CEMAL GÜRSEL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CEMAL GÜRSEL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2019 Pazartesi

İNÖNÜ KURMAYLIĞINDA KARŞI DEVRİMİN TEZGAHLANIŞI

İNÖNÜ KURMAYLIĞINDA KARŞI DEVRİMİN TEZGAHLANIŞI



LİDERSİZLİK VE ÖRGÜTSÜZLÜK 

Milli Birlik Komitesi yukarıda anlatılan kargaşa içinde kurulup çalışmalarını körün değneğiyle sürdürmeye başlamıştı. Şüphesiz, kurulu sistem de kendi karşı reaksiyonlarını gösterecekti. 

Sistemin en çok oy alan partisi DP kapatılmış, tüm milletvekilleri de Yassıada'ya gönderilmişti. 27 Mayıs'ı basit bir hükümet darbesi olmaktan çıkaran genç subaylar ve üniversite gençliği ile şehir halkı “birinci raundu” kazanmışlardı. Yolsuzlukların üzerine gidilerek, “köklü değişikliklerin” yapılmasını talep ediyorlardı. Ama lidersiz ve örgütsüz idiler, üstelik hedefleri de net değildi.

BÜYÜK SERMAYE – İSMET PAŞA – GENÇ SUBAYLAR.,

Oysa, mevcut sistemin örgütlü, hedefleri belli ve de uluslararası sermaye ile güçlü bağları olan “Büyük Sermaye” sınıfı vardı. Lider derseniz, koskoca “Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet Paşa” tam bu kargaşa için biçilmiş kaftandı.

Ama, daha önce İnönü'yü lider olarak görmek isteyen Tevfik Subaşı gibi bir yüzbaşı bile ihtilalden büyülenmişti.

“Eylem hazırlıklarının kuvveden fiile dönüşmesi safhasında öğrenildi ki, CHP, askeri kullanabilmenin davranışları, hazırlıkları içerisindedir. İktidarın zafiyetinin üzerine giderken, ordunun Atatürk'e ve onun ilkelerine olan bağlılığından istifade etmenin zamanı geldiği kanaatleri pekişmişti. Asker, el koyacak ve devrimlerin sadık bekçisi CHP'ye "Buyurun" diyecek. Çoğumuz şoke olmuştuk.

İhtilalin beklenmedik bir şekilde direnişsiz gerçekleşmesi ve iktidarın alelacele kurulan bir komite ile yürütülme sorumluluğunun üstlenilmesi, bu sefer de iktidar bekleyen CHP'de şoka sebep olmuştu. Devlet yönetimini bilmeyen gençleri, zamanla etki altına alıp yönlendirmenin kolay olduğunu tahmin ediyorlardı. Gerçekten CHP sempatizanı veya taraftarı olan bazı komite üyelerinin, zaaflarından da istifade pekala mümkün görünmekteydi.” 

Bu nedenle, alttan alta kışkırttığı 27 Mayıs İhtilali’nin açıkça başına geçme inisiyatifini gösteremeyen İnönü, artık istese bile kolay kolay ipleri ele alamayacaktı. Moment kaçmıştı. Komite içindeki bir sürü subayla iyi bağları olduğu halde, genç subaylar iktidarı altın tepsi içinde kendisine sunmamışlardı. Uygun zamanı yaratmak zaman alacaktı.

Oysa bir kaç uyduruktan mahkeme kurulup, bir kaç D.P.'li yargılanabilirdi. Belki de mahkemeler uzatılıp ihtilalin gürültüsü dinince bu davalar da unutulmaya terk edilebilirdi. Ama genç subaylar üzerine üzerine gidiyorlardı.

“(Haziran ve Ağustos 1960 tarihlerinde soygun ve suiistimallerin araştırılması amacıyla Mal Beyannameleri doldurmaları istenmesi üzerine) Yepyeni bir muamele ile karşı karşıya olduğumuzu anlamakta güçlük çekmedik...

Mal Beyanı talebinin dışarıda serbest olan bazı şahıslara da yapıldığını öğrenmiştik. Bunlar daha ziyade DP’nin Genel Kurul üyeleri, il, ilçe başkanları gibi milletvekili olmayan ileri gelenleri ile, partiye sempatisi ve yakınlığı bilinen veya öğrenilen tüccarlar, sanayiciler vs., devlet dairelerinin valilik, kaymakamlık, genel müdürlük, müsteşarlık gibi yüksek kademelerinde vazife almış olanlardı.

... Özel şekilde teşkil edilmiş bir takım heyetlerin zorla evlerimize girerek halılarımızın metrekarelerini ölçtükleri, gümüşleri tartıp ayar ve kilolarını tespit ettikleri, antika ve ziynet eşyası için bilhassa davet ettikleri bazı kişilere hayali rakamlar halinde kıymetler biçtiklerini...” 

Biçilen kıymetlerdeki rakamların hayali olup olmadığı bilinmez ama, bu rakamlar radyodan hemen her akşam “Hırsızlar Kervanı” adı altında yayınlanıyordu. 

KURMAYLIK.,

Şu Menderes de sistemin kurallarını fazlasıyla çiğnemişti! Şimdi de bu genç subayları hizaya getirmek ona düşmüştü. Ve İsmet İnönü kolları sıvadı.

“..İnönü 27 Mayısçıları ilgiyle, hatta kuşkuyla izliyor, başarıya ulaşmalarını istemiyordu hiç. Yanlışlarını görünce gülümsediğini anlatırlar. “Bırakın ne kadar hata yaparlarsa, o kadar çabuk giderler” demiş!.. Yıpratmaktan da geri kalmazdı CHP'liler” 

“Cumhuriyet Halk Partisi sahneden çekilmek bir yana, öne çıkmak çabasında. Çok ilginç sahneler seyrettik, sözler dinledik CHP'lilerden. İhtilalin gerçek yapıcısı gibi göğüslerini kabartarak yürüyorlardı. Çoluk çocuğun politikaya aklının ermeyeceğini söylüyorlardı. Seçimlerin bir an önce yapılmasında sayısız yararlar olduğunu anlatıyorlardı. Çoğu CHP'li iktidar görüntüsündeydi. Tatsız olaylara yol açmaktan geri kalmıyorlardı. Olayların ters tepkilerini anlamak uzun sürmedi, ama neye yarar!..” 

Esas kurmaylık şimdi başlamıştı işte. Zaten birbirlerine parantezli olan “kurmay”lar birbirine düşürülüp, birbirlerine yedirtilecekti. İçlerinden bazılarına, özellikle kendisine yaranma duygusuyla tatmin olanlara azıcık koltuk vermek yetecekti. Sonra onların da hesabını kendisi görürdü.

Şimdi, komitenin en zayıf noktasını bulup oradan yüklenilmeliydi. Şüphesiz siyasi tecrübesi olmayan genç subaylar yığınla hatalar yapacaklardı. Önemli olan aralarındaki dayanışmayı kırmaktı.

KOLAY LOKMA VE 14’LERİN TASFİYESİ.,

Oysa komite üyeleri arasındaki dayanışma ruhu kırılmaya başlamıştı bile. İnönü'nün açıkça ortaya çıkmaması, artık kurulmuş olan MBK üyelerinin eğilimlerinin ortaya çıkmasını geciktiriyordu. Dolayısıyla MBK dışarıdan oldukça güçlü görünüyordu. Fakat, Türkeş'in Başbakanlık Müsteşarlığı gibi önemli bir makamı komitenin onayı olmadan işgal etmesi ise M.B.K.'sinin en zayıf noktası olarak apaçık sırıtıyordu.

Alpaslan Türkeş:

“.. ben o günlerde en güçlü kişiydim. Ve ihtilal olur olmaz da, Başbakanlık Müsteşarlığı’nı işgal ettim. Diğer arkadaşlarım, Başbakanlık Müsteşarlığı’nın önemi hakkında bir fikre sahip değildiler.” 

Türkeş’in ihtilalin en güçlü kişisi olduğu tartışılır da, Başbakanlık Müsteşarlığı’nı arkadaşlarının onayını almadan Cemal Gürsel’e yakın olmanın verdiği avantajla işgal ettiği kesindir. Gücü saat 03:00 da başlayan 27 Mayıs İhtilali’nin bildirisini Ankara Radyosu’nda 05:25 te okumasından kaynaklanmıştı!! Hareket sonrası bu 2 saatlik gecikme sorun edilmedi. Tüm kurmayların işine gelmedi. Onun güç kaynağı Cemal Gürsel, bir süre sonra onu Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğundan alırken ve daha sonra da 13 Kasım’da yurtdışına yollayan kararnameyi imzalarken başka hiç bir “güç”ün kılı kıpırdamayacaktı.

Türkeş'in, uyanıklık yapıp Başbakanlık Müsteşarlığı’nı kapmasıyla birlikte komite içinde tepkiler de başlamıştı.

Bir yandan da, genç subay tepkisini temsil etmeye çalışanlar, iktidarı hemen İnönü'ye bırakmak istemiyorlardı. Ordu içinde İnönü'nün “devrimci” yanı tartışılır hale gelmişti ve genç subaylar Atatürk'ün bıraktığı yerden “devrimlere” devam edilmesini istiyorlardı. 

Muzaffer Özdağ:

“14 ler belirli bir fikir sistemi önermemek ile birlikte, bünyevi reformlar yapmak istemekle belirginleşmektedirler.

Hem “Sosyalist eğilimli” olarak tanınmaktadırlar, hem “Turancı” olarak tanınmaktadırlar. CHP yanlısı basın Türkeş'in Turancılığını gündeme getirirken, Özdağ'ın danışmanlarının 'anti-parti' fikirlere sahip Sosyalist aydınlar olduğunu yazmaktadır. (Akis 24 ekim 1960)

Tartışma, Komite’nin iktidar süresini uzatıp ilk öğretim seferberliği, toprak reformu, sağlık işlerinin sosyalizasyonu, ticarette liberalizm yerine devletçiliği getirecek eylemlerde bulunup bulunmama meselesidir. (Yön 20 aralık 1961 Abdi İpekçi). Radikallere göre hiçbir parti ülkenin ihtiyaç duyduğu bünyevi reformları yapacak durumda değildir. Çünkü hepsi küçük bir azınlığın menfaatlerine hizmet etmektedirler.

Radikaller için DP ile CHP'nin hiç farkı yoktur. CHP sözde halkçıdır. Halktan kopmuştur, eşrafa dayanır, eşrafın menfaatini korur. CHP lafzen devrimcidir. CHP'nin devletçiliği, devlet kapitalizmi ile bürokrasi yaratıp devleti daha hantal, kabiliyetsiz bir cihaz yaratmakla sonuçlandırmıştır. CHP'nin Cumhuriyetçilik prensibi demokratik değildir. Plütokratik bir oligarşi (ağa-paşa demokrasisi) ile memur saltanatı ve aydın diktası, askeri idare arasında yalpalayan bir inançsızlık halini ifade etmektedir' değerlendirmesini yapmaktadırlar. 

Dış politikada daha bağımsız davranılmasından yana olan radikallerin baskısı ile 16 Eylülde bir MBK bildirisi Ankara Radyosu’ndan yayınlanmıştır.

Bildiri ile Türkiye'nin “Milli Kurtuluş Savaşları’nı” özellikle de Cezayir'in Fransa'ya karşı savaşının desteklendiği bildirilmiştir. Bu arada Erkanlı yurt gezisi sırasında “Amerikan Emperyalizminden” bahsetmiş, ABD'nin Türkiye'ye karşı Emperyalist bir Siyaset izlediğini ileri sürmüştür. (Vatan 30 Eylül 1960 )

Ekimin birinci günü gazetelerde Gürsel'in Komite içinde dikta yanlılarının olmadığını, Komite’nin ikiye ayrılmadığını anlatan bir demeci çıkmıştır. Oysa Komite hem bölünmüştür, hem birbirine eskisinden daha fazla kızgındır. Bu kızgınlık bir Komite toplantısında Madanoğlu ile Özdağ arasında sert bir tartışma çıkmasına neden olmuştur. Bu tartışmadan sonra Madanoğlu uzun bir süre Komite toplantılarına uğramamıştır.

Esin'in başkanlık yaptığı Komite toplantısında Özdağ, milletin kaderini değiştirme ve devrim üzerine bir konuşma yaparken, Madanoğlu oturduğu yerden müdahale ederek: “Biz bu uzun işleri bırakalım, bizim bunlara aklımız ermez. Vazifemiz DP iktidarını yıkmaktı, yıktık bitti. Çağıralım İsmet Paşa’yı iktidarı devredelim, biz de kenara çekilelim.” demiştir.

İSMET PAŞA’NIN KİRALIK ASKERİ.,

Özdağ'ın Madanoğlu'nun bu müdahalesine tepkisi sert olmuştur.

Muzaffer Özdağ:

“Paşam siz istediğiniz yere gidebilirsiniz, kimse sizi zorla tutmuyor. Zaten yanlışlıkla geldiğiniz ve bir türlü vazifenizi, fonksiyonunuzu idrak edemediğiniz bu topluluk bir İhtilal Meclisi’dir

Burada herkesin rütbesi ve sıfatı eşittir ve birdir; ihtilal meclisi üyeliği... Burası kışla değil, siz de general değilsiniz; oturduğunuz yerden müdahale etmeyin, fikriniz varsa, söz alın ve kürsüden söyleyin. Şunu da bilin ki biz İsmet Paşa’nın kiralık askerleri değiliz ve olmayacağız.

İhtilal İsmet Paşa’yı iktidara getirmek için yapılmamıştır. Her defa İsmet Paşa’ya iktidarı devretmekten bahsediyorsunuz.

Kimin malını kime veriyorsunuz. Milli Birlik İktidarı’nın gerçek sahibi Türk ordusudur, biz onun temsilcisiyiz.

İktidarı zamanı gelince yapılacak seçimleri kazanana devrederiz; önce devrimler yapılacak sonra da seçimler”

Özdağ'ın konuşması Madanoğlu'na bir cevap olduğu kadar Komitenin CHP'li ve Demokrat kanatlarına da Radikallerin ilk açık taarruzudur.” 

Dolayısıyla, bir şekilde MBK koltuğuna oturmuş, statüko ile pek bir sorunu olmayan ve İnönü'yü başa getirerek itibarlarını sürdürdürmeye çalışacak eğilimin karşısında genç subayların devrimci eğilimlerinden güç alan komite üyeleri de Türkeş'le aynı görüntüyü vereceklerdi: “Siyasi hırslara kapıldılar, gitmek istemiyorlar.” 

İktidarın bir an evvel sivillere bırakılması yönünde yerli - yabancı baskılar artıyordu. 

O şartlarda iktidarın sivillere bırakılması aslında, tek örgütlü sivil güç olan “Büyük Sermaye'ye” bırakılması anlamına geliyordu. Bunu tam olarak böyle yorumlamasalar da, genç subayların bir kısmı iktidarın sivillere bırakılmasından önce, Atatürk'ün ömrünün yetmemesinden dolayı yapılamadığını düşündükleri bazı hamlelerin (örneğin toprak reformu gibi) başarılmasını istiyorlardı.

İSMET PAŞA’NIN KEMİĞİ.,

CHP'nin Komite üyelerinin ihtilalden sonra hayatları garanti altına alınırsa, iktidarı bırakmaları daha kolay olur şeklindeki görüşü yaz başında şekillenmiştir. Ecevit'in, Ulus Gazetesi’nde savunduğu tabii senatörlük fikri Komite’de benimsemiştir. Sonbaharda konu tekrar gündeme gelmiştir.

14 Ekimde Gürsel’in başkanlığında toplanan Komite’de Milli Birlik Partisi ve tabii senatörlük ele alınmıştır.

Ahmet Er teklifi sert bir şekilde eleştirmiştir:

“Bu bir siyasi rüşvettir, İsmet Paşa’nın iktidarı elimizden almak için bize uzattığı bir kemiktir. Ve modern hiçbir memlekette böyle bir müessese yoktur. Bu bizim yeminimize de aykırıdır. Biz millet önünde hiçbir karşılık beklemeden millete hizmet edeceğimize yemin ettik. Onun için tabii senatörlük diye bir şey kabul edilemez. Biz kendimizi millete adadık.” demiştir.

Tartışmalardan sonra tabii senatörlük teklifi 26 oyla reddedilmiştir

Komite üyeleri CHP'nin senatörlük teklifini reddetmişlerdir. Ancak Komitenin Başkanı, 17 Ekimde basın toplantısında Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını ilan etmiştir. Gürsel: “Millet bana zaten başvurarak Cumhurbaşkanlığı’nı asla bırakmamamı, bu görevde kalmamı istiyor. Eğer milletin arzusunu ciddi, samimi ve çoğunluğun isteği olarak kabul edersem vazifeden kaçmam.” demektedir. Gürsel'in bu açıklamasının hemen ertesi günü Komitenin CHP kanadından Kuytak ve Acuner İnönü ile pazarlığa oturmuşlardır. 18 Ekim saat 20.30'da Kuytak ve Acuner, Afet İnan'ın evinde İnönü ile buluşmuşlardır.

İnönü'den istedikleri İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koymamasıdır. CHP'liler de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ister halkoyu ile ister parlamento oyu ile olsun, oylarını Gürsel’e vermelidirler. İnönü, Kuytak ve Acuner'in teklifini kabul etmiştir. Ancak “Cumhurbaşkanı halkoyu ile seçilmemelidir. İnönü'nün başka hiçbir şartı yoktur.” 

14 lerin tasfiyesinden sonra yapılan seçim sonrası, MBK üyeleri ömür boyu sürecek biçimde Senatör, Cemal GÜRSEL Cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü Başbakan olmuştur. Kısacası MBK üyeleri siyasi rüşveti kabullenmişler ve İsmet Paşa’nın kemiğini almışlardır. Neye karşılık? Ordu gençliğinin devrimci ruhunu peşkeş çekerek..

İlerdeki yıllarda, rüşveti kabul eden Büyük Sermayenin oltasına takılan “27 Mayıs İhtilalcileri”, Harbiye’nin uçaklarla taranıp harbiyelilerin kurşunlanmasını, iki subay arkadaşlarının asılmasını, 70’lerde Denizler’in asılmasını, öğrenci gençliğin yok edilmesini tabii senatör koltuklarında oturarak el kaldırıp indirerek izlemişlerdir. “27 Mayıs Anayasası yok edilirken” kendi deyimleriyle “27 Mayıs devriminin muhafazasını” yapmışlardır. 12 Eylül 1980 de ortaya çıkan “Silah ve Dava arkadaşları” “görevi ve bayrağı“ onların elinden almış; Onlar’ın koltuklarına oturmuşlardır.



***

28 Ocak 2015 Çarşamba

KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., 3





KENDİ ÜLKESİNİ  İŞGAL EDEN ORDU., 3






Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi(2): 

Dayatılan Son, İhtilal! 

Çok Partili döneme geçişin rahatsızlığını daha ilk günlerde yaşamaya başlayanlar; kendi içlerinde guruplar oluşturmuş, küçük darbe birlikleri kurmuş, kendi içlerinde birbirine düşmüş, rahatsızlıklarını arttırmış, ülkeyi de rahatsız etmeye başlamıştır. Artık ortam her türlü hukuksuzluğun uygulanabilirliği kıvamına gelmiştir. Her dönemin hamanı basın, iki öğrencinin öldürülmesini abartmış, açlık-sefalet naraları atmıştır. Bugünlerin bir cümlesi olan ‘ Ordu Göreve ‘ naraları düşmeden, ordu içinden bazı isimler gaipten bu seslenişlere cevap vermiştir. Dayatılan son vuku bulmuştur; vakit darbe vaktidir. 

 Ali Fuat Başgil 27 Mayıs sabahını şöyle anlatmaktadır: 




 ” 26/27 Mayıs gecesi, her türlü tertibat yerli yerince alınmıştı. Plan gereğince önce PTT ve Ankara Radyosunu ve sonra da tespit edilen diğer yerleri ele geçirmek için sabah saat 04.00'da tam teçhizatlı ve elleri silahlı Harp Okulu talebeleri, uykuya dalmış şehre indiler. Yalnız PTT’nin işgali bir kişinin ölümüne mal oldu. Bilinçli patlayan silah sesleri durumu halka bildirmenin bir yöntemiydi. Çok kısa bir süre içinde ( 1.5 saat ) bütün kilit noktaları işgal edilmişti. Önce hükümet üyeleri, sonra büyün milletvekilleri derhal Harp Okulu’na sevk 
edildiler. Bu arada Ankara Radyosu iktidarın silahlı kuvvetler tarafından ele geçirildiğini ilan ediyordu. 

 Cumhurbaşkanı kendisine silah doğrultanlarca Köşk’ten sürüklenircesine çıkartılarak tutuklandı. 

 Tüm bunlar gerçekleşirken, Menderes Eskişehir’deydi. Durumu haber alır almaz Konya’ya geçmek üzere Kütahya’ya hareket etti. Kütahya Vilayet Konağına geldikten sonra burada tutuklanarak Ankara’ya götürüldü.” ( Ali Fuat Başgil 27 Mayıs İhtilali Ve Sebepleri ) 

 Milli Birlik Kuruluyor… 




 Halkın lehine bir iş yaptığını düşünenler aslında ne yaptığını bilmiyordu. Tek derdi demokrasiyi baltalamak, militer bir sistemi ve onun sivil ismini hükümran kılmak isteyenler darbeye konsantre olmuştu. Bu öyle bir darbe hipnozuydu ki; darbeden başka bir şey düşünemeyenler, hükümeti devirdikten sonra ne yapacaklarını dahi düşünmemişti. Milli Birlik Komitesi içerisinde mühim bir isim olan Orhan Erhanlı anlatıyor: 

 ” Hükümet devrilmişti ancak kimse ne olacağını bilmiyordu. Memleket radyo tebliğleri, telsiz ve telefon emirleriyle yönetiliyordu. İktidarı ele geçirenlerin kimler olduğu, Milli Birlik Komitesi içerisinde kimler olduğu bilinmiyordu. Kimse kimseye güvenmiyordu… 
Silah zoruyla Başbakanlığa girebildim. Bakanlar Kurulu salonuna girince şaşkınlığım bir kat daha arttı. Yoğun bir kalabalık mevcuttu. Çoğunu tanımıyordum… Her şey çok düzensiz görünüyordu. 
Oradan geç saatte ayrıldım. Yolda yürürken düşünme fırsatım oldu; tez zamanda bu komiteyi düzenleyemezsek, devleti de kendimizi de batıracağımızı idrak ettim. 

 Özel birkaç toplantı yaptık. Komiteyi resmen kurmayı ve isimleri kararlaştırdık. Ancak hiçbir şey net değildi. Komiteye erken gelenler oturmuş, adeta erken ben geldim, kabineye ben gireceğim niyeti güdüyordu. 

 6-7 saat süren son toplantıdan sonra milletin kaderini ellerine teslim edeceğimiz 38 kişilik bir liste oluşturduk. Kabul gösterenler olduğu gibi itiraz edenler, tehditler savuranlar da oldu. ( Orhan Erhanlı Anılar…Sorunlar…Sorumlular… ) 

 Tevkif Çılgınlığı ve Tahliye Rahatsızlığı… 

 Akli melekelerini kaybetmiş, emir verici akılların eseri olan emanet akıllı bazı rütbeliler öyle bir şaşkınlık içerisindedirler ki tutuklama görevini oldukça abartmışlardır. Bu tutuklama görevi öyle bir hal almıştır ki, tutuklananların sayılarının çokluğundan Harbiye’de, Harbiyelilere ne yatacak yer, ne de yiyecek kalmıştı. 

 Tutuklanmalar haddini aşınca Cemal Modaoğlu’nun emriyle bir kısım DP’liler serbest bırakılır. Her dönem üniversite içerisinde bulunan darbecilerin arka bahçe bekçisi bazı profesörler hemen bu durumdan rahatsız olup, tahliye icraatının failini Cemal Gürsel zannedip Cemal Modaoğlu’nun yanına koşmuşlardır. Bu tahliyelerden rahatsız olanlardan biri de, şu an kurtarılmış üniversite statüsünde bulunan İstanbul ÜniversitesiRektörü Sıddık Sami Onar’dır. Onar’ın dahiyane fikirleri bununla sınırlı değildir. İki öğrenci öldürülmesi olayını, yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü haberi şeklinde yaymış, iki öğrenciden fazla ölü bulamayınca ondan fazla tabuta taş doldurarak şehitliğe defnetmek gibi yaratıcı fikirlere imza atmış bir ilim adamıdır! 

 Yassıada Yolculuğu… 




 Yassıada mimari Milli Birlik Komitesinin başında bulunan Cemal Gürsel’in bu ilk ada fantezisi değildi. Daha önce de kendisinin ‘ bana bir ada bulun tüm yobazları buraya tıkayım, işlerini görelim ‘ cümlelerine şahit olmuş kişiler mevcuttur. 

 Tutuklanmalardan sonra bir araya getirilen tutuklular, istiflenerek Yassıada yolculuğu için hazırlanıyordu. Numara sırasına göre dizilen kafileler, Harbiye öğrencilerinin hakaretleri eşliğinde askeri otobüslere bindirilmişti. Otobüslerden indirilip tahliye edilecekleri uçaklara doğru yürüyüşlerinde yine Harbiye öğrencileri küfürlerine, hakaretlerine devam ediyor tüfeklerinin dipçikleriyle itip kakıyorlardı. 

 Bu itiş kakış eşliğinde uçak yolculuğu biter, tutuklular vapurlara bindirilir. Vapurda yara bere içerisinde bulunan bakanlar, hükümet görevlileri yüzlerini birbirlerinden saklayarak ağladıkları yolculuklarından sonra nihayet Yassıada’ya varılır. 

 Sonra mı? Sonra gelsin aşağılamalar, zindan günleri, işkenceler, yıldırmalar, bezdirmeler… 

 Duruşmalar Başlıyor… Yassıada Saatleri… 

 14 Ekim 1960 Cuma günü duruşmalara; ” sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya başlandı ” sözleri ile başlanır. Aynı açılış cümlesi Yassıada Saati başlığıyla radyolardan millete duyurulur. Bu milletin iradesinin yargılanıp, idam edilmesinin açık aşikar ilanıdır. 

 Aynı gün Hürriyet Gazetesi, ” 401 sanık adalet huzuruna çıktı ” yalan ve taraflı başlığını atar. Zira adalet Yassıada’ya getirilen vapura bindirilmemiştir. 





 Sanıyorum, bugün milletin iradesine parmak sallayarak yön vermek isteyen rütbeliler bu geleneği o günlerde mahkeme salonlarına gelen milletin seçtiği vekillere parmak sallamayı, el kol kaldırmayı maharet bilen Yüksek Adalet Divanı mahkeme başkanı Salim Başol’dan devralmışlar. 

 Yargılamalara teker teker girmeye gerek yok. Şu diyalog malum muamelenin anlaşılması için yeterlidir: 

 Başol: Ne okudun, eğitimin nedir? 

 Tutuklulardan Biri: Yüksek tahsil yaptım. 

 Başol: Belli belli, otur! 

 Bu hukuksuzluk ve gayri ciddi -suçlu dahi olsa- (6-7 Eylül Olayları ki, olayda çok başka faktörler de suçludur ) insanların izzeti nefislerine dokunan hareketlerin yapıldığı bir ortamda; yeri geldiğinde, gereğince(!) tutuklulardan bazıları ailelerinin gözleri önünde rencide ediliyordu. Fatin Rüştü Zorlu elleri kolları bağlanıp, bir teğmen tarafından dövülüyordu. 



Sizi buraya Tıkan kuvvet böyle istiyor

 14'ler Tasfiye Ediliyor, Demokrasi Korunuyor! 

 MBK içerisinde diktörasiyi demokrasi zanneden bazı isimler, zamanında fitillerini ateşledikleri üniformalılardan 14 kişiyi Milli Şefimiz İsmet İnönü fikriyatının da etkisiyle tasfiye eder ve sürgün imajıyla yurtdışına sürgüne gönderir. Bu icraat ile birlikte aslında MBK bizzat kendi lehine anayasayı çiğnemiş ancak kendileri için lüzumlu gördükleri bu ictihada gereklilik kılıfı uydurmuştur. 

 14'ler içerisinde bulunan isimlerden birisi de Alparslan Türkeş’tir. Türkeş, bir sonraki darbelerde, sivil katletmelerde rol alacak, 50 yıl sonrasında işlenecek cinayetlere zemin oluşturan bir kitlenin yoğrulduğu kabın ismi olan MHP’nin başkanlığıyla yarım bıraktığı görevine devam edecektir. 

 Cemal Gürsel İtiraf ediyor… 




 MBK’nın başındaki isim Cemal Gürsel ilk açıklamalarında hükümeti devirip, bir nevi -henüz icat edilmemiş- Bodrum inzivası havasında köşesine çekileceğini belirtiyor birkaç gün sonra görevinin başından ayrılmayacağını ilan 
ediyordu. 

 MBK zor durumda, mahkemeler bitmiyor. Milletin başının boş olduğunu düşünenler bu başları doldurmaya niyetliler. Güya milletin lehine çıkılan yolda milletin seçtiği vekilleri hunharca yargılıyorlar, millet kimsenin düşüncesinde değil. Tutukladıklarını bir şekilde asıp konuyu kapatmaya öyle konsantre olmuşlar ki bu arada ülke ne durumda pek kimse ilgilenmiyor. 
Akıllarına geldiğinde bir anayasa fikrine kapılıyorlar. MBK bu ulvi görev için kendi üniversite kayıtlılarını göreve atıyor. Sonra Cemal Gürsel burnundan soluyarak şöyle buyuruyor: 

 ” Bir halt ettik, bu profesörlerin sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur. Anladığıma göre kısa kesmekte zor. Keskin teklifler gerek, bu işten bıktım, bir an önce bitirelim. ” ( Orhan Erkanlı hatıralarından ) 

 Ayağa Kalkın, Karar Anı… 



Yüksek Adalet Divanı Başkanı Selim Başol: 

 ” Sizleri buraya tıkan irade böyle istiyor ” cümlesini mahkemeler sırasında tutuklulara savuruyor. Derken iradenin emri vuku buluyor; 
peşinen verilmiş kararlar usulen açıklanıyor… 

 Eski Cumhur Başkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, TBMM eski Başkanı Refik Koraltan, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan başta olmak üzere 15 kişi ölüm cezasına; 402 sanık müebbet ya da ağır hapis cezasına çarptırıldı. 135 sanık beraat etti. 

 Kabus Bitti Mi? 

 Kararlar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu İmralı Adasında idam edildi. 

 Adnan Menderes’in darağacı altında son sözü: ” Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim” oldu. 

 İşte bu kabusun başlangıcıydı. Evveliyatında korku cumhuriyetinde karanlık fikirlerinin tohumlarını atanlar, 27 Mayıs Darbesinde bu kötü tohumların meyvelerini yemiş ve yedirmiştir. Kabustan uyanan bir milleti yeniden kabusa sürüklemiştir. Bugün yaşadığımız ortamda meşru(!) idamlar yerine gayrı meşru öldürmeler yaşanmışsa ve halen yaşanıyorsa bu bir nevi 27 Mayıs’ın yaptığı etkiden kaynaklanmıştır. Ve 27 Mayıs Darbesi bir sonraki darbeye, darbelerimize ilham vermiş, kabusumuzu, kabuslarımıza çevirmiştir. Aziz Türkiyeliler’in başı Sağolsun, Aziz milletimizin vicdanı sağ olsun! 

..