Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2017 Pazartesi

BAŞLARKEN., TÜRKİYE VE TÜRKLÜK SEVDALISI İYİ İNSAN.,


BAŞLARKEN., TÜRKİYE VE TÜRKLÜK SEVDALISI İYİ İNSAN.,




Başlarken.,Türkiye ve Türklük Sevdalısı iyi insanlar!
10 Ocak 2000 tarihinden başlayarak hiç aksamadan günümüze taşımaya muvaffak olduğum “İYİ İNSANLARA BİLDİRİ-YORUM” sitesi 18 Ekim 2008 tarihinden itibaren yeni görünümü ile yeniden hizmetinize girmiştir.

2000-2008 olmak üzere 9 yılda, içinde 1200 civarında toplam 7000 daktilo sayfasını bulan araştırma yazılarımda halen yaşadığımız dönemin güncel olaylarını Atatürkçü Düşünce penceresinden görmeğe çalıştım. Türkiye’nin güncel sorunlarına, 36 yıllık devlet memurluğu kimliğimle kazandığım tecrübeler ile 22 yıllık bilim adamlığı ve üniversite öğretim üyeliğimin kazandırdığı bilimsel akıl perspektifi içinde (ve özellikle) Atatürkçü Düşünce ışığında çözüm üretmek istedim.

Hiçbir yabancı ideolojiye bağlanmadan ve tamamen kendi kültür kazanımlarım doğrultusunda kaleme aldığım yazılarım geçen süre içinde yoğun bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Sitemin özellikle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız arasında yaygın şekilde takip edilmesi hedefime ulaştığımı göstermektedir.

Okuyucularım ile kurduğum iletişim bağının yoğunluğu giderek artmaktadır. Her okuyucuma tek tek cevap vermek arzusunda olmama rağmen zaman faktörü bunu gerçekleştirmeme engel olmaktadır. Bu konuda genç neslin ve bilhassa üniversite öğrencilerinin e-postalarına cevap vermeğe çalışıyorum. Kendi isteğim dışında cevaplayamadığım sorularından dolayı değerli okuyucularımdan özür diliyorum.

Türkiye ve Türklük sevdalısı iyi insanlar Bildiri-Yorum sitesinde fikir ve düşüncelerini bizlerle paylaşmak için birbiri ile yarış ederken, sitemiz 2002 yılında ülke ve millet düşmanı mihrakların yoğun saldırısı ile karşılaşmıştır. Bir yandan bu saldırılara karşı koymaya çalışıp sitenin devamlılığı sağlanmaya çalışılırken, geçen süre içinde sitenin ilk formatı özellikle günümüze kadar muhafaza edilerek artık klasik hale gelen sunum şekli korunmuştur.

Beyin sağlığım devam ettiği sürece BİLDİRİ-YORUM yaşayacaktır. Bu sitenin İyi İnsanların fikir alışverişi için buluşma noktası olma vasfı asla değişmeyecektir.

Bu sitede yer alan fikirler mevcut durumu ile 250 sayfalık 50 adet kitabın alt yapısını teşkil etmektedir. Zaman içinde yazılarımı kitaplaştırma çalışmalarına devam edeceğim.

Siz vefakâr BİLDİRİ-YORUM okurlarına teşekkür etmek istiyorum. Çünkü siz olmasaydınız yine bu site olmayacaktı.

BİLDİRİ-YORUM’un bugünleri yazacak tarihçiler için ciddi ve güvenilir bir belge olacağına inanıyorum.

Daha nice yıllar bir ve birlikte olmayı diliyorum…

Dr. Tahir Tamer Kumkale
24 Ekim 2008 Cuma

https://kumkale.wordpress.com/baslarken/

***

Tahir Tamer Kumkale, KİMDİR. BİYOGRAFİSİ

E. TOP. KUR. KD. ALB- YAZAR- DR (TARİH)

T. Tamer Kumkale, 1947’de Zonguldak’ta doğdu.

Baba tarafı Yunanistan’daki Preveze  bölgesinden, anne tarafı Romanya’dan göç etmiş bir ailenin çocuğudur.Dedesi Yarbay Tahir Bey, Çanakkale’de Kumkale mevkiinde, Tabur Komutanlığı yapmış bir harp malulüdür. 

İlk okulu Soma’da bitirdi. Ortaokul 2 nci sınıfa kadar burada okuduktan sonra, 1960 yılında Selimiye Askeri Orta Okulu’na girdi.Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi.
1966 yılında, Kara Harp Okulu’ndan Topçu Asteğmen olarak mezun oldu.
Topçu ve Füze Okulu’nda mesleki eğitimini tamamladıktan sonra, İzmit, Patnos(Ağrı), Burdur ve Kıbrıs’taki Topçu birliklerinde görev yaptı.

1977’de Kara Harp Akademisi’ni bitirerek Kurmay Subay oldu.
Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhları’nda çalıştı.

1980- 1985 yılları arasında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nda Grup Başkanlığı yaptı.
Tekirdağ’da 8 nci Tümen, 190 ncı Alay’da Tabur Komutanlığı ve aynı Tümen’de Albay olarak Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu.

1984 yılında, Silâhlı Kuvvetler Akademisi'ni bitirdi. 

1986 yılında, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü'nde, "Atatürk'ün Ekonomik Görüşleri" konulu teziyle doktora yaptı ve "DOKTOR" unvanı aldı. 

1989- 1991 yılları arasında da, Ağrı Patnos’ta 243 ncü Mekanize Alay Komutanlığı,
3 ncü Ordu’da Harekât Başkanlığı,Ege Ordusu’nda Lojistik ve Harekât  Başkanlıkları,

Harp Akademisi ve Silâhlı Kuvvetler Akademisi’nde Öğretim Üyeliği ile ABAM’da uzman olarak görev yaptı.1996’da Harp Akademileri Komutanlığı Askeri Bilimler Araştırma Merkezinden Kurmay Kıdemli Albay rütbesi ile emekliye ayrıldı. 
1978 yılından itibaren, askeri birlikler ve üniversitelerimiz başta olmak üzere Türk toplumunun aydın kesimine 1500 civarında konferans verdi. Konferanslarda:

“Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar”,
“Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce Sistemi”,
“Türk Gençliğine Yönelik İdeolojik Tehditler”,
“Türk Kültürü”,
“Türk Tarihi” gibi konuları işledi.

Ayrıca TRT’de dizi halinde yayınlanan:

“Canlı Tarih”,  
" Tarihte Ermeniler", 
"Boy Hedefi Türkiye", 
"Neden Hedef Türkiye", 
"Vatan Borcu " filmlerinin yapım ve yönetimini üstlendi.

1987 yılında Trakya Üniversitesi fakültelerinde vermeğe başladığı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi derslerine 1995 yılından itibaren İTÜ’de, 1997’den itibaren Fatih Üniversitesinde devam etti.
2000–2002 yıllarında Fatih Üniversitesinde “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü ve Atatürk Araştırma Merkezi Koordinatörü” olarak görev yaptı.
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askeri Tarih Komisyonu Genel Kurul üyesidir.
1997’DE BİZİM ANADOLU Gazetesinde başladığı köşe yazarlığına ÖNCE VATAN, HÜR YILDIZ ve ULUSAL SES gazetelerinde güncel olarak devam etmektedir.
Evli ve üç çocuk babası olan Kumkale İngilizce bilmektedir.


YAYINLAMIŞ KİTAPLARI:

"Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri", (Doktora Tezi), İstanbul, 1986.
“Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce”, İstanbul, 1994.
“Türk- Yunan Anlaşmazlığı Işığında Ege Adaları”, İstanbul, 1995.
“Türklerde Motivasyon- İnsan Mühendisliği- İnsan Kaynakları Yönetimi”,İstanbul, 1996. 
"Neden Atatürkçülük ?, Nasıl Atatürkçülük”, İstanbul, 1996.
“Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine Yönelik Bölücülük Tehdidi ve Bu Bölgelerin Türk Milli Bütünlüğü İçinde Yeri ve Önemi”, İzmir, 1994.  

“ Atatürk’ün Ekonomik Mucizesi”, Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2007.  

“ Atatürkçü Olabilmek”, Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2006. 

“Beynimizi Kimler ve Nasıl Yönetiyorlar” ,Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2006. 

“ Derin Devlet Nedir?”,Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2007.  

“Devr-i Tayyip”, Pegasus Yayıncık, İstanbul, 2007. 

“Küçük Adada Büyük Oyunlar Küresel Güçlerin Çekim Merkezinde,”Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2006.  

“Psikolojik  Savaş&Küresel İşgal, Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2008. 

“Soykırım Yalanları”, Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2007. 

“ Türk İnsan Mühendisliği” , Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2006. 

“Türk- Rus İlişkileri”, İrfan Yayınları, İstanbul, 1997. 

“Vatikan ve Papanın gizli Türkiye Senaryoları”, (Aytunç Altındalş ile Müşterek), Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2006. 

“Kıbrıs’ta Sona Doğru”, Q Matris Yayınları, İstanbul, 2004. 

Yazar hakkında daha ayrıntılı bilgi arayanlar, aşağıdaki lingi tıklayabilirler. 

Web sitesi : www.kumkale.net
http://www.selimiyeaskeri.org/yildizlarimiz/tahirkumkale.htm



23 Ekim 2016 Pazar

ÇARE, ASKERİ ORTAOKULLARI YENİDEN AÇMAKTIR..




ÇARE, ASKERİ ORTAOKULLARI YENİDEN AÇMAKTIR..


Dr. Tahir Tamer Kumkale, 
27 Agustos 2016


SE2




  
Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. -Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1924)

  Ordu- Millet vasfını binlerce yıllık tarihi perspektif içinden günümüze taşıyan milletimizin bağrından çıkardığı Türk ordusunun muvazzaf personel yetiştirme kaynakları olan her biri şanlı tarihi kimliğe sahip Askeri Liseler, Harbokulları, Harp Akademileri ve Astsubay Meslek Yüksek Okulları kanun hükmünde kararname ile kapatıldılar. Yetkili makamlar, bu ani ve kesin karara gerekçe olarak 15 Temmuz darbe girişimini yapan FETÖ’nün bu müesseselerdeki yaygın yapılanmasını gösterdiler. “Türk Ordusunun bir daha darbe yapmaması için kesin çözüm getiriyoruz” diyerek yaptıkları hatanın farkında olmadıklarını da açıkça belirttiler.
Üzerinde yeterince düşünülmeden, kısa ve uzun vadede muhtemel sonuçları değerlendirilmeden, tarihe mal olmuş bu okullar için milletin fikri sorulmadan yapılan icraat ile asıl darbeyi Türk ordusuna indirdiler. Keşke karar vericiler önceden bu okulları gezip tarihi mekanlarda oluşan milli duyguları hissetme imkanına sahip olsalardı. Keşke, beyni daha ortaokul dönemlerinde dini liderler eliyle bilinçli şekilde şer’i hükümlerle yıkanarak şartlandırılmış beceriksiz son dönem yöneticilerinin cezasını bu köklü müesseselere kesmeselerdi.
Bilindiği gibi dünyanın merkezi konumundaki kritik coğrafyada ayakta kalabilmenin ve üniter devlet yapısını muhafaza edebilmenin tek yolu çok güçlü bir milli orduya sahip olmaktan geçer.
Dünyanın merkezindeki Anadolu’da hür ve bağımsız yaşamanın bedeli sanıldığından çok daha ağırdır. Strateji uzmanları; “Devletlerin ve devleti meydana getiren milletlerin ömürlerinin milli ordularının ömürleri kadar olduğunu” vurgularlar.
Ordunuz varsa siz de varsınız. Yoksa sizde yoksunuz. Türkiye Cumhuriyeti devletinde ikame kabul etmeyen tek kuruluş Türk ordusudur. Her şeyin yedeği ve ihtiyatı olabilir, ama milli ordunun yani Mehmetçiğin yedeği yoktur.
Hangi gerekçe ile olursa olsun ordunuzun elini ayağını bağlar ve onu psikolojik açıdan görev yapamaz hale getirirseniz düşmanlara gerek kalmadan kendi elinizle devletinizin sonunu getirmiş olursunuz.
Şurası bir gerçektir. Türk Ordusu yoksa Türk milleti de yoktur. Ordu-Millet karakteri milletimizin genlerinde vardır. Ve bu genle son yıllarda bilinçli olarak oynanmış ve milletinin bağrından çıkan Türk askerine 15 Temmuz 2016 FETÖ girişimi ile son darbe vurulmak istenmiştir.
Yönetim kademesine düşen görev sağduyu ve teenni ( İhtiyatlı davranma, acele etmeme, düşünceli ve yavaş hareket etme ve temkinli davranma) ile hareket ederek ordunun daha fazla yıpranmasına imkan vermemek olmalıdır.
Askeri okullar; Türk askerinin birlik ve beraberliğini pekiştiren temel ve simge kuruluşlardır. Subaylar maiyetindekilerin asırlardır ayni kaynaktan beslendiğini bilerek onlara güven duyarlar. Bu okulların askerlerin elinden alınması subayların kolay alışacağı ve hazmedebileceği bir husus değildir. Çünkü her subay bilir ki; askeri liseler, harp okulları ve harp akademilerinde subaylarımıza Atatürkçü Düşünce doğrultusunda vatan-millet-bayrak ve toprak sevgisi aşılanır. Bunun aksi düşünülmez. Bugün gelinen durum ise çok farklıdır. Tarikat mensubu öğrenciler dışarıda önceden hazırlanmış ve imtihan hileleri ile askeri liselere yerleştirilmiştir. Yani FETÖ’cü askerler askeri okullardan önce eğitilmiş ve beyinleri yıkanmıştır. Onlar askeri eğitim kurumlarında FETÖ’cü olmamışlar, aksine bu okulları FETÖ’cü hale dönüştürmüşlerdir. Ve bu durum kişisel olup bariz bir yönetim zafiyetidir.
Şimdi bu konuda çok iddialı olarak konuşmak istiyorum. Gerçek şudur; gençlere ortaokul çağında verilen milli ruh ve şuur( veya tarikata mensubiyet) ileriki yaşlarda asla değiştirilememektedir..
Ben 1961 yılı Selimiye Askeri Ortaokulu mezunuyum. 1959 yılında kurulan bu okul 1963 yılında kapatılmıştır. Kuleli-Erzincan-Işıklar Askeri liselerinin orta kısımları ile 1959-1960 yıllarında sivil kaynaktan alınan tahminen 4000 civarında öğrencisi olmuştur. Bu öğrencilerin % 55’i okuldan atılmış ve sivil olarak hayatlarına devam etmişlerdir. % 45 kadarı ise 1965-1966-1967-1968-1969-1970 devreleri olarak subay olmuşlardır. İşte bu Selimiyeli subaylar 1960-1961 ve 1963 askeri darbeleri ile her alanda önemli kayıplara uğrayan Türk ordusunu ayakta tutan çekirdek kadroyu teşkil etmişlerdir.
Selimiye Askeri Ortaokulunu kuran ve komutanlığını yapan Kurmay Albay Ferit Erdoğan ve bir avuç vatansever subayın 11-13 yaşındaki çocukların beyinlerinde yarattığı vatan ve millet sevgisi bugün her biri 70 yaşında olan sivil-asker Selimiyelilerde asla değişmemiştir.
Kuruluşunun 50. Yılında (30-31 Mayıs 2009’da) bugün 1. Or.Kh. olan Selimiye Kışlasında bir araya gelerek hasret gideren sivil ve asker Selimiyeliler sevgiyle kucaklaştılar. Bu yıl 57 nci yıl toplantısında tekrar bir araya gelen Selimiyelilerde 50 yıllık ayrılığın çocukluk yıllarına kazanılan dostluk ve kardeşliğin aynen muhafaza edildiği görülmüştür. İşin aslı şudur; asker ve sivil tüm Selimiyeliler bulundukları yerlerde devlet ve millet için elini korkmadan taşın altına sokan, zorluklara göğüs geren, ama milli ruh ve şuuru ayakta tutan meşhur 68 kuşağının ta kendisidir.
Aşağıdaki linkler incelendiğinde Kur.Albay Ferit Erdoğan’nın Türklük ve Atatürkçülük milli şuurunu tüm Selimiyelilerin iliklerine kadar işlettiği görülecektir. Sözün kısası; Selimiye Kışlasında birkaç yıl bir arada yaşayan bu gençlerin beyinlerine nerede olursa olsunlar başka fikirlerin aşılanamayacağı, tek bir Selimiyelinin dahi tarikatların eline düşürülemeyeceği açıktır.
Selimiye Askeri Ortaokulu askeri hiyerarşi içindeki ilk askeri müessesedir. Ama orada alınan askerlik ruhu hiç bir dış ideoloji ile etkilenmeyek kadar güçlüdür. Nitekim Selimiye mezunu subayların Türk Ordusunda en üst makamlara kadar ulaşması yanında çok başarılı hizmetler üretikleri de bir gerçektir.
İddia ediyorum ki; bugün Askeri Lise, Harp Okulu ve Harp Akademilerini bitirmelerine ve generallik makamına erişmelerine rağmen cahil bir sivil imamdan emir alacak derecede kendini küçülten çeteci askerlerin tamamı askeri okula girmeden önce ( yani ortaokul dönemlerinde) tarikatların eline düşmüşler ve aldıkları tüm askeri eğitim ve rütbeler onları asıl hedeflerini değiştirememiştir.
Demek ki burada sorun liselerden başlayan askeri okullarda değildir. Kanaatimce daha ortaokul çağlarından başlayarak askeri eğitim alınmış olsaydı, ağaç yaşken eğilecek, ordu tamamen siyasetin dışında kendi işi ile ilgilenecek ve darbelerle bugün gelinen korkunç durum olmayacaktı.
Sonuç olarak; Selimiye Askeri Ortaokulu konusu bilim adamlarınca iyi incelenmelidir. Psikolog ve sosyologlar küçük yaşta yaratılan kardeşlik ruhunun değişmeden 60 yıl boyunca nasıl devam ettiği ortaya konulmalıdır. İnanıyorum ki; güçlü bir ordunun kurulması için genç beyinlerin henüz ortaokul çağında kutsal askerlik mesleğine kazandırılması uygun olacaktır.
Kapatmak çare değildir. Aksine aynen yaşatmak önemlidir. Bu coğrafyada güçlü bir ordunun devamı bir ömür boyu bu zor göreve aşk ile bağlanan vatansever askerler eli ile sağlanacaktır.
Bunun için ben diyorum ki 1963 yılında kapatılan Selimiye Askeri Ortaokulu 2016 yılında tekrar kurulmalıdır. 
  Ben bir Selimiyeli olarak bulunduğum yaşa rağmen 1959 Selimiyeli ruhunu aynen genç nesillere aktarabileceğime inanıyorum.
Özetle; tüm Selimiyeliler olarak yeniden güçlü ordunun hazırlanması için göreve hazır olduğumuzu vurguluyorum..
http://www.selimiyeaskeri.org/
http://www.kumkale.net/makaleler/00394.html
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Selimiye_Asker%C3%AE_Ortaokulu
Dr.Tahir Tamer Kumkale







28 Mart 2016 Pazartesi

NEVRUZ MİLLİ BAYRAMIMIZDIR







NEVRUZ MİLLİ BAYRAMIMIZDIR


TÜRK OCAKLARINDAN NEVRUZ KUTLAMASI (İHA/ERZURUM-İHA)
TÜRK OCAKLARINDAN NEVRUZ KUTLAMASI (İHA/ERZURUM-İHA)





















Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de kendi milliyeti içinde kalabilir. Atatürk (1923)
————————————————————-


TÜRK DÜNYASININ NEVRUZ BAYRAMI ASLA PKK’YA DEVREDİLEMEZ…


Her sene olduğu bu sene de, binlerce yıldan günümüze taşıdığımız 21 Mart Nevruz kutlamaları için halkımız coşku yerine büyük tedirginlik yaşadı.
Bilindiği gibi PKK terör örgütünün sahiplendiği Nevruz, günü sanki bütün Türk dünyasının değil de sadece Kürt Türklerine ait bir bayram gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu en güzel güne yani 21 Mart Nevruz Bayramına yaklaştıkça ülkemizin Güneydoğu ve Doğusunda bağımsız bir Kürdistan kurma heveslilerinin sesleri eskisinden daha fazla yükselmeğe başlıyor. Yöneticilerimiz ve özellikle emniyet güçleri bütün Türkiye çapında halkımızı dikkatli olmaya vuku muhtemel anarşi ve terör olaylarına karşı tedbir almaları için uyarmaya başlıyorlar.
Peki, bu nasıl bayram? Bu yapılanlar doğru mu?
On iki bin yıldır Türk Milletinin Ergenekon Bayramı olan bu mutlu günde anarşi ve terör yaratmak ve bunu barış ve demokrasi olarak göstermek isteyenlerin mantıki gerekçeleri yoktur. Baharın gelişinin kutlandığı bu güzel günü terörle birlikte göstermeğe kimsenin hakkı yoktur. Bu günü terör örgütünün gövde gösterisi yaptığı bir nevi düzene başkaldırı gibi kabul etmenin hiç kimseye ve hiçbir zümreye en küçük bir yararı olamaz..
Milletlerin milli karakterleri, yani onların ayrı bir millet olduğunu belirleyen değişmez vasıfları en az bin yılda oluşur ve millileşir. Her millet ayrı birikimlere sahip olduğundan milletlerin oluşturduğu devletlerde milletleriyle ayni bilgi birikimine sahip olurlar.
Diğer toplumlarla ve değişik kültürlerle bir arada yaşamak zorunda kalındığında bazı milli değerler kayıplara uğrayabilir. Burada maddi değerlerin yitirilmesi veya değişik şekiller alması pek önemli değildir. Fakat önemli olan milletlerin sahip oldukları manevi değerlerini muhafaza etmeleridir. Çünkü manevi değerler korunabildiği takdirde kaybedilen maddi unsurlar kolayca geri alınabilir.
Türk milli kültürünü yozlaştırmak ve yok etmek, binlerce yıldır değişmeden günümüze taşıdığımız milli kültür değerlerimiz üzerinde şüphe yaratmak, milli tarih konularında uydurma yayınlar ile halkın kafasını karıştırmak Türklük düşmanlarının yaygın olarak kullandığı yöntemlerdir. Bayramların insanlar arasında saygı-sevgi ve dayanışmayı sağlayan özelliğine rağmen beyinleri satın alınmış bölücü çevrelerce NEVRUZ BAYRAMI kanlı gösterilerle kutlanmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki küresel mihraklarca ülkemizde yaratılmak istenen suni bir topluma mal edilmeye çalışılan Nevruz Bayramı; binlerce yıldır Türk dünyasında bütün Türk toplulukları tarafından uygulanan bir büyük kültür gösterisidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında resmi bayram niteliğinde olup, çok görkemli törenlerle kutlanan, miladi takvimin kabulünü müteakip resmi bayram olmaktan çıkartılan, fakat sadece Türkiye’de değil, tüm Türk dünyasında coşku ile kutlanan NEVRUZ hakkında halkın bilgilenmesi gerekmektedir.
21 Martta kutladığımız Nevruz kelimesi halk arasında, YILBAŞI=YENİGÜN= GÜNDÖNÜMÜ anlamında kullanılmaktadır. Nevruz; gece ile gündüzün eşit olduğu gündür. Nevruz; ayni zamanda baharın başladığı gündür.

Nevruz; Orta Asya Türk Devletlerinde, İran’da, Rusya’da, Bosna’da, Sancak’ta, Kosova’da Anadolu’da Kıbrıs’ta ve Türklerin küçük gruplar halinde yaşadığı bütün ülkelerde; “Ergenekon Bayramı”, ” Bozkurt Bayramı”, “Tabiat Bayramı”, “İlkbahar ve Köylü Bayramı” olarak kutlanılmaktadır. Her yerde büyük bir hazırlık ve neşe içinde, fakat değişik gelenekler halinde kutlanan NEVRUZ, soğuk ve karamsar günlerden ılık, güneşli ve bereketli günlere, yani bahara geçişi müjdeleyen, demirden dağı eriterek Ergenekon’dan hürriyete ve güzel günlere çıkışın simgelendiği Türk milli bayramıdır.

Çeşitli Türk boylarında Nevruz şu isimlerle anılmaktadır; NEVRUZ, NEVROZ, NAYRUZ, NEYRÜZ, NAYRIZ, SULTAN NEVROZ, NAVROZ, NEVRÛZ-İ SULTANÎ, SULTAN NAVRUZ, NAVRUZ, NAURUS, NOVRÜZ, NOURUZ, MART BOZUMU, MART DOKUZU.

Eğer biz devlet olarak milli kültür değerlerimize sahip çıkmadığımız ve bu değerlerin bütün milletçe kullanılmasına imkân vermediğimiz sürece çeşitli çıkar çevreleri ve bu çevrelere kendini yakın gören siyasi gruplar bu değerlere sahip çıkmaktadır. Ergenekon Bayramı Nevruz’da bunlardan biridir. Biz bu oyunlara alet olmamalıyız. Nevruz’a devletçe ve milletçe topyekûn sahip çıkmalı, bu milli günü bölücü terör örgütü mensuplarının tekeline bırakmamalıyız.
Bilelim ki, küreselleşen dünyada ise milli değerlere yer yoktur. Küresel mimarlar kitle iletişim araçlarındaki hâkimiyetlerinden yararlanarak milli kültür değerlerini önce yozlaştırmak, sonra bozmak ve bu şekilde milleti bu bozuk değerlerden soğutarak kimliklerinden uzaklaştırmak yolunda ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Bu oyunları iyi bilmeli ve değerlerimize dört elle sarılmalıyız.

NEVRUZ, bütün yok etme çabalarına rağmen binlerce yıl öteden günümüze taşınmış ve yaşatılmaktadır. Nerede bir Türk varsa her 21 Mart geldiğinde orada NEVRUZ vardır. Bugün vardır. Yarın da olacaktır.

SONSÖZ:

Türk’ün Ergenekon Bayramı Nevruz’un Anadolu Kürt toplumu tarafından sahiplenilmesi ve çoşku ile kutlanması, onların Türklük çınarının en güçlü dallarından bir olduğunun ispatıdır. Nevruz kavramı; Kürtleri Türklük camiasının dışında gösterme çabalarına vurulan en büyük darbedir.

Türk Milletinin Ergenekon Bayramı’nı – 
Gündönümü’nü – 
Yenigün’lerini Candan Kutlarım.


25 Aralık 2015 Cuma

RUS ÇARI BÜYÜK (DELİ) PETRO’NUN VASİYETİ




RUS ÇARI BÜYÜK (DELİ) PETRO’NUN VASİYETİ



41jhzpzdOWL._SX331_BO1,204,203,200_














Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir hal alır. 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 
(1931)
Giderek artan Türk-Rus anlaşmazlığının devam ettiği günümüzde en çok konuşulan konulardan biri de Rusya’nın Suriye de ne yaptığı ve neden orada olduğudur. Bunun sebebi dünya hakimiyetinde söz sahibi olmak isteyen Rusya’nın Çar Büyük Petro’nun “ Sıcak denizlere inme” hedefinin hayata geçirilmesidir..
Nitekim Devlet Başkanı Putin, son yaptığı halka sesleniş konuşmasında “Suriye’de Rus halkının milli çıkarları için bulunduklarını, Suriye’de terörist gruplara yönelik hava operasyonlarında yer alan Rus askerlerinin aslında Rusya için savaştıklarını” açıklamıştır.
Çar Büyük (Deli) Petro, 7 Mayıs 1682’den 8 Şubat 1725’e kadar Rusya’yı yöneten imparatordur. Bazı tarihçiler Çar Petro’yu, Rusya’yı dünya’nın küresel güçleri içine soktuğu için “büyük” lakabı ile tanımlar, bazılarıda ulaşılamaz olarak görülen sivri fikirlerinden dolayı ”Deli Petro” olarak nitelendirirler.
Çar Petro’ya kadar Rus düşünce sistemi kara hakimiyeti üzerinden devam etmiştir. Petro’nun, gemiciliğe ve denizciliğe olan ilgisi Rusya’yı, Avrasya bölgesel kara gücünden Avrupa deniz gücüne dönüştürmüştür.
“Büyük Petro’nun Vasiyetnamesi” kadar etrafında o kadar çok tartışma ve çatışmalara meydan vermiş ve o derece umut ve korku uyandırmış tarihi belgeler pek nadirdir. Sadece vesikanın adı bile büyük bir milletin tutsaklığı tehlikesiyle karşılaşan milletlerde yaşama kaygısından doğan tasalar uyandırmış bir “Cihan Egemenliği” sevdasına biçim veren bir formül haline gelmiştir.
Aşağıda tam metnini verdiğim “BÜYÜK PETRO’NUN VASİYETNAMESİ” olarak isimlendirilerek günümüze kadar gelen bu yazı; Rus Çarı Büyük Petro tarafından, kendisinden sonra Rusya’nın başına geçecek olanlara bırakılan San Petersburg’da (Leningrad) Petrof Sarayı evrak mahzeninde bulunmuş olan Avrupa egemenliğine ait yazılı bir tasarının kopyasıdır.
Vasiyetnameyi Türkiye açısından özetlemek istersek; “Rusya’nın hayat sahasının ancak sıcak denizlere hakim olmaktan geçtiği” belirtilerek, bu denizlere ulaşan yolları kontrol eden Türkiye’nin alt edilmesi veya zayıf halde tutulmasının ana hedef olduğu görülmektedir.
Dün Çarlık Rusya’sının ve Sovyetler Birliği yöneticilerinin rehberi olan bu vasiyetnamenin, şimdi Rusya Federasyonu yöneticilerinin temel kaynak dokümanı olarak daima el altında ve göz önünde bulundurulduğu açıktır..
Sıcak denizlerde hakimiyet kurmak ve Rus bayrağını dalgalandırmak için 60 yılı aşkın bir süredir donanması için Suriye’yi ana üs olarak seçen Rusya, kendisinin sıcak denizlere inmesini engelleyen Türkiye’yi Kuzeyden ve güneyden kuşatarak Petro’nun vasiyetnamesine sadık kaldıklarını vurgulamaktadır.
Rusya’nın bölgedeki ve dünyadaki milli menfaatleri ile geleceğe yönelik beklentileri; daima Türkiyeyi kendine rakip veya rakip olması muhtemel bir devlet olarak değerlendirmeye zorlamaktadır. Nitekim Putin, son uygulamaları ile bunu teyid etmiştir. Oysa Türkiye’nin bir bölge ülkesi olarak Rusya ile çıkarları örtüşmektedir. Birlikte ve dayanışma içinde bulunmalarında sayısız faydalar vardır.
Yöneticilerimiz Rusya’nın daima var olduğunu ve hemen yanı başımızda bulunduğunu hatırlamak ve dış politikada Rusya’ya ağırlıklı olarak yer vermek zorundadır..
GİRİŞ BÖLÜMÜ :
“Üçlünün (Baba, oğul ve kutsal canın) sahibi, tek Allah’ın mutlak ve kutsal adı ile biz bütün Rusya ve saire ikliminin hükümdarı olan Petro; Rus milleti üzerinde saltanata geçecek olan bütün torunlarımıza ve bizden sonra Rusya’nın başına geleceklere can ve tacımızı bize ihsan eden ve tanrısal yardımı ile bizi doğru yola sevk eden ve koruyan Cenab-ı hak adına derki:
Sadece Tanrının bir bağışı olarak imparatorluğu kabul ettiği görüşü ile kendisinin ve Rus milletinin gelecekte Avrupa üzerinde genel bir egemenlik kurmaya memur edildiği fikrindedir. Bu fikre delil olmak üzere şu düşünceyi ileri sürer; Avrupa milletleri, çok ilerlemiş ve halen sonu ölümle bitecek olan bir ihtiyarlık devrine geniş adımlarla yaklaşmış bulunmaktadır. Bundan şu sonucu çıkarmak gerekir ki gençlik ve yükselme devrinde bulunan bir millet tam kuvvet ve erginlik noktasına ulaşır ulaşmaz bu Avrupa milletlerini kolayca egemenlik ve itaati altına alabilir.
Rus hükümdarı bu, kuzeyden batı ve doğuya doğru vaki olacak istila hareketinin Romalıları Barbarların istilasıyla taze bir hayata eriştiren Tanrının takdiri gibi geçici bir hareket olduğunu bildirir.
Bu kuzey akıntı; bıraktığı ince kum ve meyille; Mısır’ın kurak tarlalarını bir zaman bereketlendiren Nil’in taşmasına benzetir ve ek olarak şöyle der: Kendisinden önce bir çay gibi bulduğu ve kendisinden sonra bir ırmak gibi bıraktığı Rusya, gelecek kuşakların zamanında hayatiyetini yitirmiş Avrupa’yı erdemlendirmeye aday engin bir deniz olacaktır. Öyle bir deniz ki kendisine karşı zayıf ellerle kurulacak bütün barajları (Eğer bu yeni kuşaklar suyun yatağını iyi tayin ve idare edebilirlerse) aşıp her tarafı dalgaları altına alacak bir nehir haline gelecektir…”
Bu girişi yazdıktan sonra Petro; metni aşağıda verilmiş olan vasiyet maddelerini tespit ediyor. Bunların, Hazreti Musa’nın on emrini Yahudi milletine emrettiği gibi sonsuz dikkate alınmasını ve mutlaka gerçekleştirilmesini tembih ve tavsiye ediyor.
VASİYETNAME MADDELERİ:
Madde 1 : Askerin daimi savaşçı ve eğitimli kalması için Rus milletini daima harp halinde bulundurmak ve ona; yalnız devletin maliyesini geliştirmek, orduyu düzenlemek ve taarruz için en elverişli bir fırsatı gözetmek maksadıyla ara sıra dinlenme imkanı vermek. Başka bir deyimle, sırf Rusya’nın kuvvet ve gücünün büyüyüp artırması için sulhu harbe, harbi sulha vasıta kılmak.
Madde 2 : Avrupa’nın en ileri milletlerinden harp esnasında askeri uzmanlar, barış zamanında da bilim adamları getirtmek ve bu suretle Rus milletini kendi üstünlüğünü kaybetmeksizin başkalarından yararlandırmak.
Madde 3 : Her fırsatta Avrupa’da meydana gelen her çeşit müzakerata katılmak ve özellikle yurda en yakın olmak bakımından Almanya işlerine en çok ilgi göstermek.
Madde 4 : Polonya’da her zaman fitne ve nifak saçmak, ülkenin büyüklerini para ile elde etmek, kralların seçimine etki göstermek için parlamenterleri birbirine düşürmek; bu münasebetle Rusya’dan yana olanları korumak; memleket içine asker yollamak ve sürekli bir surette yerleşmek fırsatı çıkıncaya kadar bunları orada iskan etmek; komşu devletler itiraz edecek olursa onların gönüllerini yapmak için ileride yeniden geri gönderilmek üzere memleketten bazı kimseleri ayırmak.
Madde 5 : İsveç’ten mümkün olduğu kadar çok parça koparmak ve ustalıkla kendisini tecavüze sevk ederek, Rus egemenliği altına alınması için sebep hazırlamak, aynı zamanda kendisini Danimarka’dan, Danimarkayı İsveç’ten ayrı bırakarak aralarındaki rekabeti devamlı bir dikkatle sürdürmek.
Madde 6 : Rus prenslerinin eşlerini daima Alman prensleri arasından seçerek onlarla olan ailevi yakınlık ilişkilerini artırmak, bu suretle çıkarlarımızı kendilerinin çıkarlarıyla karıştırıp Almanyayı Rus davasına bağlı bırakarak tesir ve nüfuzumuzu orada ziyadeleştirmek.
Madde 7 : Ticaret hususunda her şeyden önce gerek ticaret filomuz ve gerek donanmamız için bize pek yararlı olabilecek bir devlet olan İngiltere ile birlik kurmaya çalışmak; kereste ürünlerimizi altınlarıyla değiştirmek, deniz ticareti ve donanma hususunda kendi ticaret gemilerimizin ve donanmamızın personeliyle onlarınkiler arasında sıkı ilişkiler kurmak.
Madde 8 : İmparatorluğun sınırlarını kuzeyden Baltık Denizi, güneyden Kara Deniz boyunca sürekli olarak genişletmek.
Madde 9 : İstanbul ve Hindistan’a mümkün olduğu kadar yaklaşmak. Zira burada hakim olan herhangi bir güç cihanın gerçek bir hükümdarı olur. Bunun için bir taraftan Türkiye’ye, öte yönden İran’a karşı devam üzere harpler açmak. Gerek Karadeniz ve gerek Baltık Denizinde deniz tezgahları inşa ederek buralarını ele geçirmek için bu hususu temel saymak. İran’ın çöküş ve düşüşünü çabuklaştırıp Basra Körfezi’ne kadar sızmak ve mümkünse doğuda eski Sibirya ticaret yolunu dünya deniz ticaret filolarının uğrağı bulunan Hindistan’a kadar uzatmak ki bir kez oraya ulaşınca, İngiltere’nin altınlarından vazgeçebilmek mümkün olacaktır.
Madde 10 : Devam üzere, Avusturya ile bir birlik kurmak ve bunun sürekliliğine çalışmak. Görünürde kendisinin Almanya üzerinde gelecekte kurmayı düşündüğü imparatorluk egemenliğine ilişkin tasarılarına engel olmamak ve fakat aynı zamanda prenslerin yükselme hırsı ve emellerini imparatorluğa karşı kışkırtmak. Bu işler o suretle düzenlenip yönetilmelidir ki her iki taraf Rusya’nın yardımına müracaat etsin. Böylece ülke üzerinde gerçek üstün egemenliğimizi hazırlayacak bir çeşit koruma icra edilir.
Madde 11 : Avusturya hanedanını Türklerin Avrupa’dan kovulmasına ve çıkarılmasına yöneltmek. Ancak, İstanbul’un alınmasından önce ya kendisini Avrupa’nın daha eski devletleriyle harbe sokturmak ya da sonradan yine geri alınmak üzere ele geçirilen memleketlerden bir kısmını kendisine vererek bize karşı olan rekabet duygularını değiştirmek ve battal etmek.
Madde 12 : Türkiye’de, Macaristan ve Polonya’nın güneyinde bulunan bütün Rum ve Katolikleri kendisine bağlayarak bunları etrafında toplamak; onlara bir merkez ve dayanak noktası kurarak veya maddi ve manevi reis sıfatıyla genel bir hükümdarlık hazırlamak ve bunlarla düşmanlarımızdan yalnız biri yanında onun kadar çok taraftar edinmek.
Madde 13 : İsveç işlemez, İran ve Polonya yenilmiş, Türkiye dağıtılmış; ordumuz toplanmış olduğu halde, Baltık Denizi ve Karadeniz gemilerimiz tarafından korunur bir hale getirilir getirilmez, gizliden gizliye ve kendi hesabımıza, önce Versaille sonra Viyana sarayları nezdinde cihan egemenliğini bizim ile bölüşme teklifine girişilecek olursa ki bu husus herhalde gerçekleşecektir. Bu tarafın sonu gelmeyen yükselme arzusu ve çıkarları kışkırtılırken ötekini yok etmek için berikini kullanmak, ondan sonra kalana karşı sonu şüpheli olmayacak bir savaşa girerek yücelme mümkün olacaktır. Çünkü Rusya o zaman bütün doğuya ve Avrupa’nın büyük bir kısmına malik bulunacaktır.
Madde 14 : Eğer iki taraf Rusya’nın teklifini reddedecek olursa(ki bu gerçekte pek az umulur) bunların arasında ustalıkla fitne çıkarmak ve karşılıklı muharebeler yaratılmak suretiyle her iki tarafı zayıflatmak. Ondan sonra, önce Rusya kendi yığınak yapmış ordularını Almanya üzerine dökecek; aynı zamanda biri Azak Deniz’inden Karadeniz donanmasının, diğeri Arkhangelsk limanından Baltık Donanmasının himayesi altında Asyalı birlikler ile tertip edilmiş iki büyük nakliye filosu hareket edecektir. Akdeniz ve Buz Denizinden ilerleyen bu kuvvetler bir taraftan Fransayı işgal öte yönden Almanyayı istila altına alacaklardır. Bu iki ülke alındığı anda Avrupa’nın geri kalan kısmı kolayca ve kılıç kınından çıkmaksızın kontrol altına girecektir.

https://kumkale.wordpress.com/2015/12/03/rus-cari-buyuk-deli-petronun-vasiyeti/

PSİKOLOJİK SAVAŞ VAR MI?




PSİKOLOJİK SAVAŞ VAR MI?


select









Felaket başa gelmeden evvel , onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
 (Nutuk – 1927)
Ne yazık ki son 14 yılda hayalimizden geçiremeyeceğiz olayları bire bir yaşamak zorunda bırakıldık. Ben tarihçi olmanın verdiği avantajla eskiye dönüyor ve daha kötü şartlardan çıkmasını bildiğimiz durumları inceliyor, bir bakıma daha o kadar olmadık diyerek kendimi kandırıyorum. Ama halkımızın buna hiç şansı olmuyor.
Müthiş bir psikolojik harekat bombardımanı altında kalan milletimiz algısını kaybetti. Mankurtlaştırıldı. Düşünemiyor. Uyuşturulmuş halde sürükleniyor.

Gerçek şu ki halk olmadan, halka dayanmadan, ona gerçekleri gösterip sorunları sahiplenmesi sağlanmadan ülkeyi yönetmek ve başarı mümkün değildir.
Hukuk, eğitim, tarım, finans, güvenlik v.s. her şeyi kısa sürede yeniden inşa edebilirsiniz. Ama binlerce yıllık kültürel değerleri kaybettirilerek beyni boşaltılmış insanları yeniden Türk milleti haline döndürmek kolay olmaz . İnsan mühendisliği gerektirir zamana ve profesyonel çalışmaya ihtiyaç gösterir.
Kanaatimce AK Partiye ilk yaptırılan büyük yanlış 23 yıllık bilgi birikimi ve tecrübeye sahip MGK. Genel Sekreterliği bünyesinde görev yapan ve benimde kurucusu olduğum Toplumla İlişkiler Başkanlığını (Psikolojik Harekat Teşkilatı) 2004 başında tamamen kaldırmak olmuştur.

Bu şekilde Türk toplumu 24 ayrı ülkeden yönlendirilen Psikolojik Savaş saldırısı karşısında savunmasız bırakılmıştır. Saldırılar karşısında “Karşı Psikolojik Harekat Planı” yapabilme imkanı kalmamıştır. Ve sonunda ülke insanı bölünüp parçalanarak birbirine düşman hale getirilmiştir.
Konu hakkında defalarca yazılar yazdım. Kitaplar kaleme aldım. Televizyon proğramlarına katıldım. Konferanslar verdim. Üniversitelerin hazırladığı bilimsel toplantılara iştirak ettim. Fakat bazı bilinçli üniversiteli gençler dışında yetkililere ulaşmak fırsatım olmadı.

Devleti yönetmede “Psikolojik Savaş” konusuna öncelik vermenin zorunluluk olduğunu biliyor ve ilgili makamları uyarıyorum.
Bu konuda devletin hafızasında yeterli bilgiler mevcuttur. Bu konuyu iyi bilen personel de mevcuttur. Kısa sürede hayata geçirmek mümkündür.
Ülkenin geleceğinde çok önemli görevler üstleneceğine inanan kişilerin beyninin bir kenarında psikolojik savaş olgusunun bulunması gerekmektedir.
Bu sistem kurulmadığı takdirde toplumun ve dolayısıyla ülkenin bölünüp parçalanmasına sadece seyirci kalınacaktır.


TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ




TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ 

ve

 PUTİN’İN RUSYASI  /  PUTİNLAND KİTAPLARI

CIMG2954
Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz. Ve ne de oyunlarına kapılmalıyız. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1922)
41jhzpzdOWL._SX331_BO1,204,203,200_















Rusya Federasyonu; mevcut potansiyeli, altyapısı ve milli güç unsurları ile Türkiye için bugün ve yakın gelecekte de önemsenmesi gereken bir dünya gücüdür. Putin ile birlikte dünya siyasetinde tekrar belirleyici aktör olmaya başlayan Rusya ile ilişkilerimiz önem kazanmış ve karşılıklı çıkarlarımız üzerinde önemle durulmasını gerektiren yeni boyutlara erişmiştir..
Bugün Rusya Federasyonu’nun önderliğinde oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ile Türkiye’nin ilişkileri her alanda artış göstermektedir ve bu husus bölge jeopolitiğinin kaçınılmaz sonucudur. İlişkilerin konu ve kapsamını belirleyecek ana esasların bilinmesi ülkeler arasındaki faaliyetlerin yönlendirilmesine ışık tutacaktır.
Türk çocukları atalarının acımasız, zalim ve ezeli düşman olarak görüp MOSKOF olarak adlandırdıkları Ruslar ile Rusya’yı mutlaka tanımalıdır. Bugün beş milyon Rus ailesi her yıl ülkemizi ziyaret edip iki ülke halkının kültür benzerliği ile dostluğuna şahit olmaktadır. Milletlerimiz arasındaki kaynaşma ve yakınlaşma artarak devam etmektedir.
Eğer Türkiye güçlü bir bölge ülkesi olarak söz sahibi olmak istiyor ise Rusya ile ilişkilerini en üst düzeyde tutmak ve gerekirse stratejik ortaklık seviyesinde bu ilişkiyi güçlendirmek durumundadır.
Bu birlikteliğe Türkiye kadar Rusya’nın da ihtiyacı vardır. Çünkü bölgemizde paylaşacağımız pek çok ortak yönümüz mevcuttur. Rusya’nın bölgedeki ve dünyadaki milli çıkarları Türkiye’yi kendine rakip bir devlet olarak değerlendirmeye zorlamaktadır.
Türkiye’nin bölgedeki çıkarları da Rusya ile örtüşmektedir. Yöneticilerimiz Rusya ile dayanışma içinde bulunulmasında pek çok fayda olduğunu bilmeli ve dış ilişkilerimizde Rusya’ya ağırlıklı olarak yer vermelidir.
SSCB’nin işlevini devralan Rusya Federasyonu’ nun Türkiye’yi geçen 520 yıllık tarihi, siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik ve askeri ilişkilerimizin engin tecrübesi ile kendi milli çıkar ve amaçları doğrultusunda değerlendirmek zorundadır. Fakat Rus eğitim ve kültür kurumlarına yerleşmiş “Panislavizm” den yani “Panrusizm” den vazgeçmeleri de asla mümkün değildir.
Türkiye; bu hususu bilmeli ve buna uygun uzun vadeli, gerçekçi, akılcı ve uygulanabilir milli politikalar geliştirmeli; bu politikaları milletine mal etmeli; iç ve dış kamuoyunu bu doğrultuda bilinçlendirmeli; refah dolu geleceğin bu şekilde gerçekleşeceğine inanmalıdır.
2000’den başlayarak Rusya’yı 2008’e kadar cumhurbaşkanı, 2012’e kadar başbakan olarak yöneten Putin, 2024 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak Rusyayı yönetecektir. SSCB’nin küllerinden yeniden bir dünya devi haline dönüşen Rusya’yı yaratan Putin, asrımıza damgasını vuran bir liderdir. Bugün vazgeçilmez sanılan diktatörler tarihe gömülürken Rusya’da Putin ile demokrasi içinde yeni bir diktatör tipi oluşmuştur. Putin’in popülaritesi Rusya’nın önündedir ve bu ülkeye PUTİNLAND denilmesi boşuna değildir.
Özetleyecek olursak, 520 yılı aşan Türk-Rus ilişkileri sonunda varılan sonuç şudur; Türkiye’nin ve Rusya’nın bölgedeki milli çıkarları içinde birbiri ile örtüşen pek çok nokta vardır.
Tarih ilmi bize Rusya ile düşman değil, dost olmamızı dikte ettirmektedir. Fakat bu dostluğun karşılıklı çıkar ilişkisi içinde koordineli ve kontrollü olarak sürdürülme zorunluluğu vardır.
Rusya ile Türkiye arasındaki muhtemel bir çatışma ortamının ABD ve Batılı emperyalist ülkelerin yararına olduğu hususu asla unutulmamalıdır.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ 
kitabım ile PUTİN’İN RUSYA’SI/PUTİNLAND

kitabım dünyada ağırlığı her geçen gün artan Rusya’yı daha iyi tanımak, tarihi gelişimi içinde Türk- Rus ilişkileri hakkında bilgi elde etmek, son günlerdeki Türk-Rus ilişkilerindeki tehlikeli gelişmeleri doğru anlayıp algılayabilmek için bir bilgilendirme dokümanı ve başucu kitabı olarak kabul edilmelidir.
Günümüz Türk ve Rus liderlerine tarihi ilişkilerdeki rollerini hatırlatıyorum. Fevri davranışlardan kaçınmalarını ve teenni ile hareket etmelerini tavsiye ediyorum.

..