TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 3
Bölgesel Düzeyde Güvenlik, İstikrar, Düzen Arayışı
Model Ortaklığın oluşmasının temel nedenlerinden biri, hiç şüphesiz, her iki tarafın da bölgesel güvenlik sorunlarının çözülmesi yönünde konsensüse sahip olmalarıdır. Güvenlik kavramının geniş kapsamı nedeniyle, her türlü ilişki güvenlik kapsamına dahil edilebilir.
Ancak Türkiye ve ABD’nin yoğunlaştığı güvenlik kavramı, iki ülkeyi de doğrudan ilgilendiren somut ve dar anlamdaki güvenlik sorunları idi ki bunlar; Irak, Ermenistan, Afganistan, İran ve İsrail-Filistin barış süreci idi. Bu sorunların her biri, kendi başına bir özelliğinin ve öneminin olması yanında, bölgesel ve global siyaset ve güvenlikle de yakından ilgilidir. Dolayısıyla bu sorunlar sadece ilgili ülkeleri değil, aynı zamanda Rusya, Çin ve ABD gibi global aktörleri ve İran, Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan ve bir ölçüde Hindistan ve elbette Türkiye gibi bölgesel aktörleri de yakından ilgilendiriyor. Bu yönüyle yerel, bölgesel ve global güvenlik yapılanmasını ve dengelerini etkileme potansiyeline sahiptirler.
Model Ortaklık bölümünde de belirtildiği gibi, Obama yönetiminin bölgesel jeopolitiği ile Türkiye’nin jeopolitiği birbiriyle büyük oranda örtüşmektedir. Bu örtüşmenin temelinde bölgede istikrarlı bir düzen kurulması hedefi vardı. Bu çerçevede iki ülke, bölgesel güvenliği artırmak için hem bölge ülkelerinin istikrarlı hale gelmesini sağlamaya hem de bunun sonucunda yeni bir bölgesel düzen kurmaya çalıştılar.
Model Ortaklık bağlamındaki bu gelişmeleri 6 gruba ayırarak analiz edebiliriz:
1. Irak’ın yeniden yapılandırılması süreci,
2. Türkiye-Ermenistan işbirliği süreci,
3. Afganistan-Pakistan bölgesinde terörle mücadele,
4. İsrail-Filistin sorununa barışçı çözüm bulmak amacıyla iki devletli bir çözüm arayışı,
5.Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasında arabuluculuğu,
6. Balkanlarda Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan, Hırvatistan arasında işbirliği sağlama çabası.
Tüm bu konular, Türk dış politikasının 2009 yılındaki performansının ana konuları olması yanında, ABD-Türkiye işbirliğinin bir yansıması ve aynı zamanda bölgede yeni bir düzenin unsurları idi. Bölgesel aktörler içinde ve arasında meydana gelen yakınlaşmanın ve işbirliğinin amacı, bölge içinden ve dışından gelecek tehdit veya rekabetlere karşı başarılı olmaktı. Bölge içinden İran’ın ve desteklediği grupların, bölge dışından ise Rusya’nın, Çin’in kısmen de AB’nin etkisine ve tehlikesine karşı bölgede Türkiye-ABD etki alanını güçlendirmekti.
Bu süreci aşağıda kısaca inceleyeceğiz.
Irak
Türkiye-ABD ilişkilerinin 2007’den beri ve özellikle 2009 yılı içindeki en önemli konusu Irak’tı. Çünkü Irak her iki ülkeyi de yakından ilgilendiren bir sorun olarak diğerlerine göre daha “acil” bir durumda idi. Irak’ta devam eden iç çatışmalar, istikrarsızlık ve ilgili sorunlar, her iki ülkenin de güvenlik ve ekonomik çıkarlarına olumsuz etki yapıyordu. İşte bu nedenle, Türkiye ve ABD 2009 yılı içinde Irak konusundaki işbirliğini çok belirgin bir şekilde güçlendirdiler. Birlikte hareket ederek çok kritik ve hayati öneme haiz gelişmelere imza attılar.
Bu gelişmelerin başında Türkiye’nin Irak’la giderek artan yakınlaşması gelir. Türkiye daha önceki yıllarda (özellikle 2003 ABD işgali sonrasında) Irak konusunda çekingen davranırken, örneğin Celal Talabani’nin Kürt olması ve PKK ile ilişkisi nedeniyle Irak’la ilişki kurmaktan çekinirken, 2009 yılında bu tavrını terk etti ve hızla yakınlaşmaya başladı.
Bu bağlamdaki gelişmeleri üç grupta değerlendirebiliriz.
Birincisi, Türkiye-ABD-Irak Üçlü Güvenlik Mekanizmasının kurulması ve bu çerçevede 11 Nisan ve 28 Temmuz tarihlerinde toplantılar yapılmasıdır.
16 PKK terörüne karşı işbirliği amacıyla kurulan bu mekanizma çerçevesinde Irak’taki terör kamplarının kapatılması veya etkisiz hale getirilmesi için çalışma lar yapıldı.17 Her ne kadar bu işbirliği 2009 yılı içinde verimli sonuçlar üretmemiş olsa da, ileriye dönük bir altyapı oluşmuştur.
İkincisi, Türkiye ile Irak arasında yoğun ve üst düzeyde diplomatik ilişkiler gelişti. Bu noktada Türkiye’nin attığı çok önemli bir adım, Cumhurbaşkanı Gül’ün 23-24 Mart tarihlerinde Bağdat’ı ziyaretidir ki bu, cumhurbaşkanı düzeyinde 33 yıl aradan sonra yapılan ilk ziyaretti. Bundan başka, başta Dışişleri ve İçişleri Bakanları olmak üzere değişik düzeylerde Türkiye’den Bağdat’a ve Kuzey Irak Kürt Yönetiminin merkezi kabul edilen Erbil’e ziyaretler yapıldı. Bunlardan Erbil’e yapılan ziyaretler, Türk dış politikasında çok ciddi bir değişimi gösteriyordu. Buna karşılık, 2009 yılı boyunca Irak’tan Türkiye’ye de resmi ve gayr-i resmi çok sayıda ziyaretler yapıldı. Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Irak Genelkurmay Başkanı II. Yardımcısı, Irak Başbakan Yardımcısı gibi resmi görevliler dışında, Irak’taki Şii, Sünni, Türkmen ve diğer partilerin liderleri Ankara’yı ziyaret etti.
Bu kadar çok sayıdaki karşılıklı ilişkiler, aslında Türkiye ile ABD’nin Irak
konusunda işbirliğinin bir yansıması ya da sonucudur. Bu nedenle ABD’nin desteğine ve takdirine de mazhar olmuştur. Türkiye ise böyle bir fırsatın oluşmasını sağladığı için ABD’ye müteşekkirdi.
Bu ziyaretlerin amacı, kısmen üçlü güvenlik mekanizması çerçevesindeki anlaşmayı uygulamaya koymaktı. Bu noktada, ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) David Petraeus’un 30 Haziran-1 Temmuz’da Ankara’ya ziyareti ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşmesi, hem işbirliğinin hem de istihbarat desteğinin uygulanması açısından çok önemliydi. Bu ziyaretler kısmen Irak’ta 2010 yılında yapılacak olan parlamento seçimlerinde istikrar ve düzenin sağlanması için Türkiye’nin oynadığı rolün göstergesiydi. Zira Türkiye,
Irak’ta Sünnilerin ve diğer grupların seçime katılmasını istiyor ve Irak sorunlarının bu yolla çözülmesine ve istikrarın oluşmasına çalışıyordu.
Türkiye böylece Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde Sünniler, Şiiler, Kürtler ve diğer gruplarla diyalog kurarak Irak’ın merkezi bütünlüğünü oluşturmaya çalıştı. Bu gruplar arasındaki sorunların çözümü için gayret etti. Irak parlamento seçimleri sonrasında merkezi Irak otoritesinin güçlenmesi için tüm farklı aktörlerin sisteme dahil edilmesini sağladı. Bu görüşmelerin Türkiye açısından bir başka amacı, Kuzey Irak’taki yerel yönetimin PKK terörüne karşı mücadele etmesini sağlamak ve terörü yok etmekti.
Türkiye-Irak ilişkilerinin 2009 yılı içindeki üçüncü boyutu, Türkiye ile Irak arasında imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşması’dır. Yıl içinde yapılan ön görüşmeler sonucunda her iki taraftan başbakanlar, yanlarında 10’ar bakanın katılımıyla 15 Ekim tarihinde Bağdat’ta yapılan toplantıda 48 adet anlaşma imzalandı. Ekonomiden sağlığa, sanayiden kültüre, eğitimden silahlı kuvvetlere, alt yapıdan üstyapıya, terörle mücadeleden sınır kontrolüne kadar birçok alanda işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan bu anlaşmalar, Türkiye-Irak yakınlaşmasını konsolide etmeyi amaçlıyordu. Bu anlaşmalar, sadece iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmeyi değil, aynı zamanda Irak’ta yeni bir düzen ve istikrar kurmayı ve bu kanaldan Ortadoğu’da yeni düzen ve istikrara katkı yapmayı amaçlamıştı. Bu yakınlaşma, Türkiye açısından PKK terörünün Kuzey Irak’tan temizlenmesi, bir Kürt devletinin oluşumunun önlenmesi, Irak’ın toprak, ulusal ve siyasi birliğinin sağlanması gibi hedefleri içerirken; ABD açısından Irak’tan sorunsuz bir şekilde asker çekmeyi, çekilme sonrasında
Irak’ın istikrarının devamlılığını, özellikle İran’ın veya başka ülkelerin Irak’taki etkisinin kırılması gibi hedefleri içermektedir.
Tüm bu gelişmeler ilk bakışta sadece Türkiye-Irak ilişkilerini ilgilendiriyor gibi görünse de, aslında Türkiye-ABD Model Ortaklığının önemli bir uygulaması idi. Türkiye’nin Irak’la bu kadar yoğun ilişki içine girmesi, yeni bir düzen kurmaya çalışması ve Kuzey Irak’ta askeri operasyonlar yapması, ABD’nin verdiği izin ya da destek ile gerçeklemiştir. 1 Mart 2003’ten 5 Kasım 2007’ye kadar Irak’la ilişkilerin neredeyse sıfır noktasında olduğu hatırlanırsa, Türkiye’nin bu tarihten sonra Irak’la yoğunlaşan işbirliğinin 5 Kasım anlaşmasının bir ürünü olduğu ve bunun 2009 yılı içinde Obama yönetimi döneminde de devam ettiği görülür.
İran
Türkiye-ABD Model Ortaklık sürecinin belki de en kritik ve hassas konusu, İran’ın nükleer programının durdurulması ya da kontrol altına alınması çabasıdır. Öncelikle, amaç ve içerik olarak Türkiye ve ABD’nin İran’ın nükleer programı konusunda büyük oranda benzer politikalara sahip olduklarını vurgulamak gerekir. Zira her iki ülke de, prensip olarak İran’ın barışçıl amaçlı nükleer programa sahip olabileceğini, ancak nükleer silaha sahip olmaması gerektiğini savunuyorlar. Ancak her iki ülkenin bu amaca varmak konusunda yöntemleri
ve araçları farklıdır: ABD, İran’ın nükleer programının durdurulabilmesi için “zorlayıcı ve baskıcı” bir yöntem izlenmesini, İran’a karşı sıkı yaptırımlar dahil her türlü baskı aracının kullanılmasını, ve eğer burada başarı sağlanamaz ise askeri operasyonun bile yapılması gerektiğini savunuyor. Buna karşın Türkiye, baskıcı ve askeri yöntemlerin hem başarılı olmayacağını hem de çok daha büyük sorunlara yol açacağını düşünüyor. Türkiye, bunun yerine diplomasi ve diyalog gibi “yumuşak-ikna edici” yöntemlerin uygulanmasını savunuyor, nükleer silahlara karşı olmak noktasında eşit ve adil olunması gerektiğini yani bölgedeki tüm nükleer silahların yok edilmesi için çalışılması gerektiğini düşünüyor ki, bu İsrail’e karşı eleştiri olarak kabul ediliyor. Türkiye’nin konuyla ilgili eşitlik ve adalet çağrısı, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde gerginlik yaratıyor.
Bu yöntem farklılığı nedeniyle, Türkiye ABD’nin yapacağı olası bir sıkı ambargo ya da askeri müdahaleyi önlemek için, 2009 yılında ABD ile İran arasında gayri resmi olarak “arabuluculuk” yapmaya çalıştı. Arabuluculuğun özündeki amacı, ABD ile İran’ı müzakere masasına çekebilmek ve her iki tarafın da gerginliği tırmandıracak şekilde sertleşmesini önlemektir. Bu bağlamda, 2009 yılı boyunca
Türkiye ile İran arasında çok yoğun bir diploması trafiği yaşandı. Türkiye’den Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu (20 Kasım ve 26-28 Ekim) başta olmak üzere birçok resmi görevli İran’a çok sayıda ziyaret yaptı.18 Buna karşılık İran’dan Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Dışişleri Bakanı Muttaki yanlarında çok sayıda İranlı resmi görevli ile Türkiye’yi ziyaret etti.
Bu ziyaretler, kısmen ikili ilişkileri geliştirmeyi amaçlamış, ama daha önemlisi İran’ın nükleer programı konusunda yumuşamasını sağlamayı hedeflemiştir. Bu süreçte ABD (dahil 5+1 ülkeleri) ile İran arasında 1 Ekim’de Cenevre’de yapılan görüşmelerin gerçekleşmesinde Türkiye’nin önemli bir katkısının olduğu söylenebilir. Yine bu süreçte, ABD ile İran arasında zenginleştirilmiş uranyum değişimi konusunda Türkiye’nin arabuluculuk yapması konusunda anlaşma sağlanmıştır. Her ne kadar tüm bu çabalara rağmen nükleer program sorunu na kesin bir çözüm bulunamamış olsa da, Türkiye’nin İran’ın Batıyla ve dünya ile iletişiminde ciddi bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Hatta bu rolün ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından da memnuniyetle karşılandığı bilinmektedir.
Türkiye’nin, İran’ın dünyayla iletişim kurmasında etkili olmasında önemli bir mekanizma, Türkiye ile İran arasında gelişen yoğun ticari, ekonomik, mali ve siyasi ilişkilerdir. 2009 yılı içinde bu bağlamda Türkiye ve İran arasında birçok anlaşmalar imzalandı. Bunlardan en çarpıcı olanı, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, yanında çok sayıda bakan, bürokrat, işadamı ve medya mensubu ile birlikte 26-28 Ekim tarihlerinde Tahran’a yaptıkları çarpıcı ziyarettir. Ekonomi, petrol, ticaret ve terör gibi alanlarda yapılan anlaşmalar, Türkiye ve İran arasında ilişkileri geliştirirken, İran’ın Türkiye üzerinden Batıyla/ABD’yle diyaloğuna ve bölgede işbirliği ve barış düzeninin kurulmasına yardımcı oldu. Türkiye-İran ilişkileri, Ortadoğu ve Orta Asya’daki gelişmelerle de yakından ilgilidir.
Afganistan-Pakistan
Bölgesel düzen bağlamında Türkiye-ABD Model Ortaklığının bir başka ve Obama yönetimi bakımından belki de en önemli konusu; Afganistan’da terörle mücadele yapılması, ülkenin yeniden yapılandırılması ve bu bağlamda Pakistan’ın da sürece dahil edilmesi hedefi idi. Bilindiği gibi, Obama’nın dış politika hedeflerin den biri Irak’tan asker çekilmesi ve sonrasında istikrarın sağlanması iken, diğeri Afganistan’a yoğunlaşarak El Kaide ve Taliban’a karşı askeri mücadelenin devam etmesidir. Obama da, aynen Bush gibi, Afganistan’a önem vermekte, başta terörle savaş olmak üzere Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasında başarılı olmak için çabalamaktadır.
ABD’nin bu hedefinin gerçekleşmesi için NATO ülkelerinin çok önemli katkısı vardır ki, burada Türkiye’nin rolü de ön plandadır. Bir NATO üyesi olan Türkiye, en başından itibaren zaten Afganistan’da
ISAF çerçevesinde asker bulunduruyor. Bu kanaldan ABD/NATO stratejisine destek veriyor. Ancak, ABD ve özellikle Obama, sekiz yıllık tecrübe sonucunda terörle mücadelenin sadece askeri yöntemlerle başarılamayacağını anlamış görünüyor. Bu mücadelenin başarılı olabilmesi için komşu ülkelerin ve özellikle Pakistan ve Türkiye gibi ülkelerin de desteğine ihtiyaç olduğu kesinlik düzeyinde bir görüştür. Tüm komşular arasında anahtar ülkenin Pakistan olduğu ise aşikârdır. Zira El Kaide ve Taliban’ın Pakistan’da çok önemli bir tabanı ve desteği vardır. Obama, bu desteğin sona erdirilmesi için Pakistan’ın da terörle mücadele sürecine dahil edilmesi gerektiğini düşünüyor.
Türkiye’nin Afganistan konusunda ABD’ye desteği iki alanda gelişmiştir.
Birincisi, Türk askerlerinin ISAF içinde görev alması, Afganistan asker ve polisinin eğitimine katkı yapması ve çok sayıda sivil altyapı faaliyetleri gerçekleştirmesidir. Türkiye 2009 yılı içinde bu alandaki çalışmalarına devam etti. Yıl boyunca NATO, BM, G-8 gibi örgütlerin Afganistan konulu toplantılarında aktif olarak yer alırken, 1 Ocak 2010 tarihinde ISAF Komutanlığını ikinci kez
üstlendi. Türkiye’nin ISAF içindeki rolü cephede savaşmak değil, Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasına barışçı bir destek vermektir. Türkiye Karzai’nin 2009 yılında yeniden cumhurbaşkanı seçilmesine de olumlu bakmıştır.
Türkiye’nin ikinci ve daha önemli desteği, Afganistan ile Pakistan liderleri arasında arabuluculuk yaparak üçlü bir blok oluşturmaktır. Bu bağlamda Türkiye, Afganistan ve Pakistan cumhurbaşkanları Gül, Karzai ve Zerdari’nin katıldığı zirve toplantılarının üçüncüsü 1 Nisan 2009 tarihinde Ankara’da yapıldı. Tarafların, terörle mücadele ile istikrar ve güvenlik sağlanması gibi konular üzerinde ortak hareket etmesi konusunda anlaştığı bu zirveler, Türkiye’nin öncülüğünde ve NATO/ABD stratejisi kapsamındaki gelişmelerdir.
İlave olarak, Türkiye 2009 yılı boyunca Afganistan ve Pakistan’a dönük yoğun bir ilgi gösterdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 31 Mayıs’ta ABD’ye yaptığı ziyaretin ve Clinton ile yaptığı görüşmenin hemen ardından 9-13 Haziran tarihlerinde Afganistan ve Pakistan’a ziyaretler yaparak Türkiye’nin iki ülkenin kalkınmasına ve terörle mücadelesine desteğini deklare etti. Bu kapsamda çok önemli bir gelişme; Başbakan Erdoğan’ın birçok bakan, bürokrat, işadamı ve medya mensubu ile 25-26 Ekim tarihlerinde Pakistan’a yaptığı ziyaret ve toplantılardır. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin oluşturulduğu bu ziyarette, iki ülke arasında ekonomiden sağlığa, terörle mücadeleden askeri işbirliğine, eğitimden kültürel işbirliğine kadar birçok anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmaların amacı, hem ikili ilişkileri güçlendirmek hem de Pakistan’daki terör kaynaklarını ortadan kaldırmak için birlikte mücadele etmektir.
Türkiye ve Pakistan, terörle mücadele konusunda “yumuşak güç” yöntemine, yani eğitim aracılığıyla terörün engellenmesine yoğunlaşmak istiyorlar.
Bu amaçla Türkiye’deki İmam Hatip modelinin Pakistan’da da uygulanması, böylece ılımlı bir İslami anlayışın öğretilmesi konusunda girişimler başlamıştır.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***