Cüneyt Mengü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cüneyt Mengü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2018 Pazartesi

Deniz Bölükbaşı’nın “Irak, Suriye ve Türkiye’ye Etkileri” Konferansı

Deniz Bölükbaşı’nın “Irak, Suriye ve Türkiye’ye Etkileri” Konferansı


Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı, Türk Ocakları Ankara Şube’sinin davetlisi olarak Türkiye Kamu-Sen Genel Merkez salonunda “Irak ve Suriye’de Gelişmeler, 
Türkiye Üzerine Etkileri” konulu konferans verdi. Açılış konuşmasını Ankara Türk Ocağı Şube Başkanı Türkan Hacaloğlu’nun yaptığı konferansta Bölükbaşı, 
Irak ve Suriye’deki gelişmeler konusunda aşağıdaki değerlendirmelerde bulundu.


(Fotoğraflar ve konferansı metne aktaran: Hasan Çekiç)
 
Büyükelçi Deniz Bölükbaşı Ankara Türk Ocağı’nın yemeğinde konuşurken
Irak ve Suriye iki komşu ülke, iki sorunlu coğrafya. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin Türkiye üzerinde milli güvenlik bakımından arz ettiği tehditlere, tehlikelere ve risklere geçmeden önce, bölgemizin ve yaşananların kısa bir özetini sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın belki de en önemli özelliği, bölge ülkelerinin siyasi coğrafyalarının, jeopolitiklerinin yeniden tanzim edilmesi dinamiklerinin harekete geçmesi olmuştur. Irak ve Suriye bu siyasi coğrafya değişikliğinde bugün karşımızda iki ülke olarak durmaktadır. Türkiye, etnik ve mezhep temelinde husumetlerin körüklendiği, ayrılma ve bölünme dinamiklerinin harekete geçtiği, terör örgütlerinin at oynattığı ve her alanda istikrarsızlığın hüküm sürdüğü çok nazik bir coğrafyanın merkezinde bulunmaktadır. Türkiye’nin her iki komşusu Irak ve Suriye’de yaşananlar, bugün Türkiye’yi çok ciddi güvenlik tehdidiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Irak ve Suriye’nin iki ortak özelliği
Belki de cumhuriyet tarihimizde ilk kez Türkiye, iki komşu ülkede askeri güç bulundurmakta ve askeri harekât icra etmektedir. Irak’ta kuzeyde PKK’ya karşı yürütülen askeri faaliyetler, ayrıca Başika Eğitim Kampı’ndaki Türk askeri mevcudiyeti ve uzun bir süredir Irak’ta bulunan Türk Özel Birlikleri İrtibat Timleri –ki benim Dışişlerinden emekli olmadan önceki dönemde bunların sayısı 2 bin kadardı şimdi de aşağı yukarı aynıdır diye düşünüyorum- Irak’taki askeri varlığımız ve icra ettiğimiz askeri operasyonlardır. Suriye’ye gelince, malumunuz Fırat Kalkanı harekâtıyla Cerablus-El Bab-Maden Hattında oluşturduğumuz güvenli bölge, son olarak da İdlib’de “çatışmasızlık” Astana Misyonu çerçevesinde icra ettiğimiz askeri faaliyet, Türk Silahlı kuvvetlerinin Suriye’deki mevcudiyetidir. Hiçbir dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri iki komşu ülkede askeri harekât yapmamıştır. İlk defa Cumhuriyet tarihinde iki komşu ülkede birden Türk Silahlı Kuvvetleri askeri faaliyet icra etmektedir.
…ve ikinci ortak özellik
Her iki ülkeye de PKK’nın yerleşmiş olmasıdır. Irak’ın kuzeyinde uzun bir süredir bulunan PKK, Kandil ve Kuzey Irak’taki kamplı bölgelerinin dışında bugün güneye de inmiş, Sincar’da Şengal’de önemli bir askeri mevcudiyet bulundurmaktadır. Suriye’ye gelince, PKK’nın Suriye kolu PYD, üç kantonlu, El Cezire, Kobani ve Afrin,  ilerde bağımsız ve otonom bir Kürt yönetim merkezi olacak şekilde, şimdiden yarı bağımsız bir statüde, Suriye’nin yeni siyasi mimarisine hazırlık sürecinde, Suriye’nin kuzeyine yerleşmiştir. Böylece Türkiye’nin güneyinde bir terör koridoru oluşturulmaya çalışılmaktadır. İkinci ortak özellik PKK’nın mevcudiyeti.
Üçüncü ortak özellik
Irak ve Suriye’ye bakınca her iki ülkedeki Kürt nüfusun, özerklikten bağımsız bir devlet olma yolunda iç dinamiklerinin harekete geçmiş olmasıdır. Irak’ta Barzani’nin geçtiğimiz 25 Eylül’de akil kalan bağımsızlık referandumu. Suriye’de de PYD’nin bu sözde 3 kantonun ilerde bir otonom Kürt Bölgesi’ne dönüşmesi planları.
Dördüncü ortak özellik
PKK’nın Irak ve Suriye üzerinden uluslararası meşruiyet kazanıyor olmasıdır. Bugün PKK, Irak’ta Amerika’nın yakın himayesine ve Barzani’nin doğrudan himayesine mazhar bir siyasi aktör haline gelmiştir. Suriye’de de, PKK’nın Suriye kolu PYD, Suriye’nin yeni siyasi mimarisinin belirlenmesi sürecinde –ki bu, iç savaşın bitmesi sonrası dönemde olacaktır – bir siyasi aktör olarak sahnede yerini alacaktır. Bugün itibariyle PYD ve onun asli kolu olan YPG, ABD’nin IŞİD’e karşı yürüttüğü askeri harekâtlarda koalisyon güçlerinin stratejik ortağı olarak görülmekte ve kara ordusu olarak kullanılmaktadır.
Dördüncü ortak noktaya bakarsak, hem Irak’ta hem Suriye’de İran’ın nüfusunun giderek artıyor olması karşımıza çıkmaktadır. Türkiye bir yandan Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de PKK terör koridoruyla çevrelenirken aynı zamanda bir Şii koridoruyla da çevrelenmektedir. Hem Irak’ta hem Suriye’de İran’ın artan nüfusuyla.
Beşinci ve altıncı ortak özellik
Belki bunların bir doğal sonucu olarak Türkiye’nin hem Irak’ta hem Suriye’deki etkisi ve nüfusunun giderek aşınıyor, giderek azalıyor olmasıdır.
Altıncı ve belki de en önemli ortak noktalardan biri Irak ve Suriye’de yaşanan çatışma ve savaş ortamından en fazla zarar gören grubun Irak ve Suriye Türkmenleri olmasıdır.
Bu altı ortak noktaya baktığımızda, aslında bunlar bizim Irak ve Suriye ile ilişkilerimizde bugün ve görülebilir gelecekte sorun alanlarının da bir özetidir.


AKP’nin Bir Türkmen Politikası Yoktur
Bugün bizim Irak ve Suriye ile ilişkilerimizde üç sorun alanından birincisi, PKK’nın mevcudiyeti, o ülkeleri Türkiye’ye karşı bir saldırı cephesi olarak kullanması.
İkincisi, o ülkelerdeki Kürt nüfusun özerklikten bağımsız bir devlet olmaya giden yolda mesafe alıyor olmaları.
Üçüncüsü de hem Irak’taki hem Suriye’deki Türkmen kardeşlerimizin hak ve hukuklarının korunmasında ilerde çok daha ciddi sıkıntılarla karşılaşacağımız bir sürece gidiyor olmasıdır.
Bugün, her iki ülkedeki Türkmenler de milli kimlik, milli benlik ve milli varlık mücadelesi vermişlerdir ve vermektedirler. Bu mücadeleyi verirken maalesef Türkiye’den bekledikleri ve olması gereken ölçüde yardım ve destek görememişlerdir. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin 15’inci iktidar yılında bir kez daha acı bir şekilde görülmüştür ki AKP’nin bir Türkmen politikası yoktur.
Türk Milliyetçiliği ile Kürt Milliyetçiliğini, Türkçülük ile Kürtçülüğü aynı kefeye koyan bir zihniyetten tutarlı, etkili ve kapsamlı bir Türkmen politikası belirlemesi esasen beklenemeyecektir.

Suriye’nin durumu
Şimdi bu genel resimden sonra Irak ve Suriye’deki son durumu kısaca sizlerle paylaşmak isterim. İsterseniz önce Suriye’den başlayalım. İç savaşın altıncı yılının sonuna yaklaştığımız bu dönemde karşımızdaki tablo şudur: Kürtler PKK’nın Suriye kolu PYD vasıtasıyla kuzeyde ilerde otonom bir bölgeye dönüşecek bir varlık tesis etmişler, buraları sözde kanton ilan etmişler. Geçtiğimiz ay bu üç kantonda da, mahalle ve köy temsilciliği seçimlerini yapmışlar. Önümüzdeki Kasım ayında da Belediye seçimlerini, Ocak 2018’de de yerel parlamento seçimlerini yapma kararlarını almışlardır. Bu PYD, Amerika’nın Suriye’de bugün stratejik ortağıdır. IŞİD’e karşı yürütülen harekâtlarda Amerikan güçleri tarafından kara ordusu olarak kullanılmaktadır. Son olarak Rakka’nın IŞİD’den alınması sürecinde İmralı canisinin büyük boy posterlerinin Rakka sokaklarında sergilenmesi, bu hareketin PKK ile organik bağını hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymuş olmasına rağmen, Amerika hala PKK’yı terör örgütü, PYD’yi ise stratejik ortak olarak görmektedir.
Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtıyla bu üç kantonun birleştirilip kesintisiz bir koridor olarak Lazkiye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasını önlemiştir. En batıdaki Afrin kantonun Kilis ve Hatay illerimizin hemen dibinde Kobani kantonu ile birleşmesi böylece önlenmiştir. Şimdi, İdlib Çatışmasızlık Astana Mutabakatı uygulama harekâtında Türk Silahlı Kuvvetleri henüz açıklanmamış olsa bile Astana Mutabakatı’na göre rejim güçleri ile muhalif güçlerin çatışmasını önleme misyonu yanı sıra bir vadede Afrin’e karşı da bir harekât icra etmek durumundadır. Bu harekât, doğrudan Afrin’e girme şeklinde olmayabilir. Orada az sayıda da olsa Rus askerleri bulunmaktadır. Türkiye, El Bab, Cerablus, Azez Güvenlik Bölgesini Fırat Kalkanı harekâtıyla oluştururken küçük bir bölüm açık kalmıştır. Tel Rıfat bölümü. O bölgeyi de İdlib askeri harekatında ya Türk silahlı kuvvetleri yahut da Özgür Suriye ordusu kontrol ederse Afrin tamamıyla izole edilmiş olacak ve Lazkiye’nin kuzeyinden Akdenize o koridorun uzanması artık mümkün olamayacaktır.
Suriye Türkmenleri Yeterli Yardım ve Destek Görmediler
Suriye’de, burada tabi Mehmet Şandır’ın yanında Bayır-Bucak Türkmenlerinin Hama, Humus Türkmenlerinin durumu hakkında konuşmak çok zor. Fakat Suriye coğrafyasına baktığınız zaman Türkmenlerin coğrafi olarak dağınık yaşadığı görülmektedir. Lazkiye, Bayır-Bucak, Hama, Humus, Halep, kuzeyde sözde üç PYD kantonundaki Türkler, bir de ortada güney bölgeleri Türkleri. Türkmenler dağınık yaşamakta, Türkmenler birbirinden kopuk yaşamaktadır. Türkmenlerin güvenli bir bölgesi yoktur. Türkmenlerin, Kürtlerin ve diğer grupların olduğu gibi nizami bir savunma güçleri de yoktur. Türkiye ile coğrafi bağları da kopmuştur. Bayır-Bucak Türkmenlerini belki bunun dışında tutmak mümkündür. İç savaşın başladığı günden bu yana yaşanan gelişmelere baktığınızda, Esad Ordusu Türkmenleri vurmuştur, Rus hava bombardımanı Türkmenleri hedef almıştır. İran Hizbullah’ı Türkmenleri vurmuştur. Kuzeyde fiili durum yaratan PKK’nın Suriye kolu PYD ve YPG, Türkmenleri yaşadıkları bölgelerden göçe zorlamış, katliamlar yapmıştır. IŞİD Türkmenleri vurmuştur. Velhasıl Türkmenler, Suriye sahnesindeki tüm aktörlerin mağduru olmuştur. Türkiye’den yeterli desteği, yardımı görmüşler mi?  Bugün Türkmenlerin içinde bulunduğu duruma baktığınız zaman, bunu görmüş olduklarını söylemek mümkün değildir. Bucak Türkmenleri bitme noktasına gelmiştir. Bayır Türkmenleri biraz direnmektedir. Halep Türkmenlerinin bir kısmı göç etmiş bir kısmı İdlib bölgesindedir. Çaresiz, kimsesiz gelecek ümidi örselenmiş bir toplum olarak bir tür varlık savaşı vermektedir. Bu Suriye tablosunun karşımızdaki ana hatları.
Türkiye Neler Yapabilir?
Önümüzdeki dönem bu konularda Türkiye neler yapabilir? Bunu tabi bir ölçüde yaşanan gelişmeler tayin edecek. Ama çok kaba hatlarıyla bazı tespitlerde bulunmam gerekirse, birincisi; Fırat Kalkanı Harekâtı ve İdlib Harekâtıyla Türkiye’nin Suriye topraklarına askeri güçle girmiş olması sadece kuzeydeki terör koridorunun birleşmesini önlemek sonucunu doğurmayacak, aynı zamanda iç savaşın bitmesinden sonraki dönemde, Suriye’nin yeni siyasi mimarisinin oluşması sürecinde Türkiye’nin bir ölçüde söz sahibi olmasını da sağlayacaktır.
İdlib, Afrin kantonunun güneyinde yer alıyor. Afrin’in batısı ve kuzeyi Türk toprakları Türk sınırıdır. Doğusu, Fırat Kalkanı Harekatı ile oluşturduğumuz El Bab, Cerablus ve Mare hattı. Güneyinde de İdlib var. Eğer güneyini biz tutmamış olsaydık, PYD’nin doğru İdlib’e inme ihtimali vardı. İdlib’e inseydi Kobani’yi birleştirmek için Kobani kantonuyla güneyden bir koridor açılabilecekti. Akdeniz kısmına gelince, Lazkiye’nin kuzeyinden de Akdeniz’e uzatabilecekti terör koridorunu. İdlib harekatının bize sağladığı imkan; güneye inmesinin önünü kesmek, bir de doğuda küçük bir cep açık kaldı. Orayı da kapatıp iyice izole etme imkanı da verdi.
Bu neden önemlidir? Bu iki açıdan özel önem taşımaktadır. Birincisi, kuzeydeki PKK uzantısı PYD’nin tıpkı Irak örneğindeki Barzani modelinde, bir özerk bölge ve ileriki bir vadede bu özerk bölgenin bağımsız bir Kürt devletine dönüşmesi imkânını sağlayacak bir anayasal hak elde etmesini, Suriye anayasasında önlemek bakımından önemlidir.  Eğer uluslararası konjonktürün de yardımıyla Türkiye ağırlığını bu konuda ortaya koyabilirse, belki iç savaş sonrası Suriye’nin yeni siyasi yapısının ortaya çıkacağı süreçte, kuzeyde ileride bir bağımsız Kürt devletine dönüşecek bir PYD kanton yapılaşması önlenebilecektir.
Türkiye’nin ağırlığının ikinci önemli sonucu, bu yeni siyasi yapıda Suriye Türkmenlerinin hak ve hukuklarının hükümetçe güvence altına alınacağı, bir anayasal çerçeve çizilmesine yol açacak süreci başlatabilecek olmasıdır. Bugün maalesef Suriye’de Türkmenlerin coğrafi dağılımına, birbirinden kopuk yaşadıkları bölgelere baktığınızda, bağımsız bir Türkmen otonom bölgesi oluşması fiilen pek mümkün görülmemektedir.
Suriye’nin yeni siyasi yapılanması üç unsur üzerinde şekillenecek gibi görünmektedir. Birincisi Beşar Esad ve Nuseyri azınlığın hakim olduğu bölgeler; Lazkiye Hama, Humus, Halep’i de içine alan Suriye’nin batı kesimi.  Kuzeyde, Kürtlerin ağırlıklı olarak etkili olacakları bir Kürt bölgesi. Orta ve güney Suriye’de de Sünnilerin daha etkili olacakları bir bölge. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunabilse bile bundan sonra siyasi birliğinin üniter siyasi yapısının korunması güçtür. Türkmen kardeşlerimiz bu üç bölgede dağınık olarak yaşayacaklardır. O bakımdan hak ve hukuklarının eşit vatandaşlık statülerinin, kültürel ve siyasal haklarının, sağlam anayasal teminatlara bağlanması hayati önem taşımaktadır. Bu da Türkiye’nin savaş sonrası siyasi süreçte ne derece etkili olacağına bağlıdır. Fırat Kalkanı harekâtı ve İdlib harekatı bu açıdan, ilerde Türkiye’nin böyle bir rol oynayabilecek konumda olabileceği ümidini bizlerde yaratmaktadır. İnşallah yanılmayız.
Irak’ın durumu
Irak’a gelince; Irak’taki tablo biraz daha karışıktır. Yine Irak’la aramızda üç temel sorun bulunmaktadır. PKK’nın mevcudiyeti, Kürtlerin bağımsız Kürt devleti kurma niyeti ve Irak’lı Türkmen kardeşlerimizin, maalesef yeni Irak Anayasası ile ikinci sınıf vatandaş sayılabilecek bir konuma girmiş olmaları ve ciddi güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bulunmaları temel sorunlardır.
Türkmenler
Türkmenlerden başlayalım. Irak Türkmenleri Irak’ın 2003 Amerika’nın işgali sonrası fiilen üçe bölünmesi sonucu Türkmeneli coğrafyası da parçalanmış ve bölünmüştür. Kuzeyde Barzani’nin otonom bölgesi, Bağdat yönetimi ve ortada da Şiilerin bulunduğu bölge. Irak haritasını gözünüzün önüne getirirseniz Türkmeneli coğrafyasını, Sincar’ın güneyinden Telafer, Musul, Kerkük ve Tuzhurmatu’ya kadar güneye uzatmak mümkündür. Burada saydığım bu bölgelerin özelliği, Amerikan işgali sonrası yeni Irak Anayasası yapıldığında, bu bölgelerin -Telafer  hariç- nihai statüsü belirlenmemiş tartışmalı bölge sayılmış olmalarıdır. Bu bölgelerin özelliği budur. Irak Türkmenleri IŞİD’den çekmiştir, Barzani’den çekmiştir, İbadi’den çekmiştir, Bağdat Hükümetinden çekmiştir… Velhasıl kim gelse Türkmenlere yol vermiştir.
Türkmenlerin Irak’ın kuruluşunda bir özelliği vardı. 1930’da Irak, İngiltere’den bağımsızlığını kazanırken o zamanki Birleşmiş Milletlerin muadili Cemiyeti Akvam’a bir siyasi deklarasyonda bulundu.  Bu deklarasyonda Irak’ın üç aslı unsuru vardır: Araplar, Türkmenler ve Kürtler deniliyordu. Irak, bu şartlarla bağımsız bir devlet oldu. Bunun sonucu, Türkmenlerin çoğunlukta yaşadıkları yerlerde Türkmence, hem resmi dil hem eğitim dili oldu. Ek olarak birçok imtiyaz ve hakları da vardı.
Bugün nedir Türkmenlerin durumu? 2003 Amerikan işgali sonrası, yeni Irak Anayasası hazırlanırken Irak’ın üç asli unsurundan biri olan Türkmenler devre dışı bırakılmıştır. Şimdi Irak’ın iki asli unsuru var; Araplar ve Kürtler. Türkmenler ise Keldanilerle, Asurilerle ve hatta Ermenilerle birlikte folklorik azınlık konumuna itilmiştir anayasa ile. Bu tabi yığınakta yapılan hataların sonucudur. Yani 15 yıl önce yaptığımız bir hatanın sonucudur. 1 Mart 2003 Irak Tezkeresi TBMM tarafından reddedilmesi ve Türkiye’nin Irak’a girememiş olmasının sonucudur.  Eminim ki birçoğunuz 1 Mart Irak Tezkeresine karşıydınız farklı nedenlerle. Duygusal nedenlerle, belirsizlik unsurunun fazla olmasının sizde yarattığı tedirginlikle. Bendeniz o dönemde, Amerikalılarla askeri müzakereleri yürüten, Türkiye’ye getiren ekibin başkanlığını yapmıştım. Tezkere ile bu açıdan da bir gönül bağım olduğu söylenebilir. Ama o gönül bağından bahsetmeyeceğim. 15 yıl sonra bugün Irak tablosunu çizdikten sonra, 15 yıl geriye gidelim ve şimdi oradan bakalım. Eğer Tezkere geçmiş olsaydı bu tablo bugün daha mı iyi olurdu? Daha mı kötü olurdu?
PKK
İkinci konu başlığı PKK’dır. PKK’nın malum Kuzey Irak’ta Barzani’nin himayesinde varlığını her geçen gün güçlendirdiği, Kandil’i ve diğer Kuzey Irak’taki bölgelerin dışına çıkıp bugün Sincar’da mevcudiyetini devam ettirdiği, hatta son durumu bilmemekle birlikte Telafer’de de, Kerkük’te de, Tuzhurmatu’da da PKK unsurlarının bulunduğu bilinmektedir. PKK, Kuzey Irak’ı Türkiye’ye karşı ikinci bir saldırı üssü olarak kullanmakta bu konuda da Barzani’den büyük himaye görmektedir.
Barzani’nin bağımsız devlet kurma niyeti
Bu, 25 Eylül’e kadar çok ciddi bir sorundu. Hatta Türkiye için belki de savaş nedeni sayılabilecek sorundu. Ama 25 Eylül Barzani’nin korsan bağımsızlık referandumu sonrası yaşanan gelişmeler ve ortaya çıkan siyasi denklem ve tablo bu konuda da Türkiye’nin önüne bazı fırsatlar çıkarmıştır.
Birincisi 25 Eylül referandumu sonrası, Barzani bu güne kadar daha doğrusu 2003 yılında Amerikan işgali sonrası dönemde kazandığını zannettiği şeylerin pek çoğunu kaybetme noktasına gelmiş sayılabilir. Bunların arasında çocukluk hayalinin olduğunu söylediği bağımsız Kürt devletinin bir hayal olarak, en azından Barzani’nin kalan ömründe bir hayal olarak kalacağı gerçeğidir.
İkincisi, Kürtlerin Kudüs’ü deme cüretini gösterdiği Kerkük’ü, silah gücüyle zapt edip bağımsız Irak Kürdistan devletinin başkent yapma hayalleri suya düşmüştür.
Üçüncüsü, esasen sonuna geldiğini bildiği siyasi hayatının bundan sonra Kuzey Irak’ta  farklı bir Kürt siyasi yapılanmasıyla tamamıyla sona ereceği gerçeği ile karşı karşıya kalmış olmasıdır.
Yeni siyasî tablo
Barzani’nin siyasi geleceği bizim meselemiz değildir. Ama şimdi gelin bu bağımsızlık referandumu sonrası yaşananları, yani Irak merkezi hükümetinin Türkiye ve İran’la birlikte uygulamaya geçirdiği yaptırımların, aldığı tedbirlerin ve Irak ordusunun Peşmergelere karşı giriştiği askeri harekâtların, sonunda ortaya çıkan yeni siyasi tabloya, yeni parametrelere kısaca bir bakalım. Ki Türkiye’nin önüne bazı imkân ve fırsatlar bu tabloda ortaya çıkacaktır.
Birincisi, 2003’te Amerikan işgali sonrası Irak Anayasası’na göre, kuzeydeki yönetim bölgesinin sınırları Dohuk, Süleymaniye ve Erbil vilayetleri ile sınırlı, 40 bin 400 küsur kilometre karelik bir alandı. Fakat Barzani 2003’ten bu yana, tedricen kontrolü altındaki bölgeleri Türkmeneli coğrafyasına yaymıştır. IŞİD’le mücadele demiştir, Kerkük’e girmiştir. Telafer’in güneyine girmiştir. Tuzhurmatu’ya girmiştir. 2017 yılına geldiğimizde 40 küsur bin kilometre kare olan anayasal yüzölçümü 70 küsur bin kilometrekareye kadar çıkmıştır. Şimdi 25 Eylül referandumu sonrası Irak Hükümetinin aldığı askeri tedbirlerle Barzani, önce 2014 ve yakın gelecekte de 2003 sınırlarına çekilmek zorunda kalacaktır. Yani 30 bin kilometre karelik Türkmeneli coğrafyasından çekilmek zorunda kalacaktır. Bu bölgeler Irak Anayasası’na göre tartışmalı bölgelerdir. Şimdi 25 Eylül referandumu sonrası ortaya çıkan yeni tabloda, bu tartışmalı bölgelerin nihai statüsünün, Barzani’nin silah zoruyla yapmaya çalıştığı Irak’ta yaşayan halkların arzuları doğrultusunda bir çözüme kavuşturulması imkânı doğmuştur. Burada en önemli konuda tarihi Türkmen şehri Kerkük’tür. Kerkük Irak’taki tüm sorunların anasıdır.  Irak’ta bir konuda savaş çıkacak olsa -bu öyle bir savaş olsun ki tüm bölge ülkelerini içine alacak-  bu ancak Kerkük’te çıkar. Kerkük ile ilgili bir ihtilaf böyle bir savaşı tetikler. Barzani bildiğiniz gibi 2003’te Amerikan işgali sonrası, 2003 Nisan’ında hem Musul’a hem Kerkük’e Peşmerge çeteleriyle saldırmış ve yaptığı ilk iş nüfus ve tapu dairelerini basarak o kayıtları yok etmiştir. Kerkük tarihi Türkmen şehridir dedik. Irak Saddam Hüseyin döneminden başlayarak bir Araplaştırma politikasıyla Kerkük’ün demografik yapısı, nüfus yapısı değiştirilmek istenmiştir. Saddam gittikten sonra Amerikan işgalini takip eden dönemde bu sefer Barzani’nin Kürtleştirme politikasıyla nüfus yapısı daha da işin içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Barzani döneminde 2003-2017 döneminde Kerkük’e dışarıdan iskân ettirilen Kürt sayısı yarım milyonu aşmıştır. Kerkük dediğiniz yeri, bir Kerkük vilayete olarak düşünmek lazım. Bir de Kerkük şehir merkezi. Kerkük vilayetindeki nüfusu bugün 1,4 milyon civarındadır. Kerkük vilayetinin genelinde bu Araplaştırma ve Kürtleştirme politikaları sonucu Türkmenler, üçüncü büyük grup haline gelmiştir.  Ama Kerkük şehrinin şehir merkezine baktığınızda Türkmenler yine en kalabalık unsurdur.
Kerkük Bağımsız Federal Bölge Olmalı
Irak Anayasası’nın140. Maddesine dayanarak daha önce şehri terk etmeye zorlananlar yerlerine dönsün, onların yerlerine göç edenler de geldikleri yere gitsin, sonra bir normalleşme süreci, sonra da bir nüfus sayımı yapalım, ondan sonra da nihai statüyü belirleyecek bir referanduma gidilsin mekanizmasının bugün uygulanması kanaatimce çok güçtür.  Bugün yapılması gereken bir kısmi normalleşme süreciyle, yani 2003’ten sonra Kerkük’e göç ettirilen Kürtlerin dönmesi, 2003’ten sonra Kerkük ve mücavir alanlarından bir kısmı Türkiye’ye, bir kısmı Irak’ın güneyine, Şii bölgelerine göçe zorlanan Türkmenlerin yerlerine dönmesi sonrası, üç unsurun, Türkmenlerin, Kürtlerin ve Arapların yönetimde, güvenlikte ve kamu görevlerinde ortak yönetim ve paylaşım esasına dayalı bir formül çerçevesinde, Kerkük’ün bağımsız bir federal bölge olması en uygun nihai çözüm olarak görülmektedir. Ne Bağdat’a bağlı olacaktır ne de Erbil’e bağlı olacaktır. Kuzeydeki Kürt yönetim bölgesi gibi, Kerkük vilayeti ve mücavir alanlarda bağımsız bir federal bölge olacaktır. Türkmenlerin hak ve hukukunun korunması ve güvenliklerinin sağlanması, ancak böyle bir ortak yönetim formülünün hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Barzani’nin 25 Eylül referandumunun duvara çarpması Türkiye’nin önüne bu imkânı ve fırsatı  da çıkarmıştır.
Barzani Referandumunun Türkiye’ye Sağladığı İmkanlar
Barzani referandumunun sağladığı faydalardan birincisi, Barzani’nin 2003 sınırlarına dönmesi Türkmeneli coğrafyasından çekilmesi. İkincisi Kerkük’ün nihai statüsünün bu çerçevede çözüme kavuşturulması. Barzani referandumunun sonuçsuz kalmasının Türkiye’ye sağladığı üçüncü imkân, kuzeydeki PKK mevcudiyetinin Irak Hükümetinin, Irak Devleti’nin bir egemenlik sorunu haline dönüştürülüp, PKK ile ortak bir askeri mücadeleye İbadi hükümetini ikna etmektir. Kanaatimce 25 Eylül sonrası Türkiye’nin önüne böyle bir imkân da doğmuştur.
Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasi birliğin kurulması çerçevesinde, kaç bin silahlı terörist olduğu mühim değil, ama Irak’ın bazı bölgelerinde yabancı bir terör unsurunun bulunuyor olması, Irak’ın egemenliğini haleldar edecek bir husus olduğu için, bu konuda Irak Hükümeti ile anlayış birliğine varılması belki de mümkündür. Her şerden bir hayır çıkar. Barzani referandumunun da önümüze çıkardığı imkânlar bunlardır. İnşallah bu imkânları şimdi değerlendiririz 2003’te yaptığımız hatayı yapmayız diyerek sizleri 15 sene geriye götürmek istiyorum.
1 Mart Tezkeresi Kabul Edilseydi Ne Olacaktı?
2003 yılında Türkiye şöyle bir tablo ile karşı karşıyaydı. En önemli müttefikimiz Amerika 11 Eylül’de (9/11) büyük bir terör saldırısına uğramış ve bundan Irak’ı mesul tutuyor. Irak’ı cezalandırmaya karar vermiş. Siz ne yaparsanız yapın bunun önüne geçmeniz mümkün değil! Amerika Irak’ı vuracak, işgal edecek. Bunun sonucu ne olacak? Savaşın tüm olumsuzluklarını Türkiye yaşayacak. Nedir bu olumsuzluklar? Önce insani şeylerden başlayalım. Büyük bir göç dalgası, Türkiye’nin güney sınırlarına Irak’tan gelecek. İkincisi PKK bu kaos ortamından yararlanarak yeniden toparlanacak, güçlenecek. Üçüncüsü, böyle bir savaş sonrası Türkmenlerin ne olacağını bilemiyorsunuz. Dördüncüsü, bu savaşın başta ilan edilmiş tek bir müttefiki var Barzani-Talabani,  Kuzeydeki Kürt bölgesi. Türkiye durup dururken Irak’a girelim diye Meclis’e tezkere sevk etmedi. Amerikalılar, Kuveyt üzerinden güneyden giriyorlar, kuzeyden de Türkiye üzerinden bir cephe açılırsa hem çifte kıskaç içine alınır Saddam, daha az zayiatla, daha kısa sürede Irak harekâtı bitirilir hem de savaş sonrası dönemde Türkiye’nin ne düşündüğünü dikkate alırız dediler ve bir teklifle geldiler. Zaman zaman basında yer aldığı gibi 90 bin Amerikan askeri gelmeyecekti, Türkiye’de kalmayacaktı. Trabzon Limanı’nı istemediler. Bunlar yazıldı çizildi o dönemde. Belli sayıda Amerikan askeri, Türkiye üzerinden Irak’a geçecekti. Biz o zaman dedik ki, peki biz de girersek Irak’a, bunu düşünebiliriz. Bunu Amerika istemedi. Çünkü en büyük müttefiki Barzani idi, Kürtler idi. Onlar, Türklerin girmesini istemediği için Amerika da istemiyordu. Ama kuzeyden ikinci bir cephe açması için Türkiye’nin rızasını almasının ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de oraya girmesi ile mümkün olacağını görünce, teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Neydi o zamanki amacımız? Her askeri harekâtın bir siyasi amacı olur, siyasi hedefi olur. Hükümetler Meclisten kuvvet kullanma izni isterler tezkere ile. O izni Meclis verir. Hükümetler de Genelkurmay’a siyasi direktif verir. Siyasi hedefler ve amaçlar şunlardır diye. Ki Genelkurmay güç projeksiyonunu, kuvvet planlamasını, harekât esaslarını o siyasi amaç ve hedeflere göre belirlesin. Neydi bu siyasi amaçlarımız?
Birincisi, terörist başının yakalanmasından sonra, terörist başı tüm silahlı unsurların Türkiye sınırları dışına çıkarılması talimatını verdi ve hepsi Kuzey Irak’a çekildi. Türkiye’de 400-450 civarında silahlı PKK unsuru bulunuyordu. Tümü Kuzey Irak’taydı. Dağılmış vaziyetteydiler. Yeniden toparlanma dönemi geçiriyorlardı. Birinci amacımız buydu: PKK’yı bitirme imkanı doğabilir mi, diye düşündük.
İkinci siyasi amacımız Amerikan askeri müdahalesi sonrası Irak’ta yeni bir siyasi yapı oluşacaktı. Türkiye acaba Irak’a girerek bu yeni siyasi yapıda Iraklı Türkmen kardeşlerimizin hak ve hukukunu, statüsünü teminat altına almada daha etkili olabilir mi, diye düşündük.
Üçüncüsü, Irak’ın yeni anayasasında toprak bütünlüğünün yanı sıra Irak’ın üniter siyasi yapısının da sağlam teminat altına alınması; Barzani’nin bölgesel özerkliği bağımsız Kürt devletine dönüştürme emellerine, Irak anayasasıyla mani olabilir miyiz,  set çekebilir miyiz, diye düşündük.
Bu üç değerlendirme sonunda Meclis’e tezkereyi AKP hükümeti sunma kararı aldı. Ben de henüz Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olmamıştım, Amerikalılarla görüşmeleri yürütme görevi bendenize verildi. Türk heyetinin başkanıydım.
Kabul edilseydi şunlar olacaktı
1 Mart tezkeresi kabul edilseydi ne olacaktı?  Türkiye 31 bin askerle Irak’ın 40 km. içine girecekti. Bu 31 bin asker, 2 tank 1 zırhlı tugayı, Bolu’dan bir dağ komando tugayı, Hakkari Dağ Kumanda Tugayı, onun yanı sıra Akrep Timleri girecekti. 2 bin Özel Kuvvet Bordo Bereliler de, Türkiye girmeden önce girmişti. Dohuk, Erbil ve Süleymaniye bölgesinde irtibat görevi yapıyorlardı. 31 bin Türk askeri de cephenin hemen gerisinde ihtiyat olarak bekleyecekti. Bu takviyeli tugaylar, her türlü teçhizatla donatılmış tank taburları olacaktı. 200 uçaklık hava desteği olacaktı. Batman, Diyarbakır, Mardin, El Hac havaalanında Türk savaş uçakları konuşlanmıştı. Ve biz Saddam Hüseyin güçleriyle ya da Barzani Peşmergeleriyle çatışmak için girmeyecektik oraya. O 40 km alan, bugün PKK’nın bütün kamplarının bütün cephaneliklerinin, eğitim alanlarının, Türkiye’ye giriş yollarının, konaklama yollarının, bütün tesislerinin bulunduğu bölgeyi tutuyordu, 31 bin askerle, bir zırhlı kolordu düzeyinde askerle PKK’yı acaba bitirebilir miydik, PKK’nın beli bir daha doğrulmayacak şekilde bükülmez miydi?  Eğer diyorsanız ki, evet PKK bitirilebilirdi, o zaman 1 Mart’ta tezkereyi reddederek meclis tarih yazmamış, tarihin başka türlü ve Türkiye tarafından yazılması imkânını heba etmiştir sonucuna varmanız gerekecektir.
İkinci siyasi amacımız Türkmenlerin hak ve hukuku. Eğer Türkiye 31 bin askerle oraya girseydi, Irak’ta savaş bittikten sonra –savaş dediğiniz de 3 hafta sürmüştür, kuzeyden cephe açılmamasına rağmen 3 haftada bitmiş, Bağdat düşmüştür- Türkiye, Irak’taki yeni siyasi yapının belirlenmesi için toplanacak konferansın eş başkanlarından biri olacaktı. Bu konuda bir siyasi belgede müzakere etmiştik. O belgede şunlar vardı; Irak’ın 3 asli unsuru vardır, Araplar, Kürtler ve Türkmenler. Irak’ın hiçbir şehri tek bir guruba ait değildir. (Musul ve Kerkük üzerinde Kürt emellerini kesmek için.) Yeni anayasa bu üç kurucu unsurun eşit hak ve çıkarları üzerine bina edilecektir.
Dördüncü bir husus -ki bu askeri mutabakat muhtırasında vardı- eğer herhangi bir grup Irak’ta “Yeşil Hat “ dediğimiz  (Erbil ve Süleymaniye’yi, Kerkük ve Musul’la ayıran hat) hattın güneyine inerse –ki Nisan 2003’de Kürtlerin, Musul ve Kerkük’e inip tapu ve nüfus kayıtlarını yok etme durumu- bölgede bulunan Türk ve Amerikan silahlı kuvvetleri -eğer girmiş olsaydık – müşterek müdahale edecekler ve iki şehri de kontrol altına alacaklardı.
Şimdi 1 Mart tezkeresi kabul edilip Türkiye Irak’a girebilmiş olsaydı Türkmenler bugün olduğu gibi, Kürtler ve Araplar asli kurucu, Türkmenler de Keldani ve Ermenilerle birlikte folklorik azınlık durumuna düşer miydi?
Eğer girebilseydik, Barzani Kerkük’e Kürtlerin Kudüs’ü diyebilir miydi? Peşmergeler silah zoruyla el koymaya cüret edebilir miydi? Bunların hiçbiri olmazdı diyorsanız 1 Mart’ta Meclis, tezkereyi kabul etmemekle hata etmiştir.  Tezkereyi kabul etmemekle tarih yazmamış, tarihin başka türlü yazılması fırsatını heba etmiştir.
Gizli oylamada CHP “hayır” diyeceğini açıklamıştı, AKP de 99 fire verdi. 1 Mart gizli oturumundan önce, şubat ayının sonlarına doğru,  Saddam muhalifleri, Irak’ın Selahaddin kentinde bir araya geldiler. Toplantıya Barzani ve Irak Türkmen Cephesi adına da Cüneyt Mengü katılmıştı. Bu toplantıda Barzani’nin söylediği aynen şudur: “ Merak Etmeyin tezkere geçmeyecek, Türk askeri gelmeyecek, TBMM’de 70 adamım var.” Barzani’nin Meclisteki adamlarını bilmiyorum ama bugün bildiğim bir şey var, son bağımsızlık referandumu sürecinde yaşanan krizde, ne zaman Türkmenlerin hak ve hukuku desek hemen bir Kürt düşmanlığıyla yaftalanıyorduk. Ne zaman tarihi Türkmen şehri Kerkük desek, karşımızda kendi tabirleriyle Kobani milliyetçiliği çıkıyordu.


Irak, Suriye ve Türkiye konferansı: Bükükelçi Deniz Bölükbaşı, Ankara Türk Ocağı Başkanı Türkân Hacaloğlu Hanımefendi’den Ocak tabağını alıyor

http://misak.millidusunce.com/deniz-bolukbasinin-irak-suriye-ve-turkiyeye-etkileri-konferansi-2/

***