ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 6
BELİRTİLEN BU DEĞERLENDİRMELER VE ABD’NİN DİNAMİKLERİ IŞIĞINDA ABD’NİN, ÖNCELİK SIRASINA GÖRE IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI NELER OLABİLİR?
Yazan: Prof.Dr.Mahmut Bali AYKAN
ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği ne olacaktır? Bu
soruya cevap verebilme amacı güden 4 senaryo ve bir tartışma planı
hazırlanmıştır. Bu yazıda bu çalışmalarla ilgili bazı düşünceler
paylaşılacak ve bu düşüncelerden yola çıkılarak belirtilen konu ile ilgili
bağımsız bir analiz denemesi yapılacaktır.
Söz konusu 4 çalışmanın her biri konuya askerî, jeopolitik,
ekonomik, tarihsel ve bölgesel perspektiflerden; dinî ve etnik faktör
açılarının birinden yaklaşarak bu hususlarda bilgiler vermekte ve bu
bilgilere dayalı olarak ABD’nin Irak’tan askerî güçlerini kısmen veya
tamamen çekip çekmeyeceği; bu çekilme işleminin ne zaman ve hangi
şartlar altında olacağı; muhtemel bir çekilmenin ertesinde Irak içi ve Orta
Doğu bölgesi genelinde ne çeşit gelişmelerin beklenebileceği ile ilgili
önerilerde bulunmaktadırlar. Tartışma planı ise konunun hangi başlıklar
altında incelenmesi gerektiği ile ilgili bir taslak öneri görünümündedir.
Bu çalışmaları, ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği konusu
ile ilgili genel bir resmin belli parçalarını, kendi yaklaşım açılarından
hareketle verdikleri bilgiler bakımından göstermeleri nedeniyle, değerli
ve birbirlerini tamamlayıcı olarak görüyorum. Ancak ABD’nin Irak’taki
askerî varlığının geleceği gibi çok spesifik olan bir konunun;
. ABD’nin Soğuk Savaş dönemi ve 11 Eylül sonrasında gelişen
ulusal kimlik ve davranışı ile ilgili olduğunu;
. Somut bilgiden çok ancak sezgiye dayalı varsayımlarla
tartışılabilecek karmaşık gerçekler ve olaylar içermekte olduğunu ve,
. Bu varsayımların ABD işgalinin hangi şart ve sonuçlar
çerçevesinde ve ne zaman bitip bitmeyeceği ile ilgili gelecek tahminleri
olarak kesin olamayacak ancak gerçekleşmesi en muhtemel ihtimallere
dayalı olabileceğini düşünüyorum.
Bu belirtilen noktalar açısından bakıldığında söz konusu
çalışmaların birbirini tamamlayacak şekilde birleştirilmeleri ve kesinlik
içeren bazı öneri ve varsayımların yumuşatılması gereğine ilaveten
bakış açılarının da genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha açık
olarak belirtmek gerekirse, bu çalışmaların bence en dikkat çekici ortak
eksiklikleri ABD’nin 11 Eylül sonrası dönemi ile ilgili ulusal kimlik ve
bunun etkilediği dış politika davranışı ile doğrudan bağlantılı genel bir
analitik çerçeveden yoksun oluşlarıdır.
“Dış Politika”, devletlerin kendi kimlik anlayışları, ulusal ve
uluslararası ortamla ilgili algılamaları çerçevesinde belirledikleri iç ve dış
amaçları elde etmek ve bu amaçlara yönelik tehditleri etkisiz hâle
getirmek doğrultusunda geliştirdikleri bir stratejidir. Bu açıdan
bakıldığında, ABD dış politika davranışlarının özellikle II. Dünya Savaşı
dönemlerinden günümüze kadar hiç değişmemiş olan bir özelliği; gelmiş
geçmiş bütün ABD yönetimlerinin evrenselcilik ve ulusalcılık
yaklaşımları arasındaki bocalamaları ve bu durumun dış politika
çizgisinde oluşturduğu çelişkilerdir. Ulusalcı yaklaşım; Başkan George
Washington ve Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikasının mimarı George
F. Kennan’ın, kendi dönem şartlarına uyarlanmış bir şekilde, ABD’nin
güvenlik ve refahını koruması bakımından kendisinden farklı kimliklerden
oluşmuş olan uluslararası alanda, daima kendi hareket serbestisini
koruması gerektiği fikrini savunur. Evrenselcilik ise; (ki bu Başkan
Woodrow Wilson’dan bu yana uluslararası sistemik yapıdaki
değişikliklere karşılık olarak yapılmış çeşitli adaptasyonlarla gelişmiş bir
çizgidir) ABD’nin, uluslararası alanda güvenlik ve refahını koruyabilmesi
için kendi ulusal değerlerini (ki bunları kısaca liberal demokrasi; pazar
ekonomisi ve bunlarla bağlantılı bireysel girişimcilik, düşünce özgürlüğü
gibi değerler manzumesi olarak düşünebiliriz) benimsemiş bir dünyanın
oluşturulması yolunda aktif bir misyon üstlenmesini öngörür. Bu iki zıt
görüşten Evrenselcilik yaklaşımı 11 Eylül 2001 sonrasında ABD dış
politikasında özellikle öne çıkarken; diğer taraftan özellikle Irak’ta
karşılaşılan güçlüklerin ABD’nin hareket serbestisinin tekrar
kazanılmasına yönelik bir yeniden değerlendirme yapılması yönünde,
ABD yöneticilerine baskı yapmakta olduğunu görmekteyiz.
ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği konusunu belirleyecek
olan esas unsur, söz konusu senaryolarda bahsedilen askerî, jeopolitik,
ekonomik, tarihsel, dinî ve etnik faktörlerin birbirlerinden bağımsız ve
hatta bir bütün olarak yapacakları etkiden çok; Irak özelinde ve bölgesel
ölçekte ABD dış politikası ile bağlantılı olarak sözü edilen bu iki zıt
eğilimin birbirlerini nasıl etkileyip nasıl bir sonuç doğuracakları ile ilgilidir.
Şu husus vurgulanmalıdır ki, dış politika incelemelerinde indirgemeci
yöntemin karmaşık dış politika olgularını basitleştirmek yönünde bir
fayda ve cazibesi olabilse de, sonuca etki edebilecek diğer (muhtemelen
daha baskın) faktörleri ihmal ettiği için bu yöntemin olayları açıklama ve
geleceği tahmin gücü yeterli olamayacaktır. Her ülkenin dış politikası için
söz konusu olduğu gibi ABD dış politika davranışlarında da temelde
belirleyici olan husus; sadece ekonomik, askerî ve diğer konulardaki
diğerlerine göre daha önemli görülen izole çıkarların değil; bunların
tümünün algılamasına dayalı olarak karar verecek olan siyasi irade
olacaktır. ABD gibi global bir güç açısından bakıldığında, söz konusu
siyasi irade bu ülkenin birbiriyle örtüşen ve ayrışan çeşitli global,
bölgesel ve yerel çıkarları arasında hiyerarşik bir öncelik sıralaması
yapmak gibi yabana atılamayacak bir zorlukla karşı karşıyadır. Bu
demektir ki, söz konusu senaryolarda çıkarının ne olduğunu ve onu elde
etmek için ne yapması gerektiğini bilerek Irak’la ve bölge ile ilgili uzun
vadeli planlar yapabilen her şeye muktedir ABD imajı gerçekle
uyuşmamaktadır. Aslında ABD yöneticilerinin kendileri bile (ki bunlara
Ütğm. Durmuş’un çalışmasında referansta bulunduğu ABD Kongre ve
akademik çevrelerinde mevcut Irak politikasına eleştiri getirip çözüm
üretmeye çalışanlar da eklenmelidir) türlü belirsizliklerden ötürü Irak’taki
ve ona bağlı olarak bölgedeki dinamiklerin ne şekil alacağını ve buna
göre ABD’nin yarın ne yapması gerektiğini bilememekte ve bunu da
açıkça ifade etmektedirler.
Şu ana kadar ABD’nin Irak’taki askerî varlığının geleceği ile ilgili
konuda kısmi açılardan ve kesin hükümlere dayalı olarak
tartışılamayacağı görüşü savunulmuştur. Şimdi yakın ve uzak gelecekte
ABD siyasi iradesinin bu konu ile ilgili verebileceği muhtemel bazı
kararlar ve bunların ABD’nin genel Orta Doğu politikası ile de bağlantılı
muhtemel nedenleri üzerinde durulacaktır.
İnceleme konumuz olan Irak’ın da bir parçası olduğu Orta Doğu
bölgesi açısından bakıldığında, ABD’nin 11 Eylül öncesi dönemlerle
kıyaslandığında değişmeyen spesifik çıkarları şunlardır:
. İsrail’in ve dost ülkelerin güvenliğini sağlamak,
. Arap-İsrail anlaşmazlığının bölgesel istikrara katkı sağlayacak şekilde çözümünü kolaylaştırmak,
. Batı pazarlarına kesintisiz petrol akışının teminini güvenceye almak.
11 Eylül 2001 olaylarından sonra bu amaçlar terörizme karşı
savaş hedefi etrafında yeniden belirlenirken, bölgenin demokratikleşmesi
ve nükleer silahların ve ilgili teknolojinin yayılmasının önlenmesi gibi bazı
spesifik amaçlar terörizme karşı savaş çerçevesinde ön plana
çıkmışlardır. Bu yeni dönemde, ABD’nin bu amaçları gerçekleştirmek
üzere benimsemiş olduğu savunma stratejisi; 11 Eylül öncesi dönemdeki
durumdan farklı olarak çok amaçlı (caydırıcı ve önleyici) askerî güç
kullanımını diplomasi, ekonomik vasıtalar gibi diğer dış politika araçları
arasında önceden hiç olmadığı kadar öne çıkarmaktadır.
Bu amaçlar ve strateji çerçevesinde düşünüldüğünde, ABD’nin
genel olarak Orta Doğu, özelde ise Irak’taki askerî mevcudiyetini devam
ettirmek istemesine sebep olabilecek faktörler şunlardır:
1. Görünebilir gelecekte Orta Doğu bölgesinde yukarıda değinilen
amaçlarını gerçekleştirebilmek için ABD’nin askerî mevcudiyetini devam
ettirmesi gerekmektedir. Örneğin nükleer silahların yayılmasını önleme
konusunda ABD’nin kendi Orta Doğu politikasıyla ters düştüğü sürece,
demokrasi ile yönetilen bir İran’ın bile nükleer programına şüpheyle
yaklaşacağı söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, aşağıda tartışılacağı
üzere, ABD’nin belli bir çıkış planı çerçevesinde Irak’tan asker çekmesi
ihtimal dâhilinde olmakla birlikte; İran’a karşı caydırıcı ve önleyici
pozisyonunu korumak bakımından bu ülkede askerî bir üs ve/veya belirli
bir askerî mevcudiyeti geride bırakması beklenebilir.
2. 11 Eylül olaylarından sonra güvenlik endişesi önceden hiç
olmadığı kadar artan ABD kamuoyu, ABD’nin iç politikasında demokratik
özgürlükleri erteleyerek; dış politikasında da tek taraflı güç kullanmaya
dayalı bir strateji benimseyerek kendi demokratik değerleriyle ters
düşme kararlılığını gösteren bir başkanla (üstelik bu kararlılığından ötürü
ikinci kez başkan seçerek) ABD’nin, geçmişle kıyaslandığında yeni olan
bir devlet kimliğine bürünmesine en azından görünebilir gelecekte itiraz
etmeyeceğini göstermiş bulunmaktadır.
3. İşgalin başlangıcından beri bu ülkede düzeni hâlâ
sağlayamamış olarak işgali devam ettirme kararlılığının ABD’ye kestiği
askerî, politik ve ekonomik faturanın gitgide büyümesine rağmen; Bush
yönetimi günümüze kadar tüm isteklere karşın ve eskiden Clinton
yönetimin politikasını bu yönden eleştiren tutumuyla da çelişkiye düşmek
pahasına Irak’tan bir çıkış planı yapıp bunu kendi kongresi ile
paylaşmamıştır.
4. Yine Irak politikası ile ilgili olarak ABD Başkanı, Irak’ın seçimle
iktidara gelmiş meşru yönetimi ABD’ye Irak’ı terk etmesi isteğini
ilettiğinde bu isteğe derhal uyacağını, asker çekerken bu ülkede askerî
bir varlık ve üs bırakmak niyetinde olmadığını ABD Kongresi’nde yapılan
çağrılara rağmen, ABD ve dünya kamuoyuna bu zamana kadar ilan
etmemiştir.
5. ABD’nin önümüzdeki yıllar içinde Orta Doğu petrolüne
bağımlılığının gitgide artacağı bizzat ABD Enerji Bakanlığı yetkilileri
tarafından rakamlarla açıklanmaktadır. Buna göre ABD’nin 2025 yılına
kadar olan 20 sene içinde toplam enerji tüketimi üçte bir artacak ve iç
üretimin tüketimi karşılamakta yetersiz kalması sebebiyle, talep artan
ölçülerde ithalatla karşılanacak; bunun da en büyük kısmı Orta Doğu
bölgesinden gelecektir. Yine bu yetkililere göre, ABD’nin petrole olan
bağımlılığı gelecek 20 yıl içinde %40 oranında artacak ve bu bağımlılığın
başka alternatiflerle ortadan kaldırılması da mümkün olamayacak; zira
2025 yılında bu petrol talebinin % 70’i taşımacılık sektörüne gitme
durumunda kalacaktır. Benzer şekilde ABD’nin doğal gaz talebinin de 20
yıl içinde %40 artacağı öngörülmektedir. Diğer yandan dünya toplam
enerji talebinin de önümüzdeki 20 yıllık süre içinde %54 artacağı ve bu
artışın en büyük kısmının da Asya ülkelerinden özellikle de Çin ve
Hindistan’dan gelecek talebe bağlı olacağı düşünülecek olursa; Orta
Doğu ve civar bölgeler olan Kafkasya ve Orta Asya’nın, enerji kaynakları
üzerinde söz sahibi olabilmek adına önemli bir uluslararası rekabete
sahne olacağını düşünmek zor olmayacaktır. Bu durumda ABD’nin bu
bölgelerdeki mevcudiyetini en azından sağlamlaştırmak için çaba
göstermesini beklemek doğal olacaktır.
ABD’nde, 1970 ile 2000 arasındaki 30 yıllık sürede, GSMH % 126
artarken, enerji tüketimi sadece % 30 artmıştır.
(Kaynak: National Energy Policy)
6. Öngörülebilir bir gelecekte uluslararası arenada özellikle askerî
bakımdan ABD’nin süper güç konumuna meydan okuyacak ciddi bir
rakip görünmemektedir. Bu durum ABD’nin Irak başta olmak üzere
aktivist ve tek taraflı politikalarını sürdürmek yönünde teşvik edici ve
kolaylaştırıcı bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
7. Evrenselcilik yaklaşımı Bush yönetimi tarafından ABD’nin dış
politikadaki tek seçeneği olarak algılanmaktadır. ABD resmî
söylemlerinde, 11 Eylül sonrasında ABD dış politikasının öncelikli amacı
hâline gelen “teröre karşı savaş”ın bu önceliğini uzun yıllar koruyacağı
hususu açıkça kabul edilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın
ifadesiyle; ABD “teröre karşı savaş” hususundaki global politikasını
“insan hürriyetlerini” koruyan bir “güçler dengesi” kurmaya çalışarak
sağlayacaktır. Bu çerçevede demokrasi için ortaklık; özellikle de
Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi projelerin hayata geçme
şansı bakımından Irak bir örnek teşkil etmektedir. Toplumsal yapısı ve
kültürü itibariyle Irak İran’a benzememektedir. Baas rejiminin izlemiş
olduğu politikaların da katkıda bulunduğu üzere, bu ülkede dinî kesimler
İran’da olduğu gibi hâkim bir konumda bulunmamaktadır. Irak’ta
kadınların toplumda görevler üstlenmeleri sağlanmış, sosyal kalkınma
hedefleri doğrultusunda mesafe kat edilmiş olup, kısacası ABD politik
kültürüne İran kadar yabancı olmayan bir toplum söz konusudur. Orta
Doğu’daki demokratikleşme potansiyeli bakımından Irak, ABD tarafından
bir “demokratik domino” olarak algılanmaktadır. Bu yüzden Irak’taki ABD
askerî mevcudiyetinin politik, ekonomik ve askerî faturası ne olursa
olsun gerektiği sürece muhafazasının kaçınılmaz olacağı, ABD resmî
söylemlerinde vurgulanmaktadır. ABD açısından Irak’taki başarının
kriteri çekildikten sonra arkada seçimle gelmiş demokratik idarecilerin
ülkenin iç düzenini koruyabildiği, toprak bütünlüğü arz eden, bu
bütünlüğü dış tehditlere karşı koruyabilen, komşuları ile iyi ilişkiler içinde
olan bir ülke bırakmak olarak görülmektedir. Bu satırların yazılmakta
olduğu Mayıs 2005 tarihi itibariyle bazı gözlemcilerin ve yetkililerin
istediği şekilde ABD’nin askerî olarak derhal bu ülkeden çekilmesinin
böyle ideal bir sonucu meydana getireceği yönünde kesin bir belirti
yoktur. Tam tersine, Irak’ın karmaşık etnik ve dinî yapısı içindeki yerel
dengeleri kurmadan gerçekleşecek olan böyle bir çekilmenin, bir iç
savaşın ve komşu devletlerin direkt müdahalelerinin önünü açması
ihtimali vardır. İç düzen hâlâ tam olarak sağlanamamış olmasına rağmen
ABD askerî varlığının devam ettiği mevcut durumda en azından açlık
problemleri, Irak’tan komşu ülkelere yoğun göçler gibi problemler
yaşanmamaktadır ve Irak petrolü de ABD’nin kontrolü altındadır.
8. Aslında mevcut durumda Irak’taki yeni yönetimin ABD’nin
kuvvetlerinin bir an önce Irak’tan çekilmesi için herhangi bir istek
duyduğuna dair belirti de mevcut değildir. Irak’taki yeni yönetim
tarafından bu hususla ilgili olarak yapılmış açıklamalarda açık olan
yegane husus asker sayısında belirli indirimler yapılmasının mümkün
olmasıyla birlikte, ABD askerî varlığının en erken 2005 yılı sonuna kadar
devam edeceğidir. Bu noktada yapılacak yeni bir durum
değerlendirmesinin kesinlikle ABD’nin çekilmesiyle sonuçlanacağını
gösterir herhangi bir işaret de mevcut değildir. Aksine, söz konusu
sürenin çok daha uzun ve belirsiz olabileceğini düşündüren işaretler
vardır. Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Talabani bir mülakatta Irak’ın
içişlerine dışarıdan müdahale durumu devam ettiği sürece ABD askerî
güçlerinin Irak’tan çekilmesinin mümkün olamayacağını belirtmiştir.
Türkiye’yi de kapsadığı açık olan bu ima bir belirsizlik durumuna işaret
etmektedir. Örneğin, her ne kadar Talabani Irak topraklarında Türkiye’ye
karşı bir tehdidin oluşmasına izin verilmeyeceğini söylüyorsa da, ne
kadar iyi niyetle söylenmiş olursa olsun böyle bir sözün geçerliliğini
sorgulatan bazı şartlar Irak’taki seçimler ertesinde ortaya çıkmıştır.
Barzani ve Talabani taraftarları arasında devam eden anlaşmazlıklardan
dolayı eskiden olduğu gibi Kuzey Irak’ta PKK tarafından yararlanılan bir
otorite boşluğu doğmayacağı söylenemez. Bütün bu faktörler beraber
düşünüldüğünde, ABD yönetimi üzerinde en azından görünür bir
gelecekte Irak’tan çekilme konusunu ciddi olarak düşünme baskısı ya da
mecburiyeti olmadığı görülmektedir.
9. ABD askerî varlığının Irak’taki geleceği konusu ile ilgili olarak
İran’ın durumunun ABD’nin stratejik hesaplamalarında özel bir yer işgal
ettiğini söylemek mümkündür. Yukarıda İran’ın nükleer programı ile ilgili
olarak belirtilen noktaya ilaveten, ABD’nin Orta Doğu politikasında yine
önceden belirtilen amaçlarının tümüne karşıt bir politika izlediği
düşünülen bu ülke aynı zamanda Irak’ın da komşusudur. Mevcut
durumda İran, Irak’taki radikal Şii gruplara destek sağlamaktadır. Irak’ın
toplumsal yapısının gerçekleri ve tarihsel bir perspektiften bakıldığında
Irak’taki yeni yönetimde en fazla söz sahibi olan Şii çoğunluğun tümüyle
İran yanlısı olduğunu ve onun tarafından kontrol edileceğini söylemek
doğru olmayacaktır. Ancak, ABD kontrolünde yapılan seçimler
sonucunda Irak’ta iktidarı ele geçiren “ılımlı” bir Şii ağırlıklı yönetimin
mevcudiyet ve politikalarının, İran’ın “radikal” Şii yönetiminin geleceği
için bir tehdit teşkil edeceğini değerlendiren İran yönetiminin bu olasılığı
bertaraf etmek için Irak’ın içişlerine müdahale politikasını muhtemelen
arttırarak devam ettirmesi durumunda, ABD’nin Irak’tan askerî güçlerini
çekebilmesi zorlaşacaktır.
Bütün bu sayılan nedenlerin geçerliliklerine rağmen, ABD’nin
beklenenden daha kısa bir süre içinde ve hatta geride bir askerî varlık
ve/veya üs bırakmaksızın Irak’tan çekilmesinin, hiçbir suretle söz konusu
olamayacağını iddia etmek de kolay olmayacaktır. 2006 yılından önce
gerçekleşmesi mevcut göstergeler açısından olası görülmeyen, ancak
ne zaman gerçekleşeceğinin tam olarak tahmin edilmesi de mümkün
görünmeyen böyle bir gelişmeyi mümkün kılabilecek faktörler aşağıdaki
gibidir:
. Bir kere ABD, Irak’ta yukarıda değinilen amaçlarını elde etme
açısından büyük bir kısır döngü içine girmiş görünmektedir. Her ne kadar
ABD yetkilileri tarafından Irak’ta direnişin devamı ABD’nin çekilmesine
engel olarak gösteriliyorsa da ABD’nin Irak halkının gözünde hiç bir
meşruiyeti bulunmayan askerî mevcudiyetinin, bu direnişi büsbütün
körüklediği de bir gerçektir. Bu satırların yazıldığı Mayıs 2005 tarihi
itibariyle bu hususla ilgili olarak bir durum değerlendirmesi yapıldığında;
ABD’nin Irak halkının acil ihtiyaçları olan işsizlik, elektriksizlik, güvenlik
ve hayat pahalılığına çözüm bulma konularıyla ilgili olarak henüz
tatminkâr bir ilerleme kaydedemediği görülmektedir. Irak’ta ABD’nin
başta güvenlik ve yeniden yapılandırma olmak üzere amaçlarını
gerçekleştirdiği yönünde herhangi bir işaret görülmeksizin askerî
kayıpların sürekli artması durumunda, bir noktada ABD kamuoyunun
Irak’tan çekilme üzerinde ısrar etmesi beklenebilir. Son kamuoyu
yoklamalarında, ABD’de halkın Irak politikasını daha az desteklediği
şimdiden ortaya çıkmıştır. 1970, 1980 ve 1990’lı yılların ilk yarısında
Vietnam, Lübnan ve Somali örneklerinde görüldüğü gibi Irak’ta da
ABD’nin aşağıda ayrıntıları tartışılacağı gibi kayıplarını en aza indirmeye
çalışarak Irak’tan çekilme iradesini göstermesi beklenebilir.
. ABD’nin Irak’taki askerî varlığı sürsün ya da sürmesin; özellikle
Avrupalı müttefiklerinin ve bölge ülkelerinin iş birliği olmadan Irak’ta
başarılı olması beklenemez. ABD’nin Irak’tan çekilmesi artan kayıplarını
durduracağı gibi ABD’nin bölge ülkeleri ve halkı gözündeki bozulmuş
imajını da bir dereceye kadar düzeltebilecek, onları kendi menfaatlerinin
de gerektirdiği gibi Irak’ta istikrarın temini hususunda katkı yapmaya
teşvik edebilecek ve ABD’ye bu ülkelerle Irak işgaliyle başlayarak
bozulma sürecine girmiş görünen ilişkilerini tekrar onarıp yeni bir
başlangıç yapma imkânı sunabilecektir.
Bu durumda ABD’nin Irak’tan çekilme durumunun şartlarını, Irak
içindeki karşıt gruplar, Irak’a komşu ülkeler, bölge ülkeleri ve Avrupalı
müttefikleriyle belli anlaşmalara bağladıktan sonra Irak’tan (mevcut iç
karışıklığın sürüyor olmasına rağmen) çekilmesi beklenebilir.
. Bu çerçevede, ABD’nin Irak’a komşu ülkeler olan Türkiye, İran ve
Suriye ile bu ülkelerin ABD’nin çekilmesi sonrasında Irak’ın iç işlerine
karışmaması için çetin diplomatik pazarlıklara girmesi ve bu
görüşmelerde Irak’tan çekilmesini bir koz olarak kullanması beklenebilir.
. Aynı görüşmelerde bölgesel istikrarla ilgili olan önemli konular
üzerinde ABD’nin bölge ülkeleri; özellikle de Mısır, Suudi Arabistan ve
Ürdün gibi geleneksel olarak ABD ile iş birliğine eğilimli olmuş Arap
ülkeleri ile yeniden bir değerlendirme ve uzlaşmaya gitme çabaları
göstermesi beklenebilir. Bu konuların en önemlileri İsrail-Filistin, Arap-
İsrail uyuşmazlıkları, İran’la uzlaşma, bölge ülkeleriyle ABD arasındaki
ilişkileri geliştirme ve bölgede demokratikleşmenin sağlanması gibi
konular olması beklenebilir.
. Avrupalı müttefikler ile kurulacak diyaloglarda ise ABD’nin
kuvvetlerini Irak’tan çekmesini takiben NATO’nun Irak’ta direkt bir rol
üstlenmesi konusu üzerinde ısrarlı olması beklenebilir. Daha şimdiden
ABD resmî söylemlerinde, Avrupalı müttefikleri NATO’nun Bağdat’taki
askerî eğitim misyonuna daha fazla katkıda bulunmaya çağırmakta,
Afganistan’da ise ISAF ile ABD askerî harekatını ortak bir NATO
kumandası altında birleştirme çağrıları yapmaktadır. Her ne kadar NATO
cephesinde şu an için Irak ile ilgili daha fazla taahhütler alınması
konusunda bir çekingenlik hâkimse de bu çağrıların ABD’nin Irak’tan
çekilmesi için ABD tarafından öne sürülen şartlardan biri hâline gelmesi
beklenebilir. Bu durumda NATO’nun tek Müslüman ülkesi Türkiye’nin
diğer Avrupalı NATO üyeleri tarafından öne sürülüp, bu ülkeden Irak’ta
aktif askerî misyonlar istenmesi gündeme gelebilir. NATO’nun
Türkiye’nin NATO sahası dışındaki bir bölgede askerî misyonlar
üstlenmesi hususundaki beklentileri özellikle Sovyetler Birliği’nin
Afganistan’ı işgali sonrası dönemden beri çeşitli vesilelerle gündeme
gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde genişleme yolundaki Avrupa
Birliği üyeleri açısından Orta Doğu bölgesinin istikrarı daha da önemli bir
hâle geldiği için Avrupalı NATO üyeleri bakımından böyle bir senaryonun
gündeme gelmesi eskisine oranla daha fazla olasıdır. NATO şimdiden
Polonya’nın Irak’ta çok uluslu güçler içinde öncü rol üstlenmesini
desteklemiştir.
. NATO dışında, ABD’nin çekilme durumunu takiben Birleşmiş
Milletler Örgütü’nün de Irak’ta direkt olarak devreye girmesi beklenebilir.
ABD açısından bakıldığında, BM’nin Irak’ta faaliyette bulunmasının ABD
tarafından Irak’ta başlatılmış olan siyasi geçiş sürecine uluslararası
meşruiyet kazandırması gibi bir getirisinin olması ve bu bakımdan ABD
politikalarının uluslararası tepki çekmeden sürdürülmesi gibi bir
beklentinin doğması beklenebilir. ABD Kongresi’nde Bush yönetiminin
mevcut Irak politikasına yöneltilen eleştiriler içinde sürekli olarak
vurgulanan bir husus; Irak’taki ABD misyonunun aslında askerî değil
siyasi olduğu ve ABD yönetiminin bu hususu sürekli olarak göz ardı
etmiş olduğudur. Bu eleştiri noktasından yola çıkıldığında ve ABD dış
politikasının Soğuk Savaş sonrası dönemindeki gelişimine bakıldığında,
ABD’nin bu yeni dönemde gelişmekte olan ülkelerdeki temel
fonksiyonunun devlet ve millet oluşturulması yönüne doğru gittiği
görülecektir. Somali’deki başarısızlıklar, Balkanlarda bu hususta
karşılaşılan güçlükler düşünüldüğünde ABD’nin bu çeşit misyonları
sadece kendi olanaklarıyla götürmesi beklenemez. Her ne kadar ABD
Başkanı Bush, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde benzer
misyonları Almanya ve Japonya’da kendi başına ve başarıyla
tamamlamış olduğunu söylüyor ve bu olayları ABD’nin bugünkü Orta
Doğu politikası için referans noktaları olarak kullanıyorsa da Irak’taki
durumun Almanya ve Japonya’nın durumundan ortak bir etnik köken, dil,
kültür, ortak bir düşman anlayışı gibi konularda önemli farklılıklar arz
ettiği açıktır. Ayrıca her şeyden önce kendilerini bir millet olarak
tanımlamayan bu etnik gruplardan hürriyet, eşitlik, halkın hükümranlığı,
serbest piyasa ekonomisi, hukukun üstünlüğü gibi değerlere dayalı
Amerikan modeli bir federal devlet inşa etmenin zorlukları da ortadadır.
Bütün bu gerçekler ABD Kongresi’nin Uluslararası İlişkiler komitelerinin
önemli şahısları tarafından açıkça görülmekte ve ABD yönetiminin olaya
Amerikan gözlüğüyle bakma eğilimi paylaşılmamaktadır. Zaten ABD’nin
Almanya ve Japonya ile ilgili performansı Vietnam ve Somali’deki
başarısızlık örnekleriyle şimdiden oldukça gölgelenmiş durumdadır. Bu
açılardan bakıldığında, ABD Soğuk Savaş sonrası dönemde dış
politikasında ne kadar tek taraflı davranmak kararlılığında olursa olsun;
ABD’nin bu çeşit misyonlarda yetkiyi BM ile paylaşmak zorunda kalacağı
düşünülebilir. Bu çerçevede düşünüldüğünde BM’nin Irak’ta politik
kalkınma, insancıl yardım, adalet sisteminin yeniden inşası ve savaş
suçlularının yargılanması, petrol endüstrisinin geliştirilmesi ve petrol
zenginliğinin paylaşılması gibi bazı önemli konularda direkt yetkiler
üstlenmesi öngörülebilir. Bu durumda ABD, Güvenlik Konseyi’nde, yani
geri planda kontrolü sağlamak yoluna gidecektir.
. Tabii ki yukarıda değindiğimiz Irak’ta federal bir millî devlet inşa
edilmesi zorluklarının sadece ABD tarafından kendi başına değil, BM
tarafından da üstesinden gelinemeyeceği düşünülebilir. Dolayısıyla
Irak’taki yetkisini BM’ye devretmeye hazır olan bir ABD’nin Irak’ın etnik
bazda parçalanması ihtimaline de hazır olduğu kabul edilmelidir. Bu
hususta son zamanlarda gerek ABD Kongresi’nde gerekse de akademik
camiada yapılan değerlendirmelerde; Irak’ın toprak bütünlüğünü bir
federasyon çerçevesinde korumanın ABD’nin çıkarlarına hizmet
etmeyeceğini savunan tezler öne çıkmaktadır. Bu tezlerde, Irak’ta
federasyon yerine konfederasyon türü bir yapının, yani etnik ve dinsel
bazda tam olarak kendini yönetmeye yetkili devletlerden (ki bu
bağımsızlık ilan ederek konfederasyondan ayrılma hakkını da
içermektedir) oluşmuş konfedere bir devletin, ABD’nin Orta Doğu
bölgesindeki çıkarlarına ve özellikle bölgesel istikrara hizmet edeceği
fikri öne çıkmaktadır. Bölge devletleri ve özellikle Türkiye’nin de içinde
bulunduğu Irak’a komşu devletlerin görüşleriyle taban tabana zıt böyle
bir tezin ABD yönetimi tarafından benimsenebileceği ihtimali de göz
önünde bulundurulmalıdır.
Map of Iraq CIA World Factbook .
Irak’ta etnik ve dinsel bazda yapılanmış konfedere bir devlet, bu
ülkede ABD mevcudiyeti sürerken bizzat ABD tarafından
yapılandırılabileceği gibi, ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesi sonrasında
geride bırakılmış federasyon yapısının zamanın bir noktasında
çökmesiyle de ortaya çıkabilir. Bu hususta 1975 yılında başlayan
Lübnan iç savaşı ve bu gelişmenin bölge genelinde yaratmış olduğu
istikrarsızlık canlı bir örnek teşkil etmektedir. Böyle bir gelişmenin ortaya
çıkması durumunda kendi yönetimi ve toplumu içinde muhtemel bir
bölünme yaşıyor olabilecek bir ABD’nin bölgesel dinamikleri yönlendirici
bir güç ve politik irade ortaya koyması mümkün olmayabilecektir.
. Uzmanlar tarafından görünür gelecekte gerçekleşmesi
öngörülmese de batı ülkelerinde petrol yerine geçebilecek alternatif
enerji kaynaklarının bulunması durumunda ve hatta bu mümkün
olamasa bile çeşitli önlemlerle kendisi ve müttefiklerinin Orta Doğu’dan
petrol ithalini önemli ölçüde düşürmelerinin mümkün olması hâlinde,
ABD’nin askerî güvenlik boyutu öne çıkan mevcut Orta Doğu
politikalarının belli bir değişime uğraması beklenebilir. Bu değişimin
parametrelerini şimdiden öngörülmesi mümkün olmayan o zamanki
uluslararası konjonktür belirleyecektir. Ancak, bu çalışmada da
değinildiği gibi petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde
taşınması, ABD’nin Orta Doğu bölgesindeki dış politika amaçlarının
sadece bir tanesini oluşturmaktadır. ABD dış politikasının 11 Eylül’den
sonra öne çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik
boyutunun, Orta Doğu bölgesi politikasının petrol dışındaki diğer
amaçlarıyla doğrudan ilintili olarak ABD’nin bu bölgeye ilgisinin devamını
sağlayacağı büyük bir olasılıktır. Bu ilginin ABD’nin bölgedeki
mevcudiyetini ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini ne şekilde etkileyebileceğini
ise bölgesel ve uluslararası dinamiklerin yanında bölgenin önemli
devletlerinin ABD’ye karşı izleyeceği politikaların belirleyeceğini
öngörmek mümkündür.
Bu hususta Türkiye’nin üzerine çetin bir sorumluluk düşmektedir.
Demokrat Parti yöneticilerinin 1950’li yıllarda ABD ile ilişkilerin bazı
önemli nüanslarını ayarlamada ve Orta Doğu bölgesine karşı izledikleri
dış politikada birtakım önemli hatalar yapmış oldukları, sonuçlarıyla
birlikte ortaya çıkmış olan bir gerçektir. Ancak kuruluşundan bu yana
geçen süre içinde 1950’li yıllar da dâhil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti
hiçbir zaman ABD’nin “piyon”u olmamıştır. Aradan geçen süre içinde ve
özellikle de 11 Eylül dönemi sonrasında, 1950’li yılların uygulamalarına
bir geri dönüş yaşanmamışsa da Türkiye’nin dış politikasının dayandığı
dengeleri uygulamak oldukça güçleşmiştir. Irak sonrasında bunun daha
da güçleşmesi beklenebilir. Ancak denge politikasının alternatifi de
gözükmemektedir. Bu çalışmada tartışıldığı şekilde hâlen Orta Doğu
bölgesinde dış politikasını uygulama hususunda oldukça müşkül bir
durumda bulunan ABD, Türkiye’nin bölgedeki tecrübesi, rolü ve önemine
binaen iş birliğine her zaman ihtiyaç duyacaktır. Bu durumu iyi
değerlendirerek ABD’ye karşı eğitici, öğretici ve gerektiğinde kesin bir
hayır demek de dâhil olmak üzere frenleyici bir tutum izleyen Türkiye’nin,
bu tutumuyla ABD’nin Orta Doğu politikalarında daha isabetli
davranmasını mümkün kılabileceği öngörülebilir. Bu değerlendirmeler
ışığında üç adet senaryo oluşturulmuştur.
1. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması;
ABD’nin Irak halkının gözünde hiç bir meşruiyeti bulunmamasına
ve askerî mevcudiyetinin direnişi körüklemesine rağmen, çeşitli askerî,
politik ve ekonomik zorunluluklar karşısında sonsuza kadar Irak’ta
kalması da beklenemez. Ancak “onurlu bir geri çekilmenin” de
gerekçesini hazırlaması gerekecektir. Bu bağlamda;
a. ABD, hükümeti Iraklılara devretme süreci içinde, Irak’ta kendi
önceliği olarak gördüğü güvenliğin sağlanması hedefi doğrultusunda
Iraklılardan oluşmuş bir polis ve asker gücünün oluşturulmasına ve bu
gücün etkin şekilde güvenliği devralmasını temin etmeye ağırlık
verecektir.
b. Bu şekilde güvenliğin mümkün olduğunca hızlı bir biçimde
Iraklılara devri süreci içinde, ABD’nin kendisi Irak’ın zaruri altyapı
ihtiyaçlarını temin etmeye ve zaruri altyapı meselelerini çözmeye
yoğunlaşacak, bu hususta gayret gösterecektir.
c. Bu vasıtalarla, Irak halkı gözündeki meşruiyetini arttırmaya
çalışarak iç düzen sorununu Irak halkının kendi sorunu hâline
getirecektir. Bu yolla halkın sivil Irak yönetimini desteklemesini
sağlamaya çalışacaktır.
ç. ABD; Savunma, İçişleri ve Petrol Bakanlığı gibi önem verdiği
bazı bakanlıklardaki önceden kendi uygun bulduğu yapılanmaları kontrol
altında bulunduracak; bu gibi bakanlıklarda yapılacak atamaların kendi
tercihlerine uygun yapılmasını temine çalışacaktır.
d. Irak Anayasası’nın kabulünü sağlayarak sivil idarenin etkin bir
biçimde hükümet görevini üstlenmesini temin etmeye ve bu çerçevede
Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak federatif bir yapının korunmasını
sağlayacak şekilde etnik ve dinî gruplar arasında uyum ve dengelere
dayalı bir iş birliğinin altyapısını hazırlamaya çalışacaktır.
2. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli
Olarak Irak’tan Çıkabileceği;
a. Irak’ta mevcut iç karışıklığın sürüyor olması; Irak’ın
komşularının Irak’ın içişlerine karışmalarını sürdürmeleri ve İran faktörü
gibi ABD’nin Irak’tan çıkmasını zorlaştıran birtakım sebepler
bulunmasına rağmen, yukarıda da değinilen askerî, politik ve ekonomik
zorluklar karşısında ABD 2006 yılından itibaren Irak’taki güçlerini
kademeli azaltmalara giderek çekebilir.
b. Tümüyle çekilme öncesinde, ABD’nin Irak’tan çekilme
durumunun şartlarını Irak içindeki karşıt gruplar; Irak’a komşu ülkeler;
bölge ülkeleri ve Avrupalı müttefikleriyle belli anlaşmalara bağlaması
beklenebilir.
c. Bu noktada bir yandan Irak’tan çekilmesinden sonra devam
edecek olan düzen sağlama işleminde seçilmiş Irak hükümetine
yardımcı olmaya devam ederken perde arkasında da kontrolü mümkün
olduğunca elde tutmak, diğer yandan da Avrupalı ve bölgesel
müttefikleriyle ve genel olarak uluslararası cemiyetle Irak’ın işgaliyle
bozulmuş olan ilişkilerini düzeltme yolunda yeni bir başlangıç yaparak
kaybını kazanca çevirmek mantığıyla NATO ve BM gibi kuruluşları
devreye sokabilir.
ç. Bu kapsamda Irak’taki yetkisini bu kuruluşlara devretmeye hazır
olan bir ABD’nin, Irak’ın etnik bazda parçalanması ihtimaline de hazır
olduğu kabul edilmelidir.
d. Bu çerçevede her ne kadar mevcut durumda federatif bir
yapının korunması için çaba gösteriyor görünse de zaman içinde
politikasını değiştirerek etnik ve dinsel bazda yapılanmış konfedere bir
devletin altyapısını Irak’tan çekilme öncesinde hazırlayabilir ya da
çekilme sonrasında böyle bir gelişmeye direkt ya da dolaylı yönden
destek verebilir.
e. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ertesinde geride bırakacağı federatif
yapı zaman süreci içinde çökebilir ve bu durum 1975 Lübnan örneğinde
olduğu gibi bizzat Irak’ın komşularından gelebilecek ve bölgede istikrarı
tehdit edici dış müdahaleleri gündeme getirebilir.
3. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan
Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumu;
a. Batı ülkelerinde petrol yerine geçebilecek alternatif enerji
kaynaklarının bulunması durumunda ve hatta bu mümkün olamasa bile
harcamanın kısıtlanması gibi çeşitli önlemlerle ABD’nin kendisi ve
müttefiklerinin Orta Doğu’dan petrol ithalini önemli ölçüde düşürmelerinin
mümkün olması hâlinde, ABD’nin askerî güvenlik boyutu öne çıkan
mevcut Orta Doğu politikalarının belli bir değişime uğraması beklenebilir.
b. Petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde
taşınması, ABD’nin Orta Doğu bölgesindeki dış politika amaçlarının
sadece bir tanesini oluşturmaktadır. ABD dış politikasının 11 Eylül’den
sonra öne çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik
boyutunun bu ülkenin Orta Doğu bölgesi politikasının petrol dışındaki
diğer amaçlarıyla doğrudan ilintili olarak ABD’nin bu bölgeye ilgisinin
devamını sağlayacağı büyük bir olasılıktır.
c. ABD’nin bölgedeki kalıcı mevcudiyetinin biçimini ve bu
mevcudiyetin ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini ne şekilde
etkileyebileceğini bölgesel ve uluslararası konjonktür yanında bölgenin
önemli devletlerinin ABD’ye karşı izleyeceği politikaların da
belirleyeceğini öngörmek mümkündür.
7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Kasım 2018 Pazartesi
ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 6
SİYASET,HABER,
ABD’NİN IRAKTAN ÇIKIŞ SENARYOLARI,
BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ,
Prof.Dr.Mahmut Bali AYKAN,
SEMPOZYUMU,
TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 5
ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 5
ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA
ELE ALINMASI
Yazan: Ütğm. Salih DURMUŞ
İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme seçenekleri tartışılmaktadır.
Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti.
Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil, seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır.
Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de, Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı büyük olacaktır.
Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi, bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu da belirtmiştir.
Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir, güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle, kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı oluyor.
Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı. Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavraya mamak, Vietnam’da da kaybın sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor.
Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan aşmıştır.
Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır.
Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği, ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir.
Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere, 300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş, sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları, gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı tarafından değerlendirilmektedir.
Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri, Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıkları nı ifade etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında yapılan değerlendirmeler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu
yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek
farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği
açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin
kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili
olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak:
Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu:
“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor.
Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200 binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile, ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor.
Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır:
- Siyasi olarak yeniden yapılanma,
- Ekonomik yapılanma,
- Sosyal yapılanma,
- Güvenliğin tesisi.
Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi
bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi
yapılanmanın gerçekleşemeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik”
olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır.
Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve
cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi
dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi,
etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır.
Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler, eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu.
Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı.
Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor.
Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı 1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır.
2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında
%14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye
düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve
siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel
olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler
alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da artırmıştır.
Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden
biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten
dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü
belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu
kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25
Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking
Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar
dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde
bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor.
Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan
özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak
halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü
savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan
Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı
olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve
uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na
olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların
öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu
görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte
görünüyor.
Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor.
Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin, direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
Elimizdeki mevcut bütün bilgiler değerlendirildiğinde, şu soru aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu, ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş çıkabilir.
Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplardan,
yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden
oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda
bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç
savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan
destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye
müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi
pek tasvip görmüyor.
ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam
istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi
içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü
savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly
Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir
konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı
altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-
muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin
yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD
yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi
belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri
dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle
mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de
önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî
varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını
kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine
sunduklarını da söylüyor.
Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak
da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını
sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını
vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun
uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu
geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba
ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek
için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını
Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde.
Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı.
Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun
kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye
olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş,
direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve
mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle
mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya
koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir
orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini
sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı
hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor.
Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor.
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor.
Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan
atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana
sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken,
bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete
yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara
af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak
hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor.
ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı
çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu.
Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık
2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde
ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile
hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak
hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı.
Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD,
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli.
Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten
olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil,
sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri
değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza
indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet,
işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini
incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli.
ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni
hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş
döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına
verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı.
Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik
girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan
hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna
tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden
Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11
Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak
bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde
ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve
belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası
kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor:
“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki,
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD,
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği
kurmayı başarmıştı.”
Kaynak:www.globalsecurıty.net
ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için
başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine
alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins,
“Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir.
Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı
bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın
istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen
diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı.
Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde
geri çekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve
beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol
oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması
ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın
doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana.
Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre
zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak.
Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones, 9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “ geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde
bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin
topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun
dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya
olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece
devam edeceği değerlendirilmektedir.
6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
SİYASET,HABER,
ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI,
BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ,
CELAL TALABANİ,
SEMPOZYUMU,
TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER,
Ütğm. Salih DURMUŞ
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 4
ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 4
ABD'NİN IRAK'TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ EKONOMİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yazan: Yrd.Doç.Dr. Güler ARAS
1. Giriş
Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi, siyasi istikrarı sağlamak
amacını taşımaktadır. Bugüne kadarki gelişmeler, ABD’nin amacına
rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının, ancak hem siyasal hem de
sosyal açıdan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD
müdahalenin sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası
çabası içerisine girmiştir. Bazı görüşlere göre, eğer ABD Irak’ta
işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme konusunda başarılı olursa,
bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacak; ancak ABD
başarısız olur ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha
şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edecektir. (Stansfield;
2004, s. 190).
Tarihsel sürece bakıldığında, ABD geçtiğimiz on yılda uyguladığı
bölgesel politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda
yeniden düzenlemeye çalışmıştır (Özcan; 2004, s. 349). ABD’nin Irak’a
müdahaleyi tamamlaması sonrasında yeni sorularla karşı karşıya
kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun “kendi
öncelikleri çerçevesinde” bundan sonra ne olacağını ve bunun
getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’nin Irak ile
ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanı sıra Irak’ın sahip olduğu petrol
rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik değer de büyük önem
taşımaktadır. Hatta, ABD–Irak denkleminden petrolü çıkardığımız
zaman, sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın
ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne
sürülmektedir. Ancak Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar
tartışmalı bir müdahalenin arkasında her ne kadar büyük bir ekonomik
güç olsa da, bu kadar açık ve yalın tek bir faktörün olduğunu düşünmek
de tedbirsizlik olacaktır. İşgalin sonrasında beliren yeni tablo, halkın
tutumu ve talebi, müdahalenin amaçları ile çok fazla çakışmamaktadır.
Bu nedenle, artık ABD sadece petrolü temel almadan yeni stratejiler
geliştirmek durumundadır. Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile
gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece
ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni
stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur.
Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin
tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir
ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı en
yükseğe çıkarabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu çalışmanın
konusunu, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel
yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde çalışmanın
odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik açıdan
değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla çalışmada öncelikle, Irak
ekonomisinin genel görünümüne bakılarak, petrol dışındaki ekonomik
varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve
bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir.
2. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü
Irak, % 40’ı 0-14 yaşlarındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25
milyonluk bir nüfusa sahiptir. Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun;
%80’inin Arap, %15’inin Kürt ve %5’inin Türkmenlerden oluştuğu
görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz
manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve
1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD
işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas
Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele
geçirmesinden sonra Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış,
1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş
Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde
Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten
çekilmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde, 661 sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır.
1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo, “Birleşmiş Milletler Petrol
Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)”
kapsamında uygulanmıştır (The World Factbook 2003). ABD’nin Irak’a
saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik
durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon
güçlerinin hâlâ varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye
çalışılan mevcut ortamda, henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek
olanaklı değildir.
Tablo 1. Temel Sosyal Göstergeler
Kaynak : The World Factbook 2003, CIA.
The Economist Intelligence Unit,December 2003 Country Report.
Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 2003 öncesini
değerlendirdiğimiz zaman, ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin
petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda petrolden elde edilen
gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için
kullanılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da
büyük ölçüde kısıtlanmıştır. İran ile yapılan savaşın, Irak ekonomisine
olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında
savaş sona erdiği zaman, petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için
önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış
gözlenmiştir. Ancak bu dönemde, Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında
Birleşmiş Milletler müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi
olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını
arttırmıştır. Askerî harcamaların millî gelire oranı 1991 yılında yüzde
75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki
yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle millî gelirde de bir
azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003). 2003 sonrası
ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da
temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve ekonomide ciddi
bir tahribat olduğu açıktır.
Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için
önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku
2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır.
Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma
harcamaları; 2002 tahminî rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde
olmuştur (EIU, 2003).
Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. a: EIU tahmini b: Güncel.
Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında
hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla
birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında % 4 büyüdüğü ve
ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin
edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000
yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak
28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar
olduğu tahmin edilmektedir.
Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının
da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında % 90 olan
enflasyon oranının, 1999 yılında % 80’e, 2000 yılında % 70’e ve 2001
yılında ise % 60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı
2002 yılında tekrar %70’e çıkmıştır (EIU; 2003).
ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu
gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hâle gelmesi olmuştur.
Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının sanayi
yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını
sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar
uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait
olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomik düzene geçiş için adımlar olarak
değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür radikal
dönüşümler de askıya alınmış durumdadır.
3. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı
Bilindiği gibi Irak ekonomisinin çok önemli bir ağırlığı petrol
gelirlerine dayalıdır. ABD müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin
yüzde 95’i petrolden sağlanmaktaydı. Öte yandan Irak’ın en büyük
giderleri savunma harcamalarından oluşmaktaydı. Uzun yıllardır savaş
ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş
harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi
bir maliyet yarattığı bilinmektedir.
Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer
alanların ihmal edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden
olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden
tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi
karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği
için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu
bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında
ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret göstergeleri
değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına
odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğalgaz ve bunların
içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele
alınmıştır.
a. Sanayi
Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya,
tekstil, inşaat malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayisi varlık
göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait
olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir.
Körfez Krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya,
rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine,
inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek parça, yarı
mamul ve hammadde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle
çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da hammadde sıkıntısı nedeniyle
kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi
konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri
Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak Savaşı
sonrasında ise, sanayi tesislerinde Körfez Krizinden çok daha fazla bir
tahribatın olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin
yeniden yapılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi maliyeti,
hem de oldukça uzun bir zamanı gerektirmektedir.
b. Enerji
Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik
şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan
güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hâle getirilmiştir. 2001 yılı
rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın
tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık
değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’u ise
konutlarda kullanılmaktadır (EIU; 2003). 2003 öncesinde Irak; Çin, İsveç,
Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa etmek
üzere anlaşmalar yapmıştır.
Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi
Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt Savaşı ile
birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM
Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının
yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük
2,11 milyon varile, 1999 yılında 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı
tahminî verilerine göre petrol üretimi 2,45 milyon varil/gün’e ulaşmış, 460
bin varil/gün petrol ise yine 2001 yılı tahminî verilerine göre iç tüketimde
kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim
kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından
itibaren 4 ila 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması
planlanmıştır. Bu dönemde, BM kararları dışında da ihracat
yapılmaktadır. Söz konusu kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden
100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizi’nden 50-
60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU;
2003).
Doğal Gaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada
onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahminî verilerine göre 3,15 trilyon
kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak, ancak 300
milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’ta yine 2003
verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
Irak yönetimi, Birleşmiş Milletler’in ambargoyu kaldırmasından
itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi planlamıştır.
1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine
yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu
şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması
yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi
ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla
ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında
Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru
hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmıştır.
c. Tarım
Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta
Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal
alanlarında; buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi
yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım
üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım
aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir.
Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda
ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Ülke
topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun
besiciliği de yapılmaktadır (EIU; 2003).
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli
kararlarına göre; “gıda sektörü”,”eğitim malzeme ve teçhizatı”, “tarım
sektörü” ve “sağlık sektörü” başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki
ürünün Irak’a ihracatında uygulanan Birleşmiş Milletler’den onay alma
zorunluluğu kaldırılmıştır. Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç
Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu
amacıyla ayrılan kaynaklar da arttırılmıştır. Ancak, ABD işgali
sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak
gözlemlemek olanaklı değildir.
Ç. Ulaşım
Irak’ın 2003 savaş öncesinde, oldukça gelişmiş ulaşım ağına
sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki verilere göre, karayolu
uzunluğunun yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve
oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı
verilerine göre, ülkenin 1.963 km demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km
olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki
tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık
150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol
ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı
bulunmaktadır (The World Factbook 2003).
d. Dış Ticaret
Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı, 1950’lerden bu yana
giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç
kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Petrol ihracatı ve dünya
petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar, Irak’ın ödemeler dengesinin temel
değişkenleridir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası
sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında
Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için, ambargo Irak’ın ihracat
yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır.
Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002)
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.
a EIU tahmini
Irak’ın ithalat ürünleri de çok fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın
yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat
yoluyla karşılamaktadır. Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi
tarafından onaya tabi olmasından dolayı, ithalat miktar ve çeşitliliği
büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden
sonra, Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret
hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar
dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
Dış ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9
milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar,
2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak
gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3).
Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002)
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.
a :Tahmini
Yıllar itibariyle ihracattaki artış, ithalattaki artışın üzerinde
gerçekleşmiştir. İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında
yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat
miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın
ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden
oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde
33’ü, ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari
giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD,
İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere
ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere satmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 1284 sayılı kararı ile Irak'ın
petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim
kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol
fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın
ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki
yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001
ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu
değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahminî olarak ithalat 13
milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. 2003
öncesi verilere göre; Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda
maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar,
ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler,
elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin
yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve
makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç,
gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve
teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya,
İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4).
Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map
Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map
Irak 2000’lerin başında, dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı, 2001 yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır.
4. ABD’nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları
ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en büyük faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi
için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik
politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri
sürülmektedir. Birincisi askerî araçların ekonomik etki yapmak üzere
kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askerî araçları tamamlar bir
biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması
gereken, askerî araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. Askerî gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askerî üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (Köni 2005; s. 400).
Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde; Irak’a müdahalenin de bir parçasını oluşturduğu ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi dâhilinde, ABD’nin ekonomik açıdan büyük bir üstünlük elde edeceği düşünülmektedir (Öztürk; 2005, s. 7). Zira gelişmekte olan ülkelerden oluşan bölgede, henüz ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynakları tam olarak kullanılmamış durumdadır. Üstelik bölge ABD için önemli bir pazar ve projelerini hayata geçirebileceği verimli bir potansiyel alan durumundadır.
Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş araçları başta olmak üzere, savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında, savaşın tahrip ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir.
5. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları
Irak ekonomisindeki hâkim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir.
Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta
bulunmasının nedeni, bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını
taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük
ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında
olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin Irak’tan
çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hâle gelmektedir. Ancak
bu durumda, ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan
ayrılmasını düşünmek de çok akıllıca olmayacaktır. Bu durumda ana
senaryo; ABD’nin Irak’tan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik
olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak
üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken
ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir.
Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır.
ABD’nin Irak'tan çıkacağı varsayımına yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir.
Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir.
Bu Mikro Senaryo kapsamında :
. ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir.
. Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir.
Şu an Irak’ta görünen durum, bu tanımlamadan çok farklı değildir.
ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş
durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen
yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer
ABD Irak’tan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de tamamen tahrip edilecektir.
Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD,
çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için, kendi olanaklarını
kullanabileceği bir ortam yaratabilir.
Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi
olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır:
. Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır.
Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek
olan ABD’nin, inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son
derece açıktır.
. ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan
yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır.
. Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde
ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak
yaptırabileceği gibi, geçici iş gücünü buralardan sağlamayı da tercih
edecektir.
Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma
girişiminde bulunabilir.
ABD’nin İsrail’le bu tür bir iş birliğini gerektiren nedenler ve bunun
ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır:
. Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail
buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik
fonksiyonunu yerine getirerek, dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk
mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja
sahip olacaktır.
. Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı iş
birliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır.
. Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etken güçlere ilişkin yeni
bir mesaj daha verilmiş olacaktır.
. Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail,
bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir.
. Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına
neden olacaktır.
Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip
silah sektörünü devreye sokabilir.
. ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah
sektörünü kullanması girişiminin ABD için kısa dönemde olumlu, uzun
dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı
desteğin karşılığında, bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah
sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak, bölge
ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlıkları kaçınılmazdır. Bu gerçek
bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır.
. Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak
Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir.
Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak
Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir.
Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede
dengeleri sarsacaktır.
. Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler
açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve
istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle, bölge
ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir.
Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan
duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en
başlıcası olabilir.
Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler
sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar;
. Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar
sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve
şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir.
. ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte
yer alması, ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması
anlamına gelmektedir.
. Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan
diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır.
. Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu
durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder
olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir.
. Öte yandan, bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak,
hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol
edilen ülke konumundan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin
arzuladığı bir sonuç olacaktır.
Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta
Doğusu’ndan Suriye ve İran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak
için birer aracı olarak kullanabilir.
Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol
verilecek bölge ülkeleri İran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun
vadelerde getirisi ve dezavantajının neler olacağı ve ABD için olası
sonuçları söz konusu olacaktır. Bunlar;
. Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği
ihaleler, bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa
vadede, ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır.
. Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin
katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu
ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır.
. Öte yandan, yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir
girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması, bölgedeki
diğer ülkeleri rahatsız edecektir.
Senaryo 7. Irak ekonomisini çökerten ABD; Orta Doğu coğrafyası ile
tarihî bağlantıda bulunan ve hâlen bu coğrafyada yer alan bazı
ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB
bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen,
bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini
tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir.
Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa
ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak olanaklıdır.
. Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB
ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu
ülkelerin geçmiş yıllardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş
olacaktır.
. Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki
tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir.
. Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar, doğal olarak kendisine
rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de
bölgede yeni bir hâkim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır.
6. Senaryoların Olası Sonuçları
Mikro senaryoların gerçekleşmesi hâlinde, karşılaşılacak olası
sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır:
a. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD
önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar, Irak halkı ekonomik
açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk
hareketini de getirebilir.
b. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'tan Kuzey Irak'a
kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur.
Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve
Şii Arap kesimleri üzerindeki hâkimiyetini geliştirir. Nüfustaki
çoğunluklarına karşın, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve
ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler
arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilecektir. Ayrıca
güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin, İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de
süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği
olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir.
c. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse
ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik
öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu
genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu
durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal nedenlerle hep
soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa
sürükleyebilir.
ç. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak
bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız olan Orta Doğu'yu iyice
istikrarsızlaştırabilir.
d. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı
kontrolsüz bir güce dönüştürecektir.
e. Irak ekonomisini yükseltmek için İsrail ile iş birliği geliştirecek
olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle
kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir
konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki
genişletmesinin olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir.
f. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve
İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi
kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir.
g. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile
yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hâkimiyetini tekrar bu
coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi
bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu
coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz
yansımalar da değerlendirilmelidir.
7. Sonuç ve Değerlendirme
Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hâkim güç aracı olan enerji
kaynaklarının ana gösterge olmaktan çıkarılması durumunda ve ABD’nin
Irak’tan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve
bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir.
Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip
edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin
yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği
oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü
dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar
Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine
geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere
pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde
ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. ABD müdahalesi,
Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle
birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri
etkileyebilecektir.
Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu
amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de, Irak ekonomisini ciddi
şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı
sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD
mevcut tabloya göre, ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun
çözümün arayışı içindedir. Kamuoyunun bütün tepkilerine rağmen
müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanı
sıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir.
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
SİYASET,HABER,
ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI,
BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ,
SEMPOZYUMU,
TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER,
Yrd.Doç.Dr. Güler ARAS
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)