Ergenekon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ergenekon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2016 Cuma

Başbuğ'un Sitemi de, Özel'in Cevabı da Birbirinden Utanç Verici



Başbuğ'un Sitemi de, Özel'in Cevabı da Birbirinden Utanç Verici


Açık İstihbarat
Tarih:10/08/2013 
Türü:İç Politika 


" Ergenekon " davasında hukuksuz bir yargılama sonucu " Müebbet " hapis cezasına çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile tarihe çok özel bir Genelkurmay Başkanı olarak geçmeyi garantilemiş Necdet Özel arasında yaşanan " Sessiz Kalma " polemiği, TSK'nın üst düzeyi açısından giderek utanç verici bir hâl alıyor...



Orgeneral İlker Başbuğ'un şahsında kesilen cezanın Türk Ordusu'na ve Türk Milleti'ne kesildiğini; Başbuğ'un bu davaya bir Genelkurmay Başkanı'nın katil Öcalan'a muadil kılınmak amacıyla eklendiği biliniyor.

Bugün silah arkadaşlarını "Sessiz Kalmakla " suçlayan Başbuğ'un, Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin teröristlerle mücadele ederken dağdan indirilip tutuklandığı gün Genelkurmay Başkanlığı makamında oturduğu da unutulmadı..

Ancak, yaşını başını almış bir komutanın yaşadığı haksızlıkların ve ızdırabın farkındayız; bu nedenle kendisini eleştirme hakkımızı asgari ölçüde kullanmaya gayret ediyoruz.

Kendisini tarihte " İlerici " zannedilen İngiltere sponsorlu Mithad Paşa ile kıyaslarken, Tayyip Erdoğan'ı da tarih okumasından eksik, ezberci bir algının sonucu olarak "gerici" ilan edilmiş Abdülhamid ile eş tutmasına; Sultan II. Abdülhamid gibi donanımlı bir devlet adamını, atlas bilgisi sıfır bir konjonktürel siyasi figürle aynı kare içine koymasına itirazımızı dile getirdik.

Başbuğ'un müebbete çarptırıldıktan sonra Hürriyet gazetesine bir mektup yazarak Tayyip Erdoğan ve Necdet Özel'e sitem etmesi de Türk Milleti'nin yaralanan vicdanı ve onuru bakımından kabul edilemez yaklaşımlarla bezelidir. (Bkz: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24486537.asp)

Bir kere bu mektubun doğrudan Türk Milleti'ne avukat ve şahsi sosyal medya adresleri üzerinden değil de , Hürriyet gazetesi aracılığı ile gönderilmesi başlı başına üzücüdür.

Mektubun içeriğinde Türkiye Cumhuriyet'ne kurulan tuzaklardan hiç bahsedilmezken, şahsına verilen cezanın "adaletsizliğine" dikkat çekilmesi, Tayyip Erdoğan'ın ve Necdet Özel'in "desteklerinin" bu derece önemsenmesi, kendilerinden hâlâ beklenti içinde olunduğunu hissettirircesine saygıyla sözedilmesi gözlerden kaçmamıştır.

Ve akla, "Acaba İlker Başbuğ beraat etseydi, bu dava 'adli' bir dava olarak algılanmaya devam mı edilecekti?" sorusu gelmiştir...

Başbuğ'un her ne kadar satır arasına saklanmış da olsa, Tayyip Erdoğan'a "sen de yargılanacaksın" mesajı göndermesi gözlerimizden kaçmadı ama Erdoğan'ın Habertürk'e yaptığı "içime sinmiyor" açıklamasına bu kadar önem atfedilmesi ve böyle bir açıklamaya istinaden halen ahde vefâ beklenmesi düşüncürücüydü..

Sami Selçuk ve İzzet Özgenç gibi hukukçuların görüşlerinin hatırlatılması da faydasız bir efor olarak akılda kaldı..

Hürriyet gazetesine yazılan mektubun belki de en haklı ve en yalın bölümünü teşkil eden;

"Unutulmasın ki; Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanıdır. Kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yöneltilen haksız, asılsız ve ağır saldırılara karşı da kurumunu korumak zorundadır. Bugün, Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan komutan, verilen bu kabul edilemez karar karşısında, kurumsal sorumluluğu gereği olarak, Sn. Başbakan’ın da kabul etmeyerek tepki gösterdiği bu konuda, devam eden sessizliğini sürdürecek midir?" şeklindeki bölümü ise;

Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin nefer ocağını temsil ettiği hatırlandığında anlamsız kalmakta ve de Teğmen Çelebi tutuklandığında, Genelkurmay Başkanlığı makamında kimin oturduğunu acı acı düşündürmekte dir.

Başbuğ'un sitemlerine yanıt, bu kez Milliyet gazetesi üzerinden geldi. Milliyet'in yeni genel yayın yönetmeni Fikret Bila, "Genelkurmay üst düzeyine" dayandırdığı haberinde şu açıklamaya yer verdi:

“Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyuna açıklama yapmamış olması, sustuğu anlamına gelmez. Dışarıdan sessiz görünebilir ama hemen her gün bu konuya mesai ayırmış ve yetkili muhataplarıyla yaptığı resmi ikili görüşmelerde de İlker Paşa başta olmak üzere komutanlara yöneltilen suçlamaların kabul edilemez olduğunu, uzun tutukluluğa çare bulunması gerektiğini hep yüksek sesle söylemiştir. Siz sanıyor musunuz ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Başbakan’ın İlker Paşa’yla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda Özel Paşa’nın iyi ilişkilerinin ve verdiği bilgilerin hiç payı yoktur? Özel Paşa’nın sesi belki dışarıdan duyulmuyordu ama devlet katında duyması gereken yetkililer hemen her gün duyuyorlardı. Bu bakımdan Genelkurmay Başkanı’nın, komutanlara yöneltilen suçlamalar, tutuklu yargılanmaları ve nihayet verilen ağır cezalar karşısında sesiz kaldığını düşünmek haksızlık olur. Özel Paşa samimiyetle her fırsatta duyduğu derin üzüntüyü yansıtmış; bir Genelkurmay Başkanı’nın terörist ilan edilmesinin, TSK’nın terör örgütü olarak gösterilmesinin kabul edilemeyeceğini yüksek tonla devlet katında sık sık dile getirmiştir.”

Belli ki açıklamayı yapan aslında Necdet Özel'in ta kendisi!

Ortaya koyduğu kişilik profilinden bekleneceği üzere, bu kadar pasif bir cevabı bile kendi ismi ile vermekten çekiniyor...

Kamuoyu tarafından her ne kadar sessiz kalıyormuş gibi algılansa da, meğer kapalı kapılar ardında "her fırsatta" üzüntülerini bildirmiş ve uzun tutukluluk sorununu gündeme getirmiş!

Dikkat edilsin; TSK'nın başına örülen çoraplar, kaynatılan cadı kazanları, PKK'lı gizli tanıklar, sahte belge ve iftiralar değil " Uzun tutukluluklar " gündeme getirilmiş...

Yani, yargılama aslında " Hukuki "... Sadece tutukluluğun süresi konusunda küçük bir sorun var!

Öyleyse, cezalar açıklandığına ve Başbuğ'un yattığı süre müebbete fazlasıyla denk düşeceğine göre, Necdet Özel'in de " Uzun Tutukluluk " konusunda itiraz edeceği bir nokta kalmamış demektir!

Açıklamanın yerlere girme isteği uyandıran kısmı ise şu bölümdür:

" Siz sanıyor musunuz ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Başbakan’ın İlker Paşa’yla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda Özel Paşa’nın iyi ilişkilerinin ve verdiği bilgilerin hiç payı yoktur?  Özel Paşa’nın sesi belki dışarıdan duyulmuyordu ama devlet katında duyması gereken yetkililer hemen her gün duyuyorlardı. .. "

İşte buna susup kalınır!..Meğer Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün, İlker Başbuğ'a merhamet edilmesini ima eden açıklamalarında Necdet Özel'in payı varmış...O olmasa, Gül ve Erdoğan böyle açıklamalar da yapmayacakmış!

Böyle çocukça bir böbürlenme, 21 yüzyılın eşiğinde Türk Ordusu'na sözüm ona kumanda eden kadronun geldiği iflas noktasını göstermesi bakımından ibret vericidir.

Karşılıklı duygusal mektuplaşmalar, Türk Milleti tarafından utançla izlenmekte ve milli şuura kaydedilmektedir...


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10388

9 Ekim 2015 Cuma

AB, Ilımlı İslamı Neden Tercih Ediyor?




AB, Ilımlı İslamı Neden Tercih Ediyor?


Ilımlı İslam modeli Morton Abramowitz-Graham Fuller cephesi tarafından, “ABD’nin yeni Türkiye politikası için” kurgulandı ve uygulamaya kondu.
Özal-Çiller hattındaki “Sermaye partileri” Türkiye’nin Batı tarafından kontrolünde, “beraberinde bazı riskler taşıyordu”. “Kırsaldan ve varoşlardan uzaklaşan bu partiler” Türkiye’de sosyal patlamalara neden olabilirdi. Bu da, devrimci (ve Kemalist) güç odaklarının yolunu açabilecekti.
Güney Amerika’da ortaya çıkan gelişmelerin Türkiye’de de görülmesinden, ABD ve AB’nin ödleri patlıyor. Bu durum,Türkiye’de ılımlı İslam devletinin,“Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine” yavaş yavaş yerleştirilmesinin, “Batı için daha yararlı olacağı” düşüncesini getirdi.
ABD ve İngiltere’nin öncülüğündeki bu hareket Fransa ve Almanya cephesinde önceleri soğuk ve mesafeli karşılandı.
-Fransa zaten, kendi içindeki milyonlarca Müslüman yüzünden büyük sorunlar yaşıyordu. Ayrıca“içinde koruduğu mollaların” İran’da, “Batı karşıtı bir rejim” getirdiklerini gördü ve yaşadı. Bu nedenle Türkiye’de, İslamcı bir devlet yapısına destek vermek istemiyordu.
-Almanya ise 2.5 milyona yaklaşan “Müslüman Türk” nüfusu ile zaten sorunlar içinde yaşıyor. Onları“Almanlaştırmaya çalışırken” Türkiye’de siyasal İslama destek vermesi akılcı gelmiyordu, Washington-Londra hattına bu konuda mesafeliydi.
Ancak öte yandan Türkiye-AB ilişkilerinde Brüksel çok uygun bir ortam yakalamıştı ve 3 Kasım 2002 sonrası iktidara gelen (getirilen) AKP’nin, “AB (ve Batı) için en yararlı hükümet olduğu” gerçeği ortaya çıktı.
AB, Amerika’nın çizgisine giriyor...
Fiilen yaşanan AKP iktidarı, Almanya ve Fransa’nın düşüncelerinin, özellikle 2004 yılından sonra değişmesine neden oldu. ABD ve İngiltere haklıydılar; “Laik Türkiye Cumhuriyeti yerine”, siyasal İslamı öne çıkaran bir yapının yavaş yavaş gerçekleşmesi AB’nin Türkiye ve bölge politikalarıyla örtüşüyordu. Nasıl mı?

1) AB Türkiye’yi üç temel anlaşma ile denetimi altına almıştı(*): Türkiye’deki iç siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik işlerini “AB ülkelerinin bölge çıkarları doğrultusunda yönlendiriyordu”. Bu sürecin, yani “AB sürecinin” aksamadan devamı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikinci plana iten, sosyal hukuk devletinden hoşlanmayan, demokrasiye arkasını dönen bir yapılanma kalıcı hale getirilmeliydi.
Bu da ancak siyasal İslamı öne çıkarmakla sağlanabilecekti.

2) Türkiye’nin, “AB’ye alınmadan AB’nin himayesi altında tutulabilmesi için” ülkenin kimliğinin, daha belirgin bir biçimde farklılaştırılması yararlı olacaktı.
Toplumda siyasal İslam’ın öne çıkması, “Türkiye’nin, (öteki) durumuna sokulmasını kolaylaştıracaktır”.

3) Graham Fuller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabında önerdiği gibi Türkiye, “Ortadoğulu ve Arapçı bir kimliğe yaklaştırılarak”, Batı’nın bölgeye uzanan bir köprüsü olmalıydı.
-AB’nin güdümünde bir Ortadoğu taşeronu…
-AB ile Ortadoğu arasında bir tampon bölge…
-Üstelik, “AB süreci” ile Brüksel’in himayesi altına sokulmuş bir ülke…
Türkiye Cumhuriyeti yerine Ilımlı İslam devleti yapılanması işte bu nedenlerle AB’nin de işine geliyordu. Onlar da AKP’ye destek vermeye başladılar.
Kapatılma davası, Ergenekon ve diğer konularda AB’nin tutum ve baskıları göz önüne alındığında, Brüksel’in kimin ve neyin tarafında yer aldığı açık olarak görülür.
Çelişkili gibi görünse de artık Brüksel de ABD ve İngiltere’nin çizgisine gelmiştir.
Yeni politikanın gereği
Soğuk savaş sonrasında ABD ve AB’nin yeni bölge politikaları bunu gerektiriyor. Ortadoğu ve Türkiye üzerinde ABD ve AB arasında bazı görüş ayrılıkları ve çıkar çatışmaları bulunmasına karşın, “Ilımlı İslam konusunda artık birleşiyorlar”.
“Öteki Türkiye’yi” denetim altında tutabilmeleri açısından onlara daha büyük olanaklar sağlıyor. AKP iktidarı döneminde bu gerçeği fiilen gördüler ve yaşamaya başladılar.
Şimdi sormamız gereken soru şu; içimizde, üç maymunu oynayan kimileri bu gerçeği ne zaman anlayacaklar? İş işten geçtikten sonra mı?
(*) 6 Mart 1995 Gümrük Belgesi,17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005 Çerçeve Anlaşmaları.
www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali


..