Atatürk ve Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürk ve Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2019 Çarşamba

ÇİN'DE ATATÜRK

ÇİN'DE ATATÜRK 


SUNUŞ 

Atatürk, İnsanlığın sevgisini kazanan tarihte ender rastlanan üstün bir kişilik, büyük bir komutan ve devlet adamıdır. Atatürk, “ Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir” ve “Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim, bununla gönlüm rahat!” sözleri ile Türk milletine olan güvenini göstermiştir. Türk milleti de her geçen gün değerini daha çok anladığı Atatürk’ü O’nun büyüklüğüne yaraşır şekilde anmıştır ve anmaya devam etmektedir. Bu çalışma O’nun işaret ettiği şekilde fikirlerini ve eserini ilmi yöntemlerle incelemek ve bu çalışmaların neticelerini milletimize ulaştırmak çabasının bir sonucudur. 

19 Mayıs 2006, Atatürk’ün doğumunun 125.yıldönümüdür. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına uzanan sürecin de başlangıcı olan 19 Mayıs’ı doğum günü kabul etmiştir. 

19 Mayıs bu yönüyle Atatürk’ün milletiyle özdeşleşmesini en güzel biçimde yansıtan bir gün olarak belleklere kazınmıştır. Türk Milleti Atatürk’ün doğumunu çeşitli etkinliklerle kutlamış, gönülden bağlılığını hiç eksilmeyen bir sevgi ve saygıyla büyük bir içtenlikle göstermiş ve göstermektedir. Yerli ve yabancı 84 bilim insanı bildiri sunarak Atatürk ve eseri hakkındaki yeni araştırma ve görüşlerini ortaya koyarak O’nun “hayatta en hakiki murşit ilimdir, fendir”  görüşünü yaşatmaktadır. Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk ve Eseri hakkındaki çalışmaları yapmaya ve yapanları desteklemeye devam edecektir. 

Bu eser değerli hocamız Prof.Dr.Mehmet Saray’ın Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı döneminde, 15-18 Mayıs 2006 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen “Doğumunun 125. Yılında Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu” bildirilerinden oluşmaktadır. Kitapta 67 bildiri yer almaktadır. Teslim edilen bildirilerin bu sayıda kalması basımdaki gecikmeyi biraz olsun mazur 
gösterebilir ümidindeyiz. Atatürk’ün ve düşünce sisteminin tüm yönleriyle değerlendirildiği Sempozyum’un gerçekleştirilmesindeki katkılarından dolayı, değerli katılımcılara ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunarım. 
Prof. Dr. Cezmi Eraslan 
Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı 

ÇİNDE ATATÜRK
Prof. Dr. Rukiye HACI

Sayın Başkan, Değerli konuklar 

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı ve Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı tarafından düzenlenen “Doğumunun 125. Yılında Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyomu”na Çin’in bir temsilcisi olarak ilk kez davet edildiğim için kıvanç duyuyorum.Bu fırsattan yararlanarak Çin’de yaşayan kardeşlerimizin kucak dolu selamlarını sizlere iletmek istiyorum. 
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Song Aiguo, kısa süre önce Hürriyet gazetesinde kendisiyle yapılan bir söyleşide, şöyle demişti: “Halen ‘Şu Çılgın Türkler’ romanını okuyorum. Türkleri ne kadar güzel anlatıyor. Kurtuluş Savaşı kolay kazanılmadı. Kahraman Türk halkının başında Mustafa Kemal gibi bir deha olmasaydı, Kurtuluş Savaşı bu şekilde kazanılamazdı bence. 
Biz Atatürk demeyiz, Kemal deriz o büyük dahiye.Mustafa Kemal, ezilen milletler için örnek bir kahramandır. Çin de 1920’lerde bir arayış içindeydi. 
Biz de Kemalizm gibi bir devrim yapalım diyorduk, olmadı. Büyük Atatürk’ün eskiden beri Çin’de özel bir yeri vardır, onun adı söylenince akan sular durur.” 

Geçenlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 80’nci yıldönümüne armağan olarak Çince ve Uygurca’ya çevirilen, Can Dündar’ın “ Sarı Zeybek” adlı kitabının yayımlanması Çin’de büyük bir yankı uyandırdığı için okuyucular beni mektup, faks, e-posta ve telefonla sık sık arayıp, Atatürk’ün çoktan beri Çinliler tarafından tanınan ulu bir şahıs, milleti ve memleketi için canını feda eden cesur 
bir kahraman olduğunu anlatan çeşitli belgelerden söz ettiler ve Atatürk hakkında bol bol kitap çevirmemi istediler. Çin’de bu kadar sevilen ve saygı gösterilen Atatürk’ü, Çin’e daha da tanıtmak için elimden geleni yapacağıma söz verdim. İçimden, elime geçen malzemelerden yararlanıp, “Çin’de Atatürk” başlıklı adında bir yazı yazmak geldi. Dolayısıyla Çin yazarlarının Atatürk hakkında yazdıkları hakkında sizlere kısaca bilgi vermek istiyorum. 

Çin Komünist Partisi’nin kurulduğu ilk günlerde, ünlü dahilerden biri olan Sen Hı Sin 1922’de yazdığı “Türkiye Cumhuriyet Halk Partisi’nin Başarısı’ ve Gao Cün’ün yazdığı “Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun Uluslararası Değeri” adındaki iki makalede, Türklerin Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde elde ettikleri başarılar kutlanıp, Atatürk’ten “Ulu ve cesur general” şeklinde üstün niteliklerle 
söz edilmişti. Bu makalelerde Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye ve yakın doğudaki10 milyonlarca müslümanın hayatını kurtarmakla kalmayıp, bütün dünyadaki ezilen milletler için iyi bir örnek yarattığı için, “Biz ona içten saygı gösteriyoruz, onu örnek kabul edip emperyalistlern zulmünü yerle bir edeceğiz” denmişti. Bunun yanında Atatürk, emperyalistler tarafından “Doğu Asya’nın Hastaları” diye alay edilen Çin’deki milletleri ayağa kalkarak, “Doğudaki Yiğit Adam” haline getirip, emperyalizmin Çinliler üzerindeki zulmünü yok etmeye çağırdı” deniyordu. 

Mustafa Kemal Atatürk, mahvolan bir devletten, darbeler yemiş bir ordudan, halsiz umutsuz bir milletten, yeni Türkiye’yi yaratan; ruhi gücün her silahtan daha güçlü olduğunu kendi gerçekleriyle kanıtlayan, eşsiz bir siyaset adamı ve büyük bir komutandır. 
O Türkiye’deki yenilenmeyi herhengi bir devletten daha çabuk ve daha derin biçimde başarıyla yürüterek, millete kendi geleceğinin temelini attıran cesur bir devrimcidir. Batı dünyasındaki edebi ve sanatsal gelişmeyi, reformları, bilimsel ve felsefi isyanı, Fransız Devrimini ve Sanayi Devrimi’ni kendi ülkesinde tek başına yürüterek tamamlayan, ulu kahraman olmakla kalmayıp, tüm insanlar için bir şeref sembolüdür. Bir milletin toprağı, kendisinin yiğit, vicdanlı evlatlarının kanıyla boyanmayınca güçlenemez, temizlenmez, millete 
de bereket getiremez. Böyle bir milletin otoritesi ve gücü de olamaz. Tarihte Mustafa Kemal’in kurduğu kahraman Türk Ordusu gibi, sömürücü güçlere şiddetli darbe indiren başka bir cesur ordu olmamıştı. O zamanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye 

Cumhuriyeti’nin toplumsal gelişme durumuyla yakından ilgilenen uzmanlar ve bilim adamları, “Doğu Dergisi” gibi bilimsel yayınlara ardı ardına Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve dini yapısını, tarihini ve uygarlığını araştıran makaleler yazarak, Çin halkına Türkiye’nin sosyal gelişmesi hakkında bilgi verdiler. 

Çinlilerin Atatürk ve Atatürk Türkiyesi hakkında derinliğine yürüttüğü incelemeler, ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra başladı. Türkiye’deki devrimlerin başarısı, Çinli bilim adamlarında Türkiye hakkında rasyonalist bir düşünce uyandırdı. 1922 de yayınlanan “Yeni Türkiye” adlı kitap, bunun güzel bir örneğidir. Yazar Lu Kı Şö, kitabında Türkiye tarihini; Türkiye’nin kudret bulma 
tarihi, Türkiye’nin zevale yüz tutan tarihi ve Türkiye’nin yeniden gelişme tarihi diye üç bölüme ayırarak, Atatürk’ü tanıtmıştı. Bu kitabın ikinci baskısı 1933’te yayınlanmış. Kitabında Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim ve reformlarına büyük değer veren yazar, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci ve refomcu ruhundan yola çıkarak Türkiye ile Çin’i kıyaslayarak şu sonuca varmıştı: “Çin ile Türkiye 
‘Hasta Adam’ diye tanınan iki büyük devlettir. Birbirlerine benzeyen tarafları çok olduğu için birbirlerini destekliyorlar. 

Günümüzde Türkiye’nin hastalığı iyileşti, ülke yerden kalktı. Çin’nin hastalığı günden güne ağırlaşmaktadır. Şimdi bizim onların cesur adımlarla gelişmekte olduğunu görünce sevinmemiz mi yoksa üzgün halde oturmamız mı gerekir? Bizde eskiden kalma bir atasözü var: Su boyunda oturup balıkları seyredeceğine eve gidip balık ağı örmen daha iyi. O nedenle bizim de üzgün üzgün oturmadan, ayağa kalkıp balık ağı örmemiz gerekir.” 

Bundan önce, yani 1923’te Lu Kı Şö “Doğu Memleketlerinin Devlet Hukukunu Yeniden Diriltmesinden Bir Örnek” başlıklı bir makalesinde “Çin’de devlet hukukunu yeniden diriltmek istiyorsan Mustafa Kemal’ın yolundan gitmen gerekir” diye yazmıştı. 

Lu Kı Şö’nin “Yeni Türkiye” adındaki kitabı Çin’de Türkiye ve Atatürk’ü inceliyenler için ilk kitap olup şimdiye kadar değerini kaybetmemiştir. 1928’de Çin Cung Şin tarafından yazılan “Türkiye Tarihi”, 1933’te Çıng Mung tarafindan yazılan “Kemal”, 1935’te Çao Cing Yüen tarafından yazılan “Türkiye Tarihi”, 1942’de Biyen Li Ting tarafından yazılan “Yeni Türkiye’nin Devlet Kuruluşu Tari
hi” adındaki kitaplarda da Atatürk’ün siyasi ve sosyal çağdaşlaşma alanlarındaki reformları ayrıntılı olarak gösteriliyor. 

Atatük devrimi ve reformu konusunda Çinli araştırmacılar bazı yanlış görüşlerde de bulunmuştu. Tarihi gerçekler ve olayların iç yüzünün ayrıntılı açıklanmadığı durumlarda bazı ilgili kitap ve yazılarda Atatürkçülük dogmatik şekilde eleştirildi. Kuzey-Batı Üniversitesi Ortadoğu İnceleme Ofisi’nin Başkanı Prof. Fen Şu Ci 1994’te yazdığı “Bilim Adamlarının Eski ve Tarihi Bilimsel Görüşleri” adlı 
eserinde millî burjuvazinin, sömürge ve yarı sömürge ülkelerin devrimlerinde oynadığı rol hakkındaki makalesi 1960’larda eleştirildikten sonra Fen, aradan 20 yıl geçtikten sonra “Şimdiki Dünya” adlı inceleme dergisinin yıllık toplantısına “Kemal ve Kemalizm” adlı bir makale göndererek, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini ve Türkiye’deki reformu detaylı olarak anlatmıştır. Bu makale 1981’de “Tarih İnceleme” dergisinde yayınlanmış, 1982’de de “Dünya Tarih Bilimsel Makaleler Külliyatı”na alınmıştır. 

1980’li yıllarında başlayan dışa açılma reformu yürütüldükten sonra Çin’de, Türkiye ve Atatürk’ün incelenmesi daha da gelişerek bir çok makale ve eser ardı ardına yayımlanmaya başladı ve çeşitli çeviri kitaplar da görülmeye başladı. 

Örneğin Çin Dı Çing’nin yazdığı “Çin’ in Siyasi Çağdaşlığı” adlı kitapta Türkiye’nin siyasi alandaki çağdaşlaşma sorunu ele alınmıştı. 

Sao Şe Ye’nin 2001’de yazdığı “Eski Hastalığa Verilen Şifalı İlaç: Türkiye’nin Mustafa Kemal Reformu” adındaki kitapta, reform deneyimleri ve önemi etraflıca aktarılmıştır. 

Bundan başka, Şuy Cı Lung’un da aralarında olduğu üç yazar tarafından kaleme alınan “Yabancı Ülkelerdeki 100 Askeri Bilim Adamı” adındaki kitapta Mustafa Kemal Atatürk “En devrimci ruha sahip general” diye tanıtılmıştı. 

1997’de Çin Halk Yayınevi tarafından yayınlanan 6 ciltlik “Dünya Genel Tarihi” adındaki kitabın “Günümüz” bölümünde, Atatürk devrimlerinin şu anda ve sonraki çağlarda Güneydoğu Asya, Batı Asya, Kuzey Afrika ve bazı sömürge ve yarı sömürge memleketlerin Kurtuluş Savaşı’na olan derin etkisi açıklanmıştı. 

Tanınmış Uygur yazar Zordun Sabır “Anayurt” adındaki kitabında Çin’ in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Komindan sömürgecilerine karşı 12 kasım 1944’te patlak veren Üç Vilayet Devrimi’nde, Şiho savaşına komuta edenler arasında hiçbir Uygur komutanın olmadığını duyan Üç Vilavet Geçici Hükûmet Başkanı’nın, “Keşke aramızda Mustafa Kemal gibi bir kahraman olsaydı” sözünü bir diyalog 
olarak vermiş. 

1980’de “Sincan” gazetesinde Mustafa Kemal’in ünlü “Gelişmezsek mahvolacağız” sözünü konu edinen makale ve 2000’de Sincan Maarif Gazetesi’nde yayınlanan “20. Yüzyılın 6 Büyük Refomcusu “konulu uzun bir makalede Mustafa Kemal Atatürk “Türkiye’yi çağdaş medeniyete taşıyan, devletin atası “ diye tanıtılmış, 2004’te “Edebi Çeviriler Dergisi”, “Günümüz Türkiye’sinin kurucusu Mustafa Kemal” adındaki makaleyi Çince’den Uygurca’ya çevirerek yayımlamış. 

Mustafa Kemal devrimleri hüküm sürmeye ve başarıya ulaşmaya başladığı zaman, Çin Komünist Partisi ile Komindan Partisi, onun tecrübelerini Çin’e uygulamıştı. Ama o zaman Mustafa Kemal gibi bir şahıs Çin’de yetişmemiş ve de Çin’de burjuva diktatörlüğüyle kapitalist rejim daha oluşmamıştı. Öyle olmasına rağmen o dönemlerde Mustafa Kemal hakkında birkaç kitap yayımlanmıştı. Mustafa Kemal’ın Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla sonuçlandırdığı 1923’ten sonra tam 83 yıl geçti. Bu 83 yılda Çin Komünist Partisi’nin Türkiye Devrimi ve Mustafa Kemal’e ilişkin düşüncelerinde değişiklik oldu. 

Çin Komünist Partisi’nin önceki liderleri arasında Türkiye Devrimi ve Mustafa Kemal’i değişik değerlendirenler vardı. Hatta 60’lı yıllarda Mustafa Kemal hakkında yazılar kaleme alan Çin bilim adamları eleştirilmişti.Ancak 1980’li yıllardan itibaren, Türkiye’yi ve Mustafa Kemal’i inceliyenler çoğalmaya başladı. Çin-Türkiye diplomasisinde de bazı değişiklikler görülmeye başladı. Bu konuda 
başkan Mao, 1940’larda “1927’deki Çin’nin birinci büyük devrimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, Çin burjuvazisinin bazı mensupları Kemalizm’i ateşli bir şekilde savunmamışlar mıydı? Ama Çin’in Mustafa Kemal’i nerede? Ve Çin’in burjuva diktatörlüğüyle kapitalist toplumu nerede?” demişti. Çin’in büyük siyaset adamı Can Ze Min, Nisan 2000’de Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, şerefine düzenlenen törende “Türk milleti, çalışkan kahraman bir millet. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türk halkı, Millî kahraman, General Mustafa Kemal’in liderliğinde ulusal devrimi gerçekleştirerek, kuvvetli emperyalizme karşı egemenliği ele geçirip, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. 

Bu devrim, Türkiye’nin düzenini değiştirmekle kalmayıp, dünyadaki ezilen, köle edilmiş halkların bağımsızlığı ve kurtuluşunu elde etmesine büyük bir ilham verdi. Biz şunu memnuniyetle görebildik ki, Türkler çalışkandır, kendi elleriyle kendi devletini kurma sırasında gözle görülür başarılar elde ettiler. Türkiye devrimi gelişti, ekonomisi çabuk ilerledi, halkının yaşam seviyesi günden güne yükseldi, Türkiye uluslararasında dikkat çeken devlet haline geldi “ diye konuştu. 

1982’de eski Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri Hu Yao Ban Türk muhabirlerle görüştüğünde, “Bu yüzyılın başında sizin memleketinizden bir ulvi dahi, Mustafa Kemal çıktı, bizim memleketimizden ise bir ulvi dahi, Sun Yat Sen çıktı” demişti. 

1994’te proleter devrimci, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun Başkomutanı General Yang Çing Vey tarafından yazılan “100 Yabancı Askeri Bilim Adamı” adlı kitapta Mustafa Kemal’in büyük devrimci katkıları özetlenerek, “Büyük devrimci ruhlu general” diye tanıtılmı, onun yaşamı boyunca sürdürdüğü arasındaki devrimci faaliyetleri anlatılmıştı. 

1988 de Sincan Sosyal Bilimler Akademisi Orta Asya İnceleme Bürosu’nun araştırmacısı Bayan Han Lin, “Mustafa Kemal Reformunun Tecrübeleri” adlı bir makale yazarak, Mustafa Kemal ve onun siyaset, hukuk, ekonomi, din, kültür ve eğitim gibi alanlarda yürüttüğü reformlara yüksek değer vermiş ve Çin’in reform alanında onun tecrübelerinden örnek alması ve faydalanması gerektiği önerisinde bulunmuştu. 

Yazar Le Yi internette yayınlanan 22 Ekim 2004 tarihli “Güney Çin’de Hafta Sonu” gazetesinin “Uygarlık “ sayfasında yayımlanan “Geleneğin her şeyin üstünde tutulması görüşü kabul edilemez” başlıklı makalesinde, yeni bir görüş ortaya konarak “Geleneğe karşı davranma yeni geleneğin varlığıdır” denmiştir: 

Gelenekler değişmezse, uygarlık da gelişemez. Bize göre geleneğe saygı göstermek ve öğrenmek, bilgi edinmenin gereğidir. Ama “geleneği değiştirmek mümkün değildir, yenilemek doğru değildir, onu geliştirmek de olamaz” demek cahilliktir. Türkiye’de Mustafa Kemal’in katkıları övülerek, kendisine Türkiye’nin atası anlamına gelen isim verildi. Çünkü, onun 20’nci yüzyılın 20’li yıllarında ortaya koyduğu pek çok reform Türkiye’de büyük değişiklikler meydana getirdi. Kendisinin kesin iradesini göstermek için, Türklerin geleneksel sarığı giymesini reddetti. Bunu kabul edemeyen Türklerin çoğu “Bu geleneğimize ihanettir” diye şiddetle tepki gösterdiler, hatta bazı yerlerde buna karşı kanlı olaylar da meydana gelmişti. Ayniyle Çing Sülalesinin son devrindeki Çinlilerin uzun saç örgüsünü kesmek de geleneğe karşı hareket diye tanımlanmış, kanlı olaylara yaşanmış, kan su gibi akmıştı. 

Şing Mo Çing tarafından 15 ağustos 1922’de yazılan “Şimdiki Zamanın Ünlü Şahısları Arasında Dokuzuncu Şahıs Mustafa Kemal” adındaki kitap, 11 bölüm halinde Mustafa Kemal’i ayrıntılı olarak ele alır. 

1891’de 10 yaşını dolduran Mustafa Kemal askerî ilkokulda öğrenim görmeye başladığında arkadaşlarına “Askeri üniformayı giydiğimde vücudumun güç ve kuvvetle dolduğunu ve kendimde sanki ulvi bir gövde bulunduğumu hissettim” demesinden Mustafa Kemal’ın ne kadar iradeli, cesur bir adam olduğunu görebiliriz. 

Mustafa Kemal uzakları görebilen bir devrimcidir. Mustafa Kemal’in 1910’da Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî denetleme heyetinin içinde Paris’e giderken tren sınırdan geçer geçmez başındaki fesi atıp şapka giydiğini gören arkadaşı, “Bizim Osmanlı Türklerinden olduğumuzu bilmeleri gerekir”diye kızmıştır. Tren Balkan topraklarında bir istasyona geldiği zaman bir çocuğun“Kahrolsun 
Türkler”dediğini duyunca o öfkelenen arkadaşı hemen fesini atıp şapka gidiğini tahlil eden yazar, Mustafa Kemal’in uzakları görebilen gerçek bir refomcu olduğunu anlatarak 1922’de 6 asırdır devam eden Osman Sultanlı rejimini yıkmak amacıyla Ekim 1923’de tekrar islah etme projesini kabul ederek Türkiye’yi Cumhuriyet devleti ilan ettiğini, Mustafa Kemal’in tüm oyları alarak ilk cumhurbaşkanı olduğunu, 1924’de 1300 yıla yakın devam eden halife rejimini yok ederek Osmanlı hanedanını Türkiye’den yolladığını, böylelikle Mustafa Kemal’in İslam dünyasında dinin devlete karışmadığı ilk cumhuriyeti kurarak İslam ülkelerinin çağdaşlaşmasına yol gösterdiğini anlatıyor. 

Bundan başka Mustafa Kemal Atatürk, eğitim alanında pek çok reform yapmasından dolayı Türkiye’nin maarif ve uygarlık işleri hızla gelişti. Atatürk, 1936’da Ankara Üniversitesi’ni kurarken, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’yle ilk adımı atmıştı. Önceliği de Tarih, Türkoloji, Sinoloji kürsülerinin kurulmasına vermişti. 

Batı dünyası, çeşitli sömürü amaçlarıyla, toplumların tarihini, inançlarını, dillerini, sosyolojilerini, değerlerinin tümünü, asırlardan tahrip etmiştir. Bu gerçeği bilen Atatürk, Türklerin en eski komşusunun dilinin öğretimini öncelikle istemiş, Türk – Çin dostluğunun ve kardeşliğinin gerçekleştirilmesini arzulamıştı. Çin sanatının en güzel seramik vazolarının binlercesini Topkapı koleksiyonlarında bulabiliriz. Günümüz dünyasında, Batı ile Doğu arasındaki kültürler savaşının son bulması da Çin-Türk dostluğuna muhtaçtır. 

14 Mayıs 2000’de Uygur Türklerinden Hasancan Yasin tarafından yazılan “20’nci yüzyıldaki 6 Büyük Reformcu”adındaki kitabın“Mustafa Kemal (1881-1938) Türkiye’yi Uygarlığa Götüren Devlet Atası”denilen bölümünde Mustafa Kemal’ın Türk toplumları arasında yüksek otoriteye sahip millî kahraman olduğu, feodal, geri kalmış Türkiye’yi uygarlığa doğru yönettiği için meclisin ona “Atatürk ”yani “Devletin Atası ”ünvanını verdiği anlatılıyor. 

Uygur Türklerinden Yusufcan Eli İslami’nin Kasım 2000’de Atatürk’ün doğumu nun 120’nci yılına armağan olarak yazdığı “Mustafa Kemal”adındaki kitapta Mustafa Kemal’in özgeçmişinden başlayıp şimdiki Türkiye’nin gelişmesine kadar olan katkıları detaylı olarak anlatılırken okuyuculardan gelen mektuplarda da Atatürk’ü Uygurlara tanıttığı vurgulanıyor. 

Son olarak sizlere, “Dünyada En Tanınmış 4 Liderden Biri: Atatürk” adlı kitabın liselerde okutulmakta olduğu Çin’de Atatürk’e verilen önem, gösterilen saygı ve sevgiyle ilgili bazı müjdeler de iletmek istiyorum. “Atatürk’ü Seviyoruz” adlı 10 bölümlük kitap, çok yakında Çince ve Uygurca olarak yayınlanacak. 
Bunun yanında Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı ve sonrasını anlattığı dev eseri “Nutuk” da gene iki dilde, Çince ve Uygurca olmak üzere çevrilecek. 

Değerli konuklar, bundan sonra ulu Atatürk’ü 1 milyar 300 milyon nüfusa sahip olan Çinlilere tanıtmak için elimden geleni yapacağım. 

Mustafa Kemal biz Çinlilerin çok yakından tanımamıza, öğrenmemize değer ulu bir dahidir. 
Bundan önce öğrenmiştik bundan sonra da evlattan evlada öğreneceğiz, öğreteceğiz. Bundan sonra Çin ile Türkiye arasındaki dostluğu daha da geliştirmek için karşılıklı sempozyumlar düzenlememiz, karşılıklı kitaplar yazmamız ve çevirmemiz gerekir. Tarihten beri süregelen kardeşliğimizi devam ettirelim ve Atatürk bu kardeşliğin sürmesinde büyük bir yol gösterici olmaya devam etsin. 


***

18 Ocak 2016 Pazartesi

Atatürk ve Cumhuriyet



Atatürk ve Cumhuriyet



İLKE..,
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)

Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına son verilmiştir. 
Uygarlığı n çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış , Batının sömürgesi işlemi uyğulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dış güçlerin işgaline uğramış , işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı , kendisine güvenen halkının başı na geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve Kuvay-ı Milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm kalım girişimini başlatmıştı.

Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca 9. Ordu Müfettişliğine ( Sonra 3. Ordu oldu ) Atanmasını sağlamış , 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığı nı yine bu ulusun istenci ve direnci kurtaracaktır.” açıklığı nı taşı yan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağı nı açmış tır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışı yla ilk evresini tamamlamıştır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.
Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur.

Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. 
Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde Mazhar Müfit Kansu’nun “ Mücadele başarıya ulaşı rsa yönetim biçimi ne olacaktır? ” 

Sorusuna hiç duraksamadan verdiği “ Hiç kuşkusuz Cumhuriyet! ” yanıtıdır. 

30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün Önerisiyle “ Başkomutan Meydan Savaşı ” adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.
1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. 
Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “ Saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş ” Görüşüyle padişah yandaşlığı nın değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışı lan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “ Hükûmet biçimi ” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle, destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağı msızlığı , özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ( Teşkilâtı Esasiye Kanunu )’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. Maddelerine göre Cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmış tır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR? Cumhuriyet
Yönetenlerin, Yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. 

Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışı na ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 

4 Aralık 1923’de “ Biz bu Cumhuriyeti kanla kurduk ” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibi tüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “ Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir. ” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul kölelikten yurttaşlığa yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşlarından kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayış tan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır.

20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde 
kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığı yla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.
Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşımakla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir.
Birçok devlet cumhuriyet adını taşı makta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamıştır. 
Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşı tlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir.
10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden 
kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağır kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamıştır. 
84. yıl dönümü nü kutladığı mız günümüzde “ 100. yılını kutlayabilecek miyiz? ” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığımız, anlatamadığı mız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlış lık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı , duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanış ma sarsılmış , gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.

Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın 2. Maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.” dediği yapı, cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğıt üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.

Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetir sek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlaşılır.
Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden 
bağımsızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan laiklik asla din karşıtlığı değildir. 
Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığın kaynağı ; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı ; eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığı n, bilimselliğin, barışı n, uygarlığı n en elverişli iklimidir.

Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığımız güzellikler ve günler, kökten dinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. 
Lâik  Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağışlanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.

Gereksiz tartışmalarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.

Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığdıran, yollar, demir yolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.

Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır. Hiçbir yurttaşın dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır.

Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşı lığında yerine getirebildikleri, üçtür okul, beştür mahkeme ve on beş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.

3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.

Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter. Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.
Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı , Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. 

Niteliklerine asla dokunulamaz.

Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağı mızı düşündürmeli ve görevlerimizi da-ha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.
Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. 

Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.

Ne var ki lâik cumhuriyet karşı tları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversitelerde ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkma baş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağı nda olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağı msız yaşatmak yurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir.


..

20 Ekim 2015 Salı

İLKE Atatürk ve Cumhuriyet




İLKE Atatürk ve Cumhuriyet,


YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)

Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına son verilmiştir. Uygarlığı n çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış , Batının sömürgesi işlemi uygulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dış güçlerin işgaline uğramış , işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığı yla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı , kendisine güvenen halkının başı na geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve kuvay-ı milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm-kalım girişimini başlatmış tı.
Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca 9. Ordu Müfet-tişliğine (sonra 3. Ordu oldu) atanmasını sağlamış , 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığı nı yine bu ulusun istenci ve direnci kurtacaktır.” açıklığı nı taşı yan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağı nı açmış tır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışı yla ilk evresini tamamlamış tır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.
Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur.
Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci-diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde Mazhar Müfit Kansu’nun “Mücadele başarıya ulaşı rsa yönetim biçimi ne olacaktır?” sorusuna hiç duraksamadan verdiği “Hiç kuşkusuz cumhuriyet!” yanıtıdır. 30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün önerisiyle “Başkomutan Meydan Savaşı ”adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.

1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş” görüşüyle padişah yandaşlığı nın değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışı lan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “Hükûmet biçimi” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle, destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağı msızlığı , özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle Cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. maddelerine göre cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmış tır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR?

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışı na ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 4 Aralık 1923’de “Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibi tüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul-kölelikten yurttaşlığ a yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşlarından kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayış tan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır.

20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığı yla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.
Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşı makla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir.
Birçok devlet cumhuriyet adını taşı makta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamış tır. Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşıtlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir.

10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağı r kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamış tır. 84. yıldönümünü kutladığı mız günümüzde “100. yılını kutlayabilecek miyiz?” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığı mız, anlatamadığı mız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlış lık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı , duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanış ma sarsılmış , gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.
Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın
2. maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.” dediği yapı, cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğı t üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.
Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetirsek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlışılır.
Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden bağı msızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan lâiklik asla din karşıtlığı değildir. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. 
Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığı n kaynağı ; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı ;eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığın, bilimselliğin, barışı n, uygarlığı n en elverişli iklimidir.
Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığı mız güzellikler ve günler, köktendinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. Lâik Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağış lanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.
Gereksiz tartış malarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.
Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığ dıran, yollar, demiryolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.
Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır. Hiçbir yurttaşı n dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır.

Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşı lığı nda yerine getirebildikleri, üç tür okul, beş tür mahkeme ve onbeş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.

3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.

Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter. Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.

Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı , Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. Niteliklerine asla dokunulamaz.

Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağı mızı düşündürmeli ve görevlerimizi daha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.

Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.

Ne var ki lâik cumhuriyet karşı tları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversitelerde ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkmabaş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağı nda olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağı msız yaşatmak yurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir.


..