Kaddafi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaddafi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINI 100.YIL DÖNÜMÜNDE 3.DÜNYA SAVAŞI 1 SAVAŞ GÖÇMENLERİ SORUNU

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINI 100.YIL DÖNÜMÜNDE 3.DÜNYA SAVAŞI 1 SAVAŞ GÖÇMENLERİ SORUNU


Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 2014 Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yıl dönümü. Yüzyıl önce yaşanan dünya savaşının en önemli sonucu Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus Çar İmparatorluğunun yıkılışı ile sonuçlandı. Büyük toprak kaybına rağmen, Osmanlı'nın çekirdek toprakları üzerinde Türkiye kurulurken, Rusya'da Sovyetler Birliği kuruldu. Batı'nın kendi içindeki güç dengeleri Osmanlı'nın tamamen silinmesini gerektirmediği için Türkiye bir şekilde tarihte yerini almış oldu.

Bunun bedeli de Kürtlere ödetildi. Kürdistan, Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında bölüşüldü. Sonrasında Kürtler ayaklandıysa da bunda başarılı olamadılar.

Batı içi çatışma/denge noktasında Batı'dan (Rusya dahil) destek alamadılar.

Birinci Dünya Savaşından sonra yeni bir güç olarak kendisini gösteren ABD, İkinci Dünya Savaşının sonucunun belirlenmesinde de etkili olunca bu Batı'nın öncülüğünün ABD'nin eline geçmesi anlamına geliyordu. İkinci Dünya Savaşının galiplerinden biri de Sovyetler Birliği idi. Geçmişte, hegemonya/siyasi anlayış farklılık şekilde oluşan Batı içi çatışmaya bu boyutlara ideolojik (Sosyalizm-Liberalizm) yön eklenmiş oldu. Dünya iki bloğa ayrıldı. Bloklar arası çatışma tarihsel Doğu-Batı çatışmasını dahi geride bırakmıştı. Asya, Yakın Doğu, Afrika, Güney Amerika'da her yerde yaşanan buydu.

Sovyetler Birliğinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra eskisi gibi olmasa da bu rolü Rusya oynamaya devam ediyor. Başkalarının toprak ve yönetimi üzerinde etkili hale getirerek güç paylaşımını/savaşını başkaları üzerindeki emperyal anlayış bu günkü sorunların ana kaynağıdır. Bunun en görünür nedeni ülkelerin karşı karşıya gelişi, ülkeleri oluşturan halkların etnik/dinsel/mezhepsel olarak karşı karşıya getirilmesidir. Toplumun kendi sorunlarını çözme yeteneğini yok ederek kendisine muhtaç hale getirmesidir. Böylece küresel güçler kendi aralarındaki savaşları kendi toprakları dışında, kendi insan kaynaklarını kullanmadan yürütebilmektedir ler. Savaşların en önemli sonucu, büyük göçmen istilasıdır. Bir savaşta, göçmenlerin sayısı, niteliği, göç yönleri savaşın uzun ve sert geçeceğinin en önemli belirtisidir. Suriye açısından bakıldığında toplam nüfusu 20 Milyon olan Suriye'den komşu ülkelere (Ürdün, Türkiye, Lübnan, Irak) beş milyona yakın mülteci göç etmek zorunda kaldı. Bunlara kayıt dışı olarak daha uzak yerlere göç edenler de dahil edildiğinde yaşanan göçler Birinci Dünya Savaşında Balkanlar ve Doğu Avrupa'da yaşanan göçleri gölgede bırakacak durumdadır. Göçmenlerin saysısallığının savaşın süresinin belirleyiciliği karşısında, savaşın giderek daha da boyutlanacağını göstermekle kalınmayacağını, fiziki kitlesel imha/soykırımların yaşanacağını gösteriyor. Göç nedeniyle meydana gelebilecek bir sorun da göçün yönünün olduğu ülkelerin buna paralel olarak savaşa girme riskini taşımasıdır. Türkiye, bu göçmen tehlikesini ön göremedi. Göçmen sayısının kritik miktarını yüzbin olarak belirledi. Buna göre hazırlık yaparak başlangıçta göçmen gelişini teşvik etti (Sınırlarda çadır kentler kurarak, buradaki konforu basına servis etti). Kısa süre içinde Türkiye'ye gelen Suriyeli sayısı 1,5-2 milyona dayandı. Sınırdaki çadır kentler yetersiz olduğundan dolayı, kısa sürede bu göçler Türkiye'nin her yerine doğru ilerledi. Göç edenlerin kontrolü kolay olmadığından dolayı hiç de beklenmeyen olayların (Suriyelilere karşı Irkçı yönelmeler, radikal islam'a eleman olma, ucuz iş gücü) meydana gelişi de kaçınılmazdı. Türkiye ile Esad Suriye'si savaş halindedir. Saddam'ın ve Kaddafi'nin akibetinin Esad'ın başına gelmemiş olması Türkiye'yi germiş durumdadır. Tüm hesaplarını Esad'ın gidişi üzerine kuran Türkiye yaşadığı Kürt sorununa ek olarak bir göçmen istilasına uğramış olması, Türkiye'yi kıpırdamaz bir duruma getirmiştir. Türkiye, Kuzeyinde Rusya ile sorunlar (Ukrayna, Kırım, Çeçen), Güney Doğusunda Suriye, Irak ve Kürtlerle sorunlar yaşamaktadır. Kobani nedeniyle ABD ile oluşan yaklaşım farklılıkları da dikkate alındığında "hareketsizliği" mahkumiyeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Buna Türkiye'de belirli bir iç konsensüs (CHP, Cemaat, Askerin durumu vs) olmadığı da eklenirse zorluğun derecesi daha da açık görülecektir. Birinci Dünya savaşında Osmanlı'nın yaşadığı yenilgi Suriye savaşı ile devam edecek gibi görünüyor. Çünkü, Osmanlı Birinci Dünya Savaşına girerken, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuyla ittifak halinde girmişti. Bu ittifak dahi savaşı kazanmasına yeterli olmamıştı. Göçmenlerin yarattığı sorunlara geri dönecek olursak, savaş sona erse dahi göçmenlerin geldikleri veya geri dönecekleri yerlerde sorunların devam edeceği, yeni bir boyut kazanacağının bilinmesi gereklidir. Diyelim ki, Suriye savaşını Esad kazandı. Esad, egemenlik kurduğu topraklarda devlet/kamu düzenini sağladığı zaman malını mülkünü orada bırakıp göç edenler geri döndüklerinde mallarının yeni sakinler tarafından kullandığını gördüklerinde bunun yeni bir çatışmaya neden olabileceği de ön görülmelidir. Aynı durum, Esad rejiminin yıkılması halinde de görülecektir. Türkiye'nin savaşması çok zordur. Türkiye'nin durumu Birinci Dünya Savaşına adeta sürüklenen Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna benzemektedir. Kuzey Doğu'da bir yandan Rusya ve Polonya ile Güneyinde ise Milliyetçi Sırplarla savaşması mümkün değildir. Ayrıca onlarca farklı halkı içinde barındırdığı için içten de kaynamaktadır. İmparatorluğun her yerinden İmparatorluğun çekirdek merkezlerine doğru savaş nedeniyle büyük bir göç de yaşanmaktadır. Yukarıda da dediğimiz gibi Türkiye'nin "düşmanı bol, gücü sınırlı" durumu savaşa girmesine uygun değilse de Türkiye'yi birden fazla cephede savaşa sürüklemek isteyen siyasi kadrolar, bu haliyle Türkiye'yi savaşa sokarlarsa, durumu aynen daha birinci dünya savaşı bitmeden lime lime olan Avusturya-Macaristan'ın durumunu yaşayacaktır. Böylece 20.Yüzyılın başında eksik kalan, Türkiye'nin küçülmesi de 21.Yüzyılın başında gerçekleşmiş olacaktır.
Enver/Talat'ın rüyasını gören Erdoğan / Davutoğlu da Enver / Talat'ın da gerisine düşecektir. ***

26 Eylül 2018 Çarşamba

Rus Gemileri Batı Akdenizde

Rus Gemileri Batı Akdenizde


EMRAH KEKİLLİ
31 OCAK 2017



   Rusya’nın Askeri desteği öncesi dahi Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı olumsuz tavır takınan Haftar’ın, müdahale sonrasında bu tavrını daha da sertleştireceği ön görülebilir. 



1. Rus Gemileri neden Libya Sularında?

Libya’nın doğusunu askeri yöntemlerle kontrol eden emekli General Halife Haftar, Rusya’ya 2016 yılı Kasım ayında gerçekleştirdiği ikinci ziyarette (ilki Haziran’daydı) hem Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov hem de Savunma Bakanı Sergey Şoygu tarafından kabul edilmişti. Libya’daki resmi konumu tartışmalı olan ve BM Libya temsilcisine randevu vermeyen Haftar’ın, Rusya’dan bu derece üst düzey kabul görmesi, Rusya’nın Libya’ya yönelik yeni bir pozisyon almaya 
başladığı şeklinde yorumlanmıştı. 2014 yılı ortalarından itibaren Libya’da çatışan askeri kamplardan birinin liderliğini yürüten Haftar, uzun süredir Libya’ya yönelik silah ambargosunu illegal yollardan temin ettiği silahlarla aşmaya çalışmamakla birlikte resmi yollardan silah sorununu giderme arayışı içindeydi. 

Bu noktada Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2015 yılı Şubat ayında Kahire’yi ziyaret ettiğinde Mısır’ın aracılığıyla Haftar’a bağlı dönemin Genelkurmay Başkanı Abdulrezzak el-Nazuri Rus yetkililerle bir araya gelmiş ve silah talebinde bulunmuştu. Bu çerçevede Haftar’ın Rusya ziyaretlerinde bu konudaki yardım taleplerini ve karşılıklı iş birliği konularını dile getirdiğini tahmin etmek zor değil. Bu toplantıların ardından 12 Ocak 2017’de, dünya basınının gündeme taşıdığı ve konunun ilgilileri arasında ciddi tartışmalara neden olan Rus uçak gemisinin Libya’nın doğu bölgesi kara sularına ulaşması gerçekleşmiştir.

2. Rusya-Haftar ittifakı iddialarının içeriği nedir?

Haftar’ın Libya’da kontrol alanını genişletmek ve gücünü tahkim etmek için bölgesel ve uluslararası ittifaklar içine girdiği bilinen bir durumdur. 
Haftar Mısır, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından desteklenmektedir. Buna rağmen ülkenin doğusunda, Bingazi içinde, Derne ve Cufra’da ciddi bir direnişle karşı karşıyadır ve bu direnişi kıramamaktadır. Bunun yanında ülkenin batı kısmı Haftar karşıtı bir pozisyona sahiptir, güney ise iki kamp arasında bölünmüş durumdadır. Yani Haftar sahip olduğu iç ve dış desteğe rağmen ülkenin kontrolünü ele geçirememektedir. Bu çerçevede silah temin etmeye çalışmakta, mümkünse kendisine destek verecek küresel bir güç bulmak için çabalamaktadır. Haftar ve liderlik ettiği koalisyonun siyasi yüzü olan Temsilciler Meclisi (TM) Başkanı Ukeyla Salih, Batılı devletlerden dahi silah talebinde bulunmuş ancak bu talepler reddedilmiştir.

Bu çerçevede Haftar, Ruslarla iletişime geçmiştir. Her ne kadar Rus yetkililer ve Haftar sözcüleri tarafından yalanlanmış olsa da Haftar ve “Russian Rosoboroexport” temsilcilerinin bir silah anlaşması yaptığı iddia edilmektedir. Bu anlaşma çerçevesinde Haftar’ın Rusya’dan 2 milyar dolar civarında silah alacağı belirtilmektedir. 

Alınması planlanan teçhizatın, on tane SU-30, altı tane SU-35 ve dört tane YAK-130 eğitim uçağı, S-300 hava savunma sistemleri, T-90 tankları olacağı bilgisine yer verilmektedir. Ayrıca T-72 model tankların bakım ve onarımının Ruslar tarafından gerçekleştirileceği kaydedilmektedir. Rusya’nın Suriye’de SU-24 yakın hava desteği ve SU-25 stratejik operasyon uçaklarını uzun süredir kullandığı düşünüldüğünde SU-30, SU-35 ve YAK-130 uçaklarını Libya’da kullanmak isteyebileceği yorumu yapılmaktadır. Bunun yanında Kaddafi’nin 2008 yılında Rusya’dan ülkenin doğusunda bir deniz üssü kurması karşılığında 20 uçak alması yönünde yaptığı anlaşma da dikkate alındığında bu anlaşmanın yeni bir kurgu ile uygulanmak istendiği öne sürülmektedir. Dahası Rusya’nın Suriye’de uyguladığı modeli Batı Akdeniz’e taşıma yönünde riskli bir stratejik hamle yapmasının mümkün olacağı yorumu da yapılmaktadır. Bu noktada yerel basına yansıyan bilgilerde Rus Askeri yetkililerin, Libya’nın Mısır sınırına yakın bölgelerinde bir deniz üssü kurmak amacıyla keşiflerde bulunduğu ifade edilmektedir.

3. Rusya-Haftar ittifakı iç dengeleri nasıl etkiler?

Yukarıda ifade edildiği üzere ciddi direniş nedeniyle Haftar, Libya’da kısıtlı bir alanı kontrol etmektedir ve askeri kapasite anlamında ciddi zaafları olduğu ifade 
edilmektedir. Rusya’nın Suriye’de Esed’e yaptığı gibi Haftar’a askeri ve siyasi destek sağlaması durumunda ülkenin doğusundaki devrimci birlikler ciddi güç 
kaybedebilir ve bölgeyi tamamıyla terk etmek zorunda kalabilir. Haftar doğu bölgesinin kontrolünü tamamen ele geçirmesi durumunda batı bölgelerine doğru 
harekete geçmesi halinde, bazı küçük şehirlerin kontrolünü ele alabilir, Trablus’taki bazı silahlı grupları kendi tarafına çekerek buradaki devrimci hattı kırabilir. 
Buna rağmen Misrata’nın bu sürece ciddi mukavemet göstereceği, Haftar’ın Trablus’u ele geçirmesi durumunda kendilerine hayat hakkı tanımayacağını bilen 
bazı silahlı grupların direneceği öngörülebilir.

Siyasi süreç açısından değerlendirmek gerekirse BM inisiyatifi ile teşkil edilen Başkanlık Konseyi ve Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ülkenin batısına kısmen hakim durumda iken doğusuna hiçbir şekilde etki edememektedir. BM Özel Temsilcisi bir şekilde Haftar’ı da sürece dahil ederek siyasi çözüm için ikna etmek istiyor olsa da Haftar’dan randevu dahi alamamaktadır. Hatta Haftar, Tubruk’u ziyaret etmek isteyen Kobler’in uçağının Tubruk’a inmesine izin vermemektedir. 
Rusya’nın askeri desteği öncesi dahi UMH’ye karşı olumsuz tavır takınan Haftar’ın, müdahale sonrasında bu tavrını daha da sertleştireceği ön görülebilir. 
Bunun yanında Trablus ve etrafında UMH’nin Haftar’a karşı kesin bir olumsuz tavır takınmasını isteyen bazı gruplar, alternatif stratejilere yönelebilir ki bu 
durum UMH’nin batı bölgesinde de elini zayıflatır.

4. Rusya-Haftar ittifakı Libya’ya yönelik bölgesel ve uluslararası dengeleri nasıl etkiler?

Halife Haftar’ın operasyonlarında Mısır’ın askeri ve lojistik destek verdiği, Ürdün’ün Haftar’ın askerlerini eğittiği, BAE’nin Blackwater Şirketi üzerinden Halife Haftar’a hava desteği sağladığı kamuoyunun genel olarak kabul ettiği konulardır. Kahire’nin Moskova’yla güçlenen ilişkileri çerçevesinde Haftar ve Moskova arasında aracılık yaptığı da dikkate alındığında Haftar’ın Moskova’yla anlaşmasının Mısır’ı rahatsız etmeyeceği öngörülebilir. BAE ve Ürdün’ün tavırlarında bir değişiklik olup olmayacağı ise süreç içinde belli olacaktır. Haftar’ın siyasi emellerini reddetmekle birlikte “terörle mücadele”de lojistik olarak onu desteklediğini ifade eden Fransa’nın belirtildiği üzere bir Haftar-Rus anlaşmasında Rusya’nın Batı Akdeniz’deki varlığından memnuniyet duymayacağı açıktır.

Haftar’ı fiilen destekleyen bölgesel ve uluslararası güçler dahi UMH’yi kabul etmekle birlikte, fiili olarak, İtalya DEAŞ terör örgütüyle mücadelesinde UMH’ye 
bağlı Misrata merkezli teşekkül etmiş “Çelik Gövde” güçlerini desteklemektedir. İtalya’nın Misrata’da bulunan tıp merkezi, ülkenin batısındaki aktörler tarafından 
askeri üs olarak nitelendirilmektedir. Tıp merkezi ya da askeri danışmanlık şeklinde de olsa İtalya’nın DEAŞ terör örgütüyle mücadelede “Çelik Gövde”nin, siyasi olarak da UMH’nin yanında olduğu görülmektedir. İtalya Dışişleri Bakanı, Rusya’nın Libya’ya yönelik adımlarından duyduğu endişeyi, “Rusya’nın Libya’da muhtemel bir askeri varlığı durumunda Libya’da daha etkin bir rol üstlenmemiz gerekecektir” sözleriyle ifade etmiştir. ABD ve İngiltere ise şu ana kadar UMH’ye ve “Çelik Gövde” güçlerine destek vermektedir. Ancak Trump yönetimi ile birlikte ABD’nin Libya’da tavır değiştirip değiştirmeyeceği şu an için belirsizdir. Ancak Obama’nın gitmesiyle görevi bırakan ABD’nin Libya Özel Temsilcisi yaptığı son açıklamada ABD’nin, Mısır’ın Haftar’a desteğinden rahatsız olduğunu ifade etmişti.

5. Libya’da siyasi çözüm mü, askeri çözüm mü?

Halife Haftar, siyasi çözüm istemediğini, gerek darbe girişimi sırasında (Şubat 2014) meclisi feshederek askeri bir konseyin yönetimi devralacağını açıklayarak gerekse halihazırda BM Özel Temsilcisi Kobler’e randevu vermeyip uçağının Tubruk’a inmesini engelleyerek göstermiştir. Bunun yanında seçilmiş belediye başkanlarını ve sivil kurumları devre dışı bırakarak kontrolü altındaki bölgelerde askeri valiler atayarak fiilen askeri yönetim uygulamaktadır. Ayrıca Bingazi’de yer yer, hangi odaklarca düzenlendiği belli olmayan (!) gösterilerde TM’nin kendini feshederek bütün yetkilerini Haftar’ın liderlik edeceği bir asker meclise devretmesi istenmektedir. 

Darbe ile iktidara gelen Mısır yönetiminin, Haftar’ın askeri yöntemlerinden rahatsız olmadığı gibi Haftar’ı siyasi ve askeri olarak net bir şekilde desteklediği bilinmektedir. 

   Yani Mısır’ın Bölgedeki Siyasi ve askeri kaygılarına mutabık bir yönetim Haftar eliyle Libya’da hayata geçirilmek istenmektedir. Bu noktada Rusya’nın Haftar’a 
(muhtemel) askeri desteği, Mısır’ın ve Haftar’ın askeri yönetim hedeflerine katkı sunacağı gibi BM’nin siyasi çözüm çabalarına büyük oranda zarar verebilir.

BM inisiyatifi ile teşekkül eden UMH şu ana kadar kendisinden beklenenlere karşılık vermemiş olsa da halihazırda Türkiye’nin yanı sıra başta İngiltere ve İtalya olmak üzere Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin desteğini almaktadır. 
Ancak UMH’nin Libya’nın tamamını kontrol edememesinin nedeni Haftar’ın doğu bölgesine UMH’yi sokmaması, batıda ise Haftar’ın muhtemel askeri operasyon undan endişe eden silahlı grupların UMH’nin yanında her zaman bir B planına ihtiyacı olduğunu düşünmesidir. Yani siyasi sürecin tıkandığı nokta Halife Haftar’ın siyasi sistem içindeki rolüdür. Gerek UMH gerek ülkenin batısında UMH’ye destek veren aktörler, askeri güçlerin sivil yönetime bağlı olması gerektiğini savunmakta, Haftar ise askeri yönetimde ısrarcı olmaktadır. Libya’daki siyasi ve askeri hiyerarşi içindeki yeri tam anlamı ile tartışmalı olan Haftar’dan “Libya orduları komutanı” şeklinde söz edenler Haftar’ın söylemine meşruiyet sağlamaktadır. 

Bu çerçevede Avrupa ülkelerinin UMH’yi güçlendirmek için atacağı adımlar, Libya’daki sivil ve siyasi sürecin geleceği için bir hayli önemlidir. 

Sistemi tıkadığı noktalarda Haftar’a karşı daha net bir tavır takınılması siyasi aktörlerin kamuoyundan aldığı desteği artıracaktır.

http://www.setav.org/5-soru-rus-gemileri-bati-akdenizde/


***

3 Temmuz 2016 Pazar

LİBYA’YI BÖLDÜNÜZ SIRA SURİYE’DE Mİ?



LİBYA’YI BÖLDÜNÜZ SIRA SURİYE’DE Mİ?



Yazar: Ümit Özdağ
08 MART 2012 PERŞEMBE

Bingazi'de yapılan ve yarı-özerkliğin ilan edildiği "SirenaykaHalkının Kongresi" adlı toplantının öncülüğünü ise Amerikan vatandaşı bir petrol mühendisi olan Muhammed Buysiyer yaptı. Buysiyer'in Libya'yı bölmek dışında ikinci işinin petrol şirketlerine danışmanlık olduğu görülüyor.

Ülkenin doğusunda yarı-özerklik ilan edilirken, ülkenin batısında Kaddafi'yi deviren aşiretlerin önde gelenlerinden Misrata ve Zintanlı aşiretleri arasında başkent Trablus'da iç çatışmalar devam ediyor. Kaddafi'nin devrilmesinden sonra yönetimi eline alan Ulusal Geçiş Konseyi artık ülkede gizli bir iç savaş olduğunu kabul ediyor. Hala Kaddafi'ye bağlı olan güçler de varlıklarını sürdürüyorlar. Kısa bir süre önce büyük bir kasaba Kaddafi güçleri tarafından ele geçirildi.

Özetle Libya hızla parçalanmaya doğru sürükleniyor. Sudan'ın güney petrol bölgesinin Ocak 2011'de bölünme kararı alması ve 9 Temmuz 2011'de resmen bölünmesinden kısa bir süre sonra Libya komşusu Sudan'ın ayak izlerini takip ediyor. Batı'nın saygın sesi BBC'de bir süre önce yayınlanan bir yorumda İngiliz tarihçi Peter Jones yaptığı yorumda Libya'nın 1911'de İtalyanlar tarafından yaratıldığını ileri sürerek, iki devletli çözümün en iyi çözüm olduğunu ileri sürerek parçalanmasının tarihsel ve politik meşruluk zeminini hazırlıyor. 
Ülkeler birkaç ayda bölünmez. 

Sudan'da uzun bir iç savaştan sonra bölündü.

Libya'yı bölen güçler şimdi Suriye üzerine odaklanmış durumda. Suriye'de Esat rejimini zor kullanarak devirecek bir askeri müdahalenin Irak benzeri bir iç savaşa neden olması kaçınılmaz. Irak'ta nasıl iktidarı elinde tutan sunni Arap azınlık (%20-25) temsilcisi Saddam'ın devrilmesinden sonra bugüne kadar devam eden bir iç savaşı sürdürdü ise Suriye'de de Nüsayri azınlık kendilerine yönelik intikam, dışlama ve cezalandırma politikalarına tepki olarak Esad öldürülse bile savaşı sürdürecektir. Üstelik, Nüsayrilerin bölgedeki stratejik müttefikleri Irak'taki sunni Arapların sahip olduğu müttefiklerden daha güçlüdürler. İran ve Hizbullah, Suriye iç savaşının mümkün olduğunca uzaması ve sunni Müslüman Kardeşler iktidarının kurulmaması için savaşacaklardır. Nüsayrilerin, Dürziler ve Hristiyanlardan da müttefikler bulması büyük bir olasılıktır.

İsrail'de Suriye'de Müslüman Kardeşlerin iktidarı yerine parçalanmış bir Suriye tercih edecektir. Washington ne düşünür ise düşünsün, İsrail, Mısır ve Suriye'de iki Müslüman Kardeşler iktidarı arasında yaşamak istemeyecektir. 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organında çıkan bir makalede İsrail'in güvenliği için Irak'ın şii, sunni ve Kürt olmak üzere üçe, Suriye'nin ise Nüsayri, Dürzi, Şam ve Halep cumhuriyetleri olmak üzere dörde ayrılması fikri savunulmuştur. Irak bölünmüştür. Suriye bu dört bölgeye Kamışlı bölgesinde beşinci bir parçalanma bölgesi olan Kürt bölgesinin katılımı ile beş parçaya bölünmeye doğru ilerlemektedir. Suriye'nin bölünmesi, Türkiye'nin toprak bütünlüğü üzerinde olağanüstü bir yük oluşturacaktır.

Bu arada PKK, İran ile yapılan pazarlık neticesinde ve yüklü bir para alarak, 2000 teröristi Esad rejimine destek vermesi için Suriye'ye kaydırmıştır. Esad'ta PKK'nın önemli bir gücünü Halep'in kuzeyine Türk bölgelerine baskı yapacak şekilde yerleştirmiştir. PKK bugün için Esad'ın yanındadır. Ancak Esad'ın devrilmesi durumunda Kamışlı bölgesinde en etkin politik-askeri güç haline gelmesi muhtemeldir.

PKK, Türkiye içinde de DHKP/C, TKP/ML gibi terörist örgütler ile işbirliği yaparak, elindeki terörist unsurların önemli bir bölümünü Suriye'ye kaydırdığı için askeri birliklerin yoğun ve teyakkuz halinde olduğu Güneydoğu Anadolu'dan çok büyük kentlerde toplumsal çatışmaları da körükleyecek eylemler ilemuhtemelen Karadeniz, Akdeniz, Osmaniye-Adana hattı gibi çok ses getirecek bölgelerde eylemlere yönelecektir. PKK, Suriye sürecini "Kürt Baharına" dönüştürmenin arayışı içindedir.

Bu arada AKP Hükümetinin PKK ile tekrar müzakerelere başlaması bir şey değiştirmeyecektir. "Suriye normu" diye, devletlerin terör örgütlerine karşı isyan bastırma eylemlerini sınırlayıcı bir kuralın devletler hukukuna taşınmaya başladığı bir dönemde PKK, kendisini her zaman olduğundan daha güçlü hissetmektedir.

AKP Hükümetinin Suriye'de Müslüman Kardeşleri iktidara taşımak amacı ile izlediği ve milli menfaate değil, ideolojik parti dayanışmasına dayanan dış politika AKP dahil herkese zarar verecek bir noktaya doğru hızla ilerlemektedir. Suriye'de muhalifler ile Esad arasında uzlaşma zemininde gerçekleşecek bir demokratikleşmeyi sağlayabilecek tek ülke Türkiye'dir. 

Başbakan Erdoğan'ınŞam'a yapacağı bir ziyaret böyle bir süreci başlatabilir.



..

26 Haziran 2016 Pazar

İÇ SAVAŞLAR SONUCU PARÇALANAN ORTADOĞUDA ( Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor )




İÇ SAVAŞLAR SONUCU PARÇALANAN ORTADOĞUDA 
( Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor  ),


Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor?

Yazar: Ümit Özdağ
22 EYLÜL 2011 PERŞEMBE

Tabii yaşanan süreç ile ilgili yeni bilgi akışı devam ettiği için ortaya çıkan bu bilgileri de konuya eklemek gerekmektedir. Bu da bazen aynı makalenin bazen de aynı konunun değişik başlıklar altında gündeme gelmesine neden olacaktır.
İtalya Başbakanı Berlusconi, 2011 Temmuzunda bölgedeki gelişmeleri anlamamızı sağlayacak çok önemli bir açıklama yapmıştır. Berlusconi, Libya'da NATO uçakları Kaddafi güçlerini İtalya'nın da katkısı ile bombalarken şöyle demektedir: " Libya'da olanların bir halk ayaklanması ile ilgisi yoktur. Libya halkı Kaddafi'yi seviyordu."… " (Ancak) güçlü adamlar yeni bir dönemi hayata geçirmek için Kaddafi'ye devirmeye karar verdiler " dedikten sonra kendisinin bu sürece destek vermesini de şöyle izah etmiştir: " Amerika'nın baskısı, Cumhurbaşkanı Georgio Napolitano'nun duruşu ve parlamentonun kararı karşısında bana nasıl bir seçim kalmıştı ki?"[1]

Karl Marks'ın " Her şey göründüğü gibi olsaydı, bilime ihtiyaç kalmazdı " tespiti, özellikle televizyonlardan bilgilenme üzerine kurulu bir dünyada akıllarda tutulması gereken bir tespittir. Çünkü Çavuşesku'ya karşı Romanya'da başlayan ayaklanmadan bu yana ayaklanma, isyan ve savaşlar televizyonlardan naklen yayınlanmaktadır. Bu da kitlelere " Gözümle gördüm demek ki öyle " ve kesin inançlı olma imkânı vermektedir.

Oysa, çoğu gözle görülenler doğru değildir. Çavuşesku'ya bağlı birlikler tarafından öldürüldüğü söylenenve sokaklarda cesetleri yatan Romenlerin aslında morglardan alınan cesetler olduğu sonra ortaya çıktı. Saddam'ın Basra Körfezi'ne boşalttığı ham petrolden dolayı üstü başı ham petrol ile kaplı deniz kuşlarına acıyarak bakan insanlar savaştan sonra bu kuşların Kuzey Denizinde İngiliz petrol şirketlerinin denize karışan petrollerinden zehirlenen kuşlar olduğunu anlaşıldı. Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdi Suriye başta olmak üzere benzer görüntüleri Arap Baharının bir parçası olarak televizyonlarda seyrediliyor. Öte yandan televizyonlarda da her şeyi görmek mümkün değildir. Örneğin İtalyan Başbakanı Berlusconi, 6 Eylül 2011'de Libya'da muhalefetin ve NATO'nun hala Kaddafi'yi desteklemeye devam eden Sirte, Beni Valid ve Sebha kentlerinde sessiz bir katliam yaptıklarını ve bu kentlerin yeni bir Felluce olmasına izin verilmemesi gerektiğini açıklamıştır.[2]Ancak bu ses getirmesi gereken açıklama sessizlik içinde boğulmuştur.Doğruyu,televizyonlardan çok yazılı belgelerde bulmak mümkündür.

Ortadoğu coğrafyası 2000'li yılları yabancı güçlerin işgalleri, iç ayaklanmalar ile tarihinin en yoğun geçen dönemlerinden birisi olarak yaşamaya devam etmektedir. Yaşanan süreçte Ortadoğu'daki sınırların ve rejimlerin değişeceği ABD'nin en üst düzey yetkilileri olmak üzere farklı zaman ve şekillerde dile getirilmiştir. Fakat Ortadoğu'da sınırların tekrar çizilmesi gerektiği görüşü Amerikan stratejik düşüncesinden önce İsrail stratejik düşüncesinde ortaya çıkmış bir düşüncedir.

Küçük Devletin Diğerlerinin de Küçültme Üzerine Kurulu Stratejisi

İsrail, Ortadoğu'da 2. Dünya Savaşı sonrasında coğrafi olarak minyatür diyebileceğimiz ölçülerde küçük bir devlet olarak kurulmuştur. Bu devlet adeta Arap denizinin içinde bir ada gibidir. Ve sürekli Arap dalgalarının altında kalarak yok olma endişesi ile yaşamaktadır. 1949'dan 2011'e kadar geçen süre içinde İsrail, işgaller ile "denizden kazanarak" sınırlarını önemli ölçüde genişletmiş ve nüfusunu artırmış olmak ile birlikte stratejik bir derinlik kazanamamıştır.
Bu nokta İsrail'i içinden çıkılmaz stratejik sorununu çözmek için çok radikal bir düşünceyi geliştirmeye yönlendirmiştir. İsrail'i çevreleyen Arap Denizini düşman kamplara bölmek ve tehdit olmaktan çıkarmak. 1980'de Livia Rokach adlı İsrailli gazeteci " Israel's Sacred Terrorism " adlı kitabında eski İsrail başbakanı Moshe Shrarett'in anılarını anlatırken 1950'ler Arap devletlerini parçala ve yönet yaklaşımının nasıl geliştiğini ve Lübnan'da nasıl uygulandığını anlatmaktadır.[3]
Böl ve Yönet görüşünü İsrail stratejik düşüncesinde daha keskin bir şekilde ifade eden çalışma 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı olan Kivunim (Yönler) dergisinin Şubat 1982'de yayınlanan 14. sayısında gazeteci ve eski bir İsrailli diplomat olan Oded Yinon tarafından ortaya konulmuştur. İbranice yayınlanan" İsrail İçin 1980'ler Stratejisi " başlıklı yazıda Yinon, İsrail için kalıcı güvenliğin Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yabancı güçler tarafından sınırları"geçici karttan evler" olarak çizilen Müslüman Arap dünyasının sınırlarının yeniden çizilmesinde görmektedir.[4]

Yinon, Türkiye ve İran'ın da etnik yapılarının istikrar sağlamaktan uzak olduğunu tartıştığı bütün Ortadoğu ülkelerinin etnik yapılarını incelediği bölümden sonra bu durumun İsrail için riskler ve sorunlar içermekle birlikte çok kapsamlı fırsatlar da ortaya çıkardığını savunmaktadır.[5]

Yinon, Suriye'nin bugünkü sınırları içinde altı yeni devletin kurulmasının İsrail'in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon'a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: "Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan'da olduğu gibiçeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesindeSünni devleti, Şam'da buna düşman bir başka Sünni devleti, havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır." [6]

Yinon'a göre Irak, İsrail'in güvenliği için Suriye'den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye'nin parçalanmasından daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak'ı parçalayacağına inanmıştır. İsrail'in güvenliği için Irak'ın üçe bölünmesi gerektiği görüşü ortaya atmıştır.Yinon'a göre Irak'ın bölünmesi Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti olarak gerçekleşmelidir.[7]

Yinon'un makalesine atıfta bulunan Ralph Schoenman, "Siyonizmin Gizli Tarihi" adlı eserinde şöyle demektedir: Irak devletini parçalamak cebir işlemi çözmeye benzemez. İsrail, parçalanmanın ardından kurulacak uydu devletlerin sayılarını, nerede kurulacaklarını ve kimlerin üzerinde egemen olacaklarını kararlaştırmıştır."[8]

Eric Wallberg, 1996'da Richard Perle, James Colbert, Charles Fairbanks, Jr., Douglas Feith, Robert Loewenberg, David Wurmser ve Meyrav Wurmser'in birlikte hazırladığı "A Clean Break:A New Strategy for Securing the Realm" adlı çalışmanın Yinon'un görüşlerini 2000'lere taşıdığını belirtmektedir.[9] Gerçekten de Richard Perle tarafından kaleme alınan bu çalışma Yinon makalesi kadar sert köşeler içermese de onun zihinsel yol haritasını izlemekte, Saddam Hüseyin'in devrilmesini, Suriye'nin ezilmesini önermektedir.[10]

Amerikan Stratejik Düşüncesinde Ortadoğu'da Sınırların Tekrar Çizilmesi

Orgeneral Wesley K Clark, 1997-2000 yılları arasında NATO'nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. Daha sonra Washingon'da bazı görevler alan Org. Clark, Irak'ın işgalinden sonra "Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire" (Modern Savaşları Kazanmak-Irak, Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu) adlı bir kitap yayınlamıştır. Org. Clark, Bush Yönetiminin 11 Eylül sonrasında "Teröre karşı savaş" başlığı altında düzenlediği savaş stratejisini özellikle de Irak'ın işgal edilmesini sert bir şekilde eleştirmiş bir Amerikalı subaydır. Clark, kitabının önsözünde Bush Yönetimini şöyle tenkit etmektedir: "Bush Yönetiminin bizi El Kaide ile yapılacak gerçek bir savaşı yapmamak pahasına Irak ile bir savaşa ittiği, acele ettirdiği, yanlış yönlendirdiği ve manipüle ettiği benim için açıktı."
Org. Clark, kitabının ilerleyen sayfalarında bugünün dünyasını anlamamız için çok daha ilginç ve önemli olan bilgiler vermektedir:"Kasım 2001'de Pentagon'a geri döndüğüm zaman yüksek rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. "Evet, Irak'a karşı bir operasyon için hala iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu.Irak ile başlanacak sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet, diye düşündüm bu onların 'bataklığı kurutmak' diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Ayni zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. Terörizminbir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu."[11]

Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini ateşe vermesi ile başlayan "Arap Baharı"nın bu aşamada bir dış müdahale veya kurgu olmadığını söylemek mümkündür. Ancak olayların, Mısır, Libya ve Suriye'ye sıçrama ve yayılma süreçlerinde ABD'nin gelişmeleri bilinçli bir şekilde yönlendirmeye çalışmadığını söylemek çok zordur. Üstelik, Org. Clark'ın açıklamalarının çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi ABD'nin bu ülkeler ile ilgili çalışmalarının kökleri 2001 Eylül-Kasım'ına kadar geri gitmektedir. 

Bu da Org. Clark'ın bildiği kısmıdır. Amerikalı sistem dışı dış politika analizcilerin den F. William Engdahl, ABD'nin Arap coğrafyasında " Arap Baharı " sürecinde uyguladığı politikaya " Yaratıcı Tahrip " adının verildiğini ileri sürmektedir.[12]

Mısır'da Mübarek'i devirmek için gösterilerin devam ettiği bir sırada Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafez İnan'ın Washington'da olduğunu belirten Engdahl, internet üzerinden Mübarek'e karşı etkili bir mücadele sürdüren Müslüman Kardeşler üyelerinin de Amerikan askeri istihbaratı tarafından eğitildiğini iddia etmektedir. Üstelik Engdahl'a göre Müslüman Kardeşler-ABD işbirliğinin kökleri Nasır'a karşı ortak muhalefete kadar geri gitmektedir.[13]
Engdahl'ın bu açıklaması Libya'da NATO'nun El Kaide militanları ile Kaddafi'ye karşı işbirliği yaptıkları düşünülür ise ABD-Müslüman Kardeşler işbirliğini çok şaşırtıcı olarak görmemek gerekmektedir.[14] Gerek Libya'da gerek Mısır'da her iki tarafta Mübarek/Kaddafi'nin aşılması sonrasında gerekir ise çatışarak zemini kendi lehlerine düzenleme peşindedirler.

Engdahl, Mısır'daki ayaklanmanın Gürcistan ve Ukrayna'daki Turuncu Devrimlerin izlerini taşıdığını ileri sürmektedir. Engdahl, Mısır'da Müslüman kardeşler ile bağlantılı ve Mübarek'e karşı isyanda önemli bir rol oynayan "Kefaya" (Yeter) hareketi ile Gürcistan'da 2003 Turuncu Devriminde rol alan Kmara (Yeter) hareketinin isim benzerliklerinin tesadüf olmadığını ileri sürmektedir.[15]

Engdahl, "Kefaya" hareketi ile ilgili olarak Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen düşünce kuruluşu RAND'a 2008 yılında Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı-Birleşik Komutanlık, Deniz Kuvvetleri, Deniz Piyadesi ve askeri istihbaratın sponsorluğu ile "The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative" adlı bir çalışmanın yaptırılmış olmasını tesadüf olarak görmemektedir.[16] Bu çalışmada Amerikan hükümetine Ortadoğu'da muhalif hareketleri enformasyon teknolojileri konusunda eğitilmesine destek verilmesi önerilmektedir.

Engdahl, uluslararası ilişkiler camiasında muhalif bir isim olarak bilinmektedir. Bundan dolayı tespitleri olgular üzerinden olmasa da kişiliği üzerinden eleştirilebilir. Ancak İngiliz diplomat, Alastair Crooke için ayni şeyleri söylemek mümkün değildir. Crooke, AB Dış İşleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı ve Conflicts Forum'un kurucusu ve direktörüdür.

Crooke'un Asia Times'ta yayınlanan 15 Temmuz 2011 tarihli analizi Suriye'de yaşanan ayaklanma ile ilgili oldukça ilginç ve Engdahl'i doğrulayan saptamalarda bulunmaktadır.[17]Buna göre Suriye'deki muhaliflerin bir bölümüABD hükümeti ve diğer yabancı kaynaklar tarafından finanse edilen sürgündeki gruplardır. ABD'nin Şam Büyükelçiliğinde yapılan bazı yazışmalara göre bu gruplardan çoğu ve bunlara bağlı TV kanalları ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD merkezli vakıflardan on milyonlarca dolar para yardımı yanında eğitim ve teknik destek almaktadırlar.
ABD ile işbirliği yapan bu gruplar Selefi isyancıları Suriye'ye karşı kullanmayı düşünmektedirler. Suriye'deki Selefi grupların büyük bir bölümü El Kaide bağlantılıdır. Bu gruplar Irak Savaşı sonrasında Irak'ta Amerikan Ordusu ve Şii partilere karşı savaşmışlardır. Etkileyici bir iç savaş deneyimi olan bu gruplar Irak'taki çatışmaların durması sonrasında Suriye'ye geri dönmüşlerdir. Plana göre bir Selefi isyanı Suriye hükümetinden büyük bir tepki çekecek, bunun ardından da halkın büyük bir bölümü kutuplaşarak devlete karşı düşmanlık duymaya başlayacak, başlayacak iç savaşa Batı'nın müdahalesi kaçınılmaz hale gelecektir.[18]

Org. Clark, F. William Engdahl ve Alastair Crooke'un söyledikleri bir arada değerlendirildiği zaman Ortadoğu'da uzun soluklu bir planın uygulandığı görülüyor. Clark'ın müdahale edilecek ülke olarak saymış olduğu Irak, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan'da büyük ilerleme kaydedildiği görülmektedir. Irak işgal edilmiş ve fiilen parçalanmıştır. Lübnan, Suriye'nin etkisinden çıkarılmış ve İsrail tarafından 2005'de işgal edilmek istenmiştir. Sudan, Güney ve Kuzey olarak ikiye bölünmüştür.Libya'da NATO'nun muhalefeti desteklediği bir iç savaş sonrasında Kaddafi rejimi devrilmiştir. Suriye'de Batı destekli isyan yayılmaktadır. İran ise kuşatılmaktadır. 

Demek ki Plan İşlemektedir.





[1] Voltairenet.org, "Berlusconi says Lİbyans love Qaddafi:as Italians protest against NATO"

[2] Voltairenet.org, "Berlusconi says Lİbyans love Qaddafi:as Italians protest against NATO"

[3]Livia Rokach,Israel's Sacred Terrorism, Third Edition A study based on Moshe Sharett's Personal Diary, and other documents. Foreword by Noam Chomsky, First published in the United States of America by AAUG Press c1980, 1982, 1986 by the Association of Arab-American University Graduates, Inc. All rights reserved in the U.S. Published 1980. Third Edition 1986; Bu kitabın Türkçe çevirisi için bkzLivia Rokach,İsrail'in Kutsal Terörizmi. Pandora Yayınevi, 1986

[4] Israel Shakak, The Zionist Plan for he Middle East içinde Oded Yinon, A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties,, s.10

[5] Age s,13-14

[6] Age, s. 17

[7] Age, s.17

[8] Ralph Schoenman, Siyonizmin Gizli Tarihi, Kardelen Yayınları, İstanbul 1992, s. 103-108

[9] Eric Wallberg, Yeni Türkiye, yeni Mısır'la Birlikte İsrail'i 'Kontrol' Edebilir, Turquie diplomatique, 15 Mart-15 Nisan 2011, sayı 26, s. 1 ve 38

[10] Richard Perle, "A Clean Break:A New Strategy for Securing the Realm"

[11] Wesley K Clark, "Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire" , 2004, s.130

[12] F. William Engdahl,Egypt's Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?

[13] Age,s.1

[14] NATO-El Kaide işbirliği konusunda yaygın bilgi arasından iki tanesi burada anılmaktadır. The "Liberation" of Libya: NATO Special Forces and Al Qaeda Join Hands "Former Terrorists" Join the "Pro-democracyBandwagon by Prof. Michel Chossudovsky,www.globalresearch.com ve/www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/libya/8391632/Libya-the-West-and-al-Qaeda-on-the-same-side.html

[15]F. William Engdahl,Egypt's Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, s.4

[16] The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative", Rand Corporation, www.rand.org/pubs/monographs/2008/RAND_MG778.pdf

[17] Alastair Crooke'nin makalesinin Türkçesi için bkz. Turquie diplomatique, 15 Ağustos-15 Eylül 2011, Sayı 31, s.14-15

[18] Asia Times, 15 Temmuz 2011