IŞİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IŞİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2018 Perşembe

IŞİD: Rusya İçin Tehdit Mi Fırsat Mı?

IŞİD: Rusya İçin Tehdit Mi Fırsat Mı? 





Dr. Dilek YİĞİT
* Dr., Hazine Müsteşarlığı. Makalede ifade edilen görüşler yazara ait olup, görev yaptığı kurumla ilişkilendirilemez. 

    Tunus’ta 2010 yılının sonunda başlayan ve Arap coğrafyasının tamamına hızla yayılan “Arap Baharı”, Rusya tarafından başlangıçta Batı’nın Ortadoğu’yu kendi 
çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için yarattığı bir komplo, kısaca Batı tezgâhı olarak okunmuştur. 

Rusya’nın bakış açısıyla, “Arap Baharı” adı verilen “Batı komplosu” sadece Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye değil aynı zamanda Rusya’nın Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik etkinliğini yok etmeyi hedeflemekteydi.













Putin’in ifadesiyle Rus şirketlerinin Arap piyasalarında  yıllarca süren çabalarının sonunda  elde ettiği pozisyonun “Arap Baharı” ile zayıflaması,1 Rusya’nın bölgedeki ağırlığının bu süreçte nasıl yıpratılmakta olduğunun ilk somut işaretleri arasındaydı. Aslında “Arap Baharı”nı “Batı’nın komplosu” olarak okuyanlar sadece Rus siyasiler değildi. Bazı akademik ve medya çevrelerinde de, “Arap Baharı” ABD’nin Ortadoğu’daki kartları yeniden dağıtmak ve Ortadoğu’da Afganistan ve Irak’a yönelik müdahaleler sonrası bozulan Amerikan imajını düzeltmek için hazırlanmış bir proje olarak nitelendirilmiştir. 


Akademik ve medya çevreleri ile Rus yönetiminde gördüğümüz bu “Arap Baharı” okuması aslında şaşırtıcı değildir. Zira genel bir perspektiften bakarsak, 
bu okumaların “Büyük Ortadoğu Projesi”ne yönelik eleştirilerin ve şüphelerin bir uzantısı olduğunu görürüz. Zira “Büyük Ortadoğu” kavramına “yapıcı kaos” kavramının eşlik ettiğini, bu kavram ile bölgede oluşacak kaos ve savaş halinin, Batı ve İsrail’in jeostratejik çıkarları doğrultusunda Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi için fırsat yaratacağına yönelik iddiaları hatırlayalım.2 Rusya’nın bakış açısından baktığımız taktirde, bu okumaların Sovyetler Birliği’nin dağılmasından itibaren Batı’nın Rusya’nın yeniden güçlenmesini istememe, Rusya’nın küresel bir rol edinmesini engelleme ve tek kutuplu dünyayı oluşturma ve kalıcı kılma çabalarına işaret eden yorumların bir uzantısı olduğunu görürüz. 
Üstelik Rusya’nın “Arap Baharı”nın başlangıcında yaptığı okuma, süreçte radikal İslamcı terör örgütlerinin bölgede güç kazanması neticesinde hem güçlenmiş hem de yeni bir boyut kazanmıştır. Özellikle kontrol altına aldığı bölgeleri genişleten IŞİD, bu okumanın güçlenmesinin ve oluşan yeni boyutunun asıl nedenidir. “Arap Baharı” bir “Batı komplosudur” okuması güçlenmiştir, zira Rusya IŞİD ve diğer radikal İslamcı örgütleri, Batı’nın bölge politikalarının sonucu olarak görmüş ve sorumluluğunun Batı’ya ait olduğunu ileri sürmüştür. Diğer taraftan Batı karşıtı okuma yeni bir boyut kazanmıştır; zira Rusya açısından “Arap Baharı” şimdi ayrıca nedeni Batı’nın politikaları olan “radikal İslamın baharı” olarak görülmeye başlanmıştır. 3 



Bu koşullar altında, IŞİD’in kontrol altına aldığı coğrafi alanı genişletmesi, 2014 yılının Haziran ayında kendisini halifelik, lideri Baghdadi’yi ise halife olarak ilan etmesi, “halifelik” ve “halife” kavramlarını kullanmak suretiyle bölgedeki devletlerin ulusal sınırlarını kaldırarak, ulus aşan bir “devlet” kurma iddiasına işaret etmesi, bölgesel aktörler kadar, küresel aktörlerin ve küresel aktör olma iddiasındaki Rusya’nın bölge politikasında öncelikli mesele haline gelmiştir. IŞİD’e karşı ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası koalisyona, Suriye ülkesinde yapılacak saldırılarda Esad yönetiminin izninin alınmadığını gerekçe göstererek katılmayan Rusya, 30 Eylül 2015’te Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombalamaya başlamıştır. Rusya’nın asıl hedefinin IŞİD değil, Esad rejiminin korunması ve devamlılığının sağlanması olduğu yönünde savlar yüksek sesle ifade edilirken, şu soruyu sormak gerekmektedir: “IŞİD Rusya için gerçekten bir tehdit midir yoksa fırsat mıdır?” 




IŞİD: Rusya İçin Tehdit 

IŞİD Rusya açısından başlıca dört farklı kanaldan tehdit oluşturmaktadır. Bu kanallardan ilki IŞİD’in Esad karşıtlığının, Rusya’nın Esad yanlısı pozisyonu nedeniyle, dolaylı olarak Rusya karşıtlığı anlamına gelmesidir. Bu noktada IŞİD Rusya nazarında Esad karşıtı tüm diğer unsurlardan sadece birisidir. Dolayısıyla Esad’ın iktidarının korunması ve Suriye’nin geleceğinde radikal İslamcıların rol almaması adına mücadele edilmesi gereken bir unsurdur. Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesinde ISİD hedeflerinin yanı sıra Esad’a muhalif tüm unsurları hedef aldığına yönelik eleştiriler, Rusya’nın IŞİD karşıtlığının temelinde IŞİD’in Esad’a muhalif olmasının yattığı yönündeki görüşü haklı çıkarmaktadır. Ancak bu görüş, “IŞİD Esad yanlısı olsaydı Rusya tarafından tehdit olarak algılanmazdı” şeklinde bir yorumu imkânlı kılmamaktadır. Zira IŞİD’i Rusya için tehdit kılan ikinci kanal, IŞİD’in Rusya’da yaşayan Müslümanlar ile görsel, yazılı medya ve sosyal ağlar aracılığıyla bağlantı kurması/kurmaya çalışması ve Rusya’da propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmasıdır. 



Bu propaganda faaliyetlerinin de etkisiyle radikal İslamcı unsurlara katılarak Irak ve Suriye’de savaşan Rusya vatandaşlarının sayısının 2,200’e ulaşmış olduğu sanılmakta4 ve savaşmak için Ortadoğu’ya giden her bir kişinin geride kalanlar için örnek teşkil etmesinden kaygılanılmaktadır. IŞİD’in Rusya’daki propagandasının başarısı ise mesajlarının basitliğine, Irak ve Suriye’de kontrol altına aldığı coğrafi alanı genişletmek gibi somut girişimlerine ve eylemlerini kamuoyuna duyurma konusundaki yetisine bağlanmaktadır.5 

Rusya IŞİD’in büyük çoğunluğu Sünni olan Rusya Müslümanları üzerinden Kuzey Kafkasya bölgesinin istikrarını tehdit ettiği görüşündedir ve bu kişilerin Rusya’ya dönerek şiddet eylemlerine başvurması ile Rusya Müslümanlarını radikalleştirme si ihtimalleri radikal İslamın yükselişinin Rusya’nın iç meselesine dönüşebileceği nin işaretidir. Dolayısıyla Rusya’nın hedefi, IŞİD’in faaliyetleri Rusya’ya ulaşmadan, IŞİD’i doğduğu yerde yok etmektir. Üçüncü kanal, Sovyetler dönemini canlandırmak istercesine Rusya’nın etkisini artırmayı ve hatta kontrolü altında tutmayı hedeflediği Orta Asya’nın da IŞİD’in faaliyet ve etki alanına dönüşmesi riskidir. Doğruluğu tartışmaya açık olmakla beraber, Kazakistan’dan 250,6Tacikistan’dan 200’den fazla, Özbekistan’dan 200-300 arası, Türkmenistan’dan 300’den fazla kişinin IŞİD saflarına katıldığı tahmin 
edilmektedir.7 Bu rakamlar bazı okuyuculara çok ciddi rakamlar olarak görünmeyebilir ancak Orta Asya halklarının radikalleşmeye açık olduğuna işaret etmektedir. 

Üstelik Orta Asya’da IŞİD’i örnek alan IŞİD benzeri girişimler bölgenin güvenliği ve istikrarı açısından ciddi bir risktir. 
Radikalleşmenin yayılma etkisi dikkate alındığında bu risk, Rusya adına dış politika açısından Ortadoğu’daki uzak tehdit olan IŞİD’in Orta Asya’daki 
yakın tehdide dönüşmesi demektir. 
Dördüncü kanal, Ortadoğu’da yaşayan Hıristiyanların IŞİD’in hedefi haline gelmeleridir. IŞİD’in bölgede yaşayan Hıristiyanlar üzerinden Rusya için tehdit oluşturması Rusya’nın imajına tehdit oluşturmasından kaynaklanmaktadır zira Rusya kendisini, bölgedeki Hıristiyanların koruyucusu, hatta tek koruyucusu ilan etmiştir. Dolayısıyla IŞİD Hıristiyanlara zarar verdiği müddetçe, Rusya’nın Hıristiyanlarının koruyucusu imajı da zarar görecektir. 

<   Rusya IŞİD’in büyük çoğunluğu Sünni olan Rusya Müslümanları üzerinden Kuzey Kafkasya bölgesinin istikrarını tehdit ettiği görüşündedir.  >

IŞİD: Rusya için Fırsat 

Bir terör örgütü uluslararası aktörler açısından fırsata dönüşmeyi hedeflemiyor olabilir ama bir uluslararası politika aktörü, özellikle de küresel aktör olma gibi hırsları var ise bir terör örgütünü kendi adına fırsata dönüştürmeyi başarabilir. İster aktörün rasyonel olması ile ister faydacılık söylemleri ışığında açıklansın, neticede aşağıda belirteceğimiz hususlar Rusya ve IŞİD örneğinde, bir terör örgütünün bir devlet adına nasıl fırsata dönüştüğü hakkında fikir verecektir. 

Birincisi, “Arap Baharı” süreci içinde IŞİD gibi radikal İslamcı unsurların güçlenmesi, radikal İslamcı unsurların Batı’nın politikalarının ürünü olduğunu iddia eden Rusya’nın Batı karşıtı söylemlerini güçlendirmiştir. 

Üstelik Rusya Batı’nın IŞİD ile mücadele eden Esad karşıtlığını da, IŞİD’in Batı tarafından güçlendirilmekte olduğu savına destek olarak sunmaktadır. 
Bu söylem, Rusya’nın IŞİD ile mücadele ederken, aynı zamanda Batı’nın yanlış politikalarının sonucu ile de mücadele ettiği anlamını taşımaktadır ki, Rusya IŞİD sayesinde kendisini adeta “Batı’nın yanlışlarını düzeltmek zorunda kalan aktör” olarak konumlandırmıştır. 

İkincisi, IŞİD Hıristiyanları hedef alırken, IŞİD’e karşı saldırılara başlayan Rusya, böylelikle Ortadoğu’daki Hıristiyanların tek koruyucusu olduğu yönündeki söylemini eylemleri ile destekliyor konumuna gelmiştir. Rusya’nın IŞİD ile mücadelesinin de bölgedeki Hıristiyanlar tarafından memnuniyetle karşılandığı, hatta Putin’in “21. Yüzyılın Constantine”i olarak tanımlandığına ilişkin haberler ve yorumlar8 dikkate alınırsa, IŞİD’in, Rusya’nın Hıristiyanların koruyucusu olduğu savının Rusya tarafından ileri sürülmesinde olmasa bile, Ortadoğulu Hıristiyanlar tarafından kabul görmesinde rol oynadığı yadsınamaz. 

Üçüncüsü, Rusya’nın İran, Hizbullah ve Hamas ile ilişkileri küresel kamuoyu nezdinde daha savunulabilir hale gelmiştir. Özellikle Rusya’nın İran ile ilişkileri 
ve Hizbullah’a yaklaşımı, Rusya’nın “Arap Baharı” ile yükselen radikal İslamı dengeleme politikası adı altında servis edilebilir olmuştur. 
Bu noktada ABD’nin terörist örgütler listesinde olmasına rağmen, Rusya’nın Hamas ve Hizbullah’ı terör örgütü olarak kabul etmemiş olduğunu ve Rus yetkililerin ağzından, IŞİD, El-Kaide ve El- Nusra ile mücadele konusunda ABD ile işbirliği yapan ve yapmaya hazır olan Rusya’nın Hizbullah ve Hamas’ı asla tartışma konusu yapmayacağının açıklandığını bu noktada hatırlatmak gerekir.9 Rusya adeta “IŞİD gibi radikal İslamcı örgütler varken, Hizbullah ile Hamas’ı tartışmanın zamanı da değildir, yeri de” mesajı vermektedir. 

<  Bir terör örgütü uluslararası aktörler açısından fırsata dönüşmeyi hedeflemiyor olabilir ama bir uluslararası politika aktörü, özellikle de küresel aktör olma gibi hırsları var ise bir terör örgütünü kendi adına fırsata dönüştürmeyi başarabilir.  >

Dördüncüsü, Rusya IŞİD’i Esad rejimine verdiği desteği meşrulaştırmak adına araçsallaştırmıştır. Demokrasilerde ve demokrasi olduğu iddiasındaki yönetimlerde, iktidarın iç politika kararlarını olduğu kadar dış politika kararlarını da meşrulaştırmaya ihtiyacı vardır ki, böylelikle iktidarlar bir sonraki seçimleri kendileri adına riske atmış olmasınlar. Dolayısıyla Suriye’de iç çatışmalar yoğunlaşmışken, bu koşullarda sorumluluğun ne kadarının Esad rejiminde olduğu tartışılabilse de, Esad yönetiminin sorumluluğu olmadığı gibi bir iddia kabul edilemez. Bu noktada Rusya, hem iç hem de uluslararası kamuoyu nezdinde Suriye’de yaşananlardan sorumlu olan Esad’a verdiği destek nedeniyle şiddetli eleştirilerin hedefi olurken IŞİD Rusya tarafından, kendisine yöneltilen eleştirileri yumuşatıcı bir faktör olarak devreye girmiştir. Bu durum kısaca “Esad 
rejimi IŞİD gibi radikal unsurlardan daha iyidir” söylemi şeklinde özetlenebilir. Hatta IŞİD’in Rusya’nın Esad’a verdiği desteği meşrulaştırıcı bir araca dönüştürülmüş olmasının yansımaları Batı ülkeleri nezdinde de gözlemlenmekte dir. “Esad İŞİD’den iyidir” söylemi, Batı’Suriye’nin içinde bulunduğu koşullarda Esad ile görüşülebileceğine ve Suriye için öngörülen bir geçiş sürecinde Esad’a da yer verilebileceğine ilişkin yorumlara temel sağlamıştır. 

Beşincisi, Rusya, Orta Asya devletleri hükümetlerinde IŞİD’in yarattığı kaygıyı/korkuyu, IŞİD’in Orta Asya’da yayılmak gibi bir amacı olduğunun 
altını çizerek, Orta Asya’da güvenliği sağlayabilecek tek devletin Rusya olduğunu imajını yaratmak için kullanmaktadır. Dolayısıyla IŞİD, Rusya’nın Orta Asya’daki etkisini artırmak için de araçsallaştırılmıştır. Kısaca IŞİD Rusya için tehdit oluşturduğu ölçüde fırsat da olmuştur. Rusya IŞİD’i bir tehdit olarak algılamaya devam ederken, rasyonel bir aktör olarak IŞİD’in yarattığı fırsatı da kullanmaktadır. Ancak Rus yönetimi, IŞİD’in Rusya için oluşturduğu “tehdit-fırsat” dengesinin çok hassas olduğunun ve bölgesel ile uluslararası gelişmelerin 
seyrine bağlı olarak her an bozulabileceğinin farkında olmalıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Alexey Malashenko, Russia and Arab Spring, Carnegie Moscow Center, Ekim 2013. 
2 Reza Akhlaghi, The Arab Spring: Conspiracy Theory or National Will, 
http://foreignpolicyblogs.com/2013/05/11/thearab-spring-conspiracy-theory-or-national-will/, 11 Mayıs 2013 
3 Maxim A. Suchkov, Russia and the Arab Spring: Changing Narratives and Implications for Regional Policies, Arab Center for Research and Policy Studies, 2015 
4 2,200 jihadists from Russia fight in Syria, Iraq – Russian Foreign Ministry , 
https://www.rt.com/news/272299-russia-jihadists-syria-iraq/ 7 Temmuz 2015 
5 Neil MacFarquhar, For Russia, Links Between Caucasus and ISIS provoke Anxiety, www.nytimes.com, 20 Kasım 2015 
6 ‘Our People in an Alien War’: Kazakhstanis Fighting for the Islamic State, 
http://www.jamestown.org/programs/edm/single/?tx_ttnews%5Btt_news%5D=43096&cHash=6ec59c9254 
22345378cea503708bad9e#.VwIkpJyLRMw, Kasım 2014 
7 P. Stobdan, ISIS in Central Asia, IDSA Issue Brief, Ekim 2014 
8 “Russia – a game changer for global Christianity”, 
https://www.rt.com/op-edge/321447-christians-isis-religionputin/, 11 Kasım 2015 
9 Kremlin official: Russia will not put Hamas and Hezbollah on list of terror groups, 
http://www.jpost.com/Middle-East/Kremlin-official-Russia-will-not-put-Hamas-and-Hezbollah-on-list-of-terror-groups-439466, Ocak 2016. 

IŞİD: Rusya İçin Tehdit Mi Fırsat Mı? 

Dr. Dilek Yiğit 
21. YÜZYIL Nisan’16 • Sayı: 88

***

27 Ekim 2017 Cuma

IŞİD, IKBY ve Fırat-Dicle Havzasında Yeni Hidropolitik Düzen


IŞİD, IKBY ve Fırat-Dicle Havzasında Yeni Hidropolitik Düzen 


ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER  DEĞERLENDİRMESİ 

No.6, temmuz 2014 
Dr. Seyfi Kılıç 





ORSAM Su Araştırmaları Programı’nda uzman olarak çalışmaktadır. Çalışma alanı özellikle Ortadoğu’da su sorunlarıdır. Aynı zamanda uluslararası su hukuku, 
çevre politikaları ve Kuzey-Güney ilişkileri de çalışma alanı içindedir. 

Ankara Üniversitesi Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı’ndan doktora derecesine sahip olan Seyfi Kılıç, yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik Anabilim Dalı’ndan, lisans derecesini ise Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden almıştır..,

     Irak Şam İslam Devleti Örgütü’nün Suriye’den sonra Irak’ta da başta Musul olmak üzere geniş alanları kontrolü altına almasıyla birlikte yeni bir döneme 
girildiği söylenebilir. 
Örgütün ele geçirdiği alanların gerek Suriye’de gerek Irak’ta Fırat-Dicle havzası boyunca yer alması nedeniyle bu iki nehrin IŞİD tarafından Bağdat yönetimine 
karşı kullanılabileceği sıklıkla dile getirilmeye başlanmıştır. Her türlü aracın silah olarak kullanılmasının meşru hale geldiği bu bölgede, su kaynakları ve yapılarının da bu amaçla kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmada Fırat-Dicle havzasının Suriye ve Irak toprakları içindeki kısmında yer alan su yapılarını kontrol altında tutan güçlerin tutumu belirlenmeye çalışılmıştır. IŞİD’in ilerlemesine paralel olarak, Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’nin de tartışmalı bölgeler olarak adlandırılan alanlardaki etki genişletme çabalarının, havzanın su politikası üzerindeki etkisi de değerlendirilmiştir. 

Dr. SEYFİ KILIÇ

IŞİD, IKBY ve FIRAT-DİCLE HAVZASINDA YENİ HİDROPOLİTİK DÜZEN 

Irak Şam İslam Devleti Örgütü’nün 

(IŞİD) Irak’ın Anbar vilayetinde bu yılın başından bu yana merkezi hükümete karşı başlatmış olduğu faaliyetler, Irak’ın ikinci büyük şehri olan Musul’u da ele geçirmesi ile farklı bir boyuta ulaşmıştır. 

Irak ordusunun IŞİD militanlarına karşı ilk olarak Anbar vilayetindeki Felluce ve Ramadi kentlerindeki başarısızlığının ardından IŞİD, Musul merkezde 
olmak üzere ülkede Sünnilerin çoğunluğu oluşturduğu bölgelerde hakimiyetini sağlamış görünmektedir. 

<  IŞİD örgütünün hakimiyet kurduğu alanlar Fırat-Dicle havzasının Irak’ın orta kesimi olarak adlandırabilecek Bağdat çevresine ulaşmadan 
önceki yukarı kısımlarıdır  >

Bu olayların ayrılmaz bir parçası olarak, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağlı silahlı birlikler de başta Kerkük olmak üzere Kürt nüfusun bulunduğu bölgelerde daha önceki dönemlerde bu bölgelerde gerek Peşmerge gerek Asayiş güçleri ile oluşturmuş oldukları varlıklarını artırmışlar ve hakimiyet alanlarını Süleymaniye, Erbil ve Dohuk vilayetlerinin ötesine genişletmişlerdir. Mevcut durumda merkezi Irak hükümetinin sınırlarını koruyamadığı ve geniş toprakları kaybettiği görülmektedir. 

ABD’den gelen açıklamalar da ABD’nin Irak merkezi hükümetine askeri bir desteğinin söz konusu olamayacağının işaretlerini içermektedir. Hatta satışı daha önce yapılan ve halen teslim edilmeyen savaş uçakları nedeniyle Irak’ın Rusya Federasyonu’ndan IŞİD’e karşı kullanılmak üzere savaş uçağı aldığı da bilinmektedir.1 

IŞİD’in Irak ve Suriye’de ele geçirdiği alanların Fırat-Dicle havzasında yer alması nedeniyle IŞİD’in bu iki nehirdeki su yapılarını merkezi hükümete karşı kulanabileceği yorumları yapılmaya başlanmıştır. 2014 yılı başından bu yana Anbar vilayetindeki çatışmalarda IŞİD ele geçirdiği Felluce barajı ve saptırma yapılarını askeri amaçla kullanmıştır.2 

Bu nedenle de son dönemde ele geçirdiği bölgelerde de bu tür faaliyetlere girişmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Musul baskınından sonraki dönemde hızla ilerleyerek Irak’ın Sünni bölgelerinde hakimiyet kuran IŞİD’in, su kaynaklarını ele geçirerek Bağdat ve Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı güney bölgeleri susuz 
bırakabileceği yönündeki haberlerin artması bu konuda ayrıntılı bir değerlendir me yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. IŞİD örgütünün hakimiyet kurduğu alanlar Fırat-Dicle havzasının Irak’ın orta kesimi olarak adlandırılabilecek Bağdat çevresine ulaşmadan önceki yukarı kısımlarıdır. 

Bu alanlar aynı zamanda Irak’ın önemli barajlarını ve saptırma yapılarını da ihtiva etmesi bakımından önemlidir. Ayrıca örgütün Suriye’de hakimiyet kurduğu alanların da Fırat vadisi boyunca uzanıyor olması, Fırat nehrinin çatışmadaki önemini arttırmaktadır. Bu nedenlerle iki nehrin ve bu nehirlerin üzerinde yer alan su yapılarının ayrı ayrı ele alınarak incelenmesi bu açıdan önemlidir. 




1. Dicle Anakolu ve Yan Kolları Üzerindeki Durum 

A. Musul Barajı: 

Dicle üzerindeki su yapılarının en önemlilerinden biri olan Musul barajındaki durum şu şekilde özetlenebilir. IŞİD örgütünün ele geçirdiği Musul’un kuzeyinde Dicle nehri üzerindeki Musul barajında, Ninova Operasyonlar Komutanlığı bünyesinde yer alan ve kağıt üzerinde Irak ordusuna bağlı olan IKBY’nin tahsis ettiği iki Peşmerge Tümeni (15. ve 16. Dağ Tümenleri) bulunmaktadır.3 

Merkezi hükümete bağlı birliklerin, kötü yönetim, askerlerin savaşma isteğinin bulunmaması, cephane eksikliği gibi nedenlerle silah bırakarak çekilmesi, Musul’un IŞİD’in eline geçmesinde en önemli etken olarak değerlendirilmelidir. 

Ancak Musul barajı çevresinde bulunan 15. ve 16. Peşmerge Tümenleri mevzilerini bırakmış değillerdir. Bu birlikler çekilmeden de IŞİD’in Musul barajını ele geçirmesi ve bir silah olarak kullanması söz konusu olamaz. Musul barajındaki bu birliklerin IŞİD güçlerinin ilerlemesi ile birlikte takviye edilmiş olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca bu bölge IKBY’nin içinde bulunan Dohuk vilayetinin de yolu üzerinde bulunduğu için Peşmerge kuvvetlerinin bu bölgeyi ciddi bir biçimde savunacaklarını da belirtmek gereklidir. 

Bazı değerlendirmelerde IŞİD’in Musul barajını patlatarak Bağdat’ı su altında bırakabileceği ifade edilmektedir. Ancak gerek bu bölgede Peşmerge güçlerinin varlığı gerek barajın mansabında IŞİD’in ele geçirdiği Musul şehri olduğu dikkate alınırsa, böyle bir ihtimalin söz konusu olamayacağı görülmektedir. 

< Musul barajı çevresinde bulunan 15. ve 16. Peşmerge Tümenleri mevzilerini bırakmış değillerdir. Bu birlikler çekilmeden de IŞİD’in Musul barajını ele geçirmesi ve bir silah olarak kullanması söz konusu olamaz >

Bunun yanı sıra barajın yapısına ilişkin sorunlar da bu barajın mansabı sıkıntıya sokacak şekilde işletilmesinin önündeki en büyük engeldir. Barajın temelinde 
yer alan kayanın jipsli olması ve suyla temas ettiğinde erimesi nedeniyle, ABD işgalinden sonra başlayan süreçte gövdeyi kuvvetlendirme çalışmaları 
yapılmış ancak hali hazırda baraj gövdesinin güçlendirilmesi süreci tamam lanamamıştır. Bu nedenle de barajın maksimum kotta işletilmesi mümkün olamamaktadır. 
Bu sorunun üstesinden gelinebilmesi için Musul barajının aşağısında yapılması planlanan Baduş barajı da henüz bitirilememiştir. Musul barajının 
hidroelektrik üretirken bıraktığı suları düzenlemesi amacıyla 1990’larda planlanan barajın inşası 2003 yılındaki ABD işgalinden sonra durmuştur. 

Ancak Musul barajının temelinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle çökme ihtimalinin bulunması, Bağdat yönetimini Baduş barajının planlarını gözden geçirerek ve yükselterek barajı yeniden inşa etmeye sevk etmiştir. Ancak son olaylardan sonra kısa vadede böyle bir girişim olanaklı görünmemektedir. 

B. Samarra Regülatörü: 

Dicle nehri üzerinde yer alan ve öne çıkan su yapıları arasında Samarra’da bulunan su saptırma yapısı da önemlidir. Bağdat’ın Dicle nehrinden kaynaklanan 
taşkınlardan korunması amacıyla 1954’te inşa edilen bu yapı, Dicle nehrinin taşkın sularının Tartar gölüne aktarılmasını sağlamaktadır.4 

 <  Samarra’da bulunan ve Şiiler açısından kutsal sayılan Askeriye Türbesi dolayısıyla merkezi hükümetin Samarra’yı kolay bir şekilde teslim etmesi beklenmemelidir. >

IŞİD’in bu yapıyı kontrol etmesi durumunda Bağdat’ı bahar aylarında taşkına maruz bırakmaya çalışması mümkün olabilecektir. 
Ancak nehrin ana ve yan kollarında inşa edilmiş olan barajlar nedeniyle Samarra’ya nehrin doğal akımındaki kadar taşkın suyu gelmesi olanaklı görünmemektedir. 
Diğer yandan da Samarra’da bulunan ve Şiiler açısından kutsal sayılan Askeriye Türbesi dolayısıyla da merkezi hükümetin Samarra’yı kolay bir şekilde teslim 
etmesi beklenmemelidir. 

C. Hemrin Barajı: 

Dicle nehrinin önemli kollarından biri olan Diyala nehri üzerindeki Hemrin barajı da dikkate alınması gereken bir su yapısıdır. Ancak Kürt Bölgesel Yönetimi kendi doğal sınırlarını Hemrin dağları olarak belirlediği için Hemrin barajını da kontrol altına almak için bu bölgede IŞİD ile çatışma halindedir.5 

Hemrin dağlarının kuzey-doğusunda yer alan Celevle kentinde IŞİD ile Peşmergeler arasında kentin hakimiyetini ele geçirmek için çatışmalar devam etmektedir. 
Diğer yandan Hemrin barajının mansabında bulunan bölgelerde IŞİD’in hakimiyeti bulunmaktadır.6 

Hemrin barajı taşkın kontrolü, sulama ve hidroelektrik üretme amacıyla inşa edilmiştir. Barajın mansabında sulama kanallarına su verilmesi amacıyla bir saptırma yapısı da bulunmaktadır. 

Bu barajın suladığı alan Diyala nehrinin sağ ve sol yakasında geniş bir alanı kapsamaktadır. Halis ilçesi ile Bakuba’nın güneyinde yer alan geniş alanlar Hemrin barajının sağladığı sularla sulanmaktadır. 

Hemrin barajını eline geçiren güç bu bölgelerdeki tarım arazileri üzerinde de hakimiyeti ele geçirebilecektir. Barajı ele geçirmesi durumunda merkezi Bağdat 
yönetimi üzerinde etkinliğini artıracak olan IKBY de, doğal sınırları olarak kabul ettiği Hemrin dağlarını ele geçirmeye çalışmaktadır. Barajın işletme rejiminin 
değiştirilmesi bu anlamda mansap üzerinde doğrudan etki yapabilecektir. IKBY petrol satışı konusunda Bağdat ile ihtilafa düştüğünde, elinde tuttuğu 
Darbendikan barajına ve sulama kanallarına verdiği suyu, merkezi hükümete karşı bir koz olarak kullanmaktan ve bunu ifade etmekten çekinmediği hatırlanmalıdır.7 

Bu konuda IKBY’nin sicili de pek parlak değildir. 

  < IKBY petrol satışı konusunda Bağdat ile ihtilafa düştüğünde, elinde tuttuğu Darbendikan barajına ve sulama kanallarına verdiği suyu, merkezi hükümete karşı bir koz olarak kullanmaktan ve bunu ifade etmekten çekinmediği hatırlanmalıdır >




D. Adhaim Barajı: 

Adhaim nehri Dicle nehrinin Irak’tan kaynaklanan en önemli koludur. Tuzhurmatu’dan geçen Aksu ile birleşen nehir üzerinde, nehir ile aynı adı taşıyan Adhaim barajı bulunmaktadır. Bu baraj da Hemrin dağları üzerinde bulunmakta dır. 16 Haziran itibarıyla barajın güneyinde bulunan Adhaim kasabası IŞİD’ in eline geçmiş durumdadır baraj çevresindeki bölgelerde IŞİD’in faal olduğu bilinmektedir.8 

Bu barajın, nehrin akımının ve barajın kapasitesinin düşüklüğü nedeniyle Bağdat’a karşı bir koz olarak kullanılma ihtimali düşüktür. Barajın yer aldığı 
Hemrin dağ silsilesi de IKBY tarafından doğal sınırlar olarak kabul edildiğinden daha sonraki dönemde bu bölgede IKBY ile IŞİD’in bir çatışma içine gireceği 
düşünülmektedir. 

FIRAT-DİCLE HAVZASINDA YENİ HİDROPOLİTİK DÜZEN 

Felluce’ye kadar olan IŞİD hakimiyetinin söylemek yanlış En son gelen bilgilere topraklarında karşısındaki Ziyaret ve Beyat PYD ile giriştiği sonra ele geçiren önce ele geçirdiği sonra Türkiye sınırının Fırat’ın sol hakimiyet sağlamış 9 Fırat nehri üzerinde barajlar ve diğer nedeniyle kıyıdaşlar Suriye ve Irak bir su kaynağı durumundadır. 

Suriye toprakları içinde Teşrin ve Tabka barajları önemli bölgelerin suyu ihtiyacını karşılamak hidroelektrik enerjisi kalmamakta, geniş tarımsal sulamayı hale getirmektedir. da özellikle barajı Irak’ın elektrik önemli bir yer tutmaktadır. 

E. Dokan ve Darbandikan Barajları: 

Dicle nehrinin Irak içindeki önemli kolları olan Küçük Zap Suyu üzerindeki Dokan ve Diyala nehri üzerindeki Darbendikan barajları da IKBY’nin denetiminde bulunmaktadır. 
Bu barajları IŞİD’in ele geçirmesi ise yakın ve orta vadede mümkün görünmemektedir. 

2. Fırat Nehrindeki Durum; 





  < Fırat nehri boyunca, Türkiye sınırından, Anbar vilayetine bağlı Bağdat yakınlarındaki  Felluce’ye kadar olan kısım hemen hemen IŞİD hakimiyeti altındadır.> 

Samarra’da Şiiler kutsal Askeriye dolayısıyla merkezi hükümetin Samarra’yı şekilde teslim etmesi beklenmemelidir. 

 Felluce’ye kadar olan kısımda, IŞİD hakimiyetinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

En son gelen bilgilere göre Türkiyetopraklarında bulunan Karkamış’ınkarşısındaki Zor Mağara,Ziyaret ve Beyat köyleriniPYD ile giriştiği mücadeledensonra ele 
geçiren IŞİD, dahaönce ele geçirdiği Jarablus’tansonra Türkiye sınırının karşısında,Fırat’ın sol kıyısında dahakimiyet sağlamış görünmektedir.9 

Fırat nehri üzerinde bulunan barajlar ve diğer su yapıları nedeniyle kıyıdaşlar olan Türkiye, Suriye ve Irak için önemli bir su kaynağı durumundadır. Suriye toprakları içinde bulunan Teşrin ve Tabka barajları Suriye’de önemli bölgelerin içme suyu ihtiyacını karşılamak ve hidroelektrik enerjisi üretmekle kalmamakta, geniş alanlardaki tarımsal sulamayı de mümkün hale getirmektedir. Irak da topraklarında da özellikle Hadise barajı Irak’ın elektrik üretiminde önemli bir yer tutmaktadır. 

A. Teşrin ve Tabka Barajları: 


Bu iki baraj Suriye’nin Fırat nehri üzerindeki ana su yapılarıdır. 

Sulama ve hidroelektrik üretme amacıyla inşa edilmiş olan bu barajlar artık Şam rejiminin kontrolünden çıkmış durumdadır. Suriye’deki faaliyetler için merkez 
haline gelmiş olan Rakka’dan sonra Deyrizor’u da ele geçiren IŞİD, Suriye toprakları içinde Fırat vadisinin tümünü ele geçirmiş görünmektedir. Tabka ve onun membasında bulunan Teşrin barajları da IŞİD’in kontrolündedir ve özellikle Halep şehrine giden içme suyu IŞİD tarafından kesilmiş durumdadır.10 Şu an için barajların durumuna ilişkin gerek su seviyesi gerek işletme rejimine ilişkin doyurucu bilgiler elde edilememektedir. Ancak bir süre sonra gerekli tamir işlerinin yapılmaması durumunda gerek barajların gerek sulama kanallarının yıpranacağı ve işletme dışı kalacağı da dikkate alınmalıdır. Irak toprakları içinde yer alan Fırat üzerindeki su yapıları ise neredeyse tamamen IŞİD güçlerinin denetimi altındadır. 

IŞİD Musul baskını sonrası Irak’ta Sünni Arap nüfusun yer aldığı bölgeleri ele geçirmiş durumdadır. Etkinlik gösterdiği ana alan olan Anbar vilayeti 
Fırat vadisini ve ana su yapılarını kapsamaktadır. Membadan mansaba doğru bakıldığında sırasıyla Hadise, Ramadi ve Felluce barajları Fırat vadisinde 
önemli su yapılarıdır. 

<  Suriye’deki faaliyetler için merkez haline gelmiş olan Rakka’dan sonra Deyrizor’u da ele geçiren IŞİD, Suriye toprakları içinde Fırat vadisinin tümünü ele geçirmiş görünmektedir. >


B. Hadise Barajı: 


Hadise barajı, 1977-1987 yılları arasında inşa edilmiş ve 2003 yılında ABD işgalinden sonra tamir görmüştür. Irak’ın hidroelektrik üreten en önemli barajlarından biridir. 
Baraj ve Hadise ilçesi şu an için Irak ordusu ve yerel güçlerin kontrolü altındadır. IŞİD’in şehre girmesini ve kuzeyde bulunan barajı ele geçirmesini esas olarak yerel güçlerin engellediği bilinmektedir.11 Ancak ilçedeki yerel güçlerin IŞİD’in baskısına ne kadar süre dayanabileceği bilinmemektedir. Hadise ilçesi şu an, Suriye sınırından Bağdat yakınlarına kadar olan kısımda Fırat vadisi boyunca, Irak toprakları içinde yer alan ve IŞİD’in eline geçmemiş tek şehirdir. IŞİD’in ilçeyi ve barajı ele geçirmesi durumunda Bağdat’a karşı büyük bir koz ele geçireceği dikkate alınmalıdır. 

C. Ramadi Barajı: 


Ramadi barajı esas olarak sulama kanallarına suyun saptırılması ve Habbaniye gölünün beslenmesi amacıyla inşa edilmiş bir barajdır. Baraj ve Ramadi ilçesi 
2014’ün Ocak ayından bu yana IŞİD örgütünün elindedir.12 

Saptırma yapısı, Habbaniye gölü ile birlikte Razzara gölünü de beslemekte ve Razzara gölünden bir kanal vasıtasıyla alınan sular Şiiler için kutsal sayılan Kerbela’ya kadar ulaşmaktadır. IŞİD’in Şii düşmanlığı dikkate alınırsa, Şiileri zor duruma düşürmek için bu göllere ve göller vasıtasıyla tarım alanlarına ulaşan suları kesebileceği öngörülebilir. 

D. Felluce Barajı: 


Felluce ilçesi ve barajı da Ocak 2014’ten bu yana IŞİD’in kontrolü altındadır. Örgüt, merkezi hükümet birliklerinin ilçeye yaklaşmasını engellemek için barajın 
sağ kolu üzerindeki kapakları kapatıp sol koldan Ebu Garip ve Bağdat’a ulaşan geniş alanları su altında bırakmıştır.13 Bu yapının Irak’taki çatışmalarda önümüzdeki dönemlerde de etkili olacağı tahmin edilmektedir. Genel Değerlendirme: IŞİD’in, Irak’ın kontrol altında tuttuğu Sünni bölgelerini, Suriye’de Fırat havzası boyunca elinde tuttuğu bölgeler ile birleştirerek yeni bir devlet olarak ortaya çıkması, havzada 1960’lardan bu yana oluşmuş olan dengeleri kökünden değiştirecektir. 

Yeni bir Sünni devletin Suriye ve Irak topraklarında oluşması, birbiri ile hiçbir konuda anlaşamayan ve ciddi ihtilaf içinde bulunan iki devlet ortaya çıkaracaktır. 

< Hadise barajı ve ilçesi şu an için Irak ordusu ve yerel güçlerin kontrolü altındadır. >

Suriye’de de son üç yılı içine alan dönemde her türlü silahın meşru sayılır hale geldiği bu çatışma ortamının sonucunda, Fırat-Dicle havzasının su kaynaklarının da, Bağdat açısından özellikle yukarı kıyıdaş haline gelecek olan IŞİD hakimiyetindeki devlet tarafından kullanılabileceği sıklıkla dile getirilmeye başlanmıştır. 
Ancak yukarıda görüldüğü gibi IŞİD’in Dicle nehri anakolu ve IKBY denetimindeki yan kolları üzerinde ciddi bir kontrolü bulunmamaktadır. Bu nehir üzerindeki iki ana su yapısı; Musul barajı IKBY’nin, Samarra’daki su saptırma yapısı ise Bağdat yönetiminin denetimindedir. IŞİD’in Fırat üzerindeki kontrolü ise daha ciddi bir boyuttadır. 

 < Türkiye sınırları içindeki Karkamış’ın mansabında yer alan Jarablus’tan başlayarak Bağdat’a kadar olan bölge birkaç küçük cep dışında IŞİD’in kontrolündedir  >


Türkiye sınırları içindeki Karkamış’ın mansabında yer alan Jarablus’tan başlayarak Bağdat’a kadar olan bölge birkaç küçük cep dışında IŞİD’in kontrolündedir. IŞİD’in, ele geçirdiği bölgelerde devletleşmesi durumunda ise Irak toprakları içinde yer alan Hadise ilçesi gibi küçük ceplerin de yaşama şansı olamayacak ve IŞİD Suriye’de tamamen, Irak’ta ise Bağdat’a kadar olan kısımda Fırat vadisi boyunca hakimiyetini tam anlamıyla sağlayacaktır. Bu aşamadan sonra ise IKBY’nin Irak’tan ayrılması da gündeme gelecek ve Fırat-Dicle havzasında ortaya çıkacak yeni devletler dolayısıyla 1960’lardan sonra oluşmuş olan hidropolitik dengenin yeni aktörlerle yeniden kurulması gerekecektir. 

SON NOT 

1 Russia sends 5 fighter jets to Iraq; al-Maliki criticizes U.S., http://www. cnn.com/2014/06/30/world/asia/russian-jets-in-iraq/ (01.07.2014). 
2 Effects Of The Al-Anbar Crisis On Iraq’s Water Management, 
http://www.dailysabah.com/opinion/2014/04/28/effects-of-the-alanbar-crisis-on-iraqs-water-management 
3 DJ Elliott & CJ Radin, “Iraqi Security Forces Order of Battle”, The Long War Journal 
http://www.longwarjournal.org/multimedia/OOBpage5-IGFC-North.pdf (05.07.2014). 
4 Manley, R. and Robson, J. (1994), Hydrology of the Mesopotamian Marshlands. Unpublished report. Wetland Ecosystems Research Group, University of Exeter. 
5 Kurds drawn into clashes with Sunni rebels, 
http://www.aljazeera.com/video/middleeast/2014/07/kurds-drawn-into-clashes-with-sunni-re-bels-20147611140291288.html (07.07.2014). 
6 https://maps.google.com/maps /ms?ie=UTF8&hl=en&oe=UTF8&msa=0&msid=206503076099972915830.0004fb81021906110e889&t=m&source=embed&ll=34.939985,41.616211 
&spn=6.302619,12.304687&z=6&dg=feature, (07.07.2014). 
7 Amid Erbil-Baghdad Budget Row, Kurds Control the Water Taps, http://rudaw.net/english/middleeast/iraq/25022014 ,(10.07.2014). 
8 https://maps.google.com/maps/ms?ie=UTF8&hl=en&oe=UTF8&msa=0&msid=206503076099972915830.0004fb81021906110e889& 
t=m&source=embed&ll=34.939985,41.616211 &spn=6.302619,12.304687&z=6&dg=feature , (07.07.2014). 
9 Jihadists control all main Syria oilfields: NGO, 
http://articles.economictimes.indiatimes.com/2014-07-05/news/51092215_1_aleppo-syrian-observatory-al-nusra-front (07.07.2014). 
10 Nouar Shamout “Syria Faces an Imminent Food and Water Crisis”, http://www.chathamhouse.org/expert/comment/14959, (08.07.2014). 
11 Sunni Militants Advance Toward Large Iraqi Dam, 
http://www.nytimes.com/2014/06/26/world/middleeast/isis-iraq.html, (02.07.2014). 
12 Isis militants capture three towns in Iraq’s Anbar, 
http://www.irishtimes.com/news/world/middle-east/isis-militants-capture-three-towns-iniraq-s-anbar-1.1841366, (01.07.2014). 
13 ISIS captures Iraqi dam, floods areas, http://english.al-akhbar.com/node/19385 04.07.2014). 

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 
Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara 
Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr 

   ORSAM, Ortadoğu konusunda faaliyet gösteren tarafsız bir düşünce kuruluşudur. 
ORSAM Ortadoğu ile ilgili bilgi kaynaklarını çeşitlendirmeyi ve bölge uzmanlarının düşüncelerini Türk akademik ve siyasi çevrelerine doğrudan yansıtabilmeyi 
hedeflemektedir. 

   Bu amaçlar doğrultusunda ORSAM, Ortadoğu ülkelerindeki devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve 
sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştıra rak, yerel perspektiflerin güçlü yayın yelpazesiyle gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. ORSAM yayın yelpazesi içinde kitap, rapor, bülten, politika notu, konferans tutanağı ve ORSAM dergileri Ortadoğu Analiz ve Ortadoğu Etütleri bulunmaktadır. 
   Bu metnin içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. 
   Bu Raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir. 
   ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. 


***

27 Temmuz 2017 Perşembe

İSLAM DÜNYASI VE KATAR MESELESİ

İSLAM DÜNYASI VE KATAR MESELESİ



Yazar: Muhittin Ziya Gözler
30 HAZİRAN 2017 CUMA



2010 yılında George Washington Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünün hazırladığı ve bilahare Global Economy Journal Dergisi’nde yayınlanan (volume 10, Issue 3. S.S Rehman, H.Askari) ’’An Economic Islamicity Index’’ başlıklı makaleye göre İslami ideallere en uygun yönetilen ilk üç ülke İrlanda, Danimarka, Lüksemburg olarak tespit edilmiştir. Bu akademik çalışmadaki ölçümler ekonomik ilerleme, devlet yönetimi, insani ve politik haklar ve uluslararası ilişkiler ile ilgili konulardaki İslami öğretiler temel olarak alınmış ve değerlendirilme de 208 ülkeyi kapsamıştır. Sıralamada Malezya 33, Kuveyt 42, BAE 64, Türkiye 71, S.Arabistan 91, Katar 111, İran 139. sırada yer almaktadır. Hollanda ve ABD 15, Japonya 21, Almanya 26, Yunanistan 43, Rusya 45, Kazakistan 54, Çin 62, Azerbaycan 80.sırada bulunmaktadır. Bu araştırmanın niteliksel sonuçlarını yazımızın son bölümünde aktaracağız.

Katar’daki siyasi, askeri ve iktisadi gelişmeleri dünya siyasetine yön verenlerin insafına bırakarak, ülkemizde Arap dünyasına hayranlık duyanları ve bu dünyaya methiyeler düzülmesini uzaktan seyrederek, neler olup bittiğini bir üst akıl edasıyla dillendirenlerin yüzyıllardır şu Arap dünyasının niçin silkinip kendine gelmediğini dile getirmemelerine şaşmamak elde değil. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı toprakları üzerinde Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in kurmak istediği Arap Krallığını destekleyen İngiltere ve Batılıların bu dünya üzerindeki etkileri Müslüman Türkiye’nin etkilerinden çok ama çok fazladır. Müslümanların bu batı hayranlığına akıl sır erdirmek mümkün müdür?

Dünya Enerji İmparatorluğu kurma yönünde önemli adımlar atmış olan Çok Uluslu Şirketler İngiltere, ABD ve Fransa’nın destekleriyle Ortadoğu, Arap dünyası ve İran’a el atmayı uzun zamandır kafalarına koymuş bulunmaktadır. Öyle ki, Hıristiyan Batı dünyası tümüyle bu duruma destek vermekte ve bu âlem önüne ne çıkarsa yakıp, yıkarak zaten biçare durumdaki Arap devletlerini yer ile yeksan edip diz çökertmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Birinci Dünya Savaşının üzerinden geçen 99 yıl içinde Batı iktisadi yönden güçlenmiş, daha güçlü ittifaklar kurmuş, enerji kaynakları hemen her alanda kullanılmaya başlanmıştır. Ülkelerindeki iktidarlar değiştiği halde sürekli yeni yıkım planları hazırlayarak önce Türkleri sonra da kendilerine her yönden bağlı ve şaşaa içinde yaşamaya alıştırılmış Arapları yok etmek için ciddi bir kalkışma içine girişmişlerdir. 11 Eylül 2001 sonrası İslam Dünyası’nın baskı altına alınması, devletlerin parçalanması, milyonlarca suçsuz insanın öldürülmesi, mezhep çatışmalarının körüklenmesi, terör örgütlerinin kurdurulması, Arap Baharı gibi kandırmacalar Batı emperyalizminin İslam dünyasına reva gördüklerinden bazılarıdır. Irak’ı, Suriye’yi parçaladılar, Mısır’ı halletliler, Türkiye’ye el attılar ancak Türklüğü geçemediler, şimdi sıra Katar’da…

Peki, Arap dünyası ne kadar masumdur? Arap dünyasının ortasına bomba koyulduğunu fark edemeyen Suudi Arabistan ABD ile 110 milyar dolarlık silah anlaşması (10 yıl içinde bu rakam 350 milyar dolara çıkacak), Katar ise 12 milyar dolarlık F-16 savaş uçağı alma anlaşması imzalıyor. Peki bu silahlar kime karşı kullanılacaktır? Bu silah alımları ve el konulacak petrol sahaları ABD’nin 19 trilyon dolarlık borcunu kapatmak için mi yapılmaktadır? Ya da İran’a yapılacak bir müdahale için hazırlık mıdır? Arap dünyası Sünni ve Şii Araplar olarak ikiye mi bölünecektir? Velhasıl Arap dünyası İslam adına hiç de iyi işler yapmamaktadır. Ortadoğu ve Arap Yarımadasında yaklaşık 340 milyon kişi yaşamaktadır. Bu nüfusun  % 95’i Müslüman, %3,4 ‘ü Hıristiyan, %1,6’sı da Musevi’dir. Müslümanların da yaklaşık % 70’i Sünni, % 30’u da Şii’dir. Ayrıca daha küçük etnik ve inanç toplulukları da bulunmaktadır.

Enerji kaynakları zenginliğiyle dünyaya kafa tutması gereken Arap ülkelerinin bu hali pür melali nedir Allah aşkına? Krallık ya da monarşi ile idare edilen ülkelerin hemen hepsinde yönetenler lüks ve debdebe içinde yaşarken, halk fakir, fukara, aciz ve perişan durumdadır. Halk biat etmekten başka bir anlayışın dünyada var olduğundan habersiz yaşamaktadır. Osmanlı’nın 1517’den beri nakış nakış işlediği eserleri Türk düşmanlığının bir sonucu olarak teker teker yok edilmiştir. Osmanlı Kışlası, Kâbe’yi koruyan Ecyad Kalesi, Kâbe çevresinde üç sıra halindeki revaklar (sökülüp yeniden yerine konmuştur), Medine’de Hz. Muhammed’in Türbesi’nin yanındaki tarihi eserler yıkılmıştır. İslam’ın kılıçdarlığını yapan Türkler Hıristiyan Batı kültürüne ve emperyalizmine tercih edilmiş ve halen de edilmektedir. Öyle ki, Suudlar ABD ile her daim ittifak halindedirler. Katar’da ABD üssü ve on bin askeri, Bahreyn’de ABD deniz üssü, BAE beş bin civarında asker, Ürdün’de askeri üs, Irak, Suriye ve Körfez sularında da önemli sayıda ABD gücü bulunmaktadır. Mukaddes ve aziz sayılan topraklarda Müslümanların birbirine kırdırılması tuzağına düşenler insan hakkını, İslam ahlakını, İslam terbiyesini ve İslam adaletini savunabilirler mi? Hac gelirlerini hayır işlerinde mi kullanmaktadırlar acaba? Yoksa bu gelirleri silah almak, zenginliklerine zenginlik katmak, mezhepler arası çatışmayı körüklemek, terör örgütlerine yardım etmek maksadıyla mı kullanılmaktadır?

İslami kurallara göre yönetilen Arap dünyasında (S.Arabistan anayasası Kur’an ve Hz. Peygamber’in hayatı temel olarak hazırlanmıştır. Şeriat hükümleri uygulanmaktadır) asırlardır huzurlu, adil, insan haklarına önem veren, temiz, çağdaş bir nizam kurulamadığı gibi, İslam, günümüzde kişilerin düşüncelerine göre adeta yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır. ’’İnsanlara merhamet etmeyen Allah’a merhamet etmez’’ diyen Hz. Peygamber’in sözünü kendilerine rehber edinmeyenlerin dünyası haline geldi bugünlerde İslam dünyası. Petrol ve doğalgaz ticareti Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nda yaşayan 300 milyon Müslümanı sürekli karşı karşıya getirmekte, mezhepler, terör örgütleri, ticari ilişkilerden çıkar sağlamak isteyenler, zengin yaşamanın sırrını çözenler durdurulamaz bir savaşın içinde yer almaktadırlar. Müslümanları terör örgütleri vasıtasıyla birbirine kırdıran Hıristiyan Batı bu durumdan son derece memnun görülmektedir. Zira onlar istediklerini bu yolla almanın çok kolay olduğunu asırlardır bilmektedirler. Arap dünyasının cahiliye devrini yaşadığını gür bir ses haykırarak artık dile getirmelidir. Sayın Cumhurbaşkanının 14 Eylül 2011’de Mısır’da yaptığı konuşmada dile getirdiklerini Arap Dünyası ciddi bir şekilde dikkate almalıdır. Konuşmada dile getirdiği şu ifadeler çok önemlidir: ’’Türkiye'de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayip Erdoğanolarak Müslümanım ama laik değilim… Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır’ında laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın.’’ İşte birbirine düşen Arap dünyasının kurtuluşu yüzü dünyaya dönük, yürekten de dinine yakışır bir biçimde yaşamak olmalıdır. Yüce Allah’ın insanoğlunun doğru ve dürüst iş yapması dünyadaki olayları anlayabilmesi için gönderdiği ilk emir ’’OKU’’dur. Yani insanoğlunun cehaletten uzaklaşmasını emrediyor Yüce Allah. Ayrıca ’’Hucurat Suresi 6. Ayet’te Yüce Tanrı şöyle buyuruyor: ’’Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.’’ Müslüman dünyasını yaşanamaz hale getiren bu kavganın en önemli yerinde Hıristiyan emperyalizmi bulunurken diğer yanında da İslam’ın kendi değerleri ve aktörleri bulunmaktadır. Özellikle asırlardır devam eden Sünni-Şii kavgası İslam’ın belkemiğini adeta çatırdatmaktadır. Diğer taraftan birçoğunun Hıristiyan emperyalizmi tarafından kurulduğu ve desteklediği terör örgütleri İslam’ın bayraktarlığını yapabilirler mi?

Terör örgütlerine destek vermemesi (Müslüman Kardeşler, Deaş, El-Kaide, vb.), Yemen’de Şii Husi’leri desteklememesi, İran’la işbirliği yapmaması, El-Cezire televizyonunun yayın politikasını değiştirmesi ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından varılan anlaşmaların yerine getirilmesi konusunda 2,5 milyonluk KATAR’a bu uyarı niçin yapılmıştır? Katar emperyalizme soluksuz bir şekilde karşı mı çıkmaktadır? Katar Devlet’i halkına zulüm mü yapmaktadır? Halkı kurtarmak için ABD-İngiliz birlikteliğinde, S.Arabistan, İran, Katar ve diğer Arap ülkelerini içine alan yeni bir bahar mı gelmektedir? Bu konuyu da uluslararası ilişkileri değerlendiren akademisyenlere ve siyasetçilere bırakarak Katar nasıl bir ülkedir kısaca göz atalım:




Bu tablonun kısa özeti şudur: 

Dünya petrol rezervlerinin % 47,7’si, doğalgaz rezervlerinin de % 42,5’i Ortadoğu ve Arap Yarımadasında bulunmaktadır. Katar dünya petrol rezervlerini % 2,6’sına, doğalgaz rezervlerinin de % 13’üne sahiptir. Dünya sadece Ortadoğu ülkelerinin petrol ve doğalgazını kullanmaya kalksa yaklaşık 30-35 yıl (yeni rezerv bulunmazsa) bu rezervleri kullanabilir.

İran’ın giderek artan gücü karşısında telaşa düşen Arap ülkeleri Katar’ın, Türkiye ve İran’la yakınlaşmasını bahane ederek ABD ve İngiltere desteğini alarak Katar’a 5 emir vermeyi uygun görmüşlerdir. Zira Katar’da S.Arabistan’a yakın bir anlayışın iktidar olması Selefi Arap’ların Ortadoğu ve Arap Dünyası’nda daha rahat bir iktidarın sahipleri olmalarını sağlayacaktır diye düşünmektedirler. Katar, 156.734.000.000 dolar GSYH’sı, 127.659 dolar kişi başına düşen milli geliri, 2.578.000 nüfusu (bu nüfusun tahminen % 20-25’i Kuveytli, diğerleri göçmen), dünya genelinde 335 milyar dolar, ülke içinde 170 milyar dolarlık yatırımı ve 2022 dünya kupasına ev sahipliği yapmayı hedeflemiş bir ülkedir. Diğer taraftan Katar’ın Türkiye yatırımlarının da 2002-2017 arasında yaklaşık 18 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. Katar, Kuzey Doğalgaz sahasındaki projeyi İran’la birlikte geliştirme çalışmalarına başlamıştır. Zira bu saha İran’a ait Güney Pars sahasında bulunmaktadır. Üretime başlandığında günlük 56.000.000 m3’lük ek bir üretim gerçekleşecektir.

Katar nüfusu itibariyle selefi bir anlayışa sahip olmakla beraber S.Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin takip ettikleri iktidarda kalmak için radikal İslami örgütlerin yanında yer almamaktadır. El-Kaide gibi örgütleri yıllardır destekledikleri bilinen S.Arabistan ve BAE’leri selefi anlayışı kendilerinin iktidarlarının devamını sağladıkları için bütün İslam Dünyası’nda yaygın bir hale getirmek istemektedirler. Bu ülkeler diğer taraftan herhangi bir silahlı örgütleri bulunmayan Müslüman Kardeşler Hareketine karşı çıkmaktadırlar. Mısır en canlı örneğidir.

Şimdi burada sorulması gereken soru şudur: Arap Baharı ile bazı Müslüman ülkelere demokrasi, insan hakları ve hürriyet getireceğini dillendirenler acaba o tarihlerde S.Arabistan ve diğer Arap ülkelerindeki monarşik yapının yaptıklarını nasıl görememişlerdir? ABD’nin çok yüzlü siyaseti şimdilerde kendini S.Arabistan ile birlikte göstermektedir. Obama döneminde İran ile yakınlaşma, iktidar el değiştirdikten sonra yüzünü S.Arabistan’a çevirmiştir. İslam’ın böylesine terör örgütleri ile anılır hale gelmesi ve Hıristiyan Batının bitip tükenmeyen İslam düşmanlığı sonucunda acaba Ortadoğu ve Arap Dünyası’nda sonunun nasıl biteceği belli olmayan bir mezhep savaşına hazırlık mı yapılmaktadır? Katar acaba merdivenin ilk basamağı mıdır?Yıllardır Arap dünyasına çok mesafeli olan Türkiye, son dönemlerde de çok sıkı fıkı bir politik yakınlaşma içine girmiştir. Arap ülkelerinin meseleleriyle uğraşmak tarihin bize bıraktığı bir miras olarak kabul edilmelidir. Ancak modern dünyada ülkeler arasında belli bir mesafeyi koruyarak münasebetlerin sürdürülmesi gerekmektedir.

Türkiye sadece şu soruyu sorarak Araplara doğru yolun ne olduğunu göstermelidir. Silahlanan Arap ülkeleri bu silahları kimlere karşı niçin kullanacaktır? Birbirlerine karşı kullandıklarını cümle âlem bilmektedir. Peki niçin? Türk insanı İslam’ın terör örgütleriyle birlikte anılmasına çok tepkilidir. 
Şu radikal grupların isimlerinden insanlar ürkmektedirler. ’’ El-Kaide, Hamas, Hizbullah, El-Fetih, IŞİD, ÖSO, El-Nusra, Haşdi Şabi, Bedir Tugayları, Haşdi Vatani, İslam Cephesi (Harekât Ahrar eş-Şam, Sukur eş-Şam, Ensar eş-Şam…), vb.  

Nahl Suresi 90. Ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:’’Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor:’’ Yüce Allah’ın bu ve diğer buyruklarını acaba kaç Müslüman hatırlamaktadır? Bu güzel ve özel öğütleri biz Türkler ve Araplar başka başka mı anlamaktayız? Ya da bu ve diğer ayetler Arapça’da başka anlama mı gelmektedir? Savaş, kan, gözyaşı, azgınlık, hayâsızlık, adaletsizlik, fakirlik, kalleşlik, iftira, Yönetenlerin Hıristiyan ülkelerle dost geçinerek lüks ve şatafat içinde yaşamak, daha neler neler… İşte Arap âleminin geldiği nokta. Sonuçta milyonlarca Müslüman kanı bir damla petrol, bir metre küp gaz için feda edilmektedir. Hanefiler, Malikiler, Şafiler, Hanbelîler, Şiiler, Hariciler, Mu’teziler, Maturidiler, Eş’ariler, Tarikat ve Cemaat mensupları Allah’ın doğruları yolunda yaşamak için bir araya gelebilir misiniz?

G.Washington Üniversitesinde yapılan çalışmanın niteliksel sonuçlarını kısaca özetlemek gerekirse: 1. KUR’ANI KERİM öğretileri batı kültüründe daha doğru uygulanmaktadır. 2. Müslüman ülkelerin çoğu İslam’a uygun hareket etmemektedirler. 3. Petrol yatakları bakımından Avrupa’nın zengin kaynaklarına sahip Norveç’te (yaklaşık bir milyar ton rezerv) petrol zengini kişi ya da aile bulunmamaktadır. Zira petrol gelirleri devlet tarafından yönetilerek halkın refahı için değerlendirilmektedir. Petrol zengini Müslüman ülkelerde petrol gelirlerinin tamamı Kraliyet Ailesine ya da Monarşi yönetimlerine aittir. Bu tarz bir çalışmayı aynı kıstasları alarak Müslüman bilim adamları yapsa acaba aynı sonuçlar elde edilebilir mi?

Netice itibariyle bu meselenin aslı, ABD ve İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’ya ve Arap Yarımadasına sahip olmak ve enerji kaynaklarını ele geçirmenin yanı sıra, genişletilmiş bir İsrail de onların en büyük arzusudur. Hazır kıta bekleyen Rusya ve Çin’e sömürü alanı bırakmamak için Türkiye dâhil bütün Ortadoğu ve Arap Yarımadası ve Müslüman ülkeleri karıştırmak ve birbirlerine düşürmek için ellerinden gelen her türlü desisenin peşindedirler. Ayrıca bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye, Batı'nın Doğu'ya açılımında güçlü bir engel olarak durmaktadır. Türkiye’nin bu gücünü kırmak için hem içerden hem de dışarıdan her türlü mânianın önüne konulması gerekmektedir. Sahnelenen oyun budur.

Son günlerde ülkemizin gündemini meşgul eden dört konuya çok kısa değinmek istiyorum: 1. Türk Devleti’nin sınırları içinde ileride resmi dil olarak Kürtçe ve Arapça kullanılmayacağına göre; Tek Millet, Tek Dil, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet daha milli ve daha birleştirici olmaz mı? Malzeme arayan siyasiler sürekli eleştiri yapıyorlar ve diyorlar ki, bu 4 parmak Mursi’nin Rabiası mı? Yoksa Hz. Ali’yi şehit eden Muaviye’nin 4. Halife olduğunun işareti midir? 2. Adalet yürüyüşü Türkiye’nin içinde bulunduğu şu kaotik ortamda uygun mudur? Diğer taraftan CHP’nin adalet anlayışı CHP’nin Adalet eski Bakanının şu sözlerinde yıllarca önce yerini bulmuştur: ’’…1995 İstanbul Kongresi'nde? Ben CHP'lileri işe almayacağım da MHP'lileri mi alacağım? Demiştim.’’ (o dönem 2000 civarında hâkim ve savcı alındığını gazeteler dile getirmişti) Ne demokratik, ne özgürlükçü ve de insan haklarına yakışır bir ADALET anlayışı değil mi? Adaleti önce fikirlerde sonra yürümekle aşınmayan yollarda arasak daha iyi olmaz mı? 3. Sayın Başbakan Fetöcü’lerden Yunanistan’a kaçanları isteyerek diplomatik bir ikazda bulunmuş ve çok doğru bir yaklaşım sergilemiştir. Ne var ki, bu arada da Adalar Denizi’nde (Ege) işgal edilmiş adalar, adacıklar, kayalar, kayacıkları da isteseydi daha da güzel olmaz mıydı? Kırılan gururumuzu kurtarmamız için işgal edilen yerleri mutlak surette geri almalıyız. Kıbrıs’ta sakın ola bir karış yer verilmeye Millet üzülür, Devlet sarsılır. 4. 1992 yılından beri madencilik sektörü zeytin meselesini gündeme taşır ve gereksiz tartışmalar yapılır bir sonuç alınamadan toplantılar dağılırdı. Aradan geçen 25 yıl zarfında değişen bir şey yok. Zeytinlikler yine yok edilmeye çalışılıyor. Birçok zeytin bölgesinde yazlıklar, taştan yapılmış çirkin binalar almış başını gidiyor. Türkiye dünyada 170 milyon zeytin ağacı ile (27 milyonu meyve vermeyen ağaç) 2. sırada, 397 000 ton sofralık zeytin üretimiyle 3. sırada, 143.000 ton zeytinyağı üretimiyle 5. sırada yer almaktadır. 
Zeytincilik sektörünün ihracatı 171.100.000 dolardır.

Tanrı’nın bile kutsal saydığı zeytin ağacını İslamiyet’e inanmış maddeyi sadece şekil olarak gören Müslümanlar; Kur’an-ı Kerim’de zeytin ve ağacından bahseden 7 ayet olduğunu biliyor musunuz? En’am 99 ve 141, Nahl 11, Mü’minûn 20, Nur 35, Abese 29, Tin 1 Ayetlerini okumak insafınızı dile getirebilir mi? Bilemem.Nur Suresi’nin 35.Ayeti’nin meali aynen şöyledir: ’’Allah, göklerin ve yerin Nûru’dur. O’ nun nûru, şöyle bir misalle anlatılabilir: İçinde lamba bulunan bir fanus; lamba kristal bir cam içinde; kristal de sanki inciden bir yıldız. Lamba, doğuya da batıya da ait olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından yakılıyor; öyle ki, yağı daha ateş değmeden hemen kendiliğinden ışık veriverecek. Nur, yine nur. Allah, kimi dilerse onu nûruna iletir. Allah, (gerçeği anlamaları için) insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.)’’

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2017/06/30/8670/islam-dunyasi-ve-katar-meselesi

***

28 Mart 2017 Salı

SURİYE’DE KÜRT KUŞAĞI MÜMKÜN MÜ?




SURİYE’DE KÜRT KUŞAĞI MÜMKÜN MÜ? 







SURİYE HARİTA



SURİYEDE ÇATIŞAN GRUPLAR,

Oytun ORHAN, 
KAPAK DOSYASI*
* Araştırmacı, ORSAM 

Haziran 2015 itibarıyla Suriye’nin Batı kanadında rejim bölgesi, kuzey, güney ve orta bölgelerin bazı kısımlarında muhaliflerin kontrolü, doğu ve kuzeyin bir kısmında IŞİD bölgesi ve Türkiye-Suriye sınır hattında da büyük oranda Kürt bölgesi ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, Kürtler bundan sonraki süreçte rejim, muhalifler ve IŞİD arasındaki sorunlardan faydalanarak ve kendi sınırlı hedefine odaklanarak fiili ya da uzun vadede anayasal bir Kürt bölgesi inşa etme imkânına sahip olabilir. 

Suriye Kürtleri Mart 2011 tarihinde başlayan halk ayaklanması ve sonrasında iç savaşta ‘üçüncü yol;’ olarak ifade ettikleri bir pozisyon aldı. 
Buna göre yaşanan çatışmalar Araplar arası bir mücadele idi ve Kürtler bu çatışmaya doğrudan müdahil olmamayı seçti. 
Suriye’de iç savaşın derinleşeceği ve zaman içinde merkezi otoritenin zayıflayacağı öngörüsünden hareketle Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde kendi idari, siyasi, ekonomik, kültürel ve güvenlik altyapılarını oluşturmaya başladılar. Kürtlerin diğer gruplara göre en büyük avantajı tek bir siyasi hareket 
(PYD) ve ona bağlı askeri güç (Halk Savunma Birlikleri – YPG) tarafından yönlendiriliyor olmaları idi. Esasen Suriye Kürt siyasi sahnesi çok parçalı olsa da PYD sahip olduğu silahlı güç vasıtası ile diğer tüm Kürt hareketlerini bastırma imkânına sahipti. Ayrıca halk ayaklanmasının iç savaşa dönmesi, IŞİD tehdidi nin ortaya çıkması gibi nedenlerle siyasi süreçlerden ziyade güvenlik ihtiyaçları ön plana çıktı. Bu da Suriye Kürtlerinin PYD ve YPG etrafında seferber olmasını sağladı. 

Suriye rejimine bağlı güçler, 2012 yılının Temmuz ayında Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bazı yerleşimlerden çekildi. Böylece YPG hiçbir çatışma yaşamadan Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde kontrolü ele geçirmiş oldu. Kürtler zaman içinde hem kontrol ettikleri bölgeleri genişletti hem de altyapılarını güçlendir meye çabaladılar. Nihayetinde PYD liderliğindeki Kürtler 2013 yılının Kasım ayında Kurucu Meclis ilan etmiş ve PKK’nın öne sürdüğü ‘demokratik özerklik’ modelini Suriye’de kontrolü altındaki bölgelerde fiilen uygulamaya başlamıştır. Bu sürecin devamı olarak 2014 yılının Ocak ayında sırasıyla kuzey Suriye’nin 
doğusunda Cezire, ortasında Kobani ve batısında da Afrin ‘kantonları’ ilan edilmiştir. 

Suriye Kürtleri açısından en büyük zorluk ilan edilen üç bölge arasında coğrafi bağlantının bulunmaması ve bölgelerin kendi içinde homojen bir nüfus yapısına sahip olmamasıdır. Bu nedenle kantonlar içinde demografik gerçekleri göz önüne alan bir yönetim tarzı benimsemeye çalışılmıştır. Yönetimde, silahlı birimlerde Araplar ve Süryanilere yer verilmiştir. Coğrafi kopukluk sorununa yönelik olarak Kobani-Cezire kantonlarını birleştirmek için Tel Abyad, Kobani-Afrin kantonlarını birleştirmek için Azaz stratejik askeri hedefler olarak belirlenmiştir. Ancak Kürtler açısından bir diğer zorluk bağlantıyı sağlayacak ara bölgelerde 
Kürtlerin azınlık buna karşın Araplar ve Türkmenlerin çoğunlukta yaşıyor olmasıdır. 

Üç gelişme, PYD/YPG’nin söz konusu zorlukları aşması ve şartların olgunlaşması için fırsat sunmuştur. 

Birincisi, Haziran 2014 sonrasında IŞİD’in Musul’u ele geçirerek geniş bir coğrafyada ‘hilafet devleti’ ilan etmesidir. 

İkinci gelişme, yükselen terör tehdidine karşı ABD öncülüğünde çok sayıda ülkenin katılımı ile IŞİD’e karşı mücadele koalisyonunun oluşturulmasıdır. Mücadele stratejisinin özü Koalisyon güçlerinin havadan askeri destek vermesi ve yereldeki silahlı unsurların IŞİD’e karşı ilerlemesinedayanmaktaydı. 

Üçüncü gelişme ise güçlenen IŞİD’in Kobani’ye yönelmesi oldu. ABD ilk aşamada Kobani’nin IŞİD ile mücadele açısından stratejik öneme sahip olmadığını açıklamıştı. Ancak kısa bir süre sonra Koalisyon güçlerinin Suriye’de IŞİD’e yönelik gerçekleştirdiği saldırıların büyük çoğunluğu IŞİD’in Kobani kuşatmasını kırmak ve YPG’ye destek olmak için yapıldı. Kobani’de IŞİD kuşatmasının kırıldığı Ocak 2015 ayı sonuna kadar Suriye’de gerçekleşen Koalisyon hava saldırılarının yaklaşık %70’i Kobani’deki IŞİD hedeflerine yönelik gerçekleşmiştir. Hava desteği ile sağlanan başarı ABD’yi IŞİD’e karşı mücadelenin Suriye ayağında YPG’ye daha fazla destek olma konusunda teşvik etmiştir. 

ABD-YPG ortaklığının bir sonraki ayağını Tel Abyad oluşturmuştur. 2015’in Mayıs ortalarında başlayan koordineli operasyonlar neticesinde önce Tel Abyad kuşatılmış ve yerleşim ciddi bir direnç ile karşılaşmadan YPG ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Burkan el Fırat güçlerinin kontrolüne geçmiştir. Böylece 
idari bütünlüğe sahip üç ‘kanton’dan ikisi arasında ilk kez coğrafi bütünlük de sağlanmıştır. 

Suriye’de Kürt Kuşağı Mümkün mü? 

Kobani’de IŞİD’e karşı sağlanan başarı, ABD-YPG ortaklığı açısından dönüm noktası olmuştur. Tel Abyad’ı ele geçirmek için yürütülen koordineli operasyonlar ve ikinci zafer ile ittifak pekişmiştir. ABD muhtemelen YPG aracılığı ile IŞİD’in kuzey ile olan tüm bağını kesmeye, tüm kuzey Suriye hattı boyunca ‘YPG’nin kontrolünde bir tampon bölge’ oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak tarihteki örneklerden de yola çıkarak tampon/ güvenli/uçuşa yasak bölgelerin sınırları, uzun vadede kalıcı hale gelerek yeni siyasal yapının oluşma sürecinde 
otonom/federal bölgelerin sınırlarına dönüşmektedir. 

Kürt kantonları arasında coğrafi bütünlük sağlanması, demografik gerçekler ve askeri dengeler nedeniyle imkânsıza yakın görülmekteydi. Ancak Tel Abyad’da yaşananlar demografik yapının çok önemli olmadığını askeri dengelerin de ABD desteği ile YPG tarafına döndüğünü göstermektedir. PYD/YPG bu bölgelerde 
yaşayan Arap ve Türkmenleri ‘ürkütmeyecek’ bir söylem ve yönetim modeli benimseyerek kısa vadede otoritesini meşrulaştırmak isteyecektir. Ancak uzun vadede bu bölgelerde yaşayan haklar, en nihayetinde Kürt idaresi altında yaşayan azınlık grupları olacaktır. 

PYD/YPG kontrolünde bir Kürt bölgesinin kalıcılığını sağlayacak bir diğer gelişme, Suriye genelinde yaşananlar olacaktır. Suriye’nin bundan sonraki süreçte güçlü bir merkezi otorite ile yönetilme şansı neredeyse kalmamıştır. Uzun vadede nüfus hareketlerine de bağlı olarak belli toplumsal grupların belli bölgeleri kontrol ettiği ve merkezde nüfusu oranında iktidarı paylaştığı bir siyasi yapı ortaya çıkması büyük ihtimaldir. Toplumsal gruplar ve askeri/siyasi aktörler arasındaki fiili sınırları ise askeri mücadeleler belirleyecektir. Haziran 2015 itibarıyla Suriye’nin Batı kanadında rejim bölgesi, kuzey, güney ve orta bölgelerin bazı kısımlarında muhaliflerin kontrolü, doğu ve kuzeyin bir kısmında IŞİD bölgesi ve Türkiye-Suriye sınır hattında da büyük oranda Kürt bölgesi ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, Kürtler bundan sonraki süreçte rejim, muhalifler ve IŞİD arasındaki sorunlardan faydalanarak ve kendi sınırlı hedefine 
odaklanarak fiili ya da uzun vadede anayasal bir Kürt bölgesi inşa etme imkânına sahip olabilir. 

Türkiye’nin Önündeki Seçenekler 

Türkiye açısından ilk akla gelen soru, çok da uzun olmayan bir gelecekte Suriye’nin kuzeyinde PYD kontrolünde bir Kürt bölgesi çıkması olasılığı güçlü ise bunun bir güvenlik tehdidi mi yoksa tersine istikrarsız Suriye ile arasında tampon bölge oluşturması açısından fırsat mı olduğudur. Türk karar alıcıların 
geçmişteki ve Tel Abyad sonrası açıklamalarına bakıldığında bunu bir tehdit olarak algıladıkları anlaşılmaktadır. 

Buradan yola çıkarak konuya Türkiye açısından bakıldığında ve Türkiye ne yapmalı konusunda şunlar söylenebilir. 

Kürt bölgesinin oluşmasını mümkün kılan faktörlerin başında ABD’nin YPG’ye verdiği askeri destek gelmektedir. Ancak ABD bu desteği verirken Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almamaktadır. Türkiye açısından ilk sıkıntı IŞİD’den doğan boşluğun kendisi açısından yine güvenlik riski yaratacak başka 
bir güç tarafından doldurulmasıdır. Arap ve Türkmen yerleşimleri de ele geçirilerek bütüncül bir Kürt coğrafyası oluşması kadar bunun PYD/PKK otoritesi altında olması Türkiye’de güvenlik tehdidi algılamalarını artırmaktadır. Bunun dışında ABD saldırıları nedeniyle yaşanan göç dalgasının doğal adresi Türkiye 
olmaktadır. 2 milyon civarında Suriyeli ağırlayan Türkiye açısından durum Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ifadesi ile ‘sürdürülemez’ hale gelmektedir. Ayrıca IŞİD ile mücadele kapsamında ABD’nin hedef belirlerken seçici davranması da Türkiye’yi rahatsız etmektedir. IŞİD bir taraftan Tel Abyad’da mağlup edilirken diğer taraftan Halep’te Suriyeli muhaliflere karşı kazanımlar elde etmektedir. Buna karşın Halep’te muhaliflere hiçbir destek verilmemektedir. 

Bütün bu gelişmelere karşın Türkiye’nin kendi sınır hattı boyunca gelişen olayları tam anlamıyla yönlendiremediği ve gelişen olaylara tepki vererek, önlem alan bir pozisyonda olduğu görülmektedir. 


Lazkiye ile Halep vilayetlerinin bir kısmı dışında sınır hattının neredeyse tamamı Türkiye tarafından tehdit olarak değerlendirilen gruplar tarafından kontrol edilmektedir. Suriye’de ve özellikle kuzey hattında güç boşluğu söz konusudur. Ayrıca Suriye’de tek bir aktörün düzen kurma şansının kalmadığı anlaşılmaktadır. 

Bu ortam içinde Tel Abyad sonrasında muhtemelen genel politikada değişim olmamakla birlikte Suriye topraklarından kaynaklanacak güvenlik risklerini önlemeye odaklı sınır güvenliği politikasını daha güçlendirme yoluna gidebilir. 

Türkiye, Suriye sınırında yaşanan gelişmelerden hem siyasi, hem güvenlik hem de ekonomik açıdan olumsuz etkilenmektedir. Sınır güvenliğini sağlaması, gereken güçlerin işlevini yerine getiremediği bir ortamda Türkiye sınır ötesini ya doğrudan kontrol ederek ya da dost güçler tarafından kontrol edilmesini 
sağlayarak bütün riskleri bertaraf etme ya da en aza indirme yoluna gidebilir. Esasen bölgesel güç olarak, Türkiye’nin mevcut şartlar altında kendi sınırının karşısını şekillendirme gücü söz konusudur. 

Ancak sorun şimdiye kadar kaynakların ve dikkatin Suriye geneline yönlendirilmiş olmasıdır. Ancak Tel Abyad sonrası ortaya çıkan tablo, Türkiye’yi daha fazla sınıra odaklanmaya itebilir. Bu kapsamda Türkiye’nin Suriye’de daha dar bir hedefe odaklanmak suretiyle önünde iki seçenek olduğu söylenebilir. 

İlk olarak, Türkiye doğrudan askeri müdahalede bulunup bir güvenli bölge yaratma yolunu seçebilir. 

Burada müdahalede bulunulacak alan IŞİD’in kontrolündeki Türkmen-Arap nüfusun yoğun olarak yaşadığı Cerablus ile Afrin kantonları arasında kalan bölge olacaktır. Türkiye bu bölgedeki IŞİD varlığına son verecektir. Türk ordusu dost gruplar kendi bölgelerini koruyacak düzeyde güçlenene kadar bölgede 
kalacaktır. 

Bu seçenek çok riskli, ancak başarısı şansı yüksektir. 

Olası riskler şunlardır: Askeri kayıpların yaşanacak olması, IŞİD’in Türkiye içinde terör eylemi gerçekleştirme ihtimali, güvenli bölgede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenli olmayan bir coğrafyada koruma sağlamaya çalışacak olması, iç kamuoyunda ortaya çıkacak tepki ve çözüm süreci bağlamında yaşanması muhtemel olumsuzluklar. 

Türkiye ikinci seçenek olarak, bahsi geçen bölgedeki müttefik unsurları çok daha yoğun şekilde destekleyerek, hatta süreci kontrol ederek ve gerektiğinde sınır ötesinden askeri destek verecek şekilde arkalarında durarak önce kendi 
bölgelerini korumaları sonraki aşamada IŞİD’e karşı ilerleme sağlamaları beklenebilir. 

  < Kobani’de IŞİD’e karşı sağlanan başarı, ABD-YPG ortaklığı açısından dönüm noktası olmuştur. Tel Abyad’ı ele geçirmek için yürütülen koordineli operasyonlar ve ikinci zafer ile ittifak pekişmiştir. ABD muhtemelen YPG aracılığı ile IŞİD’in kuzey ile olan tüm bağını kesmeye, tüm kuzey Suriye hattı boyunca ‘YPG’nin kontrolünde bir tampon bölge’ oluşturmaya çalışmaktadır. >

Bu seçeneğin riski daha azdır ancak başarı şansı düşüktür. Esasen İdlib ve Halep’te son dönemde önemli başarılar elde eden Fetih Ordusu ya da Şam Cephesi gibi oluşumların IŞİD’e karşı başarı şansı yüksektir. Ancak bu gruplar bütün enerji ve kaynaklarını rejim ile mücadeleye ve son dönemde Halep’i ele geçirmeye odaklamıştır. 
IŞİD’le mücadeleyi ise kesinlikle istememektedirler. Bu durumda sınırdaki yerel Türkmen ve Arap gruplar üzerinden bir çaba söz konusu olabilir. Ancak IŞİD 
ve YPG’nin aşırı güçlendiği bir ortamda bu bölgede yeni bir güç merkezi oluşturmak son derece zor gözükmektedir. Buna karşın söz konusu bölgedeki 
nüfus yapısı böyle bir çabayı destekleyecek niteliktedir. 

Bölge genelinde Araplar ve Türkmenler yaşamaktadır. Halk muhaliflere ve Türkiye’ye yakındır, bölgelerinde de ne IŞİD ne de YPG’nin varlığını istememektedir. 

Türkiye her iki senaryoda sınırının belli bir kısmını güvence altına almış olacaktır. Bundan sonraki süreçte de ortaya çıkan fırsatları kullanarak tampon bölgeyi 
doğu ve batıya doğru genişletebilir. Bunun yanı sıra artık sürdürülemez olduğu ifade edilen Suriyeli sığınmacı konusuna da nispeten bir çözüm bulunmuş 
olacaktır. 



***