Üzerinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üzerinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2016 Cumartesi

Özgür Çevik Yüzbaşı ve Murat Özer Uzman Çavuş’un Şehadetleri Üzerinden: Irak sınırındaki Hisar Dağı ile Güven Dağı'nın Stratejik Önemi


Özgür Çevik Yüzbaşı ve Murat Özer Uzman Çavuş’un Şehadetleri Üzerinden: Irak sınırındaki Hisar Dağı ile Güven Dağı'nın Stratejik Önemi



Yazar: Abdullah Ağar
27 ekim 2016 perşembe


Çukurca, Sınır, Güven Dağı...

19 Ekim 2016, gece yarısına yakın bir vakit. 2.400 metre yüksekliğindeki dağın ciğer acıtan Ekim soğuğunda ve ayazında geceyi, karanlığı, dağı ve geçmeyen zamanı bekliyorlardı. Aynı zamanda çok da heyecanlıydılar.
Bu gece komşu Hisar dağına helikopterle indirme yapılmıştı. Hemen de çatışma çıkmıştı. Saat ondan beri hem telsizleri, hem de cümbüşüyle çatışmayı takip ediyorlardı.Nasıl takip etmesinler?
Hemen her şey gözlerinin önünde oluyordu. Helikopterler Hisar Dağına indirme yaparken, havadayken ateş açılmış, bir arkadaşları helikopterin içindeyken yaralanmıştı.

İyiydi çok şükür.

Açılan ateşlere rağmen indirme başarıyla gerçekleşmiş, Hisar Dağının zirvesi ele geçirilmişti.

Başarmıştı Dağ Komando.

5 gün önce onlar da Güven Dağı’nı çatışarak ele geçirmişlerdi. Dağa çıkarken 8 teröristi öldürmüşler, dördünü de yaralamışlardı. Önlerinden kaçan teröristler yaralılarını Irak’a kaçırmışlar, ama ölülerini kaçıramamışlardı. Canlarını yaktıklarından beri de sınırın öte yanına kurdukları havanlarla atıp duruyorlardı.
“Geçmiş olsundu.” Geçirilmişti!

İkide bir de doçka, bikisi ve keskin nişancı tacizi oluyordu. Bir kaç kere de sızmaya çalışmış, baskına yeltenmişlerdi.
Bunlardan birinde Murat Uzman 50 metreden iki teröristi birden indirmişti. Hoş, bu sadece Murat’ın hesabına düşendi. Birini de diğer arkadaşı indirmişti. Mevzileri en uçlarda bir yerlerdeydi. Gözünü budaktan esirgemezdi Murat, ama teröristle sadece güç ve cesaret üzerinden mücadele edilemeyeceğini de bilirdi. Akıl gerekirdi. O yüzden gündüz görüntü verdikleri yerlerde durmaz, hava karardıktan sonra başka yerlere geçerlerdi. Zaten iki teröristi de gündüz mevziisine sızmaya çalışırken avlamıştı.
Şimdiye kadar sızmaların hepsini boşa çıkarmışlardı. İyi de terörist düşürmüşlerdi. Ama Murat işlerin her zaman istediği gibi gitmeyeceğini de bilirdi.
Dağdı burası. Kurşun, bomba, şarapnel ADRES SORMAZDI.
Sözün özü; Güven dağını çatışa çatışa vuruşa vuruşa almışlardı, şimdilerde de çatışa çatışa, vuruşa vuruşa tutuyorlardı.

Zordu burası. Sınırın hemen üstüydü. Çok güvendikleri bir bölük komutanları vardı. Gencecik bir üsteğmendi ya, ateş gibi deli gibi biriydi. Çok sever ve sayarlardı. Hele Ağustos ortalarında başlayan Şemdinli operasyonlarında nasıl biri olduğunu hepten görmüşlerdi. Hedefe girerken hiç mi hiç geride kalmamış, hep en önde dalmış, tetiğe hep en önce o asılmıştı. O, komutandı.
Geceleri uyumuyorlardı. Üstüne artık çok da soğuk oluyordu. Hele bir de ayaz varsa. Şu saatlerde bir yandan kapkaranlık geceyi bekliyorlar, bir yandan da yanı başlarında devam eden Hisar Dağı çatışmasını takip ediyorlardı. Hava kapalıydı ya Hisar Dağı, mermi ve bomba yakamozlarında çakıp çakıp sönüyordu. Normalde yıldız ışığının olmadığı kapalı gecelerde dağ kapkaranlık olur, göz gözü görmez, bastıkları yeri bile bilemezlerdi.
Günün aydınlanmasına kadar hiç uyumadan karanlığı bekleyecekler, sonra fırsat bulduklarında uyumaya çalışacaklardı. Bir de çok üşüyorlardı. Artık bunu da doğan güneşle hallederler, kemiklerini ısıtırlardı.

Burası Güven dağıydı.

Ve Zap kampının açılış kapısıydı.

Oraya da dalacaklardı elbet. Şimdi Güven dağını tutmuş, Zap’a yukarıdan bakıyorlar, yarın Zap’tan Güven dağına bakmaya hazırlanıyorlardı.
Çukurca’nın Çağlayan – Uzundere bölgesinde Seni Tepe, Han Tepe, Dağbaşı Tepe, Kale Tepelerde başlayan operasyon dalga dalga genişliyordu. Yaklaşık 50 gündür buralardaydılar. Buralara gelmeden önce Şemdinli’de yapılan operasyonlara katılmışlar, sonra da 3.717 metredeki Buzul Dağına Havillati’ye vurmuşlardı. Orası da çok soğuktu.
Havillati, Ağrı dağından sonra Türkiye’nin en yüksek yeriydi. Yanındaki Hakkı Uzmanla iki kısa laf etti Murat Uzman. Havillati’den konuşunca, daha bir büzüldü. Üşümüştü. Derken! Derken, geceyi yararak üstlerinden geçen o roketi gördüler. Daha doğrusu roketin izini. Roket, dağa çarpmadan büyük bir gürültüyle gerilerde bir yerlerde, havada paralandı.
Mehmetçiklerin patlamanın boğuk sesini sindirmeye dahi vakitleri olmadı.
Bir anda ve dört bir yandan üzerlerine mermi yağmaya başladı. Kri tepeden, Kishi tepeden, Kulika tepeden, Nirva Seytu’dan ve Seriberi’den. Tuttukları dağın başına her bir yandan, ama her bir yandan doçka, bikisi, kanas, roket ve havan mermisi yağıyordu.

Ağır bir tacizdi bu.

Ama kesinlikle sadece taciz değildi.

Bilirlerdi!

Bu tür yoğun atışlar, bir sızmayı ya da cüret edecekleri bir baskını örtmek, himaye etmek için yapılırdı.

Gecenin buz gibi karanlık ayazında ateş gibi oldu içleri. Kaygıların öfkenin ve dikkatin kabardığı bu anlarda namlu üstünden gözlemeye dinlemeye beklemeye başladılar. Hemen ardından da yoğun roket atışları altında el bombaları yemeye!
Karşılık verdiler hemen. Üçer beşer mermi atıp, birer el bombası yolladılar karanlığa.
Hemen sonrada bir başka noktaya sıçradılar.
İşte tam bu anlarda ardı ardına 10 kadar el bombası patladı bulundukları bölgede. Sonra karşılıklı silah sesleri. Büyük bir uğultu. Apansız, kısacık bir sessizlik. Ve hemen sonra yine birden ve tekrar başlayan silah sesleri ve el bombası patlamaları. Bu yaşananlar, sadece bir kaç dakika süren, ama koskoca bir zamana sığan ve kopkoyu bir karanlığa saklanan amansız bir ölüm dirim kavgasıydı. Yaralanmışlardı.Hem de üçü birden. Ateş ve barut kokusu bütün dağı kaplamıştı. Durmadılar ama. Duramazdılar. Üstlerine gelen karartılara mermi yağdırdılar. Özellikle Murat Uzman. Bir de iniltiler. Koşuşturmalar. Atışlar, namlu ağız alevleri ve el bombası patlamaları. Yaralı olmalarına rağmen mevzilerini bırakmadılar. Kimseyi de sokmadılar. El bombası atıp duruyordu namussuzlar. Gecenin karanlığında arkalarından gelen ayak seslerini duydular. Yanlarına koşuyordu Ar’kardaşlar. Ümit doldu içleri. Bir de onur. Yanlarından, üstlerinden teröristlere atılan mermilere tanık oldular. Öfkeli bağrışlara, küfürlere, sövmelere. Bir de “Allah Allah (!)” diye haykırmakta olan arkadaşlarına! Burası düşmanın yürekte yenildiği, yenildiğini kabul ettiği andır. Vurdular öteye.
Gecenin karanlığında kaçıp giden ayaklarının seslerini duydular. Bastılar mermiyi artlarından. Üç kişi hariç ama! İniltiler ve bir sessizlik. 

Murat Uzman!?

“Yiğidim, aslanım, koçum, kardeşim?” Murat?

Gelen Mehmetçiklerin, baskının hedefi olan mevzide yeni bir yerlerde mevzi tutmaları. Ve yardımlar. Mevzideki iki Mehmetçik yaralı. İnleyişler. Sövmeler, dualar, küfürler, emirler... Acı ve merhamet cümleleri. Ve bir Mehmetçik’in sessizliği. O BİR ŞEHİT! Uzman Çavuş Murat ÖZER. Yaralı Kamil Uzman: “Kahpeleri yaralandıktan sonra vurdu komutanım.” “Tamam aslanım. Yorulma sen.” Mehmetçik’in başını okşayan Üsteğmen, bölük komutanı. “Şehidimizi, yaralıları yukarı götürün Kayhan.” “Emredersin komutanım.”
Ve ateş altında yeni ve çok zor bir boğuşma. Yaralı iki Mehmetçik’in ve şehidin yukarı çekilmesi. Oralarda, oracıklarda, dağların başında ve karanlıklarda şehit için tutulan kısa bir ağıt... Gözlerden akan yaşlar, sessiz ağlayışlar.
Canını hiçe sayan, canını gözünü budaktan esirgemeyen ve artık Şehit olan Murat. Mermi yağmuruna yağmurla karşılık veren, mermi yağmuru altında namluyla dürbünle terörist gözleyen, canını öne atmaktan çekinmeyen Şehit Murat. Akıllara geliveren apansız hatıralar.

Yiğitlik, delilik, delikanlılık. Şehitlik. Ve bir türlü kabullenemeyiş. İnanamayış.
Daha dün tugay komutanıyla şakalaşmışlardı. Daha dün; “Ölürüm de yerimi terk etmem komutanım” demişti. Ve terk etmemişti. Ve kahrediş ve kahredişle yaşanan bekleyiş. Ötede, ön tarafta, karanlığın içinde duyulan iniltiler. 

Teröristler!

Şimdi mi gidelim, güneşin doğmasını mı bekleyelim düşüncesi. “Karanlık çözülünce bakarız arkadaşlar. Gerek yok.” Ve bir türlü geçmeyen anlara, dakikalara, saatlere sığan koskoca bir bekleyiş. Gerginlik. Ve Hisar dağında devam eden çatışma. Hisar dağında süren çatışmanın dağları sarsan gümbürtüleri. Ve hala ön tarafta iniltiler. Gecenin kör karanlığında duyulan başka başka sesler. Mermi ve el bombası atışları. Cızırdayan telsizler. Artık bundan sonrası ağır bir sessizlik. Ve artık alaca karanlık başlangıcı. Hava buz gibi, yüzler kaskatı. Kasılmaktan kasılmış bedenler hepten kaskatı. Soğuktan, acıdan, öfkeden, kaygıdan, beklemekten, gerilmekten, üşümekten eller yüzler yürekler kaskatı. Ama her şey KOR GİBİ.
Ve öne çıkış. Ateş ve hareket. Cebri keşif! Biri yürüyor, üçü mevzi alıyor. İkisi yürüyor, ikisi mevzi alıyor. Arıyorlar. Seslerin, iniltilerin geldiği yere yaklaşıyorlar. Ve ayrı ayrı iki yerde iki terörist görüyorlar. Ölü onlar. Şehit Uzman Murat’ın şehit olmadan iki gaziyle birlikte öldürdüğü iki terörist bunlar.
“Komutanım dere yatağında bi ceset daha var.” Ve burada hemen yakın bir yerden inilti gibi sesler duyuyorlar. Dere yatağındakine bakmayı bırakıp, o tarafa yöneliyorlar. Dinliyorlar, gözlüyorlar, dikkat kesiliyorlar, sonra yavaş yavaş yaklaşmaya başlıyorlar. Tam; “Kadın sesi gibi” filan derken! Bütün dağı ve anı sarsan boğuk ve devasa bir patlamayla sarsılıyorlar. Zaman duruyor sanki. Nefes alamıyor, savruluyorlar. Havalarda uçuştuktan sonra taşa kayaya toprağa çakılıyorlar. Bölük komutanı üsteğmen ile kol komutanı astsubay düştükleri yerlerden kalkamıyorlar. Yaralanıyorlar. Bundan sonra koskoca bir hengame daha yaşanıyor.

Gözlerine, yüzlerine, bedenlerine, kollarına, bacaklarına saplanmış şarapnel ve taş parçalarıyla tahliye ediliyorlar. Bölük komutanı deli üsteğmen, kol komutanı yiğit astsubay, yaralı aslan iki uzman ve Şehit Murat helikopterle dağdan ayrılıyorlar.
Geride kalanlar ise gece yaralanmış sonra da bizimkilerin yaklaşmasıyla kendini patlatan canlı bomba kadın teröristin silahını 150-200 metre ötede buluyorlar. Bir de parçalanmış gövdesinden geriye kalanları.
Yüzü olmayan kanlı saç yumağını.
Bir de akıllarına düşüyor: O kadın canlı bomba, mevzilerine girseydi, neler olabileceği... Murat uzmanın canını feda ederek , onları nasıl kurtardığı...
Aynı saatler...
Çukurca, Sınır, Hisar Dağı...
19 Ekim 2016, gece yarısına yakın bir vakit



30 Ağustos 2016, Zafer gününde başlayan Çukurca Çağlayan – Uzundere operasyonları yaklaşık 50 gündür devam ediyor. 50 gündür adım adım, gıdım gıdım dağları tepeleri vadi ve dereleri ele geçiriyorlar. Şu zamana kadar sadece buralarda 300’e yakın terörist öldürdüler. Bu da bildikleri. Hem de dağ kadrosu.
Özgür Çevik Yüzbaşı ise bölüğüyle birlikte 50 gündür buralarda. Operasyonlara Dağbaşı tepede dahil oldular. Hoş, 50 günün öncesinde de aylardır buradaydılar.. 64 gün süren İkiyaka dağları, bir hafta süren Yeşiltaş operasyonlarından sonra buralara geldiler. Şimdi de Hisar dağına baskın yapacaklar.

Özgür Yüzbaşı bulundukları tepede Yıldız Yarbay’la karşılaşmıştı. “Mehmet nasılsın?” diye seslenmişti. Bozuntuya vermemiş; “Sağolun komutanım iyiyim” demişti. Nasıl olsa hepsi Mehmet değiller miydi? Yıldız Yarbay’la Dağbaşı tepede tanışmış, sonra bir kaç kez daha karşılaşmıştı. O zaman da Yıldız Yarbay kendisine “Mehmet” diye seslenmiş, yine ses etmemişti. Dün konuşurlarken de Yıldız Yarbay, onun kompozit başlığına reçel bulaştığını fark etmiş ama buna ses etmemişti. Yorgun olduğunu, telaşlı olduğunu fark etmişti sanırım. Hoş, nasıl olsa toz toprak olacaktı”.“Dağbaşından sonra dinlenebildin mi” diye sormuştu. “Sayılır” demişti. Hiç durmamışlardı ki. Durmaksızın arama tarama yapmışlardı. Bütün hazırlıklarını tamamladılar ve sonra gecenin karanlığındaki Hisar dağına baskın yaptılar. Ve 22.00-23.00 gibi yoğun ateş altında bindirme yaptıkları Hisar dağında hemen çatışmaya girdiler ve yaklaşık 7-8 saattir çatışma halindeler.
Özgür Yüzbaşının bir Mehmetçik’i yaralandı şu ana kadar. O da helikopterin içinde, atma - atılma sırasında. Şimdi ise, teröristler çoktan kaçtı. Geride de bayağı bir adam bıraktılar. Artık uzaktan uzaktan dokça, biksi, kanas atıyorlar. Özgür ise hala teröristlerinin yerlerini görmeye, oraları ateş altına almaya ve ateş altına aldırmaya çalışıyor. Uçaklar gelecek, işaretleme yapmaları gerek, tam koordinat gerek.“Bize ateş geliyor komutanım.” Bakıyor, bunu diyen Mehmetçik’in yüzüne. Tebessüm ediyor. Sonra yine görmeye, bakmaya, anlamaya çalışıyor. Ve! Ve ne olduğu bilinmeyen bir mermi saplanıyor boyun bölgesine. Ya doçka ya keskin nişancı. Ve kocaman bir hikaye buracıkta bitiveriyor. Ansızın. Ve mahşerde başlamak üzere.
Dağların aslanı Özgür Yüzbaşı, dağlarına düşüyor. O saate kadar 17 teröristin öldürüldüğü Hisar dağı baskınında, baskını yöneten Bölük Komutanı Özgür Çevik Yüzbaşı, arşa doğru devriliyor.

Ruhun şad olsun Özgür Çevik Yüzbaşı.

Ruhun şad olsun Murat Özer Uzman.

Vatanın şu varlık mücadelesinde, en kritik yerlerde döktüğünüz kan, verdiğiniz canla, vatana can vatana kan oldunuz.

Mahşerinizde SAĞ OLUN, VAR OLUN, DAĞ OLUN büyük adamlar.
Yıldız Yarbay diyecek ki; “Şimdi anlıyorum. Özgür’ün yüzündeki tebessüm, hareketlerindeki belli belirsiz telaş, bir başka buluşmanın heyecanıymış meğer. Hakkını helal et kardeşim. Tekrar görüşmek dileğiyle...”

İçe akan gözyaşları ile...

Güven Dağı ve Hisar Dağı:

Güven dağı, PKK’nın sınır ötesindeki Zap kampının ağzını tutar. Bu dağ Zap kampını üstten himaye eder. Burayı kim tutarsa, sınır hattındaki üstünlük ona geçer. Zap bölgesindeki PKK istediği gibi hareket edemez.

Hisar dağı ise, Ertuş kampının üstünü tutar. Hisar dağı tutulduğunda PKK Ertuş kampında barınamaz. Güven dağı ile Hisar dağı birlikte tutulduğunda ise PKK’nın başta Zap ve Ertuş kampları olmak üzere bölgede barınma imkanı kalmaz. PKK, Ertuş kampının ötesindeki Avaşin Basyan’a sıkışmak zorunda kalır. Böylece bu bölgeden Türkiye’ye giriş (sızma) ve çıkış (sıyrılma) kabiliyetini kaybeder. Bu nedenle bu bölgede yapılan operasyonlar, Türkiye’nin sınır güvenliği ve içeride yapılan terörle mücadele için hayati öneme sahiptir. Sınır geçişleri yapamayan ve içerideki terörünü takviye edemeyen PKK, iç bölgelerde yapılan operasyonlarla etkinliğini zamanla yitirir, bölge halkının üzerinde var olan baskı ve nüfuzunu kaybetmeye başlar. Bu alanların tutulması ayrıca sınır ötesine yapılacak harekatlarda kıyı başı oluşturur. Yapılacak harekatların baskın etkisini ve başarısını doğrudan etkiler.

PKK, Güven dağı ile Hisar dağını kaybetmemek için yoğun bir uğraşa girmiştir. Güven dağını kaybetmesiyle büyük bir moral bozukluğu yaşamış, hemen ardından Hisar dağını da kaybetmesiyle bu çöküntüsü derinleşmiştir. Özgür Çevik Yüzbaşının 8 saatlik çatışmadan sonra şehit düştüğü Hisar dağında o gün 24 terörist öldürülmüştür. Ertesi gün öldürülen 9 teröristle birlikte bu rakam 33’e ulaşmıştır. Mehmetçik’in “Dokunulmaz değerler adına” kendini YEM olarak kullandığı operasyon ve çatışmalar 30 Ağustos Zafer Bayramı gününden bu güne devam etmektedir. Sadece bu bölgede (30 Ağustos-24 Ekim döneminde) öldürülen dağ kadrosu terörist sayısı 338’e ulaşmıştır. 15 Ağustos’tan beri Hakkari bölgesinde öldürülen terörist sayısı ise 466’dur.

Bu veriler PKK ile mücadelede ‘Moral ve Sayısal değerler bağlamında’ STRATEJİK BİR KAZANIMDIR.

Not 1: Bu rakamlara PKK’lıların çekerek kaçırdıkları ve adı bilinmez yerlere gömdükleri ölü teröristler ve yaralıları dahil değildir. Yapılan arazi aramalarında ‘kurda kuşa yem’ kaya yarıklarına sokuşturulmuş, uçurumlardan atılmış, 30-40 santim kazılan çukurlara gömülmüş teröristlere rastlanmıştır. Irak’a kaçırdıkları yaralı teröristler de bu rakamlara dahil değildir, bu yaralılardan sonradan ölenler de...


17 Haziran 2016 Cuma

Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerinden 2023’ü Hayal Etmek



Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerinden 2023’ü Hayal Etmek

Yazar: Ümit Özdağ
18 MART  2014 SALI

14 Mart 2003 gecesi Habertürk’de katılmış olduğum Teke Tek programında o gün başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ile ilgili görüşümü soran Fatih Altaylı’ya Başbakan Erdoğan’ın “ulusal güvenlik risk faktörü” olduğunu söylemiştim. Erdoğan’ın düşüncelerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik, dirlik ve hatta mevcut sınırları içinde varlığı için tehdit oluşturduğunu düşünüyordum. Ulaştığımız noktada ne yazık ki endişelerimde haklı olduğumu görüyorum.  

2003 yılında yazdığım bir yazıda Türkiye’nin en uzun on yılına girdiğini kaydetmiştim. Bu tespitimi daha sonra ki yıllarda değişik vesileler ile “Cumhuriyet’in en uzun on yılından geçtiğini” ifade ederek söyledim ve yazdım. Cumhuriyetin en uzun on yılı tespitini, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. Yüzyılını anlatan “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” adlı kitabından esinlenerek yapmıştım. 2014 başı itibarı ile Türkiye Cumhuriyeti en uzun on yılını tamamladı. Bu on yıl içinde hayal bile etmesi zor şeyler oldu. On yıl hatta beş yıl olsa “şöyle olacak” diyeni Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk ettirtecek şeyler gerçekleşti. Bunlardan bazılarına bakalım.
Ege’de bazı adalarımız Yunanistan tarafından 2004 sonrasında işgal edildi. Önce kimse farkına varmadı. Sonra ortaya çıktı. İzmir’in Koyun Adası ile Venedik Kayalıkları. Aydın’ın Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç  Adaları. Muğla’nın Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık Adaları ile Girit Adası’nın etrafındaki 5 Türk Adası, 2004 yılından beri tam 10 yıldır Yunanlı işgali altında. Aydın ili valisi Sahil Güvenlik botu komutanına “beni adaya götür” dediği zaman adaların işgal edildiğini öğrendi. TBMM’de soru önergeleri verildi. Dış İşleri Bakanlığı “görüşmeler sürüyor, bunlar tartışmalı kayacıklar” diyerek, TBMM’ni dezenforme etti. Türk Dış İşlerinin TBMM’ne verdiği cevabı duyan Yunan Dış İşleri Bakanlığı “Görüşme yok. Adalar bizimdir” dedi. Yani vatan toprakları işgal edildi ve kimse ses çıkarmıyor.

2007’den buyana yürütülen operasyonlardan dolayı TSK’nın moral ve motivasyonu çok ağır darbeler almıştır. Orduda silah arkadaşlığı kavramı zayıflamıştır. Assubayların ve uzmanların haklı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından gündeme taşınan talepleri karşılanmayarak subay-astsubay geriliminin artırılması arzu edilmiştir. 
Yunan Ordusu Kardak’ta kaybettiği subayları için her yıl tören düzenliyor, biz Kardak’ı alan subaylarımızı sahte belgeler ile terörist diye hapse attık. En seçkin subaylarımız olan SAT, SAS ve Özel Kuvvet subaylarını katil diye damgaladık. Karargâhlarını bastık, devlet sırlarını sokağa döktük. Özel Harp subaylarını “bebek katili olmakla suçlarken” İmralı’daki bebek katilimi siyasi lider haline getirdik. PKK ile savaşan 200 karacı ve jandarma subayı gizli tanıklar ile yargılanıyor. Ve daha 1000 subay yargılanmayı bekliyor.
Yüzlerce general-amiral ve subay darbeci, casus, fuhuşçu suçlamaları ile yargılandı ve mahkûm oldu. Bazıları yargılanmaya devam ediyor. Deniz Kuvvetleri ile Hava Kuvvetleri ağır darbe almış durumda. 1992-1994 arasında Daha da kötüsü ordu içinde hizipler oluşmuş durumda. Silah arkadaşlığı büyük ölçüde ölmüş. Silah arkadaşı olması gerekenler internet üzerinden silah arkadaşlarının namuslarına dil uzatıp, dedikodu ile istifalar oluşturuyor, sahte belge düzenliyor, casuslukla suçlanması için tuzak kuruyorlar.
Deniz Kuvvetlerimize karşı sürdürülen operasyonlar neticesinde Doğu Akdeniz’in jeopolitik önemi büyük ölçüde artar, Suriye Akdeniz’deki Afganistan’a döndüğü için daha güçlü bir donanma acil ihtiyaç haline gelirken, artık gemileri olan ancak amiral sınıfı tasfiye edilmiş bir deniz kuvvetlerimiz vardır. Donanma amiralleri ile birlikte stratejik aklını da yitirmiş olacak ki, Ukrayna/Kırım krizinden dolayı, Karadeniz/Ege milli menfaatlerimiz ve güvenliğimiz olağanüstü büyük bir önem kazanmış iken Türk Donanması dört savaş gemisini Afrika’ya eğitim ve ziyaret seferine yollamaktadır. Bu sırada ABD, Almanya, Rusya gemilerini Akdeniz-Ege-Karadeniz’da toplamaya başlamaktadır.

 Pilotların zorunlu hizmet süresinin 15 yıldan 10 yıla düşürülmesinin ülke güvenliğine zarar vereceği bu satırların yazarı dahil bir çok kurum ve kişi tarafından dile getirilmesine rağmen burada yazılması gerekli olmayan bir neden ile AKP Hükümetinin ısrarı ile 10 yıla indirilmiştir. TSK’nın ağır baskı ve psikolojik operasyona maruz kalmasından dolayı pilotların 10 yılı doldurunca kitleler halinde istifa etmeleri üzerine ortaya milli güvenlik tehdidi çıkınca AKP Hükümeti zorunlu hizmet süresini 14,5 yıla çıkarma kararı almıştır.
Harbiye’ye dahi el atılmış durumda. Babası asker olan ve/veya Kuleli Askeri Lisesinden Harp Okulu’na gelen genç Harbiyelilerin bazıları Harbiye’de uyduruk gerekçeler ile tasfiye ediliyorlar. Özetle, Balkan Savaşından buyana Türk Ordusu’nun hiç bu kadar parçalanmamış ve morali bu kadar kötü olmamıştı.
  2003’de PKK Türkiye içinde zor hareket ediyordu. Kentlerde esamesi okunmuyordu. 2013’de Güneydoğu Anadolu’da bir KCK-PKK devleti var. Müzakere sürecinde meşrulaşan PKK gücünün zirvesine çıkmış. PKK, 2007’den bu yana oyunu arttırıyor. 2011 seçimlerinde Güneydoğu Anadolu’da % 51 olan BDP oylarını Öcalan 2014 Mart seçimlerinde % 80’e çıkarma hedefini koymuş. PKK seçim değil bu bir özerklik referandumu propagandası ile seçmen üzerinde büyük bir baskı oluşturmuş. Seçimlerden sonra PKK eğer AKP Hükümeti demokratik özerkliği kabul etmez ise kent isyanları başlatarak ikiz sözleşmeler üzerinden Birleşmiş Milletlere müdahale etmesi için zemin oluşturma çabası içinde.   Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın “Öcalan Kürtlerin lideridir” tespiti yapılırken, “devlet nasıl olsa PKK ile anlaşıyor ve bizi sattı” diyen devlet yanlıları, artık PKK’ya direnmekten vazgeçmiş durumdalar.  Hakkari ve Şırnak’ta PKK son aylarda 20 bin kaleşnikof dağıtarak kendi “korucu” sistemini oluşturdu. Bu iki şehirde 1984’den buyana devletin yanında yer alanlar şimdi ya PKK’ya eğilim gösterdiler ya da Barzani’ye.

 PKK “şehitleri” dedikleri mezarlıklar 24 saat silahlı PKK’lılar tarafından korunuyor. Kırsal alanda PKK kurtarılmış bölgelerine askere operasyon yaptırılmıyor. İkili iktidar yani devlet iktidarının dar alana sıkışmış olanı ve PKK-KCK iktidarı yan yana varlıklarını sürdürüyorlar. Polis karakollarına kilitlenmiş.  Asker kışlalarına çekilmiş durumda. Nadiren dışarıya çıkan bir askeri birliğin üzerine PKK flamaları sallayanlar hakaret ediyor. Şırnak’ta sınırda kaçakçılık hattında yol yapımı sırasında askerlere saldıran PKK sempatizanları “Nasıl olsa kısa bir süre sonra Kürdistan’ı terk edeceksiniz. Ne uğraşıyorsunuz” diyerek hakaret ediyorlar. 

Irak’ta Kerkük Barzani’ye terk edilmiş durumda. Türkmen politikası tamamen tasfiye edilmiş ve mezhepçi politikalara dönülmüş. Türkiye Barzani’ye Kuzey Irak’ta bir devlet kuruyor.        

Yargı ve polis ikiye ayrılmış durumda. Cemaat yanlısı olanlar ve olmayanlar. Olmayanların içinde herkes var. Gerçekten AKP Hükümeti Güneydoğu Anadolu’da nasıl PKK’ya paralel devlet kurma, ikili iktidar oluşturma imkanı sağladı ise Ankara’da da cemaate 17 Aralık 2013’e kadar bu imkanı tanıdı.  17 Aralık sonrasında başlayan yolsuzluk operasyonuna karşı AKP Hükümeti anayasanın 138. Maddesini askıya almış durumda. Adalet Bakanlığı savcıların TBMM’ne yolladığı fezlekeleri yollayan savcılar görevden alındıktan sonra savcılık makamlarına geri yollayarak TBMM’nin hakkını da gasp etmiş. Artık hukuk devleti yok. Erdoğan’ın ifadesi ile fetret devrini yaşıyor devlet         
Milli İstihbarat Teşkilatı Türkiye içinde örtülü operasyon yapma yeteneğini yitirmiş durumda. Dışarıya karşı güçlendirileceği yerde yeni yasa ile hukuk devleti denetiminden çıkarılıp, iktidarın muhalefet üzerindeki baskısının aracı haline getirilmeye çalışılıyor. Öte yandan MİT Adana’dan Suriye’ye kadar yakalanmadan tır götüremiyor. Yeni MİT yasası, olması gerektiği gibi MİT’i Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya uzanan alanda etkili istihbarat yapan bir örgüt haline getirmiyor. Aksine MİT yargı denetimi dışına çıkarılan, bir parti istihbaratı haline getiriliyor.

Ortadoğu bir konvansiyel savaş ile gerilla savaşı karışımı melez savaşa sürüklenirken, Türkiye’nin bu konuda elindeki en deneyimli gücü olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın geleceği belli değil. İç İşleri Bakanlığı’nda Jandarma Genel Komutanlığı’nı genel müdürlüğe dönüştürme çalışmaları Genelkurmay Başkanlığı’nın muhalefetine rağmen devam ediyor. Böylece AKP Hükümeti Türkiye’nin elindeki en önemli, NATO dışı, savaş deneyimli gücü bir belirsizliğe sürüklüyor.  

2003’den buyana devam eden ucuz dolar akımı sayesinde Türkiye Cumhuriyetinin 80 yılda yaptığı borcun üç katını son 10 senede yapan AKP iktidarının yönettiği ekonomi 2003’de de dünyanın 17. Büyük ekonomisi idi 2013’de de öyle. Ancak 2014’de dünyadaki en kırılgan beş ekonomiden birisi.
Milli güvenliğin en önemli unsurlarından birisi olan milli kimliğimiz her gün “Türk, Kürt, Laz, Çerkes” diye diye hırpalandıkça hırpalanmış durumda. AKP, 2007’den buyana Güneydoğu Anadolu’ya çok büyük sosyal yardım kaynakları akıtmasına, büyük alt yapı yatırımları yapmasına ve etnik milliyetçiliğe taviz vermesine rağmen sürekli oy kaybetmeye devam ediyor. Mart 2014 seçimlerinde de Türkçe-Kürtçe-Zazaca afişler AKP’ye oy kazandırmayacak aksine “devletin PKK’nın tezlerine teslim oluşu” olarak yorumlanıp oy kaybına neden olacak.
 Bütün bunlar olurken Türkiye’nin çevre coğrafyası ve özellikle Ortadoğu 2. Dünya Savaşı’ndan buyana içinde olduğu istikrarsızlık sürecinin en ağır aşamalarından birisine girmiştir. Ve bu istikrarsızlığın dalgaları artık Türkiye’nin Ortadoğu’daki sınırlarını aşarak Anadolu’nun içlerine vurmaktadır.
 Bütün bunlar olurken Türkiye Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile bir Fetret Döneminden geçmektedir. Fetret Dönemi kavramı Osmanlı tarihinden anılan bir kavramdır.1402’de Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’a yenilince Osmanlı Devletinin iktidarı Yıldırım Bayezid'in oğulları Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet arasında dağılmıştır. Her birisi ülkenin bir yanına hakim olan şehzadeler ülkenin diğer  bölgelerini de ele geçirmek için birbirleri ile savaşmışlardır. 1413’de I. Mehmet Han iktidarını sağlamlaştırmış ve Fetret Devri sona ermiştir. Başbakan Erdoğan, kendi iktidarını Fetret Devri olarak nitelendirmesinin nedeni ülkemizde de aynı anda çoklu iktidar yapısının oluşmasıdır. AKP devleti, Hizmet Cemaati devleti ve KCK devleti. Bütün bunların yanında köşeye itilmiş Türkiye Cumhuriyeti devleti.
Görünürde Gezi Olayları ancak aslında Suriye’de Selefi güçleri destekleme stratejisi ve genel Ortadoğu stratejisi konusunda yolları ayrıldığı için çatışma zeminine giren ABD-AKP ilişkileri 17 Aralık sonrasında daha da sertleşti. Başbakan Erdoğan, ABD Büyükelçisini nerede ise istenmeyen kişi olarak ilan etti ve 17 Aralık operasyonundan dolayı ABD’yi suçladı. AB ile ilişkiler de aynı zeminde büyük bir gerginlik içine girdi.
İşte bu ortamda AKP, ABD ve AB ile çatışarak, içerde cemaat ve büyük sermaye grupları ile çatışarak iktidarını sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünerek, iki konuda ABD-AB’yi memnun edecek, ABD-AB-AKP ilişkilerini yumuşatacak iki stratejik adım atmaya hazırlanıyor. Bunlardan birisi Kıbrıs’ta Annan Planını da aşan ölçüler içinde taviz vererek, KKTC’yi tasfiye etmek, Türklerin elindeki topraklarının önemli bir bölümünü Annan Planında da verilen tavizleri aşarak Rumlara devretmek üzerine kurulu. Bu süreç ABD’nin denetiminde hızla yürüyor. Washington, AKP Hükümetinin tutumundan çok memnun. Bu memnunluğunu ilişkilerdeki büyük gerilime rağmen AKP’ye teşekkür ederek ortaya koydu. 
KKTC’nin tasfiyesinin Türk halkına “pazarlanabilmesi” için ise Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyaya eklemlenmesi gerekçesinin hazırlandığı görünüyor. Davutoğlu nasıl Kerkük’ü sessiz sedasız Barzani’ye teslim etti ve Türkiye’nin itirazlarını Kerkük petrollerinin Türkiye üzerinden dünyaya aktarılması gerekçesi ile anlatıldı ise aynı oyun şimdi Kıbrıs’ta oynanıyor.
Ancak mesele sadece 2014’ü aşama değil, aynı zamanda 2015’i aşmak ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına taşınması. 2015 yaklaşırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni propaganda ve saldırılarına karşı mücadele etmek için hiçbir hazırlığı yok. (Bu bilgi resmi bilgidir.) Çünkü bu aşamada Ermeni tezleri ile mücadele etmek değil, Ermenistan ve Ermeni diasporasını tatmin edecek bir çözümün fikri alt yapısının hazırlanması ön plana çıkıyor. Davutoğlu’nun son Ermenistan ziyareti sırasında tehciri eleştirmesi 2015’de “soykırımı biz yapmadık, İttihatçılar yaptı” şeklinde ifade edilebilecek yeni tezin girişini oluşturuyor. Bu yaklaşımla, Batı’dan Nobel barış ödülü bile alabilecek olan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına çıkmasının önünde büyük bir engel kalmayacağı düşünülüyor olabilir.

Özetle önümüzdeki üç yıl, 2014-2016 bir çok boyutlu geri çekilme ve tükeniş süreci olarak görülüyor. Yeni Türkiye diye propagandası yapılan Türkiye’nin Atatürk’ün kurduğundan daha küçük, daha zayıf ve daha az Türk bir Türkiye olması planlanıyor. Sonuç olarak önümüzdeki üç yıl son 100 yılda Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sürecinde yaşadığımız ağırlıkta bir sürece benzer süreci yaşayacağız.
Türkiye’nin önünde 2023 perspektifi önümüzdeki üç yılın getirdiği tehditleri nasıl aşacağımıza diğer bir ifade ile aşma konusunda ne kadar başarılı olacağımıza bağlı olarak şekillenecek. Özetle, 2016’yı aşarak 2023’ü hayal etmenin oldukça zor olduğu bir süreçten geçiyoruz.   
http://www.21yyte.org/ sitesinden 17.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır