Moşe Dayan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Moşe Dayan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2017 Cumartesi

TÜRK BASININDA 1967 ARAP-İSRAİL SAVAŞI BÖLÜM 1

TÜRK BASININDA 1967 ARAP-İSRAİL SAVAŞI BÖLÜM 1




Kenan OLGUN 
TÜRKİYE

ÖZET 

1967 yılında yaşanan Arap-İsrail savaşı “6 Gün” savaşı olarak da anılmaktadır. İsrail’in ani bir hava saldırısı sonucu başlayan savaş, ilk gün Mısır hava 
kuvvetlerinin imhasıyla sonuçlanmış, hava üstünlüğünü ele geçiren İsrail bu avantajını çok iyi kullanmıştır. Bu çalışmada 6 gün süren ve İsrail’in, Mısır, 
Suriye ve Ürdün’e karşı yaptığı savaşta topraklarını birkaç misli genişletmesi ve ayrıca bu savaş neticesinde Kudüs’ün İsrail’in eline geçmesinin Türk kamuoyu 
tarafından nasıl görüldüğü incelenecektir. 

Anahtar Kelimeler: 1967 Arap-İsrail Savaşı, Kudüs, İsrail, Orta Doğu, Mısır,Kenan OLGUN,  



GİRİŞ 

İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılından itibaren Orta Doğu’da bir Arapİsrail sorunu başlamış, konumuz olan 1967 yılına kadar bu sorun, 1948 ve 1956 
yıllarında olmak üzere iki defa savaşa dönüşmüştür. İsrail Devleti’nin kurulması sonrası başlangıçta gerilla mücadelesi şeklinde başlayan çatışmalar, gittikçe 
büyüyerek çevredeki Arap devletlerinin savaşa girmesine yol açmış, Araplar bu savaşa birlikte katılmak suretiyle beraberlik göstermişlerdir (Erendil, 1979: 9). 
1956 Süveyş Savaşı’nın Arap-İsrail meselesi ile doğrudan bağlantısı yoktur (Armaoğlu, 1994: 115). Mısır’da General Necip ve arkadaşları bir darbeyle 
1952 yılında Mısır Kralı Faruk’u ülkeden uzaklaştırmışlardır. 1954’te iktidarı ele geçiren Albay Cemal Abdül Nasır İngiltere’nin Süveyş Kanalı’ndan çekilmesini 
istemiştir. 26 Temmuz 1956 tarihinde de Mısır Süveyş Kanalı’nı millîleştirmiştir. 

Kanalın millîleştirilmesi buradaki çıkarlarına ters düşen İngiltere ve Fransa’yı birbirlerine yaklaştırmış, Mısır’a karşı ortak bir harekâta girişmelerine neden 
olmuştur. İsrail, İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a karşı başlattığı harekâta paralel olarak 29 Ekim 1956’da harekete geçmiş, beş gün içinde Sina yarımadasının 
büyük bir bölümünü işgal etmiştir. Savaş, Birleşmiş Milletler ve Amerika’nın baskısı üzerine 7 Kasım 1956 tarihinde sona ermiştir. İsrail, görüşmelerden sonra işgal ettiği bölgeleri 6 Mart 1957’den itibaren terk etmiş, bu bölgelere Birleşmiş Milletler barış gücü yerleştirilmiştir (Konferans Broşürü, 1975: 53). 

1956 savaşının gerçek sebebi Fahir Armaoğlu’nun da ifade ettiği gibi “Nasır’ın Arap dünyasının liderliğine oynaması, ‘Pan Arabizm’ veya ‘Arap Milliyetçiliği’ 
politikası ve bu liderliğin ve politikanın Batı’nın bölgedeki çıkarlarına ters düşmesi”dir (Armaoğlu, 1994: 115). 1967 Arap-İsrail Savaşı Araplarla İsrail 
arasındaki üçüncü savaştır. 

A. Savaş Öncesi Durum 

1956 savaşını Birleşik Arap Cumhuriyeti (Mısır) kaybetmişti. Mısır Devlet Başkanı Nasır, bu savaşı İngiltere ve Fransa’nın İsrail’in yanında yer almasından 
dolayı kaybettiklerini düşünüyordu. Oysa İsrail’e yardım yapılmamış olsaydı yenilmesi muhakkaktı. Bu amaçla Nasır, iyice hazırlanmadan ve milletlerarası 
atmosfer müsait hâle gelmeden İsrail’le savaşmamaya dikkat etmiştir (Armaoğlu, 1994: 240). 

1. Savaşın Nedenleri 

1967 Mayısında Orta Doğu’daki kuvvetler dengesi, Arapların lehineydi. Zira İsrail’in yanında yer alan ABD’nin bir Vietnam sorunu vardı. Ayrıca İngiltere ve 
Fransa’nın da silahli desteğini uluslararası şartlar gözönünde bulundurulduğunda İsrail’in elde etmesi zordu (Kürkçüoğlu, 1972: 141). Oysa Sovyetler Birliği, 
1955’ten beri Arapların yanındaydı. Onları devamlı bir surette silahlandırıyor, askerî eğitim için uzman desteği sağlıyordu. Araplar 1967 savaşı öncesi silah ve 
teçhizat bakımından İsrail’den üstün konumda gözüküyorlardı. 

Araplara göre 1967 savaşının sebebi; “İsrail’i çeviren Arap Devletlerinin topraklarına karşı” İsrail tarafından gerçekleştirilen “zalim saldırı ve kışkırtma” 
hareketleriydi. Araplar savaşın en önemli sebeplerinden biri olarak 1948 yılından beri var olan “Arap mülteciler meselesi”ni göstermekteydi. İsrail’in kurulması 
sonrası İsrail topraklarında yaşayan binlerce Filistinli yurtlarını terk etmek zorunda kalmış, çevredeki Arap ülkelerine sığınmıştı. Bu göçmenler Arap Devletlerinden İsrail’e saldırılar düzenlemekteydi. Türkiye’deki Arap Büyükelçilerinin 27 Mayıs 1967 tarihinde yayınladıkları ortak bildiriye göre Filistinlilerin bu saldırıları “Arap ülkesinin iradesinden uzak olarak” gerçekleştirilmekteydi. 

Filistinlilerin “ Gizli olarak teşkilatlanmaları münasebetiyle” de faaliyetlerinin herhangi bir Arap Devleti tarafından kontrol altına alınması imkânsızdı 
(Arap Büyükelçilerinin…, 1967: 3-4). Türk basınında Hürriyet gazetesinde özet (Hürriyet, 28 Mayıs 1967), Zafer gazetesinde ise tam metin olarak yayınlanan 
(Zafer, 2, 3, 4 Haziran 1967) Arap Büyükelçilerinin bildirisinde; Arap Devletlerinin “milliyetçilik ve insanlık açılarından” İsrail’in içinde askerî hedefleri vurmakta ısrar eden bu “komandoların kahramanlığını” takdir etmekten de kendilerini alamadıkları ifade ediliyordu. 

Araplar, mülteciler sorunundan hareketle İsrail’i ortadan kaldırmayı düşünürken, İsrail, mülteciler meselesinin çözümlendiği düşüncesindedir. İsrail 
Enformasyon Servisi tarafından yayımlanan “Arap Mülteciler Meselesi” isimli 29 sayfalık bir kitapçıkta bu sorun “siyasal ve sosyo-iktisadi yönleri olan” bir konu 
olarak iki kısımda ele alınıyordu. İsrail, ülkesinden göç eden mültecilerin geçen süreç içinde yaşadıkları yöreye uyum sağladığı, buradaki insanlarla dinleri ve 
dillerinin bir olduğu, gelenek ve medeniyetlerinin benzediği fikrindeydi. Böylece sorunun sosyo-iktisadi kısmı “kendi kendine” çözümlenmişti. Ancak, sorunun 
siyasi kısmı Arap liderlerinin sorunu “açık tutmaya ve İsrail’e karşı bir silah olarak kullanmaya kararlı gibi” olmalarından dolayı çözümlenememişti. Buna 
rağmen İsrail, “sağduyunun galip geleceğine” inanmaktaydı (Arap Mülteciler..., 1967: 3, 28). 

İsrail’e göre İsrail’in “varolma hakkı”nın zorla reddedildiği 1967 savaşı aslında Orta Doğu’da büyük güçlerin çıkar çatışmalarının bir sonucuydu. İsrail’e 
göre Sovyetler Birliği’nin “tek taraflı politikası” bu savaşa neden olmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban’ın 19 Haziran 1967 günü Birleşmiş Milletler Genel 
Kurulu’nda yaptığı konuşmaya göre Sovyetler Birliği, 1955 yılından beri Arap Devletlerine, 1000’den fazlası Mısır’a olmak üzere 2000 tank vermişti. 700 
modern jet avcı ve bombardıman uçağının yanı sıra yer füzeleri de temin etmişti. 1961’den beri Sovyet silahları, “Mısır’a İsrail’i fethetmek arzusunda” yardımcı olmuşlardı. Sovyetler İsrail’in niyetleri hakkında Arap Hükûmetleri nezdinde “alarm verici ve ateşleyici” raporlar yaymak suretiyle “tahrikçi” bir rol oynamıştı. Sovyetler Birliği’nin bu tavrı Arap kaynaklarında açıkça anlaşılıyordu (İsrail Dışişleri..., 1968: 21-24). 

2. Savaşa Götüren Gelişmeler 

Türk basınında “Orta-Doğu Buhranı” (Zafer), “Ortaşark Buhranı” (Tercüman) olarak isimlendirilen 1967 Arap-İsrail savaşı, Suriye ile ilgili olan gelişmeler 
sonucunda başlamıştır. 

1967 başından beri Suriye ile İsrail ilişkileri gergindi. İsrail, Filistinli gerillaların Suriye’den topraklarına girdiğini iddia ediyordu. 24 Mart 1967 tarihinde İsrail 
Genekurmay Başkanı İzak Rabin, bu saldırılar devam ettiği takdirde, Suriye’ye karşı harekete geçmenin gerekli olabileceğini söylüyordu. Nitekim iki taraf 
arasındaki gerginlik 7 Nisan 1967’de sınır savaşına dönüşmüş, hava çatışmasında 13 uçak düşmüştü (Hürriyet, 10 Haziran 1967). Bu durum karşısında İsrail Başbakanı Levi Eşkol da 14 Mayısta, Rabin’in sözlerini tekrarlamıştı (Kürkçüoğlu, 1972: 142). 

Türkiye’deki Arap Büyükelçileri de İsrail’in bu iddialarını doğrulamaktaydı. İsrail, Filistin fedailerinin hareket noktası olarak yapacakları veya faaliyetleri 
yolunda geçecekleri Arap ülkelerine saldıracağını açıklamıştı. İsrail’in bu açıklaması Araplara göre “Filistin mültecilerinin yaşadıkları bütün Arap Devletleri 
ile savaşmak istediği” anlamına gelmekteydi. Nitekim İsrail Başbakanı da Şam şehrini işgal edeceğini ilan etmişti. İsrail, Suriye sınırına büyük bir yığınak 
yapmaktaydı. Bu durum karşısında Arap Devletleri, “Suriye’yi savunmak” için birlikte hareket edeceklerini ve “herhangi bir siyonizm tehlikesine karşı” beraber 
olacaklarını ilan ediyorlardı (Arap Mültecileri..., 1967: 4-5). 

Mısır makamları İsrail’in Suriye’ye hücuma hazırlandığını ve böyle bir hücum hâlinde derhâl Suriye’nin yardımına koşmak için İsrail’e karşı harekete 
başlayacaklarını bildirmekteydiler. Doğu Bölgesi Komutanlığı’na atanan General Abdulmuhsin Murteza, birliklerinin “Yahudilere karşı kutsal bir savaş açmaya” 
hazır olduklarını belirtmişti (Hürriyet, 20 Mayıs 1967). Mısır Devlet Başkanı Nasır, 9 Haziranda yaptığı konuşmada: “Sovyetler Birliği’ndeki dostlarımız geçen ayın başında Moskova’yı ziyaret eden parlamento heyetimizi, Suriye’ye karşı bir taarruz planının mevcudiyeti hususunda ikaz etmişlerdir.” diyerek Sovyetler Birliği’nin Mısır’a, İsrail’in Suriye’ye saldıracağına dair bilgi verdiğini ifade ediyordu. 

İsrail tarafından Sovyetler Birliği, daha öncede ifade edildiği gibi savaşın başlamasında “önemli bir rol oynamakla” itham edilmektedir. İsrail Dışişleri 
Bakanı Eban, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Sovyetler Birliği’nin savaşta oynadığı rolü ifade etmiş, Suriye meselesinde Sovyetlerin Mısır’a 
“yanlış” bilgi verdiğini belirtmiştir. Eban, 23 Mayıs tarihli bir TASS bildirisinde; “Knesset’in Dışişleri ve Güvenlik Komitesi 9 Mayısta Kabineye Suriye’ye karşı bir 
harp harekâtı yürütmesi için özel yetkiler vermiştir. Suriye hududuna yığılan İsrail kuvvetleri harp için alarm durumuna geçirilmiştir. Memlekette genel seferberlik ilan edilmiştir” denildiğini ifadeyle “bu hikâyenin” bir tek kelimesinin dahi doğru olmadığını söylemiştir. Eban’a göre bu haberler hikâye olmakla birlikte bunların Arap ülkelerinde yayılması “alevlendirici” bir netice verilmesine neden olabilirdi (İsrail Dışişleri..., 1968: 24). 

İsrail’in Suriye ile ilgili planları hakkında Mısır’a bilgi geldiğine dair Türk basınında da yazılar çıkmıştır. 10 Haziran 1967 tarihli Akşam gazetesinde 
yayınlanan “Nasır’ı kim yanılttı?” yazısında; 13 Mayıs günü Kahire’de Mareşal Amr’ın Suriye Savunma Bakanı Hafız Esat’tan “gizli ve önemli” kaydıyla bir 
mesaj aldığı, mesajda İsrail kuvvetlerinin Suriye sınırının zayıf noktalarında toplanarak yığınak yapmaya başladığının bildirildiği ve alınan tedbirlerin 
sıralandığı belirtiliyordu. Aynı gün Nasır’a Mısır gizli servisi, İsrail’in 16 Mayıs gecesi ani bir saldırıya geçmek için yığınak yaptığını bildirmiştir. Bunun üzerine 
Nasır, “üç gün içinde İsrail’in Suriye’ye yapacağı saldırıya engel olmak ve Arap âleminde kendisine karşı olan itimatsızlığı ortadan silmek.” düşüncesiyle Mısır 
kuvvetlerini harekete geçirmiştir (Akşam, 10 Haziran 1967). Bu arada Irak, İsrail’e karşı herhangi bir Arap harekâtını destekleyeceğini Nasır’a bildirmiştir. Bunun yanı sıra Irak Savunma Bakanı General Şakir Mahmut Şükrü de gazetecilerin sorularına: “1967 yılının Filistin davası için kesin bir yıl olacağına inanıyorum. Irak ordusu şimdi tamamiyle savaş düzenindedir ve Suriye kuvvetlerinin yanı başında çarpışmalara katılmaya hazırdır.” demekle Irak’ın, İsrail’in Suriye’ye saldırması hâlinde Suriye’nin yanında olacağını bir kez daha tekrarlıyordu. 

Mısır, bu bilgilerin ışığında İsrail’e karşı bir askerî harekât yönünde ilk adımı 16 Mayısta attı. Bu tarihte Mısır’da olağanüstü hal ilan edildi ve bütün silahlı 
kuvvetlerin savaşa hazır durumda oldukları açıklandı. Bunu Ürdün, Suriye, Irak ve Kuveyt’te de olağanüstü hal ilanları izledi. 18 Mayısta Nasır, BM Genel 
Sekreteri U-Thant ile görüşerek 1956 savaşından beri Gazze ve Sina’da bulunan BM Barış Gücü’nün geri çekilmesini istedi. Bu istek olumlu karşılanarak BM 
askerleri bölgeden çekilmeye başladı. 19 Mayısta bu kuvvetlerin yerini Mısır askerlerinin alması “durumu birden bire ciddileştirmiş” ve Mısır-İsrail sınırında 
“harp tehlikesine” neden olmuştu (Hürriyet, 20 Mayıs 1967). 

İsrail, BM Barış Gücü askerlerinin geri çekilmesini, İsrail’in askerî güvenliğine ve hayati deniz hürriyetine karşı meydana gelecek “zarar” nedeniyle kendi fikrinin 
alınmadan yapılmasına karşı çıkmıştı. İsrail BM’nin barışı koruma faaliyetleriyle ilgili tutumunun “bu tecrübeyle sarsıldığı” düşüncesindeydi. İsrail’e göre BM 
askerlerinin çekilmesi “ilk dumanlar ve alevler belirir belirmez ortadan kaybolan itfaiyecilerin durumuna” benzetilmekteydi (İsrail Dışişleri…, 1968: 11-12). İsrail 
BM’nin “barışı koruma “işlevini kaybettiğini düşünürken, Arap Devletleri, BM askerlerinin çekilmesinin nedenini İsrail’in bir saldırısı karşısında bu askerlerin 
“selametini korumak.” olarak belirtiyorlardı (Arap Büyükelçilerinin..., 1967: 5). 

21 Mayıs 1967 tarihinde Mısır’da bütün ihtiyatlar askere çağrılmış, genel seferberlik ilan edilmişken (Hürriyet, 22 Mayıs 1967) İsrail’de ise kısmi 
seferberlik ilan edilmiştir. Orta Doğu’da durumun iyice gerginleşmesi üzerine ABD Başkanı Johnson, Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksandır Kosigin’e gizli 
bir mesaj yollamış, Arap-İsrail anlaşmazlığının kontrolden çıkmasını önlemek için birlikte faaliyet gösterme teklifinde bulunmuştur (Zafer, 22 Mayıs 1967). Bu 
esnada askerî hazırlıklarını sürdüren Mısır, İsrail sınırına asker ve tank yığmaya devam etmiş, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün ortak hareket için birleşmiştir 
(Tercüman, 23 Mayıs 1967). Mısır kuvvetleri Akabe Körfezi’nin girişinde yer alan stratejik Şarm el Şeyh Bölgesi’ne 21 Mayıstan itibaren yerleşmeye başlamıştır 
(Hürriyet, 23 Mayıs 1967). Mısır’ın bu bölgeye yerleşmesi Akabe Körfezini kontrol etmesi anlamına geliyordu. Zaten Mısır da bir süre sonra bu bölgeye 
yerleşmenin getirdiği avantajla savaşa giden yolda en önemli adımı atacaktı. 

23 Mayısta Mısır, savaşa giden yolda en önemli adım olan Akabe Körfezi’nin girişindeki Tiran Boğazı’nı İsrail gemilerinin geçişine kapattı. Başkan Nasır, 23 
Mayısta Sina’da Mısırlı havacılara hitaben yaptığı konuşmada “bundan böyle bütün İsrail bandıralı veya stratejik madde taşıyan gemilerin Akabe Körfezi’ne 
giriş ve çıkışları yasaklanmıştır.” demişti. Ayrıca “İsrail bizi savaşla tehdit etmek istiyorsa buyursun.” diyerek savaşa hazır olduklarını belirtiyordu. Nasır 
konuşmasında “Şimdi İsrail ile karşı karşıyayız. İsrail, İngiltere ve Fransa olmadan şansını denemek istiyorsa, kendisini bekliyoruz.” demekle de 1956 savaşında İsrail’in yanında olanların bu defa olmadığı ve savaşı kendilerinin kazanacağına emin olduğunu ifade ediyordu (Hürriyet-Zafer, 24 Mayıs 1967). Nasır bu sözleriyle aynı zamanda Araplar açısından İsrail’le savaş için uluslararası ortamın hazır olduğunu da belirmekteydi. 

Araplar Akabe Körfezi’ni “kapalı bir körfez” olarak görmekteydi. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın karasuları olarak görülen Akabe Körfezi’nin kapatılması, 
Mısır’ın “hükümranlığını teyit etmek” ve “düşman İsrail” gemilerine kapatılmak suretiyle istiklal ve güvenliklerini korumak yolunda alınacak en olağan tedbirdi 
(Arap Büyükelçilerinin..., 1967: 7-8). Oysa İsrail’e göre abluka, “silah zoruyla konan ve tatbik edilen bir harp hareketi”ydi. Tarihte hiçbir zaman abluka ve barış yanyana varolmamıştı. Abluka bir insanı yavaş yavaş boğarak öldürmekle eş değerde idi. Nitekim İsrail, Mısır’ın bu hareketini “savaş ilanı” kabul ediyordu 
(Tercüman, 24 Mayıs 1967). İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban’ın ifadesiyle “ablukanın tatbik edildiği andan itibaren fiili çatışmalar” başlamıştı. Artık İsrail, 
BM kararlarına uymak zorunda değildi (İsrail Dışişleri..., 1968: 17). 

Mısır Akabe Körfezi’ni kapatmakla İsrail’e gidecek mal ve özellikle petrolün önünü kesmişti. İsrail’in buna tepkisi ise yukarıda belirtildiği gibi İsrail gemilerine yapılacak bir saldırının savaş ilanı sayılacağını bildirmesiydi (Armaoğlu, 1994: 243). Türk basınında “Tehlikeli adım da atıldı.” şeklinde değerlendirilen bu olay, üçüncü dünya savaşına gidişte tehlikeli bir adım olarak görülmekte ve “Vietnem savaşı ile etrafa sıçramayan ateş, buradan mı acaba dünyayı saracak.” denilmekteydi (Tercüman, 25 Mayıs 1967). 

Sovyetler Birliği, 23 Mayısta bir açıklama yaparak bu bunalımda açıkça Arapları desteklediğini bildirmişti. Yapılan açıklamada “mütecavize karşı mukavemette 
bulunacağı” ifade edilmişti (Zafer, 25 Mayıs 1967). ABD Başkanı Johnson ise, Orta Doğu ülkelerini barışı bozacak davranışlardan kaçınmaya davet ediyordu. 
BM Genel Sekreteri U-Thant sorunu görüşmek üzere 23-25 Mayıs arasında Mısır’a gitmiş, karatmadan dolayı mum ışığı altında yenen yemekte Nasır, “İlk 
ateşi açan Mısır olmayacaktır.” demişti (Akşam, 10 Haziran 1967). U-Thant bu görüşmelerinde barış yönünde bir gelişme kaydedemiştir. Genel Sekreterin bu 
başarısızlığı savaşa bir adım daha yaklaşılması demekti. 

Orta Doğu buhranında Sovyetler Birliği Arapları desteklerken, Amerika İsrail’i desteklemekteydi (Hürriyet, 25 Mayıs 1967). ABD Başkanı Johnson 
Mısır Devlet Başkanı Nasır’a sert bir nota vererek “icabında zor kullanılacağı”nı bildirmişti. Amerikan 6. filosu Akabe Körfezi’nin açılmasına destek için Girit 
açıklarından Mısır’a hareket etmişti (Tercüman, 28 Mayıs 1967). Amerika’nın bu hareketi Orta Doğu buhranını bir kat daha şiddetlendirmişti (Hürriyet, 23 Mayıs 
1967). Amerikan gemilerinin hareketi üzerine Sovyetler Birliği, Amerika’dan Akdeniz’deki filolarını geri çekmesini istedi. Bu sırada Mısır Savunma Bakanı 
Şemseddin Badran, ani olarak Moskova’ya gitti. Gerginleşen durum karşısında Fransa, harekete geçerek kendilerinin de dâhil olacağı İngiltere, Sovyetler Birliği 
ve ABD’nin katılacağı dörtlü bir konferans önerdi (Hürriyet, 26 Mayıs 1967). Fransa’nın girişimine rağmen sorun Arapları açıkça destekleyen Sovyetler 
Birliği’nin Türkiye’ye bir bildirimde bulunarak boğazlardan 30 Mayıs ile 7 Haziran arasında 10 savaş gemisinin Akdeniz’e geçirileceğini haber vermesiyle 
daha da derinleşmişti (Hürriyet, 30 Mayıs 1967). Amerikan 6. Filosu’na karşı basının tabiriyle “gövde gösterisi” için ilk Sovyet gemisi 31 Mayısta Boğazlardan 
geçmişti (Tercüman, 31 Mayıs 1967). Bu esnada İngiltere ise Akdeniz’deki hava ve deniz kuvvetlerini takviye etmişti. 




ABD Başkanı Johnson’un Mısır’a “İsrail ile Mısır sınırdaki yığınaklarını aynı zamanda çekmeli, Barış gücü, nihai karar verilinceye kadar Gazze ve 
Şarm el Şeyh’e geri dönmeli, Mısır, Akabe Körfezi’ndeki deniz ulaşımını hiçbir şekilde sınırlamayacağını resmen bildirmeli, Mısır kuvvetleri Gazze’den 
çekilmeli” şeklindeki isteklerini ihtiva eden teklifleri Nasır tarafından 26 Mayısta reddedilmişti (Tercüman, 27 Mayıs 1967). Nasır, Akabe üzerindeki haklarından 
vazgeçmeyeceklerini belirttiği gibi, “şavaşta gayemiz İsrail’i mahvetmek olacaktır” diyordu (Hürriyet, 27 Mayıs 1967). Türkiye’deki Arap Büyükelçileri 
ortak bir dildiri yayınlayarak Orta Doğu’daki buhrana İsrail’in sebep olduğu ve bu bildiriyle buhranın içyüzünün açıklanacağını ilan ediyorlardı (Hürriyet, 28 
Mayıs 1967: Arap Büyükelçilerinin..., 1967: 3). 

Orta Doğu’da savaş atmosferinin hızla yoğunlaştığı sırada Mısır Millet Meclis 29 Mayısta, Başkan Nasır’a oy birliğiyle olağanüstü yetkiler verilmesini kabul 
etti (Tercüman, 30 Mayıs 1967). Nasır bunun üzerine yaptığı konuşmada “eğer Batılı ülkeler haklarımızı çiğnemeye çalışırlarsa bize saygı göstermeyi onlara 
öğreteceğiz” demişti (Tercüman, 31 Mayıs 1967). Nasır’a göre Akabe girişinde yer alan Tiran Boğazı Mısır’ın karasularıydı ve dünyada hiçbir kuvvet Mısır’ı 
topraklarına hâkim olmakta alıkoyamazdı. Oysa İngiltere Akabe Körfezini uluslararası bir su yolu sayıyordu. Bu gelişmeler karşısında ablukaya karşı 
müdahale yapılması ve ablukanın kaldırılması beklenmekteydi (Zafer, 31 Mayıs 1967). Fakat Mısır bu kararında azimliydi ve hiçbir kuvvet onları bu kararından 
alıkoyamazdı. Bu kararlılığını Akabe Körfezi’ne girmeye çalışan Liberya bandıralı bir tankeri durdurmakla göstermişti (Hürriyet, 31 Mayıs 1967). Bütün Arap 
Devletleri Arap topraklarını korumaya ve sularının ve topraklarının her karışına olan egemenliklerini savunmaya kararlıydılar (Arap Büyükelçilerinin..., 1967:7). 

Savaşa hazırlık yolunda Mısır ile Ürdün arasında 30 Mayısta bir savunma anlaşması imzalandı (Hürriyet, 31 Mayıs 1967). Orta Doğu’da en buhranlı günlerin yaşandığı bu dönemde basında İsrail’in “yıldırım taarruzuna” girişebileceği (Hürriyet, 30 Mayıs 1967), İsrail’in Mısır’ı bir haftada yenebilecek güce sahip olduğu (Hürriyet, 24 Mayıs 1967) gibi haberler yer alıyordu. Mısır İsrail’in ani bir hava saldırısından çekinmekteydi (Zafer, 5 Haziran 1967). İsrail’in yıldırım harekâtına geçerek Mısır Halkı’nı “gafil” avlamaması için halktan verilen alarmdan sonra bütün ışıkları söndürmesi ve sığınaklara gitmesi isteniyordu. Ayrıca yaşları 18 ile 50 arasında olan herkes halk kuvvetlerine katılmaya çağrılmıştı (Hürriyet, 5 Haziran 1967). Bu arada İsrail, savaş için bir yandan askerî hazırlıklarına devam ederken diğer yandan da kabinede savaşa yönelik değişikliklere gitmiştir. 1956 savaşında Mısır’a karşı savaşmış olan Moşe Dayan Savunma Bakanlığı’na getirilmişti (Zafer, 2 Haziran 1967). 

Mısır, İsrail çevresindeki çemberi iyice daraltmak amacıyla Irak’ı 4 Haziranda Mısır-Ürdün savunma anlaşmasına bağlayan protokolü imzaladı. İmza töreni 
sonrası Nasır, Kahire Radyosuna verdiği beyanatta “sizi savaşla karşılıyoruz ve intikam alabilmek için savaşın başlaması arzusuyla yanıyoruz. Bu, dünyanın, 
Arapların ne olduğunu ve İsrail’in ne olduğunu anlamasını sağlayacaktır” diyerek artık savaşın kaçınılmazlığını dile getiriyordu (İsrail Dışişleri..., 1968: 14). Bu 
arada Çin de Mısır’a yardım teklif etmiş, Sovyetlerin taahhütlerinden vazgeçmesi hâlinde askerî yardım yapacağını bildirmişti (Hürriyet, 5 Haziran 1967). Savaşın 
başladığı 5 Haziran yaklaştıkça taraflar arasında yer yer küçük çaplı çatışmalar da yaşanıyordu. 2 Haziranda Suriye ve İsrail kuvvetleri İsrail toprakları içinde 
çarpışmış, iki İsrailli ve bir Suriyeli ölmüştü. Ayrıca Ürdün, bir İsrail helikopterine uçaksavarla ateş açmıştı (Hürriyet, 3 Haziran 1967). 

Türk basını Orta Doğu buhranını Mayıs ayı içinde yoğun olarak çoğu zaman sürmanşetten verirken Haziran ayının ilk günleri küçük puntolarla ve çoğunlukla ilk sayfanın alt sıralarında kısa haberler şeklinde vermiştir. Bunda iç siyasi gelişmeler etkili olmuştur diyebiliriz. Zira Cumhuriyet Halk Partisi’nden kopmalar, “ortanın solu” tartışmaları, Eski Başbakan Adnan Menderes’in oğlu Yüksel Menderes’e yazdığı 17 Eylül 1961 tarihli Vasiyetnamesi gazete sütunlarında ilk haber olarak yer almıştır. Hürriyet gazetesi 1 ve 2 Haziran günlerini sürmanşetten Menderes’in vasiyetine ayırırken diğer gazetelerde de benzer bir durum söz konusudur. 

3. Türkiye’nin Savaş Öncesi Politikası 

Türkiye, iktidarda bulunan Adalet Partisi’nin Hükûmet programında yer alan “Orta Doğu’daki ve Magrip’teki kardeş Arap ve Müslüman memleketler ile her türlü şüphe ve teredütten uzak, hakiki ve yakın bir dostluk kurmak ve çeşitli sahalarda verimli bir iş birliğini geliştirmek başlıca amaçlarımızdan biri olacaktır… Arap memleketleri meşru davalarında Türkiye’nin anlayış ve desteğini görebilirler.” ifadesiyle Arapların yanında yer aldığını açıkça belirtmiştir. Türkiye’de sağ ve sol çevreler Araplara karşı izlenecek politikada birleşmişlerdir (Olaylarla…, 1987: 534). 

Orta Doğu buhranını yakından ve dikkatle takip eden Hükûmet, bu amaçla bazen Arap ülkelerinin büyükelçileriyle de görüşmeler yapmıştır (Zafer, 24 Mayıs 1967). Basında çıkan haberlere göre Türkiye, son zamanlarda Arap dünyası ile artan dostluk ilişkilerinin zedelenmemesini temin amacıyla Arapları 
desteklemiştir. Haberde “Türkiye’nin bir tek İsrail için Arap âlemini feda etmeyeceği” yazılmıştır (Zafer, 26 Mayıs 1967). Basında Türkiye’nin Arapları 
desteklemesi gerektiğine dair çıkan haberlerin çoğu Türkiye’nin Araplara yakın olmasından ziyade Kıbrıs meselesi gibi uluslararası sorunlarda yalnız kalmamak 
amacıyla böyle davranılmasını açıkça olmamakla birlikte ima etmektedirler. 

Basında Türkiye’nin Orta Doğu politikasının nasıl olmasına dair yazılar çıkarken Bakanlar Kurulu, 27 Mayısta yaptığı toplantıda Orta Doğu buhranını 
görüşmüş, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla yayımladığı bildiriyle Türkiye’nin tutumunu açıklamıştır. Bildiride; “Hükûmet, Orta Doğu buhranının gelişmesini 
büyük bir dikkatle izlemektedir. Bölgede barış ve güvenliğin hâkim olmasına büyük önem atfeden ve bu yolda her zaman elinden gelen gayreti sarfetmekten 
geri kalmamış olan Türkiye’nin barışı tehdit edici durumların meydana gelmesinden ciddi endişe duyacağı tabiidir. Türkiye, barışın ihlaline yol açacak 
bütün hareketlerden kaçınılması lüzumuna kani bulunarak, buhrana son verecek gayretleri desteklemektedir. Türk Hükûmeti, her zaman olduğu gibi, bu kerre de 
buhrana sebebiyet veren durumun mütelaasında, Birleşmiş Milletler yasası ile hak ve adalet prensiplerine dayanmak gerektiği inancındadır. Bu arada Hükûmetimiz, komşuları ile iyi dostluk münasebetleri çerçevesi içinde Türkiye ile Arap memleketler arasında mevcut yakın ilişkileri de gözönünde bulundurmaktadır.” denilmekle, anlaşmazlığın barışçı yollardan çözünlenmesi istenmiştir (Hürriyet, 29 Mayıs 1967). Bildirideki “mevcut yakın ilişki” sözü ile üstü kapalı olarak Arap ülkelerinin desteklendiği belirtilmektedir (Olaylarla..., 1987: 535). Gazete haberlerine bakıldığında da Hükûmet’in bildiriyle Arap ülkelerini desteklediği sonucuna varılabilir. Çıkan haberler Türkiye’nin Arapları desteklediği şeklindedir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Irak Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektupta da Türkiye’nin Arap dünyasını desteklediğini bildirmiştir (Zafer, 30 Mayıs 1967). Millî Türk Talebe Birliği de yayımladığı bir bildiriyle Türk yüksek öğrenim gençliğinin Arap-İsrail çatışmasında Arap ülkelerini desteklediklerini açıklamışlardır (Zafer, 1 Haziran 1967). Yurttaş diye başlayan bildiride açıkça Araplara destek belirtilmiş, bu savaşın Arapların İsrail’e karşı yaptığı bağımsızlık savaşı olduğu, bu savaşın iki tarafa da silah satan “emperyalistlerin” yararına olduğu, Kıbrıs meselesinin Arap ülkelerinin desteğine bağlı olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Türkiye’deki NATO üslerinin Arap ülkelerine karşı kullanılmaması istenmiştir. Türk Halkı’nı ve Millet Meclisi Üyelerini Arap ülkelerini desteklemeye çağıran bildiri “Mutlu ve güzel günler Türk ulusunundur.” ifadeleriyle sona ermektedir (Millî Türk..., 1967). 

Türk Hükûmeti buhranla ilgili resmî görüşünü 27 Mayısta ilan etmişti. Bildirinin yanı sıra Hükûmet yetkilileri Türkiye’deki NATO üslerinin Türkiye’nin izni olmadan kullanılamayacağını da ifade etmişlerdir (Hürriyet, 29 Mayıs 1967). Bu üsler konusu savaş döneminde daha fazla gündeme gelecektir. 

B. Savaşın Seyri 

1967 Arap-İsrail savaşı 5 Haziran günü sabah erken saatte İsrail uçaklarının Mısır hava üslerine yaptığı ani saldırısıyla başlamış, 10 Haziranda ateşkesin 
kabulüyle sona ermiştir. Türk basınında birçok gazetenin “84 saatlik savaş” olarak değerlendirdikleri 1967 savaşı, Mısır’ın “beklediği” gibi İsrail tarafından 
yıldırım taarruzuyla başlamıştır. Bu taarruzda İsrail Mısır uçaklarının 393’ünü yerde kullanılamaz hâlegetirmiş, ilk günkü mücadelede Mısır’ın uçak kaybı 416 
olmuştur. Aslında İsrail’in bu saldırısıyla “üç saat içinde” kazandığı savaş, fiilî olarak İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında olmuştur. Basında savaşla ilgili 
haberler savaş boyunca her gün en önemli haber olarak yer almıştır. Biz burada basında çıkan haberleri gün gün inceleyeceğiz. 

1. Savaşın Birinci Günü 

İsrail tarafından “yaşamak veya yok olmak” şeklinde algılanan savaş (İsrail Dışişleri..., 1968: 20), yukarıda belirtildiği gibi İsrail’in 5 Haziran sabahı ani 
saldırısıyla başlamıştır. Gazeteler savaşın başladığını haber vermekle birlikte kimin başlattığı noktasında yeterli bir bilgi verememektedir. Savaş “Araplarla 
İsrail Arasında Savaş Başladı” (Zafer, 6 Haziran 1967), “Savaş Başladı” (Milliyet, 6 Haziran 1967), “Orta-Doğu’da Harp” (Hürriyet, 6 Haziran 1967), “Arap-İsrail 
Savaşı Başladı” (Terciman, 6 Haziran 1967) gibi büyük puntolarla sürmanşetten okuyucularına duyurulmuştur. Zafer gazetesinin yarım sayfa ayırdığı haberde 
42 İsrail, 10 Mısır uçağının düşürüldüğü, Necef Çölü’nde şiddetli çarpışmaların olduğu yazılmıştır. Aslında Zafer gazetesi ilk gün savaştan ziyade iç politikaya 
daha fazla ağırlık vermiştir denebilir. Zira 5 Haziran tarihli gazetenin “başmakale” kısmında Füruzan Tekil “YTP’nin Durumu” isimli bir yazı kaleme almıştır. Zafer’in ilk sayfasının yarısı iç siyasi meselelere ayrılmıştır. 

Türk basını savaşın ilk günü yaşananları haritalar eşliğinde göstermiş, tarafların askerî durumu hakkında bilgi vermiştir. Her gazetenin askerî güç 
hakkında verdikleri bilgiler çoğunlukla birbirini tutmamaktadır. Milliyet gazetesinde Mehmet Ali Birand’ın verdiği rakamlar Londra’daki “Stratejik 
İlimler Akademisi”ne dayandırılmaktayken Akşam gazetesinde sayıların nereden alındığına dair bir bilgi yoktur (Akşam-Milliyet, 6 Haziran 1967). Buna iki 
gazeteye göre tarafların asker sayısı, tank ve uçak sayıları şöyledir: 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***