AB Petrol Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AB Petrol Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2019 Perşembe

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 4

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 4


3. AVRUPA VE GÖÇ OLGUSU 

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortadan kalkan Avrupa’ya yönelik komünist tehdit algısı yerini yeni güvenlik tehditlerine bırakmıştır. Bu yeni yumuşak güvenlik tehditlerinden biri de Kuzey ve Güney’e ek olarak, Avrupa’nın batısı ile doğusu arasında açıkça beliren ekonomik “uçurum” neticesinde ortaya çıkan kitlesel göç ve sığınma sorunudur. 2003 yılında yayınlanan AB Güvenlik Strateji Belgesi’nde de Birlik’e yönelik tehditler arasında sayılan yasa dışı göçe ilişkin Didier Bigo, “Avrupa’yı korkutan ne terörizm ne uyuşturucu ne de organize 
suçtur. Esas korkutan, kitleler halinde gelip Avrupa’ya yerleşmek isteyen göçmenlerdir. 
Bunun yarattığı korku yanında, birincilerinin lafı bile edilemez.” Saptamasında bulunmaktadır.29. 

Avrupa göç olgusu ile çeşitli dönemlerde, farklı biçim ve boyutlarda karşılaşmış, günümüze yaklaştıkça da bu göç dalgaları hız ve dolaşım açısından daha farklı ve karmaşık bir yapıya bürünmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde AB ülkelerinin özellikle eski sömürgelerinden yoğun miktarda göç aldığı görünmektedir. Örneğin, 1954-1962 yıllarında Cezayir’de yaşayan 1 milyondan fazla Fransız ve Fransız hükümeti ile işbirliği içindeki 180.000 Cezayirli, aileleri ile birlikte Fransa’ya göç etmiştir30. 1945-1950’li yıllarda İngiltere’ye, 
Milletler Topluluğu’ndan –özellikle Hindistan ve Pakistan– göçler yaşanmıştır. 1951 yılında 218.000’e ulaşan göçmen sayısı, 1961 yılında 514.000’e yükselmiştir31. 

1950’li yılların başında ekonomik bakımdan kendini toparlayan ve hızla kalkınmaya başlayan Avrupa ülkeleri, 1960’lı yıllarla birlikte emek açığı sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. İşgücü piyasalarında meydana gelen bu boşluğu doldurmak üzere misafir işçilere ihtiyaç duyulması neticesinde İtalya, İspanya ve Kuzey Afrika’dan çok sayıda göçmen Batı Avrupa ülkelerine gitmiştir. Yine bu bağlamda Türkiye, Almanya ile 1961’de, Avusturya, Belçika ve Hollanda ile 
1964’te ve Fransa ile 1965’te iş gücü anlaşmaları imzalamıştır32. Bu dönemde göçün ekonomik bir gereklilik olarak algılanmasına karşın göçmen sayısındaki yükseliş sosyo-kültürel açıdan birtakım endişelere neden olmaya başlamıştır. 

1974’teki petrol krizi ile yükselen enerji fiyatları ekonomik durgunluk, enflasyon, işsizliğin artması gibi sorunları beraberinde getirmiş, 60’lı yıllarda yaşanan emek açığı dönemi bitmiş hatta Avrupalılar iş bulmakta sıkıntı yaşamaya başlamışlar dır. Bu durum, göçmen azınlık grupları oluşturmaya başlamış misafir işleri, ırkçı ve yabancı düşmanı tutumlarla yüzleşmek zorunda bırakmıştır. Böylece 1980’li yıllarla birlikte göç olgusu Avrupa’nın iç sorunu olarak belirmeye başlamış, bu bağlamda entegrasyon kavramı da ön plana çıkmıştır. 

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, ardından da SSCB’nin dağılışı sonucunda ortaya çıkan ekonomik ve siyasi kaos ortamı Avrupa’ya doğru yeni bir göç akımı ortaya çıkarmıştır. Yine 1990’larda Balkanlar’da yaşanan kriz ve Bosna-Hersek Savaşı yeni bir göç akımı yaşanmasına neden olmuştur. Bosna Hersek Savaşı’nda yer değiştiren yaklaşık bir buçuk milyon insandan 650.000’i ülke dışına çıkmış olup 350.000 göçmen Almanya’ya, 150.000 Hırvatistan’a, 80.000 
Avusturya’ya ve 50.000 de İsveç'e göç etmiştir33. 

3.1. Ortak Göç ve Sığınma Politikası için Çalışmalar 

Yaşanan bu göçler, ekonomik ve politik entegrasyonu güçlendirmek isteyen AB üyesi ülkeleri Birlik düzeyinde ortak politika üretmeye itmiştir. 1974’teki petrol krizi sonrası Paris’te toplanan Avrupa Topluluğu Konseyi’nde misafir işçilerin durumlarının ele alınması, göç olgusunun sorun olarak görünmeye başladığına işaret etmektedir. Bu dönemde, özellikle Topluluk içerisinde misafir işçilere karşı ulusal politikaların nasıl olması gerektiği ve sınır kontrolleri konusunda görüş alışverişleri yapılmıştır34. Yine bu dönemde Avrupa Topluluğu’na üye devletlerin, terörizm, uyuşturucu ve organize suçların takibine dair konularda işbirliği ve 
bilgi değişimine başlama kararı almasıyla TREVI (Terrorism, Radicalism, Extremism, Violence International) Grubu ortaya çıkmıştır. İlk toplantısını Lüksemburg’da 1976 yılında gerçekleştiren TREVI Grubu bir yapılanmadan çok, bilgi alışverişinin gerçekleştirildiği bir forum niteliğindedir. Bu grubun amacı, öncelikli olarak terörizm ile mücadele ve iç güvenliği sağlamak iken 1985 yılı itibariyle yasa dışı göç kavramı da TREVI Grubu’nun gündem maddeleri arasına eklenmiştir35. Maastricht Antlaşması ile üçüncü sütunun ortaya çıkması 
sonucu TREVI Grubu ortadan kalkmıştır. 

1986’da imzalanan Avrupa Tek Senedi ile 31 Aralık 1992 tarihine kadar tek pazarın tamamlanması ve iç sınır kontrollerinin kaldırılması öngörülmüştür. Bu hedefin doğal bir sonucu olarak “dışarıya karşı güvenlik” boyutu, hedef tarih yaklaştıkça, Topluluk gündeminin ilk sıralarına oturmuştur. Bu bağlamda 1985 yılında imzalanan ve katılımcı devletler arasındaki sınırları ortadan kaldıran Schengen Antlaşması büyük önem taşımaktadır. Bu antlaşma ile Belçika, Fransa, Almanya, Lüksemburg ve Hollanda, ortak sınırlarındaki sınır kontrollerini tedrici olarak kaldırmayı ve vatandaşları için hareket özgürlüğünü sağlamayı kabul etmiştir. Ocak 2012 itibariyle AB dışından İzlanda, İsviçre ve Norveç’in de katılımı ile Schengen ülkelerinin sayısı 25’e ulaşmıştır. Yasa dışı göçle ilgili olarak Schengen Antlaşması’nda dış sınırlarda giriş çıkışlara ilişkin ortak kuralların belirlenmesi, kısa bir süre için Schengen Bölgesi’ne gelen şahıslarla ilgili olarak giriş ve vize şartlarına ilişkin kuralların uyumlu hale getirilmesi, sınırların gözetimi konusunda ilgili idari birimler arasındaki koordinasyonun sağlanması, yasa dışı göçle mücadelede taşıyıcıların rolünün tanımlanması, 
iltica talebinde bulunanlara ilişkin kuralların belirlenmesi, Schengen Enformasyon Sistemi’nin yaratılması gibi hükümler bulunmaktadır36. Bununla birlikte iç sınırların ortadan kalkması dış sınırların korunabilmesine yönelik ciddi tartışma ve endişeleri de beraberinde getirmiştir. 

Sığınma politikası konusunda ise ilk önemli gelişme 1990 yılında imzalanan Dublin Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme, sığınma başvurusunda bulunan kişinin AB’ye ilk giriş yaptığı ülkenin, söz konusu başvuruyu değerlendirmekten sorumlu olması hükmünü içermektedir. Bu sözleşmede “Aile Birleşmesi” kavramı ortaya atılmış, güvenli üçüncü ülkeye geri gönderme konusu belirlenmiş ve bu sözleşme Adalet Divanı’nın yargısal kontrolü dışında bırakılmıştır37. Ayrıca Maastricht Antlaşması henüz yürürlüğe girmeden üye devletler 1992’de Londra’da yaptıkları toplantıda sığınma politikalarını yakınlaştırmak adına “üç ilke kararı” almıştır.38. Bu kararlardan ilki açıkça temelden yoksun sığınma başvuruları için  hızlandırılmış   standart bir prosedür izlemeyi amaçlamaktadır. İkinci karar ciddi zulüm riski olmayan ülkelerden gelen kişilerin başvurularında standart bir prosedür izlemeyi öngörmektedir. Üçüncü karar ise ev sahibi üçüncü ülkelerle ilgili meselelerde uyumlaştırılmış bir AB yaklaşımı sağlamayı hedeflemektedir. 

AB’nin günümüzdeki üç sütunlu yapısının şekillendiği Maastricht Anlaşması göç konusunda politikalar oluşturulması açıdan önemli bir dönüm noktasıdır. Göç konusu, Maastricht Antlaşması ile kurulan üç sütunlu yapının “Adalet ve İçişleri” başlıklı üçüncü sütununda yer almaktadır. Söz konusu antlaşma, sığınmacılar, dış sınırların geçilmesi, yasa dışı göç, uyuşturucu ve dolandırıcılık, gümrük ve polis işbirliği gibi göç konusundaki birçok soruna atıfta bulunmaktadır39. Yine bu antlaşma ile bir Avrupa Polis Teşkilatı (EUROPOL) kurulması yoluyla bilgi alışverişi sağlayacak bir sistem öngörülmüştür. 1994 yılında sınırlı bir şekilde 
Europol Drug Unit olarak uyuşturucu ile ilgili çalışmalara başlayan birimin ilgi alanı terörizm, yasa dışı göç, insan ticareti, kara para aklama ve siber suçları da kapsayacak şekilde giderek genişlemiş ve 1999’dan itibaren de tümüyle işlevsel hale gelmiştir. 

1997 tarihli Amsterdam Anlaşması’nda Europol, adalet, özgürlük ve güvenlik alanında vatandaşlara en yüksek düzeyde koruma sağlayacak bir araç olarak nitelendirilmektedir. 
Amsterdam Antlaşması ile Schengen Müktesebatı, Topluluk hukukunun bir parçası olmuştur. Yine bu antlaşma özellikle üçüncü ülke vatandaşlarına karşı vize, göç ve sığınma konusunda ortak hükümler düzenlenmesi yükümlülüğü getirmektedir. 

Ayrıca 1998 Viyana Zirvesi’nde Konsey ve Komisyon'un bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturan Amsterdam Antlaşması’nın hükümlerinin en iyi şekilde nasıl uygulanabileceğine ilişkin bir eylem planı kabul edilmiştir. 
Bu plan uyarınca, göç kaynağı ülkeler ile transit ülkeler arasında işbirliğine gidilerek yasa dışı göçle mücadele edilmesi ve yasa dışı göçmenlerin geri 
gönderilmeleri amacıyla AB bünyesinde ortak politikalar geliştirilmesi öngörülmüştür. 

Yine 1999 Tampere Zirve kararları uyarınca Birlik’ten yasa dışı göçle mücadeleye yönelik tedbirlerin uygulanması ile etkin bir göç politikasının geliştirilmesi arasında dengeli bir yaklaşımı ortaya koyması beklenmiştir. Sonuç kararlarında ortak Avrupa sığınma sistemi kurulması amacı belirtilmiş ve bu amaca yönelik dört temel unsur saptanmıştır40: sığınma başvurusunu incelemekten sorumlu olan devletin belirlenmesi, adil ve etkili bir sığınma sistemi ve sığınmacıların kabulü için ortak standartlar, mülteci statüsünün tanınması ve içeriği ile ilgili kuralların yakınlaştırılması. Uzun vadede Topluluk kurallarının ortak bir sığınma 
prosedürünü ve Birlik çapında geçerli tek tip sığınma statüsünü içermesi gerektiğine de değinilmiştir. 

3.2. 11 Eylül Saldırılarının Ardından Avrupa’nın Göçe Yaklaşımı 

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de bulunan Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yönelik saldırıların Müslüman teröristlerce gerçekleştirilmesi ve bu teröristlerin ABD’ye göç etmiş kişiler olması, Batı’da özellikle Müslüman göçmenlere yönelik kuşkuları beraberinde getirmiştir. 11 Eylül saldırıları sonucu AB’nin gündemi de değişim göstermiş ve terörizm en önemli konu olarak gündeme gelmiştir. Aralık 2001 Laeken Zirvesi’nde liderler, organize olarak göç konusunda gerekli ilerlemenin sağlanamadığını kabul edip ortak bir göç politikasının oluşturulması yönündeki çabalara hız verilmesini kararlaştırmıştır. Yasa dışı göç üzerinde özellikle durulmuş, AB Komisyonu 15 Kasım 2001 tarihli Bildirisinde, yasa dışı göçün ne zaman ortaya çıktığını açıkça ifade etmiştir. Bildiriye göre yasa dışı göç, bir üçüncü ülke vatandaşının üye devletlere yasa dışı yollarla girmesi, bir üçüncü ülke vatandaşının üye devletlerde yasa dışı olarak oturması ve yasal yollarla girip de oturma süresini aşması durumunda söz konusu olmaktadır41. 

Saldırılar neticesinde terörizm ile göç arasında kurulan bağlantı, oluşturulmaya çalışılan ortak göç politikasının katı bir çizgide devam etmesine yol açmıştır. 5 Aralık 2001’de, Avrupa Komisyonu’nu yayınladığı bir çalışma belgesinde üye ülkelere, terörist olduğundan şüphelendikleri sığınmacıları 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 1. maddesinin F bendi uyarınca reddedebileceklerini öne sürmüştür. Bu maddeye göre, barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç 
işlediğine; mülteci sıfatıyla kabul edildiği ülkeye sığınmadan önce, sığındığı ülkenin dışında ağır bir siyasi olmayan suç işlediğine; BM’nin amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğuna dair hakkında ciddi kanaat mevcut olan bir kişi hakkında Sözleşme hükümleri uygulanmayacaktır42. Böylece sübjektif bir değerlendirmeye tabi tutulacak sığınmacıların mülteci statüsü alması daha da zorlaşmıştır. 

Ayrıca 2002 yılının Nisan ayında Avrupa Komisyonu yayınladığı Topluluk Yasa dışı İkâmet Edenler için Dönüş Politikası-Yeşil Kitap (Green Paper on a Community return policy on illegal residents) uyarınca geri dönüş ve iade politikaları ile üçüncü ülkelere yönelik AB göç politikalarının kapsamlı hale getirilmesini amaçlamıştır. 2002 Seville Zirvesi’nde ise mülteciler ve sığınmacılarla ilgili konular ön plana alınmış ve yasa dışı göç ile mücadele konusunda vize zorunluluğu getirilecek olan üçüncü ülkelerin listesinin hazırlanması, vize verileri için ortak kimlik sisteminin oluşturulması, geri kabul anlaşmalarının sonuçlandırılması gibi ilerlemeler öngörülmüştür. Ayrıca göç veren ülkeler ile yakın ekonomik işbirliği, kalkınma desteği ve çatışmaların önlenmesi gibi girişimlerin gerçekleştirilmesi kararı alınmıştır ki buradaki amaç 
göçün daha gelmeden önlenmesini sağlamaktır. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***