HÜSAMETTİN ÖZKAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HÜSAMETTİN ÖZKAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2015 Salı

3. CÜ MEŞRUTİYET İLAN EDİLDİ,


3. CÜ  MEŞRUTİYET  İLAN EDİLDİ,



Erkin Yurdakul 

12.08.2002

Üçüncü Meşrutiyet’in saray entrikaları Meşrutiyet’in tarihsel anlamı şudur:
Türkiye kesintisiz bir bölünme sürecine girmiştir. Her türlü emperyalist müdahaleye açıktır ve milli irade ortadan kaldırılıp yerine Avrupa’nın iradesi konmuştur. Bu sürecin sonu bölünme ve çöküştür.Üçüncü Meşrutiyet yasalarını ilk kutlayon Apo’nun ailesi oldu. Üçüncü Meşrutiyet, Apo’nun kurtulması için kesilen kurbanlarla kutlandı. Apo’nun ailesi çıkan yasaları alkışlıyor.


3. Meşrutiyet darbecilerin sevinç çığlıklarıyla ilan edildi,


3 Ağustos’ta tüm Batıcı, liberal, gerici odakların sevinç çığlıkları arasında Üçüncü Meşrutiyet ilan edildi. Diğer iki Meşrutiyet dönemi gibi darbeli, entrikalı, komplolu bir sürecin sonunda, “tarih yazdık” sloganları eşliğinde, Meclis’te toplanmış bulunan ‘265 adam’ın imzasıyla, Türkiye bir kez daha Avrupa’nın dikte ettirdiği yasaları anayasası haline getirdi. 

Meşrutiyet’in tarihsel anlamı şudur: Türkiye kesintisiz bir bölünme sürecine girmiştir. Her türlü emperyalist müdahaleye açıktır ve milli irade ortadan kaldırılıp yerine Avrupa’nın iradesi konmuştur. Bu sürecin sonu bölünme ve çöküştür.

Çıkarılan yasalar Cumhuriyet’in tüm siyasal dayanaklarını ortadan kaldırmaktadır. Artık ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan Türk halkına Türk milleti’ denemeyecektir. Emperyalistler bunu kabul etmemek için çıkarılan yasaları göstereceklerdir. Bu yasalarla milli iradenin meşruiyeti, azınlıklara bölünmek suretiyle ortadan kaldırılmıştır.

Yaşanan sadece birkaç olumsuz yasanın çıkmasıyla sınırlı değil. Bu yüzden her şey olağanmış gibi bir ruh halinden kurtulmak gerekiyor. Bugüne kadar yaşananlar belki “olağan” karşılanabilirdi ama bu sefer çok ciddi şeylerin değiştiğini görmemiz gerekiyor. Ciddi bir stratejik saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu ve düşmanın kazanması için ona her türlü olanağı verdiğimizi görmeliyiz. 3. Meşrutiyet’le beraber artık Cumhuriyetsiz yaşadığımızı bilelim.

Meşrutiyet’in Temeli azınlık Politikasıdır,


Darbenin örgütçüsü TÜSİAD AB’nin bizden ne istediğinin farkındadır: Batı, Türkiye’den yeni bir Islahat Dönemi istiyor. Islahat’ın iktidarını bulmuş hali Meşrutiyet’tir. Islahat’ın anlamı, azınlıkları kullanarak ulusu bölmektir. Bugün Kürtçe eğitim ve yayının tüm siyaseti belirlemesi bundan kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak, bu 3. Meşrutiyet’te Hıristiyan ve diğer “azınlıklar” da unutulmamıştır.

Tanzimat’ın ilanından 1. Meşrutiyet’e kadar olan süre, bu politikanın temelinin yaratılması ile geçen süreydi. 1838 Ticaret Sözleşmesi ve 1854’teki ilk borçlanma tüm Meşrutiyet dönemine kaynaklık eder. Bunun günümüzdeki paraleli, darbeci TÜSİAD’ın elindeki ekonomik kriz silahıdır.

Azınlıklara verilen ayrıcalık, Meşrutiyet dönemlerinin tüm toprak kayıplarının, emperyalist anlaşma ve müdahalelerinin gerekçesi olmuştu. Bunun paraleli 3 Ağustos’ta çıkarılan yasalardır.

Her Meşrutiyet İlanını bir Toprak Kaybı izledi


Meşrutiyet dönemlerini Türkiye’nin parçalanması takip eder. İlk Meşrutiyet sonrasını Balkanlar’ın parçalanması, İkinci Meşrutiyet sonrasını ise batıda Çatalca’ya kadar toprakların kaybedilmesi oluşturur. Aynı dönem, doğuda Musul’a kadar Osmanlı egemenliğinin fiilen bitmesi anlamına gelir. Artık doğunun sahibi, İngiliz ve Fransız emperyalistlerdir.

Zaten tüm Türk siyaseti de Batının eline geçmiştir. Avrupa taleplerini yerine getirmek için gerekli yasal düzenlemeler yapılmasına, Avrupa Konseyi’ne girilmesine ve hatta toprak bütünlüğünün Avrupa Devletler Hukuku’nca garanti altına alınmasına karşın sonuçta Tanzimat ve iki Meşrutiyet’in yarattığı Osmanlı ortadadır.

Kıbrıs’ın elimizden çıktığı tarih, 1. Meşrutiyet’in ilanından iki yıl sonraya rastlar. Toprak bütünlüğümüzü kurtarmak için Avrupa’nın dikte ettiği yasaları kabul ettikçe toprak kaybeder dururuz. 3. Meşrutiyet Meclisi’nin Kıbrıs’ı kurtarmak için AB yasalarını çıkarttığını iddia etmesi ilginç ve acı bir rastlantıdır. Görünen o ki, 1. Meşrutiyet’le elden çıkan ve ancak Cumhuriyet’le yeniden kazandığımız Kıbrıs’ın kalan kısmı bu sefer de 3. Meşrutiyet’le elden çıkacaktır.

Bugünkü Meşrutiyet politikası bir öncekilerle aynı sonuçları verecektir. Aynı gerekçelere, aynı güçlere dayanan aynı politika, aynı sonuçları doğuracaktır. Tek farkla ki: Dün Meşrutiyet’in sonuçlarını Türk olmayan topraklardan başlayarak görmüştük ve 1. Dünya Savaşı sonunda Türk topraklarının parçalanmasına kadar en azından elli yıllık bir süreç geçmişti. Bugün Meşrutiyet’e Türk topraklarından başlıyoruz.

3. Meşrutiyet’in kahramanları ,


Bu yeni Meşrutiyet bir öncekiler gibi kahramanlarını da yaratmıştır. 7 Haziran liderler zirvesini toplayan AHMET NECDET Sezer, DSP’yi bölen HÜSAMETTİN Ö
zkan ve İSMAİL Cem, yasalar görüşülürken sabahlara kadar uyumayıp müdahale eden Mesut Yılmaz, kriz silahını hükümet kanadında elinde tutan Derviş Meşrutiyet’in kahramanlarıdır, ‘evet’ oyu veren 265 milletvekili kahramanların neferleri, medya ve Tuncay Özilhan başta olmak üzere “sivil toplum” ise ‘gizli’ kahramanlardır.

Üçüncü Meşrutiyet’in kahramanları diğer kahramanlardan çok daha zavallıdır. İkinci Meşrutiyet’in kahramanı Enver en azından halkın arasına çıkıp sevinç gösterilerine katılabiliyordu. Şimdikiler ise Cem’in Kayseri gezisinde görüldüğü gibi halkın arasına çıkma denemesi yaptıkları anda bozguna uğruyorlar.

Hepsi bu Meşrutiyet’in en ufak bir halk desteğine sahip olmadığının da bilincindeler. Bu yüzden seçim bu Meşrutiyet kahramanlarının hepsini birden korkutmaktadır. İttifak tartışmaları bunu gösteriyor. Gerçi seçimin Meşrutiyet’i engelleyebileceğini düşünmek yanlış olur. Seçimli seçimsiz darbe süreci Batının yeni talepleri ile birlikte ilerleyecektir.

Bir parlayıp bir sönen tüm bu kahramanlara rağmen, bu Meşrutiyet’in gerçek kahramanı Bülent Ecevit’tir. O, Türk siyasetindeki klasikleşmiş görevini yine bu kritik anda yerine getirerek Meşrutiyet sürecinin değişmez kahramanı olduğunu göstermiştir. Meclis’ten o ihanet yasalarının bir günde çıkarılabilmesi Ecevit’in eseri olmuştur. Tüm bu darbe sürecinde kendisi hedef tahtasında olduğu koşullarda dahi, süreci Avrupacıların inisiyatifine sürüklemeyi bilmiştir.

DSP’ye yönelik operasyondan sonra herkesin ihtiyatlı durmasını beklediği Ecevit, inanılmaz bir iradeyle darbenin Meclis üstünde sallanan kılıcını, tüm düğümlerin çözümünde kullandı. Düne kadar, bağımsızlık, HADEP tehlikesi, AKP tehlikesinden bahsederek, Şükrü Sina Gürel gibi bir ismi Dışişleri Bakanlığı’na getirerek AB konusunda ihtiyatlı bir tutum sergilediği izlenimini yaratmıştı. Ancak Şükrü Sina Gürel ve Ecevit tüm yasaların inanılmaz bir hızla geçmesi için ellerinden geleni yaptılar.

3. Meşrutiyet Yasaları Misak-ı Milli’nin ortadan Kaldırılmasıdır


Siyasetçilere ve medyaya göre çıkarılan yasalar sonrasında AB’ye üyelik için müzakere tarihi alınabilecektir. Vermezlerse veya başka koşullar da önümüze sürerlerse ne yapılacağını Ecevit söylemektedir: “Onların da gereğini yaparız”. Darbenin gizli kahramanı medya, ilave etmektedir: “Kopenhag bitti sıra Maastricht’te”. Öncekiler gibi 3. Meşrutiyet’in kahramanları da Avrupa’dan daha Avrupacı olma geleneğini sürdürmektedirler.

Ancak Türkiye’nin AB üyeliği veya bu doğrultuda tarih alınması gibi herhangi bir gelişme ne daha önce verilmiş üyelik takvimini ne de AB’nin Türkiye’ye yönelik bakışını etkilemektedir. Türkiye’nin bu yasalarla yapmış olduğu tek şey, AB’nin Türkiye üzerindeki siyasetini teyid ederek, ona anayasal bir meşruiyet sağlamış olmaktır.

Yasaların anlamı Batının yüz yıllık Kürt politikasına ilk kez Türkiye Cumhuriyeti devletince onay verilmesi ve bir Kürt nüfusunun tanınmış olmasıdır. İstenildiği kadar, bu haklar azınlık değil, özel hukuk çerçevesi içinde verildi denilsin. Dilin tanınması nüfusun da tanınması anlamına gelmektedir.

Bugüne kadar Türkiye’nin siyaseti bir Kürt azınlık nüfusun olduğunu tanımamaktı. Bunun en önemli unsurlarından biri de “tek dil” politikasıdır. Kürtçe eğitim ve Kürtçe yayına ilişkin yasa bu politikanın terk edilmesi anlamına gelmektedir. AB’cilere bakarsanız yapılan düzenlemeler neredeyse önemsiz bir lehçenin öğretimiyle eş tutulmaktadır. Hayır, sözkonusu olan “dil”dir. Dil, nüfus öğesidir.

Gerek Avrupa’nın başka ülkeler üzerindeki politikalarını takip edenler, gerekse PKK’nın bu doğrultudaki siyasetlerini takip edenler bu gerçeği açıkça göreceklerdir. Bir dilin özel veya kamusal, ülke içindeki eğitimi, öğrenim ve yaygınlaştırılması kabul edildiği anda özerk veya ayrı bir nüfus da tanınmış olur.

Cumhuriyet’in temeli Misak-ı Milli ve Atatürk milliyetçiliğidir. Devletin temeli olan ulus, Atatürk tarafından çok net bir şekilde tanımlanmıştır. “Cumhuriyet’i kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir”. Bu ulus tanımı etnik, ırksal ve dilsel bir nitelik taşımaz. Aynı vatan toprağında yaşayan ortak bir kültür, ortak bir kader, ortak bir geçmiş ve ortak bir gelecek projesine sahip halkın birliğini ifade eder. Bu birliği ırk, etnik köken ve dile bağlı olarak bölmek Cumhuriyet’in temellerinin ortadan kaldırılmasıdır.

Tarih bir ulus içindeki farklılıkların artmasına değil, gitgide azalarak ortadan kalkmasına tanıklık etmiştir. Bir ulus içindeki farklı diller, uluslaşma süreci içinde ‘tek dil’ haline gelerek silinir. Bu doğal bir süreçtir. Doğal olmayan, emperyalistlerin müdahale ederek bu süreci kesintiye uğratmasıdır.

Kürtçe eğitim ve yayın AB’nin askeri müdahalesinin önünü açacak

Tartışılan dilin Kürtçe olması daha da önemlidir. Çünkü Türkiye içinde Kürt azınlık yaratma politikası AB’nin Türkiye için öngördüğü temel politikadır. Bunun bir paranoya olduğunu ileri sürenler ilk iki Meşrutiyet’in azınlık yaratma politikasının hangi sonuçlara yol açtığını izleyebilirler. Cumhuriyet döneminin her iki büyük Kürt ayaklanmasının arkasında İngiltere’nin oluşu hatırlanmalıdır.

Bu da yeterli olmadıysa son on yılda Yugoslavya’nın NATO’nun silahlarıyla nasıl paramparça edildiği ortadadır. On yılın bütün savaşları azınlık yaratma politikası temelinde gerçekleşmiştir ve hepsinde Avrupa başroldedir. Türkiye’ye benzer ülkelerde azınlık haklarının kabul edilmesinin ilk sonucu birkaç yıl içinde Batının ülkeye müdahale etmesi olmuştur. Son birkaç yıl içinde 10’un üzerinde devletin kurulması bölünmenin ne kadar hızlı gerçekleşebileceğini gösterir.

Yugoslavya’da yaşananların Türkiye’de de yaşanmaması için hiçbir neden yoktur. Bugün Kürtçe eğitim ve yayını kabul eden Türkiye yarın Kürtlerin azınlık statüsünü kabul etmek zorunda kalacaktır. Türkiye’nin bölünmesi Türklerin ve Kürtlerin iyiniyetiyle engellenebilecek basit bir sorun değildir. Aynı zamanda sorun salt PKK’nın örgütlenmesi sorunu da değil, AB müdahalesinin tanınması sorunudur. Gerçekleştirilen yasal düzenlemeler AB müdahalesine davetiye çıkartmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Tüm bu yasaların mantığı, Lozan’a ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırı olarak azınlık olgusunun tanınmasıdır. Azınlıkların varlığı kabul edildiği andan itibaren bundan doğan haklar uluslararası hukukun koruması altına alınmış olur. Bunun anlamı ise ‘uluslararası toplum’ maskesi altında emperyalistlerin azınlık haklarını koruma adına yasal müdahale hakkının doğmasıdır. Bir darbe iradesiyle, fiilen çökmüş bir hükümetle bu yasalar devreye sokularak bu yasalar çerçevesinde en geniş bölücü müdahaleye olanak tanınmaktadır.

Apo Milletvekili bile Olabilir ,


İdamın kaldırılması ve Kürtçenin yasalaşmasıyla birlikte PKK sorunu da büyük önem kazanmaktadır. Kürt nüfusun tanındığı yetmezmiş gibi, bölücü siyasal hareketin lideri de kurtarılmış olmaktadır. İddia edilenin aksine Apo’nun ne zamana dek ‘içerde’ olacağına dair hiçbir güvence yoktur. Yarın bir başka 265 kahraman gelir ve Apo’yu tümden kurtarır. Hatta Ömer İzgi’nin açıklamasına göre şu an bile kimsenin bir şey yapmasına gerek kalmadan Apo 12 yıl yatıp çıkabilir. Mevcut yasal düzenleme buna izin vermektedir.

Şimdiden HADEP, Apo’nun yakınları ve avukatları aftan sözetmeye başlamışlardır. Kardeşi, Apo’nun seçimlere girip milletvekili olmasından bahsedebilmektedir. Bugünkü parlamenter yapı içinde öne sürülenlerin gerçekleşmesi olanaklıdır ve bunu engelleyecek bir mekanizma yoktur. Logosunda “Türkiye Türklerindir” yazan bir gazetenin genel yayın yönetmeninin yazılarında Kürtçe sloganlar attığı bir ülkede her şey olanaklıdır. Türkiye, Başbakan Yardımcısı’nın HADEP’le seçim ittifakı düşlediği bir ülkedir.

Kaldı ki Apo’nun siyaset yapması için cezaevinden çıkmasına da gerek yoktur. Yakalandığından beri fiilen PKK’yı yönetmektedir. Hatta böylesinin çok daha güvenli olduğu söylenebilir. İstihbarat örgütlerinin cirit attığı ülkelerde kaçak yaşayacağına devletin koruması altında örgütünü yönetmesi daha kolaydır. İdamın kaldırılmasıyla mülteci gittiği hiçbir ülkenin göstermeyeceği kolaylık da sağlanmış, can güvenliği de devletin koruması altına geçmiştir.

HADEP’in Meclis’e girmesiyle birlikte Apo’nun, hem de Türk devletinin koruması altında, politika yapmasına izin verilecektir. Avrupa “Kürt nüfusunu” bir parçalama aracı haline getirmek için siyasal araçlara da sahip olmuş olacaktır. Bu süreçte açılacak Kürtçe eğitim kurslarına vatandaşın ne kadar ilgi göstereceği şüphelidir ama bunların Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı resmi PKK büroları olacağı açıktır. Bu yönden de PKK’nın siyasallaşmasının önü açılmıştır.

Yeni Tanzimat’ın Azınlık Sevdası


Diğer yasalar da önceki iki Meşrutiyet’in ve onları hazırlayan Tanzimat’ın kelimesi kelimesine bir tekrarıdır. AİHM’nin tazminatı yeterli bulmadığı koşullarda yargılamayı tekrarlatabileceği hükmü yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasıdır.

AB sürecinin doğal sonucu olarak hukukun bütünleştirilmesi olarak açıklanan bu değişiklik özünde kapitülasyon mahkemelerinden faksızdır. Çünkü yasalardan yararlananların kimler olacağı açıktır. Şimdiye dek AİHM’nin önüne gelen dosyaların büyük çoğunluğu ya ‘Kürt azınlık’ sorunuyla ilgilidir, ya da ‘işgalden zarar gören Kıbrıslı Rumlar’la. Bu değişikliğin kabul edilmesiyle birlikte Avrupa’nın isteği üzerine tazminat ödemekle kalmayacağız, beğenmedikleri yargılamaları tekrarlamak zorunda kalacağız.

Bu yasayla birlikte Meşrutiyet Cumhuriyet’in ikinci temeline de dinamit koymuş olmaktadır. Misak-ı Milli, azınlık yasalarıyla ortadan kaldırılırken yargı bağımsızlığı da AİHM kararıyla ortadan kaldırılmaktadır.

Azınlık vakıflarına gayrimenkul edinme hakkı tanınması ise Tanzimat’ın temel maddesi olan ‘can ve mal güvenliği’ni hatırlatmaktadır. Azınlık vakıfları Osmanlı döneminden beri Türk ulusuyla bütünleşmemiş, aksine hep emperyalistlerin uzantısı işlevini yerine getirmişlerdir. Osmanlı toprakları Batı tipi özel mülkiyete açıldığında bundan ilk faydalananlar azınlık vakıfları olur. Türkiye’nin ilk kompradorları bunlardır.

Yerine getirdikleri diğer iki işlev ise belki daha da önemlidir. Açtıkları okullarda misyoner faaliyeti yürüterek Türk ulusal kültürünü yıkmayı hedeflerken bir yandan da Ermeni ve Rum terör örgütlerine destek olurlar. Mülk edinme haklarının ellerinden alınmasının nedeni de budur. Şimdi ise bu hakka yeniden kavuşmaktadırlar. Bu hak geriye doğru da yürüyecek ve kaybettiklerini bir bir geri alacaklardır.

Bunların elindeki varlık hiç de küçümsenecek türden değildir. 165 Rum, Ermeni ve Musevi vakfının elinde 91 okul, çoğu Beyoğlu ve Şişli’de bulunan yüzlerce gayrimenkul bulunmaktadır. Bu yasayla birlikte emperyalistlerin uzantısı niteliğindeki azınlık vakıflarının Türkiye’deki ağırlığı artacaktır. Bunun büyük devlet olmanın gereği olduğunu savunanların bu politikanın Osmanlı’yı nereye götürdüğüne bakması yeterlidir.

3. Meşrutiyet, Orduyu safdışı Ediyor ,


Bu yasaların Türk siyaset tarihinde, Avrupa’nın Islahat’la azınlıkları palazlandırma politikasının paraleli ve günceli olduğunu görmeden Türk halkı için gelecek vaadeden bir siyaset üretmek mümkün değildir.

Bu yasaları çıkaran hükümet bitmiştir. Geçtiğimiz dönemin tüm sorumluluğu onlar üzerine atılacaktır. Ancak bu yasalar kalıcıdır. Geri dönüşü zordur. Yasalar kalksa bile şu anki rejim azınlık olgusunu ve Lozan’ın reddini tanımış olmaktadır. Seçimden sonra parlamento çok daha AB’cidir, çok daha teslimiyetçidir.

Bu sürecin darbeciler dahil herkesi şaşırtan bir yönü ordunun sürece ses çıkarmamasıdır. Yasaların bu kadar kolaylıkla geçirilebilmesinde bunun da etkisi olmuştu. Bugüne kadar ordu, hem Kürt sorununda, hem de idamda ve Apo’da taraftı. Gelişmelere yönelik tavrını “biz tarafız” diyerek gösteriyordu. Ancak bu yasaların geçmesi artık bu konuda inisiyatifi AB’cilerin eline vermiştir. Kürt sorununu ve idamı bir parlamenter sorun haline getirmiştir. Ordunun ülke kaderi üzerindeki inisiyatifi büyük ölçüde kırılmıştır.

Zaten AB’ye uyum sürecinin önemli bir maddesi de ordunun siyaset üstündeki etkisinin kaldırılması değil miydi? Batının Türkiye ile ilgili siyasetlerinde esas sorun da ordu olarak gözüküyordu. Parlamentonun Cumhuriyet iradesinin devamı konusunda bir tavrı hiç olmadı ancak siyaset üstündeki ordu etkisi Cumhuriyet’in esasları olan ulusal-devlet prensiplerinin devlet politikasının temeli olarak kalmasını sağlıyordu. Ordu da özellikle 28 Şubat’tan beri parlamenter siyasetin orduyu safdışı bırakma politikalarına direnmişti.

Şimdi 3. Meşrutiyet darbesi ile ordunun üzerinde çok daha güçlü bir baskı oluşturulmuş bulunuyor. Darbecilerin sevinçleri de esasen bundan kaynaklanıyor.

Bu darbe sürecini yalnızca ordu engelleyebilirdi. Ordunun her ne sebeple olursa olsun, böyle bir sürece sessiz kalması ciddi bir stratejik zaaftır. İçinde bulunduğumuz an Çanakkale’de “düşmanın boğazı gördüğü an”dır. Bu an ise hiçbir bahane kabul etmez bir şekilde tüm kuvvetlerin toplanarak, yabancı müdahalesine direnmesi gerektiğine işaret eder. Sessizlik, geri dönülmesi çok zor durumlar yaratacaktır. Yaratmıştır. Beklemek her ne sebeple olursa olsun, büyük bir zaaftır.

Ordu 15 yıl boyunca savaştığı PKK terörizmini, giderek ciddi bir tehdit haline gelen Kürt devleti politikasını parlamenter iradeye bırakmakla ciddi bir kıskaç içine alınmıştır. Çünkü artık ordunun müdahale edebileceği bir parlamenter yapı bile yoktur. Meşrutiyet darbesi ile birlikte fiilen parlamento da ortadan kalkmıştır.

Bir bakanının istifasını bile sağlayamayan fiilen çökmüş bir hükümete rağmen, her bölücü yasa tıkır tıkır geçmektedir. Türkiye tarihinin en ciddi siyasal krizinin yaşanması gerektiği durumda, rekor sayıda yasa geçebiliyor. Çünkü parlamento devreden çıkarılmıştır. Türkiye’nin yönetimi, sermaye öncülüğünde darbecilerin elindedir.

Gelen seçim de bu durumu değiştirmeyecektir. Parlamento üzerinde Meşrutiyet kanunları, darbeci müdahale giderek artan bir şekilde geçerli olacaktır. Kürt sorunuyla savaşa çekilen Türkiye, Kıbrıs’ta da aynı kıskaca alınacaktır. Meşrutiyet dönemi orduya da Batıcı müdahalenin mümkün olduğu bir dönemdir.

Mevcut siyasal yapı içinde bölünme saldırısına direnme olanağı kalmamıştır


Türkiye’nin içine girdiği dönem mevcut kurumlar içinde yapılabilecek bir şey bırakmamaktadır. Çok somut bir parçalanma, çok somut bir savaş durumuna doğru sürüklendiğimizi görebiliyoruz. Sorun, kesinlikle yasal bir sorun olarak algılanmamalıdır. Buna Meşrutiyet dememizin sebebi budur. Sadece bir takım fermanların ilanı değildir ortadaki. Bölünmeyi fiilen yürürlüğe koyacak irade de darbeyle iktidardır ve inanılmaz olanaklara sahiptir.

Devrim yaparak vatanı kurtarmak


Çıkan bu yasaları ve darbeci AB iktidarını tanımak vatanın bölünmesi ve Türk halkının ezilmesi anlamına gelmektedir. Bu yüzden bu yasaları onaylamak anlamına gelecek her türlü siyaset terkedilmek zorundadır. Bu ne seçim işidir, ne de bunlar üzerinde yaratılmaya çalışılacak bir baskı işidir. Bu siyasal yapı çerçevesinde atılacak her adım ihanete ortak olmak anlamına gelmektedir. Ulusal-devleti yeniden meşru, halk iradesini yeniden hakim kılacak kuvvetler ülkenin kaderini almalıdır.

Bu yeni Meşrutiyet dönemiyle birlikte Türkiye’nin ordusuz çözemeyeceği sorunlar yaratılmıştır. ABD’nin Irak operasyonu bir Kürt Devleti yaratmak içindir. Buna parlamentonun yeni yasalarının yarattığı siyasal tehlikeler de eklenmiştir. Türk parlamentosunun ilan ettiği AB yasalarıyla ABD müdahalesi ayrı düşünülemez. Kıbrıs sorunu Türkiye’yi savaşa mecbur kılacaktır. Ordunun savaş durumuna göre tavrını belirlemesi kaçınılmazdır.

Savaşa ve parçalanmaya direnecek bir halk kuvveti yaratmak zorunludur. Böyle bir kuvvetin ne zaman yaratılacağı ve nasıl bir biçim alacağını zaman gösterecektir. Ama ortada olan tek gerçek, Türkiye’nin yeni bir Meşrutiyet döneminde olduğudur. Cumhuriyet, 3. Meşrutiyet’in ilanıyla tasfiye edilmiştir. 1839’da başlatılan Meşrutiyet süreci ve parçalanma ancak 1920’de bir devrimle engellenebilmiştir. Ancak bu sefer 80 yıl beklemek düşünülemez. Çünkü bu kadar sürede üzerinde devrim yapabileceğimiz bir vatanın kalacağı bile şüphelidir. Cumhuriyet’i yeniden kurmanın yolu Meşrutiyet’i yıkmaktan geçmektedir ve devrim ihtiyacı hiç olmadığı kadar acildir. Karşılaşacağımız sorunlar da, yapılacaklar da buna göre oluşacaktır. Atatürk’ün dediği gibi “kahredici bir istibdata karşı ancak ihtilalle cevap vermek” zorunluluğu vardır. Enerjimizi bundan başka bir iş için harcamak abestir. Hazırlık devrim yaparak vatanı kurtaracak bir Kuvayı Milliye örgütü için yapılmalıdır.

http://www.turksolu.com.tr/10/kapak10.htm

..

18 Kasım 2014 Salı

HÜSAMETTİN ÖZKAN KENDİ KALEMİNDEN ÖZĞEÇMİŞİ VE SİYASİ KARİYERİ

HÜSAMETTİN ÖZKAN KENDİ KALEMİNDEN ÖZĞEÇMİŞİ VE SİYASİ KARİYERİ


                       HÜSAMETTİN ÖZKAN'IN ANATOMİSİ

Açık İstihbarat Not: 
http://www.acikistihbarat.com/Dosyalar.asp?dosya=91Basın24.com sitesinin sahibi Ümit Oğuztan tarafından iletilen ve son zamanlarda yeniden sahneye çıkan Hüsamettin Özkan ile ilgili kapsamlı bir derleme olarak; çarpıcı iddiaları gündeme getiren bu metni; okuyucularımızın ve bu iddiaları cevaplamak isteyenlerin dikkatine sunuyoruz

*********

Adı: Hasan Hüsamettin
Soyadı: ÖZKAN

Doğum yeri: Kayseri/Develi
Doğum tarihi: 1951

Öğrenimi: Galatasaray Ticari İlimler Akademisi İşletmecilik Yüksek Okulu.
Resmi unvanları: Başbakan Yardımcısı, DSP İstanbul Milletvekili, Diyanet'ten
DİE'den ve Halkbank'tan sorumlu devlet bakanı.
Gayrı/resmi unvanları: Bülent Ecevit için, DSP'li bakanlardan sorumlu devlet
bakanı.

Yakıştırılan unvanlar: DSP'li milletvekillerinden sorumlu devlet bakanı, sağ
partilerle ilişkilerden sorumlu devlet bakanı, gayrı/resmi grup
başkanvekili.

Lakapları: Siyasi komiser, çantacı, tilki, 'küçük Hüsamettin.'

Siyasi geçmişi: 19-20 ve 21 olmak üzere 3 dönemdir milletvekili, 1990'da CHP
açılırken Ecevit'i terk etmeyen 2 adamdan biri (DSP'liler Ecevit'e CHP'nin
başına geçmesini önerdiklerinde, 'Genel Başkanım, siz CHP'ye gitseniz bile,
ben DSP'yi bırakıp gitmem' diyen diğeri, şimdi 'çile  çiçeği')
DSP ile bağı: Ağabeyi Necdet Özkan, eski DSP Bayrampaşa Belediye Başkanı.

En yakın dostları: Mikdat Alpay, Mehmet Ağar, Turgut Yılmaz.

Gayrıresmi ortakları: Turgay Ciner, Bahattin Yücel, Necati Kurmel

Resmi akrabaları: Ağabeyi Necdet Özkan, Gülay Aslıtürk'ün kocası Orhan
Aslıtürk, Maliye Bakanı Sümer Oral.

Kıyafetleri: İtalyan

Yaz tatilleri: İtalya'dan

En önemli özelliği: Devletin 5 kuruşunu yemez


                   KENDİ KALEMİNDEN ÖZGEÇMİŞİ

Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin Özkan, 1995
seçimlerinden sonra TBMM'ye verdiği "Milletvekilleri Tanıtma Formu"nda
askerliğini kısa dönem Deniz Piyade Eri olarak yaptığı halde "Yedek subay"
olarak yazdı. Özkan'ın böyle bir beyanı niye yaptığı anlaşılamadı.
Hasan Hüsamettin Özkan'ın gerçek askerlik künyesi ise şöyle: Sınıfı: Deniz
Piyade, Eğitim Birliği: İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı, Rütbesi:Er, Sicil
no:381, Askerlik süresi: Kısa dönem 4 ay..

Özkan'ın Türkiye'de üç sosyal güvenlik kurumu olan Emekli Sandığı, SSK ve
Bağkur'da kaydı bulunuyor.
Yakından tanıyan kaynaklar, Özkan'ın yabancı dil bilmediğini belirtiyorlar.
Ancak, tanıtma formuna Özkan'ın 'orta' derecede İngilizce okuma, yazma  ve
konuşma kabiliyetinin olduğu yazılmış.

Özkan'ın DSP öncesinde siyaset içinde yer almadığı bilinmesine rağmen
özgeçmişinde yazdığı şu cümle de çok ilginç:
"Türk siyasi hayatına 1070'li yıllarda CHP'de ilçe teşkilatında ve gençlik
kollarında üye ve delege olarak faaliyete başladım."
"20 Haziran 1950 Kayseri İli Develi İlçesi'nde dünyaya geldim. İlkokulu
İstanbul Laleli Koca Ragıp Paşa'da, ortaokul ve liseyi İstanbul Aksaray
Pertevniyal Lisesi'nde, yüksek öğrenimimi de İstanbul Galatasaray İktisadi
Ticari İlimler Akademisi İşletmecilik Yüksek Okulu'nda tamamladıktan sonra,
Bayrampaşa'da iş hayatına atıldım.

1976 Temmuz ayında kısa dönem Yedek subaylık görevimi yapmak üzere
İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı'na gittim. 4 ay kısa dönem askerlik
görevimi yaptım. 1974 yılında evlendim. 2 kız çocuğu sahibiyim. Askerden
sonra da aynı işle iştigal ettim.

Türk siyasi hayatına 1970'li yıllarda CHP'de ilçe teşkilatında ve gençlik
kollarında üye ve delege olarak faaliyete başladım. 1980 senesinden 1991
senesinin Mart ayına kadar siyasetin dışında kaldım. Sadece ticari
faaliyetime devam ettim.

1991 seçimlerinde Demokratik sol Parti'den İstanbul 6. Bölge'den
milletvekili oldum. Halen Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili olarak
görev yapmaktayım."

                   SİYASETE PARAŞÜTLE İNDİRİLDİ

1991 genel seçimlerinde İstanbul Gaziosmanpaşa'da Mehmet Sevingen'le
birlikte seçilerek milletvekili oldu. 91 seçimlerinden önce DSP'de kendisini
kimse tanımıyor. Seçimlerin milletvekilliği son başvuru tarihi ayın
20'siydi, Hüsamettin Özkan adı 19'unda getirildi. Özkan'ı paraşütle
milletvekili adayı yapan Ecevit'in o dönemki prensi Ali Dönmez.

                                             AİLESİ

Eşinden ayrı yaşıyor. Hüsamettin Özkan'ın büyük kızı BRT'de ekonomi-borsa
yorumculuğu yapan Prof. Erdoğan Alkin'in oğlu Doç. Kerem Alkin'le evlendi.

                                      MAL VARLIĞI

Hüsamettin Özkan'ın 1991 seçimlerinden sonra TBMM'ne verdiği mal beyanıyla
1999'da verdiği arasında büyük fark var.
1991'de verdiği mal varlığında şunlar var:
750 metrekare İstanbul'da arsa.
1500 metrekare İstanbul'da arsa.
1 adet şirket (Özkan İnşaat San. Ve Tic. Ltd.Şti.)
Oturduğu evde de kiracı görünüyor.
Özkan'ın şimdi (1999) 5-6 tane antika arabası ve 2 tane de yatı var.
Akmerkez'in yakınında bir işhanı yaptırdı.

Özkan, antika otomobilleri çok seviyor. 1991'den sonra TBMM'deki en büyük
işi ABD'den antika otomobilleri için parça getirtmek oldu. Bunun için de DSP
TBMM Grubu'nun 420 55 46 nolu faksını kullandı. Kendisi hiç İngilizce
bilmediği için parça getirtmek için yazışmalarını Grup Danışmanı Füsun
Koroğlu'na (şimdi Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı) yaptırdı. Gruba her sabah
geldiğinde ilk sorduğu yolladığı fakslarına yanıt gelip gelmediği oluyordu.

          OTOMOBİLLERİ-ARKADAŞLARI-İLİŞKİLERİ

Ağabeyi Necdet Özkan, eski DSP Bayrampaşa Belediye Başkanı. En büyük
ağabeyleri Prof. Şehir Bayır Özkan, Cerrahpaşa Göğüs Hastalıkları'nda
öğretim üyesi.

Özkan, solcu değil. DYP'de çok akrabası var. Çevresi ise ANAP'lı.

DSP'de yükselmesi iki nedene bağlanıyor: Hiç konuşmaması ve Rahşan Ecevit'le
iyi geçinmesi. Özkan, bugüne kadar hiçbir konuda ne TBMM'de ne partide
düşüncesini açıklamadı.

Hüsamettin Özkan'ın ağabeyi Necdet Özkan'ın eşi, Orhan Aslıtürk'ün kız
kardeşi. Hüsamettin Özkan, Aslıtürk'ü hep kolladı, yakın çevresine
Aslıtürk'ü DSP'den milletvekilli yapmayı düşündüğünü söyledi.

Necdet Özkan, yerel seçimlerde Bayrampaşa Belediye Başkanlığı'nı kaybetti.
Kazanan refah Partili Hüseyin Bürge'ydi. Bürge'nin eşi, Özkanla'la akraba.
Seçimden sonra Bayrampaşa'da seçim kulislerinde: "Özkanlar kaybetmedi, DSP
kaybetti" diye konuşuldu.

Hüsamettin Özkan'ın her dönem polisle arası iyi oldu. Ya Polis Vakfı'nın ya
Trafik Vakfı'nın yönetim kurulu üyesi. Eski DYP İl Başkanı, Grundig (Cihan
Elektronik) Genel Müdür Yardımcısı Maral Öztekin Polis Vakfı'nın
başkanıyken, Özkan da yönetim kurulu üyesiydi.

Özkan'ın, Mehmet Ağar'la arası çok iyi. Ağar, İçişleri Bakanlığı'ndan
alındığında DYP'liler bile bu işin büyüyeceğini düşünerek, 'Başımıza bir iş
gelir' düşüncesiyle Ağar'a yaklaşmıyorlardı. Ağar görevden alındığı gün onu
tek teselli eden, avutan Özkan oldu. Birlikte yemek yediler. Özkan, "Takma
kafana hiçbir şey olmaz" dedi.

Hüsamettin Özkan, 4 yıl öncesine kadar müteahhitlik yapardı,
Etiler/Nispetiye caddesinde inşaat işi yapıyor, şişli'deki TÖMER'in Etiler
Nispetiye caddesindeki İnterbank ve Jaguar'ın bulunduğu binayı o yaptı.
Necdet Özkan ise durmadan içiyor. Eskiden de çok içki içerdi. Bayrampaşa
Belediye Başkanıyken öğlen saat 14'ten itibaren içki içmeye başlardı.

                     BÜYÜK KULÜP VE P-2 LOCASI

Hüsamettin Özkan İstanbul'daki Büyük Kulübün üyesi, buraya üyeliğe giriş
aidatı 25 milyar lira. Büyük Kulüp, İtalya'daki kontr/gerillanın yuvalandığı
P-2 Locasının Türkiye ayağı.

Özkan, Yapı Kredi ve Çukurova Holding'in patronu Mehmet Emin Karamehmet'in
kızıyla evli. Halkbank, Devlet Bakanı Özkan'a bağlı. Halkbank'ın
Karamehmet'e yaptığı kıyaklar biliniyor.

EK BİLGİ: Büyük Kulübün bir dönem işleticisi Saray Halılarının sahibi Necati
Kurmel'di. Kurmel'in Susurluk Kazasında ölen Hüseyin Kocadağ'la da arası
ileri derecede iyi. Bunlar Büyük Kulüp içindeki kontr/gerillanın sol ayağını
oluşturuyor.

Özkan'ın İtalyan ortağı (Türk asıllı) var. Adı bilinmiyor.

Hüsamettin Özkan ile Demirbank'ın sahibi Halit Cıngıllıoğlu'nun kardeşi Sema
Cıngıllıoğlu'nun arası çok iyi. Cıngıllıoğlu, haftada en az bir kez Özkan'ı
Başbakanlık makamında ziyaret ediyor. Sema ile Hüsamettin Özkan liseden
arkadaşlar. (İstanbul Aksaray Pertevniyal Lisesi) Aynı zamanda hemşehriler,
ikisi de Kayserili.

Uluç Gürkan her zaman Özkan'ın arkasından konuşur, onu sevmez gibi görünür,
fakat araları çok iyi. Uluç Gürkan'ın da mal varlığı inanılmaz boyutta.
Hepsi gayrı/menkul.

                ÖZET OLARAK SİYASİ İCRAATLAR

A). Grup başkanvekili iken; TBMM kulisine inip milletvekillerinin hangi
partiden meslekdaşlarıyla oturduğuna bakmak; CHP'li milletvekilleriyle
görüştüğünde kızmak; beğenmediği faaliyetleri olduğunda odasına çekip hangi
yaştan olursa olsun fırça atmak; genel başkana (ya da genel başkan adına
kendisine) tam iteati tesis etmek; genel başkanın her tür görüşmesini ve
randevu taleplerini Rahşan Ecevit'e iletmek; genel başkanın sağ partilerin
başkanlarıyla (örneğin Mehmet ağar) görüştürülüp, dilediği yasanın çıkması
(müsteşarının anayasaya aykırı biçimde değiştirilmesi) için destek almak,
yasa hakkında konuşmakla görevlendirdiği milletvekili yasanın Anayasa'ya
aykırı olduğunu TBMM kürsüsünden söyleyince, 'bu ne biçim konuşma, böyle
konuşacağını bilseydim Hikmet Sami Türk'ü konuştururdum' demek ve bu nedenle
ayrıca Hikmet Sami Türk'ün 'sitemzedesi' olmak; milletvekillerinin parti
yemeği dahil katılacakları her tür toplantıya karar vermek, iktidarda hangi
parti bulunduğuna göre ANAP, DYP ya da RP grup başkan vekilleriyle içli
dışlı olmak; grup çalışanlarının kendisine 'başkanım' demesini sağlamak,
hiçbir çalışanı ceketsiz ve düğmeleri iliklenmemiş kabul etmemek, yüksek
sesle konuşmalarına izin vermemek, genel başkanını tek kusuru kravat
takmamak olan, 'iyi tarikat lideri', 'inançlara saygılı laik' Fethullah
Gülen'le görüşmek...

B). Bakanken; Ecevit'in yanından ayrılmamak, her televizyon görüntüsünde ve
her fotoğrafta muhakkak yer almak; üyesi bile olmadığı kurulların
toplantılarına katılmak (MGK hariç), zaman zaman genel başkanına tercümanlık
ya da suflörlük yapmak;  bakanlara göreve getirecekleri bürokratlar için
talimat vermek, kendisinden habersiz hizmetli bile atamaya korkar hale
getirmek; sağ ANAP ve DYP'den zaman zaman da RP'den gelen bütün taleplerin
öncelikle yerine getirilmesini sağlamak, genel başkanını tek kusuru kravat
takmamak olan 'iyi tarikat lideri', inançlarına saygılı laik Fethullah
Gülen'le görüştürmek. Dışişleri bakan vekili olarak Papa'yı ziyaretinde
büyükelçilik arabasını tahsis ettirmek. Gülen hakkında tutuklama kararı
verileceğini öğrenerek, Gülen'in yurt dışına çıkmasını sağlamak.
Aydınlık Dergisinin Ankara Bürosu'nu MİT'e dinletmek. Hakkında yapılacak
haberleri önceden öğrenmek. Aydınlık Ankara temsilcisi Hikmet Çiçek'e
dinleme belgelerini vermek.

                           TİCARİ FAALİYETLERİ

Resmi olarak; TBMM'ne verdiği bilgiye göre müteahhitlik

Resmi olmayarak: Yurt dışından gümrüksüz yat, 'yaşlı' olduğu için gümrüğe
tabi olmayan 'antika' otomobil ya da parçaları getirmek, bu işler için TBMM
olanaklarını kullanmak, milletvekili iken ticaret sicil kayıtlarına göre
ortak göründüğü şirketlerden grup başkan vekili olunca ortaklığını
sildirmek; Gülçin Telci'ye göre Bahattin Yücel ile Turgay Ciner'i
tanıştırmak ve kağıt üstünde görünmeyen ortaklıklarla ticaret yapmak; yine
Gülçin telci'ye göre Halk Bankası'nın eski yönetiminin görevde kalmasına göz
yummak.

Ticari faaliyetlerini kaynanası üzerinden yürütüyor. Egebank'a el
konulacağını kaynanasına söyledi. O da Murat Demirel'e haber verdi.
Kaynanasının Egebank'tan 69 milyar lira para aldığı, bu paranın Avukat
Aydoğan Semizer'in hesabından virman yapıldığı ortaya çıktı.

       İRTİCA İLE MÜCADELE YASA TASARILARININ
                    TOPLANTILARINA KATILMADI


Özel veya tüzel kişiler tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz
olarak ibadete açılan cami ve mescitlerin yönetimini 3 ay içinde Diyanet
İşleri Başkanlığı'na devredilmesini öngören tasarı TBMM İçişleri
Komisyonu'nda 22 Nisan 1998 tarihinde ele alındı. Toplantıya Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın bağlı olduğu DSP'li Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan katılmadı.
Özkan'ın toplantıya gelmemesi eleştirilere neden oldu. Bu yüzden toplantı
oylama yapılmadan bu hafta içinde görüşmelere devam edilmek üzere ertelendi.


ULUĞBAY'IN İNTİHAR GİRİŞİMİNDE ROLÜ VAR MI?

İntihar girişiminin gerçekleştiği 6 Temmuz günü Uluğbay'ın, dokuz saatlik
bir Bakanlar kurulu toplantısından sonra Hüsamettin Özkan'la yarım saat baş
başa görüştükleri biliniyor.

Uluğbay-Özkan görüşmesi sert bir tartışma içinde geçti. Görüşmede, Özkan
siyasi olmayan 'çok özel' konuları gündeme getirdi. Uluğbay'ın aynı gece
Ecevit'e ulaşmaya çalıştığı ve bu çabalarının sonuçsuz kaldığı basına
yansıdı. Hikmet Uluğbay'a beş dakika zaman ayıramayan Ecevit'in olaydan
sonraki 'yakın ilgisi' de dikkat çekti.

Özkan ile Uluğbay'ın ters düşmesinin en önemli nedenlerinden birinin
Özkan'ın IMF politikalarına olan kayıtsız şartsız bağlılığı gösteriliyor.
Özkan ile Uluğbay arasındaki ilk zıtlaşmanın, 18 Nisan seçimleri öncesinde,
DSP azınlık hükümeti tarafından gerçekleştirilen Ekonomik ve Sosyal Konsey
toplantısında yaşandığı ifade ediliyor.

Bu toplantıda Özkan, IMF'den gelen mektubu okuyor. Uluğbay, IMF önerilerinin
bir bölümüne itiraz ediyor. Anlaşmazlık burada ortaya çıkıyor.

Öte yandan, örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in
hükümette geniş yetkileri olan Özkan'dan rahatsızlık duyduğu biliniyor.
Zekeriya Temizel, Hikmet Uluğbay, Şükrü Sina Gürel gibi isimler de Özkan'a
karşı Rahşan Ecevit'le birlikte hareket ediyorlar.

Bakan Hikmet Uluğbay'ın intihar girişimine Başbakan Yardımcısı ve Devlet
Bakanı Hüsamettin Özkan'ın neden olduğu söyleniyor. DSP'de örgütten en üst
derecede sorumlu alternatif bir isimi sürekli yanında tuttu. Bunun farkında
olan Hüsamettin Özkan'ın "Uluğbay'ın özel hayatı" ile ilgili bir bilgiyi
ortaya çıkardığı ve Uluğbay'ın buhrana sürüklenerek 6 Temmuz Salı günü
intihar girişiminde bulunduğu söyleniyor.

İntihar girişimine kadar olan süreçte de Rahşan Ecevit'in son gözdesi de
Devlet Bakanı Uluğbay'dı. Hatta Uluğbay'ın adı dört Cumhurbaşkanı adayı
arasında bile anılıyordu.

Zekeriya Temizel'in kazanamaması kesin olan İstanbul'dan aday
gösterilmesinin siyasetten el çektirme operasyonu olduğu Aydınlık dergisinin
11 Temmuz 1999 tarihli sayısında yer almıştı.

                          MARK PARRİS'LE İLİŞKİ

IMF'e can-ı gönülden bu bağlılığa Amerika servisi de eklenince ikinci adamın
portresi daha belirginleşiyor. Başbakan Yardımcısı Özkan, bir ay önce ABD
Büyükelçisi Mark Parris'i makamında kabul etti. Bu ziyaret hakkında basına
verilen bilgi, "Avrupa Birliği konusunda destek istedik" şeklinde. Ancak, AB
konusunda destek istenen ülkenin üye bile olmayan ABD olması kimseyi
inandırmıyor. Parris'in Özkan'dan istediği: "Tahkim Yasası'nı bir an önce
Meclis'ten geçirin" olmuştu.
IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli'nin Türkiye'yi ziyaretinden sonra
süreç daha da hızlandı. Önce mezarda emeklilik diye anılan Sosyal Güvenlik
Yasa Tasarısı, ardından Uluslararası Tahkim'i Türkiye'ye sokacak olan
Anayasa değişiklik önerisi, son olarak da mali miladı 3 yıl erteleyen
Ekonomik Paket..
Uluğbay'ı yakından tanıyan üst düzey ekonomi bürokratlarının yorumu şu:
"Uluğbay, bir ekonomik paket hazırlanmasına karşıydı. O olsaydı bu paket
çıkmazdı."

           ULUĞBAY OPERASYONUNUN ARDINDAN

Hazineden sorumlu DSP'li Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay'ın intihar
girişimiyle, hükümet içinde bir hükümetin daha olduğu ortaya çıktı. Bu
gayrı/resmi hükümetin başkanlığını Hüsamettin Özkan yapıyor. Diğer üyeler
şöyle sıralanıyor: ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Maliye Bakanı Sümer Oral
ve Başbakan Yardımcısı ve Enerji Bakanı Cumhur Ersümer. Bu perde arkası
hükümetin Müsteşarı bile var: ANAP MKYK Üyesi ve Tekstilbank'ın sahibi
kardeşi Turgut Yılmaz.

Bazı üyeler değişse de bu gizli hükümet, Türkiye'nin son iki yılına
damgasını vurdu.

Önce Zekeriya Temizel, belediye başkanlığına aday gösterilerek siyasetten
silindi. Sıra maliye bakanı bulmaya geldiğinde aday hazırdı: Sümer Oral. O
da maliye kökenli ve eski Maliye Bakanlarından. Üstelik Özkan Ailesinin de
'bacanağı', sorun; beş dönem Manisa milletvekilliği yapan Oral'a yerel
tabanın büyük tepki duymasıydı. ANAP Genel Başkanı Yılmaz, bunu da aştı.
Oral, İzmir'de birinci sıradan parlamentoya sokuldu, 57. Hükümetin de
tartışmasız Maliye Bakanı oldu.

Üst düzey ekonomi bürokratı bu ekibin kara para işinde olduğunu şöyle
anlatıyor:
"Bunlar Sayın Ecevit'in arkasına sığınıyorlar. Hüsamettin Özkan da Sümer
Oral da Cumhur Ersümer de hep aynı ekipteler. Dikkatinizi maliye bünyesinde
kurulan Kara Para Takip Kurulu'na verin. Dikkat edin, bu hükümet ve bu bakan
geldiğinden beri ortaya bir dosya çıkmış değil. Bu birim çalıştırılmıyor.
Kara para izlenmiyorsa, bu kara parayı aklamışsınızdır," demektedir.

                             ERSÜMER AKRABALIĞI

Hüsamettin Özkan'ın bir başka akrabası da Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı
ANAP'lı Cumhur Ersümer. Özkan'ın kuzeniyle evli. Yılmaz'ın kafasındaki
Başbakan Yardımcısı Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'di. İkinci adamın
kulisleri yine adresini buldu. Enerji Bakanı Ersümer, aradan sıyrılarak
koalisyonun üçüncü Başbakan Yardımcılığı'nı kaptı. Medya'da enişteyi
destekledi. Çünkü enerji yatırımları ve 'tahkim' onun iki dudağı
arasındaydı.

          MALİYE'Yİ ELDE TUTMANIN KAZANÇLARI

Uluğbay'ın istifasıyla, Maliye de Özkan ailesinin denetimine girdi. Bunun
faturası da şöyle: Uluğbay'ın istifa sırasındaki spekülasyondan en çok Mesut
Yılmaz'' yakınlığıyla bilinen Finansbank'ın sahibi Hüsnü Özyeğin, Global
Menkul Değerler'in sahibi ve kuzen Mehmet Kutman ve İktisat Bankası''ın
sahibi Erol Aksoy büyük kazançlar elde ettiler. Yeni Şafak Gazetesine ggöre
bu rakam 2,5 milyar dolar yani bir katrilyon lira.

Yılmaz'ın geçmişte Finansbank'ın hissedarı olduğu biliniyor. Yılmaz
Kardeşlerin Finansbank'ın gayrıresmi sahibi oldukları ise; TBMM'de sık sık
gündeme getirilen bir konu.

Operasyon adım adım ilerliyor. Şimdi de sıra devletin kasasının devrinde.
Maliye Bakanı Sümer Oral, 6 Temmuz 1999 Salı günü yapılan ANAP'ın TBMM Grup
toplantısın öncesinde 'sızdırılan IMF belgesi ve borsadaki oyunlar üzerine'
soru yöneltildi. Maliye Bakanı Sümer Oral'ın konuşmalarından sadece şu
sözler akıllarda kaldı:
"Hazine ve Maliye'nin, tek çatı altında toplanmasında yarar vardır."

Aynı grup toplantısında bir konuşma yapan ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da
oklarını Hazine'ye yöneltti. Yılmaz, borsaya sızdırılan IMF belgesiyle
ilgili Uluğbay'ı suçlayan açıklamasını da bu konuşmada yaptı. Yılmaz şunları
kaydetti:
"Bütün hikayenin temeli sakattır. Çünkü bu belge bana bir eski bakan
arkadaşımdan değil, doğrudan Hazine'den sorumlu bakan arkadaşımız tarafından
verildi."

7 Temmuz Çarşamba günü de Hazine, Başbakan yardımcısı ve Devlet Bakanı
Hüsamettin Özkan'a bağlandı. Yazısı onaylanmak üzere aynı akşam
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e gönderildi.


                           ASLITÜRK'Ü KORUYOR

Hüsamettin Özkan, yolsuzluğu belirlenen gıyabi tutuklu Gülay Aslıtürk'ü
koruyor. Gülay Aslıtürk'ü kamuoyu Şişli Belediyesi'ndeki trilyonluk
yolsuzluklarından dolayı yakından tanıyor. Gülay Aslıtürk'ün kocası Orhan
Aslıtürk'ün iki kız kardeşi iki tanınmış siyasetçiyle evli. Maliye Bakanı
Sümer Oral ile DSP'li Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan'ın ağabeyi Necdet
Özkan.

Aslıtürk, List 2000 şirketini Selim Oktar'a satmadan önce Necdet Özkan bu
şirketin Yönetim kurulu Üyesi idi. İki bacanak Oral ve Özkan'ın Orhan
Aslıtürk'le aralarından su sızmadığı söyleniyor. Sümer Oral ile Özkan
kardeşlerin, ANAP-DSP koalisyonunun kurulmasında büyük katkıları oldu.
Sümer Oral ve eşi Türkan Oral yurt dışına çıktıklarında Aslıtürk'ün
Londra'daki lüks evinde kalıyor. Aslıtürk çiftinin diğer evi de Fransa'da.
Aslıtürkler, kamu görevlisi ya da üst düzey bürokrat olmadıkları halde, yurt
dışına çıkışlarında hep Sümer Oral'ın yakınları oldukları için VİP kapıları
kullandılar.

Aslıtürk'ün en sıcak ilişki kurduğu ülke ABD.. ABD'nin bazı istihbarat
örgütleriyle de arası çok iyi. Çift şu anda en güvendikleri ülkenin
topraklarında yaşıyor.

           BAŞBAKANLIKTA'TAKİ FETHULLAHÇILAR
                           ÖZKAN'IN KORUMASINDA



Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, İmam Hatipliler tarafından
işgal edilmiş durumda. Başbakanlık'ta Refahyol döneminden kalan bazı üst
düzey bürokratlara hiç dokunulmadı. Bunda Hüsamettin Özkan'ın etkili olduğu
belirtiliyor.

Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü'ndeki Fethullahçı grup içinde şu
isimler sayılıyor:
Genel Müdür Yusuf Günay
Genel müdür Yardımcısı Nadir Özcan. İmam Hatip kökenli. Siyasal mezunu,
hukukçu olmamasına rağmen Sayıştay Denetçisi iken dışarıdan atamayla
Başbakanlık'a geldi.
Genel Müdür Yardımcısı Hüsnü Tekin. İmam Hatipli, eşi çarşaflı ve eldivensiz
dışarı çıkmıyor.
Genel Müdür Yardımcısı Yüksel Öztürk
Uzman Ayhan Beydoğan. İmam Hatip kökenli.
Başbakanlık'a bağlı Devlet Arşivleri'nden uzaklaştırılan İrticacı kadroların
da birer birer geri döndükleri belirtiliyor.

                                     SPK'YA HAKİM

Hükümet, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)'nun görev süreleri dolan yönetim
kurulu üyelerinin görev sürelerini uzatmaya ve Sermaye Piyasası Kurulu
Kanunu'nun bazı maddelerini değiştirmeye çalışıyor.

Görev sürelerini uzatma talimatını Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın
verdiği belirtiliyor. Daha önce Hikmet Uluğbay'a bağlı olan SPK, bakanın
istifasından sonra Devlet Bakanlığı'na atanan bursa Milletvekili Recep
Önal'a bağlandı. 18 Nisan seçimlerinden sonra Meclis'e giren Önal'ın,
Özkan'ın sözünden dışarı çıkmadığı belirtiliyor.

Bu atamadan ve IMF belgesinin sızmasından sonra bundan kazanç sağlayanları
araştırmaya başlayan İMKB ve SPK'nın hiçbir maddi kanıta ulaşamamasına ve
soruşturmanın kapatılmasına dikkat çekiliyor.

SPK geçen iki dönemdir. Mesut Yılmaz'ın denetimindeydi. Son olarak atanan
Doğan Cansızlar ise Hüsamettin Özkan'ın adamı. Maliye Bakanlığı'ndaki
Fethullahçı bürokratların önde gelenlerinden.


                   TURGAY CİNER'E BÜYÜK KIYAK

Özelleştirme kapsamına alındıktan sonra 12 KİT'i satın alan bazı
işadamlarının devlete olan özelleştirme borçları birer birer erteleniyor.
DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti icraatlarına hızlı başladı. Öncelikle,
seçimlerde partilerini destekleyen işadamlarının diyetleri ödendi.

Havaş'ın patronu Turgay Ciner, borcu DSP tarafından ertelenen işadamı.
Dövize en fazla faiz veren banka bile yıllık %12 verirken, işadamlarının
özelleştirme borçları yıllık %10 faizle ertelendi. Turgay Ciner, iptal
edilen Petrol Ofisi (POAŞ) ihalesine yaklaşık 1 milyar 100 milyon dolarlık
teklif veren konsorsiyum içinde yer almasıyla dikkatleri üzerine çekti. Park
Holding'in sahibi Ciner, dapa önce kazandığı Havaş ihalesindeki ödemelirini
ise aksatıyor.

30 mart 1998 tarihinde Özelleştirme İdaresi'nden (ÖİB) Havaş'ın %40'ını 27
milyon 100 bin dolara satın alan Ciner, bunun 10 milyon 840 bin dolarını
ödedi. Geriye kalan borç iki takside bölündü ve ödeme tarihleri de 30 mart
1999 ile 30 Mart 2000 olarak belirlendi. Ancak, Ciner ÖİB jet hızıyla
Ciner'in de isteklerini dikkate alarak yeni bir ödemle planı hazırladı.

DSP'li Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan da 'önce kar et
sonra ödersin' formülünü geliştirerek Ciner'e yardımcı oldu. Bu uygulama,
kulislerde 'Turgay Ciner'e neyin karşılığında destek verildi?' sorularına
neden oldu.

Susurluk Raporu'nda adı uyuşturucu kaçakçısı olarak geçen Turgay Ciner'in
sahibi olduğu Park Holding, Özbekistan'a İtalya'dan hurda tekstil makineleri
götürdü. Bu işe Hüsamettin Özkan'da ortak.

                                            İDDİALAR
1-Devlet Bakanı Sayın Hüsamettin Özkan'ın, milletvekilliğinden önce bir
dönem; adı "Susurluk Kazası"ndan sonra bir kez daha gündeme gelen ve bu
kazada ölen Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay)'ın emri ile Sedat Bucak'ın
korumaları tarafından öldürüldüğü ileri sürülen, uyuşturucu kaçakçılığından
hüküm giymiş, 'kumarhaneler kralı' lakaplı Ömer Lütfü Topal ile yakından
tanıştığı, aynı ortamlarda bulunduğu çeşitli tanıklar tarafından dile
getirilmektedir.

Bu iş ilişkisi midir, iş birlikteliği midir, yakınlığın derecesi nedir ve
Topal'ın yasadışı işlerinde de birliktelik var mıdır; ortaya
çıkartılmalıdır.

2- Ömer Lütfü Topal'ın şirketi Emperyal Otelcilik ile iki paravan şirketinin
en yüksek fiyatı vererek girdiği HAVAŞ'ın özelleştirilmesi ihalesinde, ABD
Ankara Büyükelçisi'nin Topal'ın uyuşturucu kaçakçılığından ABD'de 5 yıl
hapis yattığını açıklamasından sonra sözkonusu üç şirketin ihaleden
elenmesiyle, HAVAŞ Turgay Ciner'in sahibi olduğu YAZEKS firmasına
verilmiştir.

Turgay ciner'in şirketinin koordinatörü Mehmet ağar'ın kadrdeşi Yunus
Ağar'dır. Sayın Hüsamettin Özkan'ın Turgay Ciner'i yakından tanıdığı ve
Bahattin Yücel ile ile Turgay Ciner'i tanıştıran kişi olduğu basında yer
almıştır. (Hürriyet, Gülçin Telci)

Turgay Ciner, Özbekistan'da 11 tekstil fabrikası kurmaktadır. Bunların
ilkinde İtalya'dan alınan ve artık kullanılmayan teknolojiye sahip tekstil
makinelerinin boyanarak teslim edildiği, makinelerin arıza yapması üzerine
Özbek yetkililerin İtalya'dan yedek parça istemesi üzerine, bu modellerin
kullanımdan kalktığını açıklamaları da basında yer almıştır.

Turgay ciner'in Türkiye'nin açılmak için özel bir çaba sarfettiği Türk
Cumhuriyetleriyle ilişkilerini baltalayan bu ticari sahtekarlığı yapan
şirketine Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan'ın Turgay Ciner ile ortak olduğu
ileri sürülmektedir. Bunun ortaya çıkartılması zorunludur.

3- Türkiye'ye 1995'ten önce yurt dışından gümrüksüz olarak yat ithal edilip
yurt içinde satıldığı ve özellikle Ahmet Özal'ın adının bu işe karıştığı
bilinmektedir.

Aynı dönemde İstanbul milletvekili olan Hüsamettin Özkan'ın da yasalara
aykırı biçimde yurt dışından gümrüksüz yat getirerek sattığı kimilerince
bilinmektedir.

Özkan'ın hem de bir milletvekili iken, yasalara aykırı biçimde ticaret yapıp
yapmadığının ortaya çıkartılması gerekmektedir.

4- Özkan'ın DSP Grup Başkan Vekili iken,  'antika' olarak değeri çok yüksek,
ancak çok yaşlı olduğu için gümrük vergisinden muaf olan eski model araba ya
da yedek parçası getirerek, Türkiye'de sattığı ve bu iş görüşmeleri için
DSP, yani TBMM telefon ve fakslarını kullandığı da bilinmektedir.

Kayıtlarda yapılacak incelemelerle Özkan'ın bu yurt dışı görüşmeleri
belirlenebilir.

Bir milletvekilinin, hem de partinin grup başkan vekili iken, TBMM'nin
olanaklarını kişisel kazanı kullandığı ve bunun boyutlarının ne olduğu
ortaya çıkartılmalıdır.

                          MİT İÇİNDEKİ DESTEĞİ

Hüsamettin Özkan'ın MİT içinde de büyük desteği var. DSP Zonguldak
milletvekili Boray Baycık, Özkan sayesinde seçildi. Büyük Ada Anadolu Kulübü
Müdürü Bora Baycık'ın kardeşidir.

Bora Baycık'ın İstanbul MİT Bölge'yle
ilişkili olduğu söyleniyor. Hüsamettin Özkan'a kardeşini milletvekili
yapmasını Bora Baycık söylemiş. O da en güvenilir yerden Zonguldak'tan aday
göstermiş. Hüsamettin Özkan'ın MİT'te Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay ile
yakın ilişki içinde olduğu belirtiliyor.

                          KAYNANA FONKSİYONU
Hüsametten Özkan'ın kayınvalidesi Hatice Betül Özbay'ın son Egebank
Operasyonundan sonra, Başbakan Bülent Ecevit'in 'aklamak' için yaptığı
açıklama tüm medyada yer aldı. Ama kayınvalide Özbay'ı bu açıklama da 23
Ekim 2000 Pazartesi günü İstanbul DGM'de 'bilgisine başvurulmaktan'
kurtaramadı. Gün gün gelişme şöyle oldu:

18 Ekim, Çarşamba: Ekonomiden sorumlu devlet bakanı Recep Önal, Özkan'ın
kayınvalidesiyle ilgili iddialar için BDDK Başkanı Temizel'den yazılı yanıt
istedi.

19 Ekim 2000, Perşembe: Temizel, Önal'a yazılı yanıt verdi.

20 Ekim, Cuma: Başbakan Ecevit, BDDK'nın hazırladığı yanıtı TBMM
Başkanlığı'na gönderdi.

20 Ekim, Cuma: Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk başkanlığında, bakanlık
binasında 2.5 saat süren Egebank soruşturmasını yürüten savcıların katıldığı
bir toplantı yapıldı. Toplantıda, davanın İstanbul/DGM'ye taşınması
kararlaştırıldı.

20 Ekim, Cuma: Devlet Bakanı Özkan, Halkbank Genel Müdürü Yenal Ansen ve
diğer yöneticilerinin yargılanması için onay verdi.

20 Ekim, Cuma: DSP'li iki bakan Özkan ve Önal Sermaye Piyasası Kurulu
Başkanlığı'na Ziraat Bankası Genel Müdürü Osman Tunaboylu'nun getirilmesi
için anlaştılar. Ziraat'e Halkbank Genel Müdürü Yenal Ansen kaydırılacak.

Devlet Bakanı Özkan'ın kayınvalidesi Vakıfbank'taki hesabına 29 Eylül 1998
tarihinde Egebank'tan 69 milyar 375 milyon liranın yatırılması, gözleri ünlü
kayınvalidelere çevirdi. Avukat Aydoğan Semizer, bu parayı gayrımenkul
alışverişi gibi göstermeye çalıştı. Oysa hayali Gold Bis şirketine verilen
kredinin bir bölümü olduğu ortaya çıktı.

Hüsamettin Özkan'ın kaynanası Hatice Özbay'ın ilişkisi Egebank'la sınırlı
değil. Bir bankadan 3 trilyon, başka bir bankadan da 1,9 trilyon lira
çektiğinin kayıtları Zekeriya Temizel'in elendi bulunuyor.


                                                        ***

Kamu bankası Emlak Bank'ın durumu ve Sabah Grubu'na verdiği krediler,
batakçı düzenin işleyişi tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor.

MHP Aksaray Milletvekili ve Emlak Bank'tan sorumlu Devlet eski Bakanı Sadi
Somuncuoğlu, bakanlık görevinden, partisinden izin almadan
Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koydu gibi sudan bir gerekçe ile
azledilmişti. Oysa azlin perde arkasında 'vurgun' imkanı bulamayan
holdinglerin olduğunu Akit tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştu. Sabah
Grubu'nun sahibi olduğu Etibank'a ve Ceylanlar'a ait Bank Kapital'e el
konması da Emlakbank vurgunu ve batak sisteminin nasıl işlediğine dair
önemli ipuçlarını gözler önüne seriyor.

MHP'li Devlet eski Bakanı Sadi Somuncuoğlu, görevi devraldığında Emlak
Bank'ın günlük zararı 1,5 trilyon liraydı. Somuncuoğlu, kararlı bir tutum
sergiledi. Alacakların hepsi firma ayrımı gözetilmeksizin ödeme planına
bağlandı. 62 trilyon lira tahsil edildi. Kısa sürede günlük zarar
sıfırlandı. Borçlular arasında Bilgin Grubu da vardı. Ancak bu arada bir
operasyonla Somuncuoğlu görevden alındı. Kartel bayram etti. Çünkü banka
şimdi eski hamam eski tas. Somuncuoğlu görevden alındıktan sonra, borçlular
tek kuruş ödeme yapmadı. Emlakbank'ta günlük zarar bugün 1 trilyon liraya
çıkmış durumda.. Emlakbank'ın tahsil edilemeyen alacakları bugün 400 trilyon
liraya çıkmış bulunuyor. Borçlular arasında Sabah Grubu'nun da bulunduğu
belirtiliyor.

Emlakbank Genel Müdür Erdin Arı döneminde 40 milyon dolar kredi borcu
bulunmasına rağmen Emlakbank'ı batıran Sabah Grubu'na ek kredi açmış. Aynı
dönemde 50 milyon dolar kredi borcu bulunan Ceylan Grubu'na ait Bank
Kapital'e 26 milyon dolar kredi verilmiş. Bank Kapital şimdi Etibank'la
birlikte batık bankalar kervanına katılmış durumda.

Suçlanan Genel Müdür Arı, Akit'in sorularını cevaplandırırken, "Suiistimal
yok. Borcu olan müşteriye ek kredi açılabilir. Halk Bankası 100 milyon lira
alacağı varken 60 milyon dolar daha kredi vermiş. O sorun olmuyor da benim
verdiğim krediler neden sorun oluyor? Bir yolsuzluk varsa sadece bir bankada
değil, hepsinde var" dedi. Arı, Bakan Somuncuoğlu'nun girişimleriyle usulsüz
kredi verdiği gerekçesiyle suç duyurularında bulunmuştu. Erdin Arın,
Bankalar Yeminli Baş Murakıpları tarafından düzenlenen rapor üzerine açılan
kovuşturma nedeniyle istifasını istemişti. Somuncuoğulu'nun da baskı
nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştı.

Akit'E konuşan Arı, kendisini savunurken, kredi verdiği Sabah Grubu'nu da
savundu: "Bu grup bankamızın 15-20 yıllık, çok itibarlı müessesesi. Bu
olayın üzerinden üç sene geçmiş. O dönemde bu grup, Etibank'ı satınalmış,
yıldızı çok parlak, herkesin kredi vermek için peşinden koştuğu bir gruptu"

Erdin Arı, şu anda İstanbul'da Deniz Ticaret Odası'na danışmanlık yapıyor.
Sabah Grubu'na da danışmanlık yapıyor musunuz? Sorusuna ise kahkaha
eşliğinde şöyle cevap veriyor: "Çok ilginç, çok güzel bir soru.. Hayır,
yapmıyorum.."

Erdin Arı ve arkadaşları hakkında geçtiğimiz aylarda suç duyuruları
yapılmıştı:

. Aslan Nakliyat kuruluşu olan Ezel Uluslar arası Nakliyat Şirketi'ne
verilen kredi hakkında Erdin Arı, Reha Akdiğ, Yecelen Tekin, TOKİ Başkanı M.
Kemal Ünsal, Mesut Elkovan, Turan Bilgin, Levent Dalgün, Kadir Çeltikçi,
Haluk Gökdemir ve Ethem Davran hakkında suç duyurusu.
. Emlak Menkul Değerler'deki usulsüzlük ve yolsuzluklar hakkında Erdin Arı,
M. Kemal Ünsal, İsmail Heral, Yücel Tekin, Alp Tekin, Reha Akdiğ hakkında
görevi kötüye kullanmaktan dolayı suç duyurusu.
. Peşkeşe müsade etmeyerek büyük kartellere karşı mücadele verdiği için
Emlakbank'tan Sorumlu Devlet Bakanlığı görevinden Mayıs 1999'da azledilen
Sadi Somuncuoğlu, vurguncuların psikolojisini tüm çıplaklığı ile Akit'e
anlattı: "Bankaya borcu olup da ödemeyenlerin psikolojisini iyi anlamak
gerekir" diyen Somuncuoğlu, şunları kaydetti: "Bunlar, ödemeden başka hiçbir
kurtuluş yolu olmadığını anlarlarsa tüm imkanlarını kullanıp borçlarını
tasfiye yoluna gidiyorlar. Ancak bazı gayretler sarfedilerek borçlarını
ödeme imkanını elde edeceklerini hissederlerse kesinlikle ödeme yapmıyorlar.
Bu bakımdan tahsil edilemeyen alacaklar bugün için bankanın altından
kalkamayacağı boyutlarda büyümüşse sebebini burada aramak lazım. Tahsilat,
politikasında kararlılık ki, -bunun arkasında siyasi irade şarttır- olmadan
bu büyük kuruluşlara karşı netice mümkün değildir. (2 Kasım 2000)

Kayınvalidesi Betül Özbay, Egebank'ın hortumlanması olayına karışan DSP'li
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın dayısı Necati Kurmel'in, Susurluk
Skandalının kilit isimlerinden olan ve faili meçhul saldırının ardından
hayatını kaybeden Ömer Lütfi Topal'ın yakın arkadaşı olduğu ve Susurluk
Skandalının seyrini değiştirecek bilgilere sahip olmasına rağmen susmayı
tercih ettiği belirtildi.

Hüsamettin Özkan'ın dayısı Necati Kurmel'in, Ömer Lütfi Topal'ın bankalardan
aldığı kredilere kefil olduğu resmi raporlara girdi. Başbakanlık Teftiş
Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan 'Susurluk Raporu'nda Ömer
Lütfi Topal'ın anlatıldığı bölümde Necati Kurmel'in de ismi yer alıyor.
Kutlu Savaş'ın hazırladığı raporun Topal ve Kurmel ile ilgili bölümü şöyle:
"Gerçekten bazı tefecilere borçlandığı ve Topal'ın zaman zaman inanılmaz
şekilde nakit para sıkıntısı çektiği, 1995 yılından itibaren bu sıkıntının
arttığı, önceleri bankalardan borç aldığı ve Necati Kurmel'in kendisine
kefil olduğu bilinmektedir"

Necati Kurmel ile Ömer Lütfi Topal arasındaki ilişkinin Topal'ın avukatı
Ekrem Marakoğlu tarafından da doğrulanıyor. Avukat Marakoğlu, tarafından da
doğrulanıyor. Avukat Marakoğlu, Kurmel'in Susuurluk olayının boyutunu
değiştirecek çok şey bildiğini söylüyor. Susurluk olayında birçok kişinin
çok şey bilmesine rağmen suskun kalmayı tercih ettiğini, bu isimlere
"suskunlar klübü" adını taktığını belirten Marakoğlu, Topal-Kurmel
ilişkisiyle ilgili olarak şu bilgileri veriyor:

"Susurluk Suskunlar klübüne üye başka kimler var?"

"Türk sanayiinin renkli simalarından Saray Halı'nın sahibi Necati Kurmel.
1991 yılındaki tanışmasından sonra Ömer Lütfi Topal'ın birçok ticari
ilişkisinde, ona imzasıyla kefil olmuştu. Topal'ın birçok ilişkisini bu
ölçüde yakından bilen Kurmel'in de Susurluk araştırmalarının boyutlarını
değiştirecek bilgilerini sohbet toplantılarına saklamasını ve Susurluk
Suskunları Klübü'ne katılmamasını dilerdim."

Adı Susurluk Skandalıyla gündeme gelen Özkan'ın dayısı Necati Kurmel,
Türkiye'de halı sektörünün önde gelen firmalarından Saray Halı'nın sahibi.
Türkiye'nin en zengin işadamları listesinde 750 milyon ile  1 milyar dolar
serveti olan işadamları arasında yer alan Kurmel, Kayseri'nin Devele
İlçesi'nde besicilikle başladığı işlerini bir milyar dolara yaklaşan servete
kadar çıkarttı.

Başbakan Yardımcısı Kurmel'in aralarında Mesut Yılmaz, Tansu Çiller'in de
bulunduğu siyasetçilerin de üye olduğu ve Ankara Hacettepe Ormanı'nda Hazine
arazisi üzerinde kurulan süperlüks "Koop 18 konut Yapı Kooperatifi"nin
üyelerinden Kurmel'le birlikte, Türkiye'nin önde gelen siyasetçi, bürokrat
ve işadamlarından oluşan 789 kişi daha kooperatifin üyesi.

Hüsamettin Özkan'ın dayısının adının Susurluk Skandalı'nda geçtiğinin ortaya
çıkması dikkatleri Başbakan Yardımcısı Özkan'a tekrar çevirdi. Hakkında
skandallar ortaya atılan Hüsamettin Özkan'ın akrabalarına bir isim daha
eklendi. Özkan'ın suçlamalara maruz kalan yakınları şunlar:
1). Betül Özbay: Hüsamettin Özkan'ın kayınvalidesi. Egebank'ın
hortumlanmasına adı karışan Özbay, Egebank'tan yüklü miktarda usülsüz kredi
kullanmakla suçlanıyor. Ayrıca Betül Özbay'ın mali işlerini 15 senedir
kontrol eden Aydoğan Semizer de batık banka skandalllarının hemen hepsinin
perde arkasındaki isim.

2). Orhan-Gülay Aslıtürk: Hüsamettin Özkan'ın akrabası olan bir diğer ismin
adı Şişli Belediyesi Skandalına karışan ANAP'lı eski Başkan Gülay
Aslıtürk'ün eşi Orhan Aslıtürk. Haklarında trilyonlarla ölçülen yolsuzluk
suçlaması bulunan çift, Türkiye'den kaçıp İngiltere'ye sığındı.

3). Şehirbay Özkan: Özkan'ın doktor ağabeyi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz
Ana Bilim Dalı Başkanı olan Özkan hakkında vakıf yolsuzluğu suçlamasından
birçok dava bulunuyor.

4). Necdet Özkan: Hüsamettin Özkan'ın diğer ağabeyi Necdet Özkan hakkında da
birçok suçlama bulunuyor. Geçmiş senelerde Bayrampaşa Belediye Başkanlığı
yapan, 1994'te DSP'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adayı olan
Özkan zamanında yolsuzluk soruşturması gerçekleştirildi. (8 kasım 2000)

    BATIKLARI HÜSAMETTİN ÖZKAN ARAŞTIRACAK

Hükümet, el konulan bankaların eski sahiplerine ait şirketleri kurtarmak
için 6 bakandan oluşan bir komisyon kurdu. Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü
Rüştü Kazım Yücelen, bunun kesinlikle batık bankaları kurtarmaya yönelik bir
girişim olmadığını savundu.

Kurtarma Komisyonunda Hangi Bakanlar Var:
Hüsamettin Özka (Başbakan Yardımcısı)
Recep Önal (Devlet Bakanı)
Tunca Toskay (Devlet Bakanı)
Faruk Bal (Devlet Bakanı)
Sümer Oral (Maliye Bakanı)
Yaşar Okuyan (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı)


***

Kamu bankası Emlak Bank'ın durumu ve Sabah Grubu'na verdiği krediler,
batakçı düzenin işleyişi tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor.

MHP Aksaray Milletvekili ve Emlak Bank'tan sorumlu Devlet eski Bakanı Sadi
Somuncuoğlu, bakanlık görevinden, partisinden izin almadan
Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koydu gibi sudan bir gerekçe ile
azledilmişti. Oysa azlin perde arkasında 'vurgun' imkanı bulamayan
holdinglerin olduğunu Akit tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştu. Sabah
Grubu'nun sahibi olduğu Etibank'a ve Ceylanlar'a ait Bank Kapital'e el
konması da Emlakbank vurgunu ve batak sisteminin nasıl işlediğine dair
önemli ipuçlarını gözler önüne seriyor.

MHP'li Devlet eski Bakanı Sadi Somuncuoğlu, görevi devraldığında Emlak
Bank'ın günlük zararı 1,5 trilyon liraydı. Somuncuoğlu, kararlı bir tutum
sergiledi. Alacakların hepsi firma ayrımı gözetilmeksizin ödeme planına
bağlandı. 62 trilyon lira tahsil edildi. Kısa sürede günlük zarar
sıfırlandı. Borçlular arasında Bilgin Grubu da vardı. Ancak bu arada bir
operasyonla Somuncuoğlu görevden alındı. Kartel bayram etti. Çünkü banka
şimdi eski hamam eski tas. Somuncuoğlu görevden alındıktan sonra, borçlular
tek kuruş ödeme yapmadı. Emlakbank'ta günlük zarar bugün 1 trilyon liraya
çıkmış durumda.. Emlakbank'ın tahsil edilemeyen alacakları bugün 400 trilyon
liraya çıkmış bulunuyor. Borçlular arasında Sabah Grubu'nun da bulunduğu
belirtiliyor.

Emlakbank Genel Müdür Erdin Arı döneminde 40 milyon dolar kredi borcu
bulunmasına rağmen Emlakbank'ı batıran Sabah Grubu'na ek kredi açmış. Aynı
dönemde 50 milyon dolar kredi borcu bulunan Ceylan Grubu'na ait Bank
Kapital'e 26 milyon dolar kredi verilmiş. Bank Kapital şimdi Etibank'la
birlikte batık bankalar kervanına katılmış durumda.

Suçlanan Genel Müdür Arı, Akit'in sorularını cevaplandırırken, "Suiistimal
yok. Borcu olan müşteriye ek kredi açılabilir. Halk Bankası 100 milyon lira
alacağı varken 60 milyon dolar daha kredi vermiş. O sorun olmuyor da benim
verdiğim krediler neden sorun oluyor? Bir yolsuzluk varsa sadece bir bankada
değil, hepsinde var" dedi. Arı, Bakan Somuncuoğlu'nun girişimleriyle usulsüz
kredi verdiği gerekçesiyle suç duyurularında bulunmuştu. Erdin Arın,
Bankalar Yeminli Baş Murakıpları tarafından düzenlenen rapor üzerine açılan
kovuşturma nedeniyle istifasını istemişti. Somuncuoğulu'nun da baskı
nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştı.

Akit'e konuşan Arı, kendisini savunurken, kredi verdiği Sabah Grubu'nu da
savundu: "Bu grup bankamızın 15-20 yıllık, çok itibarlı müessesesi. Bu
olayın üzerinden üç sene geçmiş. O dönemde bu grup, Etibank'ı satın almış,
yıldızı çok parlak, herkesin kredi vermek için peşinden koştuğu bir gruptu"

Erdin Arı, şu anda İstanbul'da Deniz Ticaret Odası'na danışmanlık yapıyor.
Sabah Grubu'na da danışmanlık yapıyor musunuz? Sorusuna ise kahkaha
eşliğinde şöyle cevap veriyor: "Çok ilginç, çok güzel bir soru.. Hayır,
yapmıyorum.."

Erdin Arı ve arkadaşları hakkında geçtiğimiz aylarda suç duyuruları
yapılmıştı:

. Aslan Nakliyat kuruluşu olan Ezel Uluslar arası Nakliyat Şirketi'ne
verilen kredi hakkında Erdin Arı, Reha Akdiğ, Yecelen Tekin, TOKİ Başkanı M.
Kemal Ünsal, Mesut Elkovan, Turan Bilgin, Levent Dalgün, Kadir Çeltikçi,
Haluk Gökdemir ve Ethem Davran hakkında suç duyurusu.

. Emlak Menkul Değerler'deki usulsüzlük ve yolsuzluklar hakkında Erdin Arı,
M. Kemal Ünsal, İsmail Heral, Yücel Tekin, Alp Tekin, Reha Akdiğ hakkında
görevi kötüye kullanmaktan dolayı suç duyurusu.

Peşkeşe müsade etmeyerek büyük kartellere karşı mücadele verdiği için
Emlakbank'tan Sorumlu Devlet Bakanlığı görevinden Mayıs 1999'da azledilen
Sadi Somuncuoğlu, vurguncuların psikolojisini tüm çıplaklığı ile Akit'e
anlattı: "Bankaya borcu olup da ödemeyenlerin psikolojisini iyi anlamak
gerekir" diyen Somuncuoğlu, şunları kaydetti: "Bunlar, ödemeden başka hiçbir
kurtuluş yolu olmadığını anlarlarsa tüm imkanlarını kullanıp borçlarını
tasfiye yoluna gidiyorlar. Ancak bazı gayretler sarf edilerek borçlarını
ödeme imkanını elde edeceklerini hissederlerse kesinlikle ödeme yapmıyorlar.
Bu bakımdan tahsil edilemeyen alacaklar bugün için bankanın altından
kalkamayacağı boyutlarda büyümüşse sebebini burada aramak lazım. Tahsilat,
politikasında kararlılık ki, -bunun arkasında siyasi irade şarttır- olmadan
bu büyük kuruluşlara karşı netice mümkün değildir.

Kayınvalidesi Betül Özbay, Egebank'ın hortumlanması olayına karışan DSP'li
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın dayısı Necati Kurmel'in, Susurluk
Skandalının kilit isimlerinden olan ve faili meçhul saldırının ardından
hayatını kaybeden Ömer Lütfi Topal'ın yakın arkadaşı olduğu ve Susurluk
Skandalının seyrini değiştirecek bilgilere sahip olmasına rağmen susmayı
tercih ettiği belirtildi.

Hüsamettin Özkan'ın dayısı Necati Kurmel'in, Ömer Lütfi Topal'ın bankalardan
aldığı kredilere kefil olduğu resmi raporlara girdi. Başbakanlık Teftiş
Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan 'Susurluk Raporu'nda Ömer
Lütfi Topal'ın anlatıldığı bölümde Necati Kurmel'in de ismi yer alıyor.
Kutlu Savaş'ın hazırladığı raporun Topal ve Kurmel ile ilgili bölümü şöyle:
"Gerçekten bazı tefecilere borçlandığı ve Topal'ın zaman zaman inanılmaz
şekilde nakit para sıkıntısı çektiği, 1995 yılından itibaren bu sıkıntının
arttığı, önceleri bankalardan borç aldığı ve Necati Kurmel'in kendisine
kefil olduğu bilinmektedir"

Necati Kurmel ile Ömer Lütfi Topal arasındaki ilişkinin Topal'ın avukatı
Ekrem Marakoğlu tarafından da doğrulanıyor. Avukat Marakoğlu, tarafından da
doğrulanıyor. Avukat Marakoğlu, Kurmel'in Susuurluk olayının boyutunu
değiştirecek çok şey bildiğini söylüyor. Susurluk olayında birçok kişinin
çok şey bilmesine rağmen suskun kalmayı tercih ettiğini, bu isimlere
"suskunlar kulübü" adını taktığını belirten Marakoğlu, Topal-Kurmel
ilişkisiyle ilgili olarak şu bilgileri veriyor:

"Susurluk Suskunlar kulübüne üye başka kimler var?"

"Türk sanayiinin renkli simalarından Saray Halı'nın sahibi Necati Kurmel.
1991 yılındaki tanışmasından sonra Ömer Lütfi Topal'ın birçok ticari
ilişkisinde, ona imzasıyla kefil olmuştu. Topal'ın birçok ilişkisini bu
ölçüde yakından bilen Kurmel'in de Susurluk araştırmalarının boyutlarını
değiştirecek bilgilerini sohbet toplantılarına saklamasını ve Susurluk
Suskunları Kulübü'ne katılmamasını dilerdim."

Adı Susurluk Skandalıyla gündeme gelen Özkan'ın dayısı Necati Kurmel,
Türkiye'de halı sektörünün önde gelen firmalarından Saray Halı'nın sahibi.
Türkiye'nin en zengin işadamları listesinde 750 milyon ile  1 milyar dolar
serveti olan işadamları arasında yer alan Kurmel, Kayseri'nin Devele
İlçesi'nde besicilikle başladığı işlerini bir milyar dolara yaklaşan servete
kadar çıkarttı.

Başbakan Yardımcısı Kurmel'in aralarında Mesut Yılmaz, Tansu Çiller'in de
bulunduğu siyasetçilerin de üye olduğu ve Ankara Hacettepe Ormanı'nda Hazine
arazisi üzerinde kurulan süperlüks "Koop 18 konut Yapı Kooperatifi"nin
üyelerinden Kurmel'le birlikte, Türkiye'nin önde gelen siyasetçi, bürokrat
ve işadamlarından oluşan 789 kişi daha kooperatifin üyesi.

Hüsamettin Özkan'ın dayısının adının Susurluk Skandalı'nda geçtiğinin ortaya
çıkması dikkatleri Başbakan Yardımcısı Özkan'a tekrar çevirdi. Hakkında
skandallar ortaya atılan Hüsamettin Özkan'ın akrabalarına bir isim daha
eklendi. Özkan'ın suçlamalara maruz kalan yakınları şunlar:

1). Betül Özbay: Hüsamettin Özkan'ın kayınvalidesi. Egebank'ın
hortumlanmasına adı karışan Özbay, Egebank'tan yüklü miktarda usülsüz kredi
kullanmakla suçlanıyor. Ayrıca Betül Özbay'ın mali işlerini 15 senedir
kontrol eden Aydoğan Semizer de batık banka skandalllarının hemen hepsinin
perde arkasındaki isim.

2). Orhan-Gülay Aslıtürk: Hüsamettin Özkan'ın akrabası olan bir diğer ismin
adı Şişli Belediyesi Skandalına karışan ANAP'lı eski Başkan Gülay
Aslıtürk'ün eşi Orhan Aslıtürk. Haklarında trilyonlarla ölçülen yolsuzluk
suçlaması bulunan çift, Türkiye'den kaçıp İngiltere'ye sığındı.

3). Şehirbay Özkan: Özkan'ın doktor ağabeyi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz
Ana Bilim Dalı Başkanı olan Özkan hakkında vakıf yolsuzluğu suçlamasından
birçok dava bulunuyor.

4). Necdet Özkan: Hüsamettin Özkan'ın diğer ağabeyi Necdet Özkan hakkında da
birçok suçlama bulunuyor. Geçmiş senelerde Bayrampaşa Belediye Başkanlığı
yapan, 1994'te DSP'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adayı olan
Özkan zamanında yolsuzluk soruşturması gerçekleştirildi.

Kaynak: 
Basın24.com sitesinin  sahibi Ümit Oğuztan

..