ABDULLAH AĞAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABDULLAH AĞAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2016 Cumartesi

Özgür Çevik Yüzbaşı ve Murat Özer Uzman Çavuş’un Şehadetleri Üzerinden: Irak sınırındaki Hisar Dağı ile Güven Dağı'nın Stratejik Önemi


Özgür Çevik Yüzbaşı ve Murat Özer Uzman Çavuş’un Şehadetleri Üzerinden: Irak sınırındaki Hisar Dağı ile Güven Dağı'nın Stratejik Önemi



Yazar: Abdullah Ağar
27 ekim 2016 perşembe


Çukurca, Sınır, Güven Dağı...

19 Ekim 2016, gece yarısına yakın bir vakit. 2.400 metre yüksekliğindeki dağın ciğer acıtan Ekim soğuğunda ve ayazında geceyi, karanlığı, dağı ve geçmeyen zamanı bekliyorlardı. Aynı zamanda çok da heyecanlıydılar.
Bu gece komşu Hisar dağına helikopterle indirme yapılmıştı. Hemen de çatışma çıkmıştı. Saat ondan beri hem telsizleri, hem de cümbüşüyle çatışmayı takip ediyorlardı.Nasıl takip etmesinler?
Hemen her şey gözlerinin önünde oluyordu. Helikopterler Hisar Dağına indirme yaparken, havadayken ateş açılmış, bir arkadaşları helikopterin içindeyken yaralanmıştı.

İyiydi çok şükür.

Açılan ateşlere rağmen indirme başarıyla gerçekleşmiş, Hisar Dağının zirvesi ele geçirilmişti.

Başarmıştı Dağ Komando.

5 gün önce onlar da Güven Dağı’nı çatışarak ele geçirmişlerdi. Dağa çıkarken 8 teröristi öldürmüşler, dördünü de yaralamışlardı. Önlerinden kaçan teröristler yaralılarını Irak’a kaçırmışlar, ama ölülerini kaçıramamışlardı. Canlarını yaktıklarından beri de sınırın öte yanına kurdukları havanlarla atıp duruyorlardı.
“Geçmiş olsundu.” Geçirilmişti!

İkide bir de doçka, bikisi ve keskin nişancı tacizi oluyordu. Bir kaç kere de sızmaya çalışmış, baskına yeltenmişlerdi.
Bunlardan birinde Murat Uzman 50 metreden iki teröristi birden indirmişti. Hoş, bu sadece Murat’ın hesabına düşendi. Birini de diğer arkadaşı indirmişti. Mevzileri en uçlarda bir yerlerdeydi. Gözünü budaktan esirgemezdi Murat, ama teröristle sadece güç ve cesaret üzerinden mücadele edilemeyeceğini de bilirdi. Akıl gerekirdi. O yüzden gündüz görüntü verdikleri yerlerde durmaz, hava karardıktan sonra başka yerlere geçerlerdi. Zaten iki teröristi de gündüz mevziisine sızmaya çalışırken avlamıştı.
Şimdiye kadar sızmaların hepsini boşa çıkarmışlardı. İyi de terörist düşürmüşlerdi. Ama Murat işlerin her zaman istediği gibi gitmeyeceğini de bilirdi.
Dağdı burası. Kurşun, bomba, şarapnel ADRES SORMAZDI.
Sözün özü; Güven dağını çatışa çatışa vuruşa vuruşa almışlardı, şimdilerde de çatışa çatışa, vuruşa vuruşa tutuyorlardı.

Zordu burası. Sınırın hemen üstüydü. Çok güvendikleri bir bölük komutanları vardı. Gencecik bir üsteğmendi ya, ateş gibi deli gibi biriydi. Çok sever ve sayarlardı. Hele Ağustos ortalarında başlayan Şemdinli operasyonlarında nasıl biri olduğunu hepten görmüşlerdi. Hedefe girerken hiç mi hiç geride kalmamış, hep en önde dalmış, tetiğe hep en önce o asılmıştı. O, komutandı.
Geceleri uyumuyorlardı. Üstüne artık çok da soğuk oluyordu. Hele bir de ayaz varsa. Şu saatlerde bir yandan kapkaranlık geceyi bekliyorlar, bir yandan da yanı başlarında devam eden Hisar Dağı çatışmasını takip ediyorlardı. Hava kapalıydı ya Hisar Dağı, mermi ve bomba yakamozlarında çakıp çakıp sönüyordu. Normalde yıldız ışığının olmadığı kapalı gecelerde dağ kapkaranlık olur, göz gözü görmez, bastıkları yeri bile bilemezlerdi.
Günün aydınlanmasına kadar hiç uyumadan karanlığı bekleyecekler, sonra fırsat bulduklarında uyumaya çalışacaklardı. Bir de çok üşüyorlardı. Artık bunu da doğan güneşle hallederler, kemiklerini ısıtırlardı.

Burası Güven dağıydı.

Ve Zap kampının açılış kapısıydı.

Oraya da dalacaklardı elbet. Şimdi Güven dağını tutmuş, Zap’a yukarıdan bakıyorlar, yarın Zap’tan Güven dağına bakmaya hazırlanıyorlardı.
Çukurca’nın Çağlayan – Uzundere bölgesinde Seni Tepe, Han Tepe, Dağbaşı Tepe, Kale Tepelerde başlayan operasyon dalga dalga genişliyordu. Yaklaşık 50 gündür buralardaydılar. Buralara gelmeden önce Şemdinli’de yapılan operasyonlara katılmışlar, sonra da 3.717 metredeki Buzul Dağına Havillati’ye vurmuşlardı. Orası da çok soğuktu.
Havillati, Ağrı dağından sonra Türkiye’nin en yüksek yeriydi. Yanındaki Hakkı Uzmanla iki kısa laf etti Murat Uzman. Havillati’den konuşunca, daha bir büzüldü. Üşümüştü. Derken! Derken, geceyi yararak üstlerinden geçen o roketi gördüler. Daha doğrusu roketin izini. Roket, dağa çarpmadan büyük bir gürültüyle gerilerde bir yerlerde, havada paralandı.
Mehmetçiklerin patlamanın boğuk sesini sindirmeye dahi vakitleri olmadı.
Bir anda ve dört bir yandan üzerlerine mermi yağmaya başladı. Kri tepeden, Kishi tepeden, Kulika tepeden, Nirva Seytu’dan ve Seriberi’den. Tuttukları dağın başına her bir yandan, ama her bir yandan doçka, bikisi, kanas, roket ve havan mermisi yağıyordu.

Ağır bir tacizdi bu.

Ama kesinlikle sadece taciz değildi.

Bilirlerdi!

Bu tür yoğun atışlar, bir sızmayı ya da cüret edecekleri bir baskını örtmek, himaye etmek için yapılırdı.

Gecenin buz gibi karanlık ayazında ateş gibi oldu içleri. Kaygıların öfkenin ve dikkatin kabardığı bu anlarda namlu üstünden gözlemeye dinlemeye beklemeye başladılar. Hemen ardından da yoğun roket atışları altında el bombaları yemeye!
Karşılık verdiler hemen. Üçer beşer mermi atıp, birer el bombası yolladılar karanlığa.
Hemen sonrada bir başka noktaya sıçradılar.
İşte tam bu anlarda ardı ardına 10 kadar el bombası patladı bulundukları bölgede. Sonra karşılıklı silah sesleri. Büyük bir uğultu. Apansız, kısacık bir sessizlik. Ve hemen sonra yine birden ve tekrar başlayan silah sesleri ve el bombası patlamaları. Bu yaşananlar, sadece bir kaç dakika süren, ama koskoca bir zamana sığan ve kopkoyu bir karanlığa saklanan amansız bir ölüm dirim kavgasıydı. Yaralanmışlardı.Hem de üçü birden. Ateş ve barut kokusu bütün dağı kaplamıştı. Durmadılar ama. Duramazdılar. Üstlerine gelen karartılara mermi yağdırdılar. Özellikle Murat Uzman. Bir de iniltiler. Koşuşturmalar. Atışlar, namlu ağız alevleri ve el bombası patlamaları. Yaralı olmalarına rağmen mevzilerini bırakmadılar. Kimseyi de sokmadılar. El bombası atıp duruyordu namussuzlar. Gecenin karanlığında arkalarından gelen ayak seslerini duydular. Yanlarına koşuyordu Ar’kardaşlar. Ümit doldu içleri. Bir de onur. Yanlarından, üstlerinden teröristlere atılan mermilere tanık oldular. Öfkeli bağrışlara, küfürlere, sövmelere. Bir de “Allah Allah (!)” diye haykırmakta olan arkadaşlarına! Burası düşmanın yürekte yenildiği, yenildiğini kabul ettiği andır. Vurdular öteye.
Gecenin karanlığında kaçıp giden ayaklarının seslerini duydular. Bastılar mermiyi artlarından. Üç kişi hariç ama! İniltiler ve bir sessizlik. 

Murat Uzman!?

“Yiğidim, aslanım, koçum, kardeşim?” Murat?

Gelen Mehmetçiklerin, baskının hedefi olan mevzide yeni bir yerlerde mevzi tutmaları. Ve yardımlar. Mevzideki iki Mehmetçik yaralı. İnleyişler. Sövmeler, dualar, küfürler, emirler... Acı ve merhamet cümleleri. Ve bir Mehmetçik’in sessizliği. O BİR ŞEHİT! Uzman Çavuş Murat ÖZER. Yaralı Kamil Uzman: “Kahpeleri yaralandıktan sonra vurdu komutanım.” “Tamam aslanım. Yorulma sen.” Mehmetçik’in başını okşayan Üsteğmen, bölük komutanı. “Şehidimizi, yaralıları yukarı götürün Kayhan.” “Emredersin komutanım.”
Ve ateş altında yeni ve çok zor bir boğuşma. Yaralı iki Mehmetçik’in ve şehidin yukarı çekilmesi. Oralarda, oracıklarda, dağların başında ve karanlıklarda şehit için tutulan kısa bir ağıt... Gözlerden akan yaşlar, sessiz ağlayışlar.
Canını hiçe sayan, canını gözünü budaktan esirgemeyen ve artık Şehit olan Murat. Mermi yağmuruna yağmurla karşılık veren, mermi yağmuru altında namluyla dürbünle terörist gözleyen, canını öne atmaktan çekinmeyen Şehit Murat. Akıllara geliveren apansız hatıralar.

Yiğitlik, delilik, delikanlılık. Şehitlik. Ve bir türlü kabullenemeyiş. İnanamayış.
Daha dün tugay komutanıyla şakalaşmışlardı. Daha dün; “Ölürüm de yerimi terk etmem komutanım” demişti. Ve terk etmemişti. Ve kahrediş ve kahredişle yaşanan bekleyiş. Ötede, ön tarafta, karanlığın içinde duyulan iniltiler. 

Teröristler!

Şimdi mi gidelim, güneşin doğmasını mı bekleyelim düşüncesi. “Karanlık çözülünce bakarız arkadaşlar. Gerek yok.” Ve bir türlü geçmeyen anlara, dakikalara, saatlere sığan koskoca bir bekleyiş. Gerginlik. Ve Hisar dağında devam eden çatışma. Hisar dağında süren çatışmanın dağları sarsan gümbürtüleri. Ve hala ön tarafta iniltiler. Gecenin kör karanlığında duyulan başka başka sesler. Mermi ve el bombası atışları. Cızırdayan telsizler. Artık bundan sonrası ağır bir sessizlik. Ve artık alaca karanlık başlangıcı. Hava buz gibi, yüzler kaskatı. Kasılmaktan kasılmış bedenler hepten kaskatı. Soğuktan, acıdan, öfkeden, kaygıdan, beklemekten, gerilmekten, üşümekten eller yüzler yürekler kaskatı. Ama her şey KOR GİBİ.
Ve öne çıkış. Ateş ve hareket. Cebri keşif! Biri yürüyor, üçü mevzi alıyor. İkisi yürüyor, ikisi mevzi alıyor. Arıyorlar. Seslerin, iniltilerin geldiği yere yaklaşıyorlar. Ve ayrı ayrı iki yerde iki terörist görüyorlar. Ölü onlar. Şehit Uzman Murat’ın şehit olmadan iki gaziyle birlikte öldürdüğü iki terörist bunlar.
“Komutanım dere yatağında bi ceset daha var.” Ve burada hemen yakın bir yerden inilti gibi sesler duyuyorlar. Dere yatağındakine bakmayı bırakıp, o tarafa yöneliyorlar. Dinliyorlar, gözlüyorlar, dikkat kesiliyorlar, sonra yavaş yavaş yaklaşmaya başlıyorlar. Tam; “Kadın sesi gibi” filan derken! Bütün dağı ve anı sarsan boğuk ve devasa bir patlamayla sarsılıyorlar. Zaman duruyor sanki. Nefes alamıyor, savruluyorlar. Havalarda uçuştuktan sonra taşa kayaya toprağa çakılıyorlar. Bölük komutanı üsteğmen ile kol komutanı astsubay düştükleri yerlerden kalkamıyorlar. Yaralanıyorlar. Bundan sonra koskoca bir hengame daha yaşanıyor.

Gözlerine, yüzlerine, bedenlerine, kollarına, bacaklarına saplanmış şarapnel ve taş parçalarıyla tahliye ediliyorlar. Bölük komutanı deli üsteğmen, kol komutanı yiğit astsubay, yaralı aslan iki uzman ve Şehit Murat helikopterle dağdan ayrılıyorlar.
Geride kalanlar ise gece yaralanmış sonra da bizimkilerin yaklaşmasıyla kendini patlatan canlı bomba kadın teröristin silahını 150-200 metre ötede buluyorlar. Bir de parçalanmış gövdesinden geriye kalanları.
Yüzü olmayan kanlı saç yumağını.
Bir de akıllarına düşüyor: O kadın canlı bomba, mevzilerine girseydi, neler olabileceği... Murat uzmanın canını feda ederek , onları nasıl kurtardığı...
Aynı saatler...
Çukurca, Sınır, Hisar Dağı...
19 Ekim 2016, gece yarısına yakın bir vakit



30 Ağustos 2016, Zafer gününde başlayan Çukurca Çağlayan – Uzundere operasyonları yaklaşık 50 gündür devam ediyor. 50 gündür adım adım, gıdım gıdım dağları tepeleri vadi ve dereleri ele geçiriyorlar. Şu zamana kadar sadece buralarda 300’e yakın terörist öldürdüler. Bu da bildikleri. Hem de dağ kadrosu.
Özgür Çevik Yüzbaşı ise bölüğüyle birlikte 50 gündür buralarda. Operasyonlara Dağbaşı tepede dahil oldular. Hoş, 50 günün öncesinde de aylardır buradaydılar.. 64 gün süren İkiyaka dağları, bir hafta süren Yeşiltaş operasyonlarından sonra buralara geldiler. Şimdi de Hisar dağına baskın yapacaklar.

Özgür Yüzbaşı bulundukları tepede Yıldız Yarbay’la karşılaşmıştı. “Mehmet nasılsın?” diye seslenmişti. Bozuntuya vermemiş; “Sağolun komutanım iyiyim” demişti. Nasıl olsa hepsi Mehmet değiller miydi? Yıldız Yarbay’la Dağbaşı tepede tanışmış, sonra bir kaç kez daha karşılaşmıştı. O zaman da Yıldız Yarbay kendisine “Mehmet” diye seslenmiş, yine ses etmemişti. Dün konuşurlarken de Yıldız Yarbay, onun kompozit başlığına reçel bulaştığını fark etmiş ama buna ses etmemişti. Yorgun olduğunu, telaşlı olduğunu fark etmişti sanırım. Hoş, nasıl olsa toz toprak olacaktı”.“Dağbaşından sonra dinlenebildin mi” diye sormuştu. “Sayılır” demişti. Hiç durmamışlardı ki. Durmaksızın arama tarama yapmışlardı. Bütün hazırlıklarını tamamladılar ve sonra gecenin karanlığındaki Hisar dağına baskın yaptılar. Ve 22.00-23.00 gibi yoğun ateş altında bindirme yaptıkları Hisar dağında hemen çatışmaya girdiler ve yaklaşık 7-8 saattir çatışma halindeler.
Özgür Yüzbaşının bir Mehmetçik’i yaralandı şu ana kadar. O da helikopterin içinde, atma - atılma sırasında. Şimdi ise, teröristler çoktan kaçtı. Geride de bayağı bir adam bıraktılar. Artık uzaktan uzaktan dokça, biksi, kanas atıyorlar. Özgür ise hala teröristlerinin yerlerini görmeye, oraları ateş altına almaya ve ateş altına aldırmaya çalışıyor. Uçaklar gelecek, işaretleme yapmaları gerek, tam koordinat gerek.“Bize ateş geliyor komutanım.” Bakıyor, bunu diyen Mehmetçik’in yüzüne. Tebessüm ediyor. Sonra yine görmeye, bakmaya, anlamaya çalışıyor. Ve! Ve ne olduğu bilinmeyen bir mermi saplanıyor boyun bölgesine. Ya doçka ya keskin nişancı. Ve kocaman bir hikaye buracıkta bitiveriyor. Ansızın. Ve mahşerde başlamak üzere.
Dağların aslanı Özgür Yüzbaşı, dağlarına düşüyor. O saate kadar 17 teröristin öldürüldüğü Hisar dağı baskınında, baskını yöneten Bölük Komutanı Özgür Çevik Yüzbaşı, arşa doğru devriliyor.

Ruhun şad olsun Özgür Çevik Yüzbaşı.

Ruhun şad olsun Murat Özer Uzman.

Vatanın şu varlık mücadelesinde, en kritik yerlerde döktüğünüz kan, verdiğiniz canla, vatana can vatana kan oldunuz.

Mahşerinizde SAĞ OLUN, VAR OLUN, DAĞ OLUN büyük adamlar.
Yıldız Yarbay diyecek ki; “Şimdi anlıyorum. Özgür’ün yüzündeki tebessüm, hareketlerindeki belli belirsiz telaş, bir başka buluşmanın heyecanıymış meğer. Hakkını helal et kardeşim. Tekrar görüşmek dileğiyle...”

İçe akan gözyaşları ile...

Güven Dağı ve Hisar Dağı:

Güven dağı, PKK’nın sınır ötesindeki Zap kampının ağzını tutar. Bu dağ Zap kampını üstten himaye eder. Burayı kim tutarsa, sınır hattındaki üstünlük ona geçer. Zap bölgesindeki PKK istediği gibi hareket edemez.

Hisar dağı ise, Ertuş kampının üstünü tutar. Hisar dağı tutulduğunda PKK Ertuş kampında barınamaz. Güven dağı ile Hisar dağı birlikte tutulduğunda ise PKK’nın başta Zap ve Ertuş kampları olmak üzere bölgede barınma imkanı kalmaz. PKK, Ertuş kampının ötesindeki Avaşin Basyan’a sıkışmak zorunda kalır. Böylece bu bölgeden Türkiye’ye giriş (sızma) ve çıkış (sıyrılma) kabiliyetini kaybeder. Bu nedenle bu bölgede yapılan operasyonlar, Türkiye’nin sınır güvenliği ve içeride yapılan terörle mücadele için hayati öneme sahiptir. Sınır geçişleri yapamayan ve içerideki terörünü takviye edemeyen PKK, iç bölgelerde yapılan operasyonlarla etkinliğini zamanla yitirir, bölge halkının üzerinde var olan baskı ve nüfuzunu kaybetmeye başlar. Bu alanların tutulması ayrıca sınır ötesine yapılacak harekatlarda kıyı başı oluşturur. Yapılacak harekatların baskın etkisini ve başarısını doğrudan etkiler.

PKK, Güven dağı ile Hisar dağını kaybetmemek için yoğun bir uğraşa girmiştir. Güven dağını kaybetmesiyle büyük bir moral bozukluğu yaşamış, hemen ardından Hisar dağını da kaybetmesiyle bu çöküntüsü derinleşmiştir. Özgür Çevik Yüzbaşının 8 saatlik çatışmadan sonra şehit düştüğü Hisar dağında o gün 24 terörist öldürülmüştür. Ertesi gün öldürülen 9 teröristle birlikte bu rakam 33’e ulaşmıştır. Mehmetçik’in “Dokunulmaz değerler adına” kendini YEM olarak kullandığı operasyon ve çatışmalar 30 Ağustos Zafer Bayramı gününden bu güne devam etmektedir. Sadece bu bölgede (30 Ağustos-24 Ekim döneminde) öldürülen dağ kadrosu terörist sayısı 338’e ulaşmıştır. 15 Ağustos’tan beri Hakkari bölgesinde öldürülen terörist sayısı ise 466’dur.

Bu veriler PKK ile mücadelede ‘Moral ve Sayısal değerler bağlamında’ STRATEJİK BİR KAZANIMDIR.

Not 1: Bu rakamlara PKK’lıların çekerek kaçırdıkları ve adı bilinmez yerlere gömdükleri ölü teröristler ve yaralıları dahil değildir. Yapılan arazi aramalarında ‘kurda kuşa yem’ kaya yarıklarına sokuşturulmuş, uçurumlardan atılmış, 30-40 santim kazılan çukurlara gömülmüş teröristlere rastlanmıştır. Irak’a kaçırdıkları yaralı teröristler de bu rakamlara dahil değildir, bu yaralılardan sonradan ölenler de...


19 Ekim 2016 Çarşamba

KAVRAMSAL SAVAŞ




Kavramsal Savaş



Yazar: Abdullah Ağar
26 Temmuz 2016 Salı 

Irak’ta yaşadığım 4 yıl boyunca hep bir soruya yanıt aradım. ABD Irak’ı neden işgal etti ve neden bırakıp gitti? Öyle ya, ABD Irak’ın işgalinde insanlık tarihinin en büyük askeri yığınağını yapmıştı. Bu denli büyük (437.072 km2) bir alanda yaklaşık 8 yıl süren işgal için de oldukça kabul edilebilir bir zayiat (4.747 ABD askeri) vermişti.
437 bin km2 toprağın işgal edilmesiyle dünya hakimiyet teorilerine (kara-hava ve kenar kuşak) konu olan coğrafya ele geçmiş, Hindistan-Çin ve Rusya’nın baskılanması ve İsrail’in güvenliği sağlanmış, dünyanın en zengin enerji kaynaklarına oturulmuş, bölgedeki enerji nakil hatları kontrol altına alınmış ve petrolün kapitalizmin çarklarını yağlaması gayet güzel sağlanmıştı.
Ama bırakıp gitti!
Hem de Şii Arapların ve Kürtlerin eteklerine yapışmasına rağmen. Sen gidersen biz ne yaparız? Kulak bile asmadı onlara. Sofistike yığınağını yanına alıp, “Binlerle ifade edilen” dünya’nın en büyük elçiliğini ve hurdasını geride bırakarak 2011 sonlarında çekip gitti. Ve bizim ezberimiz bozuldu.
Yukarıda saydığım gerekçeler ve kazanımlarla ortaya çıkan işgal, bütün bu gerekçeler ve kazanımlarla alay edercesine sonlandırıldı. Benim bildiğim ABD, bu kazanımlardan asla vazgeçmezdi.
İşgalin sonlandırılmasıyla ilgili iki gerek şart öne sürülebilir:

1- ABD ya daha büyük bir kazanım için, işgali bitirdi.
2- Ya da daha büyük bir kaybın önüne geçmek istedi.

Bu iki maddeden kayıpla ilgili olanını elemek zorundayız, çünkü bu denli büyük bir işgal için oldukça mutedil (artık neredeyse sıfırlanan) kayıplara ve Obama’nın öne sürdüğü diğer gerekçelere rağmen, pekala devam edebilirdi operasyon. Irak’a özgü stabilizasyon çoktan sağlanmıştı, kurulan kukla hükümetler ve güvenlik güçleri ile ABD’nin etki ve varlığını devam ettirdiği üsler üzerinden Amerikan İmparatorluğun bekası çoktan perçinlenmişti. Fakat yapmadı.

O zaman ABD’nin kazancı neydi?

Bu sorunun yanıtı, Ortadoğu’da ve ülkemizde bugün yaşananlarda gizli. ABD toprak kazanımlı bir işgale girişmedi. ABD, kavramsal bir işgale girişti. Hatta ve hatta sonuçlarını kendisinin bile kestiremeyeceği kuramsal bir işgalle sonuçlandırdı fiziki işgali.

“Nereden çıkartıyorsun?” derseniz: “IŞİD’den, PKK’dan, Şii Milislerden, Sünni Sahvalardan ve FETÖ başta İslam’ı ve İslam iddiasındaki kitleleri istismar eden yapıların ürettiği varlık-güç-etki ve sonuçtan” derim.

Bugün artık İslam coğrafyasının ve İslam iddiasındaki kitlelerin gerçeği şudur: “Müslümanlık iddiasındaki halklar birbirine cihat ilan etmiştir. Birbirini kıtır kıtır doğrayan bu kitleler öldükçe kendilerini şehit ilan etmektedir.” Acı gerçek budur. Bu toprakların mağlubiyeti de, Duble Bush’un “Crusade” ile tanımladığı, zafer de!
Bush’un amaç, hedef ve zafer olarak tanımladığı ve fiziki işgal üzerinden başlattığı Crusade-Kutsal Savaş, Obama döneminin aparat güçleri ve vekalet savaşçıları üzerinden doruk noktasına ulaşmıştır. ABD, dahli olduğunu şiddetle reddetse bile, nedeni ve nasılı olduğunu artık inkar edemez.
Bırakın coğrafyadaki aparat güçlerin varlığı ve etkisiyle ilgili gerekçeleri-neden ve nasılları-asimetrik ve doğrusal bağlantıları, sadece şu FETÖ’ye bakın. Obama; “Benim haberim yoktu” dese de, sponsorları-bağlantıları-himaye-destek ve projeleri (Ilımlı İslam-Dinler Arası Diyalog) ile kime ve neye çalıştığını yekten ispat eden FETÖ’cü oluşum ve ürettiği evrim-şiddet-terör ve etki çarpıcı bir gerçeğe (Crusade metoduna) işaret etmektedir.
Siz şuna emin olun: Aynı diğerleri gibi, ‘bugün ne olduğunu bütün çıplaklığıyla gördüğümüz’ iç savaş güdümlü FETÖ’cü yapı da “sözde” cihat yapmaktadır, diğerleri de. İlginçtir: IŞİD de, Şii paramiliterler de, PKK da (kendilerine ‘sözde’ Devrim Şehidi diyorlar) Sünni milislerde, diğerlerinin hepsi de, aynı genetiği taşımaktadır.
İç savaş ve birbirini öldürmek!
Sadece bununla mı kalıyor peki? Ötekileştirme-düşman üretme ve birbirini öldürme mekanizmasına dönüşmüş, Tekfircilik sadece bu örgütlere de özgü değildir. Bugün İslam iddiasındaki sayısız kitle, toplum ve irade, kendisinden olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni Tekfir etmekte, savaşına mücadelesine öldürmesine ve haklılığına gerekçe üretmektedir. Çok acı ama, artık bu, bu medeniyetin kesin bir mağlubiyetidir. İslami bilgi, bilinç ve etkimiz bu derin karmaşaya engel olamamıştır.
Ve coğrafyada kazananı olmayan bu savaş, ilginç bir şekilde tek boyutlu bir kazanım da üretmemiştir. Bugün bilgi-bilinç seviyesi ve arayışı bize kıyasla çok daha güçlü olan Batı toplumu ile İslam arasına aşılması mümkün olmayan içi kan dolu derin bir yarık yerleştirilmiştir. Ve adına İslamofobi denilen bu yarık sayesinde, Batı toplumuna İslam sorulduğunda artık IŞİD tarif edilmektedir. Yani onlar da güdülmeye devam etmektedirler.
Bush döneminde ve ‘Bush’un ifadesiyle’ başlayan Crusade fiziki işgal üzerinden ara hedeflerine ulaşmış, Obama’nın döneminde evrildiği kavramsal işgal üzerinden artık asıl hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadır. Hem de üreyen ve üretilen aparat güçler, vekalet savaşçıları ve birbirini tekfir eden ve birbirlerine cihat ilan eden insanlar üzerinden. Hem de çok kolay, ucuz ve risksiz metotlarla. Bu toprakların kaybettiği doğrudur. Ama ilginç bir şekilde Batı da kazanamamıştır. Kazanamayacaktır da! Elbette güç ve menfaat odakları hariç. İstihbarat servisleri, misyonerler ve ruhbanlar hariç.

Bugün medeniyetin beşiği olduğunu iddia eden ABD’nin temel sorunu: “Güç ve menfaat odakları tarafından nasıl kullanıldığıdır.” Obama’nın da öyle. İnsan ve insanlık adına koskoca iki dönemi çarçur edivermiştir. Hem de Obama’ya özgü bir metotla ve habersizlikle! Kasım ayına kadar makas değiştirebilir mi, değiştirmek ister mi, bilmem, ama Obama döneminde sadece Müslümanlar değil, bütün insanlık kaybetmiştir. Bütün insanlık artık mağlup olmuştur.

Ama durun!

Biz FETÖ’cü darbe girişimi üzerinden kaybetmedik. Ağır yaralandık, ama kazandık. Darbe üzerinden bir iç savaş çıkartamadılar, dış müdahalelere çanak tutamadılar. 96 yıl önce de böyle ağır yaralı kazanmıştık, bugün de. Kaybettiler.
O gün omurgası sapasağlam, dinsel ve pozitif bilgi ve bilinç üzerinden yükselmeyi amaçlayan bir devlet kurmuştuk. Okuduğu kutsal kitabını anlamayan bir toplumu, okuduğu Kur’an’ı anlar, yaşar ve “Canlı putlara kul olmaz” haline getirmek isteyen bir liderimiz; Atatürk’ümüz vardı.

Bugünkü Cumhurbaşkanımız da aynı şeyi yapabilir. Din istismarcısı üzerinden, zihinlerin, imanların, vicdanların, muhakemelerin formatlandığı ve güdüldüğü müritler, şakirtler ve mankurtlar üzerinden ağır bir darbe aldık, doğru. Ama, FETÖ’cü zihinden, darbe girişiminden, ramak kalan iç savaştan alınacak derslerle, bugünkü canlı putlara tapmayan bir topluma ön ayak olabilme, liderlik yapabilme fırsatı da doğdu. Bu sayede kendisini putlaştırma eğilimlerinden üreyen riskler ile kendisinin Allah’ın huzuruna put olarak çıkmasına neden olacak ukba riskini de ortadan kaldırmış olur.
Bu meşum olaydan alacağımız dersler ve kimyamızda var olan ‘dinsel ve pozitif’ bilgi ve bilinç üzerinden yükselir ve insanlığı yükseltebiliriz. Fırsat budur.
Ama ders almak, doğru akıl inanç bilgi bilinç ve eylem üretmek kaydıyla.
Yeri gelmişken, bilmeyenleri şaşırtayım biraz. Ruhbanın dine, dindara, devlete ve askere musallat olmasını engelleyen laikliğin kaynağı Batı diye bilinir, ama laikliğin asıl kaynağı Kur’an’dır. Biz Batı’dan, batı da Kur’an’dan almıştır. Dinde zorlama yoktur, ‘Senin dinin sana benim dinim banadır.’ Bu anlayabilenedir. Kur’an’ı okuyan, anlayan, tefekkür eden ve yaşamaya çalışan kimseyi, hiç kimse güdemez, hiç kimse istismar edemez.

Benim Kur’an’dan çıkardığım bir derste şudur: Allah’a Kuran üzerinden kulluk et. Eğer Allah’a Kuran üzerinden kulluk etmezsen, ya içindeki bir puta/putlara ya da dışındaki bir puta/putlara taparsın. FETÖ işte budur. Bizim FETÖ üzerinden yaşadığımız; canlı puta tapanların ürettiği terördür, şiddettir, katliamdır, cehennemdir. Ve kavramsal mücadele edilmezse, daha nice canlı put ve bu canlı putlara tapıcı sırada beklemektedir.
Doğru makasta Allah bize yardım edecektir.



..

Hasar Tespiti “Kirmanşah Horozu”




Hasar Tespiti “Kirmanşah Horozu”



Yazar: Abdullah Ağar
19 TEMMUZ 2016 SALI


Irak’tan bir generalle konuşurken sormuştum: “ Nasıl oldu bu olay? Nasıl 6 tümen asker, Musul’da 600 IŞİD’çinin önünden kaçtı? ” Öyle ya, Musul’da merkezi Irak’a bağlı tam 6 asker ve federal polis tümeni ile IBY’ye bağlı yaklaşık 2 Peşmerge tugayı vardı. Ve hepsi IŞİD’in önünden kaçmıştı. Bu birliklerin kadrosu -bir kısmı boş olsa bile - 60 bine yakındı ve bu on binlerin bir kısmı her nasılsa kaçmış, bir kısmı da IŞİD’e katılmıştı.

General bu soruma karşılık: “Amerika bizi Kırmani horozuna çevirdi!” deyivermişti. 

Bakakalmıştım yüzüne. Kocaman bir şey diyordu, bu hissediliyordu. Bana göre bu koca balık, koca bir tecrübeydi ve yakalanmalıydı.
“Ne diyorsun paşam?” Bu Iraklı general savaşlar görmüştü. Irak-İran savaşını katılmış, 1991 Körfez Savaşı'nda Kuveyt’e girmiş, 8 yıllık ambargoyu, 2003 işgalini, işgal sırasındaki iç savaşı, bitmek bilmeyen terörü ve en son IŞİD’i yaşamıştı. Üstüne bir de kaçırılmış, aylarca tutsak kalmış, sonra da Allah’ın hikmetiyle kurtulmuştu.
Anlatmaya başladı: "Bizim Irak’ta horoz dövüşü çok yaygındır. Horozbazlar ‘Horoz dövüştürenler’ en çok da Kırmani Horozunu severler. İran’dan, Kirmanşah’tan gelir. Bu öyle bir horozdur ki, saatlerce yılmadan, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, pes etmeden, ölümüne dövüşür. Hiç bir horoz Kırmani’yi kaçıramaz. Bunu yenemezsin. Sonra birden, saatlerce dövüşmüş Kırmani bitiverir, serilir kalır yere, bu sefer de yerinden kaldıramazsın. Ölü gibidir artık. Horozbaz onun bu halini iyi bilir. Artık hiç bir işe yaramayacağını da... Alır bunu tavukların arasına atar. İki-üç hafta ölü gibi yatar Kırmani. Sonra kendine gelir, ayağa kalkar, ama artık ruhunu kaybetmiştir. Kümeste tavuklardan bile gaga yemeye başlar, artık tavuklardan bile kaçar. Amerika işte bunu yaptı bize. İran harbinde zaten çok hırpalanmıştık. 91’de çok fena dövdü bizi. Soktuğu Kuveyt’ten, tekmeleye tekmeleye çıkarttı. Ambargoda da çok ezildik. Milyona yakın çocuk hasta gitti, ilaç, hatta ekmek bile bulamadık. Sonrası işgal zaten, o da bildiğin gibi. Orada da fena sopaladı bizi. Dağıldı ordumuz. Kurduğu orduyla, polisimiz de, işte gördüğün gibi! İnancımızı, güvenimizi yitirdik biz. Bizim ordumuz halkına, halkımız da ordusuna inanmaz yıllardır, güvenmez. Bırak, halkı orduyu, ordu kendisine bile inanmaz!”
“Bitti artık!”
Kulaklarımda çınladı bu sözler.
Halk ordusuna inanmaz!
Güvenmez!
Ordu halkına inanmaz!
Güvenmez!
Ordunun kendine inanmaması ise!
Güvenmemesi!
O gün fena irkilmiştim.
Fetocu çetenin yaptığını yaşadıktan sonra, çok değil, şu 3-4 gündür olanları gördükten sonra daha çok irkiliyorum. Bir de üstüne çok korkuyorum.Yaşadığımız Fetocu girişimin asıl hedefi iç savaş çıkartmak olsa da, bu kumpasın her safhasında ağır kayıpların üreyeceğini, çok iyi biliyorlardı.
Uluslararası müdahaleye çanak tutan ‘altından kalkılamayacak’ bir iç savaşın asıl hedef olarak tasarlandığı bu Fetocu darbe, dost unsurlar için kayıp üstüne kayıp, düşman unsurlar için ise kazanç üstüne kazanç barındıran bekasal ve stratejik bir güç piramidiydi. “İşgal edemese, iç savaş çıkaramasa, ele geçiremese bile, bizim kayıplardan kayıp beğeneceğimiz” kalleşliğine dayanan bu darbe girişimi, nerede durursa dursun, her seviyede büyük bir tahribata neden olacaktı. 

Yaşadık 4 gün önce. Yaşayacağız da.

Bizim silahlarımızla bizi vurdular. Bizim Meclisimizi, Cumhurbaşkanlığımızı, Genelkurmayımızı ve diğer kalpgahlarımızı vurdular. Irak’ta bile olmadı bu. Bağırsaklarımızı Kızılay Meydanına, Boğaz Köprüsüne saçtılar.
2003 işgalinden 2015 sonuna kadar “Sadece Bağdat’ta” yaşanan ve tekli çoklu ölümle sonuçlanan 15.189 terör saldırısının travmasını bir gecede yaşattılar bize. Evet, tam 15.189 canlı bomba, bombalı araç, suikast vb. eyleminin biriktirebileceği travmayı bir gecede yaşadık biz. Ağız birliği etmişçesine insanımız diyor ki; “Rüya mı gördük biz, hayal mi, yoksa bir karabasan mı?” Hayır, bu bir rüya, karabasan filan değil. Acısı sonradan ortaya çıkacak ağır gerçektir. Sadece bireylere özgü de değildir. Halkta, devlette, orduda, gelecekte ve bekadadır. Bu kadar ağır bir travma, duygusal hezeyanlarla, sosyal medya kurgularıyla geçmez dostlar. Vakum artık ortadadır. Hem fiziki varlıkta, hem komuta-kontrolde, planlamada ve uygulamada, hem de ruh ve moralde. Hasar tespiti ve gereği acilen yapılmalıdır.
Nasıl Iraklı yaşaya yaşaya geliştirdiği travmalarla, şüphelerle, zanlarla, inançsızlıklarla, güvensizliklerle ve düşmanlıklarla, birbirine ordusuna ve devletine inanmayı ve güvenmeyi bir tarafa bırakmış, sonra da IŞİD’in önünden kaçmışsa; bir kısmıyla da aynı IŞİD’e katılmışsa, darmaduman dağılmışsa, kurda kuşa yem olmuşsa, bir gecede yaşadığımız bir travma üzerinden, ağır büyük ve hızlı tehlikeler dibimizde ve içimizde beklemektedir.
Ordusuna güvenmeyen ve inanmayan bir halk, halkına inanmayan ve güvenmeyen bir ordu.
Kendine inanmayan ve güvenmeyen bir Silahlı Kuvvetler. Benim bugün en büyük korkum budur. Ve bu korkumun altı boş değildir. Bugün Türk askerinin üniformasını sırtına geçirmiş silahını gasp etmiş Fetocu çeteleri dövmekle, küfretmekle, elinden silahını almakla başlayan süreç, başta terörle mücadele görevlerindeki aksaklıklar, görev konvoyunun önünü kesmek, markete giden askere ekmek vermemek, kıtasına giden askeri geciktirmek gibi örneklerle, bir başka şekilde kendini göstermiştir. Bir başka tarafıyla, ‘gerekçe, maske ve mazeretler üzerinden’ TSK ve Mehmetçik bir linç harekatıyla karşı karşıyadır. Bütün bu yaşananlar asimetrik veya doğrusal, bilinçli ya da bilinçsiz, karşılıklı bir güven ve inanç bunalımına gebedir. “Şu andaki gözaltı ve tutuklamalara göre” 650 binlik Türk ordusunun ancak % 1’ini kendine angaje ederek ortaya çıkan Fetocu darbe girişiminin asli iradesi, darbeyi başaramasa bile ürettiği etki ile zafer kazanma derdindedir.
Kamu diplomasisi, psikolojik savaş, algı operasyonları, etki ajanlığı, nüfuz casusluğu, bilgisizlik, bilinçsizlik ve şuursuzluk sosyal medya ve sokak devrededir. Bir de ekstralar var; tavanın diğer balıkları yani: PKK’sı, IŞİD’i, HBDH’sı ve daha nicesi. Milli gücü hedef alan ya da alacak içimizden, bölgeden ve küreden olası saldırılar.
Dedim, ama tekrar diyeceğim: Görevinin başında duran, dağları, taşları, sınırları, vatanı ve geleceği tutan % 99 Mehmetçik zan altında bırakılmıştır. Asker güven ve inanç bunalımının eşiğindedir. Mehmetçiklerin üreyen kırgınlığını, uyanan hislerini çok detaylandırmayacağım, ama siz sadece şunu bilin dostlar. Çok üzgünler, çok yılgınlar. Fetocu pisliğin üzerlerine yığılmasına da çok kırgınlar. Siz duydunuz sadece, yaşamadınız, etkilerini tam da anlamadınız, ama onlar canlarını vererek yaptıkları bir mücadelede, başta FTÖ olmak üzere nice saldırıya maruz kaldılar. Tek başına şu yeter: Kumpaslarla 650 bini birden koca bir hapishaneye tıkıldılar.

Yalnızlıklarını, üzüntülerini, sahipsizliklerini sineye çekip; “Ne olursa olsun ‘Vatan için, devlet için, millet için, bayrak için, inanç için, onur ve şeref için, silah arkadaşlığı için, Allah hakkı için’ mücadeleye devam” dediler. Sürekli, ama sürekli şüphelerle, zanlarla, iftiralarla, itibarsızlaştırmalarla, etkisizleştirmelerle karşı karşıya kaldılar.

Gene sineye çektiler, gene yılmadılar.

Küresel iradeler ve çeteleri sistematik saldırılarla, güçlerini, morallerini, savaşma azim ve iradelerini kaybetmelerini istedi.
En sonra yığınaklı ‘sözde’ isyan günleriydi. Türkiye’yi bölünmekten beter edecek, kırsal ve kırsala dayalı şehir terörü başladı. Polis kardeşleriyle birlikte, merminin, roketin, el bombasının, karpuzun önden mi, arkadan mı, sağdan mı, soldan mı, çaprazdan mı, alttan mı, üstten mi geleceği, bubinin mayının EYP’nin hangi adımda patlayacağını bilmeden ölüm alanlara daldılar.
Mermi yediler, havalara uçtular. Deşilmiş bedenleriyle şehit düştüler, parçalanmış kafaları kolları bacaklarıyla havalara uçuştular. Harp tarihinde görülmemiş bir meskun mahallin talimnamesini kanlarıyla yazdılar. Gidenler gitti ya, kalanlar deşilmiş bedenlerle havalara uçuşan kollarla, bacaklarla, kafalarla yaşıyorlar hala. Hala o yaşadıklarıyla, dağlardalar, taşlardalar. Mücadeleye devam ediyorlar.

Ama bu darbe yok mu ve sonrasında yaşananlar yok mu!

Feto’nun darbe girişimi üzerinden üreyen zan, şüphe, inançsızlık ve güvensizlik Mehmetçik’i artık çok kötü vurmuştur. Yıllardır türlü türlü tezgahlarla böğründen hançerlenen Mehmetçik, şimdi tam kalbinden vurulmuştur. Ve bunun Mehmetçik’te bir karşılığı vardır. Hem de çok çok çok tehlikeli bir karşılık. Kumpaslarla başlayan bu yılgınlık, bu darbenin asimetrik etkileri üzerinden bir dağ olup milletin üzerine yıkılır.      

“Fitne, katilden beterdir” der, büyükler. Bir kötü bin iyiyi bozar. Ricat bir kişiyle başlar. Mehmetçik’in kendini sahipsiz hissetmesi bizi bozar. Dirliği, birliği, varlığı, vatanı ve devleti bozar. Çil yavrusu gibi dağıtır bizi. Ağlarsın, Iraklı, Suriyeli gibi.
Ama artık geri getiremezsin. “ Bitti artık ” dersin, 
Iraklı general gibi. 
Son; “Ayağına sıkma” derim. 
Ama yetmez bu söz. 
Namluyu kafamıza dayayıp, bence tetiğe asılmayalım.

Peki ya sen Mehmetçik!

Her sahipsiz bırakmamıza, her zannımıza, her şüphemize, her inançsızlığımıza, her güvensizliğimize rağmen. 
Bizi bırakmazsın değil mi?



..

NİCE SALDIRISI


NİCE SALDIRISI

Nice Saldırısı

Yazar: Abdullah Ağar

15 TEMMUZ 2016  CUMA


En az 84 Can kaybı, 100’den fazla yaralı!

Artık dünya IŞİD'le mücadelenin yanlış yapıldığını görmek zorunda. Kavramsal doğruluk üretmeyen bu mücadele, taktik sahada IŞİD'i küçültür görünürken dünyanın dört bir yanına ve insanlığın geleceğine IŞİD kanserini yayıyor.
Artık sadece Nice değil, insanlığın geleceği, özgürlük, insanlığın üretebildiği en ideal yönetim biçimi Cumhuriyet ve Demokrasi hedef alınıyor. Musul’dan başını gösteren radikal terör, süper güçlerin nükleer silahları üzerinden rekabete giriştiği bir soğuk savaşa dönüşüyor. Ya sonra gerçek bir savaşa evrilirse?
Bu saldırı, terörün küresel ve gelecek aklıdır. Dünya’nın IŞİD üzerinden yaşadığı derin karmaşanın yeni bir versiyonu ile karşı karşıyayız. Can kaybının temel nedeni kamyon. Bu yeni bir metot. Kamyonun hızından, ağırlığından ve kütlesinden yararlanan terör, masum insanları ezerken, başka neler yapabileceğini de ispatlamak istiyor. Bugün kamyon, yarın bir başka eşya, bir başka makine. Ve aklın sınırlarını zorlayacak diğer metotlar. Şu ana kadar Avrupa’da ağırlıklı olarak silah mühimmat ve patlayıcı kullanarak eylem gerçekleştiren Radikal İslamcı Terör Örgütü’nün kullandığı bu metot, terörün inisiyatiflerinin bir ispatı.

Neden Fransa?

IŞİD’in Fransa’yı hedef olmasının, sahadan üreyen olası gerekçeleri şunlar:
- Fransa, en başından beri koalisyonun etkin bir parçası.

- Paris saldırısından hemen sonra Fransa’nın De Gaulle uçak gemisini Akdeniz’e göndermesi ve IŞİD’e karşı kullanması.

- Başta Ayn el Arap (Kobani)’de Suriye’de üs açması ve lejyonerlerini YPG safında IŞİD’e karşı kullanması.

- IŞİD’in canını fazlasıyla yakan ve zırh kabiliyetini azaltan güdümlü tanksavar füzelerin (Milan’ların) iki üreticisinden ve bölgeye gönderenlerden birinin Fransa olması.

- IŞİD’e karşı kullanılmak üzere, başta Peşmergeler olmak üzere bölgeye diğer silah, mühimmat ve askeri malzemeler transfer etmesi.
- Bir başka detay ise IŞİD’i manipüle eden bir istihbarat servisinin Fransa üzerine olası hesabı (Ve bu konu üst düzey istihbaratın ve verinin konusu.) Neden Avrupa’da ısrarla Fransa? Saldırının, IŞİD ve manyağı üzerinden gerçekleştirilen küresel rekabetin bir türevi olması söz konusu.

- IŞİD’in Fransa üzerinde terör eylemi yapma imkan ve kabiliyeti.
- IŞİD’in Fransa’da beslendiği taban ve bu tabanın IŞİD adına eylem yapma kararlılığı.

- Fransa’nın stratejik, ulusal ve küresel yaptıklarıyla-yapmadıklarıdır aslında temel neden.
Özellikle Fransa’ya yoğun göç vermiş ve genel olarak Marok olarak anılan Afrika kökenli ‘IŞİD’in istismar edebildiği’ Müslümanların Fransa’daki travmatik varlığı ve bu kitlenin hafızasında halen yaşayan Cezayir gerçeği.
“Ne yazık ki” Batı toplumunun kendisinden olmayanları ötekileştirme-marjinalleştirme-radikalleştirme ve terörize olmasına neden olan refleksi.
Sosyolojik olarak; yaşadığı toplumda ötekileşen insanların bir kısmi marjinalleşiyor. Marjinalleşenlerin bir kısmı radikalleşiyor. Radikalleşenlerin bir kısmı da eylem kararlılığı üreten teröriste dönüşüyor.
Bugün IŞİD özellikle Irak ve Suriye alanlarında taktiksel olarak küçülürken (Elindeki toprakların ve silahlı terörist varlığının yaklaşık % 25’ini kaybetmiş olmasına rağmen % 75’le varlığını devam ettiriyor.)
Buralarda küçülürken, diğer alanlarda büyüyor. Şu an Libya (Derme-Sirte), Nijerya (Boka Haram merkezli Afrika), Afganistan-Pakistan ve Mısır Sina Cebeli Halil bölgelerinde toprak kazanımlı alanları ile, adına terör üreten yüzleri aşan radikal kökenli örgütün biatı söz konusu.

Küçülürken başka yerlerde büyüyor. Hem de kavramlarıyla!

Peki neden IŞİD ile IŞİD’e destek veren taban arasındaki bağ kopmuyor?
Bu IŞİD’in, daha doğrusu IŞİD’le mücadele edenlerin kimliğinde ve mücadele edişlerinin formülünde gizli. IŞİD, dinsel bir terminolojiyi kullanarak TAGUT, RAFİZİ, PEŞŞEYTAN, ATEİST ÇETELER ve KAFİR olarak tanımladığı güçlerle mücadele ediyor. Toplumsal tabanı bu kavramlar üzerinden buluyor. Bir yandan da hedef kitlenin zafiyetlerini istismar ediyor.

Ölümler üzerinden yaşanan travmaları (Irak-İran savaşı, 91 körfez savaşı, 91 savaşı ile 2003 işgali arasında açlıktan ve hastalıktan ölen çocuklar, 2003 işgali, işgal içinde yaşanan mezhepsel kırılma ve iç savaş, Musul ve sonrası), cehaleti (başta dinsel), yokluğu, açlığı ve sefaleti, mezhepsel kırılmayı, üreyen düşmanlıkları, devletlere olan inançsızlıkları ve güvensizlikleri, üremiş öfkeleri-hırsları-nefretleri-ihtirasları-intikam duygularını, alt seviyedeki yaşam koşullarını, sefaleti, açlığı, yaşama dair ümitsizliği kullanıyor ve başta cennet olmak üzere vaatler veriyor.

IŞİD’le Mücadelede Kavramsal Zafiyet

IŞİD’le mücadele hep askeri düzeyde kaldı. Üstüne IŞİD’e karşı yapılan bu hamle Ortadoğu’daki yeni dizaynın temel bir parametresini oluşturdu. Vekalet örgütleri üzerinden bir menfaat, güç, pastadan pay kapma ve hakimiyet kavgasına dönüştü. Bugün artık insanlık (gerçekten böyle bir niyet varsa) IŞİD’le kavramsal bir doğruluk üzerinden mücadele etmek zorunda.Eğer insanlık bugün IŞİD ile taban tuttuğu/tutacağı kitle arasına bir yalıtkan yerleştiremezse IŞİD küreye ve insanlığın geleceğine sıçrayacak.

Zorunluluğun bir diğer paydası da IŞİD’in istismar ettiği o zafiyetleri ortadan kaldırmak. Kavramsal mücadele ve haklılık ile bu mücadeleyi kimlerin ve nasıl yapacağı ise temel sorundur.

..

BAHOZ



BAHOZ

Bahoz

Yazar: Abdullah Ağar
11 TEMMUZ 2016 PAZARTESİ

Teyide muhtaç olmakla birlikte, PKK’nın en önemli figürlerinden biri olan Fehman Hüseyin-kod adı Bahoz Erdal’ın, 9 Temmuz akşamı Suriye’de Himo-Kamışlı arasında bombalı araç saldırısıyla hedef alındığı ve öldürüldüğü ifade ediliyor.
Himo’dan Kamışlı havaalanına mesafe 4 km, Kamışlı merkeze ise 4,4 km. Bu denli kısa bir mesafede kıstırılmış ve öldürülmüş olması; eylemi gerçekleştiren Ahrar-u Şam’a bağlı Tel Hamis Tugaylarının yapısı, bağlantıları, eylem planı ve uygulama gücü açısından anlam ve önem taşıyor. Bununla birlikte saldırıda hedef alınan araç sayısı (1) ile öldürüldüğü iddia edilen PKK’lı sayısı (8) tenakuz üretiyor. Buna karşılık PKK’ya yakın kaynakların, “Bahoz’un yaşadığına dair” servis ettiği haberlerde kullandığı güncel olmayan fotoğraflar (2010 ve 2012 tarihli), Tel Hamis Tugaylarının iddiasının doğruluk yüzdesini güçlendiriyor.
Geçmişe bakarsak; Bahoz’un daha önce ‘2 defa’ öldürüldüğüne ve ‘bir defa da başından ağır’ yaralandığına dair ortaya atılan iddiaların asparagas çıkması, gündeme bomba gibi düşen bu bilginin “Güvenilir kaynaklardan” teyidini zorunlu hale getiriyor.
Bahoz’un öldürüldüğü iddiasının gerçek olduğu kabulüyle:
Öcalan’ın yakalanmasından sonra Bahoz, Murat Karayılan ve Cemil Bayık’la birlikte PKK içinde yükselen ve örgütü yöneten en önemli üç figürden biri oldu. Diğer ikisinin siyasi, idari ve istihbarat angajmanlarına karşılık silahlı kanattaki liderliği ve “Şahin” anlayışıyla onlardan ayrıldı.
-2014 Haziran’ında IŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle, bölgede konuşlu 6 Irak tümeninin ve yaklaşık 2 Peşmerge tugayının bölgeyi terk etmesi üzerine oluşan güç boşluğunu PKK’nın doldurmasında Bahoz baş roldeydi.
-Başta Kandil olmak üzere değişik alanlardan taşınan teröristler Bahoz’un yönetiminde, öncelikle Sincar (Şengal)’deki fiili duruma dahil oldu. Dünya kamuoyunun Sincar’daki Ezidi dramına odaklandığı o günlerde, Sincar’da yaptığı/yaptırılan hamleyle, Ezidi dramını PKK lehine kullanmada, liderlik görevini üstlendi.
-PKK ve PKK güdümlü YBŞ (Ezidi ağırlıklı Şengal Direniş Birlikleri)’ne Bahoz liderliğinde yaptırılan bu hamle, PKK’nın aparat bir güç-vekalet savaşçısı olarak yükselmesinin temel gerekçesi oldu. Artık PKK, Sincar üzerinden parlatılmış ve Batı Dünyası tarafından korunan, kollanan, himaye edilen, desteklenen, meşru(!) bir kimlik kazandırılmış “sözde” bir özgürlük savaşçısıydı.
-Irak Sincar’da Bahoz güdümündeki PKK’ya biçilen gömlek, hemen sonrasında sınırın öte yanında Suriye’de yaşayan Kürtlerin sırtına geçirildi. Orada da Bahoz vardı. Kürtlerin Rojava (Güneşin battığı yer) dedikleri Kuzey Suriye’nin PKK’lılaştırılması Bahoz’un liderliğinde gerçekleşti.
-Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerin terörize edilerek organize edilmesi, silahlandırılması, örgüt ideolojisi ile formatlanması, eğitilmesi ve IŞİD ile mücadele gerekçesi/maske mazereti altında dizayn ediciler adına Suriye iç savaşına dahil edilmesi Bahoz’un ve yanında getirdiği ve Suriye’de buluştuğu PKK’lılar üzerinden olmuştur.

-Kuzey Suriye’deki Sünni Arap ve Türkmen bölgelerindeki demografik yapının silah zoruyla değiştirilmesinde de, Suriye’deki YPG ve Irak’taki HPG üzerinden gelişen PKK Terörünü, Terörist ve Sofistike silah yükünü Türkiye’ye transferinde Bahoz vardır.

-Yasadışı silahlı sol terör örgütleriyle Suriye’de ortaya çıkan ve Türkiye’ye taşınan HBDH pratiğinin arkasında da, küresel işbirliklerinin geliştirilmesinde de, dizayn ediciler tarafından kullanılırken dizayn edicileri kullanma kurnazlığının arkasında da Bahoz pratiği vardır.
-Türkiye’de yaptığı insanlık dışı terör eylemleri nedeniyle kırmızı bültenle aranan uluslararası terörist “Şahin(!)” Bahoz’un maçtan çıkması herkesin bildiği bir sırrı, herkesin bildiği bir gerçeğe dönüşmüştür. Türkiye her zaman KCK üst yapılanması üzerinden PKK ile YPG arasında çok güçlü, gerçek zamanlı terörist-patlayıcı-silah ve pratik geçişleri olduğunu ispatlarıyla ortaya koysa da, bu müttefikleri tarafından kabul görmemiştir.
-Bahoz’un ortadan kalkması YPG ile PKK arsındaki organik bağı bir kez daha ispatlamıştır. Kırmızı bültenle aranan uluslararası kanlı bir katilin uluslararası bağlantıları ortalığa saçılmıştır.
-Bu olay örgüt içinde dengeleri bozma, güç savaşı, komplo ve infazları tetikleme olasılığı barındırmaktadır. Diğer yandan Mahsun Korkmaz kadar önemli bir figüre dönüşmüş olan bu teröristin ölümü, geride kalanların moral ve motivasyonu açısından menfi etki üretecektir.
-Bu denli güçlü korunan bu figüre karşı gerçekleşen bu denli etkili bir eylem ise, başta Kandil baronları olmak üzere ‘sözde’ lider kadroların empatilerinde hak ettiği karşılığı bulacaktır. “Demek ki bazı eller, bazı yerlere uzanabilmektedir.”
Korku da dağları beklemektedir.
Bir de bombalı araç saldırısını yapan Tel Hamis Tugayları’na değinmek gerekiyor. Türkiye’de adı pek duyulmamış olan bu örgüt, Suriye iç savaşında en önemli rollerden birini oynayan, büyük çoğunluğu Sünni Arap orijinli Ahrar-u Şam’a bağlı, bir alt oluşum. Bu örgüt Suriye’nin Haseke iline bağlı, Sünni Arap Tel Hamis ilçesinde, ilçeye YPG baskısı sonrasında kuruldu. YPG’nın silah zoruyla Tel Hamis’i Kürtleştirmek istemesi, Sünni Arapları kasabadan sürmeye başlaması, yakaladığını hapsetmesi, direnenleri katletmesi tugayın ana kuruluş nedeni oldu.
Tel Hamis Tugayları, Haseke bölgesinde Ahrar-u Şam’a bağlı diğer iki tugayla birlikte faaliyet gösteriyor. Haseke’de Ahrar-u Şam’a bağlı diğer iki tugay ise: Ahrar-ul Cezire Tugayı (Re’s ul Ayn’da) ve Ali bin Ebu Talip’in Torunları Tugayı (Kamışlı’da). Bununla birlikte Ahrar-u Şam’a bağlı olarak Suriye’deki iç savaşa dahil olan 60’dan fazla tugay var. (Şam’da 6, Lazkiye’de 3, Halep’te 4, Hama’da 13, Hums ‘da 4, Dera’da 1, Deyrezzor’da 1, Haseke’de 3, Rakka’da 1 ve İdlib’te 25 tugay)
Tel Hamis Tugaylarının da dahil olduğu Ahrar-u Şam örgütü, “Ehli Sünnet vel Cemaat” mezhep ve meşreplerine bağlı, dini bir yaklaşım sergiliyor. Örgütün bu inanışı, bağlantıları, etnik yapısı ve Suriye’deki iç savaşa müdahil oluş şekli; YPG, IŞİD ve Suriye’deki iç savaşa dahil olan Şia orijinli güçlerle-milislerle (Nusayri Suriye hükümeti, İran ve başta Şii Hizbullah olmak üzere Fatimüyyun, Zeynebiyyun, Ebu-l Fazl el Abbas tugaylarıyla ve diğerleriyle) çatışmasına neden oluyor. Öte yandan Nusra ve ÖSO ile bölgesel ve dönemsel iş birlikleri söz konusu.
Bu yapı, gelişmiş patlayıcılar ve ürettiği yerel yapım füzelerle dikkat çekerken, içinde profesyonel direnişçiler barındırıyor. Yani böyle bir eylemi gerçekleştirmek, onların imkan ve kabiliyetleri içinde.
Mahsum Korkmaz (Agit) (1986-Gabar)’ın etkisiz hale getirilmesi, nasıl PKK’nın geleceğini sarsıcı bir şekilde etkilemişse, en az onun kadar önemli bir figüre ve kilit taşına dönüşmüş Bahoz’un ortadan kalkması da, PKK’nın iç dengelerini, liderlik kavgalarını, terörünü, dozajlarını, reflekslerini ve geleceğini etkileyecek. Hele ki, kırsal ve kırsala dayalı şehir terörü hüsranı ve sonrasında iddiası boşa çıkan kırsaldaki terör fiyaskolarından sonra. Bundan sonra daha da hırçınlaşan ve saldırganlaşan PKK, terörün yeni bir evresindedir.



..