İşgücü Göçü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İşgücü Göçü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN ALMANYA POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN ALMANYA POLİTİKASI 2009  BÖLÜM 2


Ekonomik İlişkiler

Günümüzde Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortaklarından biri Almanya’dır. Ticari anlamda birbirlerini desteklemek isteyen Türkiye ve Almanya 1962 yılında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması’nı imzaladılar. Bu anlaşma çerçevesinde Almanya 1960’lardan bu yana 4,3 milyar avroluk kredi ve kısmen sübvansiyon vererek Türkiye’yi mali açıdan destekledi. 1980’den bu yana ise 
Türkiye’ye yaptığı 7 milyar doların üstünde yatırımla, Türkiye’deki en büyük uluslararası yatırımcı haline geldi.14

Almanya’da yaşayan 2,7 milyon Türk vatandaşın içinde 30 milyar avro yıllık cirosu olan, 7 milyar avroluk yatırım yapan 65.000 Türk ve Türk asıllı Alman işadamı,15 Türkiye ve Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin en önemli unsurlarından birisini oluşturur. Almanya uzun yıllardır Türkiye’nin en önemli ticari ortaklarından biridir. Küresel krizden 2009 senesi içinde etkilenen ticari ilişkiler %20 oranında gerilemiş olsa da halen iki ülke arasındaki ticaret hacmi 20 milyar avro civarındadır. Türkiye’nin ihracat payı 8,3 milyar avro da kalırken 
Almanya’nın Türkiye’ye yönelik ihracatı 11,5 milyar Avro’yu buldu. 

Türkiye Almanya’dan ağırlıklı olarak makine, otomobil ve otomobil endüstrisi yedek parçalarını ithal ederken, Almanya’ya başta tekstil ürünleri olmak üzere, gıda, deri ve deri ürünleri ile artık makine, otomobil ve elektrikli aletler ihraç ediyor.

Almanya 80’li yıllardan bu yana toplamda yaklaşık 8 milyar dolara ulaşan yatırımı ile Türkiye’ye en büyük yatırımı yapan ülke konumundadır. 

Almanya’dan gelip Türkiye’de işveren konumuna gelen yaklaşık 4.000 tane firma Türkiye’de birçok alanda faaliyet gösteriyor. 

Ağırlıklı olarak makine üretimine yatırım yapan Alman firmaları son dönemlerde hizmet sektörü ve perakende satış alanlarına da girdiler. İki ülke arasında sorun olarak görünen en önemli ticari konu ikili vergilendirme sistemidir. 

Bu olumsuzluk yapılan anlaşmalarla 2011’e kadar giderildi.16 Turizm de Türkiye-Almanya ilişkileri açısından önemli bir sektördür. 2009 yılı itibariyle Türkiye’yi 4 milyon 488 bin 350 Alman turist ziyaret etti.17 Ayrıca 70 bine yakın Alman vatandaşı sürekli olarak Türkiye’de ikamet ediyor.18

Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler 2009 yılında da yoğun bir şekilde devam etti. İkili ziyaretler, fuarlar ve toplantılar, ekonomik krizin iki ülke ekonomik ilişkilerine zarar vermesine rağmen tüm hızıyla sürdü. Ayrıca, Türkiye ile Almanya arasında imzalanan Mali İşbirliği Anlaşması 5 Ocak 2009 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu anlaşma kapsamında 
Almanya Türkiye’ye 18,7 milyon avrosu kredi, 1 milyon avrosu hibe olmak üzere 19,7 milyon avro mali destekte bulunacak.19 Öte taraftan, 13 Temmuz 2009’da imzalanan Nabucco projesi Almanya tarafından memnuniyetle karşılandı. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Almanya Büyükelçiliği ve TCDD Genel Müdürlüğü işbirliğiyle düzenlenen ‘Hicaz ve Bağdat Demiryollarının 100. Yılı’ 
sergisinin açılışında konuşan Almanya’nın Türkiye büyükelçisi Eskart Cuntz, 100 yıl önce inşa edilen hicaz demiryolu projesinin Türkiye ve Almanya’nın beraberce neleri yapabileceğini gösterdiğini ifade ederek, Nabucco Projesi’nin Türkiye ile Almanya’yı, başka ülkelerle birlikte, birbirine bağladığını söyledi.20

Almanya’da yaşayan Türklerin girişimcilik özellikleri hem Alman hem de Türk ekonomisine artarak katkı sağlamaya 2009 yılında da devam etti. Yaşlanan nüfusu nedeniyle Almanya, dinamik ve girişimci ruhlu iş adamlarına da ihtiyaç duyuyor. Bu anlamda girişimci Türk iş adamları Almanya ekonomisine küçümsenemeyecek ölçülerde katkıda bulunuyor. 12 Eylül 2009 tarihinde Almanya’nın Mannheim kentinde Türk iş adamlarıyla bir araya gelen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Almanya’nın Türkiye için çok önemli bir ülke olduğunu belirtti. Köln’de Türk İşadamları Derneği’nin açılışını da yapan Şimşek, Türk iş adamlarının Alman ekonomisine verdikleri katkıdan gururlu olduklarını ve bu katkının artması gerektiğini ifade etti.21 

11 Nisan 2009 tarihinde, Türk Alman Ticaret ve Sanayi Odası yönetim kurulu üyesi Mehmet Önel yaptığı bir konuşmada, 50 yıl önce işçi olarak Almanya’ya göç eden Türklerin, günümüzde girişimcilikleri ile ön plana çıktıklarını vurguladı. 2009 yılının ilk çeyreği itibariyle Almanya’dan Türkiye’ye yapılan ihracatta yüzde 38, ithalatta yüzde 11’lik gerilemeye dikkat çeken Önel, Almanya ile Türkiye 
arasındaki köklü ilişkilerin genişleyerek devam etmesi gerektiğini söyledi. Köln ekonomi teşvik kurulu encümeni Norbert Walter Borjans da Türkiye’nin ekonomisini övdükten sonra Köln’de yaşayan 81,000 Türk’ten 2 500’ünün girişimci olduğunu ve Köln Ekonomi Teşvik Kurulu olarak bu Türklere her türlü desteğin verildiğini ifade etti. Bursa’nın gelişmiş sanayisini ve dinamizmini olağanüstü olarak nitelendiren Borjans, Köln ve Bursa arasında yapılacak çok 
şeyin olduğunu belirtti.22 Türkiye ve Almanya arasında sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilen bu tip görüşmeler ve toplantılar, ikili ilişkilerin en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır. Karşılıklı diyaloglar, 2009 yılında ekonomik krizin olumsuz etkilerine rağmen derinleşmeye ve çeşitlenmeye devam etti. 

Dış ticaret hacimlerinde karşılıklı olarak önemli yer tutan Almanya ve Türkiye ticari ilişkileri daha güçlü bir şekilde kurumsallaştırmak adına çeşitli kongreler ve toplantılar düzenledi. Türk-Alman Sanayi ve Ticaret Odası (TD-IHK) tarafından 2009’da dördüncüsü yapılan Türk Alman Ekonomik Kongresi, 10 Ekim 2009 tarihinde, Köln kentinde, ANUGA gıda fuarı çerçevesinde yapıldı. Türk ve Alman 
yetkililerin iyi dilek ve temennilerine sahne olan kongrede konuşan TD-IHK Başkanı Rainhardt von Leoprachting, ekonomik krizin getirdiği zorluklara rağmen Türkiye ile ilişkilerin potansiyeli olduğuna inandıklarını söyledi. Kongrede konuşan Tarım Bakanı Mehdi Eker ise, kimsenin kendisi için üretim yapmaması, herkesin daha büyük bir Pazar için üretim yapması gerektiğini belirterek, ticarette sınırların kaldırılması gerektiğini söyledi.23 Yine 4 Aralık 2009 tarihinde Almanya’nın Münih kentinde Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası genel kurulu yapıldı. Genel kurulda konuşan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Ali Boğa, Türkiye ve Almanya’nın bulundukları bölgede çok önemli rolleri bulunduğunu, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini ve Alman işadamlarının Türkiye’de güvenle yatırım yapabileceğini söyledi. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da, Almanya ile Türkiye arasındaki dostluğa ve iki 
ülkenin sahip olduğu potansiyele dikkat çekti.24  Artık kurumsallaşan ve gelenekselleşen kongreler Alman ve Türk sivil toplum kuruluşları arasında oluşturulan kurullar, Türkiye-Almanya ilişkilerini siyaset üstü bir noktaya taşıyarak, Almanya ve Türkiye’yi ekonomik anlamda da birbirlerinin en önemli müttefikleri haline getirdi. 

Vize Uygulaması, Çifte Vatandaşlık ve Seçim Hakkı,

Almanya’nın Türkiye’ye vize uygulaması Türkiye tarafından hep ikili ilişkilere zarar veren bir durum olarak algılanmıştır. 2009 yılında Almanya’nın Türkiye’ye 
uyguladığı vize yasağının kaldırılması tartışmaları, Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın (ATAD), tır şoförü Mehmet Soysal’a Avrupa’ya gelebilmesi için vize 
almasına gerek olmadığı yönünde verdiği kararla, gündeme damgasını vurdu. 2007 yılında, tır şoförü Mehmet Soysal’ın Berlin Eyalet mahkemesine açtığı 
dava 19 Şubat 2009 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme kararında, hizmet alışverişi nedeniyle iş seyahati için Avrupa’ya gidecek olan Türk vatandaşlarının vizeden muaf tutulması gerektiğini, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına uygulanan vize uygulamasının hak ihlali olduğunu belirtti.25 

19 Aralık 1972 tarihinde Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında yürürlüğe giren Katma Protokol’ün 41. Maddesine göre vizesiz giriş hakkı olan kişilerin, günümüzde de vizesiz girişe hakkı olduğu tezini ileri süren mahkemenin bu kararı, Türkiye’de birçok insan tarafından Avrupa Birliğine vizesiz giriş hakkı doğduğu yorumlarının yapılmasına yol açtı.

16 Mayıs 2009 tarihinde Alman hükümeti Türkiye’ye vize muafiyeti konusunda tarihi bir karar aldı. Kamyon ve otobüs şoförleri, montaj işçileri, spor-sanatçı ve iş adamlarına vize uygulamama kararı alan Alman hükümetinin İçişleri Bakanı Stefan Paris, şimdilik sadece Almanya’ya mal taşıyan Türk kamyon şoförleri için vize muafiyeti getirildiğini, hükümet olarak, hizmet almak için Almanya’ya giden Türk vatandaşlarını vizeden muaf tutmak için bir zorunluluk görmediklerini söyledi.26 Almanya İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı bir açıklamada ise, turistlerin ve diğer tüm Türk vatandaşların da Almanya’ya vizesiz girebileceği ile ilgili yapılan yorumların yanlış olduğu belirtildi. Alman hükümetinin aldığı bu karar her ne kadar tüm Türk vatandaşlarını kapsamasa da, vize uygulamasının 
tamamen kaldırılması için bir ilk adım niteliği taşıyor. Alman hükümetinin 
bu kararı, Almanya’nın Türkiye ile olan ekonomik ilişkilere ne kadar önem verdiğini ve ikili ilişkilerin gelecekte taşıdığı potansiyele ne kadar inandığını gösteren önemli bir karardır.

2009 yılında Almanya-Türkiye ilişkileri bağlamında tartışılan diğer bir konu da Almanya’da yaşayan Türk vatandaşlarının çifte vatandaşlık ve seçim hakkı meselesidir. Muhalefet partisi SPD, Almanya’da yaşayan Türklere çifte vatandaşlık ve AB ülkesi dışından gelen tüm göçmenlere yerel seçimlerde seçim hakkı verilmesini isterken, Hıristiyan Birlik partisi, bir insanın sadece bir ülkeye bağlılık duyabileceği gerekçesi ile çifte vatandaşlığa karşı çıkıyor. Hıristiyan Birlik Partisi oy kullanmak isteyen göçmenlere Alman vatandaşı olma çağrısında bulunuyor.27 Aile birleşimi kapsamında Almanya’ya gelecek eşlerin gelmeden önce Almanca öğrenmeleri zorunluluğu ise Türkiye ve Almanya’daki Türkler tarafından olumsuz karşılanıyor. Almanya’da doğup büyüyen göçmenlerin 18 ila 23 yaşları arasında Alman ya da Türk vatandaşlıklarından birini seçme zorunlulu ğu da tepki toplayan uygulamalardan biridir. Aralarında Türklerin de bulunduğu Müslümanların, dini bayram günlerinin bir gün tatil olmasını talep etmeleri, 2009 yılında Almanya’da tartışma yaratan diğer bir konu oldu.

20 Nisan 2009 tarihinde eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in 65. doğum günü daveti nedeniyle Almanya’nın Hannover kentine giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı açıklamalarda, Almanya’nın Türkiye’ye uyguladığı vizenin ikili ilişkilere zarar verdiğini, Almanya’da yaşayan 3 milyon Türk’ün ülkedeki toplumsal, siyasi ve kültürel yaşama uyum sağlamalarını desteklediğini 
ve Türklerin Almanca öğrenmesi gerektiğini söyledi.28 Türklerin Alman 
vatandaşlığına geçmekte tereddüt etmemesi gerektiğini belirten Erdoğan, vatandaşlığın hakların garantisi olduğunu söyledi. Erdoğan, özellikle 18-23 yaşları arasındaki gençlere seslendiğini, Alman vatandaşı olmuş, iyi Almanca konuşan gençlerin, Almanya’nın siyasi, kültürel ve ticari yaşamına katkıda bulunacağını sözlerine ekledi.29 

Nüfusu yaşlanan Almanya’nın, dinamik Türk gençlerine her alanda ihtiyacı var. Bu sebeple Alman siyasiler de Almanya’da yaşayan Türklerin ülkeye yönelik katkılarının önemini çeşitli vesilelerle vurguluyorlar. Merkezi ve Eyalet hükümetlerinin ayrı ayrı programlarla ele almaya çalıştığı, Almanya’daki Türklerin potansiyelinin Almanya’ya katkıda bulunduğunu düşünen Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Aile ve Uyum Bakanı Armin Laschet, 1 Ağustos 2009 tarihinde, 
bir gazeteye yaptığı açıklamada, yurt dışına giden kalifiye Almanların yanı sıra, Almanya’da çok iyi eğitim görmüş Türk gençlerin Türkiye’ye dönmelerinin sorunlarını arttırdığını ifade etti. Alman bakanın bu açıklamaları, Almanya’nın Türklere ihtiyacı olduğunu göstermesi bakımından önemli bir açıklama oldu. 2009 yılı, Alman hükümetinin muhafazakâr koalisyon ortağının Türklere ve diğer göçmenlere olumsuz tavrına rağmen, vize uygulamasının kısmen kaldırılması açısından da Türk-Alman ilişkilerinin geleceğini olumlu yönde etkileyecek bir yıl olmuştur. Ayrıca Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da yaşayan Türklere Alman vatandaşlığına geçmesi çağrısı, Türk hükümetinin Almanya’daki Türklere milliyetçilik penceresinden bakmadığını göstermesi açısından da önemli olmuştur. 

Deniz Feneri Davası

Nisan 2007’de başlayan Deniz Feneri Derneği’ne (e.V.) yönelik soruşturma ve Eylül 2008’de yapılan duruşmalarla süreç Türkiye’nin gündemini oldukça meşgul etti. Dava aşmasında iktidara yakın isimlerin bir şekilde medyada çıkan haberler vesilesi ile Deniz Feneri bağışlarına adlarının karışması ve Alman yetkililerin imalı ifadeleri 2009 yılında da Türkiye ile Almanya arasında problem teşkil etmeye   devam etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da Deniz Feneri’nden Doğu Asya’da tsunamiden zarar görenlere yardım etmek amacıyla para aldığı iddiaları, Türkiye’de muhalefet ile hükümet arasında tartışmaya dönüştü. Tartışmaların netleşmesi için Alman adli makamlarının hazırlayacakları raporlar ve kullanılacak ifadelerin önem kazanması Ankara-Berlin hattında gerilimli günlere neden oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Deniz Feneri davasında geçen ve partisinin 
adının karıştığı iddiaları sert bir dille yalanladı. 30 

Eylül 2008’de duruşmalar devam ederken davanın hâkimi Johann Müller Deniz Feneri’nden Ak Parti hükümetine para verildiğine dair bir bulguya  rastlamadıklarını belirterek iddiaları reddetti.31 18 Eylül 2008’de açıklanan kararla Almanya’daki 3 Deniz Feneri (e.V.) yöneticisine hapis cezası verildi. Alman savcı Lötz’ün asıl faillerin Türkiye’de olduğunu söylemesinin ardından Türkiye’deki Deniz Feneri ile olan bağlantıların soruşturulması için CHP tarafından suç duyusunda bulunuldu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Almanya’dan Deniz Feneri dosyasını talep etti. 5 Ocak 2009 da geleceği açıklanan dosya gecikince muhalefet hükümeti sert bir dille eleştirdi. 16 Şubat tarihinde CHP’li Ali Kılıç dava dosyasını Almanya’dan getirdiklerini açıkladı. Bunun üzerine Almanya dosyanın bir bölümünün CHP’de olduğu açıklamasını yaptı. Yılan hikâyesine dönen mesele en sonunda 24 Şubat’ta Almanya’dan resmi kanallarla dosyanın gelmesi ve 21 Mayıs’ta çevirilmesiyle sonlandı.32 Türk hükümeti Alman makamlarının bazı üyelerinin Türkiye’deki hükümete muhalif çevrelerle ilişkisi olduğu iddiasını öne sürerken, muhalefet de hükümeti dava dosyasını geciktirmek ve davayı sulandırmakla suçladı. Davanın bu şekilde siyasi bir hava kazanmasından rahatsız olan Alman siyasetçiler de davanın siyasileştiril memesi gerektiği ile ilgili açıklamalar yaptılar. Son tahlilde Deniz Feneri davası Türk ve Alman yetkililer arasında birbirini suçlayan açıklamalara ve gerginliklere neden oldu. 

Kültürel İlişkiler

Almanya’da yaşayan Türkler, Türkiye’de ikamet eden 70 bine yakın Alman ve her yıl Türkiye’ye gelen yaklaşık 4 buçuk milyon Alman turist, Türkiye ve Almanya’nın kültürel anlamda da derin ilişkileri olduğunun bir göstergesi. 2009 yılı iki ülke arasında yapılan kültürel faaliyetler açısından renkli geçti. 24 Eylül-3 Ekim tarihleri arasında yapılan, genç Türk yönetmenlerin kendisini sinema dünyasına tanıtması açısından büyük önem taşıyan 17. Hamburg Film festivalin de 8 Türk filmi gösterildi.33  Festivalde Fatih Akın’ın ‘Soul Kitchen’ adlı filmi ‘Art Cinema’ ödülü aldı. 25-28 Haziran 2009 tarihlerinde, ‘Her Şey Tıkırında: Almanya’dan Yepyeni Filmler” adlı etkinlik İstanbul Modern müzesinde gerçekleştirildi. Geothe-Institut ve İstanbul Modern’in katkılarıyla ilk gösterimleri Berlin, Cannes, Venedik, Toronto, Sundance gibi festivallerde yapılan 8 Alman filmi Almanca ve Türkçe alt yazılı olarak gösterildi. Kültürel etkileşimin en önemli araçlarından biri olan filmler de bu sayede Türk-Alman ilişkilerine 
katkı sağlamış oluyor.

Kardeş şehir protokolleri de iki ülke belediyeleri arasında devam etti. 
2009 yılında İstanbul ve Berlin kardeş şehir olmanın 20. yıldönümünü kutlarken, Fatih belediyesi ve Wiesbaden kenti 2008 yılında imzaladıkları kardeş şehir protokolü kapsamında, spor şehircilik ve eğitim alanlarında işbirliği anlaşmaları imzaladı. Türk-Alman ortak üniversitesinin kurulması anlaşmasının Bakanlar Kurulu’nca 29 Haziran 2009 tarihinde imzalanması da iki ülke arasında dikkat çeken faaliyetlerden biriydi.34 Resmi gazetede yayınlanan kararla kurulacak  olan üniversite ile yüksek öğrenim ve akademik araştırmalar alanında her iki ülke arasındaki ikili işbirliğini geliştirmek ve iki ülkenin yüksek öğrenimlerini zenginleştirmek hedefleniyor. Kültürel faaliyetlerin iki ülke halkları ve entelektüelleri arasındaki ilişkileri geliştireceği dikkate alındığında, kültür, sanat ve spor alanında gerçekleştirilen faaliyetler, ön yargıların kırılması ve halkların birbirini daha iyi tanıması açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle bu tür ilişkilerin gelişmesi dost ülke algılamasına da katkı sağlamaktadır. 

Sonuç

2009 senesi Türk-Alman ilişkileri için önemli kararların alınması gerektiğini her iki tarafa da bir kere daha gösteren önemli bir dönüm noktası olmuştur. Alman iç politikasında çok enteresan bir şekilde son üç genel seçimdir en çok tartışılan ve kısmen netice veren Türkiye-AB ilişkileri etkisini yitirmeye başlayan bir değişkene dönüşmüştür. Yaşanan ağır ekonomik kriz ve alınan tasarruf tedbirleri ile canı oldukça sıkılan Alman seçmeni oyunun rengini belirlerken 
daha rasyonel konulara bakacağını belli etmiştir. Hıristiyan Demokrat Birlik Partilerinin akil adamları özellikle tartışmalı geçen son Hessen eyaleti seçimleri sonrasında göçmenler ve Türkiye üzerinden yapılacak propaganda çalışmalarının partiye ve ülkeye zarar verebileceği kanaatlerini bildirdiler.35

Her şeyden önce işsizliğin arttığı, yaşam standartlarının gerilediği, AB 
planlamalarının bir türlü rayına oturmadığı Almanya’da iktidarın her bir oy pusulasına ihtiyacı var. New York Times’a bu durumu yorumlayan CDU’ya yakın Hanns Seidel Vakfı’nın analisti Gerhard Hirscher’in de söylediği gibi, “CDU’nun Türkiye karşıtı kampanya yürütme zamanı geçti”. Partinin dış politika uzmanları, kampanyada Türkiye’nin AB üyeliğine karşıtlığın kullanılmasını istemediğini belirtti.36 

Bu tartışmalar sonrasında Türkiye’yi AB’ye alırsak ne kaybederiz zihniyeti kendisini yavaş yavaş olsa da Ankara’nın tam üyeliği bize ne kazandırır eksenine taşımaktadır. Kişi başına düşen milli geliri 5.000 doları aşan Türkiye aslında tüketici refleksleri ile AB ülkelerinin iştahını kabartan bir pazar konumuna gelmiştir. Ortalama nüfusu 28,5 yaşında olan Türkiye, toplum başarılı bir şekilde AB ye entegre edildiği taktirde daralan ekonomiye nefes aldırma ihtimalini içinde barındırmaktadır.

2009 senesi içinde Türkiye’nin NATO içinde oynayabileceği yeni roller Almanya’da tartışılan bir diğer önemli konuydu. Özellikle yeni NATO Genel Sekreteri ve eski Danimarka Başbakanı Rasmussen’in seçimi esnasında Ankara’nın takındığı karşıt tavır Türkiye muhaliflerinin sorguladığı bir başka konu olarak kayıtlara geçti. Türkiye’nin ‘batılı’ bir ülke gibi refleksler sergilemediğini iddia edenler NATO Genel Sekreteri seçimi esnasında Türkiye’nin verdiği tepki üzerinden niyet okumalarında bulundular.

Almanya’da 2008’de 29.300 iflas yaşandı. 2009’un tamamında yaşanan 
iflasların 35.000’i aşması ekonomistleri kara kara düşündürüyor ve 2009’un Almanya’da orta büyüklükteki işletmeler için “felaket” anlamına geldiği de sıklıkla ifade ediliyor. Bankaların işletmelere kredi vermekteki isteksizliği ve güvence taleplerinin yüksekliğinin bu sıkıntılı durumu daha da kötüye götürebileceği analizleri ülkenin farklı pazarlara açılmasını kaçınılmaz kılıyor. Tam da bu noktada Türkiye-Almanya ilişkileri ekonomik veriler üzerinden okunduğunda 2009 senesinin oldukça olumlu bir periyot olarak tamamlandığı 
söylenebilir. Orta Doğu’da Türkiye’nin artan nüfuzunun oluşturduğu vakumdan pay almak isteyen Alman firmaları Türkiye yatırımlarını arttırdılar. 

Türk-Alman ilişkilerini tartışmalı boyutlara taşıyan etkenlerden bir tanesi de vize sorunudur. Kimliğiniz ve maddi geliriniz ne olursa olsun bu engelle karşılaşma dan Almanya’ya adım atmanız mümkün değildir. Kendilerine göre haklı gerekçeleri olan Alman hükümetinin, artan ticari önemi de göz önünde bulundurarak Türk iş adamlarına, öğrencilere ve sanatçılara daha uzun süreli vize verebileceğini ifade etmesi ilişkilerin ticari boyutuna verilen önemi göstermektedir. 

Avrupa’nın en büyük 7. ekonomisine sahip bir ülkenin iş adamlarının 
bir fuara gidebilmek için bile çok öncesinden planlar ve hazırlıklar yapıp vize için gereksiz bir stres yaşamasına nihayet gerek kalmayacak olması ve reddedilen her vize için gerekçe yazılacak olması da ümit verici bir gelişmedir. 

Almanya’da Türkler ve Müslümanların topluma uyum sağlayamayacağı iddiaları iç politik kaygılarla devletin ve partilerin göçmen ve Türkiye konularına bakışını etkisi altına aldı. Göçmen kanununun sertleştirilmesi, Almanya’ya gelmek isteyenlere belli seviyede Almanca zorunluluğunun getirilmesi bu tür konuların Berlin de hangi çerçevede değerlendirildiğini gösteren önemli değişkenler dendir. 

Özellikle seçim sürecinde alevlenen bu tür tartışmalar muhafazakarlara 
kısmi başarılar kazandırmış olsa da ‘çok kültürlülüğün iflası’ gibi tehlikeli başlıklar altında tartışılan konuların netice itibari ile aslında kimseye bir şey kazandırmadığı anlaşılmaya başlandı. 

Almanya için Türkiye herhangi bir ülkeden çok daha fazla değeri içinde barındıran bir adres konumundadır. Bu kadar çok somut bağ ve bireyler arasında artık akrabalık derecesinde yakınlaşma varken Türk-Alman ilişkilerinin hâlâ istenilen seviyede olmaması her iki başkentin de üzerinde düşünmesi gereken bir durumdur.

Türkiye’nin Almanya Politikası 2009 Kronoloji

3 Ocak Deniz Feneri davası dosyasının 5 Mayıs’ta Türkiye’ye gönderileceği açıklandı
4 Ocak Türkiye ile Almanya arasında imzalanan 2007 Yılı Mali işbirliği Anlaşması Yürürlüğe girdi.

6 Ocak Erdoğan Merkel ile Gazze’de ateşkes konusu hakkında telefon görüşmesi yaptı.
     1 Şubat Bakan Faruk Çelik Almanya’ya ziyarette bulundu.
19 Şubat Tır şoförü Mehmet Soysal Berlin Eyalet Mahkemesi’ne açtığı vize davasını kazandı.

24 Şubat Deniz Feneri dosyası Türkiye’ye geldi.

19 Nisan Başbakan Erdoğan Schröder’in doğum günü davetine katılmak üzere Almanya’ya gitti.

19 Nisan Başbakan Erdoğan Almanya’nın Hannover kentinde vize uygulamasını eleştirdi.

11 Mayıs Angela Merkel Berlin’de Türkiye’nin tam üyeliğine hayır, imtiyazlı ortaklığa evet açıklaması yaptı.

13 Mayıs Büyükelçi Eckart Kuntz: Deniz Feneri davasını siyasallaştırmayın.

28 Mayıs Wiesbaden ile Fatih Belediyesi arasında işbirliği protokolü imzalandı.

29-31 Mayıs Müsiad Heyeti Almanya’da Avrupa Genel İstişare Toplantısına katıldı.

16 Haziran Dışişleri Bakanı Davutoğlu Almanya’yı ziyaret etti.

25-28 Haziran Geothe-Institut ve İstanbul Modern’in katkılarıyla ‘Her Şey Tıkırında: Almanya’dan Yepyeni Filmler organizasyonu düzenlendi.

28 Temmuz Türk-Alman Üniversitesi’nin kurulması ile ilgili karar resmi gazetede yayımlandı.

1 Ağustos Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Aile ve Uyum Bakanı Armin Laschet, eğitimli Türk gençlerinin Türkiye’ye dönmesinin Almanya’ya zarar verdiğini söyledi.

6 Eylül Devlet Bakanı Egemen Bağış Almanya’da yapılacak seçimlerde Türklerin sandığa giderek oy kullanmasını istedi.

12 Eylül Bakan mehmet Şimşek Almanya ziyaretinde, Almanya’nın Türk iş adamlarına ihtiyacı olduğunu söyledi.

18 Eylül İslam Kültür Merkezleri Münih’te iftar yemeği verdi.

27 Eylül Almanya’da genel seçimler yapıldı. Seçimi Hıristiyan Demokratlar kazandı.

24 Eylül-3 Ekim Hamburg Film Festivali düzenlendi. Fatih Akın’ın ‘Soul Kitchen’ filmi Art Cinema ödülü kazandı.

1 Ekim Başbakan Erdoğan Merkel’e telefon açarak seçim başarısını kutladı.

10 Ekim 4. Türk-Alman Ekonomik Kongresi düzenlendi.

26 Ekim Türk Akademisyenler Topluluğu tarafından Berlin’de Türkiye-AB ilişkileri ile ilgili bir toplantı düzenledi.

30 Ekim Büyükelçi Cuntz İslamiyet’in Almanya’da çok önemsendiğini söyledi.

4 Kasım Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Türkiye’ye verdikleri sözü tutmadıkları gerekçesiyle Almanya ve Fransa’yı eleştirdi.

14 Kasım Almanya’nın Hessen eyaleti Başbakanı Roland Koch Türkiye ile müzakere süreci devam etmelidir açıklaması yaptı.

14 Aralık Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Sarrazin Almanya’da okullarda başörtüsünün yasaklanması gerektiğini ifade etti.

19 Aralık Bakan Hüseyin Çelik Almanya’da Türklerle bir araya geldi.


DİPNOTLAR;

1 Almanya Bülteni, Geçmişten Günümüze Almanya ve Türkiye Arasındaki İlişkiler, İMAP (İnstitut für interkulutrelle Management und Politikberatung), 
http://www.imap-institut.de/fileadmin/user_upload/Almanya_Buelteni_Ausgabe_7_2010_pdf.pdf

2 Almanya Bülteni, Geçmişten Günümüze Almanya ve Türkiye Arasındaki İlişkiler, İMAP (İnstitut für interkulutrelle Management und Politikberatung), 
http://www.imap-institut.de/fileadmin/user_upload/Almanya_Buelteni_Ausgabe_7_2010_pdf.pdf 

3 Hüseyin Bağcı, ‘Türkiye-Almanya İlişkileri’, Diplomatik Gözlem, 28 Nisan Çarşamba, 
2002, http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/ab/20030123_01.html

4 ‘Almanya Türkiye’yi Şoke Etti’, Milliyet, 11 Mayıs 2009

5 ‘Steinmeier: Türkiye ile Yakın İlişki İçindeyiz’, Anadolu Ajansı, 10 Temmuz 2009, Cuma

6 ‘Sandıktan Türkiye için Kötü Sonuç’, Zaman, 28 Eylül 2009

7 ‘Türkiye-Almanya İlişkilerinde 2009 Yılı’, Zaman, 18 Aralık 2009

8 http://gesamtrechts.wordpress.com/2010/01/13/bildungspolitik-gegen-deutsche-turken-lernen-turkisch-als-fremdsprache/

9 Savaş Genç, Westerwelle’nin gördüğü Türkiye’yi içimizdeki Merkeller görebilecek mi? 
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/yazar-25858-westerwellenin-gordugu-turkiyeyi-icimizdeki-merkeller-gorebilecek-mi.html

10 http://www.dw-world.de/dw/article/0,,5097995,00.html

11 Orgeneral Başbuğ, Berlin’de Resmi Temaslara Başladı, Big Haber, 
http://www.bighaber.com/orgeneral-basbug-berlinde-resmi-temaslarina-basladi/, 9 Eylül 2009

12 Savaş Genç, ‘Türkiye İçin Değişen Ne’, Zaman, 29 Eylül 2009

13 ‘Erdoğan, Merkel’le 40 Dakika Telefonda Görüştü’, Zaman, 6 Ocak 2009

14 ‘Ekonomide Türk Alman Dayanışması’, Almanya Bülteni, 
http://www.imap-institut.de/fileadmin/user_upload/Almanya_Buelteni_Ausgabe_7_2010_pdf.pdf

15 ‘Türk Alman İlişkileri’, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 9 Kasım 2009

16 ‘Türk Alman İlişkileri’, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 9 Kasım 2009

17 ‘2009’da 27 Milyon Turist Geldi, Almanlar Başı Çekti’, 
http://www.euractiv.com.tr/turizm/article/2009da-27-milyon-turist-geldi-almanlar-basi-cekti-008730, 31 Ocak 2010

18 ‘Türk Alman İlişkileri’, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 9 Kasım 2009

19 ‘Almanya’dan 19,7 Milyon Avro’luk Mali Destek’, İl Gazetesi, 
http://www.ilgazetesi.com.tr/2009/01/05/almanyadan-197-milyon-avroluk-mali-destek/, 5 Ocak 2009

20 ‘Alman Elçi Nabucco’yu Böyle Anlattı, Zaman, 14 Temmuz 2009.

21 ‘Almanya’nın Türk İşadamlarına İhtiyacı Var’, Haber 7, 
http://www.haberpan.com/almanyanin-turk-isadamina-ihtiyaci-var-almanyanin-mannheim-kentinde-turk-isadamlariyla-bulusan-bakan-haberi/

22 ‘Türkiye-Almanya Ekonomik İlişkileri Genişleyerek Devam Etmeli’, Tüm Gazeteler, 11 Nisan 2009, http://www.tumgazeteler.com/?a=5678338

23 ‘Türkiye-Almanya İlişkilerinde 2009 Yılı’, Zaman, 18 Aralık 2009. 

24 ‘Türkiye-Almanya İlişkilerinde 2009 Yılı’, Zaman, 18 Aralık 2009, 
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=928954

25 ‘Tır Şoförü Kazandı, AB’ye Vizesiz Kapı Aralandı’, Hürriyet, 20 Şubat 2009, 
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/11043627.asp

26 ‘Almanya Türkiye’ye Vizeyi Kaldırıyor’ Haber7, 16 Mayıs 2009, http://www.haber7.com/haber/20090516/Almanya-Turkiyeye-vizeyi-kaldiriyor.php

27 ‘Türkiye-Almanya İlişkilerinde 2009 Yılı’, Zaman, 18 Aralık 2009, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=928954

28 ‘Erdoğan, Almanya’da Türklere Yönelik Vize Uygulamasını Eleştirdi’, Porttakal Haber Portalı, 20 Nisan 2009, http://www.porttakal.com/haber-erdogan-almanya-da-turklere-yonelik-vize-uygulamasini-elestirdi-292856.html

29 ‘Erdoğan: Bunun Adı Ekonomik Faşizmdir.’, Haber7, 19 Nisan 2009, http://www.haber7.com/haber/20090419/Erdogan-Bunun-adi-ekonomik-fasizmdir.php?id=396203 

30 ......12 Soruda Deniz Feneri Davası, Radikal, 11 Eylül 2008, http://www.radikal.com.tr/Default.aspxaType=Detay&ArticleID=898145&Date=11.09.2008&CategoryID=77

31 Deniz Feneri Davasında Son Durum, Tüm Gazeteler, 15 Eylül 2008, http://www.tumgazeteler.com/?a=4115493 

32 Gün Gün Deniz Feneri Davası, Ntvmsnbc, 16 Ekim 2009, http://www.ntvmsnbc.com/id/24938931/

33 ’17. Hamburg Film Festivali’, Hamburghaber, 27 Ağustos 2009, http://www.hamburghaber.de/haber-17-HAMBURG-FiLM-FESTiVALi-1815/ 

34 ‘Türk-Alman Üniversitesi Kuruluyor’, Haber7, 28 Temmuz 2009, http://www.haber7.com/haber/20100401/TurkAlman-Universitesi-kuruluyor.php

35 Araştırmalara göre Almanya’da seçmen olan Türklerin sadece %10’u CDU’ya oy veriyor. Data 4U şirketi, Türklerin %55’inin SPD’ye ve %23’ünün Yeşillere oy verdiğine işaret ediyor.

36 Gerhard Hirscher ‘in New York Times daki yorumu için: http://query.nytimes.com/gst/fullpage.htmlres=9500E5D9143AF931A35755C0A96F9C8B63&sec=&spon=&pagewanted=all, 7 Ağustos 2010.


***

TÜRKİYE’NİN ALMANYA POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN ALMANYA POLİTİKASI 2009  BÖLÜM 1




Savaş Genç*, 
Bahadır Çelebi** 
* Doç. Dr., Fatih Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü.
** Araş. Gör., Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü.



TÜRK DIŞ POLİTİKASININ 2009 YILI GELİŞMELERİ

ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok 
analiz ağırlıklı olacaktır.

TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman

Giriş

Tarih boyunca Almanya-Türkiye ilişkileri olumlu bir seyir izlemiştir. 

Özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ilişkiler, ticari, askeri, kültürel ve teknik alanlara yayılarak, Almanya’yı, Osmanlı Devleti ve Türkiye dış politikaları içinde vazgeçilmez bir yere getirmiştir. 

Bu dönemde Osmanlı yöneticileri arasındaki Fransa hayranlığı Almanya hayranlığına dönüşmeye başlamış, örnek olarak Almanya alınmaya başlanmıştır. İngiltere ve Fransa ile kötüleşen ilişkiler, 

Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne sıcak bakmasıyla Osmanlı Devleti ve Almanya’yı müttefik birer ülke haline getirmiştir. II. Wilhelm’in, II. Abdülhamit’i ziyaretleri ve bu ziyaretler sonrasında birçok anlaşmanın imzalanması bu iyi ilişkilere örnektir.1  II Abdülhamit döneminde özellikle askeri alanda ilişkiler ileri düzeyde seyretmiş, Hicaz demiryolu gibi büyük bir proje Almanlara teslim edilmiştir. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti başta tarafsızlığını ilan etmesine rağmen 
Alman savaş gemilerinin Osmanlı Devleti’ne sığınmasıyla Almanya ile birlikte savaşa girmiş, yoğun ilişkiler yakın müttefikliğe dönüşmüştür. II. Dünya Savaşı’nda mesafeli olan ilişkiler, 1961 yılında imzalanan İşgücü Göçü anlaşması ile çok yeni bir boyut kazandı. 

Sanayisi büyüyen Almanya yarım milyon iş gücü ihtiyacının yalnızca 180 binini kendisi karşılayabiliyordu.2 Bu iş gücü açığı 1973 yılına kadar Türkiye’den gelen işçilerle kapatıldı. Bugün 3 milyona ulaşan Almanya’daki Türkiye kökenli insan nüfusu Almanya-Türkiye ilişkilerinde en önemli belirleyicilerden biridir.

Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli insan yaşıyor. 

Göçmen olarak bu ülkeye giden Türkiye vatandaşlarının yaklaşık 700.000’i Alman vatandaşlığına geçti. Bu kitle ikili ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Almanlar için turistik açıdan büyük bir cazibe merkezi olan Türkiye, her sene yaklaşık 5 milyon Alman vatandaşını ağırlıyor. Turizmin yanı sıra Türkiye’nin güzelliklerine hayran kalan özellikle emekli Almanlar yılın büyük bölümünü güney sahillerinde satın aldıkları yazlıklarında geçiriyorlar. Her sene sayıları biraz daha artan bu kitlenin nüfusu 70 bin civarındadır.

Son dönemde Türkiye-Almanya ilişkileri, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bağlamında da önem kazanmıştır. Avrupa’nın lokomotif gücü olan Almanya’nın desteği, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği için hayati önemdedir. Almanya’nın desteklemediği bir kararın Avrupa Birliği tarafından kabul edilmesi pek mümkün değildir. Bu bağlamda Almanya-Türkiye ilişkilerinin seyri, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği üzerinde de etkileyici niteliktedir. Almanya, seçim sistemi gereği koalisyonlarla yönetilen bir ülkedir. Ülkede tek başına 
iktidara gelmeyi başarabilen tek parti Hıristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) olmuştur ki olayın vuku bulduğu yıllarda ülke genelinde uygulanan %5’lik seçim barajını aşabilen üç parti bulunuyordu. 

2009 yılı içinde Almanya’da iki farklı hükümet görev aldı. Hıristiyan 
Birlik partileri başbakanlığında, Sosyal demokratlarla birlikte kurulan 
‘büyük koalisyon’ 2009 Ekim seçimleri neticesinde yerini yine Angela Merkel liderliğinde bu kez Liberallerle (FDP) kurulan hükümete bırakmıştır. Hali hazırdaki koalisyonun da, bir önceki ‘Büyük koalisyonun’ da küçük ortaklarının Türkiye’nin Avrupa Birliği içindeki destekleyicilerinden olduğunu söyleyebiliriz. 

Siyasi İlişkiler

1997 yılında Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un, 6 Hıristiyan Demokrat liderle birlikte yaptığı ‘Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için Avrupa Birliğine giremeyecektir’ açıklaması ile dibe vuran Türkiye-Almanya ilişkileri, 1998 yılında Gerhard Schröder önderliğinde Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller Partisi arasında kurulan koalisyon hükümeti ile yeni ve sıcak bir döneme girmiştir.3 Gerhard Schröder, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi de içine alarak 
genişlemesini ve küresel bir aktör konumuna yükselmesini savunmuş, 
bu düşünceyle Türkiye’yi destekleyerek, Türkiye’nin aday ülke statüsüne kavuşup tam üyelik müzakerelerine başlamasının en büyük destekçilerinden biri olmuştur. 1 Mart tezkeresi ile daha bağımsız bir aktör olarak ön plana çıkan Ankara her halükarda AB içinde dikkate alınması gereken bir ülke olarak tam üyelik müzakerelerine başladı. 2005 yılında yapılan Almanya parlamento seçimleri Türkiye-Almanya ilişkileri açısından yeni ve zor bir sayfa açtı. 1998 
genel seçimlerinde güçlü bir vizyonla iktidara gelen ve birinci parti konumunda olan Sosyal Demokrat Parti (SPD), bu tarihte birinciliği Hıristiyan Demokrat Birlik Partileri’ne (CDU/CSU) kaptırdı. Bir küçük parti ile koalisyon kurma şansı olmayan büyük partiler (CDU/CSU ve SPD) mecburen kendi aralarında büyük koalisyon hükümeti kurdular.

Büyük koalisyonun kurulduğu bu seçimlerde CDU/CSU partileri açıkça Türkiye’nin AB’ye tam üyelik politikalarını ve bu süreci destekleyen SPD’nin duruşu üzerinden propaganda yapacağını duyurdu. 

Seçim tartışmaları esnasında bu kartı sonuna kadar kullanan Birlik partileri son kez bu yolla kısmi bir başarı elde etmeyi başardılar. Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması, farklı bir kültürden gelmesi, çok büyük ve nüfusunun AB tarafından hazmedilemeyecek kadar yoğun oluşu ve daha birçok gerekçeyle Avrupa Birliği’ne tam üye olarak alınmaması için ‘imtiyazlı ortaklık’ gibi ara bir formül Angela Merkel ve partisi tarafından benimsendi. Alman şansölyesi Angela 
Merkel’in ağzından düşürmediği ‘imtiyazlı ortaklık’ AB literatüründe yeri olan bir terim değildir. Bu terim ile Merkel’in tam olarak ne kastettiği ise başta kendi partisi olmak üzere Alman siyasi aktörleri tarafından da tam olarak bilinmemekte dir. Sıradan bir CDU/CSU’lu seçmenin ya da partide görev alan bir siyasinin bu kavramdan anlayacağı şeyler muhtemelen farklı olacaktır. 

Her halükarda yıllarca Türkiye’yi insan haklarını çiğnemekle suçlayan, demokratikleşmesini eleştiren, ‘azınlıklara’ ve Kürtlere karşı tavrını sert bir şekilde kritize eden Birlik partilerinin, Ankara’nın demokratikleşme sürecini iç politika malzemesi yapması, Türkiye’deki değişim ve AB yanlısı demokratlar üzerinde unutulması güç derin yaralar açmıştır. 

Türkiye’nin içerde kendi yakın tarihi ile yüzleşip kendi ‘derin devletinden’ 
kurtulma mücadelesi verdiği dönemde Birlik partilerinin saflarını demokrasiden yana çok daha net bir şekilde belli etmesi beklenirken, CDU/CSU partileri, farklı hesaplar içinde bulunmayı ve Fransa’daki iktidar değişikliğini de arkalarına alarak Sarkozy ile birlikte yekpare bir ‘karşı cephe’ oluşturmayı tercih ettiler.

Alman Sosyal Demokratlar’ın ve yeni koalisyon ortakları Liberal parti FDP’nin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine tam destek vermelerine rağmen, Angela Merkel’in başbakanlığı Türkiye ve Almanya arasında, AB ekseninde 2005’ten bu yana soğuk rüzgârların esmesine sebep olmaktadır. Özellikle bu sürecin Almanya içinde seçim malzemesi olarak kullanılıyor oluşu, Türkiye’de iktidar partisinin 
yanı sıra AB serüvenine inanan kitleleri zor durumda bırakmıştır. 
2009 yılı işte tam da bu nedenle Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği 
adına bu soğuk rüzgârların esmeye devam ettiği bir yıl oldu.

Angela Merkel parti olarak (CDU/CSU) Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasına karşı olduklarını fakat Türkiye ile çok yakın ilişkileri devam ettirmek istediklerini, bunu da ‘İmtiyazlı Ortaklık’ gibi bir formülle yapmayı düşündüklerini başbakan olmadan önce ilan ederek bir karşı tavır sergilemişti. Türkiye bu teklifi 
daha ilk günden itibaren şiddetle reddederek, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye verdiği sözleri tutması gerektiğini her fırsatta ifade etti. 

Buna karşın Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği gündeme geldiğinde 
Angela Merkel ve Alman Hıristiyan Demokratları ‘İmtiyazlı Ortaklık’ 
formülünü defaatle zikretmekten geri durmadılar. 11 Mayıs 2009 tarihinde Berlin’deki Potsdamer Platz meydanında düzenlenen bir etkinliğe Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile birlikte katılan Angela Merkel, ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine hayır, imtiyazlı ortaklığa evet’ diyerek Türkiye’nin birliğe tam üyelik fikrine karşı tutumunu yineledi. Aynı etkinlikte konuşan Alman Hristiyan Demokrat Parti’nin gençlik kolu olan Genç Birlik başkanı Philipp 
Messfelder daha da ileri gidip Türkiye hakkında sert ifadeler kullandı: 

“Avrupa’nın ortak değerler temelinde kurulmasını istiyoruz, Türkiye’nin burada yeri yok”.4 Alman hükümetinin koalisyon ortağı CDU partisinin 2005 yılından bu yana Türkiye’ye karşı tutumunu gözler önüne seren bu ifadeler haklı olarak Türkiye’nin tepkisini çekmektedir. 

Alman iç politikasında prim yapması muhtemel bu sert beyanatlar, ekonomik olarak oldukça zayıf bir görüntü çizen ve AB’den başka hiçbir alternatifi olmadığı ezberi ile hareket eden 90’lı yılların klişe Türkiye imajına dayandırılarak verilen yanlış tepkilerdir.

Alman Birlik Partileri’nin bu tavrı, Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’ye karşı daha da olumsuz tutumuyla birleşince, Türkiye hükümetinin işini demokratikleşme sürecinde iç, vizyon belirleme noktasında ise dış politikada daha da zorlaştırmış tır. İç politikada Avrupa muhalifleri ile mücadele eden Ak Parti hükümeti, dış politikada da Almanya ve Fransa’nın bu sert tutumuna karşı farklı açılımlarla konum belirlemeye çalışmaktadır. 

Enerji politikaları ile Orta Asya zenginliklerini dünya pazarlarına açan, Orta Doğu’da kurduğu stratejik birliktelikler sayesinde cazibe merkezi haline gelen ve Obama iktidarı döneminde transatlantik eksende daha da önem kazanan Türkiye, Berlin’deki Birlik partisi yetkililerine takındıkları tavrın yanlışlığını göstermeye başladı. 

Özellikle küresek ekonomik krizde Brüksel’den büyük destek alan Akdeniz ülkeleri bir bir sarsılırken yeni dış politika bağlantıları ile farklı pazarlara açılan ve yabancı sermayenin cazibe merkezi haline gelen Türkiye’nin ekonomik büyüme kaydetmesi 2009 senesi içinde Almanya gündeminde bir başarı öyküsü olarak tartışılmıştır. 

Alman koalisyon hükümetinin büyük ortağı Hıristiyan Demokrat Birlik Partileri  ’nin ( CDU/CSU ) bu olumsuz tutumuna rağmen, koalisyonun diğer ortağı Sosyal Demokrat Parti ve 2009 Ekim seçimleri akabinde koalisyon ortağı olarak iktidara gelen FDP Türkiye’ye karşı sıcak tutumunu sürdürdü. Almanya’da Eylül 2009’da yapılan seçimlerden önce Sosyal Demokratların başbakan adayı Frank-Walter Steinmeier, Türkiye ile Almanya Dışişleri Bakanlıklarının stratejik diyalogu 
geliştirmek amacıyla düzenli şekilde görüşmeleri ile ilgili bir karar aldıklarını ifade ederek Türkiye ile ilişkilerin önemini vurguladı.5

2009 yılı, Almanya’daki seçimler nedeniyle de Türkiye için kritik bir yıldı. Seçime Türkiye karşıtlığı propagandasıyla giren Alman Hıristiyan Demokrat Partisi’nin genel başkanı Angela Merkel, 2005 yılından bu yana süren Hıristiyan Demokrat/Sosyal Demokrat koalisyonunu dağıtma hedefine ulaşarak seçimden yüzde 33,9 oyla galip ayrıldı. Bu netice Hıristiyan Demokratların aldıkları en düşük oy oranı olarak tarihe geçerken, Birlik partileri özellikle ekonomik 
krizin etkili olduğu bir dönemde artık seçmenlerinin de canını sıkmaya 
başlayan Türkiye karşıtlığı söylemi ile cezalandırılmış oldular. 

Merkel’in Sosyal Demokratlar yerine koalisyon ortağı olarak görmeyi 
arzuladığı liberal Hür Demokratlar da (FDP) yüzde 14,6 oy alarak 
3. Parti oldu ve Hıristiyan Demokratlarla birlikte koalisyon hükümetini 
kurdu.6 Koalisyon sözleşmesinde, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda Türkiye ile sürdürülen müzakerelerin ‘sonucu açık’ şekilde yürütülmesi, Türkiye’nin üyeliğinin reddedilmesi durumunda ise Avrupa Birliği ile imtiyazlı ortaklığın teklif edilmesinin yer alması,7 Türkiye tarafından hoş karşılanmadı. Seçimlerin ardından Angela Merkel’i arayarak tebrik eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, telefon görüşmesinde Türkiye-Almanya ilişkilerinin geleceği 
hakkında olumsuz bir değerlendirmenin söz konusu olmadığını kamuoyuna beyan etti. Merkel’in AB ekseninde açık bir şekilde yürüttüğü Türkiye karşıtlığına rağmen her iki lider de bu konunun ikili ilişkileri zedelememesi için hassasiyet göstermektedirler.

Türk-Alman ilişkilerine her iki ülkenin medyasında Merkel’in ‘imtiyazlı ortaklık’ teklifi nedeni ile daha çok AB penceresinden bakılmaktadır. Almanya’da yaşayan yaklaşık 3 milyon Avrupalı Türk’ün, Alman vatandaşı olan 700 bininin ikili ilişkilerdeki rolü göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Almanya kendi içinde henüz tam olarak entegre edemediği bu kitle ile yola nasıl devam edeceği hususunda hemfikir olmuş bir görüntü çizmiyor. Göçmenlerin eğitim, dil, entegrasyon ve aidiyetlik sorunları Alman iç politikasının değişmeyen 
gündemlerindendir. ‘Misafir işçi’ sıfatı ile bu ülkeye getirilen kitlelerin 
‘göçmen’ kimliğine kavuşması ve kanunlarının bu kavramla ifade edilerek yeniden yazılması Türk-Alman ilişkilerinde çok önemli yapıcı politikalar izleyen SPD lideri Gerhard Schröder şansölyeliği döneminde gerçekleştirilmiştir. 

Hatalarla dolu yakın göç tarihine bakıldığında, göçmenlerle Alman devleti arasında yaşanan ciddi bir güven bunalımının söz konusu olduğunu ifade edebiliriz. Bu negatif anlayışın Ankara’nın AB’ye Berlin vasıtası ile entegre olması ile kırılabileceğini düşünen Schröder hükümeti hem Türkiye’nin yeni vizyonuna destek vermek hem de içerideki Türkiye kökenli göçmenler ile aralarındaki ‘güven bunalımını’ aşmak adına oldukça somut pozitif adımlar atmıştı. Özellikle 
son iki seçimde Schröder’in oluşturmaya çalıştığı bu pozitif eksenin yerini daha sert, göçmenler ve Türkiye-AB ilişkileri üzerinden siyaset yapan ‘kolaycı’ bir söyleme bıraktığını gözlemliyoruz. Birlikte hareket edip sıcak pozlar veren Erdoğan-Schröder ikilisi 2009 senesi içinde sadece eski Şansölye’nin doğum günü partisinde bir araya gelebildiler. Birçok dünya lideri ile kişisel ilişkileri üzerinden iletişim kurmasını beceren Erdoğan, Schröder ile kurduğu sıkı bağları 
Merkel döneminde oluşturma fırsatını bulamadı.

 Başbakan Erdoğan’ın Almanya seyahatleri esnasında bu ülkede yaşayan Türkiye vatandaşları ile gerçekleştirdiği kapalı spor salonu toplantılarında kullandığı ifadeler satır aralarından çekilerek Alman medyasında günlerce konuşulan ‘milliyetçi’ ve ‘entegrasyon karşıtı’ bir tablo oluşturulmaya çalışıldı. Aslında, Almanya’da yaşayan Türkiyelilere her fırsatta bu ülkenin vatandaşlığına geçip iyi seviyede Almanca öğrenmeleri gerektiğini tavsiye eden Erdoğan, bunun yanında 
mutlaka bu ülkeye entegre olun ama kesinlikle asimile olmayın tavsiyelerinde de bulunuyor. Asimile olmamanın yolunun ana diline sahip çıkmaktan geçtiğini ifade eden Erdoğan Türkçeye özel bir önem veriyor. Almanya’da açılacak Türk liselerinin bu anlamda tarihi bir rol üstleneceğine inanan Başbakan ısrarla bu ülkede Türkiyeli öğretmenlerin de görev alacağı örnek okulların açılmasından yana tavır sergiliyor. Almanya’daki Türkiyelilerin kötü seviyedeki Almancalarına 
bakarak bu karara tavır alan muhafazakâr Almanların görmedikleri bir şey var. Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin anadilleri de konuştukları Almanca kadar kötü ve anlaşılmaz. Anadilini bu kadar kötü konuşan bir kitlenin ikinci bir dili öğrenmesinin de çok zor olduğunu belirten pedagoglar bu noktada anadilin geliştirilmesinin önemine dikkat çekiyorlar.8

Erdoğan’ın Almanya’da yaşayan Türkiyelilerle gerçekleştirdiği toplantılar yukarıda zikredilen ‘Türkçe’ ve Türk liseleri’ başlığı neticesinde farklı bir konuyu gündeme getirmiştir. Almanya’da Erdoğan’ı dinleyen coşkulu kitleler hala Ankara’nın etki alanındadır. Bu kitle ağırlıklı olarak izlediği Türkiye televizyonları sayesinde Türkiye gündemini yakından takip ediyor. Tüm bu gerçekler Avrupalı Türklerin Almanya’ya entegrasyon süreçlerinde Ankara’nın oynayabileceği 
rolleri işaret etmektedir. Ankara ile Berlin bu ve benzeri konularda ortak projeler geliştirebilirler. Türk-Alman ilişkilerinin yakın gelecekteki ilgi alanlarından bir tanesi de rasyonel hareket edebilen iktidarların oluşturacağı işbirliği komisyonları vesilesi ile kurgulanacak entegrasyon politikaları olacaktır. Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın Almanya’da yaşayan Türkiyeliler ile gerçekleştirdiği toplantıların Alman medyasını ve ülke gündemini uzun süre meşgul etmesi bir Türk siyasinin Berlin gündemini kolaylıkla değiştirebilecek güçte olduğunu da gösteriyor. Başbakan’ın ifadelerinin özellikle Alman muhafazakar basını tarafından çok ağır bir üslupla eleştirilmesinin ardında biraz da bu gerçek yatıyor olabilir.

Birçok olumsuz etkene rağmen 2009 senesi içinde de Türkiye ve Almanya arasındaki ikili ilişkiler karşılıklı ziyaretlerle zinde tutulmaya çalışıldı. 2009 senesi içinde Almanya’nın yeni koalisyon ortağı liberallerin parti lideri ve Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle Ankara ve İstanbul’u kapsayan çok verimli ve pozitif bir ziyarette bulundu. Westerwelle’nin Türkiye’de yaptığı açıklamalarda Ankara’nın AB üyeliğine tam destek verdiğini ifade etmesi Berlin’de negatif tepkilerle karşılandı.9 Koalisyon ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik partisinin genel 
sekreteri Alexander Dobrindt, Dışişleri Bakanlarının Türkiye gezisi devam ettiği esnada tehditkâr bir tavırla Westerwelle’ye ‘Türkiye’ye tutamayacağın gizli sözler verme!’ ikazında bulundu.10 Berlin’den gelen sert açıklamaların basına yansıması akabinde, Westerwelle’ye olumlu mesajlarını şahsi olarak mı yoksa Alman Dışişleri Bakanı sıfatı ile mi verdiği sorusu Türkiye basın mensupları tarafından soruldu. 
Buna benzer iğneleyici sorulara muhatap olan Westerwelle: “Burada kısa şortumla kumsalda gezinen bir Alman turist olarak değil de Dışişleri Bakanı olarak bulunuyorum, tabii ki sözlerim bağlayıcıdır” cevabını verdi.

Alman Dışişleri Bakanı haricinde Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri planlaması çerçevesinde Türkiye’yi ziyaret etti. Alman Eğitim ve Araştırma Bakanı Anette Schavan Ankara’da temaslarda bulunan bir diğer Federal 

Alman kabinesi üyesi oldu. Başbakan Erdoğan haricinde Almanya’ya resmi ziyarette bulunan iki kabine üyesi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin oldular. Karşılıklı ziyarette bulunan siyasetçiler Almanya-Türkiye ilişkilerinin önemini ve bu ilişkilerin her alanda geliştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, iki ülkenin ilişkilerini arttırarak devam ettirme niyetini ortaya koymuş oldular. İki ülke arasında bulunan köklü kültürel anlaşmaların iyi niyet 
temennileri ile daha üst seviyelere çekilmesi gerektiğini savunan Bakanlar özellikle 2010 Hessen ve İstanbul AB Kültür Başkenti programları kapsamında ortak hareket etme kararı aldılar.

Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 9 Eylül 2009’da Berlin’i ziyaret etmesi de Türk-Alman askeri ilişkilerini tazelemiş oldu. Alman Genel Kurmay Başkanı Wolfgang Schneiderhan ve Savunma Bakanı Franz Josef Jung ile görüşen İlker Başbuğ’un Berlin ziyareti bir Türk Genel Kurmay Başkanı’nın 13 yıl aradan sonra Almanya’ya ilk resmi ziyareti yapması adına da önemli olmuştur.11 

Merkel hükümeti prensip olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasına olumsuz bakmasına karşın Türk hükümeti ile güvenlik alanında ve askeri alanda da üst düzey ilişkilerini korumuştur.

Kökleri Osmanlı Devleti’ne dayanan Türk-Alman ilişkileri ve Avrupa Birliği’ne tam üye olmayı kesin hedef haline getirmiş bir Türk Dış Politikası, Almanya’daki iktidar değişikliğinden etkilenmeyecek kadar sağlam bir yapıya sahiptir. Almanya’daki Türk seçmenin ilgileri ve beklentileri de, Türkiye’nin dış politikasın dan daha çok, kendi geleceklerini ilgilendiren konulara yönelmiş durumdadır.12 Türkiye için lobi yapması beklenen kitlelerin bu anlamda gerçekleştire bilecekleri en güzel lobi kendi sosyo-ekonomik statülerini ilerleterek çok daha güçlü bir temsil hüviyeti kazanmaları olacaktır. Alman halkının yüzde 60’ı sahip olduğu Türk ve Türkiye imajını, komşusu olan Türklerden ve Alman basınından edinmiştir. Bu anlamda Almanya’da yaşayan Türklerin her anlamda gelişerek, Türk ve Türkiyeli imajının olumlu gelişmesine katkıda bulunmaları gerekmekte dir. Sosyal hayat içinde arzu edilen bir noktada olmayan Türk kökenli göçmenler in Ankara adına direkt lobi girişimleri çok büyük bir mana ifade etmiyor.  

   Almanya’da henüz genel ve yerel seçimlere bile istenilen ölçüde katılmayan, oy kullanmayan, siyasi partilerde yeterince organize olmayan, sivil toplum örgütlerinde sadece sembolik isimlerle temsil edilen bir kitlenin yapacağı lobi de ancak bu ölçüde etkili olacaktır.

Sadece siyasi değil ekonomik, kültürel ve sosyal alanda da yaşanan gelişmeler Türkiye ve Almanya ilişkilerini hükümetler üstü bir noktaya taşımıştır. 
Bu bağlamda, Türkiye-Almanya ilişkileri tarafların bazı olumsuz açıklamalarına ve iç politika endişeleri nedeniyle yapılan bazı olumsuz değerlendirmelere rağmen normal seyrinde devam etmeyi sürdürecek gibi görünüyor.

2009 yılının başında Erdoğan’ın Angela Merkel’i arayarak 40 dakika boyunca İsrail’in Gazze saldırısı konusunda görüşmesi Türkiye ve Almanya’nın dünya siyasetinde birlikte hareket etmeye çalışan ve fikir alışverişinde bulunan birer ortak olduğunu göstermiştir. Bu telefon görüşmesinde Merkel ve Erdoğan Gazze saldırısına ilişkin ateşkesin sağlanması ve Mısır’dan Filistin’e tüneller aracılığıyla 
giren gizli silahların engellenmesi konusunda fikir alışverişinde bulunmuşlardır. Ayrıca Erdoğan, Merkel’e Almanya ve batılı ülkelerin İsrail’e baskı yaparak barış görüşmelerine ikna etmesini önermiş, Merkel’de Mısır sınırından Filistin’e giren silahların engellenebilmesi için uluslararası bir gözetim mekanizması kurulması gerektiğini ve Türkiye’nin bu kurulacak mekanizmada aktif rol alması gerektiğini 
belirtmiştir.13

Türk-Alman ilişkileri her ne kadar AB merkezli bir gündem ile değerlendiriliyorsa da ekonomik açıdan ilişkiler farklı bir mecrada artan bir ivme ile devam ediyor. Ankara-Berlin-Brüksel ekseninde takip edilen ilişkiler daha çok Alman iç politikası nın mevcut polarizasyonundan dolayı bu konumdan çıkamıyor. Almanya’da vuku bulan seçimlerde Türkiye’nin ve Türkler’in kampanya malzemesi yapılması  fotoğrafın tamamının görülmesini engellemektedir. Siyasi hesapların dışında kendi rotasında yol alan ve hacmi sürekli büyüyen ilişkiler her iki ülkenin gelecekte çok daha rasyonel hareket etmesine neden olacaktır.


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***