Hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2020 Perşembe

HAÇLI SEFERLERİ

HAÇLI SEFERLERİ


Haçlı Seferleri, Kudüs, Hristiyanlık, Bizans İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Filistin,


 İslâm düşmanı Papaların Kudüsü Müslümanları hakimiyetinden kurtarmak ve Müslümanları Anadolu ve Avrupadan atmak gayesiyle başlattıkları seferlere verilen âda Haçlı Seferleri denir. 
İstanbul’un zenginliğine hayran kalan Latin Katolikler şehrin sanat eserlerini zengin olmak hırsıyla yağmaladılar. Ortodoks ahaliye saldırıp mal, can ve ırzlarına çok zarar verdiler. 

İstanbullular şehri terk etmek zorunda kaldı. Haçlı zulmü o kadar arttı ki, asırlardır İstanbul’da bulunan Bizans İmparatorluk tahtı şehirden çıkarılıp, önceden Anadolu Selçuklu Devleti başkenti olan İznik’e taşındı. 

Bizanslılar 1261 yılında tekrar İstanbul’u Latin Haçlılardan geri aldılar. İslâmiyet’in Hristiyanlığın aksine büyük bir süratle yayılması, Müslümanların Suriye, Filistin ve Anadoluya hakim olarak İznik’in başkent olduğu yeni bir devleti kurmaları, Hristiyan aleminin dini lideri papayı ve Hristiyanlığın hâmîsi olarak kabul edilen Bizans İmparatorunu ciddi bir şekilde endişelendiriyordu.
 Bu yüzden hem İslâmiyet’in yayılışını durdurmak hem de sosyal ve ekonomik sıkıntı içinde olan Avrupa’yı bu durumdan kurtarmak için Bati Avrupada Vatikan kilisesinin önderliğinde yoğun bir faaliyet başlatıldı. 
Papa II. Urban us Hz. İsa’nın doğum yeri olan Kudüsün ve kutsal saydıkları makamların Müslümanlar tarafından kirletildiğini, Kudüse giden Hristiyan hacı adaylarına zulüm ve işkence yapıldığını öne sürerek böyle mukaddes bir beldenin Müslümanların baskısından kurtarılması için bütün Hristiyanların canla basla seferber olmaları gerektiğini söyleyerek halkı sefere katılmaları için tahrik ediyordu. 

Halbuki uzun süredir bu kutsal topraklar Hristiyan hacı adayları tarafından ziyaret ediliyor, bu konuda onlara engel olunmak söyle dursun yardim bile ediliyordu.

   Filistinde kendilerine ayrılmış hastaneleri, kilise ve manastırları hatta kütüphaneleri bile vardı. Öte yandan Bati Avrupada halkın içine düşmüş olduğu ekonomik kriz ve sıkıntıdan da ancak doğunun baharat yollarının ele geçirilmesiyle kurtulabileceği söylenerek halk bu sefere katılmaya teşvik ediliyordu. 

Bütün bu gayelerin gerçekleşmesi de ancak Hristiyan aleminin tek vücut halinde hareket etmesiyle mümkün olabilirdi. Papalığın teşvikiyle Hristiyan Avrupalıların Müslümanlara karsı tertip ettikleri seferlerin umumi adi.

   En önemlisi dîni olmak üzere, siyasî, sosyal ve iktisadî sebeplere dayanan Haçlı Seferlerini Papa ikinci Urban us, 1095 yılında toplanan Clermont Kon sili’nde yaptığı konuşmayla başlatmıştır. 

Asırlarca devam edip, milyonlarca insanin can kaybına, devletlerin yıkılıp ülkelerin tahrip olunmasına sebep olmuştur. Osmanlı Devletine ve diğer Müslüman Devletlere karşı, 1364 Sırp sındığı, 1389 Birinci Kosova, 1396 Niğbolu, 1444 Varna, 1448 İkinci Kosova, 1453 İstanbul, 1538 Preveze Deniz, 1571 Kıbrıs, 1683 Viyana kuşatması ve 1919-1922 İstiklal mücadelemizde Haçlılar ittifak içine girip, Müslümanlara karşı cephe almışlardır. 
Halen soğuk harp, kültür harbi seklinde devam etmektedir. Asırlarca devam eden Haçlı Seferleri sonucu, milyonlarca insan can verip, kan döküldü.

 Ülkeler harap oldu. Dîni, siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî birçok hadiselere sebep olan Haçlı Seferlerinin getirip götürdüğü birçok neticeler oldu. 

Müslümanlara karşı savaşa katılmaya teşvik için Avrupada birçok Hristiyan tarikatlar kuruldu. Sefere katılanlara çeşitli vaadiler de bulunuldu. 

Seferlere iştirak için Avrupalıların dindarına, maceraperestine, işsiz güçsüzüne ayrı ayrı vaatlerle propaganda yapılıp, Müslümanların karsısında bütün bunların bos çıkması, neticesinde Papalığın ve kilisenin otoritesi sarsıldı.
 Bu seferler sonunda Hristiyanlar, Müslümanları yakından tanıdılar. Savaş meydanlarında aslanlar gibi cesurâ ne dövüşen Müslümanların aslında çok merhametli, iyilik sever, misafirperver olduklarına bizzat şahit oldular. 
Hristiyan tarikatçılarının bahsettikleri gibi olmaması, daha önceki düşüncelerini değiştirdi. İslâm Medeniyetini tanıyan Avrupada ilim ve teknikte gelişmeler olup, merkezi otoritenin kuvvetlenmesi yanında, Müslümanlara karşı asırlarca devam edecek olan askeri, siyasi iktisat ve kültürel politikanın da tespit edilip, safha safha tatbikine sebep olmuştur. 


Batılıların İslâm ülkelerine karsı tatbik ettikleri yayılmacılık, sömürgecilik, İslâm dinine saldırmaları ve Müslümanları Dinlerinden uzaklaştırmak için yaptıkları bütün dejenerasyon faaliyetleri hep Haçlı Seferleri’nin bir sonucudur. 
Papalık, Haçlı Seferlerinin masraflarını karşılamak gerekçesiyle, Hristiyanların ruhani isleri için vergi almak adetini çıkardı. Bulunduğu çevrenin kilisesine vergisini vermeyenler, Hristiyanlıktan tecrit edildi.

 Misyonerler faaliyetlerini artırıp, Asya ve Afrikada Hristiyanlığı yaymaya çalıştılar. Haçlı seferlerine katılan şövalyelerin Müslümanlar karşısında güçsüzlüğü anlaşılınca, derebeylik idaresi zaafa uğradı. Merkezi otoritenin hakimiyeti artıp, Avrupada krallık rejimi kuvvetlendi.

 Sarf durumundaki köylü, toprak sahibi efendilerinden arazi alarak, mal mülk sahibi oldular. Avrupada aralarında büyük eşitsizlik ve adaletsiz uçurumu bulunan sınıflar arası fark kısmen azaldı. Doğu sanat ve medeniyetini tanıyıp, Islâma eserlere hayran olan Haçlılar, Müslümanlardan sanat ve teknik alanda birçok yenilikleri ve kesifleri öğrendiler. 

Bu ise Avrupada ilim ve tekniğin gelişmesine sebep oldu. Müslümanlardan kâğıt ve pusula’yı da öğrenen Haçlılar da gemicilik çok gelişti.Venedik, Cenova Marsilya, Pisa gibi Akdeniz limanlarının önemi artıp, ticari faaliyetler hız kazandı. Bu şehirler serbest bölgeler mahiyetini alıp, Bati ile Doğu’nun ticareti gelişti. Haçlı Seferleri neticesinde Müslümanlar, Bizanslılar ve Yahudiler çok zarar gördü. 
İslâm ülkeleri ve devletleri harap olup, yüz binlerce Müslüman Anadolu, Mısır, Orta Doğu ve özellikle Kudüste kılıçtan geçirilip, yerleşim alanları yağmalanıp, yakılıp, yıkıldı. Kadınlar ve çocuklar bile hunharca öldürüldü. Haçlıların kılıcından sadece Müslümanlar değil Yahudiler ve özellikle Ortodoks Bizans da çok zarar gördü. 

HAÇLI SEFERLERİNİN NEDENLERİ VE SONUÇLARI 

Avrupalıların 11. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın sonları arasında Müslümanların elinde bulunan ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve dolaylarını geri almak için düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denilmiştir.
Haçlı Seferlerinin dini, siyasi ve ekonomik nedenleri vardır:
 Dini Nedenler : Hıristiyanların, kutsal yerleri, özellikle Kudüsü Müslümanlardan geri almak istemesi.
 Katolik Kilisesinin Ortodoks dünyasını egemenliği altına almak istemesi.
 10. yüzyılda Fransada ortaya çıkan Kluni Tarikatının Hıristiyanları Müslümanlara karşı kışkırtması.
 Din adamlarının etkisi ile Hıristiyanlarda oluşan koyu fanatizm. 
Papa ve din adamlarının nüfuzlarını arttırmak istemeleri.

 Siyasi Nedenler

 Avrupalıların Türkleri, Anadolu, Suriye, Filistin ve Akdenizden uzaklaştırmak istemeleri. 

 Türkler karşısında zor durumda kalan Bizansın Avrupadan yardım istemesi.
 Senyör ve şövalyelerin macera arayışları. 
Ekonomik Nedenler  İslam Dünyasının zenginliği, Avrupanın fakirliği.  
Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri. 
 Avrupada toprak sahibi olmayan soyluların toprak elde etmek istemeleri. 
Avrupalıların doğunun zenginliklerine sahip olmak istemeleri. 

I. Haçlı Seferi (1096-1099) 

Papa II. Urban ve Piyer Lermitin çabalarıyla Avrupada kalabalık bir ordu hazırlanmıştı. 
Anadoluya ilk gelen düzensiz gruplar, I. Kılıç Arslan tarafından yok edilmişlerdir. 
Ancak bu grubun ardından şövalye, kont ve düklerden oluşan bir ordu, Anadoluya girdi. Türkiye Selçuklularının merkezi İznik kuşatıldı. Kılıç Arslan, İzniki boşaltmak zorunda kaldı. Haçlılara karşı başarı ile mücadele eden Kılıç Arslan, Haçlıları çok kalabalık olmalarından dolayı durduramamıştır. 
Antakyayı işgal eden Haçlılar, 1099da Kudüsü Fatımilerden aldılar. 
Sonuçta: Kudüs, Haçlıların eline geçti.  İznik ve Batı Anadolu, Bizansın eline geçti.  Anadolu Selçukluları, İzniki kaybedince Konyayı başkent yaptılar.  Haçlılar, ellerine geçirdikleri Antakya, Urfa, Trablusşam, Sur, Yafa, Nablus gibi şehirlerde feodalite rejimine dayanan dükalık ve kontluklar kurdular. 

II. Haçlı Seferi (1147-1149) 

Musul Atabeyi İmadeddin Zengi, Urfayı 1144te Haçlılardan aldı. Ardından Halep ve Şam alınınca Kudüs Krallığı Papadan yardım istedi.

 Papanın çağrısı ile Alman İmparatoru III. Konrad ile Fransa Kralı VII. Lui, ayrı yollardan Anadolu üzerine sefere çıktılar. İki ordu da Anadolu Selçukluları tarafından bozguna uğratıldı. Ordularının büyük kısmını kaybeden iki kral, Şama saldırdılar, fakat başarılı olamadılar.

III. Haçlı Seferi (1189-1192)

 Mısırda devlet kurmuş olan Selahaddin Eyyubi, Haçlılarla amansız bir savaşa tutuştu.

 Amacı, Suriyedeki Haçlı üstünlüğüne son vermekti. Selahaddin Eyyubi, bu mücadelede başarılı olarak 1187de Hıttin denilen yerde Haçlıları yendi.
 Kudüs dahil olmak üzere Suriyenin büyük bir bölümünü Haçlı istilasından kurtardı. Kazanılan bu zaferler, Avrupada duyulunca, her yerde dini propagandalar yapıldı. 

Alman İmparatoru Frederik Barbaros, Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar komutası altındaki yeni Haçlı orduları harekete geçtiler. 
Kara ve deniz yollarıyla gelen Haçlı orduları, Kudüsü almayı başaramayarak geri döndüler. 

IV .Haçlı Seferi (1204)

 Eyyubiler, Haçlılarla mücadeleye devam ediyorlardı. Filistindeki Yafa ve sahil şeridindeki bazı kaleler, Eyyubilerin eline geçince Papa, bütün Hıristiyanları sefere çağırdı. Haçlılar, bu defa deniz yolunu kullanmak istediler ve Venedik ile anlaştılar. 
Bu sırada Bizansta taht kavgaları sürüyordu. İmparator olmak isteyen Aleksi Angelos, Haçlılardan çeşitli vaadlerle yardım istedi. 
Papanın muhalefetine rağmen İstanbula gelen Haçlılar, tahttan indirilen İzak ve oğlu Aleksiyi imparator ilan ettiler ve İstanbulu yağmaladılar. 

İstanbul halkının ayaklanarak imparatoru ve oğlunu öldürmesi üzerine Haçlılar, İstanbulu işgal ederek Latin İmparatorluğunu kurdular (1204). 
İstanbuldan kaçan Bizans soyluları, İznik Rum İmparatorluğunu (1204 -1261) ve Trabzon Rum İmparatorluğunu (1204 -1461) kurdular. 
İznik Rum İmparatorluğu, 1261 yılında Latin İmparatorluğunu yıkarak Bizansı tekrar canlandırmıştır.

V . Haçlı Seferi (1228)

 Papanın çağrısı üzerine Alman imparatoru II. Frederik, deniz yolu ile Akkaya geldi (1228). 

Bu sırada Eyyubiler, iç mücadeleler ile uğraşıyorlardı. Haçlılar, bundan yararlanarak Sayda ve Kudüsü kuşattılar. Haçlılarla başa çıkamayacağını anlayan Eyyubi Hükümdarı Melik Adil, Haçlıların Kudüste serbestçe oturma şartını kabul ederek 10 yıllık bir anlaşma yaptı (1229). 
Böylece Haçlılar amaçlarına ulaştılar. Ancak Filistine kadar inen Harzem Türklerinin Haçlıları yenmesiyle Eyyubiler Kudüsü yeniden ele geçirdiler (1244). 

VI . Haçlı Seferi (1248) 

Kudüs, tekrar Türklerin eline geçince, Papa yeniden Hıristiyanları sefere çağırdı. 
Ancak Avrupalılar seferlerden bıkmışlardı. Sadece Fransa Kralı Sen Lui sefere çıktı. Sen Lui de Eyyubi Hükümdarı Turanşaha esir düştü.
 Önemli miktarda kurtuluş parası vererek Fransaya dönebildi.

VII. Haçlı Seferi (1270) 

Fransa Kralı Sen Lui, kardeşinin kışkırtmalarıyla son Haçlı Seferine çıktı. 
O sırada Tunus tan kalkan Arap korsanları, doğuya giden Hıristiyan gemilerine zarar veriyordu. Bu yüzden Tunus a sefer düzenleyen Sen Lui ve ordusunun yarısı, veba salgını nedeniyle öldü. 

Haçlı Seferlerinin Sonuçları

Dini Sonuçlar : 

Avrupada kiliseye ve din adamlarına duyulan güven sarsıldı. 

 Skolastik düşünce zayıfladı. 

Kilise ve Papanın otoritesi sarsıldı. 

Siyasi Sonuçlar : 

Seferler sırasında binlerce senyör ve şövalyenin öldü. 
Sağ kalanların bir kısmı da topraklarını kaybetti. Böylece feodalite rejimi zayıfladı. 
 Merkezi krallıklar, güç kazanmaya başladılar. 
 Feodalitenin zayıflamasıyla köylüler, çeşitli haklar elde ettiler. 
 Türklerin batıya doğru ilerleyişleri bir süre için durdu.  Bizans, Batı Anadoludaki toprakların bir kısmını ele geçirdi. 
 Haçlılar ile yapılan mücadeleler, İslam Dünyasını, Moğol saldırıları karşısında güçsüz bıraktı. 

Ekonomik Sonuçlar :

 Doğu-batı ticareti gelişti. Marsilya, Cenova, Venedik gibi Akdeniz limanları önem kazandı.  Avrupalılar, dokuma, cam ve deri işleme sanatını öğrendiler.  Papaların ve kralların seferlere mali destek sağlamak için İtalyan bankerlerine başvurdular.


***

24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 2


2002 yılında Ergon Yayınevi tarafından basılan kitapta Dressler, ciddi araştırmaların Türk vatandaşlarının % 20 sinin Alevi kökenli olduğunu, Alevilerin ise en az üçte ikisinin Türkçe, geri kalanının Kürtçe konuştuğunu ortaya koyduğunu aktarmaktadır (2002: 10). “ Kızılbaş Geleneğinin Oluşumu ”, “ Kızılbaşlıktan Aleviliğe ”, “ Modern Türkiye’nin Dinî-Politik 
Söylemi ve Aleviler ” ile “20. Yüzyılda Kızılbaşlık” şeklinde dört ana başlık halinde yapılmış olan araştırma Kemalizm’in din algısının Alevilere hem Kemalist kimliklerini korumayı, hem de dinî geleneklerini yerine getirmeyi kolaylaştırdığını vurgulamaktadır. 03-05 Aralık 2003 tarihinde Almanya’nın Heidelberg şehrinde gerçekleştirilen “Göç ve Ritüel Aktarımı: İslam 
Dünyası ile Batı Diasporası Arasında Dinî Azınlıklar” adını taşıyan sempozyumun bildirilerini içeren bir diğer kitap ise “Migration und Ritualtransfer: Religiöse Praxis der Aleviten, Jesiden und Nusairier Zwischen Vorderem Orient und Westeuropa” adını taşımaktadır. Kitabın Türkçe adı “Göç ve Ritüel Aktarımı: Yakın Doğu ve Batı Avrupa Arasındaki Aleviler, Yezidiler ve Nusayrilerde Dinî Uygulamalar” şeklindedir. Söz konusu 
sempozyumun ana konusunun “Köy, şehir ve göç bağlamında Aleviler, Yezidiler ve Nusayrilerde ritüel aktarımı” olduğu ifade edilen 341 sayfalık kitap 2005 yılında yayımlanmıştır ve aşağıdaki 14 farklı araştırmadan oluşmaktadır: - Ritualtransfer (Ritüel Aktarımı). Yazarlar: Robert Langer, Dorothea Lüd- deckens, Kerstin Radde, Jan A.M. Snoek 

- Religious Minorities in the Middle East and Transformation of Rituals in the Context of Migration (Ortadoğu’da Dinî Azınlıklar ve Göç Bağlamında Ritüel Aktarımı). 
Yazar: Philip G. Kreyenbroek. - Ritual Transfer and the Reformulation of Belief Amongst the Turkish Alevi Community (Ritüel Aktarımı ve Türk Alevi Topluluğu Arasındaki İnanç Sisteminin Yeniden Formüle Edilmesi). 
Yazarlar: David Shankland, Atila Çetin. - Alevitische Kongregationsrituale: Transfer und Re-Invention im transnati- onalen Kontext (Alevi Cemaat   Ritüelleri: Uluslararası Bağlamda Aktarım ve Yeniden Buluş). 
Yazarlar: Raoul Motika, Robert Langer. - Ayin-i Cem- das alevitische Kongregationsritual: Idealtypische Beschrei- bung des Ibadet ve Öğreti Cemi (Cem Ayini – Alevi Cemaat Ritüeli: İbadet ve Cem Öğretisinin Örnek 
Tanımlaması). 
Yazar: Janina Karolewski. - Das alevitische Dede-Amt (Alevi Dedelik 
Makamı). 
Yazar: Hüseyin Ağu- içenpoğlu. - Alevilik als Lied und Liebesgespräch: Der Dorfweise Melûli Baba (1892- 1989) (Bir Türkü ve Sevgi Konuşması Olarak Alevilik: Köy Piri Melûli Baba (1892- 1989). 
Yazar: Hans-Lukas Kieser. - Transformationsprozesse des alevitischen Cem: Die Öffentlichkeit ritueller Praktiken und Ritualhandbücher (Alevi 
Cem’inin Dönüşüm Süreçleri: Ritüel Uy- gulamaların ve Ritüel El Kitaplarının Açıklığı). 
Yazar: Refika Sarıönder. - Zur Funktionalität des Cem-Rituals als Instrument alevitischer Identitätsstiftung in der Cem Dergisi (Cem Dergisinde Aleviliğin Kimlik Aracı Olarak Cem-Ritüelinin İşlevine Dair). Yazarlar: Ina Paul, Johannes Zimmermann. - Cem in Deutschland: 
Transformationen eines Rituals im Kontext der alevitischen Bewegung (Almanya’da Cem: Alevi Hareketi Bağlamında Bir Ritüelin Dönüşümü). Yazar: Marin Sökefeld. - Erfundene Feste, falsche Rituale? Die Gedenkfeier von Hacıbektaş (Uydurulmuş Şenlikler, Yanlış Ritüeller? Hacı Bektaş’ı Anma Törenleri). 
Yazar: Beatrice Hendrich. - Friedhöfe als Quellen für Fragen des Kulturwandels: Grabkultur von Yeziden und Aleviten in Deutschland mit 
Seitenblick auf die Türkei (Kültür Değişiminin Sorularına Kaynak Olarak Mezarlıklar: Türkiye’ye Yan Bakışla Almanya’daki Yezidi ve Alevilerin Defin Kültürü). 
Yazar: Rüdiger Benninghaus. - Zwischen Taufe und Beschneidung: Rituale im Yezidentum in der Heimat und im Exil (Vaftiz ve Sünnet Olmak Arasında: Anavatanda ve Sürgünde Yezidilik Ritüelleri). 
Yazar: Se-bastian Maisel. - Die Nusayrier und ihre Rituale. (Nusayriler ve Ritüelleri). 
Yazar: Werner Arnold. Türk Aleviliğinin tarihî sürecini ele alan “Türkische Aleviten: Vom Osma- nischen Reich bis zur Heutigen Türkei“ adlı araştırma Burak Gümüş’ün 2001 yılında Konstanz Üniversitesinde hazırladığı yüksek lisans tezinin kitaplaştırılmış halidir ve 262 sayfadan oluşmaktadır. 

“Osmanlı İmparatorluğundan Günümüz Türkiye’si ne Türk Alevileri” başlığını taşıyan araştırmada, Alevilerin Osmanlı’dan günümüze kadar olan tarihî ele alınmıştır. İlgili araştırma “Osmanlı Döneminde Aleviler”, “Tek Parti Döneminde Aleviler” ve “1946 Yılı Sonrası Aleviler” olmak üzere üç ana başlıkta düzenlenmiştir. Gümüş, ilgili kitapta Osmanlıdan günümüze 700 yıllık süreçte Türk Aleviliğinin doğuşunun, gelişiminin, yaşadığı baskıların, yok edilme uğraşlarının, başkaldırıların vb. yansıtıldığını belirtmektedir. 
Günümüzdeki Aleviliği konu edinen “Türkische Aleviten Heute” başlıklı çalışma ise John Shindeldecker tarafından 2001 yılında kaleme alınmıştır. Türkçe çevirisi “Günümüzdeki Türk Alevileri” olan kitap, on iki bölümden oluşmaktadır. Birçok ansiklopedide Türkiye’nin % 99’unun Sünnilerden oluştuğunun belirtildi- ğine, Alevilerin varlığından ise kamuoyunun 
yeni yeni haberdar olduğundan bahseden yazar, bu kitabın bu boşluğu doldurmak amacıyla kaleme alındığını ifade etmektedir. Yahudi, Hıristiyan, Budist ve Hindularda olduğu gibi Alevilerde de çok geniş bir yelpazeye dayanan inanç şekilleri ve ibadet tarzlarının bulunduğunu ileri süren Shindeldecker, araştırmasında “Aleviler kimlerdir?”, “Alevilerin sayısı ve 
dağılımları”, “Aleviler ve İslam”, “Alevilerin gelenekleri ve bayramları”, Hz. Ali’nin Alevi bakışı”, “Aleviler, Hacı Bektaş ve Bektaşiler”, “Aleviler ve tasavvuf”, “Aleviler ve halk dindarlığı”, “Aleviler, önyargılar ve zulüm”, “Alevi-Bektaşi mizahı”, “Aleviler ve güncel toplumsal konular” ve “Alevilerin günümüzdeki kimlikleri” konularına yer vermektedir. Almanca yayımlanan bir diğer kitap ise “Mythen und Rituale des Aleviten- tums” adını taşıma-
ktadır. “Alevilerin Efsaneleri ve Ritüelleri” anlamındaki 256 sayfa- lık kitap, Haki Gürtaş tarafından 2005 yılında yayımlanmıştır. Aleviliğin günümüze dek teoloji ve din sosyolojisi bağlamında ele alınmadığına ve yakın zamana kadar bilim için yabancı olduğuna değinilen araştırmada, mevcut yayınların ise Aleviliği siyasi, milli ve geleneksel İslami bakış açısıyla ele aldıklarından yakınılmaktadır. Söz konusu eserde ise Aleviliğe bağımsız bir dinî cemaat 
gözüyle bakıldığını belirten Gürtaş, Aleviliğin Zerdüştlükle olan benzerlik ve bağlantılarına değinmektedir. Burak Gümüş’ün “Die Wiederkehr des Alevitentums in der Türkei und in Deutschland” başlıklı araştırmasının 2007 yılında yayımlandığı görülmektedir. Türkçe anlamı “Türkiye’de ve Almanya ’da Aleviliğin Geri Dönüşü” olan kitabın giriş bölümünde (2007: 1), 

Alevilerin kendilerini İslam’ın bir parçası olarak görmelerine rağmen, Sünnilerin onları İslam dinini tutucu olmayan şekilde yorumlama larından ve ayinlerindeki “pagan”lıklardan dolayı kâfir olarak algıladıkları belirtilmek tedir. Türkiye’de Alevilerin resmi olarak halen bir inanç topluluğu olarak sayılmadıklarına ve Çorum, Kahramanmaraş ve Sivas olaylarında olduğu gibi katliamlara uğradıklarını ifade eden Gümüş, 1990’lı yıllardan bu 
yana Alevi hareketinde bir canlanma olduğundan söz etmektedir. Bu bağlamda Alevilikle ilgili kitap, dergi, türkü, genel ağ sayfaları, radyo ve televizyonların yoğunlaştığını bildirmektedir. Bütün bu canlanmanın ise Alevi kuruluş ve federasyonları vasıtası ile gerçekleştiği tezinden yola çıkan yazar, çalışmasını Alevililiğin Türkiye ve Almanya’da yeniden canlanmasında dernek ve üst çatıların oynadığı rol üzerinde yoğunlaştırmıştır. Aleviliğin Al-
manya’daki durumunu konu edinen bir diğer kaynak ise Martin Sökefeld tarafından 2008 yılında yayımlanan ve içerisinde sekiz farklı araştırma yer alan “Aleviten in Deutschland” adlı kitaptır. “Almanya’daki Aleviler” olarak çevirebileceğimiz kitapta ilk olarak kitabın yayıncısı Martin Sökefeld’in “Aleviten in Deutschland- von Takiye zur Alevitischen Bewegung” (Takiyeden Alevi Hareketine- Almanya’daki Aleviler) adlı araştırması karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra adı geçen kitapta sırasıyla Beatrice Hendrich’in “Alevitische Geschichte Erinnern- in Deutschland” (Almanya’da Alevilik Tarihini Hatırlamak), Robert Langer’in “Ale- vitische Rituale” (Alevi Ritüelleri), Kira Kosnik’in “Mit eigener Stimme? Migrantische Medien und Alevitische Strategien der Repräsentation” (Kendi Sesiyle mi?  Göçmen  Medya ve Alevi Temsil Stratejileri), Hülya Taşçı’nın “Die zweite Genera- tion der Alevitinnen und Aleviten Zwischen Religiösen Auflösungstendenzen und Sprachlichen Differen-zierungsprozessen” (Dinsel Bozulma Meyli ile Dilsel Farklılık Sürecinde İkinci Nesil Aleviler), Halil Can’ın “Außenseiter wider Willen: Das ‚coming-out‘ des Alevitentums in der Diasporischen Enkelgeneration oder Erin- nerungs- und Identitätsarbeit über das Digitale Gedächtnis des Internets“ (İsteği Dışında Marjinal Kalan İnanç; Türkiye’nin Dört Bir Yanına Dağılmış Olan Aleviliğin Üçüncü Kuşakta Yeniden Tezahür Etmesi ve/veya Genel Ağın Dijital Hafızası Vasıtasıyla Kimliklerini Yeniden Hatırlamaları ve Özlerine Dönüşleri), Martin Sökefeld’in “Sind Aleviten Muslime? Die alevitische Debatte über das Verhältnis von 
Alevitentum und Islam in Deutschland” (Aleviler Müslüman mı? Aleviliğin ve İslam’ın Almanya’daki Durumu Üzerine Alevi Tartışması) ve David Shankland ile Atila Çetin’in “Aleviten in Deutschland“ (Almanya’da Aleviler) başlıklı araştırmaları yer almaktadır. 

Bektaşilik ile ilgili en son yapılan araştırmalardan birisi olarak “Bektaschi- tum und Griechisches Orthodoxes Mönchtum” başlıklı çalışma göze çarpmaktadır. 2010 yılında yayımlanan 79 sayfalık kitabın yazarı Andreas Kiriakidis’dir. “Bektaşilik ve Yunan Ortodoks Keşişliği” şeklinde tercüme edilebilecek kitap, din konusunu ele almakta ve iki mistik geleneği karşılaştırmaktadır. Bektaşi tarikatlarının Osmanlı dönemindeki rolüne değinen yazar, fethedilen yerlerde Bektaşilerin halka ciddi olarak etki ettiklerinden söz etmektedir. 

Bugüne kadar çok hesaba katılmasa da Bektaşilerin Yunanistan’ın tarihinin 
aydınlatılmasında da çok önemli katkıları olduğuna değinilen araştırmada XV.-XX. yüzyıl arasında Bektaşilerin Yunan halkıyla geniş ölçüde temas kurmaları ve karşılıklı etkileşimleri konu edilmektedir. Sonuç olarak Alman kaynaklarında Bektaşiliğin ve Aleviliğin ele alındığı bu araştırmada Almanca yazılmış olan 21 kitap incelenmiştir. XX. yüzyılın başlarından itibaren Bektaşilik ve Alevilik konularının Almanya’da çeşitli araştırmaların konusu olduğu görülmektedir. Türklerin Almanya’ya göçünden sonra Alevi kökenli Türk vatandaşların da Almanya’da yaşamaya başlamasıyla birlikte araştırma larda çoğalma olduğu hatta konu ile ilgili sempozyumların düzenlendiği görülmektedir. Kitap ve çevirilerin yanı sıra çeşitli yüksek lisans ve doktora tezlerinin de Bektaşilik-Alevilik konusunu irdeledikleri görülmektedir. 

Araştırmaların geneline şöyle bir göz attığımızda Bektaşilik ve Alevilik  kavramlarının bir bütün olarak kabul edildiğini, Bektaşi ve Alevilerin inanç sistemlerinin, ritüellerinin, mizahlarının, tarihî geçmişlerinin yanı sıra Anadolu’daki Bektaşi tekkelerinin mimarilerine kadar incelendiğini görmekteyiz. Araştırmaların çoğunda Bektaşilik-Alevilik konusunun özellikle siyasi yönünün ön plana çıkarıldığıyla ve, Alevi ve Bektaşilerin toplum 
ve devlet tarafından sürekli baskı altında tutulan ve yok edilmeye çalışılan bir topluluk olarak gösterilmeye çalışıldığıyla karşılaşmaktayız. Öte yandan hoşgörünün sembolü olarak görülen Bektaşilik ve Aleviliği ayrı bir din olarak gören, Zerdüştlükle ve Hıristiyanlıkla bağdaştırmaya çalışan araştırmaların fazlalığı da dikkat çekmektedir. 

Özetle, Alman kaynaklarında Bektaşilik ve Alevilik ile ilgili yapılmış olan araştırmalarda Bektaşilik ve Alevilik ile ilgili geniş çaplı bilgiler verildiğini, araştırmaların çoğunda Bektaşi ve Alevilerin şiddet ve baskıya maruz kaldığı şeklinde söylemlerde bulunulduğunu ve Bektaşilik-Aleviliğin bir din mi, mezhep mi, bir kültür veya bir cemaat mi olduğu konusunda kafaların karışık olduğunu ve bu konuda birbirinden farklı ve çelişkili tanımlamalar ın yapıldığını söyleyebiliriz. 

TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 65 
Muhammet KOÇAK
* Dr., Gazi Üniversitesi, Alman Dili Eğitimi Bölümü, Ankara/Türkiye, 
muhammetkocak@gazi.edu.tr 


Kaynakça 

AYTAŞ, Gıyasettin. (1999). “‘Bektaşi Kız’ Adlı Roman Hakkında Bazı Tespitler”. Hacı Bektaş Velî Dergisi, 11: 53-60. 

BACKHAUSEN, J. Manfred & DIERL A. Josef. (1996). Der rituelle Gottesdienst CEM des anatolischen Alevismus. Wuppertal: Holger Deimling Verlag. 

BACKHAUSEN, J. Manfred & DIERL A. Josef. (1998). Einführung in den Alevismus-Bektaschismus. Düsseldorf: Manfred Johannes Backhausen Verlag. 

BOZKURT, M. Fuat. (1988). Das Gebot. Mystischer Weg mit einem Freund. Hamburg: E.B.- Verlag Rissen. DIERL, A. Josef. (1985). Geschichte und Lehre des anatolischen Alevismus Bektasismus. Frankfurt: Dagyeli Verlag. 

DRESSLER, Markus. (2002). Die Alevitische Religion. Traditionslinien und Neubestimmungen. Würzburg: Ergon Verlag. FAROQHI, Suraiya. (1981). Der Bektaschi-Orden in Anatolien. Wien: Verlag des Instituts für Orientalistik. 

GROSS, Erich. (1927). Das Vilajet-Name des Haggi Bektasch. Ein Türkisches Derwischevangelium. Leibzig: Mayer & Müller. 

GÜLÇİÇEK, A. Duran. (1994). Der Weg Der Aleviten (Bektaschiten). Köln: Ethnographia Anatolica Verlag. GÜLÇİÇEK, A. Duran & BENNINGHAUS, Rüdiger. (1996). 99 Bektaschi Witze/ 99 Bek- taşi Fıkrası. Köln: Ethnographia Anatolica Verlag. 

GÜMÜŞ, Burak. (2001). Türkische Aleviten: Vom Osmanischen Reich bis zur heutigen Türkei. Konstanz: Hartung-Gorre Verlag. 

GÜMÜŞ, Burak. (2007). Die Wiederkehr des Alevitentums in der Türkei und in Deutschland. Konstanz: Hartung-Gorre Verlag. 

GÜRTAŞ, Haki. (2005). Mythen und Rituale des Alevitentums. Konstanz: Hartung-Gorre Verlag. JACOB, Georg. (1908). Beiträge zur Kenntnis des Derwisch-Ordens der Bektaschis. Berlin: Mayer & Müller. 

KIRIAKIDIS, Andreas. (2010). Bektaschitum und griechisches orthodoxes Mönchtum. Religionskontakt und Vergleich zweier mystischer Traditionen. Berlin: EB Verlag. 

KÖSTER, Rudolf. (2003). Eigennamen im deutschen Wortschatz. Berlin: Walter de Gruyter. 

LANGER Robert, MOTIKA Raoul & URSINUS Michael. der. (2005). Migration und Ritualtransfer: Religiöse Praxis der Aleviten, Jesiden und Nusairier zwischen Vorderem Orient und Westeuropa. Frankfurt: Peter Lang Verlag. 

PFLUGER-SCHINDLBECK, Ingrid. (1989). Achte die Älteren, liebe die Jüngeren. Frankfurt: Ahtenäum Verlag. 

SHINDELDECKER, John. (2001). Türkische Aleviten Heute. İstanbul: Anadolu Ofset. 

SÖKEFELD, Martin. der. (2008). Aleviten in Deutschland. Identitätsprozesse einer Religionsgemeinschaft in der Diaspora. Bielefeld: Transcript Verlag. 

TSCHUDI, Rudolf. (1914). Das Vilajet-name des Hadschim Sultan. Berlin: Mayer & Müller. 

TÜRK DİL KURUMU. (1988). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi. 

WULZINGER, Karl. (1913). Drei Bektaschi-Klöster Phrygiens. Berlin: Verlag von Ernst Wasmuth A.G. 

YAKUP, Atilla. (1997). Humor im Islam. Frankfurt: Yvonne Landeck Verlag. 



 ***

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 1

FARUK ASLAN,

 Şimdi Alman derin devletinin Aleviliği nasıl gördüğüne ve tanımladığına biraz daha yakından göz atalım. Almanya’da yaşayan Alevi ve Sünni Zazaları bölmek için bile 11 site kurduran Derin Gladyo Kılıç, Almanya’daki Türk ve Kürt nüfusunun dörte birini oluşturan Alevileri anlamak için pek çok akademik araştırma yaptırmıştır. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi’nin 65. sayısında 2013’de yayınlanmış bir araştırmada buna değin çok doyurucu bilgiler yer alıyor. Gazi Üniversitesi, Alman Dili Eğitimi Bölümü’nden Muhammet Koçak, bu makalesinde, Alman kaynaklarında Bektaşilik ve Alevilik hakkında yazılmış olan araştırmaları ele alıyor. 

Bu bağlamda, kronolojik olarak 20. yüzyılın başından günümüze dek Almanca yazılmış olan araştırmalar incelenmiş. 

Konu ile ilgili olarak Almanya’nın Berlin ve Hamburg şehirlerindeki kütüphanelerden elde edilen 21 kitap incelenmiş ve bu kitapların Bektaşilik- Alevilik ile ilgili hangi konuları irdeledikleri, neleri araştırdıkları hakkında bilgiler verilmiştir. Betimleme yöntemi kullanılan araştırmanın sonucunda Bektaşîlik ve Alevîlik kavramlarının bir bütün olarak kabul edildiği, Bektaşilik ve Aleviliğin inanç sistemlerinin, ritüellerinin, mizahının, tarihî geçmişinin yanı sıra Anadolu’daki Bektaşi tekkelerinin mimarilerine kadar ayrıntılarının incelendiği görülmüştür. Aratırmaya konu olan kitapların bir çoğunda ise Bektaşilik-Alevilik konusunun özellikle siyasi yönünün ön plana çıkarıldığı, Alevi ve Bektaşilerin toplum ve devlet tarafından sürekli baskı altında tutulan ve yok edilmeye çalışılan bir topluluk olarak  gösterilmeye çalışıldığı ile karşılaşılmıştır. Ayrıca, söz konusu Alman kaynaklarında, hoşgörünün sembolü olarak görülen Bektaşilik ve Aleviliği ayrı bir din olarak görüp Zerdüştlükle ve Hristiyanlıkla bağdaştırmaya çalışan araştırmaların fazlalığı da dikkat çekmiş; Bektaşilik-Aleviliğin bir din mi, mezhep mi, kültür veya bir cemaat mi olduğu konusunda kafaların karışık olduğu ve bu konuda birbirinden farklı ve çelişkili tanımlamaların yapıldığı tespitinde bulunulmuştur. 

Hacı Bektaş Velî’nin düşünceleri etrafında XIII. yüzyılda kurulan Bektaşilik tarikatı ve beraberinde getirdiği Bektaşilik düşüncesi, Türk tarihinde önemli bir rol oynamış ve Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur. Bektaşiliğin ne olduğunu tanımlamak için öncelikle kurucusu olan Hacı 

Bektaş Velî’yi kısaca tanımak gerekmektedir. Aytaş (1999: 54), 
Hacı Bektaş Velî’yi, Türk kültür hayatına damga sını vuran, Türklüğün hamurunda mayası bulunan önemli bir şahsiyet olarak tanıt maktadır ve onun Anadolu bozkırında yeşerttiği hoşgörü ve sevgi tohumlarının gün geçtikçe yeşerip büyüyerek batıda Macaristan, doğuda Çin sınırlarında meyvelerini verdiğini ifade etmektedir. Bektaşilik, olgun insan yetiştirmek 
amacıyla hoşgörüyü ve muhabbeti kendisine ilke edinen bir tarikat olarak, Alevilik ise sözlükte “Halife Ali’yi ilk halifeden üstün tutan mezhep ve tarikatların genel adı.” şeklinde tanım lanmaktadır (TDK Türkçe Sözlük, 1988: 49). Bektaşilik ve Alevilik arasında farklar olsa da toplum tarafından aynı olarak görülmektedir. Günümüze dek Bektaşilik ve Alevilik kavramları Türk toplumu içerisinde sürekli tartışma konusu olmuştur. Bektaşiliğin ve 
Aleviliğin kimi çevrelerce bir kültür, kimilerince bir mezhep hatta kimilerince bir din olarak tanımlanması tartışmaların odağını oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra Bektaşi ve Alevilerin toplum tarafından dışlandıkları, ezildikleri, şiddete maruz bırakıldıkları, yok edilmeye çalışıldıkları söylemleri de gündemde sürekli yer tutmaktadır. Bektaşilik ve Alevilik ile ilgili ulusal ve uluslararası alanda birçok araştırma yapılmıştır. Bu çalışmada ise sadece Alman kaynaklarında Bektaşilik-Alevilik ile ilgili yapılmış olan araştırmalar üzerinde durulmuştur. Alman araştırmacıların ve Türk araştırmacıların Almanca olarak yayımladıkları kitaplar ve kitaplarda ele alınan konular betimleme yöntemiyle ve kronolojik olarak aktarılmaya çalışılmıştır. 

Bektaşilik kavramı Eigennamen im Deutschen Wortschatz adlı Alman ansiklopedide (Köstler, 2003: 17) “Hacı Bektaş Velî adlı bilginin yolundan giden ve Alevilik ile benzer olan İslami bir mezhep.” olarak yer almakta, burada ayrıca 1925 yılında Türkiye’de Bektaşi tekkelerinin yasaklandığı bilgisi de verilmektedir. Alevilik ise aynı ansiklopedide “Tutucu olmayan, tolerans sahibi bir İslami inanç hareketi.” (Köstler, 2003: 3) olarak tanımlanırken Aleviler namazı, zekâtı ve haccı reddeden kişiler olarak tanıtılmaktadır. Alevilerin Şii oldukları ve Sünni düşüncenin dışında yer aldıklarından dolayı sıklıkla Sünnilerin zulmüne uğradıkları da ilgili tanımda yer almaktadır. Bu yaklaşım, (gerçekle ilgisi olmadığı halde) Şiilerin de namaz kılmayan, hacca gitmeyen, zekât vermeyen insanlar olarak algılanmasına neden olabilecek mahiyettedir. Almanya’nın Berlin ve Hamburg kütüphanelerinde yaptığımız araştırmalar sonucu ulaştığımız Almanca kitaplarda, Alman ve Türk araştırmacıların XX. yüzyılın başından günümüze dek Bektaşîlik ve Alevîlik konusunu inceledikleri görmekteyiz. İncelenen kaynakların ilki Erlangen Üniversitesinden Georg Jacob tarafın dan kaleme alınan “Beiträge zur Kenntnis des Derwisch-Ordens der Bektaschis” adını taşımaktadır. Türkçe karşılığı “Bektaşilerin Dervişlik Tarikatı Hakkında Bilimsel Yazılar” olan araştırma Berlin’de yayımlanmıştır. 58 sayfalık çalışmada İslam dininin yazılı kaynaklara dayanan tarafının, Batı’da bugüne kadar birçok araştırmanın konusu olduğu buna karşın dervişliğe dayanan kısmının ihmal edildiği belirtilmektedir. 1908 yılında 
yayımlanan araştırmada Hacı Bektaş Velî hakkındaki güvenilir kaynakların neredeyse yok denecek kadar az olduğu üzerinde durulmaktadır. 

Bektaşilerin yeniçeriler ile ilgilerine değinen yazar, yeniçeriler ile olan bağlantılarının Bektaşilere dünyevi bir önem sağladığını ve Bektaşilerin fetih ordularının vaizleri konumunda olduklarını dile getirmektedir. 

Bektaşilerin daha sonra ortaya çıkan ve imparatorluğu sarsan birçok huzursuzlukta da ara buluculuk rolü oynadıklarına; buna rağmen 1826 yılında II. Mahmut’un yeniçerileri ortadan kaldırması sırasında yeniçerilerin ruhani liderleri konumundaki Bektaşilerin de ferman ve fetva ile sapkın ilan edildiklerine, İstanbul’daki 14 tekkenin yıkılarak sadece mezarlıklara 
dokunulmadığına, mensupların ise Anadolu’ya sürgün edilerek ya da yolda boğularak öldürüldüklerine yer vermiştir. 

Öte yandan Jacob, Bektaşilerin tam olarak açıklanamayan bir biçimde, Hristiyanlıkla bağdaştırıldığına değinerek Anadolu’da 1416 yılındaki ayaklanmaya önderlik eden dervişlerde de bu eğilimlere rastlandığını ifade etmektedir. Konu ile alakalı olarak ayaklanmadan önce bir dervişin ortaya çıkarak Kuran’ın “Biz Peygamberler arasında ayrım yapmayız.” ayetini okuyarak Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan daha üstün olmadığını vaaz 
ettiği rivayetini aktarmaktadır. Bunun yanı sıra evli Bektaşilerin kadınların örtünmesine hassasiyet göstermemeleri, şarap içmeleri, domuz eti yemeleri (1908: 20) gibi özelliklerinin Müslümanların gözünde Hristiyanlığa ait olgular olduğunu ve Bektaşilerin toplandıklarında şarap içip, ekmek ve peynir yemelerinin ise Hz. İsa’nın son akşam yemeğinin devamı gibi 
algılandığını belirtmektedir. Özetle, Alman kaynaklarında Bektaşilik ile ilgili rastladığımız en eski araştırmada Bektaşiliğin Türkiye ve Balkanlardaki tarihî, Bektaşilerin giyim tarzı vs. yanı sıra çeşitli araştırmacıların görüşleri ne de dayandırılarak Bektaşilerin İslam dinî ile ilgili bir hassasiyetlerinin olmadığına vurgu yapılmış; Bektaşiliğin, Hristiyanlık ile bağdaştırılmaya çalışıldığı göze çarpmıştır. Bektaşilik ve Bektaşi tekkeleri ile ilgili bir başka 
araştırma da 1913 yılında yayımlanmıştır. “Phrygia Bölgesinde Üç Bektaşi Tekkesi” (Drei Bektaschi-Klöster Phrygiens) anlamında olan 85 sayfalık çalışmada Karl Wulzinger, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde yer alan Seyitgazi, Sücaattin ve Üryan Baba Tekkelerini ele almıştır. Seyitgazi’nin tarihî geçmişi ile ilgili bilgiler verildikten sonra adı geçen tekkeler detaylı olarak incelenmiştir. Bu bağlamda adı geçen türbelerin mimari planları ve 
fotoğraflarına da yer verilmiştir. 1914 ve 1927 yıllarında Bektaşi Velâyetnamelerinin Alman diline kazandırılması kapsamında çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Rudolf Tschudi tarafından 1914 yılında HacimSultan Velâyetnamesinin “Das Vilajet-name des Hadschim Sultan” adıyla Alman diline ilk kez çevrildiğini görmekteyiz. Türkçe dinî menkıbelerin orijinalleri  nin çevirileri konusunda birçok eksikliğin bulunduğuna değinen Tschudi, bu yayının bu konudaki boşluğun doldurulmasında az da olsa bir katkı sağlayacağını belirtmektedir. Bir diğer çeviri ise Hacı Bektaş Velî Velâyetnamesidir. Söz konusu Velâyetname Erich Groß tarafından 1927 yılında “Das Vilajet-Name des Haggi Bek- tasch” başlığıyla Alman diline kazandırılmıştır. Anadolu’daki Bektaşi tarikatlarını araştıran Suraiya 
Faroqhi, büyük ölçüde arşiv materyallerine dayandırdığı “Der Bektaschi-Orden in Anatolien” adlı araştırmasını 1981 yılında yayımlamıştır.  “Anadolu’daki Bektaşi Tarikatları” başlıklı çalışmada XV. yüzyılın sonlarından 1826’ya kadar “Bektaşi tekkelerinin coğrafi dağılı mı”, “Ekonomik bir birlik olarak Bektaşi tekkeleri”, “Toplumsal ilişkilerde Bektaşi tekkeleri” ve “Bektaşi tekkelerinin kapatılması” gibi konular yer almaktadır. Anton Josef Dierl’in Bektaşilik ile ilgili 1985 yılında kaleme aldığı “Geschichte und Lehre des anatolischen Alevismus-Bektaşismus” “Anadolu Aleviliğinin-Bektaşiliği nin Tarihî ve Öğretisi“ isimli 144 sayfalık bir araştırması bulunmaktadır. Söz konusu kitapta Dierl, Mustafa Kemal ile birlikte, Türkiye’nin laik ve dine bağlı olmayan bir cumhuriyete dönüştüğünü belirtmekte ve Atatürk’ün; Sünni halifeliği istemeyen, şeriat karşıtı ve laiklik yandaşı olan farklı güçleri ve etnik grupları yanında bulundurduğundan söz etmektedir. Bu nedenle Mustafa Kemal’in getirdiği değişimi sihir ile yapmış olamayacağını, arkasında Sünnilerin değil, aksine farklı bir etnik grup olan Alevi ve Bektaşilerin olduğunu savunmaktadır. Ayrıca Aleviliğin ve Bektaşiliğin ideolojik olarak Hristiyan Ortodoksluğundan ve bağnaz bir İslam anlayışından şiddetle ayrıldığından söz eden Dierl, Alevilik ve Bektaşiliğin, idealizm ve materyalizmin bir karışımı olduğundan dolayı mensuplarını oldukça modern ve bilimsel bir kişiliğe dönüştüren bir ideoloji olduğundan söz etmektedir. Bu bağlamda ilgili kitapta Alevilik ve Bektaşiliğin tarihinin yanı sıra, öğretilerinin ve ibadetlerinin detaylı olarak ele alındığını ve 

Alevilerin Kur’an’ın bozulması hakkındaki düşüncelerinin de aktarıldığını görmekteyiz. Mehmet Fuat Bozkurt’un “Buyruk” adlı eserinin “Das Gebot” adıyla tercümesi ise bir başka eser olarak karşımıza çıkmaktadır. İnci Orhun Alpay ve Carl Koß tarafından Almancaya çevrilen kitap, 1988 yılında Hamburg’da basılmıştır. Kitabın ilk bölümünde kitap hakkında bilgi verilmektedir. Burada, bu eserin Aleviler arasında en çok okunulan kitaplardan birisi olduğu ileri sürülerek Kuran’ı yorumlayan ve tamamlayan bir eser olarak kabul gördüğü belirtilmektedir. Kitabın Alevilerin dinî hikâye ve törenlerini, gelenek ve göreneklerini içermesinden dolayı Alevi toplumu tarafından büyük bir saygı gördüğü ifade edilmektedir. 

1989 yılında yayımlanan “Achte die Älteren, liebe die Jüngeren” “Büyüklerini Say, Küçüklerini Sev“ başlığını taşıyan araştırma Türk Alevilerinin vatanlarındaki ve göçmenlikteki sosyalleşmelerini konu edinmektedir. Ingrid Pflluger-Schindlbeck tarafından yapılan çalışma, Almanya’daki Türk ailelerinin çocuklarını artık geleneksel kurallara ve 
şekillere göre yetiştirmelerinin mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Bu düşünceden yola çıkan Schindlbeck, Batı Berlin ve Akköy’de yaşayan Alevi ailelerin çocuklarını “saygı”, “şeref” ve “namus” gibi kavramların ışığında nasıl yetiştirdiklerini incelemiştir. Bektaşilik ile ilgili bir diğer araştırma da “Der Weg Der Aleviten (Bektaschi- ten)” adını taşımaktadır. 

Türkçe anlamı “Alevilerin (Bektaşilerin) Yolu” olan kitap Ali Duran Gülçiçek tarafından 1994 yılında yayımlanmıştır. Yunus Emre, Hazreti Ali, Hacı Bektaş Velî, Terentius ve Muhiddin Arabî’den sözlerle başlayan kitap on bölümden oluşmaktadır. Alevilik kültür ve inancına genel bir bakıştan sonra Alevîlik- Bektaşîliğin doğuşu, diğer inanç sistemleriyle ve özellikle 
de Sünnilikle ilişkileri, Alevi ve Bektaşilerin Anadolu’da adlandırılması, Alevilik ve Bektaşilikte kadın-erkek eşitliği, Alevilik ve Bektaşilikte kutsal şahsiyetler, ayinler, Alevilik-Bektaşiliğin günümüzdeki durumu ve tanınmış halk ozanlarının konu edildiği kitabın ekinde Alevi terminolojisi hakkında bir sözlük, Alevi dergi ve gazetelerinin sıralandığı bir liste de yer almaktadır. Yüzyıllardır Aleviliğin baskı altına alındığını ve lekelendiğini, yazılı 
kaynaklarının sürekli yok edildiğini savunan Gülçiçek (1994: 11), günümüzde hoşgörüye ve insan sevgisine ihtiyaç duyulduğunu ve insanları insanlarla ve doğayla barıştırmanın gerekli olduğunu belirtmektedir. İnsanlığın nefret yerine barışa, düşmanlık yerine kardeşliğe, savaş 
yerine barışa ihtiyacı olduğuna değinen yazar, bu düşüncelerden dolayı Anadolu Aleviliğini araştırma ihtiyacı hissettiğini söylemekte ve Anadolu Aleviliğinin insanlığa büyük hizmetlerde bulunduğuna ve bünyesinde aktarılabilecek birçok değer barındırdığına dikkat çekmektedir. Yine Bektaşiliğin en tanınan ritüeli olan “Cem Ayini” ile ilgili bir araştırmanın 
“Der rituelle Gottesdienst CEM des Anatolischen Alevismus” adıyla yayımlandığını görmekteyiz. Manfred J. Backhausen ve Anton Josef Dierl’in Cem ritüelini araştırdıkları kitap 1996 yılında yayımlanmıştır. Cem ritüelinin, Şiiliğin bir kolu olarak tanımladıkları Aleviliğin en önemli ayini olduğuna ve Alman toplumuna tanıtılması gerektiğine değinen yazarlar, kitabın ön sözünde 1993 yılındaki Sivas olaylarından ve 1995 yılında Alevilere karşı katliam gibi eylemlerin gerçekleşmesinden bahsetmekte ve kitabı Türkiye’de dinî çevreler ve devlet tarafından kurban edildiklerini belirttikleri Alevilere ithaf ettiklerini belirtmektedirler. “Cem Ritüeli- Anadolu Aleviliğinin İbadeti” olarak çevrilebilecek kitapta Cem hakkında bilgiler verdikten sonra Almanya ve Avusturya’nın kimi şehirlerinde gerçekleşen Cem ritüelleri 
takip eden yazarlar, söz konusu ritüellerin tanıtımının yanı sıra orada hissettiklerini de aktarmışlardır. Bektaşiliğin mizahi yönünün ele alındığı “99 Bektaschi Witze/ 99 Bektaşi Fıkrası” adlı kitap Türkçe ve Almanca olarak karşımıza çıkmaktadır. Ali Duran Gülçiçek ve Rüdiger Benninghaus tarafından derlenen Bektaşi fıkralarının yer aldığı kitap, Hacı Bektaş 

Velî’nin “Okunacak en büyük kitap insandır.” sözüyle başlamaktadır. 1996 yılında okuyucuyla buluşan kitap; “Namaz”, “Oruç”, “Dünya Görüşü”, “Softa”, “İçki”, “Cami”, “Tanrı ve Evliya İlişkileri”, “Diğer Tarikatlarla İlişkileri”, “Yöneticiler” ve “Hazırcevaplık ve Özeleştiri” adlarını taşıyan on bölümden oluşmaktadır. Kitapta Alevi-Bektaşi edebiyatında şiirin yanı sıra fıkraların da önemli bir yer tuttuğu, baskı nedeniyle açıkça ifade edilemeyen sorunların saz ve fıkra ile dile getirildiği (1996: 20) belirtilmektedir. 
Bunun yanı sıra, giriş bölümünde Bektaşi fıkralarının ana temasının ne olduğuna, Bektaşilerin nasıl insanlar olduğuna, kitabın niçin Türkçe ve Almanca olarak iki dilde yazıldığına, Bektaşi fıkralarının tarihî gelişimine değinildikten sonra taranan 550‘ye yakın fıkra arasından seçilen ve konu başlıklarına göre tasniflenen 99 fıkra her iki dilde yazılarak okuyucuya sunulmuştur. Mizah ile ilgili bir diğer kitap da “Humor in Islam” adını taşımaktadır. “İslam’da Mizah” anlamındaki kitap 1997 yılında Atilla Yakup tarafından yayımlanmıştır. İslam dininin Batı Avrupalı ülkeler tarafından az anlaşılmasından dolayı kitabın başlığıyla karşılaşan okuyucuların kendilerine “Acaba İslam’da mizah var mı?” sorusunu sorabileceklerine değinen yazar, bunun önüne geçebilmek için söz konusu kitabı yazdığını belirtmektedir. 
İslam kültürünün bütün İslam ülkelerinde aynı olmadığı, ortak kabul gören unsurların sadece ayet ve hadisler olduğuna değinilen kitapta (1997: 13), Nasrettin Hoca ve Bektaşi dervişlerinin, mizah anlayışlarıyla dünyanın birçok yerinde tanındıkları aktarılmaktadır. 
Bektaşi tarikatının tarihî geçmişi ile ilgili kısa bir bilgi veren Yakup, cumhuriyetin kuruluşu ve laik bir sistemin benimsenmesi ile birlikte Bektaşi tekkelerinin kapatılmasına rağmen Bektaşi fıkralarının halk tarafından korunduğuna ve günümüzde bile kullanıldığına değinmektedir. Özetle ilgili kitap, İslam’da mizah unsurunun varlığına dikkat çekmek amacıyla Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları gibi mizah unsuru içeren metinlerin 
Almancalarına yer vermektedir. Manfred J. Backhausen ve Anton Josef Dierl tarafından “Einführung in den Alevismus-Bektaschismus” adıyla kaleme alınan bir başka kitap ise 1998 yılında basılmıştır. “Aleviliğe-Bektaşiliğe Giriş” başlığı taşıyan kitabın yayımlanma amacının, Almanya’da yaşayan Alevi gençlerin Alevilikle ilgili Almanca küçük ve anlaşılır bir kitap yazılması hususundaki dileklerini gerçekleştirmek olduğu belirtilmektedir (1998: 4). 
Almanya’da yaşayan Türklerin en az dörtte birinin Alevi olduğunu Alman kamuoyunda neredeyse kimsenin bilmediğine değinen yazarlar, Aleviliğin birçok tanımının yapıldığını ifade etmektedirler. Bu bağlamda Aleviliğin Şamanizm olduğu, İslam dinî olduğu, din olmadığı, aksine bir düşünce sistemi olduğu gibi ana tezlerin yanı sıra Aleviliğin ne Türklerle ne de Kürtlerle ilgisinin olduğu, aksine Zazalara ait olduğu ya da sadece Türklere 
veya sadece Kürtlere ait olduğu gibi yan tezlerin de mevcut olduğu (1998: 118) belirtilmektedir. On beş farklı konu başlığının yer aldığı kitapta Aleviliğin-Bektaşiliğin tarihî, Türk Şiiliği, Aleviliğin Sünnileştirilmekten kurtarılması gerektiği, Alevilik-Bektaşilik inancının şematik bir şekilde gösterilmesi, Bektaşilerde lirik, Semah, On İki İmam, yoğun olarak kullanılan semboller, Alevilik ile ilgili kurumlar ve Alevi bayramları gibi konular yer almaktadır. “Die Alevitische Religion” başlığıyla Alman literatüründe yer alan bir başka araştırma da Markus Dressler tarafından yazılmış olan doktora tez çalışmasının kitaplaştırılmış halidir ve Türkçe çevirisi “Alevilik Dinî” şeklinde karşılık bulmaktadır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***