CELAL TALABANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CELAL TALABANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2020 Pazartesi

ARAP – KÜRT KARŞITLIĞI TEMELİNDE IRAK’IN PARÇALANMASINA GİDEN YOL VE TÜRKİYE BÖLÜM 3

ARAP – KÜRT KARŞITLIĞI TEMELİNDE IRAK’IN PARÇALANMASINA GİDEN YOL VE TÜRKİYE BÖLÜM 3




   Koalisyon üyeleri Temmuz 1991’de Irak’taki güçlerini geri çektiler. 

Bunun yerine Türkiye’ye daha küçük bir acil müdahale gücü konuslandırmaya karar verdiler. 
Silopi’ye yerlesen bu gücün kara unsurları bir süre sonra geri çekildi ve hava unsurları da İncirlik’e kaydırıldı. 30 Eylül 1991’den baslayarak beş yıl boyunca görev süresi TBMM tarafından her üç ayda bir uzatılan bu güce “Çekiç Güç” (Poised Hammer) adı verildi. 1997’den itibaren gücün adı “Kesif Gücü” (Operation Northern Watch) olarak değistirildi; görev süresi de altı ayda bir uzatılmaya baslandı. ABD, Dngiltere, Fransa ve Türkiye’ye ait Awacs, A-10, F-4, F-16, F-111, F-15E, F-16CJ, Mirage ve Jaguar tipi uçaklar değisik zamanlarda burada görev aldılar. Fransa, 1998’de, ABD’nin Irak’a yönelik “Çöl Tilkisi” operasyonuna tepki olarak güçten çekildi. Bundan sonra Kesif Gücü, Amerikan, İngiliz ve Türk uçaklarının katılımıyla, ABD’nin Irak’a müdahale ettiği 
2003 yılına değin faaliyetlerini sürdürdü. Aslında gücü olusturan hava unsurlarının %80’inden fazlası her zaman ABD’ye aitti. Türkiye’nin güce katılımı genelde sembolik düzeydeydi ve kendi toprakları kullanılarak yapılan bir operasyonun dısında olmadığını göstererek kamuoyundaki rahatsızlığı gidermek amacını güdüyordu. Güce bağlı Amerikan ve İngiliz uçakları sık sık Irak radarlarına kilitleniyor ve bunları imha ediyorlardı. 

Çekiç Güç/Kesif Gücü gibi isimlerle yürütülen operasyon, Bağdat’ın otoritesini 
Kuzey Irak’tan dıslama amacını güdüyordu. Bunun sonucunda, bölgedeki otorite 
bosluğu yerel Kürt gruplarca doldurulacaktı. Böylece, gelecekte kurulması öngörülen Kürdistan Devleti’nin olusumuna zemin hazırlanacaktı. Kuzey Irak’ta, “güvenli bölge”nin olusturulmasından hemen sonra, ABD ve Dngiltere’nin girisimiyle, Irak’taki tüm rejim muhaliflerini bir araya getiren Irak Ulusal Kongresi örgütlendi. Kongrenin, Aralık 1991’de Sam’da yaptığı ilk toplantının ardından da Kuzey Irak’ta seçim kampanyası baslatıldı. Kampanya boyunca, Kürt liderler, sürekli olarak Irak’ın toprak bütünlüğünden yana oldukları mesajını verdiler. Elbette bu bir yalandı. 17 Mayıs 1992’de Kuzey Irak’ta parlamento seçimleri yapıldı. Seçimlere aralarında KDP ve KYB’nin de bulunduğu yedi parti katıldı. %7’lik ülke barajının uygulandığı seçimlerde 105 milletvekili belirlendi. KDP ile KYB’nin ayrı ayrı %40’ın üzerinde oy aldıkları, diğer partilerin29 ise ülke barajını asamadıkları açıklandı. Buna karsılık, Batı’nın baskısıyla Hristiyan Süryani Partisine, 105 üyeli mecliste beş sandalye ayrıldı. Geri kalan sandalyeler, KDP ile KYB arasında esit olarak —50–50— paylaştırıldı.30 

Parlamentonun açılmasından sonra da, KDP ve KYB’nin altısar bakanla temsil 
edildikleri bir hükümet olusturuldu. Böylece “Kürdistan Devleti” fiilen kurulmuş oldu. 

Bu gelişmeler karsısında, Türk hükümetinin girisimiyle Ankara’da bir araya 
gelen Türkiye, İran ve Suriye hükümetlerinin temsilcileri, Kuzey Irak’ta kurulan 
hükümeti tanımadıklarını ve Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasına izin 
vermeyeceklerini belirten ortak bir açıklama yaptılar. Ama her üç devletin de bu 
konudaki samimiyetlerinden kusku duyulmasını gerektiren nedenler vardı. Bir kere İran ve Suriye, Kürtleri, komsularının iç istikrarını bozmak amacıyla bir araç olarak kullanmaktan hiçbir zaman geri durmamıslardı. Her iki ülke, PKK’nın kendi topraklarında üslenip, askerî eğitim kampları kurmasına göz yummus, örgüt ele baslarına da barınma olanağı sağlamıstı. Hatta, Ankara’daki üçlü toplantı sırasında bile, PKK’ya verdikleri desteği fiilen sürdürüyorlardı. Kaldı ki, Irak’ın güneyinde, eninde sonunda kendi denetimine gireceğini umduğu bir Siî devletinin kurulması olasılığına hiç de soğuk bakmayan İran’ın, Irak’ın toprak bütünlüğünü gerçekten isteyip istemediği çok tartısmalıydı. Öte yandan, Kuzey Irak’taki otorite bosluğuna yol açan sürecin baslamasında etkin biçimde rol alan; simdi de topraklarında konuslanmasına izin verdiği “Çekiç Güç” aracılığıyla bu sürecin devamına hizmet eden Türkiye, ortaya çıkan otorite bosluğunun doğal sonucu olan de facto Kürt Devletinin varlığından yakınmakta haklı sayılabilir miydi? Nitekim, Ankara’daki ortak açıklama ancak suya yazılan yazı kadar etki yaptı. 

Ankara’nın kendi ulusal çıkarlarıyla bağdasmayan gelismeler karsısında 
göstermelik tepkilerin ötesinde ciddî bir tavır sergilememesi, hatta sürece katkıda bulunmayı sürdürmesi, ABD ve Batılıları daha da cesaretlendirdi. “Huzur 
Operasyonu”nun baslangıcında, Türkiye’den çekindiği için Kürtlerle doğrudan iliski kurmaktan kaçınan ve Kürtlerin bu yöndeki girisimlerini de sürekli olarak geri çeviren Washington yönetiminin tutumunda 1992’den baslayarak köklü bir değisiklik olduğunu görüyoruz. Bu değisiklikte, Ermeni ve Rum lobilerinin ABD’de Kürtler adına sürdürdükleri propaganda faaliyetleri etkili olmustur. Fakat Amerikan yönetiminin Kuzey Irak’taki Kürt liderlerini doğrudan muhatap almak konusundaki çekingenliğini asmasını sağlayan asıl etken, aynı seyi Türkiye Cumhurbaskanı Turgut Özal’ın yapmış olmasıdır. Özal, 1991 yılının Haziran ayında KYB lideri Celal Talabani ile görüsmüstür. Kendi Cumhurbaskanı bile Kuzey Irak’taki Kürt liderlerini doğrudan muhatap aldıktan sonra Türkiye’nin aynı seyi Amerikan yönetiminin yapmasına karsı çıkması elbette söz konusu olamazdı. 

Kuzey Irak seçimlerinden bir ay sonra, Haziran 1992’de, Irak Ulusal Kongresi 
Viyana’da ikinci toplantısını yaptı ve aralarında Barzani ile Talabani’nin de bulunduğu sekiz kisilik bir heyeti Amerikan yönetimiyle görüşmelerde bulunmak üzere Washington’a gönderme kararı aldı. Heyet, 29 Temmuz 1992’de ABD Dı 
isleri Bakanı James Baker tarafından kabul edildi. İzleyen yıllarda, Amerikan yönetimiyle Kürt liderler arasındaki görüsmeler sık sık yinelendi. Üstelik bu süreçte Barzani, Talabani ve diğer Kürt temsilcileri ABD’ye Türkiye Cumhuriyetinin verdiği kırmızı pasaportlarla giriş yaptılar. 

Kuzey Irak’ta Türkiye’nin desteğiyle kurulan de facto Kürdistan Devleti, yine 
Türkiye’nin yardım ve desteğiyle kurumsallasma olanağı buldu. 10 yılı askın süreyle Türkiye toprakları, “insanî yardım” adı altında Kuzey Irak’a ulastırılan ve nitelikleri çok tartısmalı olan yardım malzemelerinin geçirildiği ana güzergah olarak kullanıldı. BM Güvenlik Konseyinin 1995’de aldığı 986 sayılı karar çerçevesinde Irak’ın petrol satısından elde ettiği gelirden Kuzey Irak’taki Kürt gruplara ayrılması sart kosulan %15’lik bölüm ve Amerikan Kongresi’nin 1998’de kabul ettiği “Irak’ı Özgürlestirme Yasası” çerçevesinde ABD’nin Iraklı muhaliflere yaptığı 97 milyon dolarlık maddî yardım, Türkiye toprakları kullanılarak Kuzey Irak’taki Kürt gruplarına ulastırıldı. 

Ayrıca bu gruplar, Türkiye ile yaptıkları sınır ticaretinden de önemli miktarda gelir elde ediyorlardı. “Çekiç Güç/Kesif Gücü” bünyesinde faaliyet gösteren Amerikan–İngiliz uçaklarının bu Kürt gruplarına, görev tanımlarıyla bağdaşmayacak biçimde bazı yardımlarda bulunduklarına iliskin spekülasyonlar da hiç eksik olmadı.31 

Diğer yandan, Kuzey Irak’ta yaratılan ortam, burada üslenen PKK’nın 
Türkiye’ye yönelik eylemlerini daha kolay örgütlemesine olanak sağladı. Türkiye, 1984’te Irak ile yaptığı anlasmaya dayanarak, Kuzey Irak’a birkaç kez askerî operasyon düzenledi. Ama bir yandan PKK’nın üslenip örgütlenmesi için uygun ortamın hazırlanmasına katkıda bulunulurken, diğer yandan PKK’ya yönelik operasyonlar düzenlemenin inandırıcılığını elbette tarih sorgulayacaktır. 

Türkiye’nin tüm “hata”larına karsın, Kürtlerdeki toplumsal örgütlenmenin 
yapısını ve niteliğini iyi bilenler, bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması, kurulsa da kendi gücüyle ayakta kalması olasılığının son derece zayıf olduğunun ayrımındadırlar. 
Kürtlerin, kendi aralarında birlik ve bütünlük olusturmaları olanaksızdır. Asiret temeline dayanan toplumsal iliskiler, her zaman kaypak ve güvenilmezdir. Bu iliskiler üzerine siyasî bir kurumlasma yapılandırılamaz. Tarihin hiçbir döneminde, baska hiçbir etnik gruba, kendi siyasî yapılarını olusturabilmeleri için son 15 yılda Kürtlere verilen destek çapında bir destek verilmemistir. Buna karsın Kürtler, aralarındaki anlasmazlıkları asarak kendi ayakları üzerinde durmayı basaramamıslardır. 1992’deki parlamento seçimlerinin üzerinden iki yıl bile geçmeden, KDP ile KYB yanlıları arasında çatısma çıkmıştır. 

1994 Haziran’ında, Türkiye devreye girerek, tarafları Silopi’de bir araya getirdi 
ve —her nedense— uzlasmalarını sağlamaya çalıstı. Ancak Silopi görüşmelerin den sonuç alınamadı. Ağustos ayında, İran’ın desteklediği Talabani’ye bağlı pesmergeler, KDP’nin yönetim merkezinin bulunduğu Erbil’i ele geçirdiler. 

Bundan sonra çatısmalar daha da siddetlendi. Bu kosullarda parlamento ve hükümet faaliyetleri elbette sona erdi. ABD’nin devreye girmesiyle yeni bir görüsme trafiği baslatıldı. 1995 Temmuzu’nda Lizbon’da, aynı yılın Eylülünde Dublin’de bir araya gelen taraflar anlasmaya varamadılar. Ekim ayında bu kez İran’ın girisimiyle Tahran’da masaya oturan KDP ve KYB yine anlasamadı.32 

1996 Temmuz ayında hiç beklenmedik bir olay yasandı. Irak Cumhuriyet 
Muhafızları, düzenledikleri bir operasyonla Erbil’deki KYB denetimine son verdiler. 

Bölgede kuş uçurtmayan Çekiç Güç’e bağlı uçakların Cumhuriyet Muhafızlarının 
Erbil’e kadar gelip, KYB’yi kentten çıkardıktan sonra geri dönmelerine göz yummaları yeni soru isaretleri yarattı. Erbil’de yeniden denetim sağlayan KDP pesmergeleri, kısa bir süre sonra KYB’nin yönetim merkezi olan Süleymaniye’yi de ele geçirdiler. KYB yanlısı Kürtler kitle halinde Dran sınırına doğru kaçmaya baslayınca, ABD bir kez daha devreye girdi ve 23 Ekim 1996’da taraflar arasında ateskes antlasması imzalanmasını sağladı. Antlasma ile olayların baslangıcındaki duruma geri dönüldü. Böylece iki yıldan uzun süren ve binlerce insanın ölümüne yol açan çatısmalar son buldu. 

Bu arada dünya bir baska olaya daha tanık oldu. Kuzey Irak’taki karsıt Kürt 
grupları arasındaki çatısmanın yarattığı kargasa sırasında, çok sayıda özel eğitilmi Kürtün ABD adına bölgede casusluk yaptıkları anlasıldı. Amerikalılar, desifre olan bu insanları, Türkiye üzerinden Pasifik Okyanusu’ndaki Guam Adası’na götürdüler. Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin kurulması sürecinde kendilerinden yararlanıldığı anlasılan bu insanların daha sonra ABD tarafından hangi amaçlarla kullanıldıkları bilinmiyor. Ama, izleyen yıllardaki çesitli Amerikan operasyonlarında ve 2003 yılında Irak’ın isgal edilmesi sırasında bu casus Kürtlerin kullanıldığını tahmin etmek güç olmasa gerek. 

Aralarındaki çatısmaya son veren Kürt gruplar, yine Türkiye’nin önayak 
olmasıyla, 1996 yılı Aralık ayında Ankara’da barış masasına oturdularsa da sonuç alamadılar. Bunun üzerine, yine ABD devreye girdi ve Barzani ile Talabani’yi 1998 Eylülü’nde Washington’da bir araya getirdi. Fakat antlasma sağlanamadı. 2003 Mart ayında ABD müdahalesi gerçeklestiğinde, Kuzey Irak’ta iki siyasal ve yönetsel birim bulunuyordu. Erbil, KDP’nin; Süleymaniye ise, KYB’nin yönetim merkeziydi. Bu iki yapı bugün de varlıklarını korumaktadır.33 


D. Amerikan İşgali Sonrası “ Kürt Sorunu ” “ Kürdistan”In Resmen Tanınmasına Doğru 


   ABD’nin Kürt sorunuyla ilgili olarak Türkiye’nin ulusal duyarlılıklarını gözetmek 
gibi bir kaygı tasımadığı, 2003 yılının baslarında yasanan tezkere bunalımı sırasında bir kez daha ortaya çıkmıstır. ABD, Türkiye’den kuzeyde ikinci bir cephe açmasına olanak tanınmasını ve Türkiye topraklarında kendisine kara ve hava üsleriyle çesitli hava yolu, liman ve ulasım kolaylıkları sağlanmasını istemistir. Türkiye ise karsılığında su taleplerde bulunmustur: 

1) Türk ordusu sınır güvenliğini sağlayabilmek amacıyla Kuzey Irak’ta doğrudan ve bağımsız olarak operasyon yapabilmelidir; 

2) Barzani ve Talabani’ye bağlı pesmergelere verilmesi öngörülen silâhların dağıtımı Türkiye’nin denetiminde yapılmalı ve operasyon bittikten sonra bu silâhlar yine Türkiye’nin denetiminde toplanmalıdır; 

3) Kuzey Irak’taki Amerikan askerlerinin görevi bölgedeki Türk birlikleriyle 36. paralelin güneyindeki Amerikan birlikleri arasında bağlantıyı sağlamakla sınırlı olmalıdır; 

4) Katar’daki komuta merkezinde Amerikalı komutanla birlikte bir Türk komutan da görev yapmalıdır; 

5) Türkiye’de Katar’dakine e ikinci bir harekat merkezi kurulmalı ve bunun da basına birer Amerikalı ve Türk komutan atanmalıdır. Türk isteklerinden özellikle ilk ikisi Amerikan tarafınca kabul edilmeyince anlasma sağlanamamıstır. 

Ama gerek dünya medyası, gerekse bizim bilinen medyamız, sanki anlasmazlık ekonomik konulardan çıkmış gibi bir izlenim yaratmaya çalışmışlardır.34 

İşgal operasyonu basladıktan sonra ABD, Türkiye’yi Kuzey Irak’a girmemesi 
konusunda uyarmıstır. Ama aynı ABD, Türkiye’den Amerikan füze ve uçaklarının 
geçmesi için hava sahasını açmasını istemekten de geri kalmamıstır. ABD’nin Irak’a müdahale etmesini önlemek için onunla siyasî çatısmayı göze alan kimi Avrupa devletleri ise, Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik gereksinimlerini karsılamak amacıyla sınırda bazı önlemler almak istemesi karsısında, ABD ile tam bir görü birliği içinde hareket ederek Türkiye’yi engellemislerdir. Hatta bu devletler Türkiye’nin savunması için gerekli olan bazı askerî malzemenin Türkiye’ye gönderilmesini NATO mekanizması içinde bloke etmeye çalısmıslardır. Türkiye’nin “müttefikleri” olan ABD ve Avrupa devletlerince dıslanmasından yüreklenen KDP sözcüsü Haydar Zebari de, eğer Türk askeri Kuzey Irak’a girerse, bu askerlerle yerli halk arasında siddetli çatısmaların çıkacağı tehdidini savurmustur.35 

Bugün Kuzey Irak’ın siyasal ve yönetsel denetimi, KDP ve KYB’nin elindedir. 
Her iki grubun emrinde ABD tarafından silâhlandırılmı on binlerce peşmerge bulunmaktadır. 

Ayrıca bu gruplar, Amerikan isgal ordusunun doğrudan desteğine de 
sahiptirler. Barzani ve Talabani, Batılı velinimetlerinin istek ve beklentileri 
doğrultusunda hareket ederek özerklik ve bağımsızlık yönünde ortak savasım 
verdikleri görüntüsünü yaratmaya çalıssalar da, aralarında geçmise dayanan derin bir düsmanlık bulunmaktadır. KDP’nin daha feodal ve gelenekçi, KYB’nin daha seküler bir anlayısa sahip olmasının yarattığı farklılık bir yana, ancak asiret örgütlenmesinin yapısal zaaflarıyla açıklanabilecek asılması olanaksız güvensizlik ve çekememezlikler, kosulların zorladığı ve Batılıların el birliğiyle tesvik ettiği aldatıcı i birliği görüntüsünün altında gizlenmeye çalısılmaktadır. Her seye karsın, yüzeysel de olsa, devlet olmanın gerektirdiği kurumsal alt yapı yine Batılıların yardım ve desteğiyle büyük ölçüde tamamlanmış durumdadır. “Kürdistan” Devletinin resmen tanınması artık yalnızca bir zaman sorunudur. 

Bu adım atıldığında bölge, Dsrail Devletinin kurulmasının yol açtığından çok 
daha büyük bir çatısma ve kaos ortamına sürüklenecektir. Çünkü Dsrail Devleti’nin karsısında esas itibarıyla yalnızca Araplar vardı. “Kürdistan” Devletinin karsısında ise, tüm bölge güçleri yer alacaktır. Ortaya çıkacak çatısma ve kaostan tüm bölge halkları zarar görecektir. Fakat kuskusuz en ağır bedeli yine Kürtler ödeyecektir. ABD’nin çekilmesi durumunda Kürtler, onları “hain” kimliğiyle damgalamı olan diğer bölgesel güçlerle iliskilerinde çok zor bir durumda kalacaklardır.36 

Ama emperyalizme güvenilemeyeceği konusunda tarihten ders almayanların bu 
aymazlıklarının bedelini er geç ödemeleri kaçınılmazdır. 

Sonuç 

ABD ve İsrail’in, önümüzdeki yılları kapsayacak bir süreçte Orta Doğu’nun 
siyasî haritasını değistirmek; bölge ülkelerini parçalayarak bu yolla Dsrail’in geleceğini ve güvenliğini sağlama almak gibi bir tasarıları olduğu artık ortaya çıkmıstır. Bu tasarının Türkiye Cumhuriyetinin topraklarını kapsamadığını düsünmek saflık olur. Kuzey Irak’ta kurulacak bir devlet, hiç kusku yok ki, daha uzun dönemli bir planın ilk halkasını olusturacaktır. Gelecekte Orta Doğu için suyun petrolden çok daha büyük bir stratejik değer kazanacağı da, Orta Doğu’nun su kaynaklarının Doğu Anadolu’da bulunduğu da, gelecekte bu kaynakları denetleyebilen gücün, tüm Orta Doğu’yu denetleyeceği de birer sır değildir. Nasıl ki, İsrail’in, Kuzey Irak’taki Kürtlere özel eğitim vermesi, Kürtleri “Yahudilere en yakın ırk” olarak tanımlaması ve GAP bölgesinden bol 
miktarda toprak satın alması birer rastlantı değilse, İsrail’in Kürtlere ilgisi ne yenidir; ne de amaçsızdır.37 

Türkiye çok büyük bir tehlikeyle karsı karsıyadır. Ama bütün göstergeler 
Türkiye’nin yakın gelecekte kendisini bekleyen tehlikenin niteliğini ve boyutlarını 
algılayamadığını ortaya koymaktadır. Geçen 15 yılda Kuzey Irak’ta bir de facto 
devletin kurulup örgütlenmesine akıl almaz bir aymazlık içerisinde yardımcı olan 

Türkiye, aynı aymazlıkla, ana dilde eğitim, yerel yönetimler yasası gibi AB dayatması düzenlemeleri art arda yaparak, kurulan bu devletin, sınırlarını gelecekte Türkiye’nin belli bölgelerini içine alacak biçimde genişletmesinin de zeminini hazırlamaktadır. Lozan’da yalnızca gayrimüslim yurttaşlarımızla sınırlı olarak düzenlenen azınlık tanımının kapsamının, Müslüman yurttaşlarımızı da içine alacak biçimde genişletilmeye çalışılması ve sözde Ermeni soykırımının tanınmasına yönelik uluslararası çabalara Türkiye içinden bazı kesimlerce etkin destek verilmesi tam da bu döneme denk gelmektedir. Kuskusuz bunlar da birer rastlantı olarak nitelendirilemez. 

Son zamanlarda, Batı basınında yer alan hemen tüm yorumlar, AB’den üyelik 
beklentisi içindeki Türkiye’nin Kuzey Irak’taki gelismeler üzerindeki etkisinin her 
zamankinden zayıf olduğu yolundadır. Dolayısıyla Türkiye’nin ne Kerkük’teki 
gelismelere, ne de Kuzey Irak’ta ortaya çıkan bağımsız Kürt yapılanmasının resmiyet kazanmasına tepki gösterebilecek durumda olmadığı değerlendiril mektedir.38 

Nitekim, 30 Ocak 2005 tarihinde, Irak’ta isgal güçlerinin namlularının 
gölgesinde yapılan ve Sünnî Arapların boykot ettikleri; Türkmenlerin ise Türkiye’nin isteği ile kısmen ve kerhen katıldıkları sözde seçimlerde, oyların %25’ini alarak 275 sandalyeli Geçici Ulusal Meclis’te 77 sandalye elde eden Kürtler, Siî din adamı Sistani’nin desteklediği Birlesik Irak Dttifakından sonra en kalabalık grubu olusturmuslardır. Kürtlerle Siîler arasında aylarca süren koalisyon görüsmelerinde Kürtler, Siîlerin siyasal deneyimsizliklerinden de yararlanarak, isteklerinin çoğunu elde etmislerdir. Bunlar arasında Kerkük petrollerinden önemli pay almak ve “Kürdistan Savunma Gücü” adı altında 100 bin Pesmergeyi silâh altında tutmak da bulunmaktadır.39 

Kerkük ise, seçimlerden hemen önce gerçeklestirilen büyük çaplı bir göç operasyonuyla Kürt kentine dönüstürülmüstür. Olusan Kerkük Yürütme 
Konseyinde Kürtler çoğunluğu sağlamıslar ve daha ilk günden konseyin Kürt üyeleriyle Türkmen ve Arap üyeleri karsı karsıya gelmislerdir. Türkmen ve Arap üyelerin toplantıyı terketmesiyle sonuçlanan bu gelisme karsısında Türkiye, Batılı gözlemcilerin tahmin ve beklentilerini haklı çıkarır biçimde sessiz ve hareketsiz kalmıstır. 

Bu hareketsizliğin bir sonucu olarak bugün Irak’ta, devlet baskanlığını Celal Talabani’nin yaptığı, kağıt üzerinde birlesik, ama uygulamada ayrı ayrı kurumsallasmı iki devlet vardır. Fiilî durumun resmiyet kazanması için uygun zaman beklenmektedir. 

Yasanan gelismeler, Irak’ın kuzeyinde yaratılan bağımsız siyasal yapının 
“Kürdistan Devleti” olarak resmen tanınmasının yalnızca bir zaman sorunu olduğunu, Türkiye’nin ise ulusal çıkarları açısından son derecede sakıncalı olan bu süreci engellemek söyle dursun, her asamasında ona katkıda bulunduğunu ve bulunmaya devam ettiğini göstermektedir. 

Türkiye, son 60 yıldaki, özellikle de son 25 yıldaki stratejik tercihlerini köklü bir 
biçimde değistirmediği; AB üyeliği, Batı ile bütünlesme gibi gerçekçilikten uzak ve ulusal çıkarlarımıza aykırı tasarıları bir kenara bırakmadığı ve Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesine dayanan dış politika stratejisine geri dönmediği takdirde bundan 15 yıl sonra Mîsâk-ı Millî sınırlarımızdan ödün verme noktasına geldiğimizi hep birlikte göreceğiz. Bu öngörünün gerçekleşme olasılığı, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürdistan Devleti kurulacağına ilişkin 15 yıl önceki kaygıların, o tarihteki gerçekleşme olasılığından daha düşük değildir. 


KAYNAKÇA 

Yayınlanmamış Belgeler 

1) İngiliz Dış işleri Bakanlığı Belgeleri, Public Record Office, Kew, Londra, 
Dosya No. FO 371/5048, 5162, 5228, 5229, 5230, 5231. 

Kitaplar 

1) Arı, Tayyar, Irak, Dran ve A.B.D., Önleyici Savas, Petrol ve Hegemonya, 1.B., Dstanbul, Alfa Yayınları, 2004. 
2) Bulut, Faik, Dslamcı Örgütler, Dstanbul, Tümzamanlar Yayıncılık, 1993. 
3) http://www.127.parsimony.net/forum67746/messages/5991, 5999, 6001,6002.html, 29.3.2005. 
4) Karpat, Kemal H., Ottoman Population 1830-1914; Demographic and Social Characteristics, Madison, Wisconsin, 
    University of Wisconsin Press, 1985. 
5) Kaymaz, Dhsan Serif, Musul Sorunu: Petrol ve Kürt Sorunlarıyla Bağlantılı 
    Tarihsel – Siyasal Bir Dnceleme, 1.B., Dstanbul, Otopsi Yayınları, 2003. 
6) Marr, Phebe, The Modern History of Iraq, Westview, Colorado, Westview  Press, 1985. 
7) Moss Helms, Christine, Iraq:Eastern Flank of the Arab World, Washington D.C., Brooking Institution, 1964. 
8) Owen, Roger, Sevket Pamuk, A History of Middle East Economies in the Twentieth Century, 1.B., Londra, Tauris, 1998. 
9) Sluglett, Marion Farouk, Peter Sluglett, Iraq Since 1958: From Revolution to Dictatorship, 1.B., New York, Tauris, 1987. 


Makaleler (Kitap, Dergi, Gazete, Internet) 

1) Berzenci, Sa’di, “Irak Kürdistanında Mevcut Durum Hakkında Görüs,” 
Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (Dlkbahar 1996), s. 193-216. 
2) British Broadcasting Corporation, “Who’s Who in Iraq: Ayatollah Sistani, 
Iraqi Islamic Party, Muktada Sadr, Muslim Schoolar’s Association, SCIRI (Supreme 
Council for the Islamic Revolution ın Iraq), http://news.bbc.co.uk. 
3) Brook, Kevin Alan, “The Genetic Bonds Between Kurds and Jews,” 
http://www.washingtoninstitute.org/media. 
4) Caldwell, Alison, (Report by) “Kurds Welcome Call for Independent State,” 
ABC PM, 22.11.2004, http://www.abc.net.au/pm. 
5) Canbolat, Recep, “Mukteda es-Sadr Irak Direnisinde Merkez Olmaya 
Basladı,” http://www.haberx.com. 
6) Centeral Intelligence Agency, “The World Factbook: Iraq,” 
http://www.cia.gov/cia/publications/ factbook. 
7) Çelik, Halil, “Ayetullah Sistani Eliyle Mukteda el Sadr’a Tasfiye,” Zaman, 
17.8.2004, http://www.zaman.com.tr. 
8) Doğan, Yalçın, Milliyet, 3.2.1993. 
9) Federal Research Division, Library of Congress, “A Country Study:Iraq,” 
http://lcweb2.loc.gov/ frd/cs/iqtoc.html. 
10) Glass, Charles, “Welcome to Kurdistan (While It Lasts),” The Independent, 
23.11.2004, http://news.independent.co.uk. 
11) Knights, Michael, “Kurds Aim to Secure Continued Regional Control,” 
Focus, http://www.washingtoninstitute.org/media. 
12) Lawless, R. I., “Iraq: Changing Population Patterns,” Population in the 
Middle East and North Africa, J.J. Clarke, W.B. Fisher, Londra, University of London 
Press, 1972, s. 97-129. 
13) Marr, Phobe, “Republic of Iraq,” The Government and Politics of the 
Middle East and North Africa, Ed. by David E. Long, Bernard Reich, Boulder, Westview Press, 1995. 
14) Özcan, Mesut, “Irak: Ortadoğu’nun Etnik ve Kültürel Minyatürü,” Değisen 
Toplumlar, Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, Yayına Hazırlayan Fulya Atacan, Dstanbul, 
Bağlam Yayınları, 2004, s. 157-180. 
15) Özdağ, Ümit, “Kuzey Irak ve PKK,” Avrasya Dosyası, C. 3, S. 1 (Dlkbahar 
1996), s. 81-104. 
16) Öznur, Hakkı, “Dsrail–Kürt Dliskilerinin Tarihsel Arkaplanı,” 2023, S. 39 
(15.7.2004), s. 32-44. 
17) Prince, James A., “A Kurdish State in Iraq,” Current History, Vol. 92, No. 
570 (January 1993). 
18) Rubin, Michael, “The Other Iraq,” Jarusalem Report, 31.12.2001, 
http://www.barzan.com. 
19) Sezal, S. Rana, “Irak’ta Devlet ve Siîler,” Avrasya Dosyası, C. 6, S. 3 
(2000), s. 110-121. 
20) Turan, Sefer, “Irak’ta Direnis: Siîler ve Sünnîler–2,” Radikal, 19.4.2004, 
http://www.radikal.com.tr. 
21) Wilkinson, Tracy, “Turkey Looks South and Worries,” Los Angeles Times, 
20.10.2004, http://www.flash-bulletin.de/2004. 


DİPNOTLAR:

1 J. McCray, M. Sa’eed, “The Social Characteristics of the Population of Iraq,” Bulletin of the College of Arts, University of Baghdad, 1968, C.II., s. 69-124’den aktaran R. I. Lawless, “Iraq: Changing Population Patterns,” Population of the Middle East and North Africa: A Geographical Approach, Ed. by J. J. Clarke, W. 
B. Fisher, Londra, University of London Press, 1972, s. 97; M. S. Hassan, “Growth and Structure of Iraq’s Population, 1867-1947,” Bulletin of Oxford University, S. 20 (1958)’den aktaran idem. 
2 Kemal H. Karpat, Ottoman Population, 1830-1914, Demographic and Social Characteristics, Madison, Wisconsin, University of Wisconsin Press, 1985, s. 144-145, 152-153, 190. 
3 Federal Research Division, Library of Congress, “A Country Study: Iraq,” 
   http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/iqtoc.html, 25.03.2005. 
4 Phebe Marr, “Republic of Iraq,” The Government and Politics of the Middle East and North Africa, Ed. by David E. Long, Bernard Reich, Boulder, Westview Press, 1995, s. 102-108. 
5 Centeral Intelligence Agency, “The World Factbook: Iraq,” http://www.cia.gov/cia/publications/factbook, 28.03.2005. 
6 İngiliz belgelerinden öğrendiğimize göre, Ankara hükümeti ayaklanmacılara yedi bin lira göndermis; ayrıca, Mustafa Kemal Pasa, Bağdat’taki Osmanlı Ulusal Güçler Komutanı Nasuhî Bey’e yazdığı 21 Mart 1921 tarihli mektupta, simdilik etkin yardım yapabilecek durumda olmadıklarını belirterek, gönderilen paranın bir bölümünün asiret seflerine dağıtılmasını, bir bölümü ile de silâh ve cephane alınarak çete savası yapılmasını istemisti. (FO 371/5048, E 5162/3/44: Wratislaw to Curzon, Beyrut, 4.5.1920/31.) Ayrıca, yeni kurulan El-Cezire Cephesi de, Üsteğmen Kadri Bey aracılığıyla Tel Afar’daki ayaklanmacılara silâh yardımında bulunmustu. (FO 371/5228, E 9849/2719/44; FO 371/5229 E 10440/2719/44; FO 371/5230 E 12339/2719/44; FO 371/5231 E 12966/2719/44.) 1920’den bu yana, Türkiye’nin konumunda meydana gelen değişiklik çok dikkat çekicidir. 
7 İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu: Petrol ve Kürt Sorunlarıyla Bağlantılı Tarihsel ve Siyasal Bir İnceleme, 1.B., İstanbul, Otopsi Yayınları, 2003, s. 149-154. 
8 Faik Bulut, İslâmcı Örgütler, İstanbul, Tümzamanlar Yayıncılık, 1993, s. 495-525. 
9 Phebe Marr, The Modern History of Iraq, Westview-Colorado, Westview Press, 1985, s. 228; Christina Moss Helms, Iraq: Eastern Flank of the Arab World, Washington D.C., Brooking Institution, 1964, s. 100; Bulut, a.g.e., s. 516-536. 
10 S. Rana Sezal, “Irak’ta Devlet ve Siîler,” Avrasya Dosyası, C.VI., S. 3 (2000), s. 112-120; Mesut Özcan, 
   “Irak: Ortadoğu’nun Etnik ve Kültürel Minyatürü,” Değisen Toplumlar, Değismeyen Siyaset: Ortadoğu, 1.B., Yayına Hazırlayan Fulya Atacan, Dstanbul, Bağlam Yayınları, 2004, s. 172-173. 
11 Federal Research Division, Library of Congress, “A Country Study: Iraq,” 
    http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/iqtoc.html, 25.03.2005. 
12 idem. 
13 İdem. 
14 Tayyar Arı, Irak, Dran ve A.B.D.: Önleyici Savas, Petrol ve Hegemonya, 1.B., İstanbul, Alfa Yayınları, 2004, s. 524-525; British Broadcasting Corporation, “Who’s Who in Iraq:  Muktada Sadr.” 
    http://news.bbc.co.uk, 29.03.2005. 
15 Arı, a.g.e., s. 525; British Broadcasting Corporation, “Who’s Who in Iraq: Supreme Council for the Islamic 
    Revolution in Iraq (SCIRI).” http://news.bbc.co.uk, 29.03.2005. 
16 Sefer Turan, “Irak’ta Direnis: Siîler ve Sünnîler-2”, Radikal, 19.4.2004, http://www.radikal.com.tr. 
17 Arı, a.g.e., s. 525-526; British Broadcasting Corporation, “Who’s Who in Iraq: Ayatollah Sistani,” 
     http://news.bbc.co.uk. Halil Çelik, “Ayetullah Sistani Eliyle Mukteda el Sadr’a Tasfiye,” Zaman, 17.8.2004, 
     http://www.zaman.com.tr. 
18 Bulut, a.g.e., s. 516-536. 
19 Recep Canbolat, “Mukteda es-Sadr Irak Direnisinde Merkez Olmaya Basladı,” 
     http://www.haberx.com, 14.8.2004. 
20 Arı, a.g.e., s. 469-470. 
21 http://www.127.parsimony.net/forum 67746/messages/5991, 5999, 6001, 6002.htm, 29.3.2005. 
22 Marion Farouk Sluglett, Peter Sluglett, Iraq Since 1958, from Revolution to Dictatorship, 1.B., New York, 
    Tauris, 1987, s. 16. 
23 Sluglett, a.g.e., s. 34-35; Roger Owen, Sevket Pamuk, A History of Middle East Economies in the 
    Twentieth Century, 1.B., London, Tauris, 1998, s. 162. 
24 Marr, a.g.m., s. 105. 
25 British Broadcasting Corporation, “Who’s Who in Iraq: Sunni Groups: Iraqi Islamic Party, Muslim Schoolar’s Association.” 
    http://news.bbc.co.uk, 25.02.2005. 
26 Kaymaz, a.g.e., s. 29-30. 
27 Kaymaz, a.g.e., s. 101-106, 197-200, 313-321, 361-362. 
28 Congressional Quarterly Weekly Report, Vol. 49, No. 15 (April 13, 1991), s. 933; No. 16 (April 20, 1991), s. 1009-1011’den aktaran Arı, a.g.e., , s. 447-448. 
29 Bunlar, Kürdistan Sosyalist Demokratik Partisi, Kürdistan Sosyalist Partisi, Kürdistan Demokratik Halk Partisi, Kürdistan Komünist Partisi, Irak Kürdistan islâmî Hareketi ve Hristiyan Süryani Partisi idi. Türkmenler ve Araplar seçimlere katılmadılar. 
30 James A. Prince, “A Kurdish State in Iraq,” Current History, Vol. 92, No. 570 (Ocak, 1993), s. 17-22. 
31 Yalçın Doğan, Milliyet, 3.2.1993. 
32 Sa’di Berzenci, “Irak Kürdistanı’nda Mevcut Durum Hakkında Görüs,” Avrasya Dosyası, Cilt. 3., Sayı. 1 ( İlkbahar 1996 ), s. 193-216; Ümit Özdağ, “ Kuzey Irak ve PKK,” Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 81-104. 
33 Arı, a.g.e., s. 445-468. 
34 Arı, a.g.e., s. 508-509. 
35 Arı, a.g.e., s. 510-511. 
36 Nuri Talabani, Arapların artık Kürtleri de Dsrailliler gibi görmeye basladığını söylerken, aslında tüm bölge halklarının Kürtlere yönelik bakı açılarını yansıtıyor, Charles Glass, “Welcome to Kurdistan (While It 
 Lasts),” The Independent, 23.11.2004, http:// news.independent.co.uk. 
37 Michael Rubin, ”The Other Iraq,” Jerusalem Report, 31.12.2001, 
    http://www.barzan.com; Kevin AlanBrook, “The Genetic Bonds Between Kurds and Jews,” 
    http://www.washingtoninstitute.org/media; Hakkı Öznur, “İsrail Kürt ilişkisinin Tarihsel Arkaplanı,” 2023, S. 39 (15 Temmuz 2004), s. 32-44. 
38 Glass, a.g.m., The Independent; Alison Caldwell, (Report by) “Kurds Welcome Call for Independent State,” ABC PM, 22.11.2004, http://www.abc.net.au/pm; Tracy Wilkinson, “Turkey Looks South and 
Worries,” Los Angeles Times, 20.10.2004, 
http://www.flash-bulletin.de/2004; Michael Knights, “Kurds Aim to 
Secure Continued Regional Control,” Focus, http://www.washington institute.org/media. 
39 http://www.127.persimony.net/forum67746/messages/5991, 5999, 6001, 6002.htm, 29.3.2005. 



***

12 Kasım 2018 Pazartesi

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 5

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 5




ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA 
ELE ALINMASI 

Yazan: Ütğm. Salih DURMUŞ 

İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme seçenekleri tartışılmaktadır. 

Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti. 
Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot 
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil, seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır. 

Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de, Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı büyük olacaktır. 

Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi, bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu da belirtmiştir. 

Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir, güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle, kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı oluyor. 

Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı. Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavraya mamak, Vietnam’da da kaybın sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor. 

Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi 
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan aşmıştır. 
Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır. 

Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği, ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir. 

Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere, 300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş, sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları, gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere 
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran 
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı tarafından değerlendirilmektedir. 

Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri, Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıkları nı ifade etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman  imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek  ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında yapılan değerlendirmeler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu 
yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek 
farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği 
açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin 
kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili 
olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak: 
Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu: 

“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor. 

Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200 binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî 
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile, ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor. 

Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır: 

- Siyasi olarak yeniden yapılanma, 

- Ekonomik yapılanma, 

- Sosyal yapılanma, 

- Güvenliğin tesisi. 

Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi 
bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi 
yapılanmanın gerçekleşemeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik” 
olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır. 
Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve 
cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi 
dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi, 
etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır. 

Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler, eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu. 

Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm 
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı. 
Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı 
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça 
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim 
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini 
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu 
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor. 

Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı 1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır. 

2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında 
%14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye 
düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve 
siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel 
olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler 
alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da artırmıştır. 

Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden 
biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten 
dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü 
belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu 
kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25 
Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking 
Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar 
dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde 
bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki 
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor. 

Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan 
özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak 
halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü 
savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan 
Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı 
olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve 
uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na 
olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların 
öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu 
görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte 
görünüyor. 

Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve 
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor. 

Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin, direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Elimizdeki mevcut bütün bilgiler değerlendirildiğinde, şu soru aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu, ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş çıkabilir. 

Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplardan, 
yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden 
oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda 
bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç 
savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan 
destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye 
müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi 
pek tasvip görmüyor. 

ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam 
istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi 
içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü 
savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly 

Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir 
konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı 
altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik 
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-
muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin 
yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD 
yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi 
belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri 
dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle 
mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet 
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de 
önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî 
varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını 
kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine 
sunduklarını da söylüyor. 

Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak 
da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını 
sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını 
vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun 
uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu 
geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba 
ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek 
için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını 
Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde. 
Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı. 

Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun 
kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye 
olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş, 
direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve 
mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle 
mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya 
koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir 
orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini 
sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı 
hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın 
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor. 

Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor. 
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî 
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu 
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor. 

Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve 
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan 
atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana 
sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken, 
bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete 
yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara 
af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak 
hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor. 

ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı 
çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu. 
Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık 
2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde 
ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile 
hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak 
hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı. 
Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf 
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai 
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını 
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya 
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD, 
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin 
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli. 

Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten 
olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil, 
sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri 
değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza 
indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet, 
işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini 
incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli. 
ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde 
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni 
hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş 
döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına 
verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı. 

Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik 
girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan 
hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna 
tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden 
Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11 
Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak 
bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde 
ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve 
belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme 
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini 
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası 
kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor: 
“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki, 
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD, 
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği 
kurmayı başarmıştı.” 



 Kaynak:www.globalsecurıty.net 

ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için 
başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine 
alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins, 
“Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir. 
Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı 
bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın 
istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen 
diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı. 

Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde 
geri çekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve 
beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol 
oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması 
ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın 
doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana. 
Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre 
zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak. 

Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones, 9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “ geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin 
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan 
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde 
bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin 
topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun 
dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya 
olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece 
devam edeceği değerlendirilmektedir. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

23 Mart 2016 Çarşamba

ÜÇGENDEKİ TEZGAH..


 '' ÜÇGENDEKİ TEZGÂH,''



 Ahmet Cem ERSEVER 

1993 ANKARA   (2. BASKI) 
Necatibey Cad. 18/12 Sıhhiye/ANKARA Tel: 230 13 69 
Ocak Yayınları
Necatibey Cad. 18/12 Sıhhiye/ANKARATel: (0312)2301369
ISBN: 975-422-033-6 


ÖNSÖZ

ÜÇGENDEKİ TEZGÂH'ın ilk baskısı 5.000 adet basıldı ve iki ay gibi kısa bir sürede tükendi.Kitabın hazırlanışından ikinci baskıya kadar geçen sürede 
APO şarlatanı ve işportacı CelalTALABANİ'nin ateşkes soytarılığı ile ilgili olarak meydana gelen gelişmeler, bu konulardakiyaklaşımımızın doğru olduğunu birkez daha ortaya koymuştur.

Özetleyecek olursak;

1. T.C. kendi kendine, Olmayan bir Kürt sorununu dert edinmektedir.

2. Halen PKK ile mücadeleye ilişkin bir strateji oluşturamamıştır.
3. T.C.'yi yönetenler, Celal TALABANİ'nin tezgâhladığı ateşkes soytarılığından medetummaktadırlar ve bu sayede APO iti artık devlet yöneticileri 
tarafından Abdullah ÖCALANolarak telafuz edilmektedir.
4. 1993 yılı itibariyle Türkiye'de bir Kürt siyasi cephesi oluşturulmaya başlanmıştır. Terörle mücadelede başarılı olduklarını iddia edenler uykularına devam ededursunlar bakalım... Bir gün Kemal BURKAY uçağa atlayıp Ankara'ya 
indiğinde ve bu siyasi cephenin başına geçtiğinde belki uyanıverir ler.
5. T.C. yöneticileri Kuzey Iraklı Kürtler'in SİMSARI ve bizim işportacı olarak nitelediğimizCelal TALABA-Nİ'yi neredeyse resmi temsilci ilan edecekler.
Yöneticiler;Lütfen Kuzey Irak'a yani Kürdistan Özerk Bölgesi denen yere 2-3 tane (tabii varsa) iş bilen adam göndererek Kürt halkının Celal TALABANİ'yi isteyip istemediğini bir öğreniverir.

6. TALABANİ'nin şerrinden kurtulmak için; Kuzey Iraklı Kürt Partileri, önce YEKGIRTIN (Kürdistan Birlik Partisi) adı altında birleştiler ve şimdi de bu partiler, Mesut BARZANİ'nin I-KDP'si ile birleşme çabaları içindeler. Nisan-1993'deki 
Kürt hükümeti değişikliğiyle CelalTALABANİ, Başbakan Fuat MASUM'u görevden aldı ve yerine T.C.'nin Kuzey Irak harekâtısırasında HAKURK cephesinde PKK ile anlaşan Peşmerge komutanı KÖSRAT'ı Başbakan yaptı.Bu T.C.'ye birşey ifade ediyor mu?

7. Bütün bu gelişmeler olurken, T.C. Kuzey Irak'taki Türkmenlerin ezilmesine daha ne kadar göz yumacaktır? Irak Milli Türkmen Partisi, Mayıs 1993'te Irak Muhalefet Cephesi'nden çekildiğini açıkladı. Kerkük, Irak ordusu ve Peşmerge lerin kuşatması altındadır. Çıkacak bir çatışmada yüzbinlerce Türkmen ölecektir.

8. Bu arada; Kürt liderlerini kabul eden T.C.'nin Celal TALABANİ, Mesut BARZANİ veyaSami ABDURRAHMAN'a "git, yanına Irak Milli Türkmen Partisi Genel Başkanı Dr. Muzaffer ASLAN'ı da al öyle gel" diyeceğini hiç sanmıyoruz. Çünkü; o zaman sefalet içindeki Irak Türkmenleri güç ve prestij kazanacaktır.

9. Sonuç olarak; PKK konusunda bu kafada devam edilirse, 'Allah, encamımızı hayır eylesin " demekten başka bir söz kalmamıştır.MAYIS 1993 



İÇİNDEKİLER 

GİRİŞ

BİRİNCİ BÖLÜM 

PKK IV. KONGRESİ 

PKK-SADDAM HÜSEYİN İTTİFAKI 
  
b. İKİ KONGRE ARASI DÖNEMİN FATURASI / 66
c. PKK VE GEÇİCİ KÖY KORUCULUĞU / 69- 

IV. KONGRE SONRASI GELİŞMELER / 77- M. CAHİT ŞENER'İN MUSTAFA KARASU'YA YAZDIĞI MEKTUP/82

- PKK KONGRELERİ KARARLARI / 93İKİNCİ BÖLÜM- KÖRFEZ KRİZİNİN KÜRT SORUNUNA ETKİLERİ / 95 
(KUZEY IRAKTA KÜRT AYAKLANMASI VE LİDERLİĞİ)a. AYAKLANMA ESNASINDA PKK VURGUNU /99 h. 

VURGUN SONRASIFAALİYETLER /104-PKK'NIN YENİ DÖNEM TAKTİKLERİ /109a. 1991 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİNDE PKK'NIN UYGULADIĞI
TAKTIK/111

- APO'NUN  TERÖRÜ  TÜRKİYE'NİN  BATISINA YAYMA TEORİSİ/116ÜÇÜNCÜ BÖLÜM- PKK'NIN 1992 YILI HEDEFLERİ / 149 a. 
KARAKOL BASKINLAR! VE GÜDÜLEN AMAÇ 159- 1992 YILI 19 AĞUSTOS OLAYLARI /166

- BOTAN- BEHDİNAN BÖLGESİNİN YENİDEN HEDEFLENMESİ /176

- KUZEY IRAK HAREKATI- EKİM 1992 / 181

- APO

-TALABANİ İKİLİSİNİN ÜÇGENDEKİ SON TEZGAHI APO'NUN SİLAHBIRAKMASI (!) / 191

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


- ABDULLAH ÖCALAN'DAN İNCİLER / 201

BEŞİNCİ BÖLÜM

- PKK TERÖRÜNE KARŞI TEDBİRLER (TASLAK) 

GİRİŞ

Ortadoğu'nun Kont Drakula'sı 

APO'nun yönetimindeki PKK isimli kukla cinayet şebekesini anlatan "KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN" isimlikitabımız yoğun bir ilgi gördü ve bir yıl içinde dört baskı yaptı.Bu sıcak ilginin yanında Yeni Ülke Gazetesi'nin iltifatlarına da mazhar olabildik.(!) 8-14 Kasım1992 tarihli adı geçen gazete, eseri " MİT'İN KÜLTÜR HİZMETİ " başlığıyla tanıtıyor ve kitaptanpasajlar alarak okuyucuya yorumlar getiriyor."Kitapta özetlenen Kürt tarihi bir yana PKK'nın ayrıntılı olarak incelenmesi, kitabın PKK uzmanı veya uzmanları tarafından yazıldığını ortaya koyuyor" diyen YENİ ÜLKE, ithaf edilenleri de " ilginç " bulmuş ve " Güneydoğu da şehit düşen, asker ve polislere ithaf edilen kitapta.." diyerek eser ile güvenlik kuvvetleri arasında bağlantı kurmaya çalışmış. Baylar! sizlere birkaç sözüm olacak.. 

1. İthaf kısmının; " Bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği için Türk ile Kürt  kardeşliği uğrunda her türlü ihanete karşı dövüşerek şehit düşen tüm asker, polis ve hainlerce katledilen masum sivillere ithaf edilmiştir " olduğunu tam olarak yazmayı unutmuş olacaksınız.

2. Milliyetçi. Çalışma Partisi Trabzon Milletvekili Koray Aydın' ın 10 Şubat 1992 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyo-nu'nda yaptığı konuşma, anladığımız kadarıyla kitabın Ocak 1992 Birinci baskısından alınmıştır, isteyen herkes eserden alıntılar yapabilir. Kitabın Mayıs 1992 tarihini taşıyan son söz bölümü bütün baskılarda kullanılmıştır. Şimdi merakınız zail oldu mu?..Bu konuda fantazi ler üretmekten vazgeçin.

3. Biz, kitabımızda "korku filmi" falan anlatmadık. Senaryosunu emperyalizmin yazdığı, gerizekalı Abdullah ÖCALAN'ın başrolü oynadığı, figüranlığını yönetim hataları ve yasadışıörgütlerin baskıları altında ne yapacağını şaşırıp ezilen Türk ile Kürt insanının yaptığı, 9 yıldır PKK adı altında; Kürt Ulusal Hareketi ismiyle de 65 yıldır oynanan "traji-komik" bir filmi dahaiyi anlamaları için kamuoyuna yardımcı olduk.

4. "Anlaşılan MİT kültür hizmetlerine bundan sonra da devam edecek" diyorsun uz.

Nerede o günler?..Başlangıçtan bugüne kadar MİT bu tür çalışma ile kamuoyunu aydınlatsaydı Türkiye'de bölücümasallarını kimse dinlemez, bunca insan ölmez, T.C. bütçesinin çok önemli bir bölümü PKK terörü ile mücadeleye ayrılmaz, yatırımlar gecikmezdi.

5. " Sayfa 132'de ise ÖCALAN'ın lıalkı topyekün savaşa çağıran sözlerinden duyulan korkuhisterik çığlıklara dönüşüyor." buyurmuşsunuz.. Geri zekalı Abdullah ÖCALAN hangi halkı hangi savaşa çağırıyor muş?..Üslubunuza dikkat ediniz! Biz, o kitabı milli birlik ve beraberliğe her türlü küfürün edildiği, alkışlandığı bir ortamda hiç kimseden korkmadan yazdık, basmaya ve dağıtmaya korktular!Yılma-dık inatla direndik.. Korkak olan ve ağzından kan damlayarak histerik çığlıkları atanlarınkimler olduğunu insanlarımız artık iyice anlamış durumdadır.Savaşa davet ediyormuş!Ne savaşı?Irza geçme becerisi çok gelişmiş Abdullah ÖCALAN isimli bu sefil ve alçak yaratık savaşa davet ediyorum diye; Pazarcık'lı (E-vin) Kod, Ankara'lı (Zehra) Kod, Tunceli'li (Delal) Kod,Lübnan Kültlerinden (Roza) Kod, Suriye'li (Canda) Kod, yine Lübnanlı (Adife-Saadet) Kodbayanlara ve PKK Merkez Komite Üyesi (Sarı Hüseyin) Kod'un karısı Elazığlı Nafiye'ye tecavüz etmedi mi?Bilmiyorsanız öğrenin.Kod adı (Medya) olan Suriye'li Kürdi Abdullah'a tecavüz etmedi mi?Bu bayanların bir bölümü şu anda Kuzey Irak'ta Zaho ve Donuk kentlerinde yaşıyorlar. Çaresizkızlara, kadınlara tecavüz etmekte uzmanlaşan ve gün geçtikçe ahlaksız ilişkilerde pervasız-laşanAPO gençleri savaşa değil, yatağına davet etmektedir. Biz bu bayanları bulduk ve konuştuk,ilgilisi adreslerini bulur gider ve konuşur.Yıllardır PKK isimli terör örgütünün patronu olan bu vampirin  iki-üç ayda bir "Kadın ve AileSorunları" adıyla broşürler yayınlayıp bazı 
kadın militanların ajanlıklarını(!) ders konusuyapmasının sebepleri artık açığa çıkmış durumdadır. Suriye'nin Şam ve Lazkiye kentlerindeki 
APO'nun saraylarında haremden geçen kadın militanların öldürülme pahasına, tüm tehditlere rağmen konuşmalı APO'nun ağzından düşürmediği 

" Sosyalist Ahlak "ın ne anlama geldiğini göstermiştir. 


1970'li yıllarda Kesire Yıldırım ile başlayan sapık ilişkileri son dönemlerde su yüzüne çıktı.APO sefili, bugüne kadar tecavüz ettiği kadınların bir çoğunu öldürtmüştür. Cinsel ilişkiyi kabuletmeyenler tecavüze uğradıktan sonra anlaşılmaması için ajanlık suçlamalarıyla katledılmiştir. Kurtulmayı becerip kaçabilenler konuşunca: " Parti önderliğine komplo kuruyorlar, zayıf düşürmeye çalışıyorlar" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır.
Şimdi APO isimli alçağın tecavüz ettiği kadın militanlara bir göz atalım;EVİN:Bu militan Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesindendir. 

1986 yılının başlarında APO, bu bayanacinsel ilişkide bulunmayı dayatır. Baskı sonucunda ilişki kurulur ancak bu sapık ilişkiyedayanamayan Evin. mevcut ahlaksızlığı yanındaki diğer kadın militanlara anlatır. APO'nunkendisine tecavüz ettiğini söyler. Olayın ortaya çıkmasıyla Bekaa vadisi'nde ki Mahsum Korkmaz Akademisi / Hel-vi Kampı bu skandalla sarsılır. APO hemen komplo yöntemlerini devreye sokarak Evin'in ajan olduğunu ilan eder ve "Parti önderliğini yıpratma çabası içindedir" diyerek derhal tutuklatır. Ölüm cezası verilir ve hemen infaz edilir. Olayın kadrolar üzerinde yaratacağı etkiyi bilen APO. Evin'in öldürülmesini süslemeye çalışır ancak başaramaz. Kadrolar içerisindeki dedikoduları sonuçlandırmak için Evin'in nasıl ajanlaştırıldığını yalan ve demagojiler- le kendisinin lehine olacak şekilde herkese kabul ettirir ve olayın gerçek yönünü gizler.
ZEHRA:APO, uzun süre Ankara'lı (Zehra) ile uğraşıp onu özel ilişkilerinin esiri haline getirmek veahlaksızlığa sürüklemek ister. APO'nun ahlaksız dayatmalarına direnen Zehra, sonuçta bir yandançaresizlik, bir yandan kendisine verdiği vaadler sonucunda böylesi bir kirli ilişkiyi kabullenir. Builişkiyi duyan 
APO'nun "devrim nikahlı" karısı Kesire Yıldırım, sorunu sert bir biçimde tartışmakonusu haline getirir. APO'yu ahlaksızlık ve kendini bil-memezlikle 
suçlayarak ayrılmak ister.Ayrılmayı kabul etmeyen APO, Kesire'yi Kuzey Irak'ta kamplardaki mevcut yönetim boşluğunudoldurmak adı altında yarı 
tehdit ve yarı zorla gönderir. Kesire'nin Şam'da olmayışını fırsat bilerek Zehra ile olan ilişkisini devam ettirir. Irak alanına giden Kesire kendisine oyun oynandığının farkına varır ve derhal Şam'a dönmek istediğini bildirir. Bir an önce dönebilmek için de Irak alanında bir çok sorun yaratır. 

Irak-PKK yönetimi Kesire'yi Şam'a gönderir ve telefonile APO'ya bilgi verilir. Kesire, Şam'a ulaşmadan APO, Zehra'yı PKK Avrupa faaliyetlerine
sorumlu olarak tayın eder ve Almanya'ya gönderir. APO ve Zehra arasındaki ilişki 1986 yılınakadar devam eder. Aynı yıl Kesire'nin tutuklanması 
üzerine Zehra, " Bu ilişki böyle devam edemez, ya evlenelim ya da bitirelim" önerisini getirir. APO. Zehra'yı bu düşüncelerden uzaklaştırıp kendisine 
bağlayabilmek için onu PKK 3. Kongresi'nde Merkez Komite Üyesi olarak atar. Bütün bunlara rağmen Zehra, kararından vazgeçmez. O güne kadar 
PKK'nın en gözdekadını. APO'nun aşk macerasının ortağı, hayat arkadaşı Zehra, bir anda tasfiyeci-provokatör olmakla suçlanır ve APO, çeşitli 
oyunlar sahneliyerek Zehra'yı Merkez Komite Üyeliği'nden düşürüp soruşturma altına alır. Belli bir tecrit ve teşhir dönemindengeçirildikten sonra 
Almanya'ya gönderilir. Olayı kapatabilmek için de bir komplo kurarak Almanpolisine yakalattırır.

MEDYA: Suriye'nin Kamışlı kentinde oturur. 

Lise öğretmenidir. Gerçek adı Kürdi Abdullah olupbölgenin ileri gelen aşiret reislerinden Abdullah Bedro'nun kızıdır. 1986 yılında PKK isimlimelanet 
örgütüne katılır. Bir süre Şam'da kaldıktan sonra Lübnan'daki Helvi Kampı'na gönderilir.Burada siyasi ve askeri eğitimden geçirildikten sonra tekrar
 APO tarafından 1987 yılında Şam'açağrılır. Çeşitli yöntemlerle kandırılmaya çalışılır. APO; "isteğimi kabul etmen durumunda senitüm Suriye 
Kürdistan'ındaki faaliyetlere sorumlu olarak atayacağım" der ve kendisini sevdiğimsöyler. Med-ya'nın göstereceği tepkiyi ve o andaki atmosferi 
yumuşatmak için sosyalist ahlaktandem vurarak kadın ve erkek arasındaki cinsel ilişkiler üzerinde konuşmaya başlar;"Dolayısıyla bu sosyalist 
ahlakın parti edebiyatına yerleştirilebilmesi için doğal olarak meseleyikavrayan benim ve senin gibi insanlarla başlayıp adım adım ilerlemek gerekir" 
der.Medya'dan;"Ben buraya şerefim ve namusum için geldim. Halkımın namusunu korumak ve ona bekçilik yapmak için bu mücadeleyi veriyorum. 
Dolayısıyla hiç bir vaad karşılığında senin gibi namussuz,halkın namusuna göz diken ırz düşmanlarıyla namus ve şerefimi pazarlık konusu  yapmayacağım" cevabım alır. 

Bu cevap üzerine saldırganlaşan APO, Medya'ya tecavüz etmeye çalışır. Kadın bağırınca buahlaksız adam tecavüzden vazgeçer   Sol başta (CANDA), sağ başta Kürdi Abdullah (MEDYA)ve onu Helvi Kampı'na gönderir. Mahsum Korkmaz Akademisi isimli kampa gelen Medya, grupgrup dolaşarak olayı arkadaşlarına anlatır. Meseleyi duyan APO, Medya'nın tutuklanmasını emreder. Ailevi durumu ve özel konumundan dolayı APO, Medya'yı öldürtmeyi göze alamaz.Uzun soruşturmalardan sonra kendisinden öz eleştiri istenir. Medya, kimseye verilecek öz eleştirisi olmadığını söyler. Bu biçimde uzun süre devam eden sorun, pazarlığa dönüşür. " Eğer Meseleyi kapatıp kimseyle konuşmazsan ve söylenenleri yalanlar san seni serbest bırakırım" denir, ve Medya serbest bırakılarak Türkiye'ye gitmesi istenir. Kadın, Türkiye'ye gitmez ve Suriye' de kalarak gördüğü herkese  APO'nun ahlaksızlıklarını anlatır. Olay Suriye'de tam bir skandala dönüşür. 

1991 kışında yakalanarak tekrar Mahsum Korkmaz Akademi-si'ne getirilir. DevrimMahkemesince ölümle cezalandırılır. Med-ya'nın ailesi aşiret olarak toplanır ve infazın yapılmasıdurumunda aşiretin PKK'ya karşı savaşacağını ve kızın intikamını da mutlaka APO'yu vurarak alacaklarını söylerler. APO efendi çaresizlik içinde ölüm kararını iptal eder ve Medya'yı serbestbırakır. Medya, ailesinin yanına gelir ve bir ekip kurarak APO ve PKK'nın teşhirini kapsayan bir faaliyet geliştirir. Bu olayın faturası APO'ya ağır patlar ve APO bunları susturmak için aileceimha kararı alır. 

Ancak bu imhayı bugüne kadar becerebilmiş değildir.

ZELAL: Tuncelilidir. Önceleri Avrupa'da kalmış ve Şam'a 1988 yılında gitmiştir. APO kendisine cinsel ilişki teklif eder. Bu teklife direnen Zelal, bir süre sonra kendisini APO'dan kurtaramaz. Anlatımlarına göre Şam'daki evde kalan kadın 
militanların tümü tecavüze uğrar. Zelal. tecavüz sonucunda bunalıma girer ve intihara kalkışır. 

Yanındaki arkadaşları son anda kurtarırlar. 

Daha sonra APO kendisini örgüt içi muhbirlik te görevlendirir ve özellikle kadın militanların kendisi hakkındaki fikirlerini öğrenmesini tembihler. 
"Eğer bu ilişkiyi öğrenen olursa seni ajan diyevuracağım" tehdidini de unutmaz. "Bu parti bütünlüğünü tehlikeye koyar ve devrimin, halkın
kaderiyle oynamak olur" diyerek Zelal'i baskı altına alır.

ROZA:Lübnan Kürtlerinden dir. Roza da diğer kadın militanlar gibi APO'nun cinsel gazabına uğrar venamusu, haysiyeti APO'nun seks manyaklığının kurbanı olarak harcanır. APO'nun Lazkiye'dekievini tam bir seks yuvası biçiminde tanıtmak sadece gerçeğin bir  kesimini söylemek olur. Roza da buraya çağrılır ve tecavüze uğrar. Bu alçaklığa tahammüledemeyen Roza. çareyi kaçmakta bulur ve Lazkiye'den Şam'a kaçarak oradan da Helvi Kampı'nagider. Durumu iki arkadaşına anlatır. Devrimciliği bırakarak evine dönmek istediğini söyler.Helvi Kampı yönetimindeki APO'nun uşakları, kadını soruşturmaya alırlar ve kendisinin ajanolduğunu söyleyerek özeleştiri isterler. 

Çeşitli baskılar sonucu Roza'nın bütün günahları (!) kabulettirildikten sonra serbest bırakılır ve Türkiye'ce gönderilir.Roza'nın herhangi bir faaliyet 
yürütecek konumda olmadığı bilinmesine rağmen Türkiye'yegönderilmesi tamamıyla komplo ve tasfiyeyi amaçlamaktadır.Roza. Türkiye'ye geldikten
 sonra da meseleyi arkadaşlarına anlatır ve bir süre sonra BotanEyaleti denen bölgede gene PKK tarafından vurularak öldürülür. Olayın yaratacağı 
tepkiyi iyibilen APO ve uşakları. Roza'ya çatışmada " Şehit oldu " görünümü vere rek postundan yararlanıpçevresini örgütün hizmetinde tutmak 
istediler.

NAFİYE:Elazığlıdır. PKK Merkez Komite Üyesi Sarı Hüseyin isimli şahsın karısıdır. Bu militan 1989yılında APO'nun cağrısı üzerine Almanya'dan Helvi'deki Mahsum Korkmaz Akademisinegetirilir. Güzel bir kadın olan Nafiye, APO'nun gözünden kaçmaz. Şam'a çağırır ve cinselsapıklığını dayatır. Nafiye, cinsel ilişki teklifini şiddetli bir tepkiyle karşılayarak: "Benim kocamvar, ben evli bir kadınım. Kocam savaşın ortasındayken bana nasıl böyle bir ah-laksızlığıdayatıyorsun" deyip direnmeye kalkışır. Bundan son-rasını Nafiye'nin ağızından dinleyelim: 
" Ben direnince, bana; " aptal sen anlamazsın bu işlerden. Cinsel ilişki insan denen yaratığın yaşamının zaruri bir parçasıdır. Ayrıca sosyal ahlakın da 
bir gereğidir, sen halen feodal çağda mıyaşıyorsun? Koskocaman Avrupa gibi gelişmiş yerlerde yaşamış olmana rağmen kendinifeodalizmin 
etkisinden kurtaramamışsın, dedi ve devam etti; zaten sen parti karşısında suçlusun,provokatör Avukat Hüseyin YILDIRIM, üzerinde çok oyunlar 
oynadı. Onların etkisinde kaldın,provokatörlerin durumunu bilmene rağmen partiye bilgi vermedin, buna rağmen ben seniherhangi bir uygulamaya 
tabii tutmadım. Bu durumda olmana rağmen halen parti önderininisteklerini yerine getirmekten kaçınıyorsun, direniyorsun. Önderliğe bağlılık bu 
mudur? Siz önderliğe böyle mi bağlısınız? Kendinizi bağladığınızı kanıtlamanız gerekiyor, yoksa karışmam ve tüm geçmişin hesabını sormak 
zorunda kalırım" dedi. Bende çok korktum ve adeta şok geçirdim. Ellerini omuzlarıma ko-yarak; " gel, gel nazlanmana gerek yoktur" dedi ve bana
 zorlatecavüz etti. Israrla Akademiye gönderilmek istedim fakat kabul etmedi, bir süre sonra bendenbıkmış olacak ki, 
Mahsum Korkmaz Akademisine gönderildim. Birkaç gün sonra baktım ki,bayanlar arasında APO'nıın bayanlara yaklaşımı tartışılıyor, onlara yanaştım
 fakat benden korkarak konuşmadılar. Israrım üzerine bana da anlattılar. Ben de kendi durumumu anlatınca herkes şaşırdı. Çok utanıyordum, 
benim durumum farklıydı , evliydim ve on yaşında bir de kızım vardı. Bir süre sonra Türkiye'ye gönderildim, burada kocamın vurularak öldürüldüğünü öğrendim. Oturup bazı arkadaşlara meseleyi anlattım. APO bunu duyunca benim hakkımda ölüm kararı aldı. 

Bulunduğum yere karar ulaşmadan PKK'dan kaçtım..." Nafiye, halen Kuzey IRAK'ta oturmaktadır.  Sol başta (CANDA), Sağ başta (NAFİYE)

CANDA: SURİYE Kürtlerinden dir. AMUDE Kasabasında oturmakta iken 1988 yılında PKK'ya katılır. PKK-HASEKİ Komitesi tarafından ŞAM'a APO'nun 
yanına gönderilir. Güzelliği ırz düşmanıAPO'nun dikkatinden kaçmaz. Eğitim görmesi için Mahsum Korkmaz Akademisine gönderilmesigerekirken 
bilinçli olarak  ŞAM'da alıkonulur ve bir süre sonra APO çeşitli yöntemler kullanarak (CANDA) ile cinsel ilişkikurmaya çalışır. Bundan sonraki 
gelişmeleri bu kirli uygulamaya maruz kalan (CANDA)'dandinleyelim:

DEVAMI  KİTAPTADIR..

http://tr.scribd.com/doc/48153505/A-Cem-Ersever-Ucgendeki-Tezgah


**