkiye'nin KKTC'de belki de ada İngilizlerin sahip olduğu üslerin statüsünde kara, deniz ve hava üsleri almasıdır.

Kıbrıs adasının stratejik konumunu bizler hep bir sabit uçak gemisi olarak değerlendirmişiz dir. İHA'ların konuşlandırılmasıyla birlikte bu uçak gemisi artık harekete geçmiştir.

Bu uçak gemisine yakışacak en iyi ad TCG KIBRIS 'tır. Artık TCG KIBRIS Doğu Akdeniz'e açılıyor.

Şimdi TCG KIBRIS'ın daha donanımlı hale gelmesi, kara deniz hava üsleriyle uçak gemisinin kabiliyeti iyice kuvvetlendirilmesi öncelikli proje olmalı. Sondaj araştırmalarına eskortluk eden Türk savaş gemilerinin bölgede varlık göstermesi, Libya ile yapılan deniz sınırı anlaşması Rum-Yunan ikilisini ne kadar rahatsız ettiyse TCG KIBRIS'ın donatılması yani KKTC'de daimi üslerin teşkil edilmesi Rum-Yunan planlarını kelimenin anlamıyla ters yüz edecektir.

Gerçekte Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi (LHD) olan ama kamuoyunda Türkiye'nin ilk uçak gemisi olan TCG ANADOLU'nun 2021'de Türk Dz.K.K.'lığı envanterine girmesi öngörülüyor.

KKTC de, kara, deniz hava daimi üslerinin teşkiliyle birlikte sabit uçak gemisi konumundaki stratejik pozisyon adeta tam kapasiteli, hareketli uçak gemisine-TCG KIBRIS- dönüşecek ve TCG ANADOLU'ya eşlik edecektir. Hem Kıbrıs hem de denizlerdeki hak ve menfaatlerimizin garantisi olacaklardır.

Geçmişimizi bilerek geleceğimize yöne verelim.

<https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/tcg-kibris-dogu-akdeniz-e-aciliyor>

***

ABD NİN SURİYE REJİMİ KARŞITLARINA EĞİTİMİ. EĞİT VE TECHİZ ET., BÖLÜM 2

ABD NİN SURİYE REJİMİ KARŞITLARINA EĞİTİMİ. EĞİT VE TECHİZ ET., BÖLÜM 2




 ç. ABD’nin “Eğit ve Teçhiz Et” Programının Kapsamı: 

 (1) Söz konusu programın kapsamı hakkında resmi bir açıklama yapılmamıştır. ABD'nin bu zamana kadarki uygulamaları dikkate alınarak yapılan analizde 
programın aşağıda sunulan faaliyet ve işlevlerden tamamını veya bir kısmını kapsayabileceği sonucuna ulaşılmıştır. 

 (a) Silah yardımı: 

. Her tür ve yeter sayıda piyade tüfeği, otomatik tüfek ve makineli tüfek ile bunların mühimmatı, 
. Havan, top ve mühimmatı, 
. Geri tepmesiz top, roketatar, güdümlü tanksavar füzeleri ve mühimmat, 
. Uçaksavar topları ve füzeleri. 


 (b) Eğitim: 

. Silah kullanma ve bakım eğitimi, 
. Gerilla savaşı taktikleri (kapsamlı ve koordineli pusu, korunaklı yerlere taarruz, sızma, taktik akın), 
. Piyade ve komando taktikleri, 
. Tank avcılığı, 
. Hava taarruzlarına karşı savunma ve uçakları düşürme, 
. Hassas tesislere baskın ve sabotaj. 

 (c) Harekâtı (operasyonları) yönlendirme desteği: 

. ABD askerî personelinin/eğitim veren devlete ait askerî personelin, rejim karşıtlarının birliklerinin içine yerleştirilmesi, 
. Operasyonlarda yardım ve yönlendirme, 
. Uçak ve topçu gibi destek silahlarının yönlendirilmesi. 

 (ç) Komuta kontrol ve muhabere: 

. Operasyon planlama yeteneği kazandırma, 
. Unsurları tek bir komuta altında toplama ve teşkilatlandırma, 
. Zamanla düzenli orduya dönüştürme. 

 (d) Lojistik: 

. Bakım ve onarım eğitimi, 
. İkmal sistemi kurma, 
. Lojistik planlama. 

 (e) Yardımların koordinasyonu: 

. Farklı ülkelerin yardımlarını koordine etme, 
. İhtiyaçları önceliklendirme. 

 (f) Siyasi teşkilatlanma: 

. Devlet işlevlerini yerine getirebilecek liderler ve yöneticileri eğitme, 
. Muhalefetin kontrol ettiği yerlerde yönetim işlevlerinin eğitimi, 
. Paralel devlet kurumları teşkili. 

 (g) Bilgi harekâtı: 

. İç ve dış kamuoyunu yönlendirme, 
. Rejim ve IŞİD’e halk desteğini azaltma, 
. Medya ve propaganda eğitimi. 

 (2) Değerlendirme: 

 (a) IŞİD ve Esad Yönetiminin askerî kuvvetlerinin terkip ve teçhizatı dikkate alındığında söz konusu programın zırhlı birlikleri (Tank ve Mekanize Piyade) de 
kapsayan manevra birlikleri ile orta ve ağır ateş destek vasıtalarını kapsamaması durumunda askerî dengeyi değiştiremeyeceği, 

 (b) Bu kapsamdaki birlilerin -tek er, tek tank, ek top vb. den farklı olarak- bir yıl gibi bir sürede yetiştirilmesinin -Irak Ordusu örneğine olduğu üzere- beka, 
komuta kontrol, sevk ve idare, lojistik konuları başta olmak üzere harekât alanında ciddi kısıtlara maruz olduğu, 

 (c) Özellikle "stinger, TOW, Milan, ERYX" gibi gelişmiş hava savunma ve tanksavar silahlarının yardım kapsamında olması halinde kontrollerinin son derece güç olacağı, 

 (ç) Programın harekât yönlendirme timlerini de kapsaması durumda, bu programı yürüten devletin askerî personelinin doğrudan muharebelere katılımını 
gerektireceği değerlendirilmektedir. 

 d. Eğitim Yerleri 

 (1) ABD’nin planına göre her yıl 5.000 civarında ılımlı muhalif eğitilip teçhiz edilecektir. Bunun için bölge ülkelerinde üç eğitim kampı kurulması planlanmaktadır. Bu kapsamda Suudi Arabistan ile 10 Eylül tarihinde anlaşmaya varılmıştır.23 Ürdün ile görüşmeler sürmektedir. (Ürdün’de ABD’nin 2012’den itibaren Özel Kuvvetler Eğitim Merkezi bulunmaktadır) Üçüncü kampın ise Türkiye’de kurulmak istendiği anlaşılmaktadır. Kampların her birinde 1.800-2.000 civarında militan eğitilecek, masraflar, silah ve teçhizat ABD tarafından karşılanacak ve verilecektir. 

 (2) Son günlerde dış ve iç medyada Türkiye ve ABD’nin Suriyeli rejim karşıtlarını eğitilmesine konusunda uzlaştıkları yönünde haberler yer almaktadır.24 
Buna göre ilk aşamada MİT tarafından seçilecek 2.000 muhalif Türkiye'de ABD’li ve Türk uzmanlar tarafından eğitilecek, teçhizat ve donanımı ABD tarafından 
verilecektir.25 



4. Programın Uluslararası ve İç Hukuk Açısından Değerlendirilmesi 

a. Bir devlete karşı silahlı kalkışmaya girişen askeri/yarı-askerî kuvvetleri eğitmek, bu unsurlara silah ve teçhizat sağlamak BM Antlaşmasının 2/3 ve 4'üncü maddesine aykırıdır. Bu durumu uluslararası hukuk bakımından yasallaştıran iki istisna bulunmaktadır. 

 (1) Birinci yasal dayanak; bu tür bir eylemin, BM Antlaşmasının, "Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi Durumunda Alınacak Önlemler" başlığını taşıyan VII. Bölümü (39-51'inci maddeler) kapsamından uygulanan zorlayıcı önlemler kapsamında icra edilmesidir. 
BM Antlaşmasının doğrudan ve dolaylı kuvvet kullanmayı meşrulaştıran 42. maddesinin uygulanma yetkisi 43 ve 44'üncü maddeleri gereği Güvenlik Konsey 
(BMGK)'inin kararını gerektirmektedir. BMGK'nın böyle bir kararı alabilmesi için öncelikle: 

. 39'uncu madde gereği; barışın tehdit edildiği, bozulduğu ya da bir saldırı eylemi olduğunu saptaması, 
. 40'ıncı maddesi gereği; tarafları geçici önlemleri uygulamaya davet etmesi, 
. 41'inci maddesi gereği; ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle ya da bir bölümüyle 
  kesintiye uğratılmasını, diplomatik ilişkilerin kesilmesini içeren önlemleri yürürlüğe koyması gerekmektedir. 


BM'nin 42'inci maddesi, devletler arasındaki gayri meşru kuvvet kullanma faaliyetine karşı örgütün üyeleri vasıtasıyla kuvvet kullanmasına ilişkindir. Bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve güvenliğine yönelik kalkışmalara dair karar ve eylemler, -bu eylemler esnasında insanlığa karşı işlenen suçlar hakkında uluslararası yargı hükümleri saklı kalmak üzere- o devletin iç hukukunun konusudur. Nitekim BM Antlaşmasının 2/7'nci maddesi -BMGK'nın zorlayıcı önlemleri dışında- devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine dayanmaktadır. 

Suriye'de 2011'de "daha fazla özgürlük" talepli kalkışma ile başlayan, kısa süre içerisinde önce düşük yoğunluklu çatışmaya, daha sonra da "uluslararasılaşmış bir iç savaşa" dönüşen çatışmaların hiç bir evresinde, BMGK tarafından Suriye Yönetimine karşı kuvvet kullanılmasını öngören bir karar alınamamıştır. Suriye ile ilgili kararların hiçbirinde uluslararası kuvvet görevlendirilmesini öngören bir husus bulunmamaktadır. Bu kararların tamamında, söylemde de olsa Suriye'nin egemenliğini, birliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini teyit ifadesine yer verilmektedir. 

 (2) İkinci yasal dayanak; kendi geleceğini belirleme (self-determinasyon) hakkının korunması kapsamında, bir halkın; sömürgeci, yabancı veya ırkçı devlete karşı uluslararası hukuk tarafından meşru kabul edilen mücadelesine yardım kapsamında destek sağlanmasıdır. Bu husus 1949 Cenevre Sözleşmeleri'ne ek 1977 Protokolleri'nin ortak 1. maddelerinde düzenlenmiştir.26 

Kendisine karşı kalkışan silahlı gruplarla mücadele etmek maksadıyla bir devletin başka bir devletten yardım talep etmesi ise talep edenin öncelikle egemenlik hakları ve -BM Antlaşmasının 51'inci maddesinde düzenlenen- öz savunma hakkının kolektif olarak kullanılması çerçevesinde değerlendirilir. 

b. TBMM'nin 2 Ekim 2014 tarih ve 1071 sayılı kararı ile kabul edilen "Irak ve Suriye'deki terörist örgütlerden Türkiye'ye yönelebilecek saldırıların bertaraf edilmesini öngören Başbakanlık Tezkeresi", TSK'nın sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına ilişkin kararını, BMGK'nın 2170 ve 2178 sayılı kararlarına (2014) atfen, BMGK'nın 2001 tarih ve 1373 sayılı, terör örgütlerine karşı gerekli önlemlerin alınmasına ilişkin kararına dayanmaktadır. Bu kararda Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterildiği ifade edilmektedir. 

c. BM Genel Kurulunun, 21 Aralık 1965 tarih, 2131 (XX) sayı ve "Devletlerin İç İşlerine Karışmayı Reddeden ve Onların Bağımsızlık ve Egemenliğini Korumaya Dair Bildiri"27de (md 2.), " devletlerin başka bir devletteki çatışmaya karışmayacağı veya rejimi yıkmaya yönelik faaliyetlere yardım etmeyeceği, bu tür grupları yaratmayacağı, bunlara mali destek sağlamayacağı ve bunları kışkırtmayacağı karara bağlanmıştır. 

ç. Diğer taraftan BM teşkilatının organlarından Uluslararası Adalet Divanının (UAD) da bu kapsamdaki eylemlerin tarafsızlık hukukunun ihlali olduğuna dair kararı mevcuttur. 1986 yılında, ABD ile Nikaragua arasındaki uyuşmazlıkların ele alındığı yargılamasında mahkeme; başka bir devletteki ayaklanmalara dört şekilde/seviyede yardım edilebileceğini saptamıştır.28 Buna göre: 

. Birinci seviye; silahlı saldırıya denk seviyede doğrudan veya dolaylı olarak kalkışmaya karışmaktır. "Bir başka devlette silahlı güç faaliyetleri yürüten silahlı kol, grup, düzensiz birlik veya lejyoner göndermek" bu kapsama girmektedir. 
. İkinci seviye; ayaklanmaya katkıda bulunmak ve yardım etmektir. Ayaklananları silahlandırmak bu kategoride değerlendirilmiştir. İlk iki seviye, UAD tarafından hukuka  aykırı kuvvet kullanma olarak tanımlanmıştır. 
. Üçüncü seviye; ayaklananlara para yardımı yapmaktır. UAD tarafından bu seviye hukuka aykırı karışma olarak tanımlanmış ancak kuvvet kullanma kapsamına dâhil edilmemiştir. 
. Dördüncü seviye; kalkışanlara insani yardımdır. Bu seviye UAD tarafından meşru sayılmıştır. 

Bu tasnif ışığında, ABD’nin "Eğit ve Teçhiz Et" programının Suriye Yönetimine karşı olan bölümünün, ABD'ye asgari üçüncü kategoride yer alan hukuki sorumluk doğurabileceği, bu programa ülkesinde destek verecek devletlerin ise ilk iki kategoriye karşılık gelen hukuk dışı kuvvet kullanma eylemini gerçekleştirdikleri hükmüne varılabileceği anlaşılmaktadır. 

5. Programın ABD Açısından Değerlendirilmesi 

ABD, “Eğit ve Teçhiz Et” programının kendisi açısından bazı riskler taşıdığının farkındadır. Bu nedenle dünyanın dört bir tarafında uyguladığı programlardan aldığı derslerle bu riskleri azaltmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda eğitilecek ve silah verilecek rejim karşıtlarının ayrıntılı bir süzgeçten geçirilmesi için sistem kurmaya çalışmaktadır. Bazı hassas silahların kullanımı için ilave tedbirler almıştır Bu kapsamda bazı silahlar için, Küresel Konumlama Sistemi (Global Positioning System-GPS) kilidi geliştirilmiş, silahların belirli harekât alanlarının dışında kullanılmaması amaçlanmıştır.29 Ancak bu tedbirlere rağmen tam olarak başarı sağlanamamış, onlarca istenmeyen olayla karşı karşıya kalınmıştır. 

Diğer taraftan ABD, program kendi toprakları dışında yürütüleceği için risklerin önemli bir kısmından kurtulmaktadır. ABD topraklarının misilleme suretiyle riske maruz kalma olasılığı da doğal olarak azdır. 

Programın ABD'ye sağlayacağı faydaları ise şu başlıklar altında özetlemek mümkündür: 

- Program diğer harekât tarzları ile mukayese edildiğinde düşük maliyetlidir. 
- ABD kamuoyunun tepkisini en aza indireceği gibi Obama Yönetiminin ABD Ordusunun "eve dönmesi" söylemini desteklemektedir. 
- ABD açısından programın siyasi ve askerî riski de düşüktür. Programdan vazgeçtiğinde ödeyeceği bir bedel olmayacağı gibi, başta hava savunma silahları olmak  üzere, kritik önemi haiz silahların hasım tarafın eline geçmesi halinde birkaç İHA (insasız hava aracı) dışında fazla bir kayıp vermeyecektir. 
- Iran, Çin ve Rusya'dan gelecek tepkileri programa iştirak edecek devletlere dağıtacaktır. 
- Suriye siyasetini Esad Rejiminin yıkılması esası üzerine inşa eden bölge ülkelerinin ABD'den beklentilerini karşıladığı tezini bu program sayesinde kolaylıkla ileri sürebilecektir. 
- Bölgede, sürdürülebilir istikrarsızlık ortamını ve bu ortamda inisiyatifi elinde bulundurmayı ve mevcudiyetini devam ettirecektir. 

6. Programın Türkiye Açısından Taşıdığı Riskler 

ABD için sıradan riskler, programa ev sahipliği yaptığında ve iştirak ettiğinde Türkiye için yaşamsal önem taşıyan tehditlere dönüşmektedir. Söz konusu programa Türkiye'nin katılmasının; hukuk, siyasa ve askerî strateji, dış siyaset ve iç politika ile iç güvenlik bakımından önemli sakıncaları olduğu değerlen dirilmektedir. Bu hususların çoğunun birbiri içine geçmiş olması ise çözümsüzlük sarmalı yaratmaktadır. 

a. Hukuki Sakıncalar 

 (1) Ayrıntıları yukarıda (md. 4) sunulduğu üzere, uluslararası hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde, uluslararası sistemde halen egemen bir devlet olan Suriye’ye karşı rejim karşıtlarının Türkiye’de açıkça eğitilmesi ve silahlandırılması, "saldırı suçuna" varan bir “karışma” oluşturmaktadır. 

 (2) Eğitilen militanların ve verilen silahların Suriye içinde katliamlarda ve insanlığa karşı suçlarda kullanılması olasılık dışı değildir. Bu durumda -vicdani ve ahlaki olarak suça ortak olmanın yanında- insanlığa karşı işlenen suçlara destek sağlamak suçlamasıyla karşılaşılması tehlikesi doğabilecektir. Bu kapsamdaki suçlar, siyasi düzeyde karar vericilerden en küçük seviyede uygulayıcılara kadar geniş bir yelpazedeki personeli kapsamaktadır. 

b. Siyasa ve Askerî Strateji Bakımından Sakıncalar 

 (1) Programın siyasi ve askerî hedefleri ile kullanılan vasıtalar arasında bulanıklık ve tutarsızlık mevcuttur. IŞİD terörizmine karşı Suriye muhalefeti vasıtasıyla mücadeleyi ön gören planın diğer hedefi Esad Rejimidir. Eğitilecek kuvvetin büyüklüğü ve öngörülen etkinliği her iki maksadı tahakkuk ettirmekten uzaktır. 

 (2) Bu sakınca ile ilgili olarak, eğitilecek kuvvetin mevcudu, verilecek eğitimin yeterliliği ve eğitim için gereken süre değerlendirildiğinde, söz konusu kuvvetin Suriye'de devam eden silahlı mücadelede dengeleri kısa sürede değiştirme imkân ve kabiliyetinin olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumun, Türkiye'yi uluslararası - hukukun meşru saymadığı- uzun süreli bir çatışmaya karışan taraf olma konumuna sürükleme ihtimali yüksektir. 

 (3) Çatışma durumunun uzamasına neden olacak olan bu askerî zafiyet, -yukarıda da değinildiği üzere- ABD'nin bölgeye daha uzunca bir süre müdahil olmasının yolunu açarken, Türkiye'nin barışçı niteliğini ve Orta Doğu halkları gözündeki lider ülke imajını kemirecektir. 

 (4) IŞİD terör örgütünün Irak ve Suriye'de destek bulmasını sağlayan sosyolojik olgu, her iki ülkede de dışlanan Sünnî kitlelerdir. Bu kitle Irak'ın % 40'ını, 
Suriye'nin % 75'ini oluşturmaktadır. Ayrıca, Esad Rejimi, Suriye'nin asgari % 15'inin desteğini muhafaza etmektedir. Türkiye'nin -BMGK’nın bu kapsamda bir kararı yokken- IŞİD'e ve Esad Yönetimine karşı, -herkesin herkesle çatıştığı- Suriye'deki savaşa taraf olması, "kaybet-kaybet" eksenli sonuçlar yaratmaya gebedir. 

 (5) Söz konusu projenin hayata geçirilmesi halinde durumdan en fazla yararlanacak olanların Suriye'de çatışan Kürt gruplar olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. PKK'nın Suriye kanadını oluşturan PYD'nin bu kapsamdaki kazanımlarının PKK'nın "çözüm süreci"ndeki taleplerini artırmasına neden olacağı gibi, hali hazırda Kürt devletinin kurulmanın önündeki en büyük engel olan psikolojik sınırın da aşılmasına yardımcı olacaktır. Nitekim, PKK terör örgütünün Kobani'yi gerekçe göstererek Türkiye'de başlattığı kalkışma bu tezi doğrulamaktadır. 

 (6) Uluslararası hukuki dayanaktan yoksun olan bu programın arkasında ABD'den başka fiili bir uluslararası bir destek de bulunmamaktadır. NATO gibi, küresel ölçekte faaliyet gösteren güvenlik örgütünün Türkiye dışındaki hiçbir üyesi sembolik dahi olsa bu programa katkı sağlamamıştır. Orta Doğu'daki diğer uluslararası kuruluşların bu programa destek vermedikleri görülmektedir. Türkiye'nin uluslararası mekanizmaları harekete geçirmekte karşılaştığı güçlüğün bu örnekte de devam ettiği görülmektedir. Bu durumun yaratmış olduğu sakıncalar geçmişte yaşanmıştır. 

c. Dış Siyaset Bakımından Sakıncalar 

 (1) Hükûmetimiz tarafından ahlaki nedenlerle rasyonelleştirilmiş olsa da, Esad Rejiminin devrilmesini temel şart sayan Suriye politikası, devletin manevra sahasını kısıtlamıştır. Bu kapsamdaki gelişmelerin, Türkiye ve Suriye aleyhine, ABD, Fransa, Almanya, Rusya, İran ve İsrail'in lehine seyrettiği değerlen dirilmektedir. Başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin Suriye iç savaşının başında Türkiye'yi yalnız ve zor durumda bırakan manevralarını yineleme ihtimali göz ardı edilmemelidir. Gerçekten de program başarı sağlamadığı ve risklerinin fazla olduğu görüldüğünde ABD programı sonlandırıp ayrılacaktır. Ancak Türkiye bu durumun yaratacağı olumsuz sonuçlarını yaşamaya mecbur kalacaktır. 

 (2) Gelinen aşamada, Türkiye'nin Esad Rejimini devirmek için yeterli olmayacak bu projeye dâhil olmakla kazanacaklarından fazlasını kaybetme tehlikesinin 
kuvvetle muhtemel olduğu, buna karşın Suriye Yönetimi ile ilişkileri orta vadede düzeltebilme imkânlarını halen muhafaza ettiği değerlendirilmektedir. 

 (3) Suriye krizinde hâlâ Esad Rejiminin yanında duran Rusya ve İran’ın bu programdan ciddi rahatsızlık duymaları beklenmektedir. Bu ülkelerin elinde Türkiye’ye karşı misilleme olarak kullanabilecekleri doğal gaz ve petrolden terör örgütlerine yardıma kadar uzanan kapsamlı seçenekler mevcuttur. Bu bağlamda PKK’nın desteklenmesi, çözüm sürecinin tamamen bitirilmesi ve çatışmaların tekrar başlaması seçenek dışı değildir. 

ç. İç Politika ve İç Güvenlik Bakımından Sakıncalar 

 (1) Riskler açısından dikkate değer bir nokta da Türkiye’nin ABD’nin programına iştirakinin; Türkiye kamuoyunda hükümetin Suriye’ye yönelik politikası 
hakkında birbiriyle çelişen algı paketlerini kuvvetlendirmeye, toplum içinde ve toplumun bir kısmıyla hükümet ve devlet kurumları arasındaki güveni kötüleştirmeye sebebiyet verebileceği gerçeğidir. 

 (2) Türkiye'nin IŞİD ile mücadelesi, PKK'ya güç kazandıracaktır. Bu durum, Esad Rejiminin müttefikine yardım etmek anlamına geleceği gibi yukarıda [md. 5, b, (5)] sunulduğu üzere, terör örgütünün "çözüm süreci"ndeki pazarlık gücünü de artıracaktır. 

 (3) ABD tarafından, bu tür programlarda rejim karşıtlarına verilen silahlar sonunda kendisine dönmüştür. Sovyet işgaline karşı mücahitlere verilen Stingerler sonunda Taliban’ın eline geçmiş, -elektronik sistemleri havadan devre dışı bırakılıncaya kadar geçen süreçte- ABD uçaklarını vurmuştur. Stinger benzeri silahlar radikal örgütlerin eline geçtiğinde provokasyon ve/veya misilleme amaçlı Türk uçak ve helikopterlerine karşı kullanılması dikkate alınması gerekli diğer bir risktir. Bu tür silahların diğer örgütlerin eline 
geçmesi (PKK ve IŞİD dâhil), eğitilenlerin taraf değiştirmesi hatta rejim saflarına katılması şaşırtıcı olmamalıdır.30 

 (4) Eğitim merkezinin kendisinin ve merkezde görev alan yabancı ve Türk personelin; IŞİD ve benzeri örgütler, Esad Rejimi bağlantılı örgütler ve rejime destek veren ülkelerin istihbarat birimlerinin yönlendirmesinde misilleme amaçlı eylemlere maruz kalması göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir risktir. 

 (5) Türkiye’de açılacak eğitim merkezine ABD’den CIA personeli, asker eğiticiler ve Blackwater, Dyncorps ve MPRI gibi özel şirketlerin elemanlarının gelmesi 
olasıdır. Bunların kamuoyuna izahı zor olduğu gibi bu personelin hedef teşkil etmesi de Türkiye için bir risktir.31 

Yukarıdaki risklerin bir kısmı Türkiye ABD’nin programına ev sahipliği yapmasa da mevcuttur. Ancak bu program küresel ve bölgesel gerginliğin arttığı bir ortamda riskleri artırmaktadır. 

7. Sonuç ve Değerlendirme 

ABD’nin, "Suriye'deki ılımlı muhalif gruplara 'Eğit ve Teçhiz Et' programı söylemi, açıkça bir algı operasyonudur. Hukukun ve askerî bakımdan ise program; “Teşkilatlandır,  Eğit, Teçhiz Et, Silahlandır ve Savaştır” olarak anlaşılmalıdır. Bu program yeni değildir. 1980’lerde Nikaragua ve Afganistan başta olmak üzere onlarca ülkede uygulanmıştır. 
Programların sonuçları ABD açısından bazen başarılı olmuştur. Ancak bölge ülkeleri her zaman kaybetmiştir. 

Türkiye bu programa iştirak ettiğinde uluslararası hukuki dayanaktan yoksun bir adım atmış olacağı gibi önemli politik ve askerî risklerle karşı karşıya kalacaktır. 

Özetle: 

. Programın bu şartlarda uygulanması, uluslararası ve iç hukukumuza aykırıdır. 
. Eğitilenlerin insanlığa karşı işleyeceği suçlardan ötürü Türk yöneticilerin yargılanması tehlikesini taşımaktadır. 
. Programın, ön görülen siyasi ve askerî hedeflere ulaşma imkanı ciddi ölçüde kısıtlıdır. 
. Türkiye'yi uzun süreli bir çatışmaya karışan taraf olma konumuna sürükleyecek olan bu durum, devletimizin barışçı niteliğini ve Orta Doğu halkları gözündeki lider ülke  imajını kemirecek tir. 
. Uluslararası meşruiyeten yoksun olarak hem IŞİD hem de Suriye Rejimine karşı taraf olmak Türkiye'yi her koşulda kaybetmeye mahkûm bırakabilecektir. 
. Uluslararası kuruluşların desteği ve Türkiye'den önce Batılı devletlerin bu programa katılması önerilmelidir. 
. Programdan en fazla yararlanacak kesim PKK terör örgütü olacaktır. 
. Türkiye'nin programa destek sağlaması, Rusya ve İran'ın açık ve örtülü yaptırımlarına sebebiyet verebilecektir. 
. Suriye ile olan ilişkilerin onarılması ihtimali büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. 
. Türkiye'nin programa ev sahipliği yapması, iç güvenlik risklerini de beraberinde getirebilecektir. 

   Diğer taraftan ABD’nin program için tek seçeneği Türkiye değildir. Türkiye, IŞİD'e finansal destek sağladığı için açık yakalanan Körfez Ülkeleri ile siyasal 
ikbalini ABD'li yöneticilere bağlayan Ürdün'den çok daha farklı bir konumdadır. Bu nedenle Türkiye, bu programa iştirake ve ev sahipliğine zorunlu değildir. 


 DİPNOTLAR;

1 Askerî terminolojide, "Eğit ve Teçhiz Et" terimi yerine "Eğit-Donat" terimi de kullanılmaktadır. 
2 “US Senate backs training and arming Syria rebels” , BBC UK , 18 September 2014, 
http://www.bbc.com/news/world-us-canada-29257422 
3 “Who Are the Syrian Rebels the U.S. Wants to Arm and Train?”, NBC News, 19 September 2014, 
http://www.nbcnews.com/storyline/isis-terror/who-are-syrian-rebels-u-s-wants-arm-train-n207391 
4 “US says Turkey will train moderate Syrian rebels but presses for details”, The Guardian, 11 October 2014, 
http://www.theguardian.com/world/2014/oct/11/us-says-turkey-will-train-moderate-syrian-rebels-but-presses-for-details, “2 bin muhalife Türkiye'de eğitim”, 
5 “2 bin muhalife Türkiye'de eğitim”, Yeni Şafak, 10 Ekim 2014, 
http://www.yenisafak.com.tr/gundem/2-bin-muhalife-turkiyede-egitim-691618 
6 Fraser J. Harbutt, The Cold War Era , Wiley-Blackwell, USA, 2002, s. 19–20. 
7 Nina M. Serafino, “Security Assistance Reform: Section 1206- Background and Issues for Congress”, Congressional Research Service Report, 
   RS22855, 4 April 2014, s. 2-3. 
8 Roger Peace, The Anti-Contra-War Campaign: Organızational Dynamics Of A Decentralized Movement, 
International Journal of Peace Studies, Volume 13, Number 1, Spring/Summer 2008, 63-82. s. 64. 
9 Peace, a.g.m, s.64-66. 
10 “War in Afghanistan”, History Commons. 
http://www.historycommons.org/timeline.jsp?timeline=afghanwar_tmln&afghanwar_tmln_soviet_occupation_of_afghanistan 
11 Pakistan İstihbarat Teşkilatı. 
12 NTM-I ve NTM-A için bkz. http://www.jfcnaples.nato.int/training_mission_iraq.aspx;http://ntm-a.com/ 
13 “Role of U.S. Contractors Grows as Iraq Fights Insurgents”, WSJ, 03 February 2014. 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052702304851104579361170141705420; “Civilian contractors 
playing key roles in U.S. drone operations”, Los Angeles Times, 29 December 2011, 
http://articles.latimes.com/2011/dec/29/world/la-fg-drones-civilians-20111230 
14 “Blackwater’a PKK cezası”, Hürriyet, 20 Kasım 2009, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12995128.asp 
15 “Blackwater Took Hundreds Of US Weapons From Military, Afghan Police Using 'South Park' Alias”, The 
Huffington Post, 25.04.2010. 
http://www.huffingtonpost.com/2010/02/23/blackwater-took-hundreds-_n_474220.html 
16 IŞİD’in silahları için bakınız. “IŞİD raporu: IŞİD’e Karşı Olası Operasyonun Boyutları”, Merkez Strateji 
Enstitüsü, 19.09.2014, Ek-1: IŞİD ve müttefikleri, http://merkezstrateji.com/ 
17 Suriye’de Kabusa Doğru: Suriye’nin İçinde Bulunduğu Durum ve Olası Senaryolar”, USAK Raporları No:13-01, 
Şubat 2013, Ankara. s.43. Raporda Suriye uçaklarının genellikle ZU-23 ile vurulduğu bildirilmesine rağmen bu 
silahların 2300 metre kısa menzili ve yetersiz vuruş etkisi bunu doğrulamamaktadır. Aksine 2012 içinde Suriye’de 
rejim karşıtlarının Stinger ve SA-7 tipi omuzdan kullanılan güdümlü füzelere (MANPADS) sahip olduğu basında 
yer almıştır. “Arms and the Manpads: Syrian rebels get anti-aircraft missiles”, The Guardian, 28 November 2012, 
http://www.theguardian.com/world/2012/nov/28/syria-middleeast; “Syrian rebels have us stinger missiles – 
Russian general”, http://www.phantomreport.com/syrian-rebels-have-us-stinger-missiles-russian-general; 
“Report: Syrian rebels acquire Stingers”, 20 August 2012, 
http://defensetech.org/2012/08/20/report-syrian-rebels-acquire-stingers/.  You Tube’da silinmiş videolar da MANPADS’ların kullanıldığını kanıtlamaktadır. 
18 “Britain planned to train and equip 100,000 Syrian rebels”, The Telegraph, 04 July 2014, 
http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/syria/10945457/Britain-planned-to-train-and-equip-
100000-Syrian-rebels.html 
19 “Obama Taps Star General to Build Syrian Rebel Army to Fight ISIS”, The Daily Beast, 21.09.2014, 
http://www.thedailybeast.com/articles/2014/09/21/obama-taps-star-general-to-build-syrian-rebel-army-to-fight-isis.html. 
20 “Kerry: Syrian moderate rebels could help in Iraq”, Asharq Al-Awsat, 28 Jun 2014 
http://www.aawsat.net/2014/06/article55333735 
21 Bu ifade dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'un 1996 yılında bütçeye ilişkin bir konuşmasında geçmiş olup, 
ABD'nin silahlı kuvvetleri kullanma mantığını ortaya koyması bakımından tarafımızdan önemli sayılmıştır. 
22 Christopher M. Blanchard, “Proposed Train and Equip Authorities for Syria: In Brief”, Congressional Research 
Service Report R43727, 16 September 2014. 
23 “Saudi Arabia agrees to host training of moderate Syria rebels”, Reuters, 10 September 2014. 
http://www.reuters.com/article/2014/09/11/us-iraq-crisis-obama-saudi-idUSKBN0H51QC20140911 
24 “US says Turkey will train moderate Syrian rebels but presses for details”, The Guardian, 11 October 2014. 
http://www.theguardian.com/world/2014/oct/11/us-says-turkey-will-train-moderate-syrian-rebels-but-presses-for-details 
25 “2 bin muhalife Türkiye'de eğitim”, Yeni Şafak, 10 Ekim 2014. 
http://www.yenisafak.com.tr/gundem/2-bin-muhalife-turkiyede-egitim-691618 
26 Ayrıntılı bilgi için bkz. Merkez Strateji Enstitüsü, Bilgi Notu-001, "Korunmuş Bölgeler: Tampon/Ara Bölge, Askersizleştirilmiş / Silahsızlandırılmış Bölge, 
Güvenli Bölge/Sığınak, Uçuşa Yasak Bölge, İnsani Yardım Koridorları Kavramları 29.09.2014. 
http://merkezstrateji.com/wp-content/uploads/2014/09/Tampon-Ara-G%C3%BCvenli-B%C3%B6lge-Kavramlar%C4%B1_s4.pdf 
27 Resolution adopted by the General Assembly, "2131 (XX). Declaration on the Inadmissibility of Intervention in the Domestic Affairs of States and the Protection 
of Their Independence and Sovereignty" 21 December 1965, 
http://www.un-documents.net/a20r2131.htm; 
http://daccess-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/218/94/IMG/NR021894.pdf?OpenElement 
28 Summary of the Summary of the Judgment of 27 June 1986, Case Concerning the Military and Paramilitary 
Activities in and against Nicaragua (Nicaragua v. United States of America) (MERITS). 
http://www.icj-cij.org/docket/index.php?sum=367&p1=3&p2=3&case=70&p3=5 
29 “Could New Technology Cut Risk of Giving Syrian Rebels Anti-Aircraft Missiles?”, PBS NEWSHOUR, 5 November 2012, 
http://www.pbs.org/newshour/rundown/could-new-technology-deter-risks-of-arming-syrian-rebels/ 
30 ABD’nin Afganistan’da eğittiği asker ve polislerde yıllık firar oranları hala yüksektir. Firarilerin bir böümü Taliban saflarına katılmıştır. 
“Defections hit Afghan forces: Police and soldiers join Taliban, blaming "anti-Muslim behaviour" of foreign troops”, Al Jazeera, 15 October 2008, 
http://www.aljazeera.com/news/asia/2008/10/200810152158993793.html 
31 2009 yılında Afganistan’da Chapman Harekât Üssünde bir intihar bombacısının eyleminde 7 CIA mensubu ile bir Ürdün ve bir Afgan olmak üzere 9 kişi hayatını kaybetmiştir. “Suicide bomber attacks CIA base in Afghanistan, killing at least 8 Americans”, The Washington Post, 31 December 2009. 
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2009/12/30/AR2009123000201.html 



***