BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINI 100.YIL DÖNÜMÜNDE 3.DÜNYA SAVAŞI 1 SAVAŞ GÖÇMENLERİ SORUNU

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINI 100.YIL DÖNÜMÜNDE 3.DÜNYA SAVAŞI 1 SAVAŞ GÖÇMENLERİ SORUNU


Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 2014 Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yıl dönümü. Yüzyıl önce yaşanan dünya savaşının en önemli sonucu Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus Çar İmparatorluğunun yıkılışı ile sonuçlandı. Büyük toprak kaybına rağmen, Osmanlı'nın çekirdek toprakları üzerinde Türkiye kurulurken, Rusya'da Sovyetler Birliği kuruldu. Batı'nın kendi içindeki güç dengeleri Osmanlı'nın tamamen silinmesini gerektirmediği için Türkiye bir şekilde tarihte yerini almış oldu.

Bunun bedeli de Kürtlere ödetildi. Kürdistan, Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında bölüşüldü. Sonrasında Kürtler ayaklandıysa da bunda başarılı olamadılar.

Batı içi çatışma/denge noktasında Batı'dan (Rusya dahil) destek alamadılar.

Birinci Dünya Savaşından sonra yeni bir güç olarak kendisini gösteren ABD, İkinci Dünya Savaşının sonucunun belirlenmesinde de etkili olunca bu Batı'nın öncülüğünün ABD'nin eline geçmesi anlamına geliyordu. İkinci Dünya Savaşının galiplerinden biri de Sovyetler Birliği idi. Geçmişte, hegemonya/siyasi anlayış farklılık şekilde oluşan Batı içi çatışmaya bu boyutlara ideolojik (Sosyalizm-Liberalizm) yön eklenmiş oldu. Dünya iki bloğa ayrıldı. Bloklar arası çatışma tarihsel Doğu-Batı çatışmasını dahi geride bırakmıştı. Asya, Yakın Doğu, Afrika, Güney Amerika'da her yerde yaşanan buydu.

Sovyetler Birliğinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra eskisi gibi olmasa da bu rolü Rusya oynamaya devam ediyor. Başkalarının toprak ve yönetimi üzerinde etkili hale getirerek güç paylaşımını/savaşını başkaları üzerindeki emperyal anlayış bu günkü sorunların ana kaynağıdır. Bunun en görünür nedeni ülkelerin karşı karşıya gelişi, ülkeleri oluşturan halkların etnik/dinsel/mezhepsel olarak karşı karşıya getirilmesidir. Toplumun kendi sorunlarını çözme yeteneğini yok ederek kendisine muhtaç hale getirmesidir. Böylece küresel güçler kendi aralarındaki savaşları kendi toprakları dışında, kendi insan kaynaklarını kullanmadan yürütebilmektedir ler. Savaşların en önemli sonucu, büyük göçmen istilasıdır. Bir savaşta, göçmenlerin sayısı, niteliği, göç yönleri savaşın uzun ve sert geçeceğinin en önemli belirtisidir. Suriye açısından bakıldığında toplam nüfusu 20 Milyon olan Suriye'den komşu ülkelere (Ürdün, Türkiye, Lübnan, Irak) beş milyona yakın mülteci göç etmek zorunda kaldı. Bunlara kayıt dışı olarak daha uzak yerlere göç edenler de dahil edildiğinde yaşanan göçler Birinci Dünya Savaşında Balkanlar ve Doğu Avrupa'da yaşanan göçleri gölgede bırakacak durumdadır. Göçmenlerin saysısallığının savaşın süresinin belirleyiciliği karşısında, savaşın giderek daha da boyutlanacağını göstermekle kalınmayacağını, fiziki kitlesel imha/soykırımların yaşanacağını gösteriyor. Göç nedeniyle meydana gelebilecek bir sorun da göçün yönünün olduğu ülkelerin buna paralel olarak savaşa girme riskini taşımasıdır. Türkiye, bu göçmen tehlikesini ön göremedi. Göçmen sayısının kritik miktarını yüzbin olarak belirledi. Buna göre hazırlık yaparak başlangıçta göçmen gelişini teşvik etti (Sınırlarda çadır kentler kurarak, buradaki konforu basına servis etti). Kısa süre içinde Türkiye'ye gelen Suriyeli sayısı 1,5-2 milyona dayandı. Sınırdaki çadır kentler yetersiz olduğundan dolayı, kısa sürede bu göçler Türkiye'nin her yerine doğru ilerledi. Göç edenlerin kontrolü kolay olmadığından dolayı hiç de beklenmeyen olayların (Suriyelilere karşı Irkçı yönelmeler, radikal islam'a eleman olma, ucuz iş gücü) meydana gelişi de kaçınılmazdı. Türkiye ile Esad Suriye'si savaş halindedir. Saddam'ın ve Kaddafi'nin akibetinin Esad'ın başına gelmemiş olması Türkiye'yi germiş durumdadır. Tüm hesaplarını Esad'ın gidişi üzerine kuran Türkiye yaşadığı Kürt sorununa ek olarak bir göçmen istilasına uğramış olması, Türkiye'yi kıpırdamaz bir duruma getirmiştir. Türkiye, Kuzeyinde Rusya ile sorunlar (Ukrayna, Kırım, Çeçen), Güney Doğusunda Suriye, Irak ve Kürtlerle sorunlar yaşamaktadır. Kobani nedeniyle ABD ile oluşan yaklaşım farklılıkları da dikkate alındığında "hareketsizliği" mahkumiyeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Buna Türkiye'de belirli bir iç konsensüs (CHP, Cemaat, Askerin durumu vs) olmadığı da eklenirse zorluğun derecesi daha da açık görülecektir. Birinci Dünya savaşında Osmanlı'nın yaşadığı yenilgi Suriye savaşı ile devam edecek gibi görünüyor. Çünkü, Osmanlı Birinci Dünya Savaşına girerken, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuyla ittifak halinde girmişti. Bu ittifak dahi savaşı kazanmasına yeterli olmamıştı. Göçmenlerin yarattığı sorunlara geri dönecek olursak, savaş sona erse dahi göçmenlerin geldikleri veya geri dönecekleri yerlerde sorunların devam edeceği, yeni bir boyut kazanacağının bilinmesi gereklidir. Diyelim ki, Suriye savaşını Esad kazandı. Esad, egemenlik kurduğu topraklarda devlet/kamu düzenini sağladığı zaman malını mülkünü orada bırakıp göç edenler geri döndüklerinde mallarının yeni sakinler tarafından kullandığını gördüklerinde bunun yeni bir çatışmaya neden olabileceği de ön görülmelidir. Aynı durum, Esad rejiminin yıkılması halinde de görülecektir. Türkiye'nin savaşması çok zordur. Türkiye'nin durumu Birinci Dünya Savaşına adeta sürüklenen Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna benzemektedir. Kuzey Doğu'da bir yandan Rusya ve Polonya ile Güneyinde ise Milliyetçi Sırplarla savaşması mümkün değildir. Ayrıca onlarca farklı halkı içinde barındırdığı için içten de kaynamaktadır. İmparatorluğun her yerinden İmparatorluğun çekirdek merkezlerine doğru savaş nedeniyle büyük bir göç de yaşanmaktadır. Yukarıda da dediğimiz gibi Türkiye'nin "düşmanı bol, gücü sınırlı" durumu savaşa girmesine uygun değilse de Türkiye'yi birden fazla cephede savaşa sürüklemek isteyen siyasi kadrolar, bu haliyle Türkiye'yi savaşa sokarlarsa, durumu aynen daha birinci dünya savaşı bitmeden lime lime olan Avusturya-Macaristan'ın durumunu yaşayacaktır. Böylece 20.Yüzyılın başında eksik kalan, Türkiye'nin küçülmesi de 21.Yüzyılın başında gerçekleşmiş olacaktır.
Enver/Talat'ın rüyasını gören Erdoğan / Davutoğlu da Enver / Talat'ın da gerisine düşecektir. ***