RUS SAVAŞ UÇAKLARI SURİYEDE NE ARIYOR?
Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)
Aşağıdaki “RUSYA, SURİYE SAVAŞINI DURDURDU” başlıklı yazımın tarihi 7 Şubat 2012’dir. Bildiri-Yorum sitesinde yayınlanmıştır.
Bu yazıda, Rusya’nın Suriye için ve Suriye’nin Rusya için ne anlama geldiğini açıklamıştım.
Şimdi Rusya’nın Esad’a destek için muhalif hedefleri bombalamasını bazı gazeteciler ve bilimsel takılan aydın kılıklı bazı efendiler; anlayamıyorlar ve “Nereden çıktı bu Ruslar?” diye soruyorlar.
ABD ve AB ülkelerinin uçakları “İŞID’i bombalıyoruz” bahanesinin arkasına sığınarak aylardır Suriye semalarından Suriye topraklarına hava taaruzları yapıp taş üstünde taş bırakamazken, ve bu beyler bu bombalama işini rutin olarak görüp ses çıkartmaz iken, bu defa ayni işi Rusya yapınca seslerini yüksek perdeden çıkartmaya başladılar.
Önce şunu iyi bilelim. Ruslar bir yerden çıkmadı. 1956’dan beri Rusya askeri ile, kültürü, , ekonomisi ve tüm unsurları ile Şam ile yakın temas halinde idi. Yani 60 yıla yakındır Rusya Suriye’dedir. Zamanı gelmiş, askeri teknolojik eksiklikleri gidermişler ve şimdi harekete başlamışlardır. Aslında öncelikle bölgedeki dengelerin oturmasını beklemişler, Çin ve İran’ın net destek tavırlarının geçerliliğini izlemişler, desteğin geldiğini görünce batının karşısına Asya cephesi olarak yerlerini almışlardır.
1991’den beri bölgeden dışlanan, petrol ve doğalgaz zengini Ortadoğu enerji kaynaklarının kontrolunu ABD ve AB’ye kaptıran Rusya; sonunda oyunda bende varım demiştir. Bu varlığın sürekli olacağının kanıtı olarak silahlı kuvvetlerinin tüm gücü ile Suriyenin yanında yerini aldığını göstermiştir.
Bu yer alma geçici değil, kalıcıdır. Akdenizde yer almak ve Rus bayrağı göstermek Rusya için hayati önemi haizdir. Rus Çarı Büyük Petro’dan Putin’in Rusya’sına intikal eden “Sıcak denizlere inme” hedefi aynen durmaktadır. Küresel aktör olabilmek için batının can damarı enerji koridorunu Doğu Akdenizden kontrol edebilmek için Lazkiye ve Şam Rusya için vazgeçilemez unsurlardır. Bu bakımdan Suriye ile ilişkisi olan ülkeler Rusya faktörünü her zaman gözönüne almak durumundadır.
Özetleyecek olursak. Çin ve İran’ın fiili desteğini garanti eden Rusya; silahlı kuvvetlerini devreye sokarak dünyanın enerji ve ticaret yollarının odağındaki Ortadoğu’nun sadece ABD ce AB’nin kontrolunda olmadığını, Rusya-Çin-İran’dan oluşan Asya gücünün de burada söz sahibi olduğunu gösteriştir. Bölgede şu anda bir güç dengesi oluşmuştur. Bu güç dengesi muhtemel bir üçüncü dünya savaşını şimdilik önlemiştir. Önümüzdeki günlerde bölge kaynaklarının kontrolunun iki blok arasında dengeli dağıtımına şahit olacağız.
Peki bu denklem içinde Türkiye’nin yeri neresidir.?
Türkiye yanlış AK Parti politikaları yüzünden Ortadoğu’dan tamamen dışlanmış ve denklemin dışında kalmıştır. Bundan sonra yapılacak iş her iki blokla olan ilişkilerimizi dengeli bir şekilde muhafaza edebilmek olmalıdır. Türkiye’nin ABD ve AB kadar, Rusya-Çin ve İran ile birlikte hareket etmesinde pek çok çıkarı vardır. Aslında güçlü, iç sorunlarını halletmiş laik bir Türkiye tam ortada durarak her iki blokla olan ikili ilişkilerini devam ettirip buralardan çok iyi kazanımlar elde edebilir. Bunun için Davutoğlu’nun sıfır sorundan sırf soruna götüren derin politikaları değil, Atatürk’ün dış politika anlayışının hakim kılınması esastır.
Şimdi Rusya’nın Esad’a destek için muhalif hedefleri bombalamasını bazı gazeteciler ve bilimsel takılan aydın kılıklı bazı efendiler; anlayamıyorlar ve “Nereden çıktı bu Ruslar?” diye soruyorlar.
ABD ve AB ülkelerinin uçakları “İŞID’i bombalıyoruz” bahanesinin arkasına sığınarak aylardır Suriye semalarından Suriye topraklarına hava taaruzları yapıp taş üstünde taş bırakamazken, ve bu beyler bu bombalama işini rutin olarak görüp ses çıkartmaz iken, bu defa ayni işi Rusya yapınca seslerini yüksek perdeden çıkartmaya başladılar.
Önce şunu iyi bilelim. Ruslar bir yerden çıkmadı. 1956’dan beri Rusya askeri ile, kültürü, , ekonomisi ve tüm unsurları ile Şam ile yakın temas halinde idi. Yani 60 yıla yakındır Rusya Suriye’dedir. Zamanı gelmiş, askeri teknolojik eksiklikleri gidermişler ve şimdi harekete başlamışlardır. Aslında öncelikle bölgedeki dengelerin oturmasını beklemişler, Çin ve İran’ın net destek tavırlarının geçerliliğini izlemişler, desteğin geldiğini görünce batının karşısına Asya cephesi olarak yerlerini almışlardır.
1991’den beri bölgeden dışlanan, petrol ve doğalgaz zengini Ortadoğu enerji kaynaklarının kontrolunu ABD ve AB’ye kaptıran Rusya; sonunda oyunda bende varım demiştir. Bu varlığın sürekli olacağının kanıtı olarak silahlı kuvvetlerinin tüm gücü ile Suriyenin yanında yerini aldığını göstermiştir.
Bu yer alma geçici değil, kalıcıdır. Akdenizde yer almak ve Rus bayrağı göstermek Rusya için hayati önemi haizdir. Rus Çarı Büyük Petro’dan Putin’in Rusya’sına intikal eden “Sıcak denizlere inme” hedefi aynen durmaktadır. Küresel aktör olabilmek için batının can damarı enerji koridorunu Doğu Akdenizden kontrol edebilmek için Lazkiye ve Şam Rusya için vazgeçilemez unsurlardır. Bu bakımdan Suriye ile ilişkisi olan ülkeler Rusya faktörünü her zaman gözönüne almak durumundadır.
Özetleyecek olursak. Çin ve İran’ın fiili desteğini garanti eden Rusya; silahlı kuvvetlerini devreye sokarak dünyanın enerji ve ticaret yollarının odağındaki Ortadoğu’nun sadece ABD ce AB’nin kontrolunda olmadığını, Rusya-Çin-İran’dan oluşan Asya gücünün de burada söz sahibi olduğunu gösteriştir. Bölgede şu anda bir güç dengesi oluşmuştur. Bu güç dengesi muhtemel bir üçüncü dünya savaşını şimdilik önlemiştir. Önümüzdeki günlerde bölge kaynaklarının kontrolunun iki blok arasında dengeli dağıtımına şahit olacağız.
Peki bu denklem içinde Türkiye’nin yeri neresidir.?
Türkiye yanlış AK Parti politikaları yüzünden Ortadoğu’dan tamamen dışlanmış ve denklemin dışında kalmıştır. Bundan sonra yapılacak iş her iki blokla olan ilişkilerimizi dengeli bir şekilde muhafaza edebilmek olmalıdır. Türkiye’nin ABD ve AB kadar, Rusya-Çin ve İran ile birlikte hareket etmesinde pek çok çıkarı vardır. Aslında güçlü, iç sorunlarını halletmiş laik bir Türkiye tam ortada durarak her iki blokla olan ikili ilişkilerini devam ettirip buralardan çok iyi kazanımlar elde edebilir. Bunun için Davutoğlu’nun sıfır sorundan sırf soruna götüren derin politikaları değil, Atatürk’ün dış politika anlayışının hakim kılınması esastır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com
RUSYA, SURİYE SAVAŞINI DURDURDU (7 ŞUBAT 2012)
ABD’nin uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Plânı çerçevesinde bir süredir ateş ve kan gölüne dönen İslâm ülkelerinin şimdiki durağı Güney komşumuz Suriye olmuştur.
ABD’nin Suriye’nin kontrol ve denetim altına alınması ile elde etmeyi plânladığı üç kazanımı olacaktı. Bunlar, İsrail’in güvenliğini güçlendirmek; Türkiye, Irak ve Suriye topraklarında oluşacak Büyük Kürdistan’ın Suriye bölümünün kurulmasını kolaylaştırmak; Irak petrollerinin Suriye kuzeyinden Akdenize emniyetle aktarılmasını sağlamaktır.
Bugüne kadar Tunus, Mısır, Libyada kolayca hedefe giden ABD’nin işi bu defa kolay olmamıştır. Hernekadar Türkiye ile birlikte yönetimleri satın alınmış bazı Arap ülkeleri ABD’nin işini kolaylaştırmak için çırpınmasına rağmen Suriye’nin Libya misali askeri işgâli ertelenmiştir. Çünkü özellikle Rusya ile Çin devreye girmiş ve desteklerini Suriye’den yana koymuşlardır.
1991’de komünizm ile birlikte dağılarak 15 parçaya bölünen SSCB’nin global işlevlerini devralan Rusya, bugün yeniden bir dünya gücü olduğunu resmen ilan etmiştir. 2000’den beri 12 yıldır Rusyayı yöneten ve 8 yıl daha yönetmesine kesin gözü ile bakılan Putin, Rusya’yı beklenilenden çok önce eski güçlü günlerine döndürmeyi başarmıştır.
2012 yılının Putin yönetimindeki kapitalist Rusya’sı hâlâ dev bir dünya gücüdür. Rusya Federasyonu, BM Güvenlik Konseyi karar alma sistemi içinde ‘Veto Hakkı’ olan beş ülkeden biridir. Bu gücünü en son 3 Şubat 2012’de Suriye’ye yaptırım uygulanmasını öngören BM kararını Çin ile birlikte veto ederek kanıtlamıştır. Bu veto ile Rusya, ABD’nin Büyük Ortadoğu Plânı çerçevesinde Suriye üzerinde oynadığı oyunu temelden bozmuştur. Bununla da kalmamış yıllardır ihmal ettiği Rusya Akdeniz filosunu yeniden devreye sokmuştur. Eski Sovyetler Birliği Akdeniz Donanması’nın (SOVMEDRON) ana üssü olan Suriye’nin Tartus limanında bu defa Rusya donanmasını konuşlandırarak ABD ve NATO’ya “Artık bende burdayım. Plânlarınızda beni de dikkate alın” mesajı vermiştir.
Rusya, vetonun da ötesine geçmiş, sorunun çözümünde doğrudan devreye girerek insiyatifi ele geçirmiştir. Nitekim Suriye’de şiddet devam ederken Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov yanına Rusya Dış İstihbarat Teşkilatı (SVR) Başkanı Mihail Fradkov’u alarak Şam’da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile bir araya gelmiştir. Suriyede halk kitlelerinin Rus bayrakları ile Lavrov’a yaptıkarı sevgi tezahüratlarını iyi değerlendirmek gerekmektedir. ABD başta olmak üzere Batılı güçler teker teker Şam ile diplomatik ilişkilerini kesip diplomatlarını ülkelerine geri çekerken Rusya, aynen soğuk savaş döneminde olduğu gibi eski uydusu Suriye’nin yanında mevzi almıştır.
Peki, Rusya neden Suriye’nin yanında yer almıştır? Bu sorunun cevabının anlaşılması için Rusya – Suriye ilişkilerinin tarihi gelişimini bilmek gerekmektedir.
Moskova-Şam arasındaki ilişkiler 1956 yılında askeri-teknik alanda yapılan işbirliği ile başlamıştır. Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında Suriye, Rusya’yı askeri alanda en önemli ve güvenilir ortak olarak değerlendirmiş ve bütün askeri alımlarını Rusya’dan yapmıştır. Geçen süreçte Suriye’ye sağlanan Rus askeri malzemesi 30 Milyar Dolardır. İçinde Suriye ordusuna ait 65 füze sistemi, 5000 tank ve 1200 savaş uçağının bulunduğu silah sistemleri eski nesil teknolojiye sahip olup, bunların % 80’nin yenileştirmeye ihtiyacı vardır. 2010-2013 yıllarını kapsayan 4 yıllık dönem için imzalanan anlaşmalara göre Rusya’dan tedarik edilecek silahların tutarı yaklaşık 600 milyon dolar olarak plânlanmıştır.
Bunun yanında, Suriye askeri güçlerinin modernizasyonu çerçevesinde de Rusya ile müzakereler sürdürülmektedir. NEVA uçaksavar sistemlerinin yenilenmesi, MiG-29CMT ve YAK-130 uçaklarının temini, uzun menzilli S-300 hava savunma füzeleri ile operasyonel-taktik füze sistemlerinin alımı, T-90 tanklarının Rusya’dan temini için çalışılmaktadır.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Mart 2011’deki Moskova ziyaretinin en önemli gündem maddesi Suriye’ye füze sistemleri satımının ertelenmesini istemek olmuştur. Moskova konuyu ertelenmiş gözükse de, ileride yeniden gündeme gelebilecektir. Çünkü Rusya-Suriye ilişkileri sıradan ilişkilerden değildir. 60 yıldır devam eden Moskova-Şam birlikteliği Ortadoğu’da bölgesel ve küresel etkilerinin de olabileceği bir fay hattı oluşturmaktadır. Bir taraftan, Rusya silah ticareti ile ticari kazanç sağlarken, diğer taraftan da bu konuyu Suriye ve İsrail ve hatta ABD arasında bir pazarlık konusu yapmakta ve bölgede önemli bir aktör olarak gücünü korumaya devam etmektedir.
Rusya’nın 2010 yılı silah satış anlaşmaları tutarı 15 milyar dolardır. Arap devrimleri süresince sadece silah ticaretinden kaybı 6 milyar dolardır. Bunun 4 Milyarı Libyadan kaynaklanmaktadır. İran ve Libya ambargolarından sonra Suriye, Rusya’nın silah ihracatı yaptığı en önemli pazar haline gelmiştir. Dolayısıyla bu pazarı kaybetmek istememektedir.
Suriyedeki Beşşar Esad rejimini açıkça destekleyen Rusya’nın bu desteğinde tarihi arka plânı da olan askeri-teknik ve ekonomik nedenler kadar jeopolitik çıkarlar da önemli rol oynamaktadır.
Suriye’nin Tartus Limanı, stratejik bir bölge olup 1971’den beri önce SSCB’nin şimdi Rusya’nın Akdeniz filosuna ana üs olarak ev sahipliği yapmaktadır. Bu ana üs Rus donanmasına teknik ikmal, donanım desteği ve gemi onarımları amacıyla kullanılmıştır. Uzun süre bakımsız kalan tesisler 2008’deki Rusya-Gürcistan Savaşı sonrası ele alınarak kullanıma hazır hale getirilmiştir. Halen Akdeniz’deki bu tek Rus askeri deniz üssünün modernizasyon projesi çerçevesinde limanının genişletilerek büyük gemilerin ve hatta uçak gemilerinin kullanımına açılması için çalışmalar aralıksız sürdürülmektedir.
Tartus’taki üssün muhafazası ve genişletilmesi Rusya’nın Arap dünyası ve Doğu Akdeniz’deki varlığı açısından da çok önemlidir. Tartus, Doğu Akdeniz’de Rusya’nın varlığının tescilidir. “Arap Baharı” neticesinde ortaya çıkan yeni siyasi iktidarların muhtemelen Batılı politikalar takip edecekleri düşünüldüğünde bu durumun Rusya’nın Arap dünyasındaki imajına olumsuz etkide bulunacağı açıktır. Suriye’de de muhtemel bir rejim değişikliği Tartus’taki Rus üssünün geleceğini de tehdit edecektir. Bu da Akdenizdeki Rus etkisinin azalmasına belkide tamamen kalkmasına yol açacaktır.
2001 yılında Putin’in onayladığı “Rusya Federasyonu Deniz Doktrini”nde Atlantik bölgesinin bir unsuru olarak ifade edilen Akdeniz, Rus deniz gücünün bölgesel güvenlik açısından önemli bir unsuru olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzden NATO’nun bu bölgedeki etki alanının Suriye’yi de içine alacak şekilde genişlemesi Rusya’nın imkânlarını kısıtlayacaktır. Bu açıdan, Doğu Akdeniz’de bulunacak bu üssün Karadeniz’deki Rus donanmasıyla birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında NATO’nun hâkimiyetini kısmen de olsa sınırlayacağı açıktır. Aslında Rusya’nın bölge içinde Tartus limanı dışında Libya ve Yemen’de kurulacak yeni üsler için de bazı çalışmalar yaptığı bilinmektedir.
Stratejistlerce Moskova’nın Tartus’taki üssü siyasi bir araç olarak ABD ve İsrail’e karşı kullanabileceği de değerlendirilmektedir. Bölgedeki NATO ve İsrail’in askeri gücü Rusya’nın varlığı ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Fakat Tartus’ta konuşlanacak uzun menzilli S-300 hava savunma füzeleriyle Suriye’nin güvenliği de güçlenecektir. Bu durum İsrail tarafından kendi güvenliğine tehdit olarak algılanmaktadır. Rusya, Tartus’ta konuşlu silah ve füze sistemlerinin sadece kendisinin kullanacağını belirtmesine rağmen, İran’ın Lazkiye limanında bir üs kurma çalışmalarıyla birlikte değerlendirildiğinde, ABD ve İsrail’in endişelenmesi çok doğaldır. Bu durum ise Moskova’ya bir taraftan ABD ve İsrail’e yönelik bazı konularda pazarlık yapma imkânı sağlarken, Rusya’nın, özelde Suriye, genelde ise Ortadoğu ve Akdeniz’de etkin bir güç olmasını sağlamaktadır.
Rusya’nın Müslüman Ortadoğu ülkelerindeki ABD ve AB destekli ayaklanmalardan hoşlanmadığı bilinmektedir. Çünkü benzeri olaylar ‘Turuncu Devrim’ adıyla eski SSCB den kopartılan ülkelerde de yaşanmıştı. Bu tip hareketleri iyi tanıyan Rusya, Ortadoğu’daki eski müttefiki Suriye’nin benzeri olaylarla karışmasını istememiştir. Bilindiği gibi Kremlin 2005 yılında Beşşar Esed’in Moskova gezisinde Suriye’nin Rusya’ya olan borcunun % 73’ünü silmişti. Yine, 2005-2006 yıllarında da Rusya BM Güvenlik Konseyi’nde Refik Hariri cinayeti dolayısıyla Suriye’ye yönelik muhtemel yaptırımlara da karşı çıkmıştı. 2010’da da Şam’ı ziyaret eden Devlet Başkanı Dimitry Medvedev ikili ilişkileri daha üst seviyeye çıkarmıştı.
Moskova Suriye’deki olayları henüz uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit olarak görmemektedir. Suriye’deki istikrarsızlığın bütün Ortadoğu’ya yayılabileceğini ileri sürmekte ve sorunun ülke içinde bütün kesimlerin birlikte yer alacağı diyalog ile çözülmesini istemektedir. İran ve Lübnan hariç bölge ülkelerinin Suriye konusundaki menfi tutum ve davranışlarına rağmen Moskova’nın tutumunda ısrarcı olması Şam’ın stratejik açıdan Rusya için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Arap Ligi’nin Libya’da olduğu gibi Suriye’de dışarıdan bir askeri müdahaleye destek vermemesi de Moskova’nın elini güçlendirmiştir. Arap dünyasının bir bütün olarak hareket etmemesi ve İran-Suriye-Lübnan hattında bir Şii ekseninin oluşması Rusya’nın bölgesel rolüne hizmet etmektedir. Aslında Rusya, Şam’a verdiği destekle sadece Suriyeyi değil, Suriyenin kendisine sağladığı stratejik konum üstünlüğünü muhafazaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak;
Rusya, NATO’nun yardımıyla muhaliflerin iktidara getirildiği Libya’da silah ticaretinden zarar etmiştir. Ayrıca yeni iktidarın Batı yanlısı politikaları yüzünden ülkedeki petrol/gaz yataklarının işletilmesi ve altyapı inşasında elde edebileceği kârlardan da mahrum kalmıştır. Bu zararı yeniden yaşamak istemeyen Rusya Suriye’de elini sağlam tutmuş ve Esad rejimine yönelik muhalefeti Şii-Sünni eksenli değerlendirip İran-Suriye-Lübnan halkasına dâhil olmuştur. Esad yönetiminden Tartus’taki üs, yeni savunma/silah antlaşmaları ve nükleer enerji üretimi konusunda alabileceği muhtemel tavizler de Kremlin’in Suriye politikasında belirleyici etkenler olarak gözükmektedir.
Özetle Rusya devreye girerek yeni bir dünya savaşına kadar gidebilecek bölgesel çatışmaları başlamadan önlemiştir. Türkiye’nin ortaya çıkan durumda yerini ve tutumunu yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder